Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Bağy Olanın Cezası Nedir?

S Çevrimdışı

SencerKhan

Üye
İslam-TR Üyesi
Bağy suçunun cezası nedir?
*Müslümansalar veya değilseler onların hükmü nedir?
*Müslümansalar veya değilseler onlara neler yapılır\yapılamaz müdahale edilmeside sınırlar nedir?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Buğât (Bağîler) arkalarında silâhlı bir güç olan asîlerdir. Kendi yorumlarına göre bir delile dayanarak bazı hükümlerde müslümanlara ve İslâmî yönetime muhalefet ederler. Askerî bir güçle bir bölgeyi ele geçirirler ve orada kendi yönetimlerini hakim kılarlar. Hâricilerin Ali (r.anh)'a karşı takındıkları tavır gibi. Hâricîler veya diğer adıyla Harûrîler Ali'ye isyan ettiler, onun ve müslümanların kanlarını ve mallarını gasbetmeyi kadınlarını esir etmeyi helâl saydılar. Haricîler, Rasulullah (s.a.v.)'ın ashabını tekfir ederler. Her günahın insanı küfre götürdüğü kanaatini taşırlar. Böylece dinde çok sert ve şiddetli bir yol izlediler. (İbnu'l-Humâm, Fethu'l-Kadîr, IV, 408 vd.; es-Semerkundî, Tuhfetu'l-Fukahâ, III, 251; İbn Âbidîn, Reddu'l-Muhtar, III, 338)
Bunların dışındaki bâğîler ise; hâricîlerin mubah gördüğü gibi müslümanların mallarını ve çocuklarının esir edilmelerini mubah görmezler.


Fukahâ, muharibin hükmü hakkında da farklı görüşlere sahibdirler:

Bir kesim işlediği fiil kadarıyla ona had uygulanır, demektedir. Bir kimse yolda korku salar ve mal alırsa, çaprazlama olarak el ve ayağı kesilir. Eğer mal alıp adam öldürürse, önce el ve ayağı kesilir, sonra çarmıha gerilerek asılır. Şayet adam öldürmekle birlikte mal almamışsa öldürülür. Şayet bizzat kendisi mal da almamış, kimseyi de öldürmemişse, sürgüne gönderilir. Bunu İbn Abbas söylemiştir. Ayrıca bu, Ebu Miclez, en-Nehaî, Ata el-Horasanî ve başkalarından da rivayet edilmiştir.

Ebu Yûsuf der ki: Eğer mal almış ve adam öldurmüşse, önce çarmıha gerilir ve çarmıha gerildiği ağaç üzerinde öldürülür.
el-Leys der ki: Çarmıha gerili olduğu halde harbe ile öldürülür.
Ebu Hanife der ki: Adam öldürmüşse öldürülür. Mal almış fakat adam öldürmemişse çaprazlama olarak el ve ayağı kesilir. Mal alıb adam öldürmüş ise, ona yapacağı uygulama hususunda sultan (devlet yöneticisi, ya da bu cezaları uygulama yetkisine sahip makam, otorite) ona yapacağı uygulamada muhayyerdir: Dilerse el ve ayağını (çaprazlama) keser, dilerse el ve ayağını kesmeyip onu öldürür ve çarmıha gererek asar.
Ebu Yûsuf der ki: Öldürmek, her şeyin (her türlü cezanın) üstüne gelebilir, el-Evzafnin görüşü de buna yakındır. (Bu ifade ite Ebû Yusuf'un el ve ayak kesineîk birlikle gerektiğinde öldürme ve çarmıha germe cezasının da uygulanacağı seklinde görüşü kastediliyor olmalıdır. İmam Mııhaınmed ise, öldürme ya da çarmıha germe cezası verilirse el ve ayak kesme cezasının uygulanmayacağı goril gündedir. (Abdullah b. Mahmud b. Mevdûd, el-İhtiyar IV, US)

