Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Allah'ın İrade Sıfatı Ebedi midir?

F Çevrimdışı

Fatih Kaban

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Öncelikle sa. aklima yine bir soru takıldı. Allah'ın sıfatlarıyla ilgili en ufak bi konuyu anlamazsam kafir mi olurum. En iyi Allah bilir desem olmaz mi? Sorum şu: Allah'ın irade sıfatının ebedi olmasi nasıl oluyor? Yani Allah'ın bir olayın olmasi üzerindeki iradesi ebedi olarak mi var?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum selam we rahmetullah ;

Allahın sıfatları konusunda en ufak bir bilgisizlikten dolayı Kâfir olmazsın .
Bu konuda meşhur "Kül hadisi" konuyu izah edecektir. Fakat önce Allah (c.c.)'nun irade sıfatı hakkındaki izahatı görelim:

Allahu Tealanın tüm sıfatları gibi irade sıfatı da ebedî, sonsuz ve mutlaktır. İrade sıfatı; Allah (c.c.)'nun istediğini dileyip tercih etmesi demektir. Yani O'nun, bir işin şöyle olmasını değil de, böyle olmasını veya böyle olmasını değil de, şöyle olmasını dilemesi, dilediği gibi tâyin ve tahsis etmesidir. Evrende olmuş ne varsa, hepsi O'nun dilemesi, iradesi ile olmuştur. O'nun iradesi ve isteği dışında hiç bir şey var veya yok olamaz. Cenâb-ı Hakk'ın "irade" sıfatı, mümkün veya câiz olan şeylere tealluk eder. O'nun iradesi o şeyin olması veya olmaması şıklarından birini tercih eder. Tercih ettiği cihete iradesini tealluk ettirince, o şey de ya hemen oluverir veya olmamasını tercih etmiş ise, o şey olmaz, yok olur.



Ebu Hurayra Radıyallahu Anhu, Allah Rasûlü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir adam nefsine zulmetmiş ve ölüm anında oğullarına şöyle demişti: ‘Öldüğüm zaman beni yakın, kül haline getirin, sonra denize saçın. Vallahi eğer Rabbim beni diriltmeye güç yetirirse, hiç kimseye azab etmediği şekilde bana âzab eder.’
Sonra Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dedi ki: “Oğulları bu isteğini yaptılar
Allahu Teala yeryüzüne şöyle dedi:Aldığını geri ver.” O an adam dirildi ve kalktı.
Allahu Teala ona şöyle dedi:Bu yaptığın şeye seni sevk eden nedir?

Adam;Senden korkumdur Ya Rabbi!” dedi.
Bu söylediğinden dolayı Allahu Teala onu affetti.”
(Buhari, Enbiya 54, Rikaak 25; Muslim Tevbe 25; Nesai Cenaiz 117)


Bu adam, Allah’ın gücü konusunda ve kül olduğu zaman tekrar diriltileceği hakkında şubheye düşmüş ve tekrar diriltilemeyeceğine inanmış bir adam tiplemesidir. Müslümanların ittifakıyla bu küfürdür. Ancak cahil olduğu için bunu bilmiyordu ve Allah’ın kendisini cezalandıracağından korkan bir mu’mindi. Bundan dolayı Allahu Teala onu affetti. İçtihad ehlinden olup, Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem uymaya özen gösteren ve bununla birlikte hatalı te’vilde bulunanlar, elbetteki bağışlanmaya evleviyatla bu adamdan daha çok layıktır.” (Mecmuu’l-Fetava, 3/147-148)

Şeyhu’l-İslam’ın Rahimehullah, hadiste sözü edilen kişi hakkındaki, “Bu adam, Allah’ın gücü konusunda ve kül olduğu zaman tekrar diriltileceği hakkında şüpheye düşmüş ve tekrar diriltilemeyeceğine inanmış bir adam tiplemesidir” sözüne dikkat etmek gerekir. Bu kişi ahiret gününü ve dirilmeyi mutlak olarak inkar etmemiştir.
İbn-i Teymiye
Rahimehullah, başka bir yerde bu kişi hakkında şöyle der:

“Genel olarak Allahu Teala’ya ve ahiret gününe iman ediyordu. Ölümden sonra Allahu Teala’nın ceza ve mükafat vereceğine inanması bunu göstermektedir.” (Mecmuu’l-Fetava, 12/263)

