Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Ahmed Kalkan Hoca'nın Cin, İnsana Musallat Olmaz Soruları?

Taberi Çevrimdışı

Taberi

Administrator
Admin
Selamun Aleykum Hocam;

Ahmed Kalkan hocanın Rukyecilere karşı olarak ücret karşılığında rukye yapılması ve cinlerin insanlara musallat olamayacağı ekseninde sormuş olduğu 20 soru sosyal medyada paylaşılmaktadır.
Ekstra soru sormuyorum , bu sorulara cevab verebilir misiniz?


"CİNLERİN MUSALLATI" İLE İLGİLİ, RUKYECİLERE 20 SORU

10 OCAK 2016 PAZAR


Bu yazıda konuyla ilgili sorulara ilmî cevaplar bekliyoruz. Buradaki iddiaları, delilleri çürüten ve insanı Kur’an ve Sünnet ışığında tatmin eden cevaplar istiyoruz. İknâ edici sağlam deliller ortaya konulmazsa, rukyeci olduğunu iddia edenlerle mücadelemiz devam edecektir.

Cinlerin insana musallat olması konusunda şu sorulara cevap bulma ihtiyacındayız:

1- Sünnetullah denilen, Allah’ın tabiattaki değişmez ve değiştirilemez yasaları var. Cinlerin insanın içine girip onun iradesini insana rağmen tümüyle farklı şekilde yönlendirmesi, onu etki altına alması, onu hastalandırması, hatta öldürmesi, sünnetullah’la nasıl bağdaşır?

2- İnsan yeryüzünün halifesi (2/Bakara, 30) olduğuna göre ve “O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı” (2/Bakara, 29) denildiğine ve cinlerin de insan için (insana hizmet etsin diye) insandan daha âciz varlıklar olan cinler insanı nasıl ele geçirir ve iradesini yok edecek şekilde onu yönlendirebilir? Yaşatan ve öldüren Allah’tır. İnsandan âciz varlıklar insanı nasıl mağlup edebilir, rezil edebilir ve onu öldürebilir?

3- Delil denilince, öncelikle Kur’an ve Sünnet akla gelir. Kur’an cinlerin, şeytanların özellikle mü’minlere musallat olamayacağını net olarak haber vermiyor mu? “Gerçek şu ki; şeytanın, iman eden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti yoktur.” (16/Nahl, 99. Bu âyetle bunca Müslümanın içine girdiği ve hâkimiyet kurduğu iddia edilen insanın içine cin girmesini nasıl bağdaştıracağız? Kur’an iman eden ve tevekkül edene onların egemenliği olmaz demesinden yola çıkılarak; insanlara rukye adıyla uzun seanslar yapılacağına, niye sahih iman ve yalnız Rabbe tevekkül anlatılarak, konu çözümlenmiyor.

4- Cinlerin en şerlisine, en zararlısına şeytan denildiğine ve şeytanın sadece vesvese verebileceği, başka bir gücü olmadığına göre, insanı emrine alıp iradesini yok edecek şekilde zararı şeytan veya onun askeri nasıl verebiliyor? Bu konuyla ilgili âyetleri hatırlatayım: “Kullarımın üzerinde senin bir nüfuzun, musallatlığın olamaz. Ancak sana uyan sapıklar bunun dışındadır” (15/Hıcr, 42); “Şüphesiz, (gerçek) kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin olmayacaktır. Vekil olarak Rabbin yeter!” (17/İsrâ, 65). Bilindiği gibi; bu âyetlerde geçen “sultân” kelimesine, mealler; “hâkimiyet, ağırlık, yaptırım gücü, hiçbir gücü, nüfuzu, etkili gücü, sulta, saltanat, musallat olma, etki, kandırmaya gücü, etkin gücü” şeklinde anlam vermişler.

“Gerçek şu ki; şeytanın, iman eden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti yoktur.” (16/Nahl, 99). Bu âyette bahsedilen şeytandır. Şeytan, cinlerin en şerlilerinin adıdır. Şeytanın gücü bu ise, diğer cinlerin daha büyük değildir.

Yine, şeytanın ahiretteki itirafı: “İş bitirilince şeytan da diyecek ki: “Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.” (14/İbrâhim, 22)

5- Cinlerle insanların cinsleri, yapıları çok ayrı olduğu halde, cinlerin insanlarla evlenmeleri, mümkün olabilir mi? İslâm hukuku böyle bir durumu kabul eder mi? Etmiş olsaydı, miras gibi, çocuğun cin mi, insan mı kabul edileceği vb. birçok ahkâmın düzenlenmesi gerekmeyecek miydi? Onlarla cinsel temas yapıp çocuk sahibi olmak mümkün olabilir mi? Zinâ yaparak hâmile kalıp doğum yapan bir kadına: “bu çocuğun babası kimdir?” diye sorulduğunda bu kadının, “cindir” şeklinde cevap vermesi kabul edilecek bir husus mudur?

6- İnsanın bedeni, cinler gibi, dünyanın nice güzelliklerini de bilip tanıyan varlıklar için rahat edilecek, güzel bir mekân mıdır ki, cin giriyor ve aylarca, yıllarca orada yaşıyor? İnsan vücudunun içinde ne yiyor, ne içiyor, evliyse ailesiyle ilişkileri nasıl devam ediyor?

7- Gözle görülmeyen cin, girdiği ifade edilen vücutta nasıl farklı reflekslere sebep olabiliyor? Nasıl konuşuyor? Türkçeyi nereden öğrenmiş, nasıl biliyor? Lisan öğrenme yetenekleri bu kadar iyi ise, Kur’an’ı, İslâm’ı niye öğrenmemişler?

8- Niye bu cinler sosyetelerin, kültürlü insanların içine hiç girmiyor? Niye Amerikalılara, Avrupalılara girmiyor da hep Müslümanlara, Müslümanların içindeki garibanlara giriyor? Eğer cinler böyle önüne gelen insana giriyorsa, ashaba niye girmedi? Peygamberimiz de bugünkü cinciler gibi onlarca, yüzlerce cini insanlardan çıkarmaya çalışırdı.

9- Cin çıkartanlar, birkaç basit cümle ile cinleri imana getiriyorlar. Bunların imana gelmesi bu kadar kolay ise, mü’min cinler bugüne kadar bunları niye Müslüman yapamamışlar?

10- Cinci bunları yakıyor, azap ediyor, öldürüyor. Bir-iki dua ile kolayca bunları yapıyor. Cin insana hükmedecek kadar güçlü, ama kolayca azap edilecek kadar âciz; cinci (rukyeci) onlara lânet ediyor, kızıyor, onları yakabiliyor, öldürebiliyor. Nasıl oluyor bütün bunlar?

11- Bu konularla ilgili olarak ilmu’l-azâim adlı bir bilim dalının meydana getirildiği de öne sürülmektedir. Bu ilmin İslam’la, İslâmî ilimlerle alâkası nedir? Eğer cinler istedikleri kimsenin içine girebiliyorsa, Kur'an ve Sünnet, insanın içine giren cinle ilgili hükümler koyardı, Cinlerin emriyle, mecbur etmesiyle yapılan işlerin hükmünü açıklardı. Meselâ bir insanın içine giren cin, kişinin namaz kılmasına engel olabiliyorsa; bu kimsenin elinde olmayan bir suçtan ceza görmesi sözkonusu olmadığına göre namazsız bu kimsenin hükmü nedir? Böyle ölürse ne olacaktır?

12- Cini öldürmek caiz mi, cezası var mı, yok mu; dinin bu konudaki hükmü nedir? Din, hiçbir şeyi eksik bırakmamış. Eğer cinler bizim hayatımızda ve içimizde olsaydı, bizimle ilgili bu kadar karmaşık durumlar bulunsaydı, Kur'an bundan mutlaka bahsederdi. Sünnette de, bunlar belirlenmiş olurdu. Cin-insan ilişkileriyle ilgili kapsamlı bir fıkıh oluşması gerekmez miydi?

13- İnsanın içine girebilen ve onun iradesini karıştırıp yönlendirebilen bir cin, otomobilin motoruna da girebilip ona da hükmedebilir mi? Bilgisayarların içine giren virüsler yoksa birer cin mi? Cinleri yönlendirebilen cinciler, bir uçağın bilgisayarının içine bir cini gönderip uçağı rahatlıkla istedikleri yere indirebilirler mi? Bir füzenin bilgisayar çipine müdahale edebilirler mi? En azından bir devlet başkanına, bir komutana, bir bilgisayar işlemcisine, füzeleri ateşleyebilecek programa müdahale edebilirler mi? Şeyhlerin yattıkları yerden (kalkarak veya kalkmayarak) aynı anda ve bir anda savaşa müdahale edip geldikleri gibi; madem bir insanın içine girip iradesini yönlendirebiliyorlar, niye Müslüman cinler de tâğutların, zâlim ve emperyalist yöneticilerin içine girip de onları Allah rızası için iradelerini ele geçirmiyorlar? Ya da kâfir cinler niye âlimlerin doğru fetva vermemeleri, insanları saptırmaları için onların içine girip onları kullanmıyor? Öyle olmuş olsa, hatta bu ihtimal verilmiş olsa, İslâm âlimlerine nasıl güvenilecektir? Fetvalarına cinin yön verdiği âlim… Herhangi bir âlimin de böyle olma ihtimali olduğundan hiçbir âlime güvenmemek mi gerekiyor? Âlimin içine girmiyorsa, neden? Tedavi olanların çoğu gariban, başörtülü, sakallı insanlar. Onlara nasıl giriyorsa diğer Müslüman büyüklere de giremezler mi?

14- Bir kimse şöyle dese: “Din, Allah’ın ve Rasülünün haber verdikleridir; dinin özü Kitap ve Sünnetle sınırlıdır. Bazı âlimlerin cinlerin insan içine girip insanın iradesini yönlendirmesini, onu hasta edip hatta öldürebilmesini kabul etmeleri, şahsi kanaatleridir; şahsi kanaat dini belirlemez. Aynen bu satırları yazanın görüşlerinin dini belirlemediği, sadece bir yorum olduğu gibi. Eski âlimlerin de duydukları, kendi tecrübe ve kanaatleri de din olmaz. Meselâ; Eski âlimler, sâra/epilepsi hastalığının tıbbî bir hastalık olduğunu bilmediklerinden, buna insanın içine giren cinin sebep olduğunu sanıyorlardı. Çoğu âlimin en önemli delili, sâra hastalığıdır. Bu hastalığın tıpla ilgili bir rahatsızlık olduğu, teşhisi ve tedavisinin mümkün olduğu, cinle ilgisinin bulunmadığı bugün kesinleştiği için o âlimlerin de en önemli delilleri suya düşmüş olur.” demesine nasıl cevap verilebilir?

