Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Açık Arttırma (muzâyede) Alış Veriş Câiz mi?

Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Açık Arttırma (muzâyede) Alış Veriş Câiz mi?
عن أبى سعيد الخدرى رضى اللّه عنه قال : نَهَى رَسُولُ اللّهِ - عَنْ لُبْسَتَيْنِ وَعَنْ بَيْعتَيْنِ؛ نَهَى
عَنِ المُمَسةِ وَالمُنَابَذَةِ في الْبَيْعِ، والمُمَسَةُ لَمْسُ الرَّجُلِ ثَوْبَ ا خَرِ بِيَدِهِ بِاللَّيْلِ أو النَّهَارِ َ يُقَلِّبُهُ، والمُنَابَذَةُ أنْ يَنْبُذَ الرَّجُلُ إلى الرَّجُلِ ثَوبَهُ، وَيَنْبُذَ ا خَرُ بِثَوْبِهِ ويَكُونُ ذلكَ بَيْعُهمَا مِنْ غيرِ نَظرٍ وََ تَرَاضٍ، واللَّبْسَتَانِ اشْتِمَالُ الصَّمَّاءِ: وهو أنْ يَجْعَلَ ثَوْبَهُ على أحَدِ عاتِقَيْهِ فَيَبْدُوَ أحَدُ شِقَّيْهِ لَيْسَ عَليه ثوبٌ، واللُّبْسَةُ ا‘خرى اخْتِبَاؤُهُ بِثَوْبِهِ وهو جالِسٌ ليسَ عَلَى فَرْجِهِ مِنْهُ شئٌ
. أخرجه الخمسة إ الترمذى .

Ebû Saîd el-Hudrî (r.anh)'den rivayet edildiğine göre;
Rasûlullah (s.a.v.), iki türlü satıştan ve iki türlü giyimden nehyetmiştir:
Nehyettiği satışlar; mulâmese (dokunma yoluyla) ve munâbeze (atışma)dır. Nehyettiği giyim şekilleri de; bir tek kumaşı sol omuzu üzerinden sarıp diğer tarafını salıvermek ve kişinin avrat yerini açık bırakarak veya avrat yerinin üzerinde hiçbir şey olmadan bir tek elbise içerisinde dizlerini dikip oturmasıdır.
(Buharı, Libas 20, 21, Salât 10, savm 66, Buyû 62, 63; Muslim, Buyû 2, 3; Ebu Davud, Buyû, Bab 24, Hadis no: 3377; Nesâî, Buyû 26; İbn Mâce, Ticârât 12; Ahmed b. Hanbel, III, 6, 95)

Munâbeze; "Bu kumaşı –sana- attığım zaman alışveriş tamam oldu" demesi.
Mulâmese; "Müşterinin kumaşı açmadan ve çevirmeden eli ile ona dokunmasıdır. Kumaşa dokununca alışveriş tamam olmuştur.”


Açıklama

Mulâmese, dokunmak manasına gelen; munâbeze de atmak manasına gelen mastarlarından türemişlerdir. Bu terimlerin istilahî manaları da, lugat manaları ile alâkalıdır.

"Bey'-i limâs yahud mulâmese ile bey'i nibâz yahud munâbeze; cahiliye devrindeki alım satım çeşitlerinden ikisinin adıdır. İslâm dini ile yasaklandıkları için tabii olarak her ikisi de uygulamadan kalkmış ve bu yüzden de eski uygulamalarının nasıl olduğunda farklı izahlar yapılmıştır.
Mulâmese akdi hakkında şöyle denilmiştir:

1- Alışverişte bulunacak olan tarafların, "Ben senin kumaşına, sen de benim kumaşıma dokundun mu alım satım mun'akit olsun, yani muhayyerliğimiz kalmasın." diyerek pazarlık etmeleri.

2- Ebû Hanîfe'nin tarifine göre; satıcı, "Bu eşyayı sana şu kadara sattım. Sana dokundum mu satış vacib olsun" demesi, yahud müşterinin böyle demesi.

3- Muşterinin; durulmuş bir kumaşı açıp bakmaksızın yalnız eliyle dışından yoklayıp açıp baktığında seçme hakkı olmamak şartıyla satın alması. Ya da satıcının; "Kumaşa dokundum mu sana satmış olayım" demesi; yahud da satıcının malını, müşteri ona el sürünce, satış kesin olması yani seçme hakkının kalmaması şartıyla satması.

