Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Allah (c.c), Kuran'ı Kerim'de Ayetlerin Tefsirini Yapmış mıdır ?

halid.bin.velid Çevrimdışı

halid.bin.velid

Üyeliği İptal Edildi
Banned
es selamu aleykum


Yüce Allah c.c şöyle buyuruyor

( Hud süresi 1 ayet ) الَر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِن لَّدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ



Suat Yıldırım
:
Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki âyetleri en kesin delillerle desteklenmiş, sonra da güzelce açıklanmış, tam hüküm ve hikmet sahibi, her şeyden haberdar olan (hakîm ve habîr) tarafından gönderilmiştir.




Fizilal-il Kuran
:
Elif, Lâm, Ra. Bu Kur'an, her işi yerinde ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından muhkem, uyumlu cümlelerle örülen, sonra ayrıntılı biçimde açıklanan ayetlerden oluşmuş bir kitaptır.




İbni Kesir
:
Elif, Lam, Ra. Bu kitab, ayetleri kesinleştirilmiş, sonra da Hakim ve Habir olan Allah tarafından uzun uzadıya açıklanmıştır.



ben bu ayeti okuyunca şöyle anlıyorum Yüce Allah c.c Kuran ı Kerimin tefsirini ayetlerle yapmış oldugu ?

eger ben bu ayetten bu anlamı anlamışsam Ayetlerin Tefsirlerlerini yapanlar Yüce Allahuteala'nın Açıkladıgı bir Konuyu Açıklamazı tuhaf olmazmı



konuyu açmadan önce baya bir araştırdım ama har hangi gimi bir bilgi edinemedim
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Aleykum selam we rahmetullah ;

Sana Kitabı indiren O'dur. O'ndan Kitabın anası (temeli) olan bir kısım âyetler muhkemdir; diğerleri ise muteşâbihtir. Kalblerinde bir eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve olmadık te’vilini yapmak için ondan muteşâbih olanına uyarlar. Oysa onun te’vilini Allah'tan başkası bilemez. İlimde derinleşenler ise: ‘Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır’ derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıb düşün(e)mez.” (Âl-i İmrân, 7)

Bu âyette sözü edilen te'vil, bir âyet veya hadisi açık (zâhirî) anlamından çıkarıp muhtemel bulunduğu başka bir anlama yüklemektir. Böylece Kur'ân-ı Kerim âyetleri muhkem ve muteşâbih olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Muteşâbihler te'vil ve tahsisi kabul ederken; muhkem lafızlar bunları kabul etmeyecek derecede açık anlamlıdır. Hattâ bazen âyet veya hadis metninde, bu hükmün yürürlükten kaldırılmayı kabul etmeyeceğine delâlet eden bir ifade bulunur. Meselâ; "Cihâd kıyâmete kadar devam edecektir." (Ebû Dâvud, Cihad, 33) hadisi ile zinâ iftirâsı (kazf) cezâsına uğrayanlarla ilgili olarak inen: "Onların şâhitliklerini ebedî olarak kabul etmeyin; onlar fâsıkların tâ kendileridir." (Nûr, 4) âyeti buna örnek verilebilir.
Bunlardaki "kıyâmete kadar" veya "ebedi olarak" ifâdeleri, bu hükümlerin sonsuza kadar bu şekilde devam edeceği anlamına gelir. Bu da nass'ın muhkem olduğunu gösterir. Âyetin devamında; "
Ancak bu iftira günahından sonra tevbe edip, kendini düzelterek İlâhî yola dönenler müstesnâdır" (Nûr, 5) buyurulur.


