Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Bu 9 Hadis Sahih midir?

S Çevrimdışı

Slow and Sure

Üyeliği İptal Edildi
Banned
1- Size ilişmedikçe siz de Türkler’e ilişmeyiniz. Çünkü severlerse sizi soyarlar. Sevmezlerse sizi gebertirler.
(Suyuti-Lealil Masnua 1/440)

Küçük gözlü, kırmızı yüzlü ve suratları kalın deriden yapılmış kalkanlara benzer Türkler’e (Yecuc-Mecuc’e) karşı savaşlar yapmadıkça hüküm günü gelmiş olmayacaktır
(Buhari, K. Cihad; Müslim, K. Fitan)

*************************************

2- Uğursuzluk üç şeyde vardır: Kadında, evde ve atta.
[Ebu Davud, Müslim, Buhari]

3- Kadınların dinleri ve akılları eksiktir.
[Buhari]

4- Namazı bozan şeyler kara köpek, eşek, domuz
ve kadındır.
[Müslim, Tirmizi, Ebu Davud]

*************************************

5- (Hz. Câbir sözüne şöyle devam etmiş) : «Biz:
— Arafe ile aramızda ancak beş gece kalinisken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadınlarımızla cima' etmeyi, sonra zekerlerimizden meni damlayarak Arafat'a gelmemizi bize emir buyurdu? dedik.» Câbir (bunu söylerken) eliyle işaret ederek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ara*mızda ayağa kalktı, diye işaret etti. Elini hareket ettirerek yaptığı işa*reti hâlâ görür gibiyim. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuş:
— Bilirsiniz ki ben, sizin Allah'dan en ziyâde korkanınız, en doğru söyleyeniniz ve en iyinizim. Yanımda neciyim olmasaydı mutlaka ben de sizin çıktığınız gibi ihramdan çıkardım. Arkamda bıraktığım şu is bir daha önüme çıksaydı yanımda hedy getirmezdim. Öyle ise ihramdan çıkın!
(Câbir dedi ki) : «Bunun üzerine hemen ihramdan çıktık (Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in emrini dinledik ve itaat ettik.»
Atâ' diyor ki: Câbir şunları söyledi.
«Az sonra Ali vergi toplamaktan geldi, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona:
— Neye niyet ettin? diye sordu. AH:
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) neye niyetlendiyse ben de ona niyet ettim; cevâbını verdi.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona :
— Hedy gönder ve İhrâmlı olarak beklet buyurdu. Alî, ona bir hedy kurbanı verdi. Bunun üzerine Sürâkatü'bnü Mâlik b. Cü'şum:
— Yâ Resûlallah! Bu iş, yalnız bu seneye mi mahsûs, yoksa ebediyen devam edecek mi? diye sordu. Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Selîem) :
— Ebediyen devam edecek! buyurdular.
(Buhari, Hac/81; Müslim Hacc/141).

***

6- ''Enes diyor ki: Ukl veya Ureyne kabilesine mensub olan bazı insanlar Medine'ye geldiler. Medine'de oturmak hoşlarına gitmedi. (Hasta oldular) Resulullah onlara, sağılan develerin bulunduğu yere gitmelerini, develerin süt ve idrarından içmelerini emretti. Onlar da gittiler. Orada şifa bulduktan sonra Resulullah'ın çobanını öldürüp hayvanları aldı ve götürdüler. Sabahleyin haberleri geldi. Resulullah arkalarından adam gönderdi. Gün ilerlemiş*ti, onlar getirildi. Resulullah onların ellerini ve ayaklarım kestirdi. Gözleri*ne kızgın mil çektirdi. Sonra onlar Harre denilen yere atıldılar. Su İstiyorlar*dı, kendilerine su verilmiyordu."[11]
(11)..BUHÂRÎ, Kit. Vuduu, bab: 66, KİL Zekat, bab: 68, Kit. Cihad, bab: 152, Kit. Tıb, bab: 6, kic. Hudud, bab: 17; MÜSLİM, Kit. Kasame, bab: 9-10, hn. 1671; EBÛ DÂVÛD, Kit. Hudud, bab: 3, hn. 4364; TİRMİZİ, Kit. Ta ha re, bab: 55, hn. 72; Nesei, Kit. Tahrim, ed-Denı, bab: 7, hn. 4029; İBNMACE, Kil. Hudud, bab: 20, hn. 2578; Müsned, İmam Ahmed, c. III, sh. 107, 161, 177, 198...