Yine şu görüşlere nasıl cevap verilir? Cin ya da şeytanların insanların iradesini ele geçirip onun üzerinde egemen olmasıyla ilgili bir gücü ve fonksiyonu yoktur. Kur’ân-ı Kerim’in çeşitli yerlerinde Yüce Allah, “Kullarımın üzerinde senin bir nüfuzun, musallatlığın olamaz. Ancak sana uyan sapıklar bunun dışındadır” (15/Hıcr, 42; benzer ifade için bkz. 14/İbrâhim, 22; 16/Nahl, 99; 17/İsrâ, 65) buyurarak bu hususa işaret etmiştir. O zaman kâfir cin ya da şeytanların insanlar üzerindeki etkisi, gücü, sadece onları doğru yoldan saptırıp azdırmak, haram ve yanlış yollara sevkederek, Allah’ın kendilerine buğzetmesini temin etmek için kalplerine vesvese vermek, kötü telkinlerde bulunmaktır. Bu açıdan cin şeytanları ile, insan şeytanları aynı görevi yapmakta, her iki grup da telkin yoluyla insanları etkilemeye, tesir altına alıp kandırmaya çalışmaktadırlar. Şeytanların insanlara vesvese verdiği, onların insanın gönlüne getirdiği bu vesveselerin, gizli fısıltıların şerrinden, kandırmasından Allah'a sığınmak gerektiği Kur’an’da haber verilmektedir (6/En’âm, 112, 121; 41/Fussılet, 36; 114/Nâs, 1-6).

“Doğrusu şeytanın iman edenler ve yalnız Rablerine güvenenler üzerinde bir nüfuzu, musallat olması yoktur. Onun nüfûzu sadece, kendisini dost edinenler ve Allah'a şirk/ortak koşanlar üzerindedir. (O, sadece onları kandırabilir).” (16/Nahl, 99-100) buyurulmuştur. Bu âyetten cin ya da şeytanların telkin ve vesveselerine şirk koşanlarla şeytanı dost edinen günahkâr kimselerin kapılabileceğini anlıyoruz. İster büyücü, ister sihirbaz tarafından gönderilsin, ister cin ya da şeytan kendisi gitsin, kulağına fısıldayarak, gönlüne vesvese vererek etki altına aldığı kimse, demek ki şeytanın dostudur. Ona dost olanın da şu veya bu zorlamayla değil; yukarıdaki âyette (14/İbrâhim, 22) kendisinin de itiraf ettiği gibi özgür arzu ve irâdesiyle bunu yaptığı, şeytanın telkinine kapıldığı açıktır.

Bu durumda da uğranılan zarardan sorumlu ve suçlu yine büyücü vs. değil; cüz’î irâdesini o yönde kullanan insandır. Sihirbazın sorumluluğu ayrı bir konudur. O zaman ister nüsha (muska) yazarak, ister çeşitli yollarla sihir yaparak, isterse düğümlere üfleyerek faâliyette bulunsun, büyücü ya da sihirbazların şerrinden Allah'a sığınmak gerekir. Cin ya da insan şeytanlarının şerri de, insanlara vesvese vermesi, kulaklarına fena şeyleri fısıldaması, onlara yanlış ve zararlı hususları telkin ederek dünya ve âhirette hüsrâna uğratmasıdır. Nitekim Ebu’l-Yüsr el-Pezdevî, ehl-i sünnet âlimlerinin çoğunun, cinlerin vesvese vermek sûretiyle insanlara etkili olabileceklerini söylediklerini kaydetmektedir (Pezdevî, Usûlü’d-Dîn, s. 226; Krş. Kılavuz, TDV. İslâm Ansiklopedisi, Cin Maddesi, 8/9).

15- Bir kimse, şöyle dese: “Cin çıkarma seanslarının cinle bir ilgisi yoktur. Hasta kimse, içinde cin olduğuna kesin şekilde inandırılıyor. İçinde cin olduğuna inandığı için onun ikinci kimliği gibi cin acayip bir şekilde konuşuyor gözüküyor. Hâlbuki konuşan, hastanın kendisi. Onun ağzından çıkıyor ses. Kendi sesi olduğu halde, içinde cinin varlığına inandırıldığı için sanki cin konuşuyor, o cevap veriyor gibi yapıyor hasta. Hasta da aynen hipnoz altındaki kişiler gibi telkin altında hayal dünyasında farklı şekilde yaşıyor. İçinde cin yok ki çıkan cin olsun. İş, telkinle hastaya bunu inandırmaya bağlı. Gerisi kendiliğinden geliyor.” dese, nasıl cevap verirsiniz?

16- “Allah’ın izni olmadıkça onlar, hiçbir kimseye onunla (sihirle) asla zarar verici olamazlar.” (2/Bakara, 102). Allah, kullarına zerre kadar zulmetmeyeceğine göre, dünya da ceza görme yeri olmadığına göre, Allah niye bazı insanlara cinlerin musallat olmasına izin versin?

17- Cinlerin insanların emrine girmesi mümkün müdür? Bazıları cinlerin Hz. Süleyman’a hizmet etmeleriyle ilgili âyetleri delil olarak alıp cinlerin diğer insanlara da boyun eğip onların emrinde bulunmalarının mümkün olduğunu ileri sürüyor. Cinlerin Hz. Süleyman’a boyun eğmelerinden bahseden âyetler 21/Enbiyâ, 82; 27/Neml, 17, 38-39; 34/Sebe’, 12-13; ; 38/Sâd, 36-38 âyetleridir. Cinlerin insanlara boyun eğmelerinin mümkün olduğunu savunan âlimlerin delil gösterdiği bu âyetler, Hz. Süleyman’la ilgilidir ve bu işin sadece ona mahsus olup, daha sonra gelen kimselere böyle bir imtiyazın verilmediği Kur’ân-ı Kerim ve hadislerden anlaşılmaktadır. “Süleyman: ‘Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir mülk/hükümranlık ver. Şüphesiz Sen daima bağışta bulunansın’ dedi.” (38/Sâd, 35)

18- Cinlerin eşyanın yerini değiştirmeye güçleri yetse bile, Cenâb-ı Hakk’ın buna izni var mıdır? Bu iş “sünnetullah”a aykırı değil midir? Böyle bir şeye müsaade edilseydi, insanoğlunun tâbi olduğu hukuk sistemi altüst olurdu. Onların canları istediği zaman şekil değiştirmeleri; hatta peygamberlerin, âlimlerin veya diğer insanların kılığına girmeleri de, Allah’ın koymuş olduğu öteden beri devam edip gelen kanunlara aykırı değil midir? Böyle bir şey insanoğlunun dinini ve hukuk düzenini bozacağından Yüce Allah tarafından buna izin verilir mi?

19- Cinlerin insan içine girip insana egemen olması, her şeyiyle tanınmayan ve görünmeyen düşmanın insanı ele geçirme endişe ve korkusu, dünyayı çekilmez hale getirir. Korku filmlerindeki gibi insanı ele geçiren şeytanın, cinin korkusuyla hayat insana zehir olur. Tevhid; Allah Teâlâ’nın kâinat üzerindeki mutlak egemenliğini kabul etmektir. Ve bu hâkimiyette O’nun hiçbir ortağı olmadığına inanmaktır. O yüzden Allah’tan başka korkulacak bir güç, insan üzerinde egemen olabilecek bir varlık kabul etmemektir. Takvâ sahibi mü’minlere korku ve üzüntünün olmayacağını çeşitli âyetlerde Kur’an bildirir. Bütün bu insana musallat olan cin konusu, bu tevhid inancıyla nasıl bağdaşır? Ayrıca, insanın koruyucu melekleri (hafaza melekleri) olduğunu da hatırdan çıkarmamak gerekir. Onlar, bizi Allah’ın izniyle âciz ve zavallı bir cinden korumuyorlarsa, niye hafaza meleği deniyor?

20- Cinleri insandan çıkarmak için rukye gerekiyorsa, rukyeye Kur’an’a uygun rukye, Furkan rukye, Kur’an terapisi gibi iddialı adlar vermekten çekinmez ve yapılan rukyeleri Kur’an ve Sünnete uygun, hatta unutulan sünnetin ihyâsı olarak görürsek; şu aşağıdaki hadislere ve görüşlere nasıl cevap verilebilir?

Resûl-i Ekrem: “Rukye yapan kişi mütevekkil değildir” buyurmuştur. (S. Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi, D.İ.B. Y., c. 12, s. 88)

İmran İbn Husayn (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.): "Ümmetimden yetmişbin kişi (Mahşer' de) hesaba çekilmeden cennete girecektir!" buyurdular. Kendisine: "Ey Allah'ın Rasûlü! Bunlar kimlerdir?" diye soruldu. Şöyle buyurdu: "Onlar, kendilerini dağlatmayanlar, rukyeye başvurmayanlar, teşâüm'e (uğursuzluğa) inanmıyanlar ve Rabblerine tevekkül edenlerdir!" (Müslim, İman, 371, h. no: 218)

İbn Mes'ud (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s)'ı işittim, diyordu ki: "Rukyelerde, temîmelerde (muskalarda), tivelelerde (muhabbet muskası) bir nevi şirk vardır." Bunu işiten bir kadın atılarak, (İbn Mes'ud'a): "Böyle söylemeyin, benim gözüm ağrıyordu. Falan yahudiye gittim geldim. O bana rukye yaptı. Ağrım kesildi" dedi. Abdullah İbn Mes'ud tereddüt etmeden, "Bu (ağrı) şeytanın işiydi, o eliyle dürtüyordu, sana rukye yapılınca vazgeçti. Bu durumda sana Rasûlulullah (s.a.s.) gibi, şöyle söylemen kafidir: "Ezhibi'lbe’se Rabbe'nnâs eşfi ente'ş-Şâfi, Lâ şifâe illâ şifâuke, şifâen lâ yuğâdiru sakamen. (Ey insanların Rabbi, acıyı gider, şifa ver, sen Şâfisin. Senin şifandan başka bir şifa yoktur, hiçbir hastalık bırakmayan bir şifa istiyorum." (Ebû Dâvud, Tıbb 17, h. no: 3883)

Câbir (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)'dan nüşre hakkında sorulmuştu: "O şeytan işidir!" buyurdu." (Ebû Dâvud, Tıbb 9, h. no: 3868)

(Nüşre rukye'nin bir çeşididir. İbnu’l-Esîr, bunu "Cin değmesine mâruz kaldığı sanılan kimsenin tedavisi için başvurulan bir rukye ve ilaç" olarak tarif eder ve bu rukyenin nüşre diye isimlenmesini, onunla kişiyi kapayıp örten hastalığın çözülüp dağıtıldığına (neşredildiğine) inanılması ile izah eder. Daha açık bir ifade ile nüşre, cine tutulduğu zannedilen kimsenin cinlerini dağıtmak için yapılan rukyeye denmektedir. Görüldüğü üzere bir sihir çeşididir. Nüşre denmesi de, hastalığın onunla dağıtılması, belanın onunla inkişaf ettirilip açılmasından dolayıdır.)