Günahlarından dolayı Allahu Teala’nın kendisini cezalandırma korkusu ve ölüm anında karşılaşacağı dehşet korkusu, bu kişiyi, yukarıda aktardığımız vasiyeti yapmaya sevketmiştir. Bu kişinin cehaleti, Allahu Teala’nın her zerreyi toplayıp diriltmeye kadir olduğu konusunda olmuştur. Buna benzer ayrıntılı bilgiler ise ancak risalet hüccetinin kişiye ulaşması ile bilinebilir.
Bu nedenle, hadiste geçen adam da olduğu gibi, kendisinde imanın aslı bulunan kişi, bunları bilmemesi veya hata etmesi ya da Allahu Teala’nın isim ve sıfatları konusunda bazı ayrıntıları bilmemesi halinde mazur olarak kabul edilir.


İbn-i Teymiye Rahimehullah, bu adamın olayını el-Fetava’nın başka bir yerinde de belirterek şöyle der: “Adam bu şekilde kül olup dağıldıktan sonra, Allahu Teala, onu tekrar diriltmeye güç yetiremez, tekrar eski haline döndüremez zannetti.” (Mecmuu’l-Fetava, 11/224)

Bu kişi Allah’ın sıfatlarının hepsini tam olarak bilmediği için O’nun “Kadir olma” sıfatını da bilmiyordu. Müminlerden çoğu da bu kimse gibi, Allah’ın sıfatlarını bilmemektedir. Bundan dolayı onlar kafir olmazlar.” (Mecmuu’l-Fetava, 11/225)

Daha sonra ise, Aişe’nin
Radıyallahu Anha geceleyin Baki’ mezarlığına çıkan Rasulullah’ı Sallallahu Aleyhi ve Sellem farkında olmadan izlemesi ve farkına varınca ise Aişe’ye Radıyallahu Anha; “Allah’ın sana ve Rasulü’ne haksızlık yapacağını mı sandın?” demesi, Aişe’nin de O’na “İnsanlar ne saklarsa saklasın Allahu Teala onu bilir mi?” diye sorması üzerine, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Evet” diye cevap verdiği hadisi (Muslim)

aktararak şöyle der:
“Mu’minlerin annesi olan Aişe Radıyallahu Anha, Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem; “İnsanlar ne saklarsa saklasın Allahu Teala onu bilir mi?” diye soruyor, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem Evet” diye cevap veriyor. Bu, Aişe’nin Radıyallahu Anha bunu bilmediğini ve insanların gizledikleri her şeyi Allahu Teala’nın bildiğine dair gerekli bilgiye sahip olmadan önce kafir olmadığını gösterir. Halbuki bu, huccet ikame olunduktan sonra kabul edilmesi gereken imanın asıllarındandır ve Allahu
Teala’nın her şeyi bildiğini inkar etmek, O’nun her şeye gücünün yettiğini inkar etmek gibidir.” (Mecmuu’l-Fetava, 11/226)
İbn-i Teymiye Rahimehullah, bunları aktardıktan sonra asıl soruya(“Kişinin kendisini yetiştirmeye (Riyadat) devam ederek cevher olması halinde, kendisinden emir ve yasaklar kalkar mı?” şeklindeki soru.) cevab olarak şöyle demektedir:
Böylece anlaşılmaktadır ki bu söz, küfürdür. Ancak sahibinin kafir olması için, terkedenin küfre gireceği hüccetin kendisine ulaşması ve açıklanması gerekir.”(Mecmuu’l-Fetava, 11/224-226)