4- Zuhrî'ye göre, muşterinin satılacak kumaşa, -gece veya gündüz- eliyle dokunması ve kumaşı açıp çevirmesiyle beraber satışın tamam olmasıdır ki, bunda ne görme vardır ne de rıda.

5- Ebû Avâne'nin Yunus b. Ubeyd târikından nakline göre; müşterinin mala bakmaksızın, satanın da malı hiç tarif etmeksizin yaptıkları alışveriştir.

6- Ebû Hurayra'nin Sunen-i Nesâî'deki tarifine göre; birinin diğerine, "Ben kumaşımı senin kumaşınla trampa edeceğim" demesi ve hiçbiri diğerinin malını tedkik etmeden, sadece kumaşa dokunmanın, satışın şartı kılınması.


Hadis âlimlerinin buraya kadar olan çeşitli izahlarını, Şafiî fakihler üç surette toparlamışlardır:

Birincisi ve en sahihi; satıcının gündüz herhangi bir şekilde, gece de dürülmüş olarak bir kumaşı getirip muşterinin de eliyle kumaşın dışından dokunması ve mal sahibinin alıcıya "bunun sana şu kadara -dokunman, bakman yerine geçmek üzere ve gördükten sonra alıp almama konusunda muhayyerliğinin olmaması şartıyla- sattım" demesi.

İkincisi; alım satım akdine mahsus sözlerden hiç birisini söylemeden, dokunmanın kendisini satış saymaları.

Üçüncüsü; dokunmayı meclis muhayyeriğini sona erdirmeye şart kılmaları." (Ahmed Naim Efendi, Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, II, 294-295)


Hanefî fıkhının bazı kaynaklarındaki mulâmese tasviri ve Naim Efendi'nin munâbeze ile ilgili izahatları:

el-Hidâye adındaki eserde, "Mulâmese; tarafların bir malda pazarlık yapmaları ve -akid kesinleştirilmeden- muşteri mala dokununca alışverişin kesinleşmiş sayılmasıdır.''

İbnu'l-Humâm Şerhu Fethi'l-Kadîr adındaki eserinde, Sahih-i Muslim'deki rivayette geçen mulâmese tarifini verir ve peşinden bir cümle ile bunu açıklar.
İbnu'l-Humâm'ın ibaresi şu şekildedir:
"Muslim'de şu ilâve vardır: Mulâmese; taraflardan her birinin, diğerinin kumaşına hiç düşünmeden dokunması ve gördükten sonra kabul edip etmeme muhayyerliği olmaksızın dokunan yönünden satışın kesinleşmiş olmasıdır. Bu, meselâ gece karanlığında veya kumaş dürülü iken olur, taraflar alıcı kumaşa dokundu mu satışın kesinleşmiş sayılacağında andlaşmıştırlar."

Yukarıdaki tasavvurların farklılığına sebeb , Naim Efendi'nin de belirttiği gibi, bu satış şeklinin İslâmiyet tarafından yasaklanmış olması ve müslümanların bunu uygulamamalarıdır. Ancak bütün tasavvurlarda, ortak olan nokta; alıcı ve satıcının, "aldım sattım" gibi alım satım akdinin ruknu olan icab ve kabulde bulunmamaları ve satılan malın, alıcı tarafından görülmemesi ve gördüğü zaman da almama muhayyerliğinin bulunmamasıdır. Zaten bu akdin, caiz olmamasındaki hikmet, alıcının görmediği bir malı satın almak zorunda kalmasıdır.

Ahmed Naim Efendi'nin, munâbeze'yi tarif konusunda naklettikleri de şunlardır:

"1- Zuhrî'ye göre; alışverişte bulunacak olanlardan her biri diğerinin malını görmeden veya rıda şartı olmadan, kendi malını diğerine atar. Bu atışma ile satış tamamlanmış ve muhayyerlik hakkı düşmüş olur. (İbnu'l-Humâm'ın tarifi de bu şekildedir)

2- Şafiî'ye göre; malın atılmasını satışın kendisi addetmektir.