İsa İbn Hamza anlatıyor: "Abdullah İbn Ukeym (r.a.)'ın yanına girdim. Kendisinde kızıllık vardı. "Temîme (muska) takmıyor musun?" diye sordum. Bana şu cevabı verdi: "Bundan Allah'a sığınırım. Zira Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştu: "Kim bir şey takınırsa, ona havale edilir (şifâsız kalır, umduğuna eremez)." (Tirmizî, Tıbb 24, h. no: 2073)

Şâbi ile Katâde, Said b. Cübeyr ve diğer bir cemaate göre rukye mekruhtur. Mü’mine gereken Allah’a tevekkül ederek bunu yapmamaktır. Çünkü rukyenin Allah halketmedikçe bir zarar veya faydası yoktur. (Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ahmed Dâvudoğlu, Sönmez Neşriyat, c. 9, s. 629)

http://kalemder.org.tr/Article-Detail/220-CINLERIN-MUSALLATI-ILE-ILGILI-RUKYECILERE-20-SORU


28194


 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum selam we rahmetullah kardeşim;

Evvela şuna değineyim ki; Ahmed Kalkan, diğer aşikâr hadis inkarcıları gibi olmasa da onlarla hadis inkarı noktasında paralellik arzeden bilhassa 'akla uygunluk' ve 'Kur'ana arz' yöntemi adı altında sahih hadisleri inkâr edebildiğine daha önce de şahid olduk. Bu rukye - cin konusu gibi Nuzul-u İsa , Mehdi - Deccal sahih rivayetleri ve inkarı da böyledir. Bu yöntemle hadislere yaklaşanların inkarları bunlarla da kalmaz, recm, mirac, kâbir azabı, şefaat vb. gibi ehl-i sunnetin pekçok itikadi mevzuları akl-i yaklaşımla reddeden Mutezile fırkasının tavır ikiziyle reddedilir!

Hadisleri Kur’an’a Arz’cı Ahmed Kalkan, Nuzûl-u İsa İnkârı
Nuzûl-u İsa (a.s.) mutevatir hadislere rağmen bu mesele Kur’anda geçmiyor, zorlama tevil yorumlarla bu mesele kabul edilmiş. Oysa hadisler Kur’ana arz edilseydi böyle itikad edilmezdi denilerek inkarını şu cümlelerle ortaya koyuyor! :


Hz. İsa’nın nüzûlü, Kur’an’da geçmez. Bu konudaki kabul, mütevâtir olmayan hadis-i şerif rivâyetlerine, yani haber-i vâhide (âhad hadislere) dayanır. Bu hadislerin sahih olduğu kabulünden dolayı, bazı âyetler bu hadisler çerçevesinde yorumlanmış, te’vil edilmiştir. Aslında hadislerin Kur’an’a arzedilmesi, Kur’an âyetlerine göre tashih, te’vil ve yorumlarının yapılması daha doğru bir yol kabul edilseydi, bu zorlama te’viller yapılmazdı.:
---
İsa’nın ineceğine inanmak, itikadî bir meseledir. İtikad, şek üzerine kurulmaz; yakîn ve mütevâtir nass üzerine kurulur. Hz. İsa’nın göğe çıktığına ve âhir zamanda ineceğine dair yakîn (kesin bilgi) ifade edecek herhangi mütevâtir bir haber yoktur. Bu konudaki rivâyetlerin hepsi âhad haberlerden ibarettir. Hz. İsa’nın ineceği hakkında anlatılanlar, Ehl-i Beyt’ten Mehdî adındaki âdil bir imamın geleceğine dair anlatılan rivâyetlere de çok benzerlik gösterir. Mehdî hakkındaki rivâyetlerde de bir kesinlik yoktur. Bu rivâyetler, mütevâtir olmadığı gibi meşhur bile değildir. Hadisçiler katında sahihin altında bir derece olan “hasen hadis” kabul edilmiştir. Kesinlik ifade etmeyen bu hadis rivâyetleriyle itikad kurulamaz.”
http://www.ahmedkalkan.com.tr/kavram-tefsiri/item/253-isa-a-s.html


Buradaki sorulara da zaman zaman fırsat buldukça cevab vermeye çalışacağız ve göreceksiniz ki sahih hadislere usul-u hadis kriterlerince teslim olmak ve yaklaşmak gerekirken akli şubhe ve vesvese ve ithamlarla kuruntulara düşerek yaklaştığı, reddettiğine şahid olacağız.
Şimdi Allah (c.c.)'nin izin verdiği kadar sorularını alıntılayarak cevablarımızı vermeye çalışalım.



----
1- Sünnetullah denilen, Allah’ın tabiattaki değişmez ve değiştirilemez yasaları var. Cinlerin insanın içine girip onun iradesini insana rağmen tümüyle farklı şekilde yönlendirmesi, onu etki altına alması, onu hastalandırması, hatta öldürmesi, sünnetullah’la nasıl bağdaşır?
C 1- Kader’e iman; sizin kabul etmediğiniz ehl-i sünnet muslumanların imanın şartlarındandır. Kişinin başına gelen musibetlerin tamamı kader iledir. İyileşmesi de kader iledir. Her kulun kaderinin olması sunnetullahtır. İnsanın başına gelen musibetler, hastalıklar ve şifa bulması da Allahın takdiri iledir.

2- İnsan yeryüzünün halifesi (2/Bakara, 30) olduğuna göre ve “O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı”(2/Bakara, 29) denildiğine ve cinlerin de insan için (insana hizmet etsin diye) insandan daha âciz varlıklar olan cinler insanı nasıl ele geçirir ve iradesini yok edecek şekilde onu yönlendirebilir? Yaşatan ve öldüren Allah’tır. İnsandan âciz varlıklar insanı nasıl mağlup edebilir, rezil edebilir ve onu öldürebilir?
C 2- İnsan yaratılış, iman ve kulluk yönünden tabi ki üstündür. Fakat buna rağmen içinde fıtri bir korku olabilir, ben üstünüm dediği ve bildiği halde bir yılanla, kaplanca karşılaşmak istemeyiz, korkarız. Bu mantıkla giderseniz nass ile sabit olan Büyü’yü de inkar edersiniz? Herkes’ten Suleyman (a.s.)’ın ilmine ve ni’metlerine vâkıf olmasını beklemeniz mantıklı mıdır? Cinlerin insanlardan farklı ve üstün bazı özellikleri de mevcuddur. Nitekim hızlı olmaları, görünmemeleri de bunlardan biridir. Biz ehl-i sünnet akidesine sahib muslumanlar; Rasulullah (s.a.v.) dahi olsa büyü/sihir yapılabileceğine inanıyoruz.

3- Delil denilince, öncelikle Kur’an ve Sünnet akla gelir. Kur’an cinlerin, şeytanların özellikle mü’minlere musallat olamayacağını net olarak haber vermiyor mu?
“Gerçek şu ki; şeytanın, iman eden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti yoktur.”(16/Nahl, 99. Bu âyetle bunca Müslümanın içine girdiği ve hâkimiyet kurduğu iddia edilen insanın içine cin girmesini nasıl bağdaştıracağız? Kur’an iman eden ve tevekkül edene onların egemenliği olmaz demesinden yola çıkılarak; insanlara rukye adıyla uzun seanslar yapılacağına, niye sahih iman ve yalnız Rabbe tevekkül anlatılarak, konu çözümlenmiyor.
C 3- Ayette Müslümanlar diyerek geneli değil aksine ihlaslı kullardan, Yalnız Rablerine tevekkül edenlere şeytanın etkisinden bahsetmekedir. Musallat olunmuş kişilerin tevekkül ve ihlas konusunda kısmi veya ekseri olarak zaaf taşımadıklarına dâir teminatınız mı var?

4- Cinlerin en şerlisine, en zararlısına şeytan denildiğine ve şeytanın sadece vesvese verebileceği, başka bir gücü olmadığına göre, insanı emrine alıp iradesini yok edecek şekilde zararı şeytan veya onun askeri nasıl verebiliyor? Bu konuyla ilgili âyetleri hatırlatayım: “Kullarımın üzerinde senin bir nüfuzun, musallatlığın olamaz. Ancak sana uyan sapıklar bunun dışındadır” (15/Hıcr, 42); “Şüphesiz, (gerçek) kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin olmayacaktır. Vekil olarak Rabbin yeter!” (17/İsrâ, 65). Bilindiği gibi; bu âyetlerde geçen “sultân” kelimesine, mealler; “hâkimiyet, ağırlık, yaptırım gücü, hiçbir gücü, nüfuzu, etkili gücü, sulta, saltanat, musallat olma, etki, kandırmaya gücü, etkin gücü” şeklinde anlam vermişler.

“Gerçek şu ki; şeytanın, iman eden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti yoktur.” (16/Nahl, 99). Bu âyette bahsedilen şeytandır. Şeytan, cinlerin en şerlilerinin adıdır. Şeytanın gücü bu ise, diğer cinlerin daha büyük değildir.

