Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Allah (c.c.) Görülmesi Hadislerin Sıhhati ve Şerhi Nedir ?

A Çevrimdışı

Alkâme

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Es Selamun aleykum ve rahmetullahi ve berakatuh

bir hadiste sahabe sorar ya rasulallah Allahı svt görecekmiyiz Rasulullah şöyle buyurur "rabbin bir nurdur onu göremezsiniz" başka bir hadiste Allahı svt ayın 14 ü gibi göreceksiniz deniliyor.

hadislerin sıhhati ve şerhi nedir özellikle 1.hadis konusunda şüpheliyim hadis inkarcıları söylediği için. Allah razı olsun
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Es Selamun aleykum ve rahmetullahi ve berakatuh

bir hadiste sahabe sorar ya rasulallah Allahı svt görecekmiyiz Rasulullah şöyle buyurur "rabbin bir nurdur onu göremezsiniz" başka bir hadiste Allahı svt ayın 14 ü gibi göreceksiniz deniliyor.

hadislerin sıhhati ve şerhi nedir özellikle 1.hadis konusunda şüpheliyim hadis inkarcıları söylediği için. Allah razı olsun

Âleykum selam we rahmetullahi we berakatuh;

Kardeşim sormuş olduğun birinci hadis, Rasulullah (s.a.v.)'in Miracta Allah (c.c.)'ı gördü mü diye sorulması üzerine verilmiş bir cevabdır ve sahihtir.
İkinci sormuş olduğun hadis ise, mûminlerin Ahiratte Allah (c.c.)'ı görecekler mi diye sormaları üzerine verilmiş cevabdır ve sahihtir.


1-
Ebû Zerr (Radıyallahu Anh) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e bir keresinde: "Rabb'ini gördün mü?" diye sorunca, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "O bir nurdur. O'nu nasıl görebilirim?"
(Muslim, İman:78, No:178, 1\161; Tirmizi, Tefsir: 54, No: 3282, 5/396; Ahmed ibni Hanbel, el-Musned, No:21450, 8/90) buyurmuştur ki, Ebû Abdillah-i Mazirî (Radıyallahu Anh) in beyanına göre bunun manası:

"Işıklar gözleri kaplayarak, bakanla görmek istediği şeyi idrak etmesi arasına girip engel teşkil ettiği gibi, Allah-u Tealâ'nın nuru da benim, O'nun öz Zatını görmeme mani oldu." demektir.
Burada görülemeyeceği ifade edilen nur, öz Zatın nurudur ki, buna kimsenin tahammül edemeyeceği aşikârdır.

Muslim'in Sahih'inde Mesrûk'dan şöyle dediği nakledilmektedir:
Âişe (r.anhâ)'ın yakınında bir yere yaslanmış bulunuyordum. Ey Âişe'nin babası, dedi. Üç husus vardır ki, kim bunlardan birisini söyleyecek olursa Allah'a karşı büyük bir iftirada bulunmuş olur.
Ben: Bunlar hangileridir, diye sordum, şöyle dedi:
"Kim Muhammed'in Rabb'ini gördüğünü iddia edecek olursa, Allah'a karşı büyük iftirada bulunmuş olur."
(Mesruk) dedi ki: Ben o sırada yaslanmış bulunuyorken oturdum ve şöyle dedim: Ey mûminlerin annesi, bana mühlet ver acele etme. Aziz ve celi! olan Allah: "Andolsun onu apaçık ufukta görmüştür." (Tekvir, 23); "Andolsun O'nu. bir diğer inişte de görmüştür" (Necm, 13) diye buyurmuyor mu?
Bana şöyle dedi: Bu ummet arasında bu hususu Rasulullah (s.a.v.)'a İlk soran kişi benim. Bana şu cevabı vermişti: "Sözü edilen bu şahıs Cebraildir. Onu, yaratıldığı suretinde yalnızca bu iki seferde görmüş idim. Ben onu semadan aşağı inmiş gördüm, azameti ile sema ile arzın arasını kapatmıştı,"
Yine Aişe şöyle dedi: Sen, aziz ve celil olan Allah'ın şu buyruğunu hiç işitmedin mi: "Gözler O'na erişemez. O ise bütün gözleri kuşatmıştır. O, lutuf sahibidir, herşeyden haberdardır." Yine aziz ve celil olan Allah'ın: "Vahiy ile veya bir perde arkasından, yahut izni ile dilediğini vahyetmek için bir elçi göndermesi yoluyla olmadıkça hiç bir insana Allah'ın söz söylemesi söz konusu olmaz. Şubhesiz ki O, yücedir, hakimdir"i (Şu'ra, 51) buyurduğunu hiç duymadın mı?
(Aişe) devamla dedi ki: Kim de Rasulullah (s.a.v.)'ın Allah'ın Kitabından bir şey gizlediğini iddia edecek olursa, Allah'a karşı büyük bir iftirada bulunmuş olur. Halbuki yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey Peygamber, Rabb'inden sana indirileni tebliğ et. Eğer böyle yapmazsan O'nun risaletini tebliğ etmemiş olursun." (Maide, 67)
(Aişe) devamla dedi ki: Kim de onun, yarın ne olacağını haber verdiğini iddia edecek olursa, o da Allah'a karşı büyük bir iftirada bulunmuş olur. Halbuki yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "De ki: Göklerle yerde olan gaybı Allah'tan başka kimse bilmez." (Neml, 65)
(Muslim, İman, 287 ; Tirmizi, Tefsir, 6, sûre 5 ; Yakın lafızlarla Buhâri, Tefsir 53. sûfe 1; Tirmizî, Tefsir 53. sûre 2)

