Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Beşikte Konuşan Mûcize Bebekler

Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Beşikte Konuşan Mûcize Bebekler

konusan-yeni-dogmus-erkek-bebek-gormek-2025.jpg

Konuşma yaşından önce konuşan çocukların sayısı rivayetlerde yediye çıkmaktadır. İbnu Hâcer, kaynaklarını da vererek diğerlerini de tanıtır.

* Biri, Firavun'un kızına berberlik yapan kadının oğludur. Firavun ateşe atacağı zaman bebek: "Anneciğim sabret, biz hak yoldayız" demiştir.
* Ashab-ı uhduddan bir kadın ateşe atılacağı zaman, memede olan çocuk: "Anneciğim sabret, sen hak üzeresin" demiştir.
* Yahya (a.s.)'nın beşikte iken konuştuğu rivayet edilmiştir.
* İbrahim (a.s.) de beşikte konuşmuştur.
* Rasulullah'ın o devirde Mubâraku'l-Yemame adında bir çocuğun beşikte konuştuğu rivayet edilmiştir. Yusuf'un şahidi ihtilaflıdır.

Aynî, hadiste üç denmiş olmasını, Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın "üç" dediği zaman, diğerlerinin henüz vahyen bildirilmemiş olabileceği ihtimaliyle açıklar. Çünkü, Aleyhissalâtu ve's selâm gaybı bilmezdi. Cenab-ı Hakk'ın bildirdiği kadarını bilirdi. Yusuf'a şâhidlik eden çocuk, Firavun'un ateşe atmak istediği kadının çocuğu ve Yahya aleyhisselam da konuşma yaşından önce konuşan çocuklar arasında zikredilirler.
Kurtubî "Bu üç çocuğun beşikte iken, diğerlerinin beşikten çıkmış, biraz daha büyümüş ama henüz çocuk yaşına basmamış halde konuşmalarıyla" têvil ederek tearuzu giderir.

Çeşitli hadislerde beşikte (daha küçük) iken konuşan bebekler şunlardır:

1- İsa (a.s.)
2- İbn Curayc’in şahidi
3- Bebeğini emziren kadının çocuğu
4- Firavun kızının tarakçısı Mâşita'nın çocuğu
5- Yusuf (a.s.)'a şahidlik yapan çocuk
6- Ateş dolu hendeke (Ashabu'l Uhdud) atılan kadının çocuğu


1- İsa (a.s.)

"Çocuğu alıp kavmine getirdi, onlar: "Meryem! Utanılacak bir şey yaptın. Ey Harun'un kız kardeşi! Baban kötü bir kimse değildi, annen de iffetsiz değildi" dediler. Meryem çocuğu gösterdi. "Biz beşikteki çocukla nasıl konuşabiliriz?" dediler. Çocuk: "Ben şubhesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitab verdi ve beni peygamber yaptı, nerede olursam olayım beni mubârak kıldı. Yaşadığım muddetçe namaz kılmamı, zekat vermemi ve anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde, dirileceğim günde bana selam olsun" dedi.
İşte hakkında şubheye düştükleri Meryem oğlu İsa gerçek söze göre budur
." (Meryem 27 - 34)

Bu olaydan sonra İsâ Aleyhisselâm, konuşma zamanı gelinceye kadar, bir daha konuşmamıştır. (İbn Ebî Şeybe Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed b. İbrâhîm el-Absî el-Kûfi, Musannef fi’l-eĥâdîŝ ve’l-âŝâr, c. l3, sf: 196; Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrâhîm es-Sa‘lebî en-Nîsâbûrî, Arâisu’l-mecâlis , sf: 386; İbnu'l Esîr Ebu’l-Hasen İzzuddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî el-Cezerî, el-Kâmil fi’t-târîħ, c.1, sf: 311)


2 ve 3- İbn Curayc’in şahidi ve Bebeğini Emziren Kadının Çocuğu


ـ4994 ـ1ـ عن أبِي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ] قَالَ رَسول اللّهِ #: لَمْ يَتَكَلّمْ في الْمَهْدِ إَّ ثَثَةٌ: عِيسى ابْنُ مَرْيَمَ عَلَيْهِمَا السَّمُ. وَصَاحِبُ جُرَيْجٍ، وَكَانَ جُرَيْجٌ رَجًُ عَابِداً فَاتَّخَذَ صَوْمَعَةً، فَكَانَ فيهَا فَأتَتْهُ