3- "Sana sattım. Fakat malı üzerine atınca muhayyerlik bitmiş ve satış bağlayıcı olmuştur" demek.

4- Munâbeze, çakıl taşı atmaktır. Taş atmanın da iki sureti vardır:
Biri, "Atacağım taş bu kumaşlardan hangisine isabet ederse onu sana şu kadara sattım" diğeri de; "Şu arazinin bulunduğum yerden itibaren atacağım taş nereye varırsa, oraya kadarını sana sattım" demek.

5- "Şu malı sana sattım, ancak bu taşı fırlatıncaya kadar muhayyerliğim var" demek.

6- Çakıl atmanın kendisini satış saymak ve meselâ, "Bu kumaşa taşı fırlattığım vakitte o kumaşı sana şu kadara satmış olayım" demek.

Munâbeze yoluyla olan satıştaki muhtelif tefsirleri de, Şafiî fakihleri üç şekle irca etmişler. Birincisi ve en sahihi, -mulâmese yoluyla olan satışta olduğu gibi- tarafların atışın kendisini satış saymaları; ikincisi sîga kullanmaksızın atmayı satış saymaları; atmayı muhayyerliği sona erdirici saymalarıdır.

Dokunma (limâs) ve atma (nibâz) yoluyla yapılan her iki satış da garar ve kumar nevine girdikleri için, dinen yasaklanmışlardır. Muşteri alacağı malı görmeli ve özelliklerini bilmelidir. Aldatmaca alışveriş sahih değildir..." (Ahmed Naim Efendi, Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, II, 295-296)

Hanefilere göre munâbeze; bu maddelerden ilkinde anlatılan şekildir.



Bazı Hükümler

1. Mulâmese ve munâbeze yoluyla yapılan satışlar bâtıldır, geçersizdir.

2. Bir kumaş parçasının bir ucunu sol omuzun üzerinden sarıp diğer tarafını salıvermek ve avrat mahallini örten bir çamaşır olmadan tek kumaşa bürünmek şeklindeki giyinmeler caiz değildir. Çünkü avrat mahallinin açılma ihtimali söz konusudur. İhramlı olmak bu hükümle birlikte mutalaa edilemez. O özel bir haldir.


------------


Câiz Olan ve Olmayan Açık Arttırma (Muzâyede) Alış Veriş Türleri?

Enes b. Mâlik (r.anh)’den rivâyete göre;
Rasûlullah (s.a.v.), yoksul bir kimsenin bir parça çulunu ve su kabını satıb o kimseye yiyecek parası ve sermaye yapmak istedi ve: “Bu çulu ve bardağı kim satın alır” dedi.
Bir adam: “Onun ikisini bir dirheme ben aldım” dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): "Bir dirhemden fazla veren var mı? Bir dirhemden fazla veren var mı?” buyurdu.
Bir adam: “İki dirhem verince onları ona sattı.”

(Tirmizi, Buyû, Bab 10, Hadis no: 1218; Nesâî, Buyû: 22; Buhârî, Buyû’: 59; Ebu Davud, Zekat, Bab 26, Hadis no: 1641)

Tirmîzî: Bu hadis hasendir. Bu hadisi sadece Ahdar b. Aclan’ın rivâyetiyle bilmekteyiz. Enes’den hadis rivâyet eden Abdullah el Hanefî, Ebû Bekir el Hanefî’dir. Bazı ilim adamlarının uygulaması bu hadise göre olup miras ve ganimet mallarının açık artırma yoluyla satılmasında bir sakınca görmezler. Mûtemir b. Suleyman ve hadisçilerin büyüklerinden pek çok kimse bu hadisi bu hadisi Ahdar b. Aclan’dan rivâyet etmişlerdir.