İşte Allah'ın Peygamber (s.a.v.) tarafından görülmediği hususundaki görüşü budur. Peygamber'in (işaret edilen âyetlerde) gördüğünün Cebrail olduğunu söyleyenler arasında îbn Mes'ud da vardır. Ebu Hurayra'dan da onun gördüğü zatın Cebrail oluduğu görüşünde olduğu rivayet edilmektedir. Bununla birlikte bu hususta onlardan farklı rivayetler de gelmiştir.

Peygamberin Allah'ı görmediğini ve Allah'ın görülmesinin mümkün olmadığım muhaddis, fukaha ve mutekelliminden bir kesim ileri sürmüştür.
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Peygamber yüce Allah'ı gözleriyle görmüştür.
İbn Abbas'tan meşhur olan rivayet budur. Delili ise, yüce Allah'ın: "O'nun gördüğünü kalb yalanlamadı." (Necm, 1) âyet-i kerimesidir.
Abdullah b. el-Haris de der ki: İbn Abbas ile Ubey b. Kâ'b bir araya geldiler.
İbn Abbas şöyle dedi: "Biz, Haşimoğullarına gelince Muhammed'in Rabb'ini iki defa gördüğünü kabul ediyoruz."

Daha sonra İbn Abbas (r.anhuma) şöyle dedi:
"Dostluğun (halli) İbrahim, konuşmanın Musa, rûyetin de Muhammed'e (Ona ve bütün peygamberlere selatu selam olsun) ait olmasından hayret mi ediyorsunuz? Kâ'b, dağlar sesiyle yankılanıncaya kadar tekbir getirdi ve sonra şöyle dedi: Allah rûyetini ve kelamını Muhammed ile Musa arasında pay etti. Musa ile konuştu, Muhammed de O'nu gördü."

İbnu Abbâs, bu ifadelerinde "görme" hadisesini mutlak bırakmıştır. Yani bu ifadelerde Rasûlullah'ın Cenab-ı Hakk'ı "gözleriyle" gördüğü manası da mevcuttur. Halbuki, yine İbnu Abbas'tan bize nakledilen bazı rivayetlerde bu görme hâdisesi "gözle" değil "kalble" vuku bulmuştur.

Nitekim Muslim'in bir rivayetinde مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأى وَلَقَدْ رَآهُ نَزْلَةً اُخْرى "Onun gördüğünü kalb yalan çıkarmadı.. Andolsun ki onu diğer bir defa da Sidretu'l-Muntehâ'nın yanında gördü" (Necm 11-14) âyeti hakkında şöyle demiştir:
رأى رَبَّهُ بِفُؤآدِهِ مَرَّتَيْنِ "O, Rabb'ini kalbiyle iki sefer görmüştür." Bir başka tarikte رَآهُ بِقَلْبِهِ "O'nu kalbiyle gördü" demiş, bir başka rivayette لَمْ يَرَهُ رَسولُ اللَّهِ # بِعَيْنِهِ إنَّمَا رَآهُ بِقَلْبِهِ "Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Rabb'ini gözüyle görmedi, bilakis kalbiyle gördü" diye ısrar etmiştir.
Alimler, bu meselede Aişe'nin nefyi ile İbnu Abbas'ın isbatını şöyle te'lîf ederler:
"Nefiy gözle görmekle ilgilidir, isbat ise kalble görmekle ilgilidir." Ve derler ki: "Kalble rûyetten maksad, kalbin hakiki görmesidir. Sadece ilim husulu değildir. Çünkü Aleyhissalâtu vesselâm, Allah'ı her an bilmekte idi. Öyleyse, rûyeti isbattan maksad, Allah'ı kalbi ile görmesidir. Ona hâsıl olan rûyet, kalbte yaratılmış olan rûyettir, tıpkı diğer insanlara gözde yaratılan rûyet gibi. Rûyet (görme) hâdisesi ise, her ne kadar âdeten gözde yaratılması câri ise de, hadd-i zâtında, aklen husûsi bir şarta bağlı değildir."
İbnu Hacer, mevzuyu, önceki hadisin şerhi zımnında kaydettiğimiz rivayetleri de zikrederek tahlile şöyle devam eder:
"İbnu Huzeyme kuvvetli bir senetle Enes'ten: "Muhammed Rabbini gördü" rivayetini kaydeder. Muslim'de Ebu Zerr rivayeti olarak, onun Rasûlullah'a bu hususta sorduğu, Rasûlullah'ın: "Nurdur, nasıl görebilirim?" dediği kaydedilmiştir.