أُمُّهُ، وَهُوَ يُصَلي. فَقَالَتْ: يَا جُرَيْجُ! فقَالَ: اللّهُمَّ أُمِّي وَصََتِي. فَأقْبَلَ عَلى صََتِهِ. فقَالَتْ بَعْدَ ثَالِثِ يََومٍ في ثَالِثِ مَرَّةٍ: اللّهُمَّ َ تُمِتْهُ حَتّى يَنْظُرَ في وُجُوهِ الْمُومِسَات، فَتَذَاكَرَ بَنُو إسْرائِيلَ جُرَيْجاً وَعِبَادَتَهُ، وَكانَتْ إمْرَأةٌ بُغِيٌّ يُتَمَثَّلُ بِهَا. فَقَالَتْ: إنْ شِئْتُمْ ‘فْتِنَنْهُ. فَتَعَرَّضَتْ لَهُ، فَلَمْ يَلْتَفِتْ إلَيْهَا. فأتَتْ رَاعِياً كَانَ يَأوِي الى صَوْمَعَتِهِ، فأمْكَنَتْهُ مِنْ نَفْسِهَا. فَوَقَعَ عَلَيهاَ، فَحَمَلَتْ فَلَمَّا وَلَدَتْ قَالَتْ: هُوَ مِنْ جُرَيْجٍ. فَأتَوْهُ فَأنْزَلُوهُ مِنْ صَوْمَعَتِهِ وَهَدَمُوهَا، وَجَعَلُوا يَضْرِبُونَهُ. فقَالَ: مَا شَأنُكُمْ؟ قَالُوا: زَنَيْتَ بهذِهِ الْبَغْيِّ فَوَلَدَتْ مِنْكَ. فقَالَ: أيْنَ الصَّبِيُّ؟ فَجَاءُوا بِِهِ. فقَالَ: دَعُونِي حَتّى أُصَلِّيَ فَصَلّى، فَلَمَّا انْصَرفَ أتَى الصَّبِيَّ. فَطَعَنَ في بَطْنِهِ وَقَالَ: يَا غَُمُ مَنْ أبُوكَ؟ فقَالَ: فَُنٌ الرَّاعِي. فأقْبَلُوا عَلى جُرَيْجٍ يُقَبِّلُونَهُ وَيَتَمَسَّحُونَ بِهِ، وَقَالُوا: نَبْنِي صَوْمَعَتَكَ مِنْ ذَهَبٍ. قَالَ: َ. أعِيدُوهَا مِنْ لَبَنٍ كَمَا كَانَتْ فَفَعَلُوا وَبَيْنَا صَبِيٌّ يَرْضَعُ مِنْ أُمِّهِ مَرَّ رَجُلٌ عَلى دَابَةٍ فَارِهَةٍ وَشَارَةٍ حَسَنَةٍ. فَقَالَتْ الْمَرأةُ: اللّهُمَّ اِجْعَلْ إبْنِي مِثْلَ هذَا فَتَرَكَ الْثَدْيَ، وَأقْبَلَ يَنْظُرُ إلَيْهِ وَقَالَ: اللَّهُمَّ َ تَجْعَلْنِى مِثْلَهُ. ثُمَّ أقْبَلَ عَلى ثَدْيِهِ وَجَعَلَ يَرْتَضِعُ. قَالَ: فَكأنِّي أنْظُرُ الى رَسُولِ اللّهِ # وَهُوَ يُحْكِي اِرْتِضَاعَهُ بِإصْبَعِهِ السَّبَّابَةِ في فِيهِ يَمَصُّهَا، وَمَرُّوا بِجَارِيَةٍ يَضْرِبُونَهَا وَيَقُولُونَ زَنَيْتِ، سَرَقْتِ؛ وَهِيَ تَقُولُ: حَسْبِيَ اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ. فَقَالَتْ أُمُّهُ: َ تَجْعَلْ اِبْنِي مِثْلَهَا. فَتَرَكَ الرَّضَاعَ، وَنَظَرَ إلَيْهَا. وَقَالَ: اللّهُمَّ

اجْعَلْنِي مِثْلَهَا. فَهُنَالِكَ تَرَاجَعَا الْحَدِيثَ. فَقَالَ: مَرَّ رَجُلٌ حَسَنٌ الْهَيْئَةِ، فَقُلْتِ: اللّهُمَّ اجْعَلِ ابْنِي مِثْلَهُ، فَقُلْتُ: اللّهُمَّ َ تَجْعَلْنِي مِثْلَهُ. وَمَرُّوا بِهذِهِ ا‘مةِ يَضْرِبُونَهَا ويَقُولُونَ: زَنَيْتِ، سَرَقْتِ. فَقُلْتِ: اللّهُمَّ َ تَجْعَلْ اِبْنِي مِثْلَهَا. فَقُلْتُ: اللّهُمَّ اجْعَلْنِي مِثْلَهَا. فقَالَ: إنَّ ذَلِكَ الرَّجُلَ كَانَ جَبَّاراً. فَقُلْتُ: اللّهُمَّ َ تَجْعَلْنِي مِثْلَهُ. وَإنَّ هذِِهِ يَقُولُونَ لَهَا زَنَيْتِ، سَرَقْتِ وَلَمْ تَزْنِ وَلَمْ تَسْرِقْ. فَقُلْتُ اللّهُمّ اجْعَلْنِي مِثْلَهَا [. أخرجه الشيخان وهذا لفظ مسلم.و»المومساتُ« هي جمع مومسة وهي الفاجرة، والمياميس مثله. و»البَغيُّ« الزانية.و»يُتَمَثلُ بِحُسنَها« أي يعجب به فيقال لكل من يستحسن: هذا مثل فنة في الحسن.و»الشَّارةُ الحسنةُ« جمال الظاهر في الهيئة والملبس والمركب ونحو ذلك.و»الجَبَّار« العاتي المتكبر القاهر للناس، واللّه أعلم
1. (4994)- Ebu Hurayra (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Üç kişi dışında hiç kimse beşikte iken konuşmamıştır.
Bunlar: İsa İbnu Meryem aleyhima's selam,
Curayc'in arkadaşı:

Curayc, kendini ibadete vermiş âbid bir kuldu. Bir manastıra çekilmiş orada ibadetle meşguldu. Derken bir gün annesi yanına geldi, o namaz kılıyordu.
"Ey Curayc! (Yanıma gel, seninle konuşacağım! Ben annenim)" diye seslendi.
Curayc: "Allahım! Annem ve namazım (hangisini tercih edeyim?)" diye düşündü. Namazına devama karar verdi.
Annesi çağırmasını [her defasında üç kere olmak üzere] üç gün tekrarladı. (Cevab alamayınca) üçüncü çağırmanın sonunda: "Allah'ım, kötü kadınların yüzünü göstermedikçe canını alma!" diye bedduada bulundu.
Benî İsrail, aralarında Curayc ve onun ibadetini konuşuyorlardı.
O diyarda güzelliğiyle herkesin dilinde olan zâniye bir kadın vardı. "Dilerseniz ben onu fitneye atarım" dedi.
Gidib Curayc'e sataştı. Ancak Curayc ona iltifat etmedi.