İslâm âlimlerinin çoğunun görüşüne göre, muzâyedeli satışlarda fiyat süren yani arttırma yapan kişi verdiği sözüne bağlıdır; teklif ettiği fiyattan dönemez. Mal sahibi ise muhayyerdir. İsterse satar, istemezse satmaz. Ancak satıcı veya onun yerine malı pazarlayan kişi "sattım" dediği zaman açık artırması yapılan mal son teklif edilen fiyat üzerinden son arttırmayı yapan kişiye satılır. Bu mal daha az ucret teklif edene satılabilir diyen alimler olmuşsa da, tercih edilen görüşe göre ihâleyi, daha az verene devretmek mümkün değildir. En fazla ücreti kim vermişse veya ihâlede satıcı en son hangi ücret teklifi için malı "sattım" demişse, ihâle ona yapılır. Makbul olan bu görüşe göre ikinci teklif birinci teklifi iskât eder. Bağlayıcı olan teklif, en son yapılan tekliftir. (Ebu Abdillâh el-Hattâb, Mevâhibu'l-Celîl Şerhu Seyyidi Halîl, Mısır 1308, IV, 237)

Muzâyedede açık arttırmaya katılan müşterilerden birinin, diğerini herhangi bir şekilde ikna edip muzayededen çekilmelerini veya belli bir fiyattan arttırmamalarını sağlayarak malı istediği fiyata alması câiz değildir. Mal sahibi bunun farkına vardığı zaman dilerse bu alış veriş akdini kabul eder; dilerse akdi bozar, malını geri alır. Eğer mal elden çıkarılmışsa, mal sahibi onun gerçek değeri üzerinden ücretini alır. (Abdullah el-Hırşî, Şerhu Muhtasari Seyyidi Halil, Mısır 1316, V, 83)

Peygamber (s.a.v.)'in benimsemediği ve İslâm dininin yasakladığı muzâyede ise iki kişinin arasında yapılan akdi bozmak için yeni bir fiyat teklif etmek, başkasının satın alıp henüz teslim almadığı malı daha câzib bir fiyatla almaya kalkışmaktır. Bu, iki kişinin pazarlığı sırasında muşterinin, satıcının istediği fiyata razı olmasından sonra başka bir muşterinin gelip birincinin yaptığı pazarlığa mudahale etmesi, aynı fiyata veya fazlasına malı satın alması şeklinde olmaktadır. Bu türlü muameleler, İslam'da hoş karşılanmamış, mekruh kabul edilmiştir. Nitekim Muhammed (s.a.v.) bu hususta şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse din kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlık ve evlenme teklifi üzerine teklif yapmasın"
(Buhârî, Büyû' 58, Nikâh, 45; Ebu Davûd, Nikâh, 17).

Bu hususla ilgili diğer bir hadis de şöyledir:
"Bir müslüman, diğer müslüman kardeşinin alış verişine mudahale etmesin" (Muslim, Buyû', 9)

Bu hadislerde yasaklanan muzâyede;
fiyatı arttırarak veya başka herhangi bir yolla satılmakta olan malı ele geçirmeyi ifâde ettiği gibi; pazarlığa mudahale ederek, muşteriye başka mal gösterip ona satmayı da kapsamaktadır. Bu türlü muameleler de, aynı şekilde dinimizce yasaklanmıştır.

İbn Ömer'den rivâyet edildiğine göre, Muhammed (s.a.v.), "neceş"i de nehyetmiştir (el-Buhârî, Buyû, 60; İbn Mace, Ticâret, 14; el-Muvatta', Buyû, 97).

İslâm hukukunda mal sahibinin birisi ile anlaşarak malın fiyatını yükseltmek maksadıyla onun fiyatı arttırmasını sağlamasına "neceş" veya "munaceşe" denir. Bu durumda, mal sahibi ile anlaşarak açık arttırmaya giren kişi satın alma niyetini taşımamakta; pazarlığı kızıştırmak, fiyatı artırmak ve müşterileri kandırmak için muzayede'ye (açık arttırmaya) katılmaktadır. Bu türlü hareketler de, İslâm'ın yasakladığı hususlardır. Bu gibi akidlerin câiz olup olmadığı hususunda âlimlerin farklı ictihadları vardır.
Cumhurun (fakihlerin çoğunluğunun) görüşüne göre bu akid câizdir. Ancak işe hile karıştırıldığı için satıcı ve alma niyeti olmadığı halde artıran kişi günahkâr olur (İbnu'l-Humam, Fethu'l-Kadir, V, 239; Halid İbn Ruşd, Bidâyetu'l-Muctehid Nihâyetu'l-Muktesid, II, 136; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanayi', V, 232; Mansûr Ali Nâsıf, et-Tac el-Camiu'l- Usul, II, 207)

İslâm dininin benimsemeyib reddettiği muzâyede türü hile ve aldatma ile yapılanıdır. Rasulullah (s.a.v.), "
Hile yapan cehennemliktir. Bizim sünnetimize muhâlefet edip yanlış hareket edenin ameli batıldır" (Buhârî, Buyû', 60) buyurarak, muzâyede ve benzeri durumlarda hile yapıp haktan ayrılanları tenkid etmiştir.