Ahmed'de yine Ebu Zerr'den: "Bir nur gördüm" cevabını aldığını, İbnu Huzeyme'de Ebu Zerr'in: "Allah'ı kalbiyle gördü, gözüyle görmedi" dediği kaydedilmiştir. Böylece, Ebu Zerr'in Nur'u zikirdeki gayesi açıklık kazanmaktadır: "Nur, Rasûlullah'ın, Allah'ı gözüyle görmesine mâni olmuştur."
İbnu Hacer devamla der ki: "Kurtubî, el-Mufhim'de, "Bu meselede tevakkuf etmek gerekir" diyenlerin görüşünü tercih eder. Bu görüşü birkısım muhakkiklere nisbet eder ve: "Bu babta kesin bir delil yok" diyerek mezkur görüşü takviye eder ve devamla der ki: "Her iki görüş sahiblerinin istidlalde kullandıkları deliller zahirde muteârızdırlar ve te'vile kâbildirler. Mesele ise, amelî meselelerden değil ki, zannî delillerle iktifa edilsin. Bu mesele akideye girmektedir. Akide hususunda katî delillerle istidlâl edilir.
İbnu Huzeyme, Kitâbu't-Tevhîd'de rûyetin isbatını tercih etmiş, bu hususta istidlal için sözü uzatmıştır. Onu burada zikretmeyeceğiz. İbnu Abbâs'tan vârid olan görüşü, "rûyet iki sefer vaki oldu, biri kalbiyle" diye te'vil eder. Bu hususta kaydettiğim seni iknaya yeterlidir."
İbnu Hacer, Ahmed İbnu Hanbel'in de rûyeti isbat edenlerden olduğuna dair rivayet geldiğini kaydeder, ancak bunun bir rivayet hatası olduğuna dair yapılan açıklamaları da kaydeder.
Rûyetin subutuna meyleden Nevevî der ki: "Aişe, rûyeti merfu bir hadise dayanarak reddetmiyor, eğer nezdinde bu hususta bir rivayet olsaydı onu zikrederdi. İstinbatını, ayetin zâhirinden zikrettiği manaya dayandırmıştır. Halbuki bu meselede sahâbeden birkısmı kendisine muhalefet etmiştir. Usul kâidesine göre, sahâbeden biri bir hükme varır, diğer bir sahâbe de ona muhalefet ederse, onun bu sözü kesin, bağlayıcı bir huccet olmaz."
İbnu Hacer, Nevevî'nin bu sözünü kaydettikten sonra, bunu nasıl söylediğine hayretini ifade eder ve Aişe'nin, Muslim'de gelen ve biri şu açıklamamızın baş tarafında kaydettiğimiz rivayet (Mezkur rivayette, Aişe, sorusu üzerine Mesrûk'a: "Bu ummetten, o meseleyi Rasûlullah'a ilk soran ben oldum. Aleyhissalâtü vasselâm : "O, Cibril'dir!.." buyurdular" demiştir.) olmak üzere kaydettiği birkaç rivayetle, Aişe'nin bu meselede Rasûlullah'ın açıklamasına dayandığını belirtir.

Hadiste mevzu edilen bu husus, Rasûlullah'ın Cebrail aleyhisselâm'ı fıtrî ve aslî huviyetiyle iki sefer görmesidir. Bunun biri yeryüzünde vukûa gelmiştir. Vahyin bidayetlerinde, yukarı ufukta, arz ve sema arasını dolduran bir azamette görmüştür. İkincisi ise, Mîrac sırasında, Sidretu'l-Münteha'nın yanında vukûa gelmiştir.

Abdurrazzak'ın da naklettiğine göre, el-Hasen, Allah adına yemin ederek Muhammed (s.a.v.)'ın Rabb'ini gördüğünü söylüyordu.
Ebu Ömer et-Telamen-kî de bunu İkrime'den naklettiği gibi, kelamcılardan bazısı bunu İbn Mes'ud'dan da rivayet etmiştir.
Ancak birinci görüş (yani Peygamberin Allah'ı değil de Cebraili gördüğü) şeklindeki rivayeti ondan daha meşhur olarak nakledilmiştir.

İbn İshâk'ın naklettiğine göre Mervan, Ebu Hurayra'ya: "Muhammed Rabb'ini gördü mü?" diye sormuş, O da: "Evet" demiş.

en-Nakkâş da Ahmed b. Hanbel'den şöyle dediğini nakletmektedir: Ben, İbn Abbas'ın rivayet ettiği hadise uygun olarak gözüyle Allah'ı gördü, diyorum, gördü dedi ve bu sözünü nefesi tükeninceye kadar tekrarlamaya devam etti.