Hanefî'ler bu son nass'ın (âyet) istisnâyı da kabul etmediğini, kazf cezasına uğrayan kimsenin, tevbe etse, durumunu düzeltse bile şâhitliğinin kabul edilmeyeceğini söylerler. Çünkü onlara göre, şâhidliğin kabul edilmeyişi dinî bir cezâdır.
İmam Şâfiî ise, bu istisnayı âyetin bütünü içinde değerlendirir ve tevbe edenlerin şâhitliğinin kabul edilebileceğini belirtir. Hanefî'ler, istisnâyı bir önceki cümlede yer alan "onlar fâsıkların ta kendileridir" kısmı ile bağlantılı kabul eder ve iftirâcının tevbe edince yalnız fâsıklık ithamından kurtulabileceğini belirtirler. Bu İlâhî hükümler, insanın hak, şeref, iffet ve haysiyetini korumayı amaçlamaktadır (M. Ebû Zehra, Usûlu'l-Fıkh, Kahire t.y, s. 123, 124)

Muhkem ve muteşâbih kelimeleri Kur’an’da değişik anlamlarda kullanılmıştır. Buna göre:
1) Kur’an’ın tamamı muhkemdir.
Elif, Lâm, Râ. Bu kitap öyle bir kitap ki, onun âyetleri muhkem kılınmıştır. (Hud, 1).

Bu âyete göre Kur’an’ın bütün âyetleri muhkemdir. Bundan kasıt; onun hak kitab olduğunu, onda bir eksiklik bulunmadığını, lafızlarının fasih, mânâlarının sahih, bütün âyetlerinin ise hikmetle dolu olduğunu bildirmektir.
2) Kur’an’ın tamamı muteşâbihtir.
Allah en güzel sözü indirmiştir. O muteşâbih bir kitaptır. (Zümer, 23).

Bu âyete göre Kur’an’ın hepsi muteşâbihtir. Muteşâbih kelimesi birbirine benzer mânâsındadır. Buna göre bu âyetteki muteşâbihten kasıt; Kur’an’ın bütün âyetleri güzellik, doğruluk ve hidâyeti gösterme bakımından birbirine benziyor demektir. Her âyetin bir mânâsı vardır. Fakat bu mânâlar hiç bir zaman birbirine zıt değildir.

3) Kur’an’ın bir kısmı muhkem, bir kısmı ise muteşâbihtir.
Sana Kitabı indiren O'dur. O'ndan Kitabın anası (temeli) olan bir kısım âyetler muhkemdir; diğerleri ise muteşâbihtir. Kalblerinde bir eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve olmadık te’vilini yapmak için ondan muteşâbih olanına uyarlar. Oysa onun te’vilini Allah'tan başkası bilemez. İlimde derinleşenler ise: ‘Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır’ derler. Temiz akıl sahiblerinden başkası öğüt alıb düşün(e)mez.” (Âl-i İmrân, 7)
Yani Ey Muhammed! Kur’an’ı sana Allah indirdi. Hiç kimsenin bu konuda şubhesi olmasın. Bu kitabın içerisinde birbirine zıt hiçbir hüküm yoktur. Âyetleri birbirleriyle çelişkili değildir. Kur’an’daki âyetlerin bir kısmı muhkemdir ki onlar kitabın temeli ve esasıdır. Bunlar mânâsı ve tefsiri bilinen, tek mânâ ifâde eden, başka anlam verilemeyen, mânâsı tahrif edilip saptırılamayan, başka delillere ve açıklamalara ihtiyaç duyulmadan anlaşılan, haramı, helâli, emirleri, nehiyleri, vaadi, tehdidi, cezaları, ögütleri ve ibretleri belirten, nesheden, kendisiyle amel edilen âyetlerdir. Kur’an’ın çok az bir kısmı da muteşâbihtir. Bunlar gerçek mânâsını Allah’tan başka kimsenin bilmediği, birkaç mânâya gelen, anlamı tahrif edilmeye, değişik mânâlar verilmeye musait olan, anlaşılması için başka delillere ve açıklamalara ihtiyaç duyulan, Kur’an’ın yeminlerini ve misallerini anlatan, neshedilen ve kendisiyle pratik hayatta amel edilmeyen âyetlerdir. Kalblerinde şubhe hastalığı bulunan, hakkı istemeyen kimseler, müslümanlar arasında fitne çıkarmak için muteşâbih âyetleri hevâ ve heveslerine göre te’vil ederler. Halbuki muteşâbih âyetlerin gerçek te’vilini Allah'tan başka kimse bilemez. İlimde derinleşmiş olan kimseler ancak Allah’ın dilediği oranda cûz’î bilgiye sahib olurlar. Onlar şöyle derler: "Biz, muhkemiyle muteşâbihiyle Kur’an âyetlerinin tamamına iman ettik; hepsi Rabb'imizin katındandır. Aralarında hiçbir çelişki yoktur. Akıl sahiblerinden başkası böyle düşünmez."



