Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

11. Bölüm: HARAMLAR

!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Allah’a Şirk Koşmak
Bu istisnasız haramların en büyüğüdür. Ebu Bekra’nın (r.a.) rivayet ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Size günahların en büyüğünü haber vereyim mi?”
Üç kez evet, ey Allah’ın Rasulü! dediler. Rasûllullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah’a şirk koşmak.”
Şirk’in haricinde her günahı Allah’ın bağışlaması mümkündür. Şirk’e ise özellikle tevbe etmek gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başka (günahları) dilediği kimse için bağışlar.” (Nisa: 4/48)
Şirk’in bir kısmı büyük şirk’tir. Kişiyi İslam dairesinden çıkarır ve şirk üzere ölürse cehennemde ebedi kalıcıdır. Büyük şirk’in müslüman ülkelerde yaygın örneklerinden biri de kabirlere ibadettir.
Kabirlere İbadet
Ölmüş velilerin ihtiyaçlara cevap verdiğine, sıkıntıları giderdiğine inanmak, onlardan yardım ve medet dilemek. Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurur: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi kesin bir şekilde emretti.” (İsra: 17/23)
Yine, peygamberlerin ya da salih kişilerin ölülerine; şefaat veya zorluklardan kurtulma amacıyla dua etmek büyük şirk’tir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“(Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah’tan başka bir ilah mı var?” (Neml: 27/62)
Bazıları; kalkınca, oturunca, ayağı tökezleyince; ne zaman bir zorluk, sıkıntı veya bela ile karşılaşırsa şeyhin ya da velinin adını anmayı adet ve alışkanlık haline getirir. Biri “Ya Muhammed” der, diğeri “Ya Ali” der, öteki “Ya Hüseyin” der, başka birileri de “Ya Bedevi”, “Ya Geylani”, “Ya Şazili”, “Ya Rıfai” der. Bir diğeri Ayderus’a yalvarır. Bir başkası da İbni Ulvan’a dua eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah’ı bırakıp da kendisine ibadet ettikleriniz sizin gibi kullardır.” (A’raf: 7/194)
Kabirlere ibadet edenlerden bir kısmı onların etrafında tavaf ederler. Köşelerini selamlar, kabirlere ellerini sürerler. Eşiklerini öper, tozuna toprağına yüzlerini sürerler. Kabirleri gördüklerinde secde ederler. Önlerinde boyunları bükük, huşu içerisinde kendilerini küçük görerek dururlar. Bir hastanın şifa bulması, çocuklarının olması ya da bir işinin kolayca halledilmesi için istek ve ihtiyaçlarını bildirirler. Hatta kabirdekine şöyle seslenirler: “Ey efendim! Uzak yerlerden sana geldim. Umutlarımı boşa çıkarma!”
Allah azze ve celle şöyle buyurur: “Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere dua edenlerden daha sapık kim olabilir?.. (Oysa) onlar, bunların dualarından habersizdirler.” (Ahkaf: 46/5)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Allah’tan başkasına Allah’a ortak koşarak dua eden ve (bunun üzere) ölen kimse cehenneme girer.”
Bazıları kabirlerin yanında saçlarını kazıtır. Bazıları da “Meşhedi haccederken yapılacak ibadetler” başlıklı kitaplar taşır. “Meşhed”le kastedilen velilerin türbe ve mezarlarıdır. Bazıları; velilerin kainatta tasarrufta bulunduklarına, zarar ve fayda verdiklerine inanır. Allah azze ve celle şöyle buyurur: “Eğer Allah, sana bir zarar dokundurursa onu yine O’ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse O’nun keremini engelleyecek de yoktur.” (Yunus: 10/107)
Kabirlerdeki ölülere ışık ve mum adayanların yaptığı gibi Allah’tan başkası için adakta bulunmak da büyük şirk’tendir.
Allah’tan başkası için kurban kesmek büyük şirk’in bir başka biçimidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.” (Kevser: 108/2)
Yani Allah için, Allah’ın adıyla kurban kes. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah’tan başkası için kurban kesene Allah lanet etsin”
Bazen kurbanda iki haram bir arada bulunur: Allah’tan başkası için kurban kesmek ve Allah’tan başkasının ismini anarak kurban kesmek. Her ikisi de kesilen kurbandan yenilmesine engeldir. Cahiliyede kesilen ve günümüzde de yaygın olan kurbanlardan biri de “cinler için kesilen kurbanlardır.” Cahiliyede bir ev satın aldıkları ya da yaptıkları zaman veya bir kuyu kazdıkları zaman ya da cinlerin eziyet vermelerinden korktukları için eşiğinde onlara bir kurban keserlerdi.
Büyük şirk’in yaygın örneklerinden biri de Allah’ın haram kıldığını helal veya Allah’ın helal kıldığını haram saymaktır. Ya da Allah azze ve celle’den başkasının bu hakka sahip olduğuna inanmaktır. Cahiliyye kanunlarına ve mahkemelerine isteyerek, gönül rızasıyla, helal kabul edip caiz olduğuna inanarak yargı için başvurmaktır. Allah azze ve celle bu büyük küfrü şu kavlinde belirtir:
“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp alimlerini (hahamlarını), (hristiyanlar) da rahiplerini rabler edindiler.” (Tevbe: 9/31)
Adiy İbni Hatim, Allah’ın Rasulü’nün bu ayet’i okuduğunu işitince dedi ki: “Onlar, onlara (din adamlarına) ibadet etmiyorlardı.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Fakat; Allah’ın haram kıldığını onlara helal kılıyorlar, onlar da bunu helal kabul ediyorlardı. Allah’ın helal kıldığını onlara haram kılıyorlar, onlar da bunu haram kabul ediyorlardı. İşte bu onların, onlara (din adamlarına) ibadetleridir.”
Allah Teâlâ, müşrik’leri (Allah ve Rasulü’nün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendilerine din edinmeyen kimseler) olarak nitelendirir. Ve Allah azze ve celle şöyle buyurur:
“De ki: Allah’ın size indirdiği rızıktan bir kısmını helal, bir kısmını da haram bulmanıza ne dersiniz? De ki: Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?” (Yunus: 10/59)
Şirk’in Yaygın Çeşitlerinden Sihir, Kehanet ve Falcılık
Bunlar içerisinden sihir şüphesiz küfürdür. Yedi en büyük günahtan biridir. Zarar verir, fayda vermez. Allah Teâlâ sihir yapmayı öğretmekle ilgili şöyle buyurur: “Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler.” (Bakara: 2/102)
Ve şöyle buyurur: “Büyücü (sihir yapan), ne yaparsa yapsın iflah olmaz.” (Taha: 20/69)
Sihirle uğraşan kişi kafirdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Süleyman büyü yapıp kafir olmadı. Lakin şeytanlar kafir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil’de Harut ve Marut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek herkese: “Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın kafir olmayasınız” demeden hiç kimseye (sihir bilgisini) öğretmezlerdi.” (Bakara: 2/102)
Sihirbazın cezası ölümdür. Kazancı pistir, haramdır. Cahiller, zalimler ve imanı zayıf olan kimseler bazı kişilere düşmanlıkları nedeniyle, onlardan intikam almak için büyücülere büyü yaptırmaya giderler. Bazı insanlar da büyüyü bozması için büyücüye başvurarak haram işlerler. Oysa Allah’a sığınıp; İhlas, Felak, Nas surelerini ve başka ayetleri okuyarak Allah’ın kelamıyla O’ndan şifa dilemek gerekir.
Falcıya ve kahine gelince, ikisi de yüce Allah’ı inkar etmiştir (kafirdir). Gaybı/bilinmeyeni bildiklerini iddia ederler. Oysa gaybı/bilinmeyeni ancak Allah bilir. Bu kimselerden bir çoğu paralarını almak için saf insanları kandırırlar. Kum üzerinde çizgi çekme, avuç okuma, deniz kabukları, fincan, cam küre aynalar ve daha bir çok metodu kullanırlar. Bir kez doğru söylerlerse doksandokuz kez yalan söylerler. Fakat ahmak insanlar, o yalancı iftiracıların doğruyu söylediğinin dışındaki yalanlarını akıllarına getirmezler. Geleceğini bilmek, evlilikte ya da ticarette mutlu mu, mutsuz mu olacağını öğrenmek, kayıp eşyalarını aramak ve benzeri sebeplerle onlara giderler.
Falcıya ya da kahine giden kimsenin hükmü, şayet onların dediklerinin doğru olduğuna inanıyorsa, o kimse kafirdir. İslam milletinden çıkmıştır. Delili Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu sözüdür: “Kim bir kahine ya da falcıya gider de onun söylediğinin doğru olduğunu kabul ederse Muhammed’e indirileni inkar etmiştir.”
Eğer kahine ye da falcıya giden kimse onların gaybı/ bilinmeyeni bildiğini kabul etmez ama yine de denemek veya benzeri bir sebeple giderse kâfir olmaz; fakat kırk gün namazı kabul edilmez. Bunun delili de Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu sözüdür: “Kim bir falcıya gider ve ona bir şey sorarsa kırk gece (gün) namazı kabul olmaz.”
Yıldızların ve Burçların Olaylara ve İnsan Hayatına Etkisi Olduğuna İnanmak
Zeyd İbni Halid el-Cühenî’den şöyle dediği rivayet edilir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hudeybiye’de gece yağan yağmurun ardından sabah namazı kıldırdı. Namazı bitirince insanlara yöneldi ve şöyle dedi: “Rabbinizin ne dediğini biliyor musunuz?”
“Allah ve Rasulü daha iyi bilir” dediler. Şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ dedi ki: Kullarımdan bazıları bana inanmış, bazıları da inkâr etmiş oldu. Kim “Allah’ın kerem ve rahmetiyle bize yağmur yağdı” derse o kimse inanmış ve burçların tesirini inkar etmiştir. Kim de “şu ve şu yıldızın etkisiyle bize yağmur yağdı” derse o kimse beni inkar etmiş ve burçların tesirine inanmıştır.”
Dergi ve gazetelerdeki şans burçlarına bakmak da bu anlamdadır. Kısmetinde yıldızların ve gezegenlerin etkisi olduğuna inanırsa müşrik’tir. Eğlence olsun diye okursa asidir, günahkardır. Çünkü, şirk olan bir şeyi okuyarak eğlenmek caiz değildir. Ayrıca, şeytan kalbine yazılanlara inanmayı sokabilir. Şirk’e düşmesine sebep olur.
Allah azze ve celle faydalı kılmadığı şeylerde faydalı olduğuna inanmak da şirk’tir. Bazıları, nazarlıklarda fayda olduğuna inanırlar. Bu; ya kahinin veya büyücünün söylemesiyledir, ya da eskilerden kalan bir inançtır. Nazar değmesini engellediğini sanarak boyunlarına veya çocuklarına takarlar. Vücutlarına bağlarlar. Arabalarına ve evlerine asarlar. Değişik taşlı yüzükler takarlar. Onlarla ilgili, belaları uzaklaştırdığı ve ortadan kaldırdığı şeklinde çeşitli şeylere inanırlar. Şüphesiz bu Allah’a tevekkülü yok eder. İnsanın ancak zayıflığını artırır. Haramda çare aramaktır. Asılan nazarlıkların çoğunda açıkça şirk, şeytanlardan ve bir takım cinlerden yardım isteme vardır. Bazı hilekar büyücüler, Kur’an’dan ayet’ler yazarlar ve yanına şirk olan yazılar karıştırırlar. Bazıları da Kur’an ayet’lerini necasetle (pislikle) veya hayız kanı ile yazar. Bütün bunların asılması ya da bağlanması Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem:
“Kim bir nazarlı/muska asarsa şirk koşmuştur.” kavli gereğince haramdır.
Bunları takan, Allah’tan başka bu eşyaların da fayda ya da zarar verdiğine inanırsa büyük şirk işleyerek müşrik olmuştur. Şayet onların, fayda ya da zarar gelmesine bir sebep olduğuna inanırsa -ki Allah bunları sebep kılmamıştır- o kimse küçük şirk işlemiştir.
İbadetlerde Riya/Gösteriş
Salih amelin şartlarından biri de riyadan uzak, sünnete uygun olmasıdır. İnsanlar görsün diye ibadet eden kimse küçük şirk işlemiştir. Başkaları görsün diye namaz kılan gibi... Yaptığı ibadet boşunadır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz münafıklar Allah’a oyun etmeye kalkışıyorlar; halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az zikrederler.” (Nisa:4/142)
Yine, haberi yayılsın ve insanlar onun hakkında konuşsunlar diye bir amel işlerse şirk’e düşmüştür. Böyle yapan hakkında tehdit vardır ve bu tehdit İbni Abbas’ın (r.a.) Rasûlullah’tan sallallahu aleyhi ve sellem rivayet ettiği şu hadiste gelmiştir:
“(İnsanlara) duyurmak için bir amel işleyeni, Allah (Kıyamet günü insanlar önünde) teşhir eder. Gösteriş için bir amel işleyeni, Allah (Kıyamet günü insanlar önünde) rezil eder.”
Yaptığı ibadette hem Allah rızasını, hem de insanların görmesini dileyen kimsenin ameli boşa gitmiştir. Allah Teâlâ kudsi hadiste şöyle buyurur: “Ben, kendisine şirk koşulanların şirk’ten en çok mustağni olanıyım. Kim, bir amel işler de amelinde bana başkasını ortak koşarsa onu ve şirk’ini bırakırım.”
Bir amele Allah için başlayan, sonra kendisine riya/gösteriş yapma düşüncesi gelen bu düşünceyi kötü görür ve aklından çıkarmak için uğraşırsa ameli sahih olur. Şayet onu benimser ve bundan bir rahatsızlık duymazsa ilim ehlinden bir çoğu amelin batıl olduğunu bildirmiştir.
Uğursuzluğa İnanmak
Uğursuzluğa inanmak, bir şeyin kötülük/şanssızlık getirdiğine inanmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Onlara bir iyilik gelince, “Bu bizim hakkımızdır” derler; eğer kendilerine bir fenalık gelirse Musa ve onunla beraber olanları uğursuz sayarlardı.” (A’raf: 7/131)
Araplardan biri yolculuk etmek ya da başka bir iş yapmak istediği zaman bir kuş tutar ve salıverirdi. Kuş sağ tarafa giderse uğurlu sayar ve o işe başlardı. Sol tarafa giderse bunu uğursuz kabul eder ve isteğinden vazgeçerdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu davranışın hükmünü şu hadisinde bildirmiştir: “Uğursuzluğa inanmak şirk’tir.”
Tevhidin kemaline ters düşen bu haram davranışa şunlar da girer: Ayların uğursuzluğuna inanmak: Safer ayında nikah yapmamak gibi... Günlerin uğursuzluğuna inanmak: Her ayın son çarşamba gününün sürekli şanssız bir gün olduğuna inanmak gibi... Rakamların uğursuzluğuna inanmak: 13 rakamı gibi... İsimlerin ya da özürlü insanların uğursuzluğuna inanmak: Kişinin, dükkanını açmaya giderken yolda tek gözlü birini görüp, bunu uğursuzluk kabul ederek geri dönmesi gibi... Buna benzer tüm inanışlar haramdır. Ve şirk’tir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunlara inanan kimselerden uzak olduğunu bildirmiştir. İmran İbni Husayn’dan (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dediği rivayet edilir:
“Uğur yapan ve yaptıran, kahinlik yapan ve yaptıran, (sanırım şunu da söyledi) sihir yapan ve yaptıran bizden değildir.”