Şeyh Ebu'l-Hasen el-Eş'arî ile onun arkadaşlarından bir gurup da bu görüşü benimseyerek, Muhammed (s.a.v.)'ın yüce Allah'ı basarı ve baş gözüyle gördüğünü kabul etmişlerdir. Enes, İbn Abbas, İkrime, er-Rabi ve el-Hasen de bu görüştedir. el-Hasen, kendisinden başka hiç bir ilah bulunmayan Allah adına yemin ederek Muhammed Rabb'ini görmüştür, derdi. Aralarında Ebu'l-Âliye, el-Kurazî ve er-Rabi b. Enes'in de bulunduğu bir grup da şöyle demiştir- "O, Rabb'ini kalbiyle görmüştür." Yine bu görüş İbn Abbas ve İkrime'den de nakledilmiştir.

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Ahmed b. Hanbel, Peygamber Rabb'ini kalbiyle görmüştür, demiş ve dünyada gözlerle görüleceğini söylemekten çekinmiştir. Malik b. Enes'den şöyle dediği nakledilmektedir: Allah dünyada görülmez. Çünkü O, bakîdir. Baki olan ise fani olan (göz) ile görülmez. Ahiratte ise onlara baki gözler ihsan edilecek ve baki gözleriyle bakiyi göreceklerdir.

Kadı îyad da şöyle demektedir: Bu, güzel ve hoş bir açıklamadır. Diğer taraftan Allah'ın görülmesinin imkânsız olacağına dair delil, ancak insanın buna güç yetiremiyeceği açısından ileri sürülmüştür. Fakat yüce Allah, kullarından dilediği kimseye güç verip de rûyetin yüklerini kaldırma kudretini ihsan edecek olursa, o kimse hakkında bu imkânsız olmaz. Bu kabilden Musa (a.s.) hakkındaki bir takım açıklamalar yüce Allah'ın izni ile el-A'raf Sûresi'nde (7/143. âyetin tefsirinde) gelecektir.
Yüce Allah'ın: "O ise bütün gözleri kuşatmıştır" buyruğu, hiçbir şey O'na gizli kalmaz, herşeyi O görür ve bilir, demektir. Özel olarak "gözler"in sözkonusu edilmesi ise, sözde munasebet sağlamak içindir. ez-Zeccâc da der ki: Bu buyrukta mahlukatın gözleri (görmeyi) idrak etmediklerine delil vardır. Yani onlar, görmenin gerçek keyfiyetini bilememektedirler. İnsan diğer organları ile değil de neden yalnızca gözleriyle görür oluşunun sebebini bilemez.

"Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabb'i de onunla konuşunca dedi ki "Rabb'im, bana kendini göster de Sana bakayım." Buyurdu ki: "Beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sen de Beni görebileceksin." Rabb'i o dağa tecelli edince, onu paramparça etti. Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: "Seni tenzih ederim. Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim." (A'raf 143)

"Musa, tayin ettiğimiz vakitte" va'dolunan vakitte "gelip Rabb'i de onunla konuşunca" yani, arada herhangi bir vasıta bulunmaksızın kelâmını ona işittirince, "dedi ki: Rabb'im bana kendini göster de Sana bakayım."
Bu sözleriyle Musa, Allah'ı görme talebinde bulundu ve sözünü işitince, onu görmeye şevki arttı.
Bunun üzerine yüce Allah: "Buyurdu ki: Beni asla göremezsin." Yani, Beni dünyada görmene imkan yoktur.

Bu buyruğu, Senin kudretine bakayım diye bana büyük bir âyet (alâmet ve mucize) göster, maksadı ile söylenmiş olduğuna yorumlamak imkânsızdır. Çünkü, Musa, "Sana" demiş, buna karşılık yüce Allah da: "Beni asla göremezsin" diye buyurmuştur. Şayet Musa, Allah'tan kendisine bir âyet göstermesini dilemiş olsaydı, diğer âyet ve mucizeleri ona verdiği gibi, elbette istediğini ona verirdi. Musa'nın da görmüş olduğu diğer âyetlerden dolayı bunları istemesini gerektirmeyecek kadar bir kanaati de zaten oluşmuş idi. O bakımdan böyle bir te'vil batıldır.

"Fakat şu dağa bak. Eğer o yerinde durabilirse, sen de Beni görebileceksin-" Yüce Allah, Musa'ya kendi bünyesinden daha güçlü ve daha sağlam olan bir şeyi misal verdi. Yani, eğer dağ yerinde durur ve sarsılmazsa, Beni görebileceksin. Eğer yerinde durmazsa, şunu bil ki dağ Benim tecellimi kaldıramadığı gibi, sen de Beni görmeye takat gösteremeyeceksin.