Kadın bir çobana gitti. Bu çoban Curayc'in manastırı(nın dibi)nde barınak bulmuş birisiydi. Kadın onunla zina yaptı ve hamile kaldı.
Çocuğu doğurunca: "Bu çocuk Curayc'ten" dedi.
Halk (öfkeyle) gelip Curayc'i manastırından çıkarıp manastırı yıktılar, [hakaretler ettiler], kendisini de dövmeye başladılar, (linç edeceklerdi).
Curayc onlara: "Derdiniz ne?" diye sordu.
"Şu fahişe ile zina yaptın ve senden bir çocuk doğurdu!" dediler.
Curayc: "Çocuk nerede, (getirin bana?)" dedi.
Halk çocuğu ona getirdi.
Curayc: "Bırakın beni namazımı kılayım!" dedi.
Bıraktılar ve namazını kıldı.
Namazı bitince çocuğun yanına gitti, karnına dürttü ve: "Ey çocuk! Baban kim?" diye sordu.
Çocuk: "Falanca çoban!" dedi.
Bunun üzerine halk Curayc'e gelip onu öpüp okşadı ve: "Senin manastırını altından yapacağız!" dedi.
Curayc ise: "Hayır! Eskiden olduğu gibi kerpiçten yapın!" dedi.
Onlar da yaptılar.

****

Üçüncüsü:
Bir zamanlar bir çocuk annesini emiyordu. Oradan şahlanmış bir at üzerinde kılık kıyafeti güzel bir adam geçti.
Onu gören kadın: "Allah'ım şu oğlumu bunun gibi yap!" diye dua etti.
Çocuk memeyi bırakarak adama doğru yönelip baktı ve: "Allah'ım beni bunun gibi yapma!" diye dua etti.
Sonra tekrar memesine dönüp emmeye başladı.
"Ebu Hurayra der ki: "Ben Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı, şehâdet parmağını ağzına koyup emmeye başlayarak, çocuğun emişini taklid ederken görür gibiyim."
(Rasulullah anlatmaya devam etti): "(Sonra annenin yanından) bir kalabalık geçti. Ellerinde bir cariye vardı.
Onu dövüyorlar ve: "(Seni zani seni!) Zina yaparsın, hırsızlık yaparsın ha!" diyorlardı.
Cariye ise: "Allah bana yeter, o ne iyi vekildir!" diyordu.
Çocuğun annesi: "Allah'ım çocuğumu bunun gibi yapma!" dedi.
Çocuk yine emmeyi bıraktı, cariyeye baktı ve: "Allah'ım beni bunun gibi yap! dedi.
İşte burada anne, evlat karşılıklı konuşmaya başladılar:
Anne dedi ki: "Boğazı tıkanasıca! Kıyafeti güzel bir adam geçti. Ben: "Allah'ım, oğlumu bunun gibi yap" dedim.
Sen: "Allah'ım! Beni bunun gibi yapma!" dedin.
Yanımızdan cariyeyi döverek, zina ve hırsızlık yaptığını söyleyerek geçenler oldu.
Ben: "Allah'ım, oğlumu bunun gibi yapma" dedim.
Sen ise: "Allah'ım, beni bunun gibi yap!" dedin."
Oğlu şu cevabı verdi: "Güzel kıyafetli bir adam geçti. Sen: "Allah'ım, oğlumu bunun gibi yap!" dedin, ben ise: "Allah'ım beni bunun gibi yapma!" dedim.
Yanınızdan bu cariyeyi geçirdiler. Onu hem dövüp hem de: "Zina ettin, hırsızlık ettin!" diyorlardı.
Sen: "Allah'ım, oğlumu bunun gibi yapma! "dedin. Ben ise: "Allah'ım, beni bunun gibi yap!" dedim.
(Sebebini açıklayayım): O atlı adam cebbar zâlimin biriydi. Ben de: "Allah'ım beni böyle yapma!" dedim. "Zina ettin, hırsızlık yaptın!" dedikleri şu zavallı cariye ise ne zina yapmıştı, ne de çalmıştı! Ben de "Alah'ım beni bunun gibi yap!" dedim."
[Buhârî, Enbiya 50, Amel fi's-Salat 7; Muslim, Birr 7, 8, (2550). Metin Muslim'den alınmalıdır.]


4- Firavun Kızının Tarakçısı Mâşita'nın Çocuğu

Ubey İbnu Kâ’b (r.anh)’ın anlattığına göre: “Rasûlullâh (s.a.v.) Mîrâc gecesinde çok hoş bir koku hissetti.
“Ey Cibrîl bu güzel koku nedir?” diye sordu.
O da anlattı:
“Bu Mâşita (berber) kadının, iki oğlunun ve kocasının kabirlerinin kokusudur. Bunların hikâyesi şöyledir:
Hıdır (Aleyhi’s-Selâm), Benî İsrâîl’in ileri gelenlerinden biriydi. Onun yol güzergâhında manastırda oturan bir râhib vardı. Hıdır oradan geçtikçe râhib önüne çıkar, İslâm’ı öğretirdi. Hıdır buluğa erince babası onu bir kadınla evlendirdi. Hıdır İslâm’ı hanımına öğretti ve bunu kimseye haber vermemesi husûsunda söz aldı. Kendisi kadınlara yaklaşmazdı. Bu sebeble bir muddet sonra kadını boşadı.
Aradan zaman geçince babası, Hıdır’ı bir başka kadınla evlendirdi. Hıdır ona da İslâm’ı öğretti ve kimseye söylememesi için söz aldı. Bu sırrı o iki kadından biri tuttu, diğeri ifşâ etti. (Böylece onun İslâm’ı yaydığı ortaya çıktı.) Bunun üzerine Hıdır oradan kaçtı. Deniz ortasında bir adaya geldi. Odun kesmek için iki kişi oraya geldi ve onu gördüler.
Bunlardan biri Hıdır’ı gördüğünü gizledi, diğeri ifşâ etti ve: “Ben Hıdır’ı gördüm!” dedi.
Ona: “Seninle beraber onu başka kim gördü?” denildi.
O: “Falan kimse!” dedi.
Ona soruldu ise de gördüğünü söylemedi. Onların dîninde yalan söyleyen öldürülürdü. Zamanla bu sır tutan adam, öbür sır tutan kadınla evlendi. Bu kadın, Firavun’un kızının başını tararken tarak elinden düştü.
Kadıncağız: “Firavun helâk olsun!” dedi.
Kız bunu babasına haber verdi. Kadının kocasından başka iki de oğlu vardı. Fir’avun, onları da çağırttı. Bunları dinlerinden çevirmek için Firavun ısrar etti. Onlar direndiler.
O zaman Firavun: “Öyleyse sizi öldüreceğim!” dedi.
Karı-koca: “Bu, tarafınızdan bize bir ihsân olur!” diye merdâne cevâb verdiler ve: “Mâdem öldüreceksin hiç olsun bizi bir kabre koy!” dediler.
O da öyle yaptı.
Rasûlullâh (s.a.v.), Mîrâcda iken güzel bir koku duydu, Cibrîl (Aleyhi’s-Selâm)’a bunu sordu. O da bu hâdiseyi anlattı.”
(İbn Mace, Fiten, bab 23, Hadis no: 4030)