Uğursuzluk düşüncesine kapılan bir kimsenin yapması gereken Abdullah İbni Amr’ın (r.a.) rivayet ettiği hadiste bildirilmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Uğursuzluk düşüncesi bir kimseyi işinden alıkoyarsa o kimse şirk koşmuştur.”
“Ey Allah’ın Rasûlü! Bunun karşılığında ne yapmak gerekir?” derler. Şöyle buyurur:
“O kimsenin ‘Allah’ım! Senin verdiğin hayırdan başka hayır, senin verdiğin uğurdan başka uğur yoktur. Ve senden başka ilah yoktur’ demesi gerekir.”
Az ya da çok kötümser olmak kişilerin tabiatında vardır. Bunun en önemli ilacı ise Allah azze ve celle’ye tevekkül etmektir. İbni Mes’ud (r.a.) şöyle der: “Hangimizin aklına böyle bir şey gelmez ki! Fakat Allah, onu tevekkülle giderir.”
Allah Teâlâ’dan Başkası Üzerine Yemin Etmek
Allah Subhanehu ve Teâlâ yarattıklarından dilediği üzerine yemin eder. Kulların ise Allah’tan başkası üzerine yemin etmeleri caiz değildir. İnsanlardan birçoğunun ağzında dolaşan sözlerden biri de Allah’tan başkası üzerine yemin etmektir. Yeminde, ancak Allah’ın layık olduğu bir tür ta’zim vardır. İbni Ömer’den (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir:
“Dikkat ediniz! Allah Teâlâ babalarınız üzerine yemin etmenizi yasaklıyor. Kim yemin edecekse Allah’ın üzerine yemin etsin ya da sussun.”
Yine İbni Ömer’den (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Allah’tan başkası üzerine yemin eden şirk koşmuştur.”
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Namusu üzerine yemin eden bizden değildir.”
Kâbe üzerine, namus ve şeref üzerine, birilerinin bereketi ya da hayatı üzerine, peygamberin ya da velinin makamı üzerine, babalar ve anneler üzerine, çocukların başı üzerine yemin etmek caiz değildir. Bütün hepsi haramdır. Bunlardan biriyle yemin edenin-sahih hadiste belirtildiği gibi-kelime-i tevhid getirmesi gerekir.
“Kim yemin eder ve yemininde “Lât ve Uzzâ üzerine” derse “Lailahe İllallah/Allah’tan başka ilah yoktur” desin.”
Bu konuyla ilgili, bazı müslümanların söylediği bir takım haram ve şirk sözler var. Örneğin: “Allah’a ve sana sığınırım”, “Allah’a ve sana güveniyorum”, “Bu, Allah’tan ve sendendir”, “Benim için Allah’tan ve senden başkası yok”, “Benim için Allah semada, sen de yerdesin”, Allah ve falan olmasaydı” “Ben İslam’dan uzağım”, “Ey! Kör talih”, (Ayrıca zaman sövgü içeren her söz: Örneğin: “Zaman kötülük zamanı”, “Bu uğursuz bir saat”, “Zaman vefasız” vb. demek. Çünkü zaman sövmek sonuçta zamanı yaratan Allah’a döner.”)
“Tabiat diledi”, Allah’tan başkasına kulluk içeren her isim. Örneğin Abdulmesih, Abdunnebî, Abdurrasul, Abdulhüseyin...
Tevhide ters düşen yeni terim ve sloganlardan bazıları da şunlardır. “İslam Demokrasisi”, “Halkın iradesi Allah’ın iradesindendir”, “Din Allah’ın, vatan herkesindir”, “Araplık adına!..”, “Devrim adına!..” “Hükümdarların hükümdarı”, “Kadıların kadısı” ve buna benzer lakapları insanlardan birine takmak da haramlardandır. “Seyyid/efendi” ve bu anlamdaki bir sözü-arapça olsun, başka bir dilde olsun-kafir ve münafık için kullanmak; kızgınlık, üzüntü ve pişmanlık içeren, şeytanın ameline kapı açan “Keşke” sözünü kullanmak, “Allah’ım! Dilersen beni bağışla!” demek yine haramlardandır.
Münafıklar Ya Da Fasıklarla Samimi Olmak Veya Hoş Vakit Geçirmelerini Sağlamak Amacıyla Onlarla Oturmak
Kalplerinde imanın yerleşmediği bir çok kimse fısk ve fucur ehli bir takım insanlara oturmaya gider. Hatta, Allah’ın şeriatine söven, Allah’ın dini ve Allah dostları ile alay eden kimselerle oturur. Şüphesiz bu, inanca leke getiren bir davranıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Ayetlerimiz hakkında ileri-geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma.” (En’am: 6/68)
Ne kadar yakın akraba olursa olsunlar, ne kadar sohbetleri hoş ve dilleri tatlı olursa olsun bu halde onlarla birlikte oturmak caiz değildir. Ancak; onları hakka davet etmek isteyen, batıllarını reddetmek ya da onları uyarmak isteyen oturabilir. Konuşmalarına razı olmak ve susmak caiz değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Siz onlardan razı olsanız bile Allah fasıklar topluluğundan asla razı olmaz.” (Tevbe: 9/96)
Zina
Irzın ve neslin korunması şeriatın gayeleri arasında olunca bununla ilgili olarak şeriatta zina haram kılınmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (İsra: 17/32)
Hatta şeriat; örtünmeyi ve bakışları sakınmayı emredip, namahrem bir kadınla yalnız kalmayı yasaklayarak ve buna benzer kurallarla zinaya yolaçacak ve araç olabilecek her kapıyı kapatmıştır.
Zina eden evli kişi en kötü ve şiddetli ceza ile cezalandırılır. Yaptığı işin kötü sonucunu tatması için, vücudunun her parçası haramdan nasıl zevk almışsa, aynı şekilde eziyet çeksin diye ölünceye kadar taşlanarak recmedilir. Geçerli/sahih bir nikahla daha önce bir kadınla ilişkide bulunmamış zinakara ise şer’i hadler içerisinde gelen en yüksek sayıda -yüz celde- sopa vurulur. Mü’minlerden bir grubun bu cezayı seyretmesiyle içine düştüğü onur kırıcı durum ve yöresinden uzaklaştırılması, tam bir yıl zina ettiği bölgeden başka bir yere gönderilmesiyle yaşadığı utanç ise olayın başka bir boyutudur.
Zina eden erkek ve kadınların Berzah’taki azapları üstü dar, altı geniş tandır şeklindeki bir fırına konulmalarıdır. Altında ateş yakılır ve onlar fırının içinde çıplaktırlar. Üzerlerine ateş gelince bağırarak, neredeyse ağzından çıkacak kadar yükselirler. Ateş hafifleyince tekrar içine dönerler. Kıyamet gününe kadar onlara böyle davranılır.
Kişinin ilerlemiş yaşına, kabre yaklaşmasına ve Allah’ın ona (tevbe için) mühlet vermesine rağmen zina yapmaya devam etmesi bu durumu daha da çirkinleştirir. Ebu Hureyre’den (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir:
“Allah, Kıyamet günü üç sınıf insanla konuşmaz, onları temize çıkarmaz ve onların yüzüne bakmaz. Onlar için elem verici bir azap vardır: Zina eden ihtiyar, yalancı hükümdar, kibirlenen fakir.”
Kazançların en kötüsü fahişenin zina karşılığı aldığı kazançtır. Kendi bedenini satan kadın, gece yarısı semanın kapıları açıldığında duasının kabulünden yoksundur. ihtiyaç sahibi ve fakir olmak Allah’ın kanunlarını çiğnemek için kesinlikle geçerli bir özür değildir. Eskiden şöyle derlermiş: Hür kadın, aç kalır yine de sütünü satarak (çocuk emzirerek) kazanç elde etmez; nasıl bedenini satsın ki!
Günümüzde fuhuş için her kapı açıktır. Şeytan kendisinin ve dostlarının oyunuyla fuhşa giden yolu kolaylaştırmış, facirler ve günahkarlar da bu yola koyulmuşlar. Süslenerek açılıp saçılmak yaygınlaşmış, bakışları sakınmamak ve harama bakmak çoğunluğun yaptığı bir iş haline gelmiş, kadın ve erkeğin bir arada bulunması her yeri kaplamış, seks filmleri ve müstehcen dergiler piyasayı doldurmuş, kolaylıkla fuhuş yapılabilecek ülkelere yolculuklar artmış, seks ticaretinin yapıldığı pazarlar kurulmuş, ırza tecavüz olayları çoğalmış, zina çocuklarının sayısı ve çocuk aldırma olayları artmış... Ey Allah’ım! Rahmetini, lütfunu ve korumanı dileriz. Katından bizleri onunla kötülüklerden koruyacağın bir himaye dileriz. Kalplerimizi temizlemeni, bizimle haram arasına uzun mesafeler ve aşılmaz engeller koymanı dileriz.
Livata/Homoseksüellik
Livata, Lut kavminin günahıydı. Livata, erkeklerin (kadınları bırakıp) insanların erkekleri ile cinsel ilişki kurmasıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Lut’u da (peygamber olaak gönderdik) O, kavmine şöyle demişti: Gerçekten siz, daha önce hiç bir milletin yapmadığı bir hayasızlığı yapıyorsunuz. Sizler, ille de erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlikler yapacak mısınız?” (Ankebut: 29/29)
İğrençliği, kötülüğü ve tehlikesi sebebiyle bu günahı işleyenleri Allah, başka bir kavim üzerine toplamadığı şu dört çeşit cezayla cezalandırmıştır. Gözlerini kör eder, ülkelerinin altını üstüne getirir, üzerlerine sert taşlar yağdırır ve bir çığlık gönderir.
Livata’nın, İslam şeriatındaki cezası-racih olan görüşe göre-kılıçla öldürmedir. Bu livatayı yapanın cezasıdır. Kendisine livata yapılan ise isteyerek ve kendisi seçerek bu olaya alet olmuşsa aynı şekilde cezalandırılır. İbni Abbas’dan (r.a.) Rasûlulullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dediği rivayet olunmuştur: “Lut kavminin amelini (livatayı) yapanları bulduğunuz zaman livata yapanı da, kendisine livata yapılanı da öldürün.”
Geçmişte olmayıp zamanımızda ortaya çıkan öldürücü aids hastalığı gibi hastalıklar ve salgınlar fuhuş dolayısıyladır.
Şer’i Bir Özür Olmadığı Halde Kadının Kocasından Kendini Sakınması
Ebu Hureyre’den (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Kişi hanımını (ilişki için) yatağına çağırır, hanımı bunu reddeder ve o kişi hanımına kızgın olarak gecelerse sabah oluncaya kadar melekler o kadına lanet eder.”
Kadınların çoğu kocasıyla arasında bir anlaşmazlık olduğunda onu kendisiyle birlikte olma hakkında menederek -zannıca- cezalandırır. Oysa bu, kocasının harama (zinaya) düşmesi gibi çok kötü sonuçlara yol açabilir. Ve belki de işler kadının aleyhine döner, kocası onun üzerine ikinci bir hanımla evlenmeyi ciddi olarak düşünmeye başlar. Kadına düşen kocası kendisini talep ettiği zaman, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem emri gereğince kocasının isteğine cevap vermekte acele etmesidir:
“Kişi hanımını (ilişki için) yatağa çağırınca hanımı deve üzerinde bile olsa inip kocasının bu isteğine cevap versin.”
Kocanın da, hasta veya hamile ya da üzgün olduğu durumlarda karısının halini gözönünde bulundurması gerekir. Böylece birliktelikleri devam eder ve ayrılık olmaz.
Kadının Şer’i Bir Gerekçe Olmadan Kocasından Boşanmak İstemesi
Kadınlardan çoğu en ufak bir anlaşmazlık anında kocalarından hemen boşanma isteğinde bulunur. Ya da kocası istediği malı/parayı kendisine vermeyince boşanmak ister. Kadın, bozguncu bazı arkadaşları veya komşularınca yönlendirilmiş olabilir. Bazen de sinir bozucu sözlerle kocasına meydan okur, “Erkeksen boşa beni” der.
Boşanmanın, ailenin dağılması ve çocukların başıboş kalması gibi oldukça kötü sonuçlar doğurduğu bilinen bir şeydir. Belki de kadın, pişmanlığın artık fayda vermeyeceği bir noktada yaptığına pişman olur. Şeriatın bunu haram kılmasındaki hikmet böyle durumlarda ortaya çıkar. Sevban’dan (r.a) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir:
“Hiç bir kötülük olmadığı halde kocasından kendisini boşamasını isteyen kadına cennet kokusu haram olur.”
Yine Ukbe İbni Amir’den (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Kocalarından kendilerini boşamalarını, kendilerini bırakmalarını isteyen kadınlar münafıklardır.”
Kocanın namazı terketmesi, devamlı uyuşturucu veya içki kullanması, kadını haram bir işe zorlaması, işkence ederek zulmetmesi ya da şer’i haklarından alıkoyması gibi şeriatça geçerli bir gerekçe olur ve kocaya nasihat fayda vermez, düzelmesi için verilen uğraşlar boşa çıkarsa bu durumda kadının dinini ve kendi nefsini kurtarmak için boşanmak istemesinde bir sakınca yoktur.
Zıhâr
Zıhar yapmak, müslümanlar arasında yaygın olan eski cahiliye adetlerinden biridir. Erkek, karısına “Sen bana anamın sırtı gibisin”, “Sen bana kızkardeşim nasıl haramsa öyle haramsın” vb. hoş olmayan sözler söyler. Kadına zulüm içermesi nedeniyle şeriat bunu çirkin saymıştır. Allah subhanehu bu olayı şu şekilde tanımlar:
“İçinizden zıhar yapanların kadınları onların anaları değildir. Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar çirkin bir laf ve yalan söylüyorlar. Şüphesiz Allah; affedicidir, bağışlayıcıdır.” (Mücadele: 58/2)
Şeriat, zıharın keffaretini hatayla adam öldürmenin keffaretine benzer bir şekilde ağır bir keffaret olarak belirlemiştir. Bu, Ramazan’da gündüz (oruçluyken) hanımıyla ilişkide bulunanın karşılaması gereken keffaretin aynısıdır. Karısına zıhar yapanın bu keffareti yerine getirmeden ona yaklaşması caiz değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Kadınlardan zıhar ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi azad etmeleri gerekir. Size öğütlenen budur. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Buna imkan) bulamayan kimse, hanımıyla temas etmeden önce ardarda iki ay oruç tutar. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur. Bu (hafifletme) Allah’a ve Rasulü’ne inanmanızdan dolayıdır. Bunlar Allah’ın hükümleridir. Ve kafirler için acı bir azap vardır.” (Mücadele: 58/3-4)
Kişinin, Karısıyla Hayızlıyken İlişkide Bulunması
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın.” (Bakara: 2/222)
Allah Teâlâ’nın: “Temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın.” (Bakara: 2/222)
Kavli gereğince kadının hayız hali bitip gusledinceye kadar kocasının onunla ilişkide bulunması helal değildir. Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu sözü de bu günahın çirkinliğine işaret eder: “Hayızlı bir kadınla ilişkide bulunan, bir kadınla dübüründen ilişkiye giren veya kahine giden Muhammed’e indirileni inkar etmiştir.”