Yine, şeytanın ahiretteki itirafı: “İş bitirilince şeytan da diyecek ki: “Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.” (14/İbrâhim, 22)
C 4- İnsana musallat olan cinler zaten vesvese ve kuruntularla bedenine girdikleri kişilere o duyguları hissettirir ve düşündürtür. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) da kendisine büyü yapılmasının etkisiyle bazı meseleleri olmadığı halde olmuş gibi zan ederdi.

Kendisine delil diye vermiş olduğu ayet:
Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde, onun (Şeytan'ın) bir hakimiyeti yoktur.” (Nahl 99)


Diyerek şeytanın insana hakimiyeti olamayacağına sözde iddia ediyorsun. Fakat bir sonraki ayette Rabbimiz şeytanın hangi tür insanlara hakimiyet de sağlayabileceğine hükmetmiştir!

Onun hakimiyeti, ancak onu dost edinenlere ve onu Allah'a ortak koşanlaradır.” (Nahl 100)

5- Cinlerle insanların cinsleri, yapıları çok ayrı olduğu halde, cinlerin insanlarla evlenmeleri, mümkün olabilir mi? İslâm hukuku böyle bir durumu kabul eder mi? Etmiş olsaydı, miras gibi, çocuğun cin mi, insan mı kabul edileceği vb. birçok ahkâmın düzenlenmesi gerekmeyecek miydi? Onlarla cinsel temas yapıp çocuk sahibi olmak mümkün olabilir mi? Zinâ yaparak hâmile kalıp doğum yapan bir kadına: “bu çocuğun babası kimdir?” diye sorulduğunda bu kadının, “cindir” şeklinde cevap vermesi kabul edilecek bir husus mudur?
C 5- Bu aşamaya gelmeniz de güzel bir gelişme. Bu konuda ehl-i sünnetin Cumhur uleması caiz görmemekle beraber, bu tür ilişkilere mekruh ve câiz diyenler de olmuştur. Her tarafın görüşleri şöyledir:

Cinlerle Evlenme ve Cinsel İlişki Mumkun mu?
https://www.islam-tr.org/konu/cinlerle-evlenme-ve-cinsel-iliski-mumkun-mu.21915/

6- İnsanın bedeni, cinler gibi, dünyanın nice güzelliklerini de bilip tanıyan varlıklar için rahat edilecek, güzel bir mekân mıdır ki, cin giriyor ve aylarca, yıllarca orada yaşıyor? İnsan vücudunun içinde ne yiyor, ne içiyor, evliyse ailesiyle ilişkileri nasıl devam ediyor?
C 6- Cinler zaman zaman bedenden ayrılıb girebilir, musallat olduğu kişilerin aracılığıyla (besmelesiz, cunub) yeme, içme , ibadetlerden soğutma, haramlara düşürme gibi bir nevi kendine hizmet ettirir. Nitekim büyücünün görevlendirerek kişiye musallat olması için bedene yolladığı kafir cinler, istemedikleri kişiler olsa da, korktukları üstlerinin talimatlarını yerine getirirerek musallat olabilirler.

"Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? - Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üzerine inerler." (Şuara 221 - 222)

Osman bin Ebi’l Âs radıyallahu anh diyor ki:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e Kuran’ı unutmam hakkında dert yandım.
O, eliyle göğsüme vurarak şöyle dedi! “Ey şeytan, Osman’ın göğsünden çık.”
Osman diyor ki: Ondan sonra hatırlamak istediğim hiçbir şeyi unutmadım.” (Taberani, Mûcemu’l Kebir, Hadis no: 8266; Nuraddin el Heysemi, Mecmeu’z-zevaid, Hadis No: 14150; Ebu Nuaym, Delâilu'n-nubuvve, 2/466; Beyhakî, Delâilu'n-nubuwe, 5/307-308, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, 3/33; Kastalâni, Mevâhibu'l-ledunniye, 1/308))



20- Cinleri insandan çıkarmak için rukye gerekiyorsa, rukyeye Kur’an’a uygun rukye, Furkan rukye, Kur’an terapisi gibi iddialı adlar vermekten çekinmez ve yapılan rukyeleri Kur’an ve Sünnete uygun, hatta unutulan sünnetin ihyâsı olarak görürsek; şu aşağıdaki hadislere ve görüşlere nasıl cevap verilebilir?

Resûl-i Ekrem: “Rukye yapan kişi mütevekkil değildir” buyurmuştur. (S. Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi, D.İ.B. Y., c. 12, s. 88)

İmran İbn Husayn (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.): "Ümmetimden yetmişbin kişi (Mahşer' de) hesaba çekilmeden cennete girecektir!" buyurdular. Kendisine: "Ey Allah'ın Rasûlü! Bunlar kimlerdir?" diye soruldu. Şöyle buyurdu: "Onlar, kendilerini dağlatmayanlar, rukyeye başvurmayanlar, teşâüm'e (uğursuzluğa) inanmıyanlar ve Rabblerine tevekkül edenlerdir!" (Müslim, İman, 371, h. no: 218)

İbn Mes'ud (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s)'ı işittim, diyordu ki: "Rukyelerde, temîmelerde (muskalarda), tivelelerde (muhabbet muskası) bir nevi şirk vardır." Bunu işiten bir kadın atılarak, (İbn Mes'ud'a): "Böyle söylemeyin, benim gözüm ağrıyordu. Falan yahudiye gittim geldim. O bana rukye yaptı. Ağrım kesildi" dedi. Abdullah İbn Mes'ud tereddüt etmeden, "Bu (ağrı) şeytanın işiydi, o eliyle dürtüyordu, sana rukye yapılınca vazgeçti. Bu durumda sana Rasûlulullah (s.a.s.) gibi, şöyle söylemen kafidir: "Ezhibi'lbe’se Rabbe'nnâs eşfi ente'ş-Şâfi, Lâ şifâe illâ şifâuke, şifâen lâ yuğâdiru sakamen. (Ey insanların Rabbi, acıyı gider, şifa ver, sen Şâfisin. Senin şifandan başka bir şifa yoktur, hiçbir hastalık bırakmayan bir şifa istiyorum." (Ebû Dâvud, Tıbb 17, h. no: 3883)

Câbir (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)'dan nüşre hakkında sorulmuştu: "O şeytan işidir!" buyurdu." (Ebû Dâvud, Tıbb 9, h. no: 3868)

(Nüşre rukye'nin bir çeşididir. İbnu’l-Esîr, bunu "Cin değmesine mâruz kaldığı sanılan kimsenin tedavisi için başvurulan bir rukye ve ilaç" olarak tarif eder ve bu rukyenin nüşre diye isimlenmesini, onunla kişiyi kapayıp örten hastalığın çözülüp dağıtıldığına (neşredildiğine) inanılması ile izah eder. Daha açık bir ifade ile nüşre, cine tutulduğu zannedilen kimsenin cinlerini dağıtmak için yapılan rukyeye denmektedir. Görüldüğü üzere bir sihir çeşididir. Nüşre denmesi de, hastalığın onunla dağıtılması, belanın onunla inkişaf ettirilip açılmasından dolayıdır.)

İsa İbn Hamza anlatıyor: "Abdullah İbn Ukeym (r.a.)'ın yanına girdim. Kendisinde kızıllık vardı. "Temîme (muska) takmıyor musun?" diye sordum. Bana şu cevabı verdi: "Bundan Allah'a sığınırım. Zira Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştu: "Kim bir şey takınırsa, ona havale edilir (şifâsız kalır, umduğuna eremez)." (Tirmizî, Tıbb 24, h. no: 2073)

Şâbi ile Katâde, Said b. Cübeyr ve diğer bir cemaate göre rukye mekruhtur. Mü’mine gereken Allah’a tevekkül ederek bunu yapmamaktır. Çünkü rukyenin Allah halketmedikçe bir zarar veya faydası yoktur. (Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ahmed Dâvudoğlu, Sönmez Neşriyat, c. 9, s. 629)

C 20- Rukye yapanların tanınmak için kendilerine verdikleri reklam isimlerini bahane ederek, Rukyeyi inkâra delil diye sunmanız gerçekten çok ucuz kalmış, yakışmamış size.
Birde rukyeyi reddeden hadisler diye sunduğunuz rivayetleri işinize geldiği gibi anlamaya çalışmanız da Hakk'ın ortaya çıkmasını istemeyen kişilerin başvurduğu tek yanlı cedel politikasıdır. Neden Rukyeyi yapan sahabeleri onaylayan hadisleri göremiyorsunuz, değinmiyor sunuz?
Üstelik Rukyenin yapılmasının câiz olmadığına dâir hadis diye koyduğunuz rivâyetlere incelemediğinizi söylemiyorum. İncelemişsinizdir ama bile bile Rukye'nin câiz olmayan gayr-ı meşru şekillerinden olan Cahiliyye uygulamalarını bugün sanki uygulayan mı var? Bunlara Rukyeyi savunanan ehl-i sunnet de karşıdır bunu bilesiniz!

Demişsiniz ki:
"Resûl-i Ekrem: “Rukye yapan kişi mütevekkil değildir” buyurmuştur. (S. Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi, D.İ.B. Y., c. 12, s. 88)"

Orijinali şöyledir :

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: « مَنْ اكْتَوَى أَوْ اسْتَرْقَى فَقَدْ بَرِئَ مِنَ التَّوَكُّلِ » : وَفِي البَابِ عَنْ ابْنِ مَسْعُودٍ، وَابْنِ عَبَّاسٍ، وَعِمْرَانَ بْنِ حُصَيْنٍ: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ

Muğîre b. Şu’be (r.anh)’in babasından rivâyete göre,
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Kim dağlanmak suretiyle tedavi olmaya çalışırsa ve muska taşıyarak tedavi olmak isterse Allah’a tevekkül etmekten uzaklaşmış demektir.
(Tirmizi, Tıb, Bab 14, Hadis no: 2055; Ebû Dâvûd, Tıb: 17; İbn Mâce: Tıb: 39; Ahmed b. Hanbel, IV, 249, 251)
Tirmizî: Bu konuda İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, İmrân b. Husayn’dan da hadis rivâyet edilmiştir. Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir demiştir.