Aynı konudaki rivâyet (ufak-tefek farklılıklarla beraber) Musned'de şöyle geçer:

حَدَّثَنَا أَبُو عُمَرَ الضَّرِيرُ، أَخْبَرَنَا حَمَّادُ بْنُ سَلَمَةَ، عَنْ عَطَاءِ بْنِ السَّائِبِ، عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: " لَمَّا كَانَتِ اللَّيْلَةُ الَّتِي أُسْرِيَ بِي فِيهَا، أَتَتْ عَلَيَّ رَائِحَةٌ طَيِّبَةٌ، فَقُلْتُ: يَا جِبْرِيلُ، مَا هَذِهِ الرَّائِحَةُ الطَّيِّبَةُ؟ فَقَالَ: هَذِهِ رَائِحَةُ مَاشِطَةِ ابْنَةِ فِرْعَوْنَ وَأَوْلادِهَا ". قَالَ: " قُلْتُ: وَمَا شَأْنُهَا؟ قَالَ: بَيْنَا هِيَ تُمَشِّطُ ابْنَةَ فِرْعَوْنَ ذَاتَ يَوْمٍ، إِذْ سَقَطَتِ الْمِدْرَى مِنْ يَدَيْهَا، فَقَالَتْ: بِسْمِ اللهِ. فَقَالَتْ لَهَا ابْنَةُ فِرْعَوْنَ: أَبِي؟قَالَتْ: لَا، وَلَكِنْ رَبِّي وَرَبُّ أَبِيكِ اللهُ. قَالَتْ: أُخْبِرُهُ بِذَلِكَ قَالَتْ: نَعَمْ. فَأَخْبَرَتْهُ فَدَعَاهَا، فَقَالَ: يَا فُلانَةُ، وَإِنَّ لَكِ رَبًّا غَيْرِي؟ قَالَتْ: نَعَمْ، رَبِّي وَرَبُّكَ اللهُ. فَأَمَرَ بِبَقَرَةٍ مِنْ نُحَاسٍ فَأُحْمِيَتْ، ثُمَّ أَمَرَ بِهَا أَنْ تُلْقَى هِيَ وَأَوْلادُهَا فِيهَا، قَالَتْ لَهُ: إِنَّ لِي إِلَيْكَ حَاجَةً. قَالَ: وَمَا حَاجَتُكِ؟ قَالَتْ: أُحِبُّ أَنْ تَجْمَعَ عِظَامِي وَعِظَامَ وَلَدِي فِي ثَوْبٍ وَاحِدٍ، وَتَدْفِنَنَا. قَالَ: ذَلِكَ لَكِ عَلَيْنَا مِنَ الحَقِّ ". قَالَ: " فَأَمَرَ بِأَوْلادِهَا فَأُلْقُوا بَيْنَ يَدَيْهَا، وَاحِدًا وَاحِدًا، إِلَى أَنِ انْتَهَى ذَلِكَ إِلَى صَبِيٍّ لَهَا مُرْضَعٍ، كَأَنَّهَا تَقَاعَسَتْ مِنْ أَجْلِهِ، قَالَ: يَا أُمَّهْ، اقْتَحِمِي، فَإِنَّ عَذَابَ الدُّنْيَا أَهْوَنُ مِنْ عَذَابِ الْآخِرَةِ، فَاقْتَحَمَتْ " قَالَ: قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ: " تَكَلَّمَ أَرْبَعَةٌ صِغَارٌ: عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ عَلَيْهِ السَّلامُ، وَصَاحِبُ جُرَيْجٍ، وَشَاهِدُ يُوسُفَ، وَابْنُ مَاشِطَةِ ابْنَةِ فِرْعَوْنَ
Peygamber (a.s.) şunları söyledi: “Miraca çıktığım gece, bir yerde çok güzel bir koku aldım. Bu kokunun ne olduğunu Cebrail’e sordum.
Dedi ki: “Bu koku Firavun’un kızının berberi/tarakçısı olan kadının ve çocuklarının kokusudur.”
Bu olayın aslını soruduğumda;
Cebrail şöyle dedi: “Bu kadın bir gün Firavun’un kızının saçını tararken, tarak elinden düştü. (onu yerden alırken, gayr-i ihtiyari) Bismillah dedi.
Firavun’un kızı “Babam mı? (onu mu kastediyorsun?)” deyince,
Kadın: “Hayır! Benim kastettiğim benim de senin de babanın da Rabb'idir.” diye cevab verdi.
Firavun’un kızı: “Bunun babama söylerim” dedi.
Kadın da “Evet, söyleyebilirsin” dedi.
Kızı bunu haber verince,
Firavun kadını çağırdı ve: “Kadın! Benden başka senin bir Rabb'in mi var?” diye sorunca,
kadın: “Evet, Benim de senin de Rabbi Allah’tır.” diye cevab verdi.
Bunun üzerine Firavun, inek şeklinde bakırdan yapılmış bir heykelin eritilmesini emretti ve heykel eritildi. Sonra kadın ve çocuklarının oraya (eritilen bakırın içine) atılmasını emretti.
Kadın, Firavun’dan bir ihtiyacı/isteği olduğunu söyledi. Firavun kadının ihtiyacı/isteğinin ne olduğunu sordu.
Kadın: “benimle çocuklarımın kemiklerini aynı örtüye sarıp bizi birlikte defnetmeni istiyorum” dedi.
Firavun: “Bu, senin üzerimizdeki hakkındır / bunu yaparım” dedi.