Karısıyla hayızlıyken bilmeyerek ve kasıtsız, hatayla ilişkide bulunan kimse için bir şey gerekmez. Bilerek ve kasıtlı olarak bunu yapanın ise -keffaret hadisini sahih kabul eden bazı ilim adamlarına göre- keffaret ödemesi gerekir. Bu keffaret, bir dinar veya yarım dinardır. Bazı alimler “İkisinden birini tercih eder” derken, bazıları da “Kanın çok geldiği hayzın ilk anlarında ilişkide bulunursa bir dinar, kan gelmesinin azaldığı hayzın son aylarında ya da hayız bittiği halde gusletmeden önce ilişkide bulunursa yarım dinar keffaret ödemesi gerekir” der.
Bir dinar, bugün kullanılan ölçüye göre 4.25 gram altına eşdeğerdir. Altın olarak ya da değerini para olarak tasadduk eder.
Kadınla Dübüründen İlişkiye Girmek
İmanları zayıf bir takım sapıklar karılarıyla dübüründen (pisliğin çıktığı, bağırsakların sonundaki boşaltım organından) ilişkiye girmekten çekinmez. Bu büyük günahlardan biridir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem böyle yapana lanet etmiştir. Ebu Hureyre’den (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Kadınla dübüründen ilişkiye giren mel’undur/lanetlenmiştir.”
Yine, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Hayızlı kadınla ilişkide bulunan, bir kadınla dübüründen ilişkiye giren veya kahine giden Muhammed’e indirileni inkar etmiştir.”
Düzgün fıtrat sahibi bir çok kadının bu şekilde bir ilişkiyi reddetmesine rağmen, bazı kocalar onları kendilerine itaat etmemeleri durumunda boşayacaklarını söyleyerek tehdit ederler. Bazıları da alimlere sormaktan utanan karısını kandırır ve bu işin helal olduğuna inandırır. Hatta Allah Teâlâ’nın şu kavlini delil olarak getirir: “Kadınlarınız sizin için bir ürün alanıdır, artık o alanınıza dilediğiniz yerden yaklaşın.” (Bakara: 2/223)
Sünnetin Kur’an’ı açıkladığı bilinen bir şeydir. Ve Sünnet’te Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şunu bildirdiği rivayet edilir: “Çocuğun doğduğu yerden olduğu müddetçe kişinin karısıyla önünden ya da arkasından dilediği şekilde ilişkide bulunması caizdir.”
Dübürün, çocuğun doğduğu yer olmadığı ve büyük pisliğin boşaltım yeri olduğu bilinmeyen bir şey değildir. Bu günahın varoluşunun nedenlerinden biri de temiz evlilik hayatına, haram olan sapık ilişkilerde ve seks filmlerinden kesitlerle dolu bir kafa yapısıyla, Allah’a tevbe etmeden girilmesidir. Kadın ve erkek, iki taraf ta buna razı olsa bile bu ilişki haramdır. Çünkü haram işlemek için karşılıklı rıza göstermek o haramı helal kılmaz.
Namahrem Bir Kadınla Yalnız Kalmak
Şeytan, insanları fitneye ve harama düşürmeye oldukça isteklidir. Bu nedenle Allah Teâlâ şu kavliyle bizleri uyarır: “Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse şüphesiz ki o, edepsizliği ve kötülüğü emreder.” (Nur: 24/21)
Şeytan, Ademoğlunun damarlarında dolaşır. Şeytanın fuhşa sürüklemedeki metodlarından biri de kişinin mahremi olmayan bir kadınla yalnız kalmasıdır. Bunun için, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem: “Kişi (mahremi olmayan) bir kadınla yalnız kalırsa üçüncüleri ancak şeytandır.”
Hadisinde belirtildiği gibi şeriat bu yolu kapatmıştır. İbni Ömer’den (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Bu günden sonra kimse beraberinde bir ya da iki kişi olmadan kocası yanında olmayan bir kadının yanına kesinlikle gitmesin.”
Bir kimsenin evde, büroda veya arabada namahrem bir kadınla yalnız kalması caiz değildir. Kardeşinin hanımıyla, hizmetçiyle, kadın hastanın doktorla yalnız kalması ve benzeri durumlar caiz değildir. Bir çok insan bu konuda ya kendine ya da karşıdakine güvendiği için duyarsız davranır. Bu da fuhuşu veya fuhuşa yolaçacak davranışlarda bulunmayı beraberinde getirir. Soyların birbirine karışması sorunu büyür ve zina çocukları artar.
Nâmahrem Kadınla Tokalaşmak
Bu olay toplumsal adetlerin, Allah’ın toplum için koyduğu şeriatı çiğnediği durumlardan biridir. İnsanların batıl adet ve gelenekleri Allah’ın hükmü üzerine çıkmış. Öyle ki; birine şeriatın konuyla ilgili görüşünü söylesen delilleri getirip açıklasan seni gericilikle suçlar. Kompleksli olmakla, akrabalık ilişkilerini koparmakla, iyi niyetler hakkında şüpheci olmakla vs. suçlar. Amcanın kızıyla, dayının ve teyzenin kızıyla, kardeşin hanımıyla, amcanın ve dayının hanımıyla tokalaşmak toplumumuzda doğal hale gelmiş! Oysa olayın tehlikesine şer’i açıdan baksalar bunu yapmazlar. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Sizden birinizin kafasına demirden bir iğne sokulması, onun için kendisine helal olmayan bir kadına dokunmasından daha hayırlıdır.”
Namahrem bir kadınla tokalaşmak şüphesiz elin zinasındandır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Gözler zina eder, eller zina eder, ayaklar zina eder, cinsiyet uzvu zina eder.”
Rasûlullah’dan sallallahu aleyhi ve sellem daha temiz kalpli birisi var mı!? Buna rağmen O, şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ben, kadınlarla musafaha etmem/tokalaşmam.”
Ve şöyle buyurmuştur: “Ben, kesinlikle kadınların eline dokunmam.”
Aişe’den (r.a.) şöyle dediği rivayet edilir: “Hayır, Allah’a yemin olsun ki Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem eli (mahremi olmayan) kadın eline hiç değmedi. Kadınlarla sadece sözlü olarak beyatleşirdi.”
Saliha eşlerini, erkek kardeşiyle tokalaşmamaları durumunda boşamakla tehdit eden insanlar Allah’dan korksunlar!.. Şunu da bilmek gerekir ki (eldiven giymek gibi) araya engel koymak ya da elbisenin altından tokalaşmak bir şey değiştirmez. İki şekilde de musafaha/tokalaşma haramdır.
Kadının, Dışarıya Çıkarken Koku Sürünmesi ve Kokusuyla Erkeklerin Arasından Geçmesi
Bu, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem: “Güzel koku sürünüp kokusunu hissettirmeleri için bir topluluğun yanına uğrayan kadın zinakardır.”
şeklindeki ağır uyarısına rağmen çağımızda oldukça yaygın olan bir davranıştır. Bazı kadınlar içinde bulundukları gaflet ve umursamazlık nedeniyle şoförün, satıcının ve okul kapıcısının yanında bu duruma dikkat etmez. Oysa şeriat, koku sürünen kadına -mescide gitmek için dahi olsa- dışarı çıkmak istediği zaman cünüplükten gusleder gibi yıkanması yönünde uyarıda bulunmuştur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Kokulandıktan sonra kokusunu hissettirmek için mescide çıkan kadının cünüplükten guslettiği gibi yıkanıncaya kadar namazı kabul olmaz.”
Kadınların, düğünlerde ve kadınlar arası toplantılarda dışarı çıkmadan önce kullandıkları kokulu çubuk ve tütsülerden; etkileyici özelliğe sahip bu güzel kokuların çarşılarda, toplu taşıma araçlarında, erkekle kadının birlikte bulunduğu topluluklarda ve hatta Ramazan geceleri mescidlerde kullanılmasından doğan rahatsızlığımızı Allah’a havale ederiz!
Şeriat; kadınların kullanacağı kokuyu, “rengi belli olan ve kokusu gizli kalan koku” olarak belirlemiştir. Allah’tan bizleri bağışlamasını, arsız erkek ve kadınların yaptıklarından dolayı salih erkek ve kadınları cezalandırmamasını, herkese hidayet etmesini dileriz.
Kadının Yanında Mahremi Olmadan Yolculuk Yapması
Buhari ve Müslim’de İbni Abbas’dan (r.a.) şu rivayet edilmiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Kadın beraberinde mahremi olmadan yolculuk yapamaz” buyurur.
Bu bütün yolculukları, hacc yolculuğunu bile kapsar. Kadının, yanında mahremi olmadan yolculuğa çıkması fasıkları harekete geçirir. Ve o kadına musallat olurlar. Kadın ise zayıftır. Belki de sürükleyip götürürler. En azından ırzına ve şerefine dokunurlar.
Kadının, beraberinde mahremi olmadan uçağa binmesi de haramdır. Bazılarının öne sürdüğü gibi bir mahremi yolcu etse ve başka bir mahremi karşılasa da durum böyledir. Yanındaki koltuğa kim oturacak? Bir aksilik olur da uçak başka bir havaalanına inerse veya rötar ve uçak saatlerinde değişiklik olursa durum ne olacak?! Bunlarla ilgili pekçok şey anlatılır.
Kadının birlikte yolculuğa çıkabileceği mahrem de dört şart aranır. Bunlar; müslüman olması, baliğ olması, akıllı olması ve erkek olmasıdır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “... Babası, oğlu, kocası, erkek kardeşi veya mahremi olan başka bir erkek.”
Namahrem Kadına Bilerek Bakmak
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “(Rasulüm!) Mü’min erkeklere gözlerini (haramdan) sakınmalarını, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.” (Nur: 24/30)
Rasûlullah ta sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Gözün zinası bakmaktır.” (Yani, Allah’ın bakılmasını haram kıldığına bakmak.)
Kız isteyenin ve doktorun bakması gibi şer’i bir ihtiyaç dolayısıyla bakmak bunun dışındadır. Kadının da mahremi olmayan bir erkeğe fitne gözüyle bakması haramdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Mümin kadınlara da söyle; gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, namuslarını da korusunlar.” (Nur: 24/31)
Henüz sakalı-bıyığı çıkmamış yakışıklı çocuklara şehvetle bakmak da haramdır. Erkeğin, erkeğin avretine bakması; kadının da kadının avretine bakması haramdır. Avret olan herşeye bakmak caiz değildir. Arada bir örtü dahi olsa dokunmak caiz olmaz. Bazıları, içerisindeki kadınların canlı olmadığını öne sürerek dergilerdeki resimlere bakar ve film seyreder. Bu şeytanın onlara oynadığı oyunlardan biridir. Kötülüğü ve şehvetleri tahriki her yönüyle gayet açıktır.
Deyyusluk
İbni Ömer’den (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Üç sınıf insana Allah cenneti haram kılmıştır: İçki mübtelası, anne-babasına kötülük eden ve ailesinde fuhşa göz yuman deyyus.”
Deyyusluğun çağımızdaki bir örneği de evden bir kadının veya kızın, yabancı bir erkekle telefonlaşarak -kur yapma olarak adlandırılan- karşılıklı konuşmalarına göz yummaktır. Evindeki kadınların birinin (mahremi olmayan) yabancı bir erkekle yalnız kalmasına razı olmaktır. Ayrıca, ailesinden bir kadının yalnız başına -şoför vb.- bir yabancıyla arabaya binmesine izin vermek ve şer’i tesettürleri olmadan dışarı çıkmalarına, gelip-geçenin onları seyretmesine razı olmaktır. Kötülük ve hayasızlık yayan dergi ve filmleri getirip, bunları eve sokmaktır.
Faiz Yemek
Faiz yiyenlerin dışında hiç kimseye Allah, kitabında savaş ilan etmemiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terkedin. Şayet (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız. Allah ve Rasulü tarafından (faizcilere karşı) açılan savaştan haberiniz olsun.” (Bakara: 2/278-279)
Bu suçun Allah azze ve celle katındaki kötülüğünü açıklamaya bu kadarı yeter. Devletlerin ve fertlerin yaşam seviyelerine bakan; faizle alışveriş yapmanın yolaçtığı iflası, çöküntü ve yıkımı görür. İşlerin kesat gittiğini ve piyasa durgunluğunu görür.
Borçların ödenemediğini, iktisadi hayatın felç olduğunu, işsizlik oranının yükseldiğini, bir çok şirket ve müessesenin battığını; günlük kazanç ve alın terinin, tefecilerin bitmek-tükenmek bilmeyen faizini ödeme yolunda akıtıldığını; büyük miktardaki sermayenin birkaç insanın tekelinde toplanması sebebiyle toplumda ortaya çıkan tabakalaşmayı görür. Ve belki de bu; Allah’ın, faizle muamelede bulunanları tehdit ettiği savaşın açıkça bir görüntüsüdür.
Faize karışan asıl tarafların, aracıların ve yardımcı olanların hepsi, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem diliyle lanetlenmişlerdir. Cabir’den (r.a.) şöyle dediği nakledilir: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; faiz yiyene ve yedirene, faizi yazana ve şahit olanlara lanet etti ve şöyle buyurdu: “Onların hepsi aynıdır.”
Dolayısıyla; faizin yazılması, miktarının belirlenmesi ve kaydedilmesi, teslim edilmesi ve alınması, emanet bırakılması ve korunması işlerinde çalışmak caiz değildir. Genel anlamıyla, hangi surette olursa olsun faize karışmak ve yardım etmek haramdır.
Abdullah İbni Mes’ud’dan (r.a.) merfu’ olarak gelen hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu büyük günahın çirkinliğini açıklamaya özen gösterir. Şöyle buyurur: “Faiz yetmiş üç kısımdır. En basiti kişinin annesiyle nikahlanması gibidir. Ve faizin en kötüsü müslüman bir kimsenin ırzına dil uzatmak gibidir.”
Abdullah İbni Hanzale’den (r.a.) merfu’ olarak gelen hadiste de şöyle buyurur: “Kişinin bilerek yediği bir dirhem faiz otuz üç zinadan daha kötüdür.”
Faizin haramlığı geneldir. Bazılarının zannettiği gibi “zenginle fakir arasında olursa” şeklinde bir kayıt yoktur. Tersine, her durumu ve her kişiyi kapsar. Bir çok zengin insan ve büyük tüccar faiz sebebiyle iflas etmiştir. Yaşanılanlar buna şahittir. Miktar olarak artsa bile en azından malın bereketi kaybolur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Faiz çokluk getirse bile şüphesiz ki sonunda bir azlık olacaktır.”