Diğer bir hadiste de "Bizi aldatan, bizden değildir"
(Muslim, İmân, 146; et-Tirmizî, Buyû', 72; Ebu Davud, Buyû', 50; İbn Mace, Ticâret, 36) buyurmuş ve her türlü aldatmayı reddetmiştir.
Diğer çeşitli muamelelerde olduğu gibi, burada söz konusu olan bazı muzâyedelerin yasaklanması, kişilerin hak ve hukukunu korumaya yöneliktir. İslâm dini, hiç bir tarafın zarara girmesine rıda göstermez. Onun için, Rasulullah alıcı veya satıcının mağduriyetine sebeb olabilecek her türlü muameleyi hoş karşılamamış ve yasaklamıştır.


Atâ ibn Ebî Rebâh:
Ben, artırma yapmakta olan kimseler içinde ganimetleri satmakta hiçbir be's görmeyen insanlara eriştim, demiştir.

Câbir ibn Abdillah (r.anh)'dan (şöyle demiştir): (Azre oğulları'ndan Ebû Mezkûr adında sahâbî) bir kimse, kendine âid olan bir köleyi mudebber olarak (yânî ölümümden sonra sen hürsün diyerek) âzâd etmişti. Sonra Ebû Mezkûr (fakır düşüp, bu kölenin bedeline) muhtâc oldu.
Peygamber (s.a.v.) de köleyi aldı da: — "Bunu benden kim satın almak ister?" dedi (yânî muzayedeye arzetti).
(Muzayede neticesinde) Nuaym ibnu Abdillah o köleyi şöyle şöyle dirhemle satın aldı. Rasûlullah da kölenin bu bedelini Ebû Mezkûr'a verdi
(Buhari, bûyu, bab 59, Hadis no : 91; Tirmizi, Bûyu, bab 57, Hadis no: 1292; Nesâî, Bûyu: 19
)


Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Nafi'den dinlediğim, onun da İbni Ömer'den naklettiği şu hadîsi okudum:
Rasûlullah (s.a.v.); «Bâzınız bâzınızın satışı üzerine satış yapmasın!» buyurdular.
(Muslim, Bûyu, Bab 4, Hadis no: 7 - 1412)

Abdullah İbn Ömer (r.anh)'dan rivayet edilmiştir:
Bir kimse, din kardeşinin satışı üzerine satış yapmasın. Onun dünürlüğü üzerine dünür göndermesin. Din kardeşi kendisine izin verirse o başka!

Hadîs-i şerîf'te: «Dîn kardeşinin satışı üzerine satış yapmasın...» buyurulduğuna bakılırsa gayr-i muslimin satışı üzerine satışta beis olmayacağı anlaşılır. Nitekim Evzâî ile Şâfiîler'den Ebû Abd b. Cuveyriye buna kail olmuşlardır. Fakat cumhuru ulemâya göre bu hususta muslim ile gayr-i muslim arasında fark yoktur. Hadîsteki (kardeş) kaydı, ihtirâzî değil vukûîdir; binâenaleyh mefhumu muhalifi mu'teber değildir. Zimmînin zimmî üzerine satış yapması da bil icmâ' mekruhtur.

Nevevî diyor ki: «Ulemâ dîn kardeşinin satış ve alışı üzerine alış veriş ve pazarlık yapmanın memnu' olduğuna ittifak etmişlerdir. Buna muhalefet ederek akid yapan âsî olur; ama beyi' yine de mun'akid olur.
İmam Şafiî, Ebû Hanîfe ve diğer ulemânın mezhebleri budur. Dâvûd-u Zahirî bu satış mun'akid olmadığına kaildir.
İmam Mâlik'den her iki mezhebe uyan iki kavil rivayet olunmuştur. Mâlikîler'den cumhuruna göre fiyat arttıran hakkında bu satış mubahtır. Şafiî, seleften bâzılarının bunu kerih gördüklerini söylemiştir.»