Şafiî ise der ki: Mal almış ise, sağ eli kesilir ve dağlanır. Sonra da sol ayağı kesilir ve dağlanır, sonra da serbest bırakılır. Çünkü böyle bir cinayet, hirâbe (yol kesmek) suretiyle hırsızlıktan daha fazla bir cinayettir. Eğer öldürmüş ise öldürülür Şayet mal alıb öldürmüşse, öldürülür ve çarmıha gerilerek asılır. Yine Şafiî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Üçgün süre ile asılır. Eğer yol kesicilerle hazır bulunur, onlann sayılarını artırır, giden gelenleri korkutur ve düşmana destek destek olmuş ise, bu sefer hapsedilir.
Ahmed der ki: Adam öldürmüşse öldürülür, eğer mal almışsa el ve ayağı kesilir. -Şafiî'nin dediği gibi.
Bir topluluk da şöyle demektedir: Öldürülmeden önce çarmıha gerilmek suretiyle namaz kılması, yemek yemesi ve içmesi engellenmemelidir. Şafiî'den de şöyle dediği nakledilmiştir: Peygamber (s.a.v.)'ın musle'yi yasaklamış olması dolayısıyla çarmıha gerilmiş halde öldürülmesini mekruh görmekteyim.
Ebu Sevr der ki: Âyetin zahirine göre imam (devlet yöneticisi), muhayyerdir. Mâlik de böyle demiştir. Ayrıca bu görüş İbn Abbas'dan da rivayet edilmiştir. Aynı zamanda bu Said, b, el-Museyyeb, Ömer b. Abdulaziz, Mucahid, ed-Dahhâk ve en-Nehaî'nin de görüşüdür. Hepsi şöyle demiştir: İmam, muharibler hakkında hüküm vermekte muhayyerdir. Ayetin zahirine göre, yol kesenler hakkında Allah'ın farz kılmış olduğu öldürmek, çarmıha germek yahut kesmek ya da sürgüne göndermek hükümlerden hangisini uygun görürse onunla hüküm verir.

İbn Abbas der ki: Kur'ân-ı Kerim'de "veya" tabiri ile belirtilen hükümlerden, ilgili kimse dilediğini seçmekte muhayyerdir.

Bu görüş de âyetin zahirine daha uygun görünmektedir. Çünkü, "ev : ve-ya'nın -farklı görüşlere sahib olsalar dahi- tertib sıralama ifade ettiğini söyleyen birinci görüşün sahiblerinin ileri sürdükleri görüşleriyle bu suçu işleyen kimseye bir arada iki haddi uyguladıklarını ve öldürülür ve çarmıha gerilir dediklerini, bir diğer bölümünün ise çarmıha gerilir ve öldürülür; başkalarının, el ve ayakları kesilir ve sürgüne gönderilir, dediklerini görmekteyiz. Oysa, ayet-i kerime böyle değildir. Dilde "ev : veya"nın anlamı da böyle değildir. Bunu en-Nehhâs söylemiştir.

Birinci görüşün sahibleri ise, Taberî'nin Enes b. Malik'ten zikrettiği şu rivayeti delil gösterirler:
Enes dedi ki: Rasulullah (s.a.v.), Cebrail'e muharibe dair hüküm hakkında sordu, o da şöyle dedi: "Kim yolda korku salar ve mal alırsa, mal aldığı için elini kes, korku saldığı için de ayağını kes. Kim de öldürmüş ise, sen de onu öldür. Hepsini yapanı ise çarmıha gererek as."
İbn Atiyye der ki: Geriye yalnızca korkutan için ceza olarak sürgüne göndermek kalmaktadır. Korkutan kimse ise katıl hükmündedir. Bununla birlikte, Malik bu hususta, istihsan yolu ile cezaların ve azabın daha hafif olanını kabul etmektedir. (İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmil’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6/186-187)