Kadı lyad, Kadı Ebu Bekr b. et-Tayyib'den şu anlamda bir söz nakletmektedir:
Musa, yüce Allah'ı gördü, bunun için yere baygın yığıldı. Dağ da Rabb'ini gördü. Bundan dolayı Allah'ın, dağ için yaratmış olduğu özel bir idrâk sebebiyle param parça dağıldı.
Kadı Ebu Bekr b. et-Tayyib, bunu yüce Allah'ın: "Fakat şu dağa bak. Eğer o yerinde durabilirse, sen de Beni görebileceksin" diye buyurduktan sonra: "Rabb'i o dağa tecelli edince onu param parça etti, Musa da baygın düştü" diye buyurmasından çıkartmaktadır.
Tecelli etmesi, görünmesi, ortaya çıkması demektir. Bu da "Gelini açığa çıkardım, görünmesini sağladım" tabirinden alınmıştır. Yine üzerindeki pası giderilerek ortaya çıkartılan kılıç hakkında da aynı fiil kullanılır ve her ikisinde de mastar şeklinde gelir. Bir şeyin tecelli etmesi, onun açığa çıkması demektir.
Emri ve kudreti tecelli etti diye de açıklanmıştır. Bunu Kurtubi ve başkaları söylemiştir.

Medine'liler ile Basra'lılar "param parça" anlamındaki; kelimesini "kef" harfi şeddeli ve iki üstün İle okumuşlardır. Bu okuyuşun sıhhatine ise, "Ve yer dağılıp zerreler gibi parça parça olduğu zaman" (Fecr, 21) âyeti ile dağ anlamındaki kelimenin muzekker oluşu delil teşkil etmekledir. Kufe'liler ise, dîye okumuşlardır. O, dağı hafif tümsek bir arazi gibi bir hale getirdi, demektir. Bu ise, dağ seviyesine ulaşamayan tümsek demektir. Bunun muzekkeri; şeklinde gelir, Çoğulu da; diye gelir. Tıpkı, Kırmızılar gibi.
el-Kisaî der ki: diye nitelendirilen dağlar, enli olan dağlar demektir. Bunun da tekili şeklinde gelir. Kisaî'den başkaları ise, kelimesi (tisi)'nin çoğuludur ve bunlar da pek büyük olmayan çamurdan tümsekler demektir.
ise, kumdan küçük tümsekler anlamına gelip fazlaca yüksek olmayan, yere yakın olan tümsekliklere denilir. ise, hörgücü olmayan dişi deve anlamına gelir.
"Tefsir"de denildiğine göre, dağ yerin dibine geçti ve şu ana kadar yerin içine geçmeye devam etmektedir. İbn Abbas der ki: Yüce Allah dağı toprak haline dönüştürdü. Atiyye el-Avfî de der ki: Bir yığın kum haline getirdi.

"Musa da baygın düştü." Yani, İbn Abbas, el-Hasen ve Katade'den nakledildiğine göre Musa bayıldı. Ölüverdiği de söylenmiştir. Adam baygın düştü demek olup, ism-i faili de şekiinde gelir. İsm-i failinin çoğulu şeklinde, ismi mef'ulu ise diye gelir.
Katade ve el-Kelbî der ki: Musa, Perşembe'ye rastlayan Arafe günü baygın düştü ve Cumua'ya rastlayan kurban bayramının birinci günü kendisine Tevrat verildi.

"Ayılınca dedi ki: Seni tenzih ederim, Sana tevbe ettim." Mucahid der ki: Dünyada seni görmeyi istediğimden dolayı tevbe ettim, demektir.
Şöyle de açıklanmıştır: O, izin istemeksizin böyle bir dilekte bulunmuştu. Bundan dolayı tevbe etti. Bir başka açıklamaya göre Musa bu sözlerini, âyetlerin (mucizelerin) ortaya çıkması üzerine yüce Allah'a dönmek ve O'na kalbten gelen bir saygı ile itaat ve boyun eğmek amacıyla söylemiştir. Ummet ise, böyle bir tevbenin bir masiyetten ötürü olmadığını icma ile kabul etmiştir. Çünkü peygamberler masumdurlar.
Diğer taraftan elıl-i sünnet ve'l-cemaatın görüşüne göre rûyet (Allah'ın görülmesi) caizdir. Bid'atçilere göre ise, Musa böyle bir şeyin imkânsız olduğunu diğerlerine açıklamak kastı ile bu istekte bulunmuştur, Ancak, böyle bir istek tevbe etmeyi gerektirmez. O bakımdan tevbesi şöyle açıklanmıştır: Yani ben, Kıpti'yi öldürdüğüm için Sana tevbe ettim. Bu açıklamayı el-Kuşeyri zikretmiştir. En'âm Sûresi'nde (6/103. âyetin tefsirinde) ise Allah'ın görülmesinin caiz olduğuna dair açıklamalar geçmişti.
Ali b. Mehdi et-Taberi de der ki: Eğer Musa'nın bu isteği imkânsız bir şey olsaydı», Allah'ı tanımakla birlikte böyle bir şeye kalkışmazdı. Tıpkı Musa'nın yüce Allah'a, Rabb'im Senin hanımın ve çocuğun var mı demesi caiz olmadığı gibi. İleride Kıyame Sûresi'nde (75/22-23. âyetin tefsirlerinde) Mûtezile'nin görüşü ve onların bu görüşlerinin reddi yüce Allah'ın izniyle gelecektir.