Firavun’un emriyle, çocukları bir bir kadının gözleri önünde o ateşte eritilmiş bakır çukuruna atıldılar. Nihayet sıra emzirme çağında olan bebeğe gelince, annesi dayanamadı, oldukça gerildi. Bunu gören bebek (Allah’ın izniyle konuşmaya başladı ve)Anne korkma, atla! Çünkü dünyanın işkencesi ahiretin işkencesinden daha hafiftir.” dedi ve kadın da atladı.

(Hakim’in rivayetinde: “Bebek: Anneciğim sabret, şubhesiz sen hak yoldasın, dedi. Ve nihayet kadın bu çocuğuyla birlikte oraya atıldılar’ şeklindeki ifadeye yer verilmiştir.)
İbn Abbas (bu hadisi anlattıktan sonra), şu bilgiyi de ekledi: “Dünyada şu dört bebek konuşmuş: Yusuf’un şâhidi, Curayc’in sahibi, Meryem oğlu İsa ve Firavun’un kızının berberi / tarakçısının oğlu.”
(Ahmed b. Hanbel, Musned, 5/30-31; el-Tabarâni (12280); İbn Hibban (2903)


Aynı rivâyet Hâkim ve Beyhâki'de ise şöyledir:

حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ صَالِحِ بْنِ هَانِئٍ، ثنا الْحُسَيْنُ بْنُ الْفَضْلِ الْبَجَلِيُّ، ثنا عَفَّانُ بْنُ مُسْلِمٍ، ثنا حَمَّادُ بْنُ سَلَمَةَ، أَنْبَأَ عَطَاءُ بْنُ السَّائِبِ، عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: " لَمَّا أُسْرِيَ بِي مَرَّتْ بِي رَائِحَةٌ طَيْبَةٌ، فَقُلْتُ: مَا هَذِهِ الرَّائِحَةُ؟ " فَقَالُوا: هَذِهِ رَائِحَةُ مَاشِطَةِ ابْنَةِ فِرْعَوْنَ وَأَوْلَادِهَا كَانَتْ تَمْشِطُهَا فَوَقَعَ الْمُشْطُ مِنْ يَدِهَا، فَقَالَتْ: بِسْمِ اللَّهِ. فَقَالَتِ ابْنَتُهُ: أَبِي؟ فَقَالَتْ: لَا، بَلْ رَبِّي وَرَبُّكِ وَرَبُّ أَبِيكِ. فَقَالَتْ: أُخْبِرُ بِذَلِكَ أَبِي، قَالَتْ: نَعَمْ. فَأَخْبَرَتْهُ فَدَعَا بِهَا وَبِوَلَدِهَا فَقَالَتْ: لِي إِلَيْكَ حَاجَةٌ. فَقَالَ: مَا هِيَ؟ قَالَتْ: تَجْمَعُ عِظَامِي وَعِظَامَ وَلَدِي فَتَدْفِنُهُ جَمِيعًا. فَقَالَ: ذَلِكَ لَكِ عَلَيْنَا مِنَ الْحَقِّ. فَأَتَى بِأَوْلَادِهَا فَأَلْقَى وَاحِدًا وَاحِدًا حَتَّى إِذَا كَانَ آخِرُ وَلَدِهَا وَكَانَ صَبِيًّا مُرْضَعًا، فَقَالَ: اصْبِرِي يَا أُمَّاهُ فَإِنَّكِ عَلَى الْحَقِّ، ثُمَّ أُلْقِيَتْ مَعَ وَلَدِهَا، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: " تَكَلَّمَ أَرْبَعَةٌ وَهُمْ صِغَارٌ: هَذَا وَشَاهِدُ يُوسُفَ، وَصَاحِبُ جُرَيْجٍ وَعِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ عَلَيْهِ السَّلَامُ «هَذَا حَدِيثٌ صَحِيحُ الْإِسْنَادِ وَلَمْ يُخَرِّجَاهُ»
[التعليق - من تلخيص الذهبي ] 3835 - صحيح
(Hakim Mustedrak, 2/538, 496; Beyhaki, Delailu’n-nubuvve, 2/389)


5- Yusuf (a.s.)'a şahidlik yapan çocuk:

Bu şâhid Kadının amcası oğlu idi. Çok akıllı hikmet sahibi bir adamdı. O da tevafuken Zeliha’nın yanına gitmek üzere gelmiş ve kapıda Melik'le birlikte idi.
İşte bu adam şöyle şâhidlik ve hâkemlik etti: “Biz kapının arkasında bir gürültü ve gömleğin yırtılmasından meydana gelen sesi duyduk. Ancak, biz kimin kimi kovaladığını bilmiyoruz. Fakat şunu söyleyebiliriz ki, eğer Yusuf’un gömleği önden yırtılmışsa (Zeliha / Zuleyha’ya hitaben) sen doğru söylüyorsun, Yusuf yalan söylüyor. Yoksa eğer bu gömlek arkadan yırtılmışsa, Yusuf doğru söylüyor, sen yalancısın.”

Bunun üzerine gömleğin arkadan yırtıldığını görünce, bu hakem olan amcasının oğlu Zuleyha’ya döndü ve “Bu siz kadınların işidir, çünkü sizin hileleriniz gerçekten büyüktür” dedi.
Bu görüş, mufessirlerin büyük çoğunluğuna aittir. (Razi, ilgili ayetin tefsiri)
İbn Abbas, İbn Cubeyr ve Dahhak’a atfedilen bir görüşe göre, bu şâhid bir bebek idi ve bir mucize eseri konuştu.
Rivâyete göre İbn Abbas şöyle demiştir: “İnsanlık tarihinde dört bebek konuşmuştur: Yusuf’un şâhidi, Firavun kızının kuaförü olan kadının oğlu, İsa ve Rahib Curayc’in olayında konuşan çocuk.”
(Hâkim, 2/650
Hâkim bu rivayetin Buhari ve Muslimin şartlarına uygun bir sahihlik mertebesinde olduğunu bildirmiş, Zehebi de bunu tasdik etmiştir.)