Eşkıyanın Tevbe Etmesi İle Düşen ve Düşmeyen Haklar

'Ancak, siz kendilerini ele geçirmeden önce, tevbe edenler mustesna. Bilin kt Allah gafur ve rahimdir" (Mâide, 34).
Şafiî (r.h) şöyle demiştir: "Allah muhariblere (yol kesicilere) uygulanması gereken cezaları iyice anlatınca, bunlardan, yakalanmazdan önce tevbe edenleri mustesna tutmuştur. Bu husustaki kaide şudur:
Allah'ın hukuku (hakları) ile ilgili hükümler, tevbeden sonra düşer. Ama insanların hakları ile ilgili hükümler düşmez. Binâenaleyh yol kesenler, eğer bir kimseyi öldürmüş olur, yakalanmadan önce tevbe ederlerse, öldürülenin yakınları o kimsenin kısas edilmesini isteyebilir veya onu affedebilirler. Bu yol kesenden, tevbesi sebebi ile, sadece devlet reisi tarafından öldürülme hususu sakıt olur. Eğer bu yol kesen, bir insanın malını almış ise, o malı geri vermesi gerekir, eli-ayağı kesilmez. Ama ele geçirildikten sonra tevbe ederlerse, âyetin zahirine göre bu tevbe onlara fayda vermez, gereken ceza onlara uygulanır."
Şafiî (r.h) şöyle de demiştir: "O kimsenin, tevbesi sebebi ile Allah'a ait olan her türlü ceza düşebilir. Çünkü Mâiz (r.anh) recmedileceği zaman, açıkça tevbe etmiştir.
Sahabe Mâiz (r.anh)'i recmedince, onun tevbesini Peygamber (s.a.v.)'e haber verdiler.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), "Keşke onu bıraksaydınız" veya bu mânada başka bir söz söyledi. İşte bu da tevbenin, insandan, Allah'ın hakları ile ilgili herşeyi düşürdüğüne delâlet eder. (Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 9/50-51)



"Allaha ve Rasulune (mu'minlere) harb açanların, yeryüzünde (yol kesmek suretiyle) fesadcılığa koşanların cezası, ancak öldürülmeleri, ya asılmaları, yahud (sağ) elleriyle (sol) ayaklarının çaprazvart kesilmesi yahud da (bulundukları) yerden sürütmeleridir. Bu onların dünyadaki rusvaylığıdır. Ahiratte ise onlara (başkaca) pek büyük bir azab da vardır. — Şu kadar ki siz kendileri üzerine kaadir olmazdan (kendilerini ele geçirmezden) evvel tövbe eden (muhariblerle yol kesen)ler mustesnadırlar. Bilin ki şubhesiz Allah çok yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir." (Mâide 33 - 34)

Âyette Vârid Olan Hükümler Arasında Bir Tercih Yapılır

Bazı alimlere göre İmam (devlet başkanı), muharibler hakkında âyette bildirilen hükümlerden birini tercih edebilir. Yani, yol kesen kimse için öldürmek, asmak, el ve ayaklarını çaprazlama kesmek ve sürgün etmek cezalarından birini uygulayabilir. Çünkü âyetin zahiri bunu göstermektedir.
Mucahid, Dahhak ve Nehâr'nin görüşü budur. Maliki mezhebi de bu görüştedir.
Ibni Abbas (r.anhuma) şöyle der: Kur'anda ceza hükümleri sıralanırken aralarında t» v» (veya) kelimesinin kullanılması, bu hükümlerin icrası hususunda İmamın dilediğini seçebileceğini gösterir.»

Sahabi ve tabiinden bir alimler cematine göre ise âyet, cinayetlere göre hükümler tertib ve tevziine delalet eder. Mesela, bir kimse diğer bir kimsen'n malını alsa ve onu öldürse, efendisi de hem öldürülür hem de cenazesi sehpada sallandırılır. Bir kimsenin zorla malını alan kimsenin ise el veya ayağı bileklerinden çaprazlama kesilir. Kimseyi öldürmeyen, malını almayan, fakat korkutan kimse ise bulunduğu yerden başka bir yere sürgün edilir. Şafii mezhebinin, İmam Muhammed (r.h.) ve İmam Ebu Yusuf (r.h.)'un görüşleri de budur. Bu görüş Ibni Abbas (r.anhuma)'dan da rivayet edilmiştir.
İmam Ebu Hanife (r.h.)'ye göre hükümlerin uygulanması İmamın tercihine bağlıdır. Bu yalnız mutlak muharib için değil, hususi bir fesadcı, bozguncu için de böyledir. Mesela, bir adam bir başkasını hem öldürmüş, hem de malını almışsa İmam bunun için dört hükümden birini tercih hakkına sahibdir:

1- İmam dilerse böyle bir caniyi önce el ve ayaklarını çaprazlama kestirdikten sonra öldürür.
2- İmam dilerse o caniyi el ve ayaklarını çaprazlama kestirdikten sonra astırır.
3- İmam dilerse caninin el ve ayaklarını kestirmeyerek yalnızca astırır.
4- İmam dilerse caniyi yalnızca öldürür, başka blrşey yaptırmaz, İmam-ı Azam (r.h.)'a göre çaprazlama el ve ayağın bilekten kesilmesine öldürme veya asmanın birlikte olması lazımdır. Çünkü cinayette hem öldürme, hem de malını atma vardır. Yalnız adam öldürmenin cezası caniyi öldürmektir. Cebir yoluyla mal gasbetmenin cezası da çaprazlama el ve ayağını bilekten kesmektir. Bu cinayette hem öldürmek, hem de el ve ayağı çaprazlama kesmek suretiyle halkı korkutmak ve bu tür suçları ortadan kaldırmak gayesi vardtr. Bu tür suç ve fiillerin kökünün kazınması için yalnız el kesme cezasının uygulanması yeterli değildir. El kesmenin yanında öldürme ve asma cezalarının da uygulanması lazımdır.

Asma Cezası Nasıl Uygulanır?

Fakihlerin cumhuruna göre âyetin zahiri, İmamın istediği cezayı icra etmesini mümkün kılmaktadır. Buna göre İmamın bir caniyi asması da caizdir. Çünkü Allah (cc), «Allaha ve Rasulune harb açanların, yeryüzünde fesadcılığa koşanların cezası ancak... asılmalarıdır.» buyurmuştur.

Asılmanın keyfiyeti ise, canlı olarak ve öldürmeyecek biçimde asılması ve böylece bir veya üç gün tutulmasıdır. Bu, kötü kimselerin ibret almaları için yapılır. Asılan adam bir veya üç gün sonra süngülenerek öldürülür. İmam Malik ve Ebu Hanife (r.h.)'nin görüşü budur.
Diğer bir alimler topluluğuna göre caninin öldürülmeden önce canlı olarak asılması uygun değildir. Çünkü canlı olarak asıldığı takdirde namaz kılmasına, yeme ve içmesine mani olunmuş olur. Cani önce öldürülür, sonra asılarak teşhir edilir. Ancak bu arada gasli ve kefeni yapılır, cenaze namazı kılınır. Bu işlemler bittikten sonra asılır. İmam Şafii {ra} de bu görüştedir.
İmam Şafii (r.h.), «Asılı olduğu halde öldürülmesi çok çirkindir. Zira Rasulullah (s.a.v.) azabla öldürmeyi yasaklamıştır.» der.
Alusî ise, «Cani canlı olarak asılır ve ölünceye kadar süngülenir.» der.





Ali (r.anh); "Din kardeşlerimiz bize bağyetti (isyan etti)" derken, bağy'i isyan anlamında kullanmıştır. Bâğîler İslâm nazarında dinden çıkmış sayılmazlarsa da ümmetin ittifakı ile dalâlet" ehlidirler. Dinden çıkmadıklarının delili şu ayettir:
"Eğer mu'minlerden iki tâife çarpışırlarsa siz hemen onların aralarını bulun" (Hucurât, 9)
Ancak bunlar tevhid toplumunun dağılmasına, za'fa uğramasına İslâm devleti bünyesinde ayrılıkların çıkmasına, müslüman kanının dökülmesine yol açan bir kitledir.