***

7- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Kur'an olarak inenler meyanında "Malum on emme ile haram sabit olur" ayeti de vardı. Sonra (Rab Teala) onları, malum beş emme ile neshetti. Bu (beş emme) ayetleri, Kur'an'ın okunan ayetleri arasında iken Aleyhissalâtu vesselâm vefat etti." [Müslim, Rada 24, (1452); Muvatta, Rada 17, (2, 608); Ebu Davud, Nikah 11, (2062); Tirmizî, Rada 3, (1150); Nesaî, Nikah 51, (6, 100).]

***

8- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti: "Allah Teâla hazretleri Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'i hak (din ile) gönderdi ve O'na Kitab'ı indirdi. Bu indirilenler arasında recm âyeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zinâ yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: "Biz Kitabullah'da recm cezasını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah'ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalâlete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları, -delil veya hamilelik veya itiraf yoluyla- süb?t bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah'da mevcut bir haktır. Allah'a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: "Ömer Allah Teâla' nın kitabına ilâvede bulundu" demeyecek olsalar, recm âyetini (Kitabullah'a) yazardım."
Buhârî, Hudud 31, 30, Mezâlim 19, Menâkibu'l-Ensar 46, Megâzi 21, İ'tisâm 16; Müslim, Hudud 15, (1691); Muvatta, Hudud 8, 10, (, 823, 824); Tirmizî, Hudud 7, (1431); Ebu Dâvud, Hudud 23, (4418)

***

9- Bize Amr b. AH rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdûl'â'lâ rivâyet.ctti. (Dedi ki) : Bize Hişam b. Ebî Abdillâh, Ebu'z-Züfaeyr'den, o da Câbîrden naklen rivayet eyledi ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir kadın görmüş. Müteakiben zevcesi Zeyneb'e gelmiş. Zeyneb kendine ait bir deri oruyormuş. Resûlüllah (Saİiallakü Aleyhi've Sellem) hemen hacetini bitirmiş. Sonra Ashabının yanına çıkarak:

«Şüphesiz ki kadın şeytan suretinde gelir, şeylan suretinde gider. Bi*riniz bir kadın gördü mü hemen ailesine gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir.» buyurmuşlar.
[Müslim, Nikah 9-(1403) ]

***
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
1-
Slow and Sure;236790' Alıntı:
Size ilişmedikçe siz de Türkler’e ilişmeyiniz. Çünkü severlerse sizi soyarlar. Sevmezlerse sizi gebertirler.
(Suyuti-Lealil Masnua 1/440)

Küçük gözlü, kırmızı yüzlü ve suratları kalın deriden yapılmış kalkanlara benzer Türkler’e (Yecuc-Mecuc’e) karşı savaşlar yapmadıkça hüküm günü gelmiş olmayacaktır
(Buhari, K. Cihad; Müslim, K. Fitan)

Türklerle savaşma ilgili hadis sahihtir.
Bazı alimler bu hadisin gerçekleştiğini ve Müslümanların Moğol hun imparatoru Cengiz Han ile savaşmalarını delil göstermişlerdir.

Kutub-i sitte
TÜRKLERLE SAVAŞ
7203 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor:
"Rasulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sizler, gözleri küçük, yüzleri geniş-yuvarlak bir kavimle savaşmadıkça Kıyamet kopmayacaktır. Onların gözleri çekirge gözleri gibi olup yüzleri de kat kat deri ile kaplanmış kalkanlar gibidir. Kıl ayakkabılar giyerler, deriden mamul kalkanlar edinirler ve atlarını hurma ağaçlarına bağlarlar."


Bu tarzda daha pek çok hadis mevcuttur.

"Sizler; Türklerle çarpışmadıkça kıyamet kopmayacaktır"
(Buhari, 4, s: 34, 35, 156, Sahih-i Muslim,17, s: 37, 38)

"Türkler size dokunmadığı, harb etmediği sürece sakın siz de Türklere dokunmayınız!"
(Nesei, Sunen 4, s:44)

Ebu Hurayra (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"
Ayakkabıları kıldan bir kavimle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Siz, yüzleri kılıflı kalkanlar gibi, gözleri küçük, burunları yassı olan bir kavmle savaşmadıkça kıyamet kopmaz."
(Buharî, Cihad 95, 96, Menâkıb 25; Muslim, Fiten 62, (2912); Ebu Davud, Melahim 9, (4303, 4304); Tirmizî, Fiten 40, (2216); Nesâî, Cihad 42, (6, 45)

Muhaddisler, bu kavmin Türkler olduğunda müttefiktirler. Buharî' nin bu hadisi verdiği bablardan birinin adı;
بَابُ قِتَالِ التُّرْكِ "Türklerle Savaş Babı"dır.
Hadisin burada kaydedilen vechinde Türk kelimesi geçmezse de, Buharî'nin aynı babta kaydettiği müteakip hadiste Türk kelimesi de geçer: "Küçük gözlü, kırmızı yüzlü, yassı burunlu, yüzleri kılıflı kalkanlar gibi olan, (kıldan ma'mul elbise giyen ve kıl içerisinde yürüyen) Türk(ler)le savaşmadığınız müddetçe kıyamet kopmaz.."