Hattabi şöyle der: “Bu, bazıları için kapalı olabilir ve “ölümden sonra tekrar dirilmeyi ve Allahu Teala’nın buna gücünün yeteceğini inkar eden kişi nasıl bağışlanır?” diye sorulabilir. Bunun cevabı şudur:
Hadiste kıssası aktarılan bu kişi, yeniden diriltilmeyi inkar etmemiş, sadece kendisine bu uygulama yapıldığı taktirde, kendinin yeniden diriltilebileceği ve azab edilebileceği
konusunda cahil kalmıştır. Bunu Allahu Teala’dan korktuğu için yaptığını itiraf etmesi ise onun mu’min olduğunu ortaya çıkarmaktadır.” (İbn-i Hacer, Fethu’l-Bari, 6/604)
Hattabi ayrıca İbn-i Kuteybe’nin Rahimehullah şu sözünü de aktarmaktadır:
“Bazı Müslümanlar Allahu Teala’nın sıfatları hakkında hataya düşebilirler. Ancak bu hatalarından dolayı tekfir edilmezler.”
İbn-i Teymiye’nin Rahimehullah, bu adam hakkındaki; “Bu kişi Allah’ın sıfatlarının hepsini tam olarak bilmediği için O’nun “Kadir olma” sıfatını da bilmiyordu” sözü ve yine Hattabi’nin “yeniden diriltilmeyi inkar etmemiş” sözü, bu kişinin dirilişi mutlak olarak inkar ettiğine ilişkin Cehmiyye ve Murcie mensuplarının söylediklerinin yanlış olduğunu gösterir.
Onlar hadiste aktarılan bu kişinin yeniden diriltilmeyi mutlak olarak inkar ettiğini söylerler. Daha sonra “Kafirler, kesinlikle diriltilmeyeceklerini ileri sürdüler(Teğabun, 7) ayetini delil olarak gösterip bu kişinin kafir olduğunu ancak buna rağmen cehaleti sebebi ile mutlak olarak yeniden dirilmeyi inkar eden bu kişinin mazur sayıldığını iddia ederler. Ve bu iddialarından hareketle Allahu Teala’nın dininden birçok kapıdan çıkarak irtidat eden günümüz tağutlarının ve yasama yapan mürtedlerin de mazur olarak kabul edilecekleri gibi batıl bir sonuca varırlar.
Şüphesiz ki böyle bir anlayış, delile taşımadığını yüklemekten başka bir şey değildir. Hadiste de açıkça görülmektedir ki o kişi, Allahu Teala’nın yeniden kendisini diriltmesini mutlak olarak inkar etmiyordu. Sadece bu gücün kapsamı ve ayrıntıları hakkında bazı hususlarda cahildi. Vücut hücrelerinin karada, havada ve denizde dağılmasının, onu yeniden diriltmesi konusunda Allahu Teala için engel niteliğinde olmayacağını anlamıyordu.
Şüphesiz bu türden ayrıntılar konusunda, özellikle ölüm anının şiddeti de eklenince akıllar hayrete düşebilir ve kapalılığı karşısında zihinler şaşkına dönebilir. Ayrıca bu tür konular ancak risalet hücceti ile bilinebilir. Bu nedenle, bu hadisi delil göstererek, bütün peygamberlerin kendisi ile gönderildikleri ve dinin en açık, en meşhur ve en temel ilkesi olan Tevhid konusunu reddetmiş ve Allahu Teala’nın yasama hakkını ellerine geçirerek, şeriat hükümleri yerine beşeri kanunları ortaya koyan ve uygulayan tağutların da, cehalet sebebi ile mazur sayılacaklarını söylemek mümkün değildir. Allahu Teala’nın dinini dışlayan, ona alternatif bir rejim uygulayan ve Allahu Teala yerine kendilerini insanlara ilah ilan eden bu tağutlar acaba imanın ve İslam’ın hangi meselesi hakkında cahildirler? İmanın hangi ilkesini ve İslam’ın hangi hükmünü bilmemektedirler?
Allahu Teala’ya yemin olsun ki, hadiste kıssası aktarılan bu muvahhid kişinin hatası ile tağutların işledikleri ağır suçları ancak insanları aldatan, sattıklarında eksik, ama aldıklarında tam ölçen, deliller ve bu delillerin delalet ettiği hükümler ile oynayan hilekarlar eşit tutabilir. Allahu Teala, onlar hakkında şöyle buyurur:
Onlar düşünmezler mi ki, kendileri büyük bir günde hesab vermek için diriltilecekler. Öyle bir gün ki, insanlar o günde alemlerin Rabbinin huzurunda divan duracaklar.” (Mutaffifin, 4-6)
Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki kapalı olup ancak risalet hucceti ile bilinebilecek ve cahil kalması durumunda kişinin mazur sayılacağı meseleler ile kişinin mazur olarak sayılmayacağı açık meseleleri birbirinden ayırmadan eşit değerlendirme yapmak caiz değildir. Dolayısıyla hadiste aktarılan olayı, dinin en meşhur hususlarının birinde muhalefet olarak görmek bir yana, açık ve dinin zarurilerinden olan bir meselede muhalefet olarak değerlendirmek bile hatadır. Yani Allahu Teala’nın kullarına açık olan hüccetlerini ikame ettiği, fıtratlarına yerleştirdiği, akıllarında süslediği, ona aykırı olan her