Bâğîlerle ilgili bazı hadisler, bu konuda uygulanacak hükümleri kapsarlar:

İbn Ömer (r.anhuma), Peygamber'in şöyle dediğini nakletmiştir:
"Her kim bize karşı silâh taşırsa bizden değildir." (Buhârî Fiten,7, Diyât, 2; Muslim, İman, 161, 163; Fiten, 16_ Nesaî, Tahrim, 26; Tirmizî, Hudûd, 26; İbn Mace, Fiten, 11)
Burada silâh taşımak, harb etmek anlamındadır.

Ebû Hurayra (r.anh)'den, Allah elçisinin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Her kim, İslâm devlet başkanına itaatten çıkar ve İslâm cemaatinden ayrılır da ölürse, onun ölümü cahiliyye* ölümüdür." (Buhârî, Fiten, 2; Ebû Dâvûd, Sünnet, 27)

Bu hadis, bir kimse cemaatten ayrılır, ancak o cemaate karşı harb etmezse; bizim de kendisi ile muharebe edemiyeceğimize delildir. Çünkü Peygamber, onunla muharebe etmemizi emir buyurmamış, yalnız onun ölüm hâlinin cahiliyyet ölümüne benzediğini haber vermiştir. Şu halde o, bu fiilî ile dinden çıkmaz, demektir. Ali'nin Hâricilere söylediği şu sözler de bunu gösterir:
"İstediğiniz tarafta olun, sizinle aramızdaki hukuk, haram kan dökmemeniz, yol kesmemeniz ve hiç bir kimseye zulüm etmemenizdir. Eğer bunları yapacak olursanız size harb ilân ederim" (Ahmed b. Hanbel, Taberânî ve Hâkim)
Bir başka hadis-i şerifte Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur: "Cezası en çabuk verilen kötülük bağy'dir. "

İbn Ömer (r.anhuma)'dan Allah Rasulu'nun şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Bilir misin ey İbn Ummi Abd (bu zat, Abdullah b. Mes'ud'dur. Çünkü o, bu lâkapla anılırdı) bu ummetin bâğîlerine Allah'ın hükmü nasıl olacaktır?" dedi.
O: Allah ve Rasulu bilir! cevabını verdi.
Rasulullah (s.a.v.): "Bu grubun yere düşen yaralısına dokunulmaz, esiri öldürülmez, kaçanı aranmaz, ganimeti de taksim edilmez" buyurdu.
(İbn Hacer el-Askalanî, Buluğu'l-Meram, Terc. ve Şerh. A. Davudoğlu, İstanbul 1967, III, 559; Heysemi, Mecma', IV, 243, "ravilerinden Kevser b. Hakim'in zayıf ve metruk bir râvi olduğuı" kaydıyla)

Buna göre asîlerle ilgili hükümleri şu noktalarda toplamak mümkündür:

1) Âsî ve bâğîlerle savaşmak caizdir.
Bu konuda icmâ (ittifak) vardır.
Ayette; "Siz bâğîlik eden taife ile çarpışın... " (Hucurât, 9) buyurulmuştur.
Ancak onlarla savaşa başlamazdan önce, kendilerini bu isyandan vazgeçmeye davet gerekir. Nitekim Ali, Hâricîlere karşı böyle hareket etmiştir. Hâricîler, Ali (r.anh)'den ayrıldıktan sonra Ali (r.anh) kendilerine İbn Abbâs'ı göndermişti. İbn Abbâs onlarla çeşitli görüşmeler yaptı. Bu munazara ve görüşmelerin sonucunda tamamı sekizbin kişi olan Hâricîlerin dört bini isyandan vazgeçtiler. Diğerleri ise inadlarında ısrar ettiler.
Bu defa Ali (r.anh) kendilerine; "İstediğiniz tarafa gidin, sizinle aramızda (uyulması gereken şey) haram kan dökmemeniz, yol kesmemeniz ve hiçbir kimseye zulüm etmemenizdir" diye haber göndermiştir.
Hâricîler ashab-ı kiramdan Abdullah b. Habbab b. Eret'i şehid ettiler. Hamile olan hanımının da karnını deşerek içindeki cenîni çıkardılar.
Ali (r.anh) bunları duyunca Hâricîlere bir mektub yazarak Abdullah b. Habbab'ı şehid edenin kısasını istedi.
Hâricîler; "Onu hepimiz öldürdük" deyince, Ali (r.anh) onlarla savaşa izin verdi. (İbn Hacer el-Askalânî, Bulûğu'l-Meram, III, 560-561)