Faizin haramlığı; yüzdesinin yüksekliğiyle, kıymetsizliği, azlığı ve çokluğuyla da kayıtlı değildir. Hepsi haramdır. Faiz yiyen; Kıyamet günü, şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden ve saradan kalktığı gibi mezarından kalkar.
Allah, bu suçun çirkinliğine rağmen ondan tevbe edilebileceğini ve nasıl tevbe edilmesi gerektiğini bildirir. Ve bununla ilgili olarak faizcilere şöyle buyurur: “Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, ana sermayeniz sizindir; ne haksızlık etmiş, ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” (Bakara: 2/279)
İşte bu adaletin ta kendisidir! İnanan insan bu büyük günahtan nefret etmeli ve çirkinliğini kalbinde hissetmelidir. Paralarını, kaybolmasından ya da çalınmasından korktukları için mecburen faizli bankalara koyanların da zaruret hissini duymaları gerekir. Onların durumu leş yemek gibi veya daha kötü bir durumdur. Bununla birlikte Allah Teâlâ’dan bağışlanma dilemeli ve mümkün olduğunca başka bir çare bulmak için uğraşmalıdırlar. Bankalardan paralarının faizini talep etmeleri caiz değildir. Hatta, parasının faizi hesabına işlense bile caiz olan bir şekilde bu faizden kurtulması gerekir. Sadaka olarak veremez. Çünkü Allah, temizdir; ancak temiz şeyleri kabul eder. Herhangi bir şekilde faizinden yararlanması da caiz değildir. Ne yemede, ne içmede, ne giyinmede, ne ev edinmede; ne eşine, çocuğuna, anne ve babasına yapması gereken harcamada; ne zekat olarak vermede, ne vergilerini ödemede, ne de bir haksızlığı gidermede kullanılabilir. Sadece Allah Teâlâ’nın darbesinden korkarak ondan bir şekilde kurtulur.
Malın Ayıbını Söylememek ve Satış Anında Gizlemek
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir yiyecek yığının yanından geçer. Elini yığının içerisine daldırır ve parmaklarına ıslaklık değer. Şöyle buyurur: “Ey yiyeceğin sahibi! Bu nedir?” “Ya Rasulallah, yağmur değdi” der. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Islanan kısmı insanlar görsün diye yiyeceğin üstüne koysaydın ya! Bizi kandıran bizden değildir.”
Bugün, Allah’tan korkmayan bir çok satıcı; üzerini yapıştırarak, sandığın en altına koyarak veya malı güzel gösteren kimyasal maddeler vb. kullanarak maldaki kusuru gizlemeye çalışır. İşin başında motordaki bozukluğun sesini hissettirmeyen ancak müşteri malı alıp uzaklaştıktan az sonra etkisini kaybeden kimyasal maddeler kullanılır. Bazıları da malın son kullanma tarihini değiştirir. Müşterinin mala bakıp, incelemesini, denemesini engeller. Araba ve alet satan kimselerin çoğu sattıkları malın kusurlarını açıklamaz. Bu yaptıkları haramdır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Kardeşine, kusurlu bir şeyi kusurunu ona açıklamadan satması helal olmaz.”
Yine bazıları, açık artırmayla yapılan satışta alıcıya “Bir yığın demir satıyorum, bir yığın demir...” (şeklinde malın ayıbını açıklamayan genel şeyler) diyerek sorumluluktan kurtulduğunu zanneder. Bu satış, bereketi olmayan bir satıştır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Alıcı ve satıcı ayrılmadıkları müddetçe vazgeçme hakkına sahiptir. Eğer doğru söyler ve gerçeği açıklarlarsa satışları bereketli kılınır. Yalan söyler ve gerçeği gizlerlerse satışlarının bereketi kaldırılır.”
Pazarlığı Kızıştırmak
Bu; satın almak istemeyen bir kimsenin, başkasını kandırmak ya da fiyatı yükseltmeye teşvik etmek kasdıyla malın fiyatını arttırmasıdır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Birbirinizin pazarlığını kızıştırmayın.”
Şüphesiz bu, düzenbazlığın bir çeşididir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Hilekarlık ve düzenbazlık cehennemliktir.”
Açık artırma ve müzayedelerde, araba satış fuarlarında çalışan çoğu tellalın kazancı işledikleri haramlar nedeniyle kirlidir. Satışı kızdırmak, alıcıyı ya da gelen satıcıyı aldatıp kandırmak üzere işbirliği yapmak bunlardan bir kaçıdır. Malın fiyatını düşürmek üzere anlaşırlar. Ama eğer mal onların ya da içlerinden birinin ise bunun tersini yaparlar. Alıcıların arasına girer açık arttırmada fiyatı yükseltirler. Allah’ın kullarını aldatır ve onları zarara uğratırlar.
Cuma Vakti İkinci Ezandan Sonra Satış Yapmak
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman hemen Allah’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Cum’a: 62/9)
Bazı satıcılar, ikinci ezandan sonra dükkanlarında veya cami önlerinde satışa devam ederler. Misvak dahi olsa onlardan bir şey satın alanlar da günaha ortak olurlar. Bu alışveriş -racih olan görüşe göre- batıl bir alışveriştir. Bazı lokanta, fırın ve fabrika sahipleri de cuma namazı vaktinde işçilerini çalışmaya zorlar. Onlar görünürde kazançlarını artırsalar bile gerçekte ancak zararlarını artırmaktadır. İşçinin ise Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem sözü gereğince çalışmaması gerekir:
“Yaratıcıya (Allah’a) isyan olan bir işte kula itaat edilmez.”
Kumar ve Şans Oyunları
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide: 5/90)
Cahiliye insanı sürekli kumar oynardı. En meşhur oyunlarından biri şu şekildeydi: On kişi bir deveye eşit oranlarda ortak olurdu. Sonra kadehlerle bir tür kura çekilirdi. Yedisi, örflerine göre belirlenen değişik paylarını alır kalan üç kişi ise hiç bir şey almazdı.
Zamanımızda ise kumarın bir çok şekli bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şu şekildedir.
- Piyango olarak bilinen olay... Bunun çok çeşitli şekilleri vardır. En basiti; çekiliş yapılacak rakamların parayla satılarak ilk şanslı kişiye bir ödül, ikincisine başka bir ödül şeklinde birden fazla ve değişik ödüllerin verilmesidir. Bu, -kendilerince hayırlı bir iş olarak adlandırsalar bile- haramdır.
- İçerisinde bilinmeyen bir ödülün bulunduğu bir malı satın almak ya da malın satışı esnasında, ödül kazananların belirleneceği çekiliş için bir numara vermek.
- Çağımızdaki kumar türlerinden biri de ticari sigorta anlaşmalarıdır. Hayat sigortası, eşya sigortası, yangına karşı sigorta, genel sigorta ve benzeri çeşitli sigortalar... Hatta bazı sanatçılar, seslerini sigorta ettirirler.
Bunlar ve şans oyunlarının her türlüsü kumara dahildir. Günümüzde; bu büyük günahın işlendiği, içerisinde kumar masaları ve kumar aletleri bulunan özel kumar klüpleri bulunmaktadır. Futbol maçları ve benzer oyunların bahislerinde yapılan da kumar türlerinden biridir. Bazı oyun salonlarında ve eğlence merkezlerinde de kumar fikrine dayalı oyun çeşitleri vardır.
Müsabakalar ve yarışmalar üç çeşittir:
Birincisi: Şeriata uygun bir gayesi olanlar... Bunların ödüllü ya da ödülsüz oynanması mübahtır. Deve ve at yarışları, atıcılık müsabakaları gibi. Kuvvetli görüşe göre, buna -Kur’an ezberi gibi- şer’i ilimlerle ilgili müsabakalar da dahildir.
İkincisi: Kendisi mübah olan (ama üzerine ödül konulması caiz olmayan) müsabakalar... Namazları geçirme, avret bölgelerini açma gibi haramların işlenmediği futbol maçları ve koşular buna örnektir. Bunların ödülsüz olarak yapılması caizdir.
Üçüncüsü: Kendisi haram olan ya da harama götüren yarışmalar... Örneğin, “güzellik yarışmaları” olarak isimlendirilen fesat müsabakaları, yüze vurmayı içeren -ki yüze vurmak haramdır- boks maçları, ya da “Koç dövüşü”, “Horoz dövüşü” şeklinde düzenlenen müsabakalar...
Hırsızlık
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Hırsızlık eden erkek ve hırsızlık eden kadının yaptıklarına karşılık bir ceza Allah’tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah, Aziz ve Hakim’dir.” (Maide: 5/38)
En büyük hırsızlık suçlarından biri, hacıları ve Beytullah’ul Atik’in ziyaretçilerini soymaktır. Bu tür hırsızlar, yeryüzünün en kıymetli mekanlarında ve Beytullah’ın çevresinde Allah’ın koyduğu ölçülere hiç değer vermezler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Küsuf namazının anlatıldığı hadiste şöyle der:
“... Cehennem getirildi. Bu, beni (namazda) gerilerken gördüğünüz anda oldu. Ateşinin bana dokunmasından korkarak geriledim. Orada bastonlu bir kimsenin cehennem içerisinde bağırsaklarını sürükleyerek dolaştığını gördüm. O kimse, bastonuyla hacıları soyuyordu. Hacı bunu farkederse, “Bastonuma takıldı” der, farketmezse alır giderdi.”
Hırsızlığın en büyüklerinden biri de umuma ait malları çalmaktır. Bunu yapan bazı kimseler şöyle derler:
“Başkalarının çaldığı gibi biz de çalıyoruz.” Bilmezler ki, bu tüm müslümanları soymaktır. Çünkü umuma ait mallar bütün müslümanların mülküdür. Allah’tan korkmayanların yaptığı onlara gerekçe olacak bir neden değildir. Bazı insanlar da müslüman olmadıklarını öne sürerek kafirlerin mallarını çalarlar. Oysa bu doğru değildir. Çünkü mallarının gasbedilmesi caiz olan kafirler müslümanlarla savaş halinde olanlardır. Değilse kafirlerin kendileri ve tüm şirketleri bu kapsama girmez.
Hırsızlık çeşitlerinden biri de gizlice başkalarının cebine el uzatmaktır. Bazıları, başkalarının evine ziyaretçi olarak girer ve bir şeyler çalar. Bazıları misafirlerin çantalarını soyar. Bazıları da işyerlerine girer ve cebine, elbisesine bir malı gizler. Kadınlardan bir kısmının elbisesinin altına gizleyerek yaptığı da bu türdendir. Bazı insanlar basit ve ucuz eşyaların çalınmasını önemsiz bir şey olarak görür. Oysa Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Yumurta çalıp eli kesilen, ip çalıp eli kesilen hırsıza Allah lanet etsin.”
Kim bir şey çalmışsa, Allah azze ve celle’ye tevbe ettikten sonra onu sahibine geri iade etmesi gerekir. İster açıkça iade etsin, isterse gizlice kendisi ya da bir başkası aracılığıyla iade etsin... Mal sahibine veya mal sahibinin mirasçılarına uzun aramalardan sonra ulaşamamışsa, o malı sahibinin sevabı niyetiyle sadaka olarak verir.
Rüşvet Almak ve Vermek
Hakime veya yöneticiye, haklının haksız gösterilmesi ya da haksız olan bir şeye haklıymış gibi muamele edilmesi için rüşvet vermek günahtır. Kararda haksızlığa ve hak sahibinin zulme uğramasına yol açar. Kötülük yayılır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hakimlere vermeyin.” (Bakara: 2/188)
Ebu Hureyre’den (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Yargıda rüşvet alan ve rüşvet verene Allah lanet etsin.”
Hakkını almak için ya da haksızlıktan kurtulmak için verilen ise -rüşvetten başka bir yolla mümkün olmuyorsa- bu tehdide dahil değildir.
Rüşvet, çağımızda geniş bir şekilde yayılmıştır. Öyle ki bazı memurlar için maaştan daha büyük bir gelir kaynağı olmuş, hatta bir çok şirketin bütçesinde örtülü ödenek adı altında bir bend haline gelmiş. İşlemlerin bir çoğu ancak rüşvetle başlar ve rüşvetle biter olmuş. Bu durumdan dar gelirliler çok büyük zarar görmektedir. Rüşvet sebebiyle görevler kötüye kullanılır olmuş ve rüşvet, çalışanların iş sahibine karşı dürüst davranmamalarına yol açmıştır. İyi hizmet ancak rüşvet ödeyene sunulur. Ödemeyenin hizmeti ise ya kötüdür ya da geciktirilir ve önemsenmez. Kendisinden sonra gelip rüşvet verenler ondan çok daha önce işlerini bitirirler. Rüşvet nedeniyle, iş sahibinin hakkı olan paralar satış ve müşteri temsilcilerinin ceplerine girmektedir. Bu ve bunun gibi nedenlere bakınca Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem bu suça ortak olanlara, rüşvet alan ve veren tarafa Allah’ın onları rahmetinden kovmasını dileyerek beddua etmesine şaşmamak gerek. Abdullah İbni Amr’dan (r.a.) şöyle dediği rivayet edilir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah’ın laneti rüşvet alan ve rüşvet verene olsun.” buyurdu.
Arazi Gasbetmek
Kaba kuvvet ve kurnazlık, Allah korkusu olmayınca sahibini kötü yola sürükler. Bunları, başkalarının mallarına el koyarak işgal etme gibi zulümde kullanır. Arazi gasbı da bunlardan biridir Ve cezası son derece şiddetlidir. Abdullah İbni Ömer’den (r.a.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Kim, hakkı olmayan bir toprak parçasını alırsa Kıyamet günü yedi kat yerin dibine geçirilir.”
Ya’la İbni Murra’dan (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Kim, bir karış toprağı haksız yere almışsa yedi kat yerin dibine kadar o toprağı kazmakla görevlendirilir. Sonra, Kıyamet günü insanlar arasında hükmünü verinceye kadar Allah o toprağı o kişinin boynuna geçirir.”
Arazi işaretlerini ve sınırlarını değiştirmek de buna dahildir. Kişi komşusunun aleyhine arazisini genişletir. Bu durum, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu kavlinde işaret ettiğidir: “Arazilerin sınır işaretlerini değiştirene Allah lanet etsin.”
Aracılık İçin Hediye Almak
İnsanlar arasında makam ve mevki sahibi olmak -eğer şükrederse- Allah’ın kuluna verdiği nimetlerden biridir. Bu nimetin şükrünü eda etmenin bir şekli de kendisine makam ve mevki verilen kimsenin bunu müslümanların faydasına kullanmasıdır. Bu, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu sözünün kapsamı dahilindedir. “Sizden kardeşine faydalı olmaya gücü yeten bunu yapsın.”
Makamını kullanıp, herhangi bir haram işlemeksizin ya da başkasının hakkına tecavüz etmeksizin, halis bir niyetle müslüman kardeşini bir haksızlıktan kurtararak veya ona bir kazanç sağlayarak faydalı olan kimse Allah azze ve celle katında mükafatlandırılır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunu şu sözünde bildirmiştir: “İyilikte aracılık edin ki sevaba giresiniz.”