Hadiste, yüzün kalkana benzetilmesi Beyzavî'ye göre yüzün geniş ve yuvarlak olmasındandır, kılıflı denmesi de sertliği ve etinin çokluğundandır.

Ayakkabılarının kıldan olmasından maksad, bazı şarihlerce, saçlarının ayakkabılarına değecek kadar uzun olmasıdır. Bazıları da: "Bundan maksad onların, ayakkabılarını örülmüş (keçeleşmiş) kıl ve yünden yapmalarıdır" demiştir.
Bugün çobanların ve hatta köylülerin hâlâ kullandıkları ve keçeden yapılan "kepenk"in kastedilmiş olması da muhtemeldir. Ayakkabılarının da kıldan olması, geçmiş devirlerde giyilen ve kılı yolunmamış deriden yapılan çarığa işaret de olabilir. Çarığın iç kısmı, yerin sertliğini hafifletmek maksadıyla keçe ile beslenip takviye edilmesi de hadisi te'yid eden bir durumdur.

İbnu Hacer bu hadisin şerhi sadedinde Türklerle ilgili olarak şu açıklamayı sunar: "Sahabe zamanında şu hadis meşhur idi:
اُتْرُكُوا التُّرْكَ مَا تَرَكُوكُمْ "Türkler sizi bıraktıkça, siz de onları bırakın (onlarla savaşmayın)."
Taberâni bunu Muaviye rivayeti olarak kaydeder.
Muaviye: "Ben Rasulullah (s.a.v.)'ın böyle söylediğini işittim!" demiştir. Ebu Ya'la aynı hadisi bir başka vecihten olmak üzere Muaviye İbnu Hudeyc'ten rivayet eder.
İbnu Hudeyc der ki: "Ben Muaviye'nin yanında idim. Ona amilinden Türklerle karşılaştıklarına ve onları hezimete uğrattıklarına dair bir mektub gelmişti. Muaviye bu habere öfkelendi. Sonra amiline: "Benden emir gelmedikçe onlarla savaşmayın, çünkü ben Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
إنَّ التُّرْكَ تَجْلِي الْعَرَبَ حَتّى تَلْحَقَهَا بِمَنابَتِ الشّيح
"Türkler, Arabları sürecek ve yavşan otunun bittiği yerlerde onlara yetişecek" dediğini işittim. Bu sebeble onlarla savaşmaktan hoşlanmıyorum."

Müslümanlar Emevîler zamanında Türklerle savaştılar. Müslümanlarla onlar arasında büyük mesafe vardı, burası yavaş yavaş fethedilerek açıklık kapandı. Türklerden çok sayıda esir alındı. Türklerde büyük bir güç ve şiddet bulunduğu için melikler onlara sahib olma hususunda aralarında adeta yarış yaptılar. Öyle ki, Mu'tasım zamanına gelindiğinde askerlerin çoğunluğunu onlar teşkil etti. Zamanla Türkler Melik'e galebe çaldılar, oğlu Mutevekkil'i öldürdüler, sonra birer birer onun çocuklarını öldürdüler. Keza Samanîlerin melikleri de Türklerdendi. Böylece acem diyarlarına da galebe çaldılar. Bu diyarlara sonraları, Sebuktekin hanedanı bunların peşine de Selçukîler hakim oldu. Hakimiyetleri Irak, Şam ve Rum diyarlarına kadar uzandı. Bunların etbaları Zengîler, onların etbaları da Eyyubîler olarak devam ettiler. Türk olan bunlar çoğalarak Mısır, Şam ve Hicaz diyarlarına hakim oldular. Bunlar hicrî beşinci yüzyılda Selçukîlere karşı hucuma geçib memleketi harab, insanları perişan ettiler. Derken Büyük Musibet (et-Tammetu'l-Kubra) Tatarlardan geldi: Hicrî altıncı yüzyıldan sonra Cengiz Han çıktı ve dünyayı ateşe verdi. Bilhassa Meşrık tarafları büyük ekseriyeti ile bu felakete maruz kaldı. Onların şerrinden nasibini almayan belde hemen hemen yoktu. Altı yüz elli