Dağlamak iki çeşittir:
1- Acemlerin pek çoğunun yaptığı gibi hastalığa yakalanmamak, hasta olmamak için sağlam birisini dağlamaktır. Onlar çocuklarını ve gençlerini kendilerinde hastalık olmadığı halde dağlarlar. Bu dağlamanın onların (çocukların) sıhhatini koruyacağını ve hastalıkları onlardan uzaklaştıracağını zannederler. Rasûlullah'ın (s.a.v.) ibtal ettiği ve hakkında, "Dağlanan tevekkül etmemiştir" dediği husus da budur. Çünkü o sıhhatli olduğu halde dağlanmak ve tabiatını ateşle korkutmakla kendisinden Allah'ın kaderini uzaklaştırabileceğini zannetmektedir. Eğer Allah'a tevekkül etmiş olsaydı, O'nun (c.c) kazasından insanı kurtaracak hiçbir şey olmadığını bilirdi ve sıhhatli olduğu halde tedavi olmaz ve hastalıktan kurtulmak için hastalık olmayan yeri dağlamazdı.
2- Yara iltihaplandığı ve kan akıb kesilmediği zaman yarayı dağlama, karında ve bedende su toplandığı zaman damarların dağlanması da böyledir. İşte Rasûlullah'ın, "Muhakkak onda şifa vardır" dediği dağlama budur. (Rasulullah) Es'ad b. Zurâre'yi, boynunda hissettiği bir hastalıktan dolayı dağlamıştır. Bu ise birici gibi değildir. Çünkü hastalığa yakalanınca tedavi olan bir kimseye "tevekkül etmemiştir" denilemez.

Halbuki Rasûlullah (s.a.v.) tedavi olunmasını emretmiş ve, "Her hastalığın ilacı vardır" (Buharî, Tıb 1; Ahmed b. Hanbel, I, 377, 413, III, 156, IV, 278) buyurmuştur. İlaç mutlaka şifa vereceğinden değil, sadece bu ilaç ile Allah'ın kendisine afiyet vermesi umularak içilir. Çünkü Allahu Teâlâ herşey için bir sebeb kılmıştır." (İbn Kuleybe, Hadis Mudafaası, 432-434)

Rukyenin bazı sahih rivayetlerde uygun görülmesi (Fethu’l_Bari, 10/201), -burada olduğu gibi- diğer bazı rivayetlerde hoş karşılanmaması gösteriyor ki, herhangi bir tedavi şeklinin faydalı olub olmadığına bakılır. Eğer gerçekten bir faydası varsa o ilaç veya rukye veya key (dağlama metodu) kullanılabilir. Faydasız ise kullanılması uygun değildir. Bununla beraber, rukye veya herhangi bir tedavi şeklinde eğer kişi şifayı Allah’a vermeyip, ilaç gibi sebeblere verirse bu şirk olur. (Fethu’l-Bari, 10/139)
Munavi’ye göre, rukyenin mekruh görülmesi, kişinin Allah’a değil, rukyeye itimat etmesi durumuna bağlıdır. (Tuhfetu’l-Ahvezi, 6/179)
İbnu’l-Esir el-Cezeri’ye göre, mekruh sayılan rukyeden maksad, yapılan rukyenin mutlaka şifa olacağına itimat etmek, Allah’ın Arabca olan isim ve sıfatları yerine, önceki kitaplarda geçen ve Arabca olmayan dolayısıyla manası bilinmeyen bazı şeyleri yazma veya okumaya yöneliktir. (Tuhfetu’l-Ahvezi, 6/182)




Bu konuda âlimlerce verilen izahlardan şu netice alınır:
Dağlamanın yasak olduğu durumlar:

1- Dağlamaktan başka tedavi mümkün iken,
2- Dağlamak tehlikeli iken,
3- Şifayı Allah'dan değil de dağlamaktan beklerken,
4- Sağlıklı olduğu halde hastalanmamak için ve bir tedbir mahiyetinde olmak üzere dağlamak.

Yukarıdaki maddelerde yazılı durumlarda dağlamak da dağlanmak da yani kişinin kendi nefsini dağlaması veya başkasını dağlaması yasaktır, yani mekruhtur. Hastalıktan kurtulmanın başka çaresi görülmüyorsa zaruret halinde ve son çare olarak dağlama yoluna gidebilir. (Hatiboğlu Haydar, Sünen-i İbn Mâce Tercemesi ve Şerhi, IX, 251-252)


- Rukye yapılmasına reddiye olarak verdiğiniz ikinci hadis ise kendi aleyhinizedir. o hadis de şudur :

"İmran İbn Husayn (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.): "Ümmetimden yetmişbin kişi (Mahşer' de) hesaba çekilmeden cennete girecektir!" buyurdular. Kendisine: "Ey Allah'ın Rasûlü! Bunlar kimlerdir?" diye soruldu. Şöyle buyurdu: "Onlar, kendilerini dağlatmayanlar, rukyeye başvurmayanlar, teşâüm'e (uğursuzluğa) inanmıyanlar ve Rabblerine tevekkül edenlerdir!" (Müslim, İman, 371, h. no: 218)"

Bu hadise göre Rasulullahın ummetinden yetmişbin kişi hariç (hesaba çekilerek) Cennete girenler Rukyenin meşru olanını yapıp - yaptırmışlardır!

- Rukye yapılmasına reddiye olarak verdiğiniz üçüncü hadis ise Rukyenin câiz olmayan muska şekilleriyle (Temime, Tivele) alakalıdır. Bu türleri Rukyeyi savunan Ehl-i sunnet ulema da reddetmektedir . Verdiğiniz hadis şudur :
"İbn Mes'ud (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s)'ı işittim, diyordu ki: "Rukyelerde, temîmelerde (muskalarda), tivelelerde (muhabbet muskası) bir nevi şirk vardır." Bunu işiten bir kadın atılarak, (İbn Mes'ud'a): "Böyle söylemeyin, benim gözüm ağrıyordu. Falan yahudiye gittim geldim. O bana rukye yaptı. Ağrım kesildi" dedi. Abdullah İbn Mes'ud tereddüt etmeden, "Bu (ağrı) şeytanın işiydi, o eliyle dürtüyordu, sana rukye yapılınca vazgeçti. Bu durumda sana Rasûlulullah (s.a.s.) gibi, şöyle söylemen kafidir: "Ezhibi'lbe’se Rabbe'nnâs eşfi ente'ş-Şâfi, Lâ şifâe illâ şifâuke, şifâen lâ yuğâdiru sakamen. (Ey insanların Rabbi, acıyı gider, şifa ver, sen Şâfisin. Senin şifandan başka bir şifa yoktur, hiçbir hastalık bırakmayan bir şifa istiyorum." (Ebû Dâvud, Tıbb 17, h. no: 3883)"

Temime zaten câiz değildir.
Temime (Muska): Nazar değmesin diye takılan nazarlık, boncuk, kemik muska ve tılsım gibi nazarı (göz değmesini) savması için asılan şeylere denir.

Hamza (Rahmetullahi Aleyh) şöyle dedi:
“Ben, Abdullah bin Ukeym (Radiyallahu Anh)’ın yanına girdiğimde yüzünde bir kızıllık vardı.
Bunun üzerine kendisine: Temime (muska) takmaz mısın? dedim.
Bunun üzerine Abdullah bin Ukeym (Radiyallahu Anh) bana: Temimeden (muskadan) Allah’a sığınırız! Çünkü Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Kim, (kendisine fayda verdiğine veya kendisinden zararı giderdiğine inanarak muska, nazarlık ve buna benzer) bir şey takarsa, Allah onu o taktığı şeyle başbaşa bırakır!’ buyurdu.”
(Ahmed bin Hanbel, Musned, Tirmizi 2152, Hakim)
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
“Her kim, (kendisine bir fayda verdiğine veya kendisinden bir zararı giderdiğine inanarak muska, nazarlık ve buna benzer) bir şey takarsa, taktığı o şeyle baş başa bırakılır."
(Tirmizî; hadis no: 2072; Ahmed; hadis no: 18736; Şuayb el-Arnaût, Câmiu'l-Usul; c: 7, sf: 575'te 'hadis, hasendir', demiştir)

وعن ابن مسعود رضي الله عنه قال: سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول: "إن الرقى والتمائم والتولة شرك" رواه أحمد وأبو داود.
İbn Mes'ûd «Radiyallahu anh şöyle anlatmaktadır:
"Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu işittim: «Rukye, temâim (muska) ve tivele Şirktir
(Ahmed, 1/381; Ebû Dâvûd, 3883; İbn Mâce, 3530; Hâkim -sahih diyerek, 4418; Zehebî de ona muvafakat etmiştir. Ebu Ya'la, 5208; Taberânî, el-Kebîr, 10/213; Beyhaki, 9/350)
Tivele (muhabbet muskası): Kadın ile erkeğin birbirlerini sevmesini sağlamak amacıyla yapılan bir tür büyüdür.
Tivele de haramdır. Tivelenin haramlığı; Allahu teâlânın takdîrinin ve dilediğinin aksini yapabileceğine inanıldığından dolayıdır. (İbnu'l Esîr)
Kadının tivele yapması bir çeşit sihirbazlıktır. Sihir ise haramdır. (İbn-i Vehbân)
Kadının yapmış olduğu rukye, âyetlerin ve Rasûlullah'dan gelen duâların yazılması değil de; bunlardan başka şeyler de orada yazılır veya okunursa, o tivele sihir hükmünde olur. (İbn-i Âbidîn)



-----


RUKYE YAPARAK ÜCRET ALMANIN CEVAZLIĞI

Ebu Huzame'nin babası Ya'mer (r.anhu) şöyle demiştir:
Ben Rasulullah (s.a.v.)'e sordum ve : "Ey Allah'ın rasulu! Bizim okuyup üflediğimiz dualar, tedavide kullandığımız ilaçlar ve kendileriyle korunmaya çalıştığımız korunma araçları Allah'ın kaderinden bir şey geri çevirebilir mi?" dedim.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bunlar da Allah'ın kaderindendir".
(Tirmizi, Tıb21, No: 2065 (Tirmizi hadisin hasen -sahih olduğunu söylemiştir) ; İbn Mace, Tıb 1, No: 3437; Ahmed bin Hanbel, III, 421)


33- Fâtihatu'l-Kitâb'ı Okumakla Rukyeler Yapma Babı

Bu, İbn Abbâs'tan; Peygamber(S)den zikrolunuyor:

51-.......Bize Şu'be, Ebû Bişr'den; o daEbû-Mutevekkil'den; o da Ebû Saîd el-Hudrî (r.anh)'den şöyle tahdîs etti: Peygamber (s.a.v.)'in sahâbîlerinden bir grup insan Arab kabilelerinden bir oba halkının üzerine vardılar. O oba halkı gelen sahâbî grubuna yemek vermediler. Onlar böyle konuk edilmemiş hâlde bulundukları sırada birden o oba halkının seyyidi zehirli bir hayvan tarafından sokuldu.
Bunun üzerine oradaki sahâbîlere: — Sizin beraberinizde bir deva yâhud rukye tedavisi yapan kimse var mı? dediler.
Sahâbîler de onlara: —
Sizler bizi konuk edip yemek yedirmediniz. Biz de, sizler bizim için bir ücret ta'yîrı etmedikçe size rukye yapmayız! dediler.