****


İslam'da Hâciz - İcra Câiz mi?
İslâm hukukçularının çoğunluğu borçlunun mallarına haciz konulup satılmasını câiz görür. Bu hükme varırken en önemli hukukî dayanak olarak da Peygamber (a.s.)’in Muâz b. Cebel (r.anh)’in iflâsına karar vererek mallarına haciz koyup sattırmasını ve satıştan elde edilen parayı alacaklılara dağıtmasını (Şevkânî, Neylu’l-evṭâr, V, 275-276; Muslim, Musâḳāt, 18), Ömer (r.anh)’in de Useyfi‘ el-Cuhenî adında bir kişinin mallarına haciz koyup sattırmasını ve elde edilen paraları alacaklılara dağıttırmasını (Serahsî, XXIV, 164), ayrıca Rasûl-u Ekram’in, “Ödeme gücü bulunan bir kimsenin borcunu ifa etmeyip geciktirmesi onun cezalandırılmasını ve kınanmasını helâl kılar” (Buhârî, “İstiḳrâż”, 14) meâlindeki sözünü delil gösterirler.
Fakihlerin bir kısmı, bu hadiste geçen “ukûbet” (cezalandırma) kelimesinin kapsamını dar tutarak onu yalnız hapis ve tâzîr cezası olarak yorumlamışlardır. Çoğunluk ise kelimenin hapis mueyyidesi yanında haciz müeyyidesini de kapsadığı görüşündedir; çünkü mallara haciz konulup satılması borçlunun cezalandırılması anlamına gelir. Ancak fıkıh âlimleri arasında hapis ve haciz mueyyidelerinin uygulanmasında hangisine öncelik verileceği konusunda görüş farklılığı vardır.
Mâlikî, Şâfiî ve Zâhirî mezheblerine göre para borçları için cebrî icra ilk önce borçlunun mallarına yöneliktir, hapis ikinci derecede bir tedbir kabul edilmiştir.
Buna karşılık Hanefî ve Hanbelî mezheblerinde para borçları için cebrî icrada ilk önce borçlunun şahsına yönelinir, haciz ikinci derecede bir mueyyidedir.

İbrâhim en-Nehaî, İbn Sîrîn, Zeyd b. Ali, Ebû Hanîfe, İmam Zufer gibi âlimlere göre borçlu hacredilemez ve malı haciz konularak satılamaz. Çünkü haciz, borçlunun mallarının onun rıdâsı olmadan satılması demektir. Mal sahibinin rıdâsı bulunmayan bir akid ise sahih değildir. Bu âlimlere göre uygulanacak mueyyide borçluyu borcunu ödeyinceye kadar hapsetmektir.
Ebû Hanîfe, haciz yoluyla satışın câiz olmadığı hükmüne varırken özellikle, “Ey iman edenler! Karşılıklı rıdâya dayanan ticaret olması hali müstesna mallarınızı bâtıl yollarla aranızda yemeyin” (Nisâ 29) meâlindeki âyetle, “Müslüman kişinin malı ancak gönlünün rızâsı ile helâl olur(Dârakutnî, III, 26) meâlindeki hadisi gerekçe gösterir. Ancak Ebû Hanîfe, borçlunun malına haciz konulup cebrî icra yoluyla satılmasını kural olarak câiz görmemekle birlikte bazı durumlarda borçlunun malının cebren alınarak alacaklıya verilebileceğini kabul etmiştir. Şöyle ki: Alacağın cinsiyle borçlunun malının cinsi aynı ise, meselâ alacak altın ise borçlunun da altını varsa borçlunun borcu cebren ödetilir. Hatta Ebû Hanîfe, para alacaklıları için istihsânen ikinci bir çözüm şeklini de kabul etmiştir. Buna göre meselâ borçlunun borcu altın ve malı da gümüşse hâkim borçlunun gümüşünü satarak altın alır ve bu altını alacaklıya verir.

Borçlunun mallarına ancak alacaklının isteği üzerine haciz konabilir. Şâfiî mezhebindeki bir görüşe göre ise borçlunun isteği üzerine de mallarına haciz konabilir.