Bu aracılık ve ricacı olma karşılığı bir şeyler almak caiz değildir. Delili, Ebu Umame’nin (r.a.) Rasûlullah’tan sallallahu aleyhi ve sellem rivayet ettiğidir: “Kim bir aracılık işinde ricacı olur, bunun üzerine kendisine bir şey hediye edilir ve bunu kabul ederse faiz kapılarından büyük bir kapıya girmiştir.”
Bazı insanlara maddi bir meblağ karşılığı makamını kullanması, aracı olması ve birinin tayini ya da işe alınması, başka birinin bir daireden veya bir bölgeden diğerine nakli, bir hastanın tedavisi ve benzeri işleri halletmesi şart koşulur. Az önce zikri geçen Ebu Umame hadisi gereğince -racih olan görüşe göre- aracılık karşılığı alınan haramdır. Hatta hadisin zahiri, daha önce herhangi bir şart koşulmasa dahi aracılık karşılığı bir şeyler almayı kapsamaktadır.
Hayır yapan kimseye Kıyamet günü Allah katında karşılaşacağı mükafat yeter. Hasan b. Sehl’e bir adam gelir ve bir işinde aracı olmasını ister. O da, bu işi halleder. Bunun üzerine adam teşekkür etmeye gelir. Hasan b. Sehl ona şöyle der: “Niçin bize teşekkür ediyorsun? Biz, malın bir zekatı olduğu gibi makamın da bir zekatı olduğunu kabul ediyoruz.”
Burada şu farklılığa işaret edilmesi uygun olur. İş takibi ve gerekli muamelelerin tamamlanması için ücret karşılığı bir şahsı görevlendirmek şer’i şartlar çerçevesinde caiz olan kiralama kapsamındadır. Makamını ve mevkisini kullanarak para karşılığı aracılık yapmak ise haramdır.
İşçiye, İşinin Karşılığını Vermemek
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem işçiye hakkının bir an önce verilmesini teşvik etmiştir. Şöyle buyurur: “Ücretliye/işçiye hakkını teri kurumadan önce verin.”
Çalışanlara, işçi ve memurlara haklarının verilmemesi müslümanlar arasında yaşanan haksızlık türlerinden biridir. Bunun çeşitli şekilleri vardır:
- Çalışanın hakkını tamamen inkar etmesi ve çalışanın da elinde hiç bir delil olmaması. Bunun hakkı dünyada kaybolsa bile Kıyamet günü Allah katında kaybolmayacaktır. Zalim, mazlumun malını yemiş olarak gelir. Zalimin hasenatından alınır ve mazluma verilir. Hasenatı biterse mazlumun günahlarından alınarak zalime yüklenir. Sonra da cehenneme atılır.
- Çalışana hakkını vermekte cimri davranmak ve ücretini tam olarak vermemek, haksız yere kesinti yapmak. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ölçü ve tartıda hile yapanlara yazıklar olsun!” (Mutaffifin: 83/1)
Bunun bir örneği de bazı iş sahiplerinin dışarıdan işçi getirdiklerinde yaptığıdır. Onlarla belirli bir ücret üzerine anlaşmıştır. Kendisinin kefaletine girip işe başlayınca iş akdini alarak daha düşük ücretlerle değiştirir. İşçiler, istemeyerek onun yanında kalırlar. Belki de haklarını isbat etmeye güçleri yetmez ve problemlerini Allah’a havale ederler. Şayet zalim iş sahibi müslüman ve çalışan kafirse bu düşük ücret onu Allah yolundan alıkoyar ve günaha girer.
- Çalışana ek işler yükleyip ya da çalışma süresini uzatıp karşılığında esas ücreti vermek ve ek iş ücretini vermemek.
- Çalışanı oyalayarak uzun uğraşlar, koşuşturmalar, şikayetler ve mahkemelerden sonra parasını ödemek. İş sahibinin ödemeyi geciktirmekteki kastı işçinin bıkıp hakkını aramayı bırakması ve almaktan vazgeçmesi olabilir. Ya da işçilerin paralarını kullanarak bundan faydalanmak isteyebilir. Bazıları da bu paraları faize yatırır. Gariban işçi ise günlük yiyeceğini, kendileri için gurbete çıktığı muhtaç ailesine ve çocuklarına göndereceği parayı bulamaz. Acı verici bir günün azabına uğradıkları zaman o zalimlerin vay haline!
Ebu Hureyre (r.a.) Rasûlullah’tan sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Allah Teâlâ şöyle buyurur: Kıyamet günü üç kişinin karşısında olurum. Benim adımı vererek anlaşan sonra da anlaşmaya uymayan kişi, hür birini köle olarak satıp parasını yiyen kişi, işçi tutup işini gördüren ve ücretini vermeyen kişi.”
Çocuklarına Bağışta Adil Davranmamak
İnsanlardan bazıları hibe etmede ve bağışta çocuklarından bir kısmını diğerlerinden kasıtlı olarak ayrı tutarlar. Bu çocuklardan birinin -hastalık, borç gibi nedenlerden dolayı- ihtiyacı olup diğerlerinin olmaması, ya da örneğin Kur’an ezberine karşılık onu ödüllendirmesi, iş bulamaması, kalabalık bir aileye sahip olması, ilim talebiyle meşgul olması ve benzeri sebepler gibi şer’i bir gerekçe yoksa racih olan görüşe göre haram kılınmış bir davranıştır.
Babanın, çocuklarından birine şer’i bir gerekçeyle bağışta bulunurken, diğer bir çocuğunun da bağışta bulunduğunun ihtiyacı gibi bir ihtiyacı olması durumunda ona da aynı şekilde bağışta bulunmaya niyet etmesi gerekir. Bunun en genel delili Allah Teâlâ’nın şu kavlidir: “Adil davranın! Bu takvaya daha yakın olandır. Ve Allah’tan hakkıyla korkun.” (Maide: 5/8)
Bu konuyla doğrudan alakalı delil ise Numan İbni Beşir’den (r.a.) gelendir: Babası onu Rasûlullah ‘a sallallahu aleyhi ve sellem götürür ve şöyle der: “Ben, bu oğluma bir köle bağışladım” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle der: “Bütün çocuklarına aynısını bağışladın mı?” Babası; “Hayır” deyince, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Onu geri al” buyurur.
Başka bir rivayette de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Allah’tan hakkıyla korkun ve çocuklarınız arasında adil davranın.”
Numan İbni Beşir dedi ki: (Babam) döndü ve verdiğini geri aldı. Bir rivayette de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Öyleyse beni şahit tutma. Çünkü ben haksızlığa şahitlik etmem.”
Erkeğe -mirasta olduğu gibi- iki kadın nasibi verilir. Bu, İmam Ahmed rahimehullah’ın görüşüdür.
Bazı ailelerin haline bakan, babaların Allah’tan korkmadan çocuklarından bir kısmını verdiği bağışlarla diğerlerinden üstün tuttuğunu görür. Böylelikle, birbirlerinden nefret etmelerine neden olur. Aralarına kin ve düşmanlık sokar. Örneğin; birine amcalarına benzediği için verir, diğerine dayılarına benzediği gerekçesiyle vermez. Veya iki eşinden birinin çocuklarına diğerlerinin çocuklarına vermediğini verir. Birinin çocuklarını özel okullara gönderirken diğerinin çocuklarını göndermez. Bu ayrım kendisine dönecektir. Çünkü çoğunlukla, kendisine verlimeyen çocuk ileride babasına iyi davranmaz. Bağışta, çocukları arasında ayırım yapan kişiye Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Onların, sana karşı iyi davranmada eşit olmaları seni sevindirmez mi?”
İhtiyacı Olmadığı Halde İnsanlardan İstemek
Sehl İbnu’l Hanzele’den (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “İhtiyacını giderecek kadar bir şeyleri olduğu halde insanlardan isteyen ancak cehennem ateşini çoğaltmak istemiştir.” Dediler ki: “İstemeyi gerektirmeyecek yeterlilik nedir?” şöyle buyurdu: “Sabah ve akşam yiyeceği miktarıdır.”
İbni Mes’ud’dan (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu hadisi rivayet edilmiştir: “Kendisine yetecek miktar malı olmasına rağmen dilenen kimse kıyamet günü yüzünde yaralar ve sıyrıklar olduğu halde gelecektir.”
Bazı dilenciler mescidlerde cemaatin önünde durarak yakınırlar ve tesbihata engel olurlar. Bunlardan bir kısmı da yalan söyler, sahte evrak düzenleyip bir takım hikayeler uydururlar. Bazen de aile fertlerini mescidlere dağıtıp daha sonra topluyorlar. Allah’tan başka kimsenin bilmediği bir zenginliğe sahip olmalarına rağmen bir mescidden diğerine dolaşıp dururlar. Mirasları öldükleri zaman ortaya çıkar. Bunların dışında, gerçekten muhtaç durumda olanları ise bilmeyen kimse iffetlerinden dolayı zengin zanneder. Onlar, insanlardan yüzsüzlük ederek istemezler. Ve onların farkına varılıp kendilerine sadaka verilmez.
Geri Ödemeyi İstemediği Halde Borç İstemek
Kulların hakları Allah katında büyüktür. Kişi belki tevbe ile Allah’a olan borcundan kurtulur ama kulların hakları dinar ve dirhemle değil, günahlar ve sevaplarla hesaplaşıldığı gün gelmeden önce mutlaka ödenmelidir. Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurur: “Allah size, mutlaka emanetleri sahiplerine vermenizi emreder.” (Nisa: 4/58)
Toplumda yaygın davranışlardan biri de borç isteme konusunda yeterince duyarlı davranmamaktır. Bazı insanlar, zaruri ihtiyaçları olduğu için değil, bolluk içerisinde yaşama arzusuyla ve araba, ev eşyası vb. geçici ve yok olmaya mahkum dünya malını yenilemede başkalarıyla yarışabilmek için borç alırlar. Ve böyleleri genelde -çoğu haram ve şüpheden uzak olmayan- taksitli satışlar alemine dalarlar.
Borç alma konusunda ölçülü davranmamak ödemeyi geciktirmeye sebep olur. Veya karşıdaki kişinin parasını değer kaybına ve yok olmasına yol açar. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu durumun sonucuna dikkat çekerek şöyle buyurmuştur:
“İnsanların mallarını geri ödemek üzere alana Allah kefil olur. O malları zarara uğratmak üzere alanı da zarara uğratır.”
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Geri Ödemeyi İstemediği Halde Borç İstemek
Kulların hakları Allah katında büyüktür. Kişi belki tevbe ile Allah’a olan borcundan kurtulur ama kulların hakları dinar ve dirhemle değil, günahlar ve sevaplarla hesaplaşıldığı gün gelmeden önce mutlaka ödenmelidir. Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurur: “Allah size, mutlaka emanetleri sahiplerine vermenizi emreder.” (Nisa: 4/58)
Toplumda yaygın davranışlardan biri de borç isteme konusunda yeterince duyarlı davranmamaktır. Bazı insanlar, zaruri ihtiyaçları olduğu için değil, bolluk içerisinde yaşama arzusuyla ve araba, ev eşyası vb. geçici ve yok olmaya mahkum dünya malını yenilemede başkalarıyla yarışabilmek için borç alırlar. Ve böyleleri genelde -çoğu haram ve şüpheden uzak olmayan- taksitli satışlar alemine dalarlar.
Borç alma konusunda ölçülü davranmamak ödemeyi geciktirmeye sebep olur. Veya karşıdaki kişinin parasını değer kaybına ve yok olmasına yol açar. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu durumun sonucuna dikkat çekerek şöyle buyurmuştur:
“İnsanların mallarını geri ödemek üzere alana Allah kefil olur. O malları zarara uğratmak üzere alanı da zarara uğratır.”
İnsanlar borç hususunda oldukça vurdumduymaz davranıyorlar ve basit bir şey olduğunu sanıyorlar. Oysa borç olayı Allah katında büyüktür. Öyle ki şahid olan dahi; büyük ayrıcalıkları çokça sevabı ve yüce mertebesine rağmen borcun sorumluluğundan kurtulamıyor. Bunun delili Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu kavlidir:
“Subhanallah! Allah borç konusunda ne kadar ağır hükümler indirdi. Nefsim elinde olan (Allah’a) yemin olsun ki şayet bir kişi Allah yolunda öldürülürse, sonra diriltilip tekrar öldürülse, sonra diriltilip yine öldürülse ve ödenmemiş bir borcu olsa ödeninceye kadar cennete giremez.”
Bu açıklamadan sonra, (borçlanmada) ölçüsüz davranıp aşırıya kaçanlar acaba hatalarından dönerler mi!?
Haram Yemek
Allah’tan korkmayan kimse parayı nereden kazandığına, nereye harcadığına aldırmaz. Bütün arzusu servetini daha da artırmaktır. Hırsızlık, rüşvet, gasp, sahte evrak düzenlemek, haram olan şeyleri satmak, faizcilik, yetim malı yemek, müzik, fuhuş ve kahinlik gibi haram kılınmış işler karşılığı ücret almak, müslümanların beytülmalından ve umuma ait mallardan haksız dilenmek ve buna benzer gayri meşru, haram yollardan olsa bile... Sonra bu parayla yer, giyinir, arabaya biner, ev yaptırır veya kiralar, ev eşyası alır. Haram midesine girer. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Haramla beslenen her bedene cehennem ateşi daha layıktır.”
Kişiye, Kıyamet günü malını nereden kazandığı ve nereye harcadığı sorulacak, işte orada helak olup hüsrana uğrayacaktır. Üzerinde haram mal kalan kimsenin bundan kurtulmakta acele etmesi gerekir. Bu kul hakkı ise, dinar ve dirhemle değil sevaplar ve günahlarla hesaplaşıldığı gün gelmeden önce onu sahibine vermesi ve helallik dilemesi gerekir.
Bir Damla Dahi Olsa İçki İçmek
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ey iman edenler! İçki kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.”(Maide: 5/90)
Bir şeyin haram kılındığının en kuvvetli delillerinden biri ondan uzak durmanın emredilmesidir. İçki, kafirlerin ilahları ve putları olan dikili taşlarla birlikte zikredilmiştir. Ve “(Allah) içkinin haram olduğunu söylemedi, sadece ‘ondan uzak durun’ dedi!!” diyen kimsenin getirebileceği hiç bir delil kalmamıştır.
Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem sünnetinde içki içenle ilgili olarak şu tehdit gelmiştir: Cabir hadisinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Allah azze ve celle, içki içen kimseye “tinetu’l-habal’den içireceğini ahdetmiştir.”
Dediler ki: “Ey Allah’ın Rasulü! ‘Tinetu’l-habal” nedir?” Şöyle buyurdu: “Cehennem ehlinin teridir ya da (yanmaları sonucu) bedenlerinden akan sudur.”
İbni Abbas’ın rivayet ettiği bir hadiste ise şöyle buyurur: “İçki mübtelası olarak ölen kimse puta tapan bir kimse gibi Allah’ın huzuruna çıkar.”