Ahmed, ibn Cerîr ve Beyhakî, Delâil'de, ibn Abbâs'tan;
Rasûlullah'ın (s.a.v.): "Şu dört kişi küçükken konuşmuştur: Firavun'un kızının tarakçısının oğlu, Yûsuf'un şâhidi, Curayc'in arkadaşı ve İsa b. Meryem"

(Ahmed, 5/30, 32 (2821, 2822); İbn Cerîr (13/105); Beyhakî (2/389). Musned'in muhakkikleri hadisin senedinin hasen olduğunu söylemiştir.)


6- Ateş dolu hendeke (Ashabu'l Uhdud) atılan kadının çocuğu

ـ4993 ـ1ـ عن صهيب رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ] رَسُولُ اللّهِ #: كَانَ فِيمَنْ قَبْلَكُمْ مَلِكٌ وَكَانَ لَهُ سَاحِرٌ، فَلَمَّا كَبِرَ السَّاحِرُ قَالَ لِلْمَلِكِ: إنِّى قَدْ كَبِرْتُ فَأبْعَثْ اليّ غَُماً أُعَلِّمُهُ السِّحْرَ. فَبَعَثَ إلَيْهِ غَُماً يُعَلِّمُهُ فَكَانَ في طَرِيقِهِ إذَا سَلَكَ رَاهِبٌ. فَقَعَدَ إلَيْهِ وَسَمِعَ كََمَهُ فَأعْجَبَهُ! فَكَانَ إذَا

أتَى السَّاحِرَ مَرَّ بِالرَّاهِبِ وَقَعَدَ إلَيْهِ. فإذَا أتَى السَّاحِرَ ضَرَبَهُ. فَشَكَا ذلِكَ الى الرَّاهِبِ. فَقَالَ: إذَا خَشِيتَ السَّاحِرَ فَقُلْ: حَبَسَنِي أهْلِي. وَإذَا خَشِيتَ أهْلَكَ فَقُلْ: حَبَسَنِي السَّاحِرُ: فَبَيْنَمَا هُوَ كَذلِكَ إذْ أتَى عَلى دَابَّةٍ عَظِيمَةٍ قَدْ حَبَسَتِ النَّاسَ. فقَالَ: الْيَوْمَ أعْلَمُ السَّاحِرُ أفْضَلُ أمِ الرَّاهِبُ؟ فَأخَذَ حَجَراً. فَقَالَ: اللّهُمَّ إنْ كَانَ أمْرُ الرَّاهِبِ أحَبَّ إلَيْكَ مِنْ أمْرِ السَّاحِرِ فَاقْتُلْ هذِهِ الدَّابَّةَ حَتّى يَمْضِىَ النَّاسُ فَرَمَاهَا فَقَتَلَهَا، وَمَشَى النَّاسُ فَأتَى الرَّاهِب فَأخبَرَهُ. فَقَالَ لَهُ الرَّاهِبُ: أي بُنَيّ! أنْتَ الْيَوْمَ أفْضَلُ مِنِّى، وَقَدْ بَلَغَ مِنْ أمْرِكَ مَا أرَى، وَإنَّكَ سَتُبْتَلَى فإنْ ابْتُلِيتَ فََ تَدُلَّ عَليّ، وَكَانَ الْغَُمُ يُبْرِئُ ا‘كْمَهَ وَا‘بْرَصَ، وَيُدَاوِي النَّاسَ مِنْ سَائِرِ ا‘دْوَاءِ. فَسَمِعَ بِهِ جَلِيسٌ لِلْمَلِك، وَكَانَ قَدْ عَمِيَ، فأتَاهُ بِهَدَايَا كَثِيرَةٍ، وَقَالَ مَا ههُنَا لَكَ أجْمَعُ إنْ أنْتَ شَفيْتَنِي فقَالَ: إنِّي َ أشْفِى أحَداً، إنَّمَا يَشْفِي اللّهُ. فإنْ أنْتَ آمَنْتَ بِاللّهِ دَعَوْتُ اللّهَ لَكَ فَشَفَاكَ فآمَنَ فَشَفَاهُ اللّهُ تَعالى. فأتَى الْمَلِكَ، فَجَلَسَ إلَيْهِ كَمَا كَانَ يَجْلِسُ. فقَالَ: مَنْ رَدَّ عَليْكَ بَصَرَكَ. فقَالَ: رَبِّى. قَالَ وَلَكَ رَبُّ غَيْرِي؟ قَالَ: رَبِّي وَرَبُّكَ اللّهُ. فَأخَذَهُ فَلَمْ يَزَلْ يُعَذِّبُهُ حَتّى دَلَّ عَلى الغَُمِ. فَجِئَ بِالغَُمِ. فقَالَ لَهُ الْمَلِكُ: أيْ بُنَيَّ قَدْ بَلَغَ مِنْ سِحْرِكَ مَا يُبْرِئُ ا‘كْمَهَ وَا‘بْرَصَ، وَتَفْعَلُ وَتَفْعَلُ. فَقَالَ: إنِّي َ أُشْفِي أحَداً. إنَّمَا يَشْفِي اللّهُ فَأخَذَهُ فَلَمْ يَزَلْ يُعَذِّبُهُ حَتّى دَلَّ عَلى الرَّاهِبِ، فَجِئَ بِالرَّاهِبِ، فَقيلَ لَهُ، اِرْجَعْ عَنْ دِينِكَ. فأبي