Tefsirler başlıca iki kısma ayrılır:

1- Rivâyet tefsirleri:
Bu tefsir, selefden nakledilegelen eserlere dayanan tefsir-i naklîdir ki, buna et-Tefsir bi'l-me'sur veya Bi-Tariki'r-Rivâye Tefsir de denir. Bu tefsirlerde ayetlerin manaları, nuzûl sebebleri, nâsıh ve mensuh olanları gösterilir. Böylece rivâyet yolu ile yapılan tefsirlerin başlıca kaynakları, Hadis-i Şerif kitapları ile Siyer ve Tarih kitaplarıdır. Bunlara muhalif, aklın hükmüne aykırı olan rivâyetlere itimat edilmez.

2- Dirayet Tefsirleri:
Buna rey ile tefsir de denir. Bu tefsirde mufessir, ayet hakkında açıklayıcı bir nakil bulamayınca reye başvurur. Yani ictihad eder, ve Lugat, Belâğat gibi lisan ilimlerinden yararlanır. Mufessir bunu yaparken, mufessirde aranan bazı şartları taşıması tabiidir.



Allah Teâlâ; "Dilediğine hikmeti verir, hikmet verilen kimseye çok şeyler verilmiştir" (Bakara, 269) buyurmuştur. İbn Abbas (r.anhuma)'dan gelen bir rivâyete göre ayet-i kerimede geçen "hikmet" kelimesi, Kur'an'ın nasihini, mensuhunu, muhkem ve muteşâbihini, ilk ve son inen ayetlerini, helâl ve haramını, mesellerini bilmek anlamındadır. Alimlerin icmâ'ına göre Tefsir ilmini öğrenmek farz-ı kifayedir. Bu itibarla Tefsir ilmi Şer'i ilimlerin en yücelerindendir. Mevzu, gâye ve kendisine duyulan ihtiyaç yönünden de ilimlerin en şereflisidir (Menna'el-Kattan, Mebahis-Ulumi'l-Kur'an, Beyrut, 1408/1987, s. 327)




Kur'an'ın Kur'anla Tefsiri:

1-
Bilindiği gibi tefsir yollarının en güzeli ve doğrusu, Kur'ân'ın yine Kur'ân ile açıklanmasıdır. Zira Kur'ân'ın bir yerinde umumî olan, bir başka yerinde tahsis edilir. Herhangi bir ayette mucmel olan husus, bir başka âyette mufassal olarak zikredilmiş olabilir. Bunlara ait misaller çoktur. Kur'ân'ın açıklanmasında bu yola baş vurmanın ilk numunelerini de Peygamber'in (s.a.v.) tefsirinde buluyoruz.



"İman edib imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte korkudan emin olma onların hakkıdır, doğru yolda olanlar da onlardır." (En'âm, 82) âyeti inince, "İçimizde nefsine zulmetmeyen kim var?" diyerek, bu durum Rasûlullah'ın (s.a.v.) ashabına ağır gelmişti.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki: "Zannettiğiniz gibi değil, buradaki zulum Lokman'ın oğluna dediğidir: Evladım sakın Allah'a ortak koşma. Çünkü şirk elbette büyük bir zulumdur." (Lokman, 13)
(Buhari, Tefsir, 20)
Böylece Peygamberimiz (s.a.v.), başka bir âyete dayanarak, umumî bir mânâyı tahsis etmiş ve yanlış anlamanın önüne geçmiştir.