"Ve ben iman edenlerin ilkiyim." Kavmimden iman edenlerin ilkiyim diye açıklandığı gibi, İsrail oğullarıarasından bu çağda iman edenlerin ilkiyim diye de açıklanmıştır. Ayrıca bu husustaki ezelî va'din dolayısıyla dünyada görülmeyeceğine iman edenlerin ilkiyim, diye de açıklanmıştır.
Ebu Hurayra ve başkaları tarafından rivayet edilen hadis-i şerife göre de Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Peygamberler arasında biri diğerinden hayırlıdır, demeyiniz. Şubhesiz ki insanlar kıyamet gününde baygın düşecekler. Ben, başımı kaldıracağım da, Musa'nın Arşın ayaklarından birisini yakalamış olduğunu göreceğim. Bilemiyorum o da baygın düşenler arasında baygın düşmüş de benden önce mi kendisine gelmiş olacaktır, yoksa ilk baygınlığı dolayısı ile hesaba mı çekildi (biri ötekinin yerine mi sayıldı)" ya da: "İlk baygınlığı onun için yeterli mi geldi (bilemiyorum)."
(Buhâri, Husûmât, 1; Muslim, Fedail, 161, 162: Ebû Dâvûd, Şiirine 13; Musned, III, 31)
Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de Kâ'b'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Şanı yüce Allah, sözünü ve görülmesini Muhammed ile Musa (ikisine de salât ve selam olsun) arasında pay etti. Musa yüce Allah ile iki defa konuştu, Muhammed (s.a.v.) da yüce Allah'ı iki defa gördü.




2- Allah teala, kendisinin gözle görülemeyeceğini beyan etmiştir. Bu da hem dünya hem de âhiret için geçerlidir. Bu görüşü savunan insanlar kıyamet suresinde bazı yüzlerin Rabb'lerine bakacaklarını beyan eden âyeti te'vil etmişler, bu âyetten maksadın, "Bir kısım yüzler, Rabb'lerinin rahmetini ve sevabını beklerler." demek olduğunu söylemişlerdir. Bunlardan bazıları Rasulullandan, âhirette mûminlerin, Rabb'lerini göreceklerine dair rivayet edilen sahih haberleri, bir kısım te'villerle te'yid etmişler, diğer bazıları ise bu haberlerin varid olduklarını inkâr etmişler, bu haberlerin, Rasulullahın söylediği söz olamayacağını savunmuşlar ve Allah'ın görülemeyeceği hususunda akıllarını hakem tayin etmişlerdir.
Bunlar, akıllarının, Allah tealanın gözle görülmesini imkânsız gördüğünü zannetmişler, bu hususta çeşitli yaldızlı sözler söylemişler, kendilerine delil bulmak için uzun uzadıya izahlarda bulunmuşlardır.

Bunların iddialarının doğru olduğunu isbatlayan ve en büyük delilleri olduğunu iddia ettikleri sözlerden biri de şudur:

"İnsanların gözü, kendisine yapışık olan bir şeyi değil, görebileceği kadar uzaklıkta bulunan bir şeyi görebilir. Gözden uzak olan şey ile gözün arasında ise bir boşluk ve bir mesafe vardır. Şayet gözlerin âhirette Allah'ı dünyadaki eşyayı gördüğü gibi görecekleri söylenirse Allah teala için bir sınır tayin edilmiş olur. Allah tealayı böyle bir sıfatla sıfatlayan ise onu, cisimlerin sıfatlarıyla sıfatlamış olur. Allah teala ise, yaratıklarına benzemekten munezzehtir. Diğer yandan, kulakların sesleri, koku alma duyusunun, kokulan idrak ettikleri gibi gözlerin de renkleri görmeleri muhakkaktır. Nasıl ki sesleri almayan bir duyu organı, kokuları koklamayan koku alma organı bulunacağına hüküm vermek fasid ise, renkleri görmeyen bir görme organı bulunacağına hüküm vermek te fasiddir. Allah tealayı, herhangi bir renkle vasıflandırmak caiz olmayacağına göre, onu görülebilir olmakla vasıflandırmak ta caiz delildir.