فَدَعَا بِالْمِنْشَارِ فَوَضَعَهُ عَلى مَفْرِقِ رَأسِهِ فَشَقّهُ حَتّى وَقَعَ شِقّاهُ. ثُمَّ جِئَ بِالْغَُمِ، فَقِيلَ لَهُ اِرْجِعْ عَنْ دِينِكَ، فَأبَى، فَدَفَعَهُ الى نَفَرٍ مِنْ أصْحَابِِهِ وَقَالَ: اِذْهَبُوا بِهِ الى جَبَلٍ كَذَا وَكذَا، فَاصْعَدُوا بِهِ الْجَبَلَ، فإذَا بَلَغْتُمْ ذَرْوَتَهُ، فإنْ رَجَعَ عَنْ دِينِهِ وَإَ فَاطْرَحُوهُ. فَذَهَبُوا فَصَعِدُوا بِهِ الْجَبَلَ. فقَالَ: اللّهُمَّ اكْفِنِيهِمْ بِمَا شِئْتَ. فَرَجَفَ بِهِمُ الْجَبَلُ فَسَقَطُوا، وَجَاءَ يَمْشِي الى الْمَلِكِ. فَقَالَ لَهُ الْمَلِكُ: مَا فَعَلَ أصْحَابُكَ؟ قَالَ: كَفَانِيهِمُ اللّهُ. فَدَفَعَهُ الى نَفَرٍ مِنْ أصْحَابِهِ. فَقَالَ: اِذْهَبُوا بِهِ في قُرْقُورٍ وَتَوسَّطُوا بِهِ الْبَحْرَ. فإنْ رَجَعَ عَنْ دِينهِ وَإَّ فَاقْذِفُوهُ. فَذَهَبُوا بِهِ فَقَالَ: اللّهُمَّ اكْفِنِيهِمْ بِمَا شِئْتَ فَانْكَفَأتْ بِهِمُ السَّفِينَةُ فَغَرِقُوا، وَجَاءَ يَمْشِي الى الْمَلِكِ. فقَالَ لَهُ الْمَلِكُ: مَا فَعَلَ أصْحَابُكَ؟ قَالَ: كَفَانِيهُ اللّهُ: ثُمَّ قَالَ لِلْمَلِكِ: إنَّكَ لَسْتَ بِقَاتِلِي حَتّى تَفْعَلَ مَا آمُرُكَ بِهِ. قَالَ: مَا هُوَ؟ قَالَ تَجْمَعُ النَّاسُ في صَعِيدٍ وَاحِدٍ وَتَصْلُبُنِي عَلى جِذْعٍ وَتَأخُذُ سَهْماً مِنْ كِنَانَتِي. ثُمَّ ضَع السَّهْم في كَبدِ الْقَوْسِ. ثُمَّ قُلْ: بِسْمِ اللّهِ رَبِّ الْغَُمِ. ثُمَّ ارْمِنِي فإنَّكَ إذَا فَعَلْتَ ذلِكَ قَتَلْتَنِي. فَجَمَعَ النَّاسَ في صَعِيدٍ وَاحِدٍ وَصَلَبَهُ عَلى جِذْعٍ. ثُمَّ أخَذَ سَهْماً مِنْ كِنَانَتِهِ ثُمَّ وَضَعَ السَّهْمَ في كَبَدِ الْقَوْسِ ثُمَّ قَالَ: بِسْمِ اللّهِ رَبِّ الْغَُمِ ثُمَّ رَمَاهُ فَوَقَعَ السَّهْمُ في صُدْغِهِ فَوَضَعَ يَدَهُ عَلى صُدْغِهِ في مَوْضِعِ السَّهْمِ فَمَاتَ رَحِمَهُ اللّهُ فقَالَ النَّاسُ: آمَنَّا بِرَبِّ الْغُمِ، ثثاً. فَأُتِىَ الْمَلِكُ. فَقِيلَ لَهُ: أرَأيْتَ مَا كُنْتَ تَحْذرُ قَدْ واللّهِ نَزَلَ بِكَ حَذَرُكَ، قَدْ آمَنَ النَّاسُ بِرَبِّ الْغَُمِ فَأمَرَ بِا‘خْدُودِ بِأفْوَاهِ السِّكَكِ فَخُدَّتْ وَأُضْرَمَ فِيهَا النِّيرَانُ. وقَالَ: مَنْ لَمْ يَرْجِعْ عَنْ دِينِهِ فَاحْمُوهُ فيهَا، أوْ قِيلَ لَهُ اقْتَحِمْ. ففَعَلُوا حَتّى جَاءَتْ إمْرَأةٌ وَمَعَهَا صَبِيٌّ فَتَقَاعَسَتْ أنْ تقَعَ فيهَا. فقَالَ الْغَُمُ لَهَا: يَا أُمَّه اِصْبِرِي فإنَّكَ عَلى حَقٍّ[. أخرجه مسلم واللفظ له، والترمذي .