Kur'an'ın Hadis ile Tefsiri:

1-

فَأَتَتْ بِهِ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُ قَالُوا يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْئاً فَرِيّاً {27} يَا أُخْتَ هَارُونَ مَا كَانَ أَبُوكِ امْرَأَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ أُمُّكِ بَغِيّاً {28} فَأَشَارَتْ إِلَيْهِ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَن كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِيّاً {29} قَالَ إِنِّي عَبْدُ اللَّهِ آتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَنِي نَبِيّاً {30}

27- Nihayet onu (kucağında) taşıyarak kavmine getirdi. Dediler ki: Ey Meryem! Hakikaten sen iğrenç bir şey yaptın!
28- Ey Harun'un kız kardeşi! Senin baban kötü bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi.
29- Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi. "Biz, dediler, beşikteki bir sabi ile nasıl konuşuruz?"
30- Çocuk şöyle dedi: "Ben, Allah'ın kuluyum. O, bana Kitab'ı verdi ve beni peygamber yaptı." (Meryem 27-30)

Ayrıca Meryem suresinde Hz. Meryeme „Ey Harun`un kız kardeşi“ diye hitab ediliyor. Buradaki Harun`un Hz. Musa a.s kardeşi olan Hz. Harun olmadığını yine Peygamberimizden ögreniyoruz. Şöyle ki:
Sahabeden Muğire b. Şu`be anlatır: „Peygamberimiz tarafından Necran`a görevli olarak gönderildiğimde, oradaki Hıristiyan halk bana sormuşlardı:“Sizin kitabınızda, Hz. Meryem`e , ey Harun`un kızkardeşi diye hitap ediliyor. Bu nasıl olur; Musa ve Harun, İsa`dan asırlarca önce yaşamışlardır !
-Ben Medine`ye Allah Rasülü`nün yanına döndüğümde, durumu kendisine ilettim. Şöyle buyurdular: „Onlar çok öncelerden beri, çocuklarına, peygamberlerin ve salih kimselerin adlarını verirlerdi. (Yani buradaki Harun, Hz. Musa`nın kızkardeşi olan Harun (as) değildir.)
(Ebu Davud, Edahi, 18, Tirmizi, Sayd 10)




2-
Adiy ibn Hatim (r.anh) şöyle dediği nakledilmiştir:
"..... günün ağarması gecenin karanlığından fark edilinceye kadar....." (Bakara 187) ayeti inince biri siyah diğeri beyaz olan iki ip aldım ve yastığımınyastığımın altına koydum. Gece boyunca da bu iplere baktım, fakat bu ipleri birbirinden iyice ayırdedemedim. Ertesi gün Hz. Peygamberin (s.a.v.) yanına gidip yaptıklarını anlattım. Rasulullah (s.a.v.) bana şöyle dedi :
"Bu ayette kasdedilen gecenin karanlığı ile gündüzün aydınlığıdır."
(Fethul Bari: C 4, Savm (oruç) Hadis no: 1916, S: 423)


1917- Sehl İbn Sa'd'ın şöyle dediği nakledilmiştir:
"Günün ağarması gecenin karanlığından fark edilinceye kadar yeyin için. Sonra gece girinceye kadar orucu tamamlayın" ayeti inmiş fakat "şafak vaktine kadar" kısmı inmemişti. Bu ayet indikten sonra bazı kimseler oruç tutmak istediklerinde ayaklarına beyaz ve siyah ipler bağlar ve ipler birbirinden ayırdedilinceye kadar yemeye içmeye devam ederlerdi. Bundan sonra Allahu Teala "şafak vaktine kadar" kısmını vahyetti ve insanlar ayette gece ve gündüzün kastedildiğini anladılar."
(Fethul Bari: C 4, Savm (oruç) Hadis no: 1917, S: 423)


Hattabi, "el Mealim" adlı eserde Hz. Peygamberin (s.a.v.) "Senin yastığın amma da genişmiş ha!" şeklindeki sözüyle ilgili olarak şunları söylemektedir:
"Rasulullahın bu sözünün anlamı hakkında iki görüş bulunmaktadır:

1- "Senin yastığın amma da genişmiş ha!" dolayısıyla Hz. Peygamber yastık kelimesini uyku'dan kinaye olarak kullanmıştır. Çünkü uyuyan bir kimse başını yastığa koyar.