Çağımızda içki ve şarap çeşitleri oldukça çoğalmış; bira, arpa suyu, alkol, rakı, votka, şampanya vb. çeşitli isimlerle adlandırılmıştır. Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem: “Ümmetimden bir kısım insanlar içki içip onu başka isimle adlandıracaklar.” kavlinde bildirdiği grup, ümmetin arasında zuhur etmiştir. Bunlar akılları karıştırmak ve gerçeği saptırmak amacıyla içkiyi “ruhun gıdası içecekler” şeklinde isimlendirirler.
“Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah’ı ve mü’minleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir.” (Bakara: 2/9)
Şeriat bu konuyu temelinden açıklığa kavuşturan ve istenilen yöne çekme suretiyle yapılan saptırmaya fırsat bırakmayan önemli bir kural ortaya koymuştur. Bu, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu kavlinde bildirilmiştir: “Sarhoş edici her şey içkidir ve sarhoş edici her şey haramdır.”
“Aklı bulandıran ve sarhoş eden her şeyin azı da çoğu da haramdır.”
Adları ne kadar çok ve değişik olsa da adlandırılan aynıdır ve hükmü bilinmektedir. Son olarak Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem içki içenlere uyarısına kulak verelim:
“Kim içki içer ve sarhoş olursa kırk gün namazı kabul olmaz, ölürse cehenneme girer, tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder. Sonra tekrar döner, içki içer ve sarhoş olursa kırk gün namazı kabul olmaz, ölürse cehenneme girer, tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder. Sonra tekrar döner, içki içer ve sarhoş kırk gün namazı kabul olmaz, ölürse cehenneme girer. tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder. Ve yeniden tevbesinden dönerse Allah’ın Kıyamet günü ona “radğatu’l habal” içirmesi haktır.”
Dediler ki: “Ey Allah’ın Rasulü! “Radğatu’l habal” nedir?” Şöyle buyurdu: “Cehennem ehlinin (yanma sonucu) bedenlerinden akan sudur.”
Sarhoş edici şeylere mübtela olanların hali buysa ondan daha kötüsünü alışkanlık haline getiren ve uyuşturucu mübtelası olanların durumu ne olur!?
Altın ve Gümüş Kap Kullanmak ve Bunlarla Yemek-İçmek
Günümüzde mutfak eşyası satan işyerleri arasında altın ve gümüş ya da altın ve gümüşle kaplanmış kaplar bulundurmayan bir işyeri yok gibidir. Zenginlerin evleri ve bir çok otel de bu durumdadır. Hatta bu çeşit kaplar insanların davette birbirlerine verdikleri en değerli hediyeler arasında sayılır olmuş! Bazı insanlar da bu kapları kendi evlerinde bulundurmazlar fakat başkalarının evinde ve davetlerinde kullanırlar. Bunların hepsi şeriatta haram kılınmış şeylerdir. Rasûlullah’tan sallallahu aleyhi ve sellem bu kapların kullanımıyla alakalı şiddetli bir uyarı gelmiştir. Ümmü Seleme’den rivayet edilen hadiste şöyle buyurur:
“Altın ve gümüş kaplarda yiyen veya içen şüphesiz ki karnında cehennem ateşini fokurdatır.”
Bu hüküm; tabak, çatal, kaşık, bıçak, servis tepsisi, düğünlerde tatlı sunulan kaplar ve benzeri yemek takımları için geçerlidir. Bazıları “Biz bu kapları kullanmıyoruz, sadece süs olarak vitrine koyuyoruz” diyorlar. Kullanımına yol açabileceği için bu da caiz değildir.
Yalancı Şahitlik Yapmak
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Pis putlardan uzak durun; yalan sözden sakının. (Bunları) Allah’ı birleyerek ve O’na ortak koşmadan yapın.” (Hacc: 22/30-31)
Abdurrahman İbni Ebi Bekra (r.a.) babasından şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem yanındaydık şöyle buyurdu: “Size büyük günahların en büyüğünü bildireyim mi?” (Bunu üç kez tekrarladı)
“Allah’a ortak koşmak, anne-babaya kötülük etmek (yan tarafına yaslanmış iken doğruldu ve şöyle dedi) yalan yere şahitlik yapmak...” ve bunu o kadar tekrarladı ki “Keşke sussa!” dedik.
Yalancı şahitlikten sakınmanın burada tekrarla belirtilmesi; insanların yalancı şahitliği basit bir olay kabul etmesi, haset ve düşmanlık gibi yalancı şahitliğe sebep olabilecek şeylerin çokluğu ve yalancı şahitlik sonucu ortaya çıkabilecek bir çok kötülük nedeniyledir. Yalancı şahitlik sonucu ne haklar yenmiş ve suçsuzlara ne kadar zulmedilmiştir. Ya da bir takım insanlar hakları olmayan şeyleri elde etmişler, yalancı şahitliği kullanarak -onlardan olmadığı halde- kendilerini birilerinin soyuna nisbet etmişlerdir.
Bu konuda çekinilmeden yapılan şeylerden biri de bazı insanların mahkeme önlerinde yaptıkları şu davranıştır: Oracıkta karşılaştığı birine “Sen bana şahitlik yap ben de sana şahitlik yapayım” der. Arazi veya ev mülkiyeti ya da anlaştığı kişinin doğruluğu gibi olayın iç yüzünü bilmeyi gerektiren bir konuda şahitlik yapar. Halbuki onunla sadece mahkeme kapısında veya koridorunda karşılaşmıştır. Bu, yalancılık ve sahtekarlıktır. Şahitliğin, Allah’ın kitabında bildirildiği üzere olması gerekir: “Biz bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik.” (Yusuf: 12/81)
Müzik ve Müzik Aletleri Dinlemek
İbni Mes’ud (r.a.), Allah Teâlâ’nın: “İnsanlardan bazıları Allah yolundan saptırmak için boş sözü satın alırlar.” (Lokman: 31/6) kavlinden maksadın müzik olduğuna dair, Allah adına yemin ederdi. Ebu Amir ve Ebu Malik El-Eş’ari (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Ümmetimden zinayı, ipeği, içki ve çalgı dinlemeyi helal kabul eden insanlar çıkacak...”
Enes (r.a.) Rasûlullah’tan sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Bu ümmet içerisinde yere batırılma, kazf ve hayvana dönüştürülme olacak. Bu, içki içtiklerinde ve kadın şarkıcılar edinip müzik aletleri çaldıklarında olacak.”
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “kevbe”yi yasaklamıştır. Kevbe davuldur. Nefesli çalgıyı facir ahmakın sesi olarak tanımlamıştır. Geçmiş alimler -İmam Ahmed rahimehullah gibi- eğlence ve müzik aletlerinin haram olduğunu bildirmiştir. Ud, tambur, kaval, keman ve zil bunlardandır. Kemençe, kanun, org, piyano, gitar ve benzeri modern eğlence ve müzik aletlerinin; Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem müzik aletlerini yasakladığı hadisin kapsamına girdiğinde şüphe yoktur. Üstelik bu aletler, coşturup eğlendirmede ve etkilemede bazı hadislerde haramlığı bildirilen eski enstrümanlardan çok daha ileridir. Hatta -İbni Kayyım ve benzeri ilim ehlinin değindiği gibi- müziğin coşkusu ve sarhoşluğu içkinin sarhoşluğundan daha büyüktür. Müziğe, şarkı sözleri ve çalıp söyleyen şarkıcı kadınların sesleri eklenince şüphesiz günah daha büyük olur ve bunun haramlığı daha kuvvetlidir. Şarkının sözleri aşk, sevgi, tutku ve güzelliklerin nitelendirilmesi olunca sorun daha da büyür. Bu nedenle alimler şarkının, zinanın postacısı olduğunu ve kalpte nifak meydana getirdiğini söylemiştir. Genel olarak, şarkı ve müzik konusu bu zamanın en büyük fitnelerinden birisi olmuştur.
Günümüzde; saatler, ziller, çocuk oyuncakları, bilgisayar ve bazı telefon cihazları gibi bir çok eşyaya müziğin girmesi sorunu daha da artırmış ve müzikten sakınmak kesin kararlılık gerektiren bir iş haline gelmiştir. Allah yardımcımız olsun!
Gıybet
Müslümanların gıybetini etmek ve aleyhinde konuşmak bir çok toplantının eğlencesi haline gelmiş! Halbuki, Allah bu davranışı yasaklamış, kullarına ondan nefret etmelerini bildirmiş ve nefislerin iğrendiği çirkin bir örnekle onu örneklendirmiştir. Allah azze ve celle şöyle buyurur: “Biriniz, diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” (Hucurat: 49/12)
Gıybetin ne anlama geldiğini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu sözleriyle açıklamıştır: “Gıybet nedir biliyor musunuz?”
Dediler ki: “Allah ve Rasulü en iyi bilendir.” Şöyle buyurdu: “Kardeşini hoşlanmayacağı bir şekilde zikretmendir.” “Söylediğim kardeşimde olsa da mı?” denildi. Buyurdu ki:
“Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış olursun. Şayet bu onda yoksa şüphesiz ki ona iftira etmiş olursun.”
Gıybet, müslümanı kendisinde bulunan hoşlanmadığı bir özelliğiyle anmandır. Bu; bedeniyle, diniyle, yaşantısıyla, ruhsal durumuyla, ahlakıyla, yaratılışıyla ilgili olabilir. Bunun çeşitli şekilleri vardır. Örneğin; kusurlarını belirtmek veya dalga geçmek kastıyla bir davranışını anlatmak...
İnsanlar, gıybet konusunda duyarsız davranırlar. Oysa gıybet, Allah katında kötü ve çirkindir. Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu sözü bunun kanıtıdır. “Faiz, yetmiş iki gruptur. En küçüğü kişinin annesiyle zina etmesi gibidir. Şüphesiz ki, faizin en şiddetlisi kişinin (gıybet ederek) kardeşinin namusuna dil uzatması gibidir.”
Gıybet edilen toplulukta bulunan kimsenin bu kötü davranışı engellemesi ve gıybeti edilen kardeşini savunmasını gerekir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu sözleriyle buna teşvik etmiştir: “Kardeşinin namusunu savunanın, Allah Kıyamet günü yüzünü cehennemden korur.”
İnsanlar Arasında Laf Taşımak
İnsanların sözlerini aralarını açmak için birinden diğerine taşımak insanlar arasındaki kin ve düşmanlık ateşinin alevlenmesinde, bağların kopmasında en büyük sebeplerden biri olmaya devam etmektedir. Allah Teâlâ böyle yapanı kötülemiştir. Allah azze ve celle şöyle buyurur: “Durmadan yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan ve sürekli laf getirip götürenlere sakın boyun eğme.” (Kalem: 68/10-11)
Huzeyfe’den (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “(Gattat)/Gizlice laf taşıyan kimse cennete girmez.”
İbni Abbas’tan (r.a.) şu rivayet edilir: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine bahçelerinden bir bahçenin yanından geçiyordu. Kabirlerinde kendilerine azap edilen iki insanın sesini işitti. Ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Azap ediliyorlar. Büyük bir şeyden dolayı azap edilmiyorlar.” Sonra şöyle dedi: “Bilakis (o büyük bir şeydir)”
Başka bir rivayette şöyle dediği bildirilir: “Şüphesiz o büyük bir şeydir. Onlardan birisi idrarını yaparken sakınmazdı. Diğeri ise laf götürüp getirirdi.”
Bu davranışın çirkin şekillerinden biri de kocayı karısına, kadını kocasına karşı kışkırtmaktır. Bu, aralarındaki ilişkiyi bozmaya çalışmaktır. Yine, bazı memurların başkalarının sözünü onları kötü bir konuma düşürmek ve onlara zarar vermek için müdüre veya sorumlu kimseye kötüler bir şekilde aktarmasıdır. Bütün bunlar haram kılınan davranışlardandır.
İnsanların Evlerine İzinsiz Gözatmak
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Evlerinizden başka evlere izin almadan ve ev halkına selam vermeden girmeyiniz.” (Nur: 24/27)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem izin istemedeki kasdın, ev halkının görülmesi sakıncalı olan şeylerini görme korkusu olduğunu bildirerek şöyle buyurmuştur: “İzin isteme (kuralı) görme nedeniyle konulmuştur.”
Günümüzde; binaların yakınlığı, apartmanların bitişik, kapı ve pencerelerin karşılıklı olmasıyla komşuların birbirlerini gözleme ihtimali daha da arttı. Hatta, çoğunluk bakışlarını sakınmaz oldu. Yüksekte oturanlardan bazıları pencere ve balkonlardan, kendilerinden daha aşağıda oturan komşu evlere bilerek bakar oldu. Bu bir hainliktir. Komşunun hakkını çiğnemektir. Ve harama götüren bir araçtır. Bu nedenle bir çok bela ve fitne çıkmıştır. Bu olayın tehlikesinin delili, şeriatta başkalarını gizlice gözetleyen kimsenin gözünün çıkarılmasının caiz olmasıdır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Kim birilerinin evine izinleri olmadan bakarsa, onların o kişinin gözünü çıkarmaları helal olmuştur.”
Başka bir rivayette ise şu şekildedir: “O kişinin gözünü çıkarırlarsa ne diyet gerekir ne de kısas.”
İki Kişinin Üçüncüden Ayrı Aralarında Gizlice Konuşmaları
Bu toplantıların afetidir ve müslümanların arasını açmak, birbirlerine karşı kalplerini kinle doldurmak için şeytanın attığı adımlardan biridir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bu konudaki hükmü ve sebebini belirterek şöyle buyurmuştur:
“Üç kişi iken, diğer insanlarla birlikte oluncaya kadar, iki kişi üçüncüsünden ayrılarak aralarında konuşmasın. Çünkü bu, o üçüncüden kimseyi üzer.”
Buna üç kişinin dördüncü bir kimseden ayrı, aralarında konuşmaları da dahildir. Ve yine, üçüncüden ayrı olarak aralarında konuşan iki kimsenin üçüncünün anlamadığı bir dilde konuşmaları da bur türdendir. Şüphesiz ki iki kişinin üçüncüden ayrı aralarında konuşmaları üçüncü kişi için bir çeşit aşağılama içermektedir. Veya ona, kendisinin aleyhinde konuştuklarını vb. zannettirir.
Elbise, Duvar, Kağıt vb. Üzerine Canlı Resim Yapmak
Abdullah İbni Mes’ud’dan (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir: “İnsanların, Kıyamet günü Allah katında azabı en şiddetli olanı tasvir yapanlardır.”
Ebu Hureyre’den Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu sözü nakledilir: “Allah Teâlâ buyurur ki: “Benim yarattığım gibi yaratmaya kalkışandan daha zalim kim vardır! Haydi bir tane yaratsınlar! Haydi bir parça yaratsınlar!..”
İbni Abbas’dan (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu hadisi rivayet edilir: “Her tasvir yapan (ruh taşıyan canlı resim yapan) kişi cehennemdedir. Yaptığı her resim için bir ruh yaratılır ve cehennemde azap edilir.”
İbni Abbas (r.a.) der ki: “Mutlaka yapacaksan ağaç ve ruh taşımayan varlıkların resmini yap.”