türlü şirki kötülediği, insanları yaratmadan önce onun için kendilerinden söz aldığı, bütün peygamberlerini onu gerçekleştirmeleri ve şirk gibi, onu bozacak her türlü şeyi ortadan kaldırmaları için gönderdiği, bütün kitaplarını onu için indirdiği, bugün, Yahudi ve Hristiyanların bile Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem dininin asıllarının en önemlisi olarak bildikleri Tevhid konusundaki yanılma ile hadiste kıssası aktarılan bu adamın yanılması asla eşit görülemez.
Tevhid ancak bundan yüz çevirmesi sebebi ile cahil kalanlar için kapalı olacak bir meseledir ki durumu bu olan birisi ise cehaleti sebebi ile asla mazur kabul edilmez. Dolayısıyla Tevhid ehli ile şirk ehlini eşit görmek nasıl helal değilse, bu iki kısmı da birbirinden ayırmamak helal olmaz.
Allah’a yemin ederim ki;
Ağarmadıkça kargaların tüyleri,
Ne eşit olur, ne de birleşir ikisi.

İmam Ahmed Rahimehullah, Musned’inde bu hadis ile ilgili olarak, kıssası anlatılan adamın muvahhidlerden olduğuna delalet eden önemli bir ayrıntı rivayet etmektedir. Dolayısıyla kapalı olan meselelerde muvahhidlerin mazur sayıldıkları cehalet sebebi ile meydana gelen özrü, müşriklerin açık olan şirklerine ve kafirlerin meşhur olan küfürlerine indirgemek helal değildir.
Hafız İbn-i Receb el-Hanbeli Rahimehullah, “Hiçbir hayır işlememiş bir kavim ateşten çıkarılır...” hadisi ile ilgili olarak şöyle der:
Hiçbir hayır işlememiş..” sözünden maksat, Tevhid’in aslının bulunması ile birlikte organlarla işlenen amellerdir. Bu nedenle öldüğünde cesedinin yakılmasını vasiyet eden kişinin kıssasının anlatıldığı hadiste “Tevhid’den başka hiçbir hayır işlememiş..” denilmektedir. İman Ahmed Rahimehullah bunu, Ebu Hurayra’dan Radıyallahu Anhu merfu ve İbn-i Mesud’dan da mevkuf olarak rivayet etmiştir.” (Et-Tahvifu Mine’n-Nar ve’t-Tarifu bi Hali Dari’l-Bevar, 260, Daru’r-Reşid)

Allahu Teala, Tevhid’in aslını bulundurması ile beraber kapalı olan meselelerde hata işlemiş olan kişiyi mazur olarak kabul etmektedir. Çünkü bu kişi, dinin ve imanın aslı olan ve kurtuluş simidi olan unsuru yerine getirmektedir.
Murcie ve Cehmiyye çömezleri ise kendilerine söyleneni başkası ile değiştirdiler, ölçüyü bozdular ve birçok yönden Tevhid ilkesine muhalif davranan mürted ve tağutları mazur kabul ederek, onların mü’min Müslümanlar olup, kan ve mallarının dokunulmaz olduğunu söylediler.
Bununla beraber onlar, ancak risalet hucceti ile bilinebilecek olan meselelerden olması sebebi ile insanlara kapalı olabilecek bazı konularda hata yapan, lakin Tevhid ve imanın aslını bozmayan İslam alimlerini ve davetçilerini mazur olarak kabul etmediler. Sefillerini bu alim ve davetçilere karşı tahrik ettiler, onları dalalet ehli olarak gösterdiler, helak olduklarını söylediler ve hatta kimileri onları tekfir bile etti.
(Bu meseleye en yakın misal, günümüz Cehmiyye ve Mürciesinin mücahid ilim ehlinden olan Seyyid Kutub’a Rahimehullah olan saldırılarıdır.)

İbn-i Teymiye Rahimehullah, el-Akidetu’l-Vasıtiyye’de kullanmış olduğu “Bu, Fırkatu’n-Naciyye’nin akidesidir” ifadesine itiraz eden ve bu ifadesinin, kendisine itiraz eden herkesi, Fırkatu’n-Naciyye’nin dışında gördüğü manasına geldiğini söyleyen kişiye şöyle demiştir:
Bu akidenin herhangi bir yönüne muhalefet eden her kişinin helak olacak olanlardan olması gerekmez. Bu kişi müçtehid olup hata edebilir ve Allahu Teala onun hatasını
bağışlar. Veya kendisine hüccetin ulaşmamış olması sebebi ile cahil kalan
kişilerden de olabilir.” (Mecmuu’l-Fetava, 3/116)
 
Üst Ana Sayfa Alt