»ا‘خْدُود« الشق في ارض، وجمعه أخاديد.و»المنشارُ« بالنون والياء وبالهمز: معروف يشق به الخشب.و»القُرْقُورُ« سفينة صغيرة.و»انكَفأت السَّفينةُ« إذا انقلبت.و»الصَّعِيد« وجه ارض.و»الكِنانة« الجعبة التي يكون فيها النشاب.و»كَبدُ القوس« وسطها.و»السِّكَكُ« جمع سكة، وهي الطريق.و»التَّقَاعس« التأخر والمشي الى الوراء .
1. (4993)- Suheyb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Sizden öncekiler arasında bir kral vardı. Onun bir de sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlanınca krala: "Ben artık yaşlandım. Bana bir oğlan çocuğu gönder ve sihir yapmayı öğreteyim!" dedi. Kral da öğretmesi için ona bir oğlan gönderdi. Oğlanın geçtiği yolda bir rahib yaşıyordu. (Bir gün giderken) rahibe uğrayıp onu dinledi, konuşması hoşuna gitti. Artık sihirbaza gittikçe, rahibe uğruyor, yanında (bir müddet) oturup onu dinliyordu.
(Bir gün) delikanlıyı sihirbaz, yanına gelince dövdü. Oğlan da durumu rahibe şikayet etti.
Rahip ona: "Eğer sihirbazdan (dövecek diye) korkarsan: "Ailem beni oyaladı!" de; ailenden korkacak olursan, "Beni sihirbaz oyaladı" de!" diye tenbihte bulundu.
O bu halde (devam eder) iken, insanlara mani olmuş bulunan büyük bir canavara rastladı.
(Kendi kendine): "Bugün bileceğim; sihirbaz mı efdal, rahib mi efdal!" diye mırıldandı.
Bir taş aldı ve: "Allah'ım! Eğer rahibin işi, sana sihirbazın işinden daha sevimli ise, şu hayvanı öldür ve insanlar geçsinler!" deyip, taşı fırlattı ve hayvanı öldürdü. İnsanlar yollarına devam ettiler. Delikanlı rahibe gelip durumu anlattı.
Rahib ona: "Evet! Bugün sen benden efdalsin (üstünsün)! Görüyorum ki, yüce bir mertebedesin. Sen imtihan geçireceksin. İmtihana maruz kalınca sakın benden haber verme!" dedi. Oğlan anadan doğma körleri ve alaca hastalığına yakalananları tedavi eder, insanları başkaca hastalıklardan da kurtarırdı. Onu kralın gözleri kör olan arkadaşı işitti. Birçok hediyeler alarak yanına geldi ve: "Eğer beni tedavi edersen, şunların hepsi senindir" dedi.
O da: "Ben kimseyi tedavi etmem, tedavi eden Allah'dır. Eğer Allah'a iman edersen, sana şifa vermesi için dua edeceğim. O da şifa verecek!" dedi.
Adam derhal iman etti, Allah da ona şifa verdi.
Adam bundan sonra kralın yanına geldi. Eskiden olduğu gibi yine yanına oturdu.
Kral: "Gözünü sana kim iade etti?" diye sordu.
"Rabbi'm!" dedi.
Kral: "Senin benden başka bir Rabb'in mi var?" dedi.
Adam: "Benim de senin de Rabb'imiz Allah'dır!" cevabını verdi.
Kral onu yakalatıp işkence ettirdi. O kadar ki, (gözünü tedavi eden ve Allah'a iman etmesini sağlayan) oğlanın yerini de gösterdi. Oğlan da oraya getirildi.
Kral ona: "Ey oğul! Senin sihrin körlerin gözünü açacak, alaca hastalığını tedavi edecek bir dereceye ulaşmış, neler neler yapıyormuşsun!" dedi.
Oğlan: "Ben kimseyi tedavi etmiyorum, şifayı veren Allah'dır!" dedi.
Kral onu da tevkif ettirip işkence etmeye başladı. O kadar ki, o da rahibin yerini haber verdi. Bunun üzerine rahib getirildi.
Ona: "Dininden dön!" denildi.
O bunda direndi. Hemen bir testere getirildi. Başının ortasına konuldu. Ortadan ikiye bölündü ve iki parçası yere düştü. Sonra oğlan getirildi.
Ona da: "Dininden dön!" denildi.
O da imtina etti. Kral onu da adamlarından bazılarına teslim etti.
"Onu falan dağa götürün, tepesine kadar çıkarın. Zirveye ulaştığınız zaman (tekrar dininden dönmesini tâleb edin); dönerse ne âla, aksi takdirde dağdan aşağı atın!" dedi.
Gittiler onu dağa çıkardılar.
Oğlan: "Allah'ım, bunlara karşı, dilediğin şekilde bana kifayet et!" dedi.
Bunun üzerine dağ onları salladı ve hepsi de düştüler. Oğlan yürüyerek kralın yanına geldi.
Kral: "Arkadaşlarıma ne oldu?" dedi.
"Allah, onlara karşı bana kifayet etti" cevabını verdi.
Kral, O'nu adamlarından bazılarına teslim etti ve: "Bunu bir gemiye götürün. Denizin ortasına kadar gidin. Dininden dönerse ne âla, değilse onu denize atın!" dedi.
Söylendiği şekilde adamları onu götürdü.
Oğlan orada: "Allah'ım, dilediğin şekilde bunlara karşı bana kifayet et!" diye dua etti.
Derhal gemileri alabora olarak boğuldular. Çocuk yine yürüyerek hükümdara geldi.
Kral: "Arkadaşlarıma ne oldu?" diye sordu.
Oğlan: "Allah onlara karşı bana kifayet etti" dedi.
Sonra krala: "Benim emrettiğimi yapmadıkça sen beni öldüremeyeceksin!" dedi.
Kral: "O nedir?" diye sordu.
Oğlan: "İnsanları geniş bir düzlükte toplarsın, beni bir kütüğe asarsın, sadağımdan bir ok alırsın. Sonra oku, yayın ortasına yerleştirir ve: "Oğlanın Rabb'inin adıyla" dersin. Sonra oku bana atarsın. İşte eğer bunu yaparsan beni öldürürsün!" dedi.
Hükümdar, hemen halkı bir düzlükte topladı. Oğlanı bir kütüğe astı. Sadağından bir ok aldı. Oku yayının ortasına yerleştirdi.
Sonra: "Oğlanın Rabb'inin adıyla!" dedi ve oku fırlattı.
Ok çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk elini şakağına okun isabet ettiği yere koydu ve Allah'ın rahmetine kavuşup öldü.
Halk: "Oğlanın Rabb'ine iman ettik!" dediler. Halk bu sözü üç kere tekrar etti.
Sonra krala gelindi ve: "Ne emredersiniz? Vallahi korktuğunuz başınıza geldi. Halk oğlanın Rabb'ine iman etti!" denildi.
Kral hemen yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Derhal hendekler kazıldı. İçlerinde ateşler yakıldı.
Kral: "Kim dininden dönmezse onu bunlara atın!" diye emir verdi. Yahud hükümdara "Sen at!" diye emir verildi.
İstenen derhal yerine getirildi. Bir ara, beraberinde çocuğu olan bir kadın getirildi.
Kadın oraya düşmekten çekinmişti, çocuğu: "Anneciğim sabret. Zîra sen hak üzeresin!" dedi.
(Muslim, Zuhd 73, (3005); Tirmizî, Tefsir, Burûc, (3337)


yeni-do%C4%9Fan-bebeklerde-solunum.jpg
 
Üst Ana Sayfa Alt