Bunun akabinde kabile halkı, sahâbîîer için ücret olarak bir bölük koyun sürüsü ayırdılar. Bundan sonra bir sahâbî Ummu'I-Kur'ân'ı okumaya başladı. Tükrüğünü topluyor ve o hasta adamın üzerine tü-kürüyordu. Neticede o zât iyileşti. O kabîle halkı da koyun sürüsünü getirip teslim ettiler.
Sahâbîler, okuyan sahâbîye: — Biz bu sürü parçasını Peygamber'e sormadıkça almayız, dediler.
Nihayet bunu Peygamber'e anlatıp sordular.
Peygamber (s.a.v.) güldü ve: — "Sana bu sûrenin bir rukye olduğunu bildiren nedir? Bu sürü parçasını alın, bana da bir pay ayırın!" buyurdu.
(Buhari; Tıb, No: 51- Başlığa uygunluğu "Sahâbî Ummu'l-Kur'ân'ı okumağa başladı" sözünden alınır. Ummu'l-Kitâb da el-Fâtiha Sûresi'dir.)


34- Rukye Yapmak Hususunda Bir Koyun Sürüsü Bölüğü (Vermelerini) Şart Kılma Babı

52-.......Bana Ubeydullah ibnu'l-Ahnes Ebû Mâlik, İbn Ebî leyke'den; o da İbn Abbâs (r.anhuma)'dan şöyle tahdîs etti: Peygamber'in sahâbîlerinden bir mufreze grubu, bir su başında konaklamış olan bir oba halkının yanına vardılar. Oba halkı içinde zehirli hayvan tarafından sokulmuş -yâhud tedâvî edilecek- bir kimse bulunuyordu. O su başmdakilerden bir adam, sahâbî grubunun karşısına geldi de, onlara:

İçinizde rukye yapan biri var mı? Bu su başında konaklamış olan toplulukta zehirli birşey tarafından sokulmuş -yâhud tedâvî edilecek- bir hasta vardır, dedi.
Onun bu muracaatı üzerine sahâbîlerden biri gitti de o hasta adama, bir bölük koyun sürüsü ücret karşılığında Fâtihatu'l-Kitâb'ı okudu. Akabinde o kimse derdinden kurtulup iyileşti. Sonunda koyun sürüsü karşılığında okuma tedavisi yapan kimse arkadaşlarının yanına geldi. Arkadaşları onun bu ücreti almasını kerîh gördüler ve:
Sen Allah'ın Kitâbı'na karşılık ücret aldın! dediler.
Nihayet Medine'ye geldiler de:
Yâ Rasûlallah! Fulân kimse Allah'ın Kitâbı'na karşılık ücret aldı, dediler.

Rasulullah (s.a.v.): — "Karşılığında ücret aldığınız vazifelerin en haklı olanı, Allah'ın Kitabı mukaabilindeki ücrettir" buyurdu.
(Buhari; Tıb, No: 52- Başlığa uygunluğu "Bir bölük koyun sürüsü karşılığında Fâtihatu'l-Kitâbı okudu..." sözündedir. Hadîs, Fatiha Sûresi'yle duâ etmek mukaabilinde ücret şart kılmanın caiz olup olmayacağı sorusuna cevâb teşkil etmektedir. Mezheb imamları bu konuda ihtilâf etmişlerdir... Bâzıları bununla Kur'ân öğretme karşılığında ücret almanın cevâbına delîl getirmek istemişlerdir.
Bu hadîs, Buhârî'nîn Muslim'den ayrı olarak rivayet ettiği hadîslerdendir. Aslında İcâre Kitâbı'nda geçen Ebû Saîd el-Hudrî hadîsinin başka yoldan bir rivayetidir. Tirmizî ile îbn Mâce'nin rivayetlerinde bu seriyyenin otuz kişi olduğu, başkanlarının da Ebû Saîd olduğu ve onun tarafından hastaya duâ edildiği açıkça söylenmiştir.
Bu hadîs, Kur'ân karşılığında ücret almayı değil, duâ ile ma'nevî tedâvî karşılığında ücret şart kılmayı ifâde etmektedir. Hanefîler hadîsin son fıkrasını "Allah'ın Kitabı ile duâ mukaabili alınan ücret" diye te'vîl etmişlerdir..)


(Sevkânî, Neylu'l-evtâr, Mısır, e!-Bâbi'I-Halebi I391 (l971 ) V/325; Buhârî,N/121; el-Âynî, Umdetu'l-Kâr-î, Dâru'-Ihyai't-turâsi'l-Arabî (Tarihsiz ofset), XN/95.)
Burada karşılığında ücret almak câiz olan şey, Kur'ân okumak değil, rukye yapmaktır. (Sevkânî, age. V/326. )
Rukye'de Kur'ân'dan unsurlar bulunması, bu hükmü değiştirmez. (Aynî, age. Vll/96.) Ayrıca rukye tedavi için yapılır. Tedaviden ücret almak ise câizdir. (el-Cezîrî, el-Fıkh'u ‚ale'l-mezâhibi'I-erba'a, Mısır, l392 NI/l28.)


Kurtubî de; Rukyeden ücret almanın câiz olmasını, Kur'ân'dan ücret almanın cevazına delil kabul etmeyiz." diyor. (‚Aynî, age. Xll/96; Ibni Abidîn, Sifâ'ul-‚alîl, sf: 155, Raddu'l-Muhtâr, VI/57.)


Ebû Said el-Hudrî (radıyallahu anh) diyor ki:
Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Sahâbîlerinden bir topluluk, bir yolculuğa çıktılar. Nihayet bunlar Arab kabilelerinden bir kabile yanında konakladılar ve onlardan kendilerini misafir etmelerini istediler. Fakat o kabile halkı bunları konuk etmediler. Bu sırada o kabilenin lideri zehirli bir hayvan tarafından sokuldu. Kabile halkı harekete geçib her şeye başvurdular, fakat hastaya hiçbir şey fayda vermedi.
Bunun üzerine onlardan bazıları: “Şu sizin yakınınıza inmiş olan kafileye gitseniz, belki onların bazısının yanında bir şey, bir çare bulunabilir.” dediler.
Akabinde kabile halkı, Sahâbîlere geldiler ve “Ey cemaat! Liderimiz bir haşere tarafından sokuldu. Onun için her şeye koştuk, fakat ona hiçbir şey fayda vermedi. Sizden birinizin yanında buna bir çare var mıdır?” diye sordular.
Sahâbîlerden birisi: “Evet, bende var. Vallahi ben elbette dualarla tedavi ediciyim, fakat vallahi bizler sizden bizi misafir etmenizi istedik de sizler bizi müsafir etmediniz. Artık şimdi ben de bizim için bir ücret tayin etmedikçe size dua okuyup tedavi yapacak değilim” dedi.
Sonunda bir koyun sürüsü üzerine anlaştılar.
Ebû Said onlarla birlikte kabile başkanının yanına gitti, “el-Hamdu lillâhi Rabbil-âlemîn” sûresini okuyup adamın üzerine hafifçe tükürerek üflemeye başladı. Nihayetinde adam, sanki bağından çözülmüş gibi oldu, ileri geri yürümeye başladı. Kendisinde hiçbir aksaklık yoktu.
Ebû Said dedi ki: Kabile halkı, üzerinde anlaşmış oldukları ücreti Sahâbîlere ödediler.
Sahâbîlerden bazıları: “Bu koyunları taksim ediniz!” dediler.
Fakat dua yapan kimse: “Hayır, taksim etmeyiniz! Bizler Rasûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) gidelim, olan hadiseyi ona zikredelim de bakalım bizlere ne emredecek!” dedi.
İşin sonunda, sefere çıkan Sahâbîler, Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) huzuruna geldiler ve bu hususu kendisine zikrettiler.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) (Ebû Said’e hitaben): “Fatiha’nın bu kadar etkili bir dua ve tedavi olduğunu sana kim bildirdi? İyi ve doğru hareket etmişsiniz. Şimdi koyunları taksim ediniz ve bana da sizlerle birlikte bir pay ayırınız!” buyurdu.
(Buhârî, Tıb, bab. 33, 39, İcare, bab. 16; Muslim, Selam, bab. 65, 66, Hadis no: 2201; Ebû Dâvûd, Buyu, bab 37, Hadis no: 3418; Tirmizî, Tıb, bab. 20, Hadis no: 2064; İbni Mâce, Ticarât, bab, 7, Hadis no: 2156; Musned, İmam Ahmed, III, 10, 44)






Devam edecek inşeAllah



İlgili Konular:


Cinlerin İnsanlara Verdiği Rahatsızlık - Zarar ve Korunup Kurtulma Yolları
https://www.islam-tr.org/konu/cinle...zlik-zarar-ve-korunup-kurtulma-yollari.12065/
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
20- Cinleri insandan çıkarmak için rukye gerekiyorsa, rukyeye Kur’an’a uygun rukye, Furkan rukye, Kur’an terapisi gibi iddialı adlar vermekten çekinmez ve yapılan rukyeleri Kur’an ve Sünnete uygun, hatta unutulan sünnetin ihyâsı olarak görürsek; şu aşağıdaki hadislere ve görüşlere nasıl cevap verilebilir?
Resûl-i Ekrem: “Rukye yapan kişi mütevekkil değildir” buyurmuştur. (S. Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi, D.İ.B. Y., c. 12, s. 88)