2) Âsî ve bâğîlerin yaralıları hemen öldürülmez.
Ancak Hanefîlere göre, orduları varsa yaralıları öldürülür, kaçanları da takib edilir. Ali (r.anh) bu konuda şöyle demiştir:
"İsyancılara gâlib geldiğiniz zaman kaçanı aramayın, yaralıyı hemen öldürmeyin, savaş aletine bakın ve onu alın. Ondan başkası mirasçılarınındır" (İbn Hacer el-Askalânî, Bulûğu'l-Meram, III, 561, 562)

3) Âsîlerden alınan esir öldürülmez.
Çünkü onlarla yapılan savaşın amacı, onların savaş yapmasına engel olmaktır.

4) Âsîlerin kaçan esirleri takib edilmez.
Hanefîlere göre, âsîlerin orduları varsa esirler takib edilir. Çünkü bu takdirde tekrar saldırıya geçmeleri muhtemeldir.

5) Bâğîlerin malları ganîmet olarak alınmaz.
Hadîste veda hutbesinde şöyle buyurulur:
"Müslüman bir kimsenin malı ancak kendi gönül rızası ile helâl olur. "
Ali (r.anh), Cemel ve Sıffin vakalarında ölenlerin hiç birisinin eşyasına el sürdürmemiştir.

6) Yere düşen yaralılar öldürülmez.
Hanefîlere göre âsîlerin savaşta sebebiyet verdikleri mal ve can kayıpları ödettirilmez. Çünkü ayet-i kerîmede;
"Allâh'ın emrine dönünceye kadar" (Hucurât, 9) buyurularak ödetmeden söz edilmemiştir.

Bilginlere göre; bâğîleri öldürmekten dolayı, meşrû devlet başkanına tabi müslümanlara günah ve keffâret gerekmez. Onlar telef ettikleri şeyleri de tazmin etmezler (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VII,169) Çünkü onlar, bu savaşı emir üzerine yapmışlardır.
Diğer yandan âsîlerin canları bile diyet veya kısasla tazmin edilmeyince, malları öncelikle tazmin edilmez (es-Serahsî, el-Mebsût, I, 128; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi ; VII,141; İbnu'l-Humâm, Fethu'l-Kadîr, IV, 414; İbn Ruşd, Bidâyetu'l-Muctehid, II, 448; eş-Şîrâzî, el-Muhezzeb, II, 220; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 113).

Âsîler, ehl-i adl (meşrû devlet tebeası)'in yolunu kesseler, onlara had uygulanmaz.
Çünkü onlar, bir te'vîle dayanarak, onların mallarını mubah saymışlardır. Âsî, ehl-i adlin malını çalsa, devlet başkanı, âsîler beldesinde velâyetinin (cezaları uygulama yetkisinin) bulunmaması sebebiyle onun elini kestiremez.
Hanefîlere göre bâğîlere, devlet başkanının onların beldesinde velâyetinin bulunmaması yüzünden hadler tatbik edilmez (İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 113)
Âsî, İslâm beldesi (Dâru'l-İslâm)'nde hırsızlık yapsa had cezası tatbik edilir. Bunu helâl saysa da sonuç değişmez. Çünkü Dâru'l-İslâm'da onun silâhlı gücü yoktur (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', VII, 141; es-Semerkandî, Tuhfetu'l-Fukahâ, III, 252; eş-Şîrâzî, el-Muhezzeb, II, 221)