Bu hadisler; insan olsun, diğer hayvanlardan olsun ruh taşıyan varlıkların iki boyutlu resimlerini yapmanın -ister basılmış, ister çizilmiş, isterse oyulmuş, yontulmuş veya işlenmiş olsun ya da kalıp vb. şeylerle dökülerek elde edilmiş olsun- haram olduğuna delildir. Tasvirin haramlığı hakkındaki hadisler bütün bunları kapsar.
Müslüman, şeriatın kurallarına boyun eğer ve “Ben ona tapmıyorum ve secde etmiyorum ki!” diyerek tartışmaya girmez. Akıllı insan, günümüzde resim yapmanın/çekmenin yaygınlaşması sonucu ortaya çıkan sadece bir kötülüğe basiretle bakarak düşününce şeriatın resim yapmayı/çekmeyi yasaklamasındaki hikmetin bir kısmını anlar. Bu kötülük, resimlerin yol açtığı, iç güdülerin uyarılması ve şehvetlerin tahriki şeklinde ortaya çıkan, hatta fuhşa kadar varan bir kötülüktür.
Müslümanın, evinde ruh taşıyan varlıkların resimlerini bulundurmaması gerekir. Ki, meleklerin onun evine girmekten kaçmalarına neden olmasın. Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Melekler, köpek ve resim bulunan eve girmez.”
Bazı evlerde bir kısmı kafirlerin tapındığı ilahların heykeli olan ve süs ya da sanat eseri gerekçesiyle konulan biblolar bulunmaktadır. Bunun haramlığı diğerlerinden daha şiddetlidir. Yine asılı olan resim, asılı olmayan resimden daha kötüdür. Bu resimler çoğu kez, resimdeki kişinin yüceleştirilmesine, üzüntülerin tazelenmesine ve övülmelere yol açar. “Resimler hatıra için” denilemez. Çünkü, yakın ve değerli bir müslümanın gerçek hatırası kalpte olur. Onlar için rahmet ve bağışlanma dileyerek dua edilir. Evde bulunan her resmin çıkartılması ya da üzerinin kapatılması gerekir. Ancak; kutu üzerlerinden bulunması kaçınılmaz hale gelen resimler, sözlükler, kaynak eserler ve kendisinden faydalanılan kitaplardaki resimler gibi çıkarılması zor ve oldukça meşakkatli olanlar -imkan ölçüsünde yok edilmesine çalışmak kaydıyla- istisna tutulabilir. Bunların bir kısmında bulunan çirkin resimlerden de sakınmak gerekir. Ayrıca, kişisel resmi belgelerde olduğu gibi, ihtiyacın gerektirdiği resimleri saklamak mümkündür. İlim ehlinden bir kısmı değer verilmeyen resimlere (ayaklar altında olması gibi) izin vermiştir.
“Gücünüz yettiğince Allah’tan sakının.” (Teğabun: 64/16)
Rüyaya Yalan Karıştırmak
Bazı insanlar görmedikleri halde kasıtlı olarak rüya uydururlar. Bunu, insanlar arasında bir yer ve isim edinebilmek için veya maddi bir çıkarı elinde tutabilmek için ya da aralarında düşmanlık olan birilerini korkutmak vb. için yaparlar. Halkın bir çoğunun rüyalarla ilgili inançları ve rüyalara sıkı bağlılığı vardır. Dolayısıyla, yalan rüya ile kandırılırlar. Bunu yapanlara ağır bir uyarı vardır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Kişinin, babasından başkasının babası olduğunu iddia etmesi, görmediğini görmüş gibi göstermesi veya Rasûlullah’ın söylemediği bir şeyi O’nun adına söylemesi şüphesiz ki en büyük iftiralardandır.”
Ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Kim görmediği bir rüyayı gördüğünü söylerse iki arpa tanesini birbirine düğümlemekle yükümlü tutulacak ve bunu yapamayacaktır...”
İki arpa tanesini birbirine düğümlemek imkansız bir iştir ve cezası yaptığı işin türünden olmuştur.
Kabrin Üzerine Oturmak, Ayak Basmak ve Mezarlıkta Tuvalet İhtiyacını Gidermek
Ebu Hureyre’den (r.a.) şöyle dediği rivayet edilir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Sizden birinizin bir ateş parçası üzerine oturarak elbisesinin yanması ve ateşin derisine kadar ulaşması onun için bir kabrin üzerine oturmasından daha hayırlıdır.”
Bazı insanların, ölülerini gömerken kabirlerin üzerlerine bastıklarını görürsün. Diğer ölülere ihtiram göstermeksizin yakındaki kabirlerin üzerine basarlar, hatta ayakkabılarıyla basarlar ve buna aldırmazlar. Bu yanlış davranışın büyüklüğüyle ilgili Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Bir ateş parçasının veya kılıcın üzerinde yürümem ya da ayakkabılarımın ayaklarıma dikilmesi bana bir müslümanın kabri üzerinde yürümemden daha sevimlidir...”
Mezarlık arazisini işgal edip üzerinde işhanı veya konut inşaatı yapanların hali ne olur?! Mezarlıklarda tuvalet ihtiyacını gidermek ve pislemek ise bazı ahlaksızların yaptığı bir iştir. Tuvalet ihtiyacı gelince bir mezarlığın duvar dibine yaklaşıp veya içeriye girip çirkin kokusu ve pisliği ile ölülere eziyet verir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Kabirler arasında tuvalet ihtiyacını gidermemle çarşı ortasında gidermem, ikisi de benim için birdir.”
Yani mezarlıkta tuvalet ihtiyacını gidermenin çirkinliği çarşıda, insanların önünde avretini açıp tuvalet ihtiyacını gidermenin çirkinliği gibidir. Pislikleri ve çöpleri bilerek mezarlıklara (özellikle duvarları yıkılmış ve terkedilmiş olanlara) atanların bu tehditten payları vardır. Kabirleri ziyaret sırasında uyulması gereken kurallardan biri de kabirler arasında yürünmek istendiği zaman ayakkabıların çıkarılmasıdır.
İdrarından Sakınmamak
Şeriatın güzel yönlerinden biri de insan hayatına uygun her şeyi getirmiş olmasıdır. Bunlardan biri de pisliğin temizlenmesidir. Bunu için “istinca” ve “isticmar” kuralları konulmuştur. Ve bu şekilde temizlenmenin ve arınmanın nasıl yapılacağı açıklanmıştır.
Bazı insanlar (tuvaletten sonra) pisliğin temizlenmesinde gevşek davranırlar. Bu da, elbisenin veya vücudun pislenmesine ve dolayısıyla kıldığı namazın sahih olmamasına yolaçar. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine bahçelerinden bir bahçeye uğradı. Kabirlerinde azap gören iki insanın sesini işitti. Ve şöyle buyurdu:
“Azap ediliyorlar. Büyük bir şey dolayısıyla azap edilmiyorlar.” Sonra şöyle dedi:
“Hayır”, Başka bir rivayette: “Şüphesiz o büyük bir şeydir.”
“Onlardan birisi idrarından sakınmazdı. Diğeri de laf getirip götürürdü...”
Hatta, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem “Kabir azabının çoğunun idrar sebebiyle olduğunu” haber vermiştir.
Tuvaletinden idrarı kesilmeden aceleyle kalkmak, üzerine idrar sıçrayarak bir şekilde veya böyle bir yerde bilerek idrarını yapmak, “istinca” ve “isticmar”ı terketmek veya gereği gibi yapmamak idrardan sakınmamaya girer.
Günümüzde kafirlere benzeme öyle bir noktaya ulaştı ki bazı tuvaletlerde duvarlara sabitlenen etrafı açık ihtiyaç giderme yerleri bulunur oldu. Kişi oraya giderek utanmadan, girenin çıkanın önünde idrarını yapar. Sonra elbisesini kaldırır ve pisliğin üzerine giyer. Bu şekilde iki çirkin ve haram işi birlikte korumamıştır, ikincisi ise, temizlenmemiş ve idrarından arınmamıştır.
İstemedikleri Halde Bir Topluluğun Konuşmalarına Kulak Vermek
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Birbirinizin gizlisini araştırmayın.” (Hucurat: 49/12)
İbni Abbas’dan (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Kim bir topluluğun konuşmalarını onlar bundan hoşlanmadığı halde dinlerse Kıyamet günü kulağına kurşun dökülür...”
Onlardan habersiz, zarar vermek için, sözlerini başkalarına taşırsa insanların konuşmalarını gizlice dinlemenin günahına başka bir günah daha ekler ve Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu hadisine muhatap olur: “Gattat, cennete giremez.”
Kötü Komşuluk
Allah Subhanehu ve Teâlâ Kitab’ında bizlerden komşuyu gözetmemizi isteyerek şöyle buyurur: “Allah’a ibadet edin ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, kayın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi, işçi ve benzerlerine) iyi davranın. Allah, kendini beğenen ve daima övünen kimseyi sevmez.” (Nisa: 4/36)
Komşuya eziyet vermek haramdır. Çünkü komşu hakkı büyüktür. Ebu Şureyh’den (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir:
“Allah’a yemin olsun ki iman etmez! Allah’a yemin olsun ki iman etmez! Allah’a yemin olsun ki iman etmez!” “Kim, ey Allah’ın Rasulü!” denildi. Şöyle buyurdu:
“Eziyetinden komşusunun emin olmadığı kimse.”
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem komşunun komşusunu övmesini ya da yermesini iyiliğin ve kötülüğün ölçüsü olarak belirlemiştir. İbni Mes’ud’dan (r.a.) şöyle dediği rivayet edilir:
“Bir adam Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki: “Ey Allah’ın Rasulü! İyilik veya kötülükte bulunduğumda bunu nasıl anlayabilirim?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Komşularını “iyi yaptı” derken işitirsen iyi yapmışsındır. Onları, “kötü yaptı” derlerken işitirsen kötü yapmışsındır.”
Komşuya eziyetin çeşitli şekilleri vardır: Aralarındaki ortak duvar üzerine kiriş atmasını engellemek, binayı yüksek yaparak izni olmadan hava ya da güneş almasına mani olmak, onun evine yönelik pencere açarak gizli hallerini görmek için oradan bakmak, çığlık ve çekiç sesi gibi rahatsız edici seslerle -özellikle uyku ve dinlenme vakitlerinde- eziyet vermek, çocuklarını dövmek ve kapısının eşiğine çöp atmak bunlardandır. Suç, komşunun hakkına tecavüz ederek işlenince daha büyük olur ve suçu işleyenin günahı, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem buyurduğu gibi katlanır:
“Kişinin on kadınla zina etmesi, komşusunun hanımı ile zina etmesinden daha hafiftir. Kişinin on evden hırsızlık yapması komşusunun evinden hırsızlık yapmasından daha hafiftir.”
Bazı hainler, komşusunun gece nöbeti dolayısıyla yokluğunu fırsat bilerek kötülük çıkarmak için evine girer. Elem verici bir günün azabına uğrayınca vay onların haline!
Vasiyetle Mirasçıyı Zarara Uğratmak
Şeriat kurallarından biri de zarar vermenin ve zarara uğramanın olmamasıdır. Şer’i mirasçıların hepsini ya da bir kısmını zarara uğratmak bunun örneklerindendir. Kim böyle yaparsa Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu sözüyle tehdit edilmiştir: “Zarar vereni Allah da zarara uğratır. Güçlük çıkarana Allah da güçlük verir.”
Mirasçılardan birini şer’i hakkından alıkoymak, şeriatın belirlediğinin aksine mirasçılardan biri için vasiyette bulunmak veya malının üçte birinden fazlasını vasiyet etmek vasiyetle zarar vermenin örneklerindendir.
İnsanların şer’i hükmün buyruğuna boyun eğmedikleri yerlerde, şeriatın aksine hüküm veren kafir mahkemeler sebebiyle, hak sahibinin Allah’ın kendisine verdiği hakkı alması imkansızlaşır. Bu mahkemeler, avukata yazdırılan haksız vasiyetin yerine getirilmesini emreder. Elleriyle yazdıklarından dolayı onlara yazıklar olsun! Kazandıklarından dolayı onlara yazıklar olsun!
Zar Oyunları Oynamak
İnsanlar arasında yaygın olarak kullanılan oyunlardan bir çoğu haram kılınmış işleri içerir. Bunlardan biri de, tavla vb. bir çok oyunda taşların hareketi ve yer değiştirmesi işleminde kullanılan zardır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kumara ve şans oyunlarına kapı açan zardan sakındırmıştır ve şöyle buyurmuştur: “Zarla oynayan sanki elini domuz eti ve kanıyla boyamıştır.”
Ebu Musa’dan (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir; “Zarla oynayan Allah’a ve Rasulü’ne isyan etmiştir.”
Mü’mine Lanet Etmek ve Laneti Hak Etmeyene Lanet Etmek
İnsanlardan bir çoğu öfkelendikleri zaman dillerine hakim olamazlar ve başlarlar lanet etmeye... İnsanlara, hayvanlara, cansızlara, günlere, saatlere lanet ederler. Hatta, belki kendilerine ve çocuklarına lanet ederler; erkek, karısına veya kadın, kocasına lanet eder. Bu tehlikeli ve çirkin bir davranıştır. Ebu Zeyd Sabit b. Ed-Dahhal El-Ensari’den (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir:
“... Kim mü’mine lanet ederse bu onu öldürmesi gibidir.”
Lanet etmenin kadınlar arasında daha yaygın olması nedeniyle, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunun, kadınların cehenneme girme sebeblerinden biri olduğunu bildirmiştir. Yine, çokça lanet edenler Kıyamet günü şefaatçi olamazlar. Bundan daha tehlikelisi eğer lanet eden haksız yere bunu söylemişse lanet kendisine döner. Ve kendi aleyhine, Allah’ın rahmetinden kovulmak ve uzaklaştırılmak için dua etmiş olur.
Ölünün Arkasından Dövünerek Ağlamak
Şeriatça yasaklanan oldukça çirkin davranışlardan biri de bazı kadınların ölünün ardından bağırarak seslerini yükseltmeleri, ölü için yas tutmaları ve yüzlerine vurmalarıdır. Elbiselerini parçalamaları, saçlarını kazıtmaları veya yolmaları da böyledir. Bütün bunlar, kadere razı olmanın ve musibeti sabırla karşılayamamanın işaretidir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu şekilde davranana lanet etmiştir. Ebu Usame’den (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem; yüzünü tırmalayan, yakasını paçasını yırtan ve feryat ederek dövünen kadına lanet ettiği rivayet edilir.
Abdullah İbni Mes’ud’dan (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Yanaklarına vuran, yakasını-paçasını parçalayan ve cahiliye adetleri üzere bağırıp çağıran bizden değildir.”
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Ölü üzerine dövünerek yas tutan kadın ölmeden önce tevbe etmezse Kıyamet günü üzerinde katrandan bir gömlek ve uyuzlu bir yelek olduğu halde kalkar.”