_ Diğer bir kısım âlimler de cümlesindeki fiilinin mânâsının "Görmek" olduğunu, âyeti kerimede, Allah tealanın görülmeyeceği beyan edildiğini, ancak bu görülmemenin, dünyada söz konusu olduğunu, âhirette ise, Allah tealanın mûminler tarafından görüleceğini, zira başka bir âyette: "O gün, öyle yüzler vardır ki pırı! pınl parlarlar. Rabb'lerine bakarlar." (Kıyamet 22 - 23) buyurulduğunu, Allah tealanın bildirdiği haberlerde tezat olmasının mümkün olmadığını, bu itibarla, izah edilen âyetteki "Görülmeme"sinin sadece dünyaya mahsus olan bir görülmeme olduğunu söylemişlerdir.

Bunlardan bazıları demişlerdir ki: "Bu âyette zikredilen fiili her ne kadar bazı yerlerde "Görmek" mânâsına gelmiyorsa da burada "Görmek" mânâsında kullanılmıştır. Çünkü bu fiilin mânâlarından biri de "Görmek"tir. Kişi, gördüğü şeyi aynı zamanda idrak ta etmiş olur.
Buradaki, "Görme" mânâsına gelen "İdrak etme" her zaman olacak bir idrak etme değil sadece dünyaya has olan bir idrak etmedir. Yani dünyada gözler Allahı göremezler. Allah ise o gözleri hem dünyada hem de âhirette görür" demektir.
Bu görüşte olan âlimlerden diğer bir kısmı da burada zikredilen ve "Görme" manâsına gelen "İdrak etme"nin, hususi bir görme ve idrak etmeyi ifade ettiğini söylemişler ancak bu hususiliğin çeşitli ihtimallere göre olacağını zikretmişlerdir.
Mesela: Âyetin mânâsının, "Allahı, zalimlerin gözü dünyada da görmez âhirette de görmez. Mûminlerin ve velilerin gözleri ise onu görür." şeklinde olması caizdir. Keza âyetin manâsının: "Gözler Allahı tam olarak kuşatıcı bir şekilde görmezler. Fakat genel olarak görürler" şeklinde olması da caizdir. Yine âyetin mânâsının: "Gözler Allahı dünyada görmezler. Âhirette ise görürler" şeklinde olması da caizdir. Yine âyetin mânâsının: "Gözler Allahı, Allahın onları gördüğü gibi göremezler. Zira yaratılanların gözü zayıftır. Allahın, görme gücü verdiği kadarıyla verirler. Allah tealanın ise görmesi herşeyi açık seçik olarak görmesi şeklindedir.
Bunlar demişlerdir ki: "Gözler Allahı göremez" ifadesinin özel bir göremezlik şekli olduğu ve Allahın dostlarının kıyamet gününde kendisini görmelerinin kesin okluğu muhakkaktır. Ancak bu özel görmezliğin yukarıda zikredilen dört ihtimalden hangi çeşit görmezlik olduğu bizce belli değildir.

_ Diğer bir kısım âlimler ise cümlesindeki fiilin mânâsının "Görme" olduğunu, âyetin mânâsının ise "Gözler Allahı göremez" demek olduğunu ve buradaki görmeme'nin umumi anlamda her zaman görmeme okluğunu söylemişler ve demişlerdir ki "Hiçbir göz Allahı ne dünyada iken ne de âhirette iken görebilecektir. Ancak Allah, kıyamet gününde dostları için beş duyu organı dışında altıncı bir duyu organı yaratacak ve onlar, bu duyu organlarıyla Rabb'lerini göreceklerdir.
Bunlar, görüşlerine delil olarak şunu zikretmişlerdir:

Allah teala bu âyette genel bir ifade ile, gözlerin kendisini görmeyeceğini beyan etmiştir. Buradaki görmemenin, özel bir görmeme olduğuna dair herhangi bir delil yoktur. Bu itibarla bu görmeme, her zaman ve her yer için geçerlidir. Diğer yandan başka bir âyetinde, bir kısım yüzlerin kıyamet gününde Rabb'lerine bakacaklarını beyan etmiştir. Allah tealanın haberleri arasında tezat olmayacağına göre ve her iki haber de sahih olduğuna göre bunları birbirleriyle bağdaştırmak izah ettiğimiz şekilde olur.
Bu görüşte olun âlimler, aklî delil olarak ta şunları söylemişlerdir:
"Bizim âhirette Allahı bu gözlerimizle kuvvetlendirilerek görmemiz caiz olsa dünyada iken zayıf halleriyle de kısmen de olsa görmemiz icabeder. Çünkü herhangi bir fonksiyon için yaratılan bir organ, tamamen yok olmadıkça o fonksiyonunu az da olsa icra eder. Bu itibarla gözün, yaratıcısını herhangi bir haliyle veya herhangi bir zamanda görmesi mümkün kabul edilecek olursa bu gözün, dünyada iken zayıf olduğu halde de yaratıcısını görmesi gerekir. Gözlerimiz dünyada, yaratıcılarını görmediklerine bunların bu halleriyle âhirette de görmeleri mümkün değildir. Allah teala da âhirette, yüzlerin, Rabb'lerine bakacaklarını bildirmiştir. O halde âhirette Allah teala, özel bir duyu organı yaratacak biz de onunla kendisini göreceğiz.