Borçlunun mallarına haciz koymaya yetkili devlet dairesi mahkemedir. Hâkim haciz işlerini bizzat yürütebileceği gibi bu iş için memurlarını da görevlendirebilir. Ara bulucu ve hakem gibi resmî bir sıfatı bulunmayan kimselerin borçlunun mallarını satmaya yetkileri yoktur. Peygamber’den başlamak üzere zaman içinde halifeler, onların tayin ettikleri kadılar, icra işleriyle görevli memurlar haciz işlerine bakmışlardır. Bazı İslâm devletlerinde hisbe ve dîvân-ı mezâlim gibi teşkilâtlar da haciz işlerini belli esaslar dahilinde kısmen de olsa yürütmüşlerdir.

Fakihlerin görüşlerine ve İslâm toplumlarında süregelen uygulamalara göre haciz işlemlerine borçlunun ikamet ettiği yerin mahkemesinde bakılır. Eğer borçlunun malı oturduğu yerden başka bir yerde bulunuyorsa davaya bakmaya yetkili hâkim, malların bulunduğu yer mahkemesi hâkimine istinâbe yoluyla borçlunun mallarına haciz koydurup sattırabilir.

Borçlunun aslî ihtiyaçları (havâic-i asliyye) dışındaki menkul ve gayri menkul bütün malları kural olarak hacze konu olabilir.


Hâcizden - İcra'dan, Mal Almak Câiz mi?

Bir kişi maddi sıkıntıya düşmüş olabilir bundan dolayı da malına haciz gelerek icra yoluyla satışa çıkmış olabilir ki, bu da duruma göre en fazla tenzihen mekruh olur. Bu tür satışta artık mal sahibinin yetkisi hükmen kalmamıştır. Buradaki tasarruf yetkisi icra makamına geçmiştir. O da kendi rıdası ile satmaktadır. İcra makamının satış yapması da zaruretten dolayıdır. Buradaki zaruret, malın satılarak borcun ödenmesi ve hakkın ehline teslimidir. Bundan dolayı icra yolu ile yapılan satım akdi dinen de geçerlidir. Satılmak istenen mala belirlenen fiyatı müşterinin karşılığını vererek aldığı malın ticareti helaldir. Peygamberimiz (s.a.v.), borcunu ödeyemeyen Muaz b. Cebel’in malını borcu karşılığında satmıştır. (Beyhakî, es-Sunenu’l-Kubrâ, VI, 80)

Halife Ömer (r.anh) de hac yolunda ticaret yaparken iflas eden bir kimsenin kalan mallarının, alacaklıları arasında taksim edilmesine hükmetmiştir. (Muvattâ, Vasiyet, 8)

Ağlayanın malı gülene fayda vermez sözü icrayla ilişkili bir mevzu değildir. Bu durum kişi malını icra el koymadan önce kendisi zorda kalıp malını satmak ister ve karşıdaki kişi de bu zor durumundan istifade ederek malı ölü fiyatına (piyasa değerinin çok altında) almaya çalışması câiz değildir, İbn Âbidîn akdin fâsid / geçersiz olacağını (İbn Âbidin, Reddu’l-muhtâr, VII, 247) söylemiştir . Bu durum vicdani ilgilendiren bir mesele olup ticareti de mekruhluk söz konusudur. Sonuçta malını satan kişi kendisi fiyattan radı olarak satmaktadır. Nitekim imam Nevevî böyle bir akdin geçerli olmakla birlikte bu malın satın alınmasının mekruh olacağını söylemişlerdir (Nevevî, Ravdatu’t-tâlibîn, III, 420)
Çünkü bu tür haciz veya icralık durumlarda kasıt ve ihmal olmadan, olağanüstü sabeblerden dolayı borcunu ödeyemeyen kimseye kolaylık gösterilmesi gerekir.
 
E Çevrimdışı

Ebu SILA

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Zeyd bin Eslem şöyle dedi:

“Ben, kendisine Şehr denilen bir şahsı Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma)’ya müzayede alış verişini sorarken işittim.

Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma):

−Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ganimetler ve miraslar müstesna, sizden birinin o alış verişi terk edene kadar kardeşinin alış verişi üzerine alış veriş yapmasını yasakladı! dedi.”

İbnu’l-Carud 570, Darekutni 3/11, İbni Hacer Fethu’l-Bari 4/415
 
Üst Ana Sayfa Alt