Yüze Vurmak ve Yüze Dağlama Usulüyle İşaret Koymak
Cabir’den (r.a.) şöyle dediği rivayet edilir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yüze vurmayı ve dağlama yoluyla yüze işaret koymayı yasakladı.”
Bir çok baba ve öğretmen çocukları tokat vb. ile vurarak cezalandırırken bilerek yüze vuruyorlar. Yine bazı insanlar bunu yanında çalışanlara yapıyor. Bu, Allah’ın insanı onunla şereflendirdiği yüze hakarettir. Bununla birlikte, yüzde toplanmış olan önemli duyu organlarından bazısının zarar görmesine de yol açabilir. Ve yaptığına pişman olur. Belki de kendisinden kısas istenir.
Hayvanların yüzüne dağlama usulüyle damga vurmaya gelince, bu da haramdır. Her hayvan sahibinin kendi hayvanını tanıması ya da kaybolduğu zaman sahibine iade edilmesi için belirli bir işaret konulur. Bu, hayvana işkencedir ve hayvanın şeklini çirkinleştirir. Bazıları bunu, kabilesinin adeti ve belirgin işareti olduğunu öne sürse de dağlamayı yüzün dışında başka bir yere yapmak mümkündür.
Şer’i Bir Özür Olmaksızın Müslümana Üç Günden Fazla Küsmek
Şeytanın adımlarından biri de müslümanların arasında ayrılık oluşturmaktır. Şeytanın adımlarına uyarak müslüman kardeşleriyle şer’i olmayan sebeplerle alakasını kesenler çoktur. Bu, ya maddi bir anlaşmazlık ya da basit bir durum nedeniyledir. Ve küslük uzun süre devam eder. Onunla konuşmayacağına yemin eder, evine sokmamaya ahdeder. Yolda görünce ondan yüz çevirir. Bir toplulukta onunla karşılaşırsa ondan önce ve ondan sonraki kişiyle tokalaşır, onu atlar. Bu, İslami toplumdaki zayıflığın sebeplerindendir. Bu nedenle şeriatın hükmü kesindir ve tehdit ağırdır. Ebu Hureyre’den (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Bir müslümanın, kardeşine üç günden fazla küsmesi helal olmaz. Kim üç günden fazla küser ve bunun üzerine ölürse cehenneme girer.”
Ebu Hiraş El-Eslemi’den (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Kim kardeşine bir yıl küserse bu onun kanını dökmesi gibidir.”
Müslümanlar arasındaki ayrılığın kötülüğüne, Allah azze ve celle’nin bağışlamasından yoksun bırakılmak yeterlidir. Ebu Hureyre’den (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir:
“Her Cuma iki kez, Pazartesi günü ve Perşembe günü insanların yaptıklarına bakılır. Kardeşiyle arasında kin ve düşmanlık bulunan kimse hariç her kul bağışlanır. Denilir ki: “Bu ikisini bırakın ve (bağışlanmalarını) aralarındaki kardeşliğe geri dönünceye kadar erteleyin.”
Aralarında düşmanlık bulunan iki kişiden Allah’a tevbe edenin, arkadaşına gelerek onu selamla karşılaması gerekir. Böyle yapar ve arkadaşı bunu reddederse sorumluluktan kurtulmuştur. Sorumluluk artık reddedenin üzerinedir. Ebu Eyyub’dan (r.a.) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir:
“Müslümanın, kardeşine üç geceden fazla küsmesi helal olmaz. İkisi karşılaşır; bu ondan yüz çevirir, o bundan yüz çevirir. İkisinden hayırlı olanı selamı vererek (konuşmaya) başlayandır.”
İlişkiyi kesmek için namaz kılmaması, zinaya devam etmesi gibi şer’i bir sebep varsa ve ilişkiyi kesmesi hatalı kişiye fayda sağlayarak onu doğruya geri döndürür ya da hatalı olduğunu hissettirirse ilişkiyi kesmek vacip olur. Ama, günahkar kimseye böyle davranmak onun daha fazla uzaklaşmasına sabep oluyorsa ve ancak küstahlığına, nefretine ve inadına, daha fazla günah işlemesine yol açıyorsa bu durumda ilişkiyi kesmek doğru olmaz. Çünkü bu şekilde şer’i kazanç elde edilmez. Bilakis kötülük daha da artar. Doğru olanı, o kimseye iyilik yapmaya, nasihat ve uyarıda bulunmaya devam etmektir.
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Muhammed Salih el Müneccid’in eserinden.
Müttefekun aleyh. Bkz. Buhari,2511
Buhari. Bkz. Fethu’l-Bari: 8/176.
Müslim. Bkz. Sahihi Müslim 1978
Bkz. Teysiru’l-Azizi’l-hamiyd sf: 158
Beyhaki Sünenü’l-Kübra 10/116 Tirmizi 3095; Elbani Gayetü’l-Meram’da shf:19. hasen olduğunu söyler.
Ahmed, Müsned: 2/429; Bkz. Sahihu’l-Cami: 5939.
Sahihi Müslim: 4/1751.
Buhari, Bkz. Fethu’l-Bari: 8/176.
Ahmed, Müsned: 4/156; Bkz. es-Silsiletü’s-Sahiha, hadis no: 492. Bu kimse küçük şirk işlemiştir. Başkaları görsün diye namaz kılan gibi.
Müslim: 4/2289.
Müslim, Hadis no: 2985.
Ahmed Müsned: 1/389; Bkz. Sahihu’l-Cami: 3955.
Taberani el-Kebir: 18/162; Bkz. Sahihu’l-Cami: 5435.
Ahmed Müsned: 2/220; Bkz. es-Silsiletü’s-Sahiha: 1065.
Ebu Davud, Hadis no: 3910; Bkz. es-Silsiletü’s-Sahiha: 430.
Buhari, Bkz. Fethu’l-Bari: 11/536.
Ahmed Müsned: 2/125; Bkz. es-Sahihu’l-Cami: 6204.
Ebu Davud, Hadis no: 3253; Bkz. es-Silsiletü’s-Sahiha Hadis no: 94.
Buhari, Bkz. Fethu’l-Bari: 11/536.
Bütün bu sözlerden doğru olan (ve) yerine (sonra) getirip, örneğin “Önce Allah sonra sana sığınıyorum” denilmesidir.
Müslim: 1/102-103.
Bununla ilgili hadis Sahihu’l-cami’: 2971’dedir.
Ahmed Müsned: 1/300. Bkz. Sahihu’l-Cami: 6565.
Buhari. Bkz. Fethu’l-Bari: 6/314.
Bkz. Zevaidü’l-Bezzar: 2/181; Sahihu’l-Cami’: 547.
Ahmed, Müsned: 5/277; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 2703.
Taberani el-Kebir: 17/339; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 1934.
Zıhar arapça “zahr” (sırt) kelimesinden gelmedir. Cahiliyyede araplar arasındaki adete göre bir adam karısına; “Sen bana anamın sırtı gibisin” derse, karısı ona anasının kendisine haram olması gibi haram sayılırdı. Allah teala Mücadele: 58/2’de bunun böyle olmadığını belirterek zıharı yasakladı ve zıhar yapana da aynı surenin 3. ve 4. ayetlerinde zikredilen cezayı koydu.
Tirmizi Ebu Hureyre’den: 1/243; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 5918.
Doğrusu; ister hayzın başında isterse sonunda olsun bir dinar ya da yarım dinar tasadduk etmek arasında seçim seçim yapmak ona bırakılmıştır.
Ahmed, Müsned: 2/479; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 5864.
Tirmizi: 1/243; Bkz. Sahihu’l-Cami: 5918.
Tirmizi: 3/474; Bkz: Mişkatu’l-Mesabih: 3118.
Müslim: 4/1711.
Tabarani, el-Kebir: 20/212; Bkz. Sahihu’l-Cami: 4921.
Ahmed Müsned: 1/412; Bkz. Sahihu’l-Cami: 4126.
Ahmed Müsned: 6/357; Bkz. Sahihu’l-Cami: 2509.
Tabarani, el-Kebir: 24/342; Bkz. Sahihu’l-Cami: 7054 ve el-İsabe: 4/354
Müslim: 3/1489.
Ahmed Müsned: 4/418; Bkz. Sahihu’l-Cami: 105.
Ahmed Müsned: 2/444; Bkz. Sahihu’l-Cami: 2703.
Müslim: 2/977.
Buhari. Bkz. Fethu’l-Bari: 11/26.
Ahmed, Müsned: 2/69; Bkz. Sahihu’l-Cami: 3533.
Müslim: 3/1229.
Hakim, Müstedrek: 2/37; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 3533.
Ahmed, Müsned: 5/225; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 3375.
Hakim, Müstedrek: 2/37; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 3542.
Müslim: 1/99.
İbn Mace: 2/754; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 6705.
Buhari, Bkz. Fethu’l-Bari: 4/328.
Buhari, Bkz. Fethu’l-Bari: 14/484.
Bkz. Silsiletü’l-Ehadisi’s-Sahiha: 1057.
Ahmed, Müsned: 1/129. Hadis no: 1065. Ahmed Şakir, isnadının sahih olduğunu söyler. Hadisin aslı Buhari ve Müslim’dedir.
Yani ucu çengel şeklinde eğri sopayla.
Müslim, Hadis no: 904.
Buhari. Bkz. Fethu’l-Bari: 12/81.
Ahmed, Müsned: 2/387; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 5069.
İbn Mace: 2313; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 5114.
Buhari. Bkz. Fethu’l-Bari: 5/103.
Taberani, el-Kebir: 22/270; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 2719.
Müslim, Bkz. Şerhu’n-Nevevi: 13/141.
Müslim: 4/1726.
Ebu Davud: 5132; Hadis Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim’de mevcuttur. Bkz. Fethu’l-Bari: 10/450.
Ahmed Müsned: 5/261; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 6292.
El-Adabu’ş-Şer’iyye, İbn Müflih: 2/176.
İbn Mace: 2/817; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 1493.
Buhari Bkz Fethu’l-Bari: 4/447.
Bu konuda genel olarak, çocuğun gücünün yetmemesi ve babanın imkanının olması durumunda nafaka türünden yapılan bağış mübahtır.
Yani kendisinin olan bir köleyi ona karşılıksız olarak verir.
Buhari Bkz. Fethu’l-Bari: 5/211.
Ahmed, Müsned: 4/269; Bkz. Sahihu’l-Müslim, Hadis no: 1623.
Ebu Davud: 2/281; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 6280.
Ahmed Müsned: 1/388; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 6288. Sahih-i Müslim’de Ebu Hureyre’den (r.a.) Rasulullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu hadisi rivayet edilmiştir: “İnsanlardan (az veya çok) kendi malını çoğaltmak için mallarını isteyen şüphesiz bir ateş parçası istemiştir.”
Buhari. Bkz. Fethu’l-Bari: 5/54.
Nesai Bkz. el-mücteba: 7/314; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 3594.
Taberani el-Kebir: 19/136; Bkz. Sahihu’l-Cami: 4495.
Müslim: 3/1587.
Taberani: 12/45; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 6525.
Ahmed Müsned: 5/342; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 5453.
Müslim: 3/1587.
“Çoğu sarhoşluk verenin azı haramdır” hadisi. Ebu Davud3681; Bkz. Sahih-i Ebu Davud hadis no: 3128.
İbn Mace, Hadis no: 3377; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 6313.
Müslim: 3/1634.
İbn Kesir Tefsiri: 6/333.
Buhari Bkz. Fethu’l-Bari: 10/51.
Bkz. es-Silsiletü’s-Sahiha: 2203; İbni Ebi’d-Dünya’nın Zemmu’l-Melahi’de rivayet ettiğini söyler. Hadisi Tirmizi rivayet etmiştir. Hadis no: 2212.
Müslim: 4/2001.
Es-Silsiletü’s-Sahiha: 1871.
Ahmed Müsned: 6/450; Bkz: Sahihu’l-Cami’: 6238.
Buhari Bkz. Fethu’l-Bari: 10/472; İbnü’l-Esir’in en-Nihaye isimli eserinde 4/11 şöyle denilmektedir: “Gattat’ın insanların konuşmalarını onların haberi olmaksızın gizlice dinleyip sonra başkalarına taşıyan kimse olduğu söylenir.”
Bir bostanın…
Buhari Bkz. Fethu’l-Bari: 1/317.
Buhari Bkz. Fethu’l-Bari: 11/24.
Müslim: 3/1699.
Ahmed Müsned: 2/385; Bk. Sahihu’l-Cami’: 6022.
Bazı rivayetlerde de belirtildiği gibi yasağın sebebi budur.
Buhari Bkz Fethu’l-Bari: 10/382.
Buhari Bkz Fethu’l-Bari: 10/385.
Müslim: 3/1671.
Buhari Bkz Fethu’l-Bari: 10/380.
Buhari Bkz Fethu’l-Bari: 6/540.
Buhari Bkz Fethu’l-Bari: 12/427.
Müslim: 2/667.
İbn Mace 1/449; Bkz Sahihu’l-Cami’: 5038.
Bkz. Önceki hadisin tahrici.
Ön ve arkada bulunan pisliğin taharetle giderilmesidir.
Ön ve arkada bulunan pisliğin taş ve benzeri sert, temiz ve necaset silmeye uygun haram olmayan şeyle giderilmesidir.
Yani bir bostan…
Buhari Bkz Fethu’l-Bari: 1/317.
Ahmed Müsned: 2/326; Bkz Sahihu’l-Cami’: 1213.
Taberani el-Kebir: 11/248-249; Bkz Sahihu’l-Cami’: 6004. Buhari Sahih’inde rivayet etmiştir.
Buhari Bkz. Fethu’l-Bari: 10/272. Gattat: Bir topluluğun konuşmalarını onlara hissettirmeden dinleyip sonra başkalarına aktaran kimse.
Buhari Bkz. Fethu’l-Bari: 10/443.
Ahmed Müsned: 1/402; Bkz Sahihu’l-Cami’: 6348.
Buhari, el-Edebü’l-Müfred Hadis no: 103; Bkz. Es-Silsilü’s-Sahiha.
Ahmed Müsned: 3/543; Bkz Sahihu’l-Cami’: 6348.
Müslim: 4/1770.
Ahmed Müsned: 4/394; Bkz Sahihu’l-Cami’: 6505.
Buhari Bkz. Fethu’l-Bari: 10/465.
İbn Mace: 1/505; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 5068.
Buhari Bkz. Fethu’l-Bari: 3/163.
Müslim Hadis no: 934.
Ebu Davud: 5/215; Bkz Sahihu’l-Cami’: 7635.
.Buhari Edebü’l-Müfred, Hadis no: 406; Bkz. Sahihu’l-Cami: 6557.
Müslim: 4/1988.
Buhari Bkz Fethu’l-Bari: 10/492.
Rasulullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem Ka’b b. Malik ve iki arkadaşıyla daha hayırlı olacağını gördüğü için bir müddet ilişkiyi kesmesi ve ilişkiyi kesmemenin onlarla ilgili olarak daha uygun olması sebebiyle Abdullah b. Ubeyy b. Selül ve münafıklarla ilişkiyi kesmemesi gibi
 
Üst Ana Sayfa Alt