İsyancıların, istilâ ettikleri beldeler halkından topladıkları zekâtları, öşürleri, haraçları, daha sonra o beldeleri geri alan meşrû devlet başkanı yeniden taleb edemez. Çünkü İslâm devlet başkanının bu vergilere hak kazanması, halkı himaye etmesi karşılığındadır. İstilâ halinde ise bu himâye kesintiye uğramıştır. Ancak halkın zekâtlarını yeniden vermesi daha güzeldir. Çünkü isyancılar zekâtı genellikle yerine sarfetmezler. Öşür ise yoksullara ait olduğu için; isyancılar yoksul iseler, bu zekât yerine sarfedilmiş olur. Haracın sarf yeri ise, harbîlere karşı cihadda bulunacak olan müslümanlardır. İsyancılar ise müslüman olub, ihtiyaç halinde harbîlere karşı cihad yapabilecekleri için; alacakları haraç, yerine sarfedilmiş sayılır. Ancak geleceğe ait bu kabil vergileri, yine İslâm devlet başkanı almaya başlar. Çünkü isyancıları etkisiz kılınca velâyeti açığa çıkmış olub o beldeler halkını yeniden himaye altına almış bulunur (Ömer Nasuhi Bilmen, Istilâhâtı Fıkhıyye Kâmusu, İstanbul 1968, III, 420)

İslâm devletinin isyancılara karşı, işin başında kesin tavır koyması bazı hadislerde öngörülmüştür. Arface b. Şurayh, Allah Rasulu'nun şöyle dediğini nakletmiştir:
"İşiniz toplu ve düzenli iken size biri gelir de topluluğunuzu dağıtmak isterse onu hemen öldürün" (Muslim, İmare, 59)
Muslim aynı hadîsi şu ifadelerle rivayet etmiştir:
"Nice fitne ve fesadlar vukû bulacaktır. Bu ummet toplu iken bir kimse onun hâlini perişan etmek ve onları dağıtmak isterse, kim olursa o!sun onu, hemen kılıçla öldürün" (Muslim, İmare, 60)

Bu hadisler, bir ülkede müslümanların bir kimseyi Emiru'l-Mu'minîn seçerek etrafında toplamalarına rağmen, bazılarının isyan edib bu seçilen zatın aleyhine başkaldırmaları halinde bunların ölüm cezasını hak ettiklerini gösterir.


Kemaluddin İbn el-Humam devlet başkanına karşı isyan eden bağileri dört kısma ayırmaktadır. Bunlar:

A- Bilerinde isyanlarını caiz kılacak bir delil ve dayanacakları bir kuvvet olmadan otoriteye karşı duranlardır. Bunlar bir araya gelmekte ve insanların mallarını ellerinden almakta, onlan korkutmakta, yol emniyetini gidermekte ve yolları korkulu hale getirmektedirler. Yol kesiciler bu birinci gruba girmektedirler.
B- Yine kendilerini koruyacak belli bir kuvvet toplamadan, yollara korku saçan, fakat bir te'vile dayanan grub bu ikinci sınıfı oluşturur. Bunlar da yoldan geçenlere korku verdikleri sürece yol kesici kabul edilirler.
C- Kendilerini koruyacak ve savunacak bir kuvvete dayalı olarak isyan eden gruplar üçüncüye girerler. Bunlar da bir te’vile dayalı olarak isyan etmişlerdir. Müslümanların kanlarını helal görürler ve kanlarını esir ederler. Bunlar sadece devlet başkanına itaat etmemekle kalmazlar ve yine sadece ordu ile savaşmakla da kalmazlar aksine güven ve istikrar içinde olan insanların kanlarını akıtırlar. Mu'minlerin emiri Ali b. Ebi Talib'e isyan eden Hariciler bu gruba örnektirler.
Fıkıh bilginleri bu gibilerle çarpışılacağına ve güçlerinin kırılması için öldürüleceklerine görüşbirliği içinde hüküm vermişlerdir. Bu gibilerin öldürülmelerinin nedeni inkarcı (kafir) olduklarından değil, fesad çıkarmış olduklarındandır. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Zamanın sonunda yaşları genç, aklı kıt olan birtakım, insanlar türeyecektir. Kur'an'ı okuyacaklar ancak okudukları hançerelerini (boğazlarını) geçmeyecek, okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklardır. Onlarla nerede karşılaşırsan hemen çarpış. Çünkü onları öldürmekte kıyamete kadar sevab olacaktır." (Buhari; Fazail'il-Kur'an 36. Ebu Davud; Sünne 28. Tirmizi; fiten 24. İbn Muce; Mukaddime 12. Ahmed; Musned 1/81, 113, 131, 404) Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir.
D- Adil bir devlet başkanına isyan eden ve fakat müslümanların kanlarını dokunulmaz kabul eden ve zürriyetlerini esir almayan zümre de dördüncü gruptur, işte "bugat" diye bunlara denilir.
Yukarıda üçüncü kısımda yer alanlara Hariciler denilirdi. Bu dört kısımdan iki kısım için hüküm aynıdır, çünkü her iki kısımda da isyan edenlerin kendilerini koruyacak bir güçleri vardır ve bir te'vile dayanmaktadırlar. Ancak ilk zümreler sadece devlet başkanının askerleri ile çarpışmakla kalmamaktadırlar, tam tersine ona itaat eden herkese karşı harekete geçmekte ve onları öldürmektedirler. Ya da İmam Ali (r.anh)'ın dediği gibi, "Kılıçları omuzlarında hem suçluyu hem de masumu vurmaktadırlar." Oysa ötekiler sadece devlet başkanının askerlerine karşı tecavüz etmektedirler. Çünkü onlar halkla çarpışmak değil onlan kurtarmak iddiasındadırlar. (Bu dört zumre Fethu'l-Kadir'in c. 4 sh, 408-409’da zikredilmektedir)

Ayaklanan Kesim Ele Geçirdikleri Bölgelerde Ahkamı Uygulayacak Olurlarsa Hüküm Nedir?

Şayet ayaklanan kesim, herhangi bir yere galibiyet sağlayıp zekatlar! toplar, hadleri uygular ve oradaki insanlar arasında İslâm ahkamı ile hükmedecek olurlarsa ne zekatlar ikinci defa alınır, ne de hadler bir daha uygulanır. Kitaba, sünnete ya da icmaa muhalif olanlar dışında verdikleri hükümler de bozulmaz. Nitekim böyle bir durumda adalet ve sünnet ehli kimselerin verdikleri hükümler de bozulur. Bu açıklamayı Mutarrif ve İbnu'1-Macişun yapmışlardır.

İbnu'l-Kasım da: Onların uygulamaları hiçbir halde caiz değildir, demiştir. Esbağ'dan bunun caiz olduğu rivayeti gelmiştir. Yine ondan gelen bir rivayete göre İbnu'l-Kasım'ın dediği gibi bunlar caiz olmaz, Ebu Hanife de böyle demiştir. Çünkü bu, velayeti caiz olmayan kimselerin haksızca bir uygulamasıdır. Bunlar bağiy olmasalardı bile hükümleri caiz olmadığı gibi, bu halde de hükümleri caiz olmaz.

Bu hususta btzim lehimize olan dayanak, daha önce arzettiğimiz ashab-ı kiramın uygulamasıdır. Fitne çekilib andlaşma ve barış ile aradaki ayrılıklar ortadan kalkınca, onların verdikleri hiçbir hükmü tekrar yeniden ele alıb değerlendirmediler.
İbnu'l-Arabî dedi ki: Benim kanaatime göre böyle bir iş uygun değildir. Çünkü fitne ortadan kalktığı sırada imam olan kişi, daha önce bağiy oian kişi idi ve ortada ona itiraz edecek kimse de yoktu. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. (İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 16/253-254)


İlgili Konu:

İsyancılara (bağy) Karşı Harbi Kafirlerden Yardım Alınabilir mi?

https://www.islam-tr.org/konu/isyancilara-bagi-karsi-harbi-kafirlerden-yardim-alinabilir-mi.35126/
 
Üst Ana Sayfa Alt