2- "Senin gecen amma da uzunmuş!" zira Adiyy yastığının altına koyduğu iplikleri birbirinden ayırdedene kadar uzunca bir süre geçtiği halde yemeğe ve içmeye devam etmiştir.

"... ve insanlar ayette gece ve gündüzün kastedildiğini anladılar." Ayet, gündüzün aydınlığı ile gecenin karanlığının birbirindne ayrıldığı vakte kadar yeme ve içmeye devam edilebileceğini gösterir. Gece ve gündüzü birbirinden ayıran ise ufka paralel olarak beliren ikinci şafaktır (Fecr-i sadık). Bu hüküm bize dolaylı olarak ikinci şafaktan sonraki zaman diliminin gündüz sayıldığını gösterir."

Ebu Ubeyd ayette geçen siyah ve beyaz ip terkiplerine şu anlamlarını vermiştir:
"Siyah ip gece, Beyaz ip ise fecr-i sadıktır. Burada (ip diye tercüme edilen) 'hııta' kelimesi renk anlamına gelir."


Zemahşeri ise konuyla ilgili olarak şöyle demiştir:
"Beyaz ip ufka yatay olarak uzanan ikinci şafağın başlangıç anıdır. Şafakta ortaya çıkan bu aydınlık ufka paralel uzanmış bir ip gibidir. Siyah ip ise bu şafakla birlikte ufukta görünen gecenin alaca karanlığıdır; bu alaca karanlık da adeta bir ip gibi uzanmıştır."


Bu ayet ve hadis ikinci şafak doğana kadar yemeye ve içmeye devam edilebileceğini göstrebilir. Bir kimse yer ve içerken şafak doğduğunda yemeyi ve içmeyi bırakısa orucunu tamamlar. Bu konuyla ilgili olarak alimler arasında görüş ayrılıkları bulunmaktadır:

Bir kimse şafağın doğmadığı hakkındaki kanaati daha ağır bastığı için yemeyi veya içmeye devam ederse alimlerin çoğunluğuna göre orucu bozulmaz. Çünkü ayet, gecenin karanlığıyla gündüzün aydınlığının birbirinden ayrıldığı vakte kadar yemeye ve içmeye devam edeilebileceğini gösterir. İbn Ebu Şeybe, Ebu'd Duha senediyle şöyle bir rivayet nakletmiştir:
"Birisi Abdullah ibn Abbas'a sahuru sordu. Orada bulunanlardan birisi : "Vaktin çıktığına dair şüphen kalmayıncaya kadar ye!" dedi.
Abdullan ibn Abbas ise bu cevabı veren kişiye karşılık şöyle dedi: "O, bu cevab ile bir şey söylemiş olmadı. Vakit konusunda şüphen varsa yemeye devam et, şubhen kalmadığında ise yemeği bırak!"
İbnul Munzir, alimlerin çoğunluğunun bu görüşte olduğunu belirtmiştir. İmam Malik ise bu durumda orucun kaza edilmesi gerektiğini söylemiştir.
İbn Bezize "şerhu'l ahkam" adlı eserde alimler arasındaki görüş ayrılığını anlatırken şöyle demiştir: "Alimler, oruç yasaklarının şafağın doğmasıyla mı yoksa tan yerinin iyice ağarmasıyla mı başlayacağı konusunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
(Fethul Bari: C 4, Savm (oruç), S: 424 - 425)
 
Üst Ana Sayfa Alt