Taberi diyor ki: "Bize göre bu hususta doğru olan görüş, Rasulullah (s.a.v.)'den sağlam bir şekilde nakledilen haberlerin beyan ettikleri görüştür. Rasulullah, kıyamet gününde mûminlerin, Rabb'lerini ayın on dördünde onu gördükleri ve bulutsuz bir zamanda güneşi gördükleri gibi göreceklerini beyan etmiştir. Evet, mûminler Rabb'lerini görecekler, fakat kafirlerin görmelerine engel olunacaktır. Nitekim Allah teala bu hususta bir âyet-i kerimesinde: "Hayır, hayır o gün yalanlayanların önüne Rabb'lerine karşı perde çekilmiştir" (Mutafifin 15) buyurmuştur.

Taberi sözlerine devamla diyor ki: "Kıyamet gününde Allah tealanın, gözle görüleceğini inkâr edenlere gelince bunlar, delil olarak şunu zikretmişlerdir:
"Gözler ancak görülebilecek kadar uzak bir mesafede olanı görebilirler. Kendilerine yapışık olanı göremezler. Bu da gözle, görülen şeyin arasında bir boşluğun ve bir mesafenin bulunmasını icab ettirir. Allah tealanın bu şekilde görüleceğini söylemekte caiz değildir. Zira, bu takdirde Allah tealaya bir sınır ve nihayet biçilmiş olur ki bu da caiz değildir. O halde Allahı gözle görmekte mümkün değildir."

Taberi, bunlara cevap olarak özetle şunu söylemekte ve demektedir ki:
"Allah tealanın herhangi bir sıfatı yaratıklarının sıfatına benzetilemez. Nasıl ki, Allah tealanın, her şeyi sevk ve idare etmesi, yaratıklarının sevk ve idare etmelerine benzemiyorsa, yaratanın görülmesi de diğer yaratıkların görülmelerine benzemez. Allahın dışındaki sevk ve idare eden yaratıklar ya sevk ve idare ettiklerinin yanında bulunurlar veya uzağında bulunurlar. Allah teala ise, sevk ve idare ettiklerinin ne yanındadır ne de onlardan belli bir mesafede uzaklıkta bulunmaktadır.
Yaratıkların görülmesi, görenden belli bir mesafede uzak olmalarını icabettirirken Allah tealanın görülmesi için böyle bir durum söz konusu değildir.
Taberi, bu meseleyi izah etmek için şunları söylemektedir: "Sizler, yaratıcınız dışında sevk ve idare etme sıfatına sahib olan bir yaratık biliyor musunuz ki, o size ne temas eder bir vaziyette bulunsun ne de uzak olsun?" Şayet onlar böyle birisini bildiklerini iddia ederlerse onu açıklamaları istenir. Buna da imkanları yoktur.
Şayet, "Böyle birisinin bulunduğunu bilmiyoruz, derlerse onlara denilir ki "Sizler, yaratıcınızı, size dokunmayan ve uzakta da bulunmayan bir zat olarak bilmiyor musunuz? Halbuki o, sevk ve idare etme ve işleri icra etme sıfatlarına sahibtir. İşte Allah tealanın görülmesi böyledir. Onun, görene temas eder halde olması veya uzakta bulunması söz konusu değildir. Çünkü o, diğer görülen şeylere benzetilemez.

Mutezile fırkası, bu âyet-i kerimeye dayanarak, Allah tealanın, dünyada görülemediği gibi âhirette de hiç görülemeyeceğini söylemiştir. Onların bu sözü yanlıştır. Gerek lugat bakımından gerekse Şer'i yönden, âyetin batıl bir te'vilidir. Allah tealanın âhirette görüleceği, sahih Hadis kitaplarında mevcut olan sağlam Nass'lar ile bildirilmiştir.

Rasulullah (s.a.v.) efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

"Şubhesiz ki sizler, ay'ı on dördünde gördüğünüz gibi kıyamet gününde Rabb'inîzi göreceksiniz"
(Buhari, K. el-Mevakıt, bab: İd, bab: 26, K. el-Ezan, bab: 129, K. et-Tefsir, Sure 50, bab: 2, K. er-Rikak, bab: 52, K. et-Tevhid bab: 24 ; Ebu Dâvud, İ, K. es-Sunne, bab: 19, Hadis No: 4729; Tirmizî, K. el-Cennet, bab: 16, Hadis No: 2551;
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/535-541)




İlgili Konu:

Allah (c.c.) Dünyada - Rüyada - Ahirette Görülür mü?
Çözüldü - Allah (c.c.) Dünyada - Rüyada - Ahirette Görülür mü?
 
Üst Ana Sayfa Alt