İmran İbn Husayn (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.): "Ümmetimden yetmişbin kişi (Mahşer' de) hesaba çekilmeden cennete girecektir!" buyurdular. Kendisine: "Ey Allah'ın Rasûlü! Bunlar kimlerdir?" diye soruldu. Şöyle buyurdu: "Onlar, kendilerini dağlatmayanlar, rukyeye başvurmayanlar, teşâüm'e (uğursuzluğa) inanmıyanlar ve Rabblerine tevekkül edenlerdir!" (Müslim, İman, 371, h. no: 218)

İbn Mes'ud (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s)'ı işittim, diyordu ki: "Rukyelerde, temîmelerde (muskalarda), tivelelerde (muhabbet muskası) bir nevi şirk vardır." Bunu işiten bir kadın atılarak, (İbn Mes'ud'a): "Böyle söylemeyin, benim gözüm ağrıyordu. Falan yahudiye gittim geldim. O bana rukye yaptı. Ağrım kesildi" dedi. Abdullah İbn Mes'ud tereddüt etmeden, "Bu (ağrı) şeytanın işiydi, o eliyle dürtüyordu, sana rukye yapılınca vazgeçti. Bu durumda sana Rasûlulullah (s.a.s.) gibi, şöyle söylemen kafidir: "Ezhibi'lbe’se Rabbe'nnâs eşfi ente'ş-Şâfi, Lâ şifâe illâ şifâuke, şifâen lâ yuğâdiru sakamen. (Ey insanların Rabbi, acıyı gider, şifa ver, sen Şâfisin. Senin şifandan başka bir şifa yoktur, hiçbir hastalık bırakmayan bir şifa istiyorum." (Ebû Dâvud, Tıbb 17, h. no: 3883)

Câbir (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)'dan nüşre hakkında sorulmuştu: "O şeytan işidir!" buyurdu." (Ebû Dâvud, Tıbb 9, h. no: 3868)

(Nüşre rukye'nin bir çeşididir. İbnu’l-Esîr, bunu "Cin değmesine mâruz kaldığı sanılan kimsenin tedavisi için başvurulan bir rukye ve ilaç" olarak tarif eder ve bu rukyenin nüşre diye isimlenmesini, onunla kişiyi kapayıp örten hastalığın çözülüp dağıtıldığına (neşredildiğine) inanılması ile izah eder. Daha açık bir ifade ile nüşre, cine tutulduğu zannedilen kimsenin cinlerini dağıtmak için yapılan rukyeye denmektedir. Görüldüğü üzere bir sihir çeşididir. Nüşre denmesi de, hastalığın onunla dağıtılması, belanın onunla inkişaf ettirilip açılmasından dolayıdır.)

İsa İbn Hamza anlatıyor: "Abdullah İbn Ukeym (r.a.)'ın yanına girdim. Kendisinde kızıllık vardı. "Temîme (muska) takmıyor musun?" diye sordum. Bana şu cevabı verdi: "Bundan Allah'a sığınırım. Zira Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştu: "Kim bir şey takınırsa, ona havale edilir (şifâsız kalır, umduğuna eremez)." (Tirmizî, Tıbb 24, h. no: 2073)

Şâbi ile Katâde, Said b. Cübeyr ve diğer bir cemaate göre rukye mekruhtur. Mü’mine gereken Allah’a tevekkül ederek bunu yapmamaktır. Çünkü rukyenin Allah halketmedikçe bir zarar veya faydası yoktur. (Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ahmed Dâvudoğlu, Sönmez Neşriyat, c. 9, s. 629)

C 20- Rukye yapanların tanınmak için kendilerine verdikleri reklam isimlerini bahane ederek, Rukyeyi inkâra delil diye sunmanız gerçekten çok ucuz kalmış, yakışmamış size.
Birde rukyeyi reddeden hadisler diye sunduğunuz rivayetleri işinize geldiği gibi anlamaya çalışmanız da Hakk'ın ortaya çıkmasını istemeyen kişilerin başvurduğu tek yanlı cedel politikasıdır. Neden Rukyeyi yapan sahabeleri onaylayan hadisleri göremiyorsunuz, değinmiyor sunuz?
Üstelik Rukyenin yapılmasının câiz olmadığına dâir hadis diye koyduğunuz rivâyetlere incelemediğinizi söylemiyorum. İncelemişsinizdir ama bile bile Rukye'nin câiz olmayan gayr-ı meşru şekillerinden olan Cahiliyye uygulamalarını bugün sanki uygulayan mı var? Bunlara Rukyeyi savunanan ehl-i sunnet de karşıdır bunu bilesiniz!

Demişsiniz ki:

"Resûl-i Ekrem: “Rukye yapan kişi mütevekkil değildir” buyurmuştur. (S. Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi, D.İ.B. Y., c. 12, s. 88)"

Orijinali şöyledir :
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: « مَنْ اكْتَوَى أَوْ اسْتَرْقَى فَقَدْ بَرِئَ مِنَ التَّوَكُّلِ » : وَفِي البَابِ عَنْ ابْنِ مَسْعُودٍ، وَابْنِ عَبَّاسٍ، وَعِمْرَانَ بْنِ حُصَيْنٍ: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ

Muğîre b. Şu’be (r.anh)’in babasından rivâyete göre,
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Kim dağlanmak suretiyle tedavi olmaya çalışırsa ve muska taşıyarak tedavi olmak isterse Allah’a tevekkül etmekten uzaklaşmış demektir.
(Tirmizi, Tıb, Bab 14, Hadis no: 2055; Ebû Dâvûd, Tıb: 17; İbn Mâce: Tıb: 39; Ahmed b. Hanbel, IV, 249, 251)
Tirmizî: Bu konuda İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, İmrân b. Husayn’dan da hadis rivâyet edilmiştir. Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir demiştir.


Dağlamak iki çeşittir:
1- Acemlerin pek çoğunun yaptığı gibi hastalığa yakalanmamak, hasta olmamak için sağlam birisini dağlamaktır. Onlar çocuklarını ve gençlerini kendilerinde hastalık olmadığı halde dağlarlar. Bu dağlamanın onların (çocukların) sıhhatini koruyacağını ve hastalıkları onlardan uzaklaştıracağını zannederler. Rasûlullah'ın (s.a.v.) ibtal ettiği ve hakkında, "Dağlanan tevekkül etmemiştir" dediği husus da budur. Çünkü o sıhhatli olduğu halde dağlanmak ve tabiatını ateşle korkutmakla kendisinden Allah'ın kaderini uzaklaştırabileceğini zannetmektedir. Eğer Allah'a tevekkül etmiş olsaydı, O'nun (c.c) kazasından insanı kurtaracak hiçbir şey olmadığını bilirdi ve sıhhatli olduğu halde tedavi olmaz ve hastalıktan kurtulmak için hastalık olmayan yeri dağlamazdı.
2- Yara iltihaplandığı ve kan akıb kesilmediği zaman yarayı dağlama, karında ve bedende su toplandığı zaman damarların dağlanması da böyledir. İşte Rasûlullah'ın, "Muhakkak onda şifa vardır" dediği dağlama budur. (Rasulullah) Es'ad b. Zurâre'yi, boynunda hissettiği bir hastalıktan dolayı dağlamıştır. Bu ise birici gibi değildir. Çünkü hastalığa yakalanınca tedavi olan bir kimseye "tevekkül etmemiştir" denilemez.

Halbuki Rasûlullah (s.a.v.) tedavi olunmasını emretmiş ve, "Her hastalığın ilacı vardır" (Buharî, Tıb 1; Ahmed b. Hanbel, I, 377, 413, III, 156, IV, 278) buyurmuştur. İlaç mutlaka şifa vereceğinden değil, sadece bu ilaç ile Allah'ın kendisine afiyet vermesi umularak içilir. Çünkü Allahu Teâlâ herşey için bir sebeb kılmıştır." (İbn Kuleybe, Hadis Mudafaası, 432-434)

Rukyenin bazı sahih rivayetlerde uygun görülmesi (Fethu’l_Bari, 10/201), -burada olduğu gibi- diğer bazı rivayetlerde hoş karşılanmaması gösteriyor ki, herhangi bir tedavi şeklinin faydalı olub olmadığına bakılır. Eğer gerçekten bir faydası varsa o ilaç veya rukye veya key (dağlama metodu) kullanılabilir. Faydasız ise kullanılması uygun değildir. Bununla beraber, rukye veya herhangi bir tedavi şeklinde eğer kişi şifayı Allah’a vermeyip, ilaç gibi sebeblere verirse bu şirk olur. (Fethu’l-Bari, 10/139)
Munavi’ye göre, rukyenin mekruh görülmesi, kişinin Allah’a değil, rukyeye itimat etmesi durumuna bağlıdır. (Tuhfetu’l-Ahvezi, 6/179)
İbnu’l-Esir el-Cezeri’ye göre, mekruh sayılan rukyeden maksad, yapılan rukyenin mutlaka şifa olacağına itimat etmek, Allah’ın Arabca olan isim ve sıfatları yerine, önceki kitaplarda geçen ve Arabca olmayan dolayısıyla manası bilinmeyen bazı şeyleri yazma veya okumaya yöneliktir. (Tuhfetu’l-Ahvezi, 6/182)


Bu konuda âlimlerce verilen izahlardan şu netice alınır:
Dağlamanın yasak olduğu durumlar:

1- Dağlamaktan başka tedavi mümkün iken,
2- Dağlamak tehlikeli iken,
3- Şifayı Allah'dan değil de dağlamaktan beklerken,
4- Sağlıklı olduğu halde hastalanmamak için ve bir tedbir mahiyetinde olmak üzere dağlamak.


Yukarıdaki maddelerde yazılı durumlarda dağlamak da dağlanmak da yani kişinin kendi nefsini dağlaması veya başkasını dağlaması yasaktır, yani mekruhtur. Hastalıktan kurtulmanın başka çaresi görülmüyorsa zaruret halinde ve son çare olarak dağlama yoluna gidebilir. (Hatiboğlu Haydar, Sünen-i İbn Mâce Tercemesi ve Şerhi, IX, 251-252)


- Rukye yapılmasına reddiye olarak verdiğiniz ikinci hadis ise kendi aleyhinizedir. o hadis de şudur :

"İmran İbn Husayn (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.): "Ümmetimden yetmişbin kişi (Mahşer' de) hesaba çekilmeden cennete girecektir!" buyurdular. Kendisine: "Ey Allah'ın Rasûlü! Bunlar kimlerdir?" diye soruldu. Şöyle buyurdu: "Onlar, kendilerini dağlatmayanlar, rukyeye başvurmayanlar, teşâüm'e (uğursuzluğa) inanmıyanlar ve Rabblerine tevekkül edenlerdir!" (Müslim, İman, 371, Hadis no: 218)"

Bu hadise göre Rasulullahın ummetinden yetmişbin kişi hariç (hesaba çekilerek) Cennete girenler Rukyenin meşru olanını yapıp - yaptırmışlardır!

- Rukye yapılmasına reddiye olarak verdiğiniz üçüncü hadis ise Rukyenin câiz olmayan muska şekilleriyle (Temime, Tivele) alakalıdır. Bu türleri Rukyeyi savunan Ehl-i sunnet ulema da reddetmektedir . Verdiğiniz hadis şudur :
"İbn Mes'ud (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s)'ı işittim, diyordu ki: "Rukyelerde, temîmelerde (muskalarda), tivelelerde (muhabbet muskası) bir nevi şirk vardır." Bunu işiten bir kadın atılarak, (İbn Mes'ud'a): "Böyle söylemeyin, benim gözüm ağrıyordu. Falan yahudiye gittim geldim. O bana rukye yaptı. Ağrım kesildi" dedi. Abdullah İbn Mes'ud tereddüt etmeden, "Bu (ağrı) şeytanın işiydi, o eliyle dürtüyordu, sana rukye yapılınca vazgeçti. Bu durumda sana Rasûlulullah (s.a.s.) gibi, şöyle söylemen kafidir: "Ezhibi'lbe’se Rabbe'nnâs eşfi ente'ş-Şâfi, Lâ şifâe illâ şifâuke, şifâen lâ yuğâdiru sakamen. (Ey insanların Rabbi, acıyı gider, şifa ver, sen Şâfisin. Senin şifandan başka bir şifa yoktur, hiçbir hastalık bırakmayan bir şifa istiyorum." (Ebû Dâvud, Tıbb 17, h. no: 3883)"

Temime zaten câiz değildir.
Temime (Muska): Nazar değmesin diye takılan nazarlık, boncuk, kemik muska ve tılsım gibi nazarı (göz değmesini) savması için asılan şeylere denir.

Hamza (Rahmetullahi Aleyh) şöyle dedi:
“Ben, Abdullah bin Ukeym (Radiyallahu Anh)’ın yanına girdiğimde yüzünde bir kızıllık vardı.
Bunun üzerine kendisine: Temime (muska) takmaz mısın? dedim.
Bunun üzerine Abdullah bin Ukeym (Radiyallahu Anh) bana: Temimeden (muskadan) Allah’a sığınırız! Çünkü Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Kim, (kendisine fayda verdiğine veya kendisinden zararı giderdiğine inanarak muska, nazarlık ve buna benzer) bir şey takarsa, Allah onu o taktığı şeyle başbaşa bırakır!’ buyurdu.”
(Ahmed bin Hanbel, Musned, Tirmizi 2152, Hakim)
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
“Her kim, (kendisine bir fayda verdiğine veya kendisinden bir zararı giderdiğine inanarak muska, nazarlık ve buna benzer) bir şey takarsa, taktığı o şeyle baş başa bırakılır."
(Tirmizî; hadis no: 2072; Ahmed; hadis no: 18736; Şuayb el-Arnaût, Câmiu'l-Usul; c: 7, sf: 575'te 'hadis, hasendir', demiştir)


وعن ابن مسعود رضي الله عنه قال: سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول: "إن الرقى والتمائم والتولة شرك" رواه أحمد وأبو داود.
İbn Mes'ûd «Radiyallahu anh şöyle anlatmaktadır:
"Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu işittim: «Rukye, temâim (muska) ve tivele Şirktir
(Ahmed, 1/381; Ebû Dâvûd, 3883; İbn Mâce, 3530; Hâkim -sahih diyerek, 4418; Zehebî de ona muvafakat etmiştir. Ebu Ya'la, 5208; Taberânî, el-Kebîr, 10/213; Beyhaki, 9/350)
Tivele (muhabbet muskası): Kadın ile erkeğin birbirlerini sevmesini sağlamak amacıyla yapılan bir tür büyüdür.
Tivele de haramdır. Tivelenin haramlığı; Allahu teâlânın takdîrinin ve dilediğinin aksini yapabileceğine inanıldığından dolayıdır. (İbnu'l Esîr)
Kadının tivele yapması bir çeşit sihirbazlıktır. Sihir ise haramdır. (İbn-i Vehbân)
Kadının yapmış olduğu rukye, âyetlerin ve Rasûlullah'dan gelen duâların yazılması değil de; bunlardan başka şeyler de orada yazılır veya okunursa, o tivele sihir hükmünde olur. (İbn-i Âbidîn)

 
E Çevrimdışı

Ebu SILA

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Ahmed Kalkan bey hadis inkarı adetine aynen devam ediyor. Aşağıdaki yazıyı da bir kaç gün önce paylaşmış.
Fasit ve art niyetli kıyası ile de komik duruma düşmüştür.!
Keşke böyle lafı dolandırmadan taklalar atmadan mertçe hadisleri inkar ettiğini söyleseydi.!

İNSANLARA MUSALLAT OLAN CİNLERİ ÇIKARDIĞINI İDDİA EDENLER! HAYDİ, İŞBAŞINA! KORONA İNSANLARA MUSALLAT OLDU
İnsanlara musallat olup içlerine girdiğini iddia ettikleri cinleri, insan bedeninden çıkardıklarını iddia eden, bunu rukyecilik adına yapan cincilere, üfürükçülere çağrı yapıyorum: Madem sizde öyle bir ilim, öyle bir güç var; bunu bize ispatlamanız için işte önemli bir fırsat… Korona virüsten kurtulmak için dünya ülkeleri milyar dolarlar hazırlıyor ve harcıyorlar. Okuyup üfleyerek, muska yazıp uğraşarak aldığınız paranın milyonlarca katı para kazanmak istiyorsanız, tam size uygun zamanlar…
Haydi, insanın içine girip gerçekten musallat olan şu virüsleri insan bedeninden çıkarın da insanlığa büyük hizmet etmiş ve size inanmayanları da iknâ etmiş olun. Gücünüz yetmiyorsa, “cinler insanlara musallat oluyor, ben de onları insan içinden çıkarıyorum” deyip insanları kandırmayın!
“Ben cin çıkarıyorum, virüs değil” demeye de kalkmayın! “Cin”, gözle görülmeyen canlı varlık; “ins”in (insan) mukabili demektir. Ve nice hadiste de, gözle görülmeyen küçük varlıklara (mikroplara) cin denilmiştir.
Rukyeciler, üfürükçüler! Haydi, ne duruyorsunuz, madem öyle kabiliyetiniz var, çıkarın da görelim şu insanlara musallat olan Korona virüs adlı cinleri.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Ahmed Kalkan bey hadis inkarı adetine aynen devam ediyor. Aşağıdaki yazıyı da bir kaç gün önce paylaşmış.
Fasit ve art niyetli kıyası ile de komik duruma düşmüştür.!
Keşke böyle lafı dolandırmadan taklalar atmadan mertçe hadisleri inkar ettiğini söyleseydi.!

İNSANLARA MUSALLAT OLAN CİNLERİ ÇIKARDIĞINI İDDİA EDENLER! HAYDİ, İŞBAŞINA! KORONA İNSANLARA MUSALLAT OLDU
İnsanlara musallat olup içlerine girdiğini iddia ettikleri cinleri, insan bedeninden çıkardıklarını iddia eden, bunu rukyecilik adına yapan cincilere, üfürükçülere çağrı yapıyorum: Madem sizde öyle bir ilim, öyle bir güç var; bunu bize ispatlamanız için işte önemli bir fırsat… Korona virüsten kurtulmak için dünya ülkeleri milyar dolarlar hazırlıyor ve harcıyorlar. Okuyup üfleyerek, muska yazıp uğraşarak aldığınız paranın milyonlarca katı para kazanmak istiyorsanız, tam size uygun zamanlar…
Haydi, insanın içine girip gerçekten musallat olan şu virüsleri insan bedeninden çıkarın da insanlığa büyük hizmet etmiş ve size inanmayanları da iknâ etmiş olun. Gücünüz yetmiyorsa, “cinler insanlara musallat oluyor, ben de onları insan içinden çıkarıyorum” deyip insanları kandırmayın!
“Ben cin çıkarıyorum, virüs değil” demeye de kalkmayın! “Cin”, gözle görülmeyen canlı varlık; “ins”in (insan) mukabili demektir. Ve nice hadiste de, gözle görülmeyen küçük varlıklara (mikroplara) cin denilmiştir.
Rukyeciler, üfürükçüler! Haydi, ne duruyorsunuz, madem öyle kabiliyetiniz var, çıkarın da görelim şu insanlara musallat olan Korona virüs adlı cinleri.
Bu yazıyı ben de gördüm, doğruuğunu teyit edebilmek için yazısının orijinalini görmek istedim face ve twitte aradım bulamadım. Bulursanız linkini de eklerseniz ona göre bir bakalım inşeAllah
 
E Çevrimdışı

Ebu SILA

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi

Buradan bakın hocam. Sayfasında var.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Mâalesef kronik hastalığı tekrar nüksetmiş.
Geçen sene, önce sahih hadis inkarcılığı sebebiyle sıkıştırıldığı sosyal medyayı bıraktığını açıklayıp piyasadan kaybolmuştu fakat görüyorum ki korona puslu havasında tekrar zehrini kusma ihtiyacı görmüş.
Bilmiyorum Koronaya yakalansa Cinlerin insan vücuduna gireceğine iman edebilecek midir? Ne saçma mantıkla çocuk gibi kıyaslamalarda bulunuyor acıdım trajedisine şahsen. Koronadan önce beyin / kalb'ine bulaşan virüsten kurtulması ve korunması gerekir!
 
Üst Ana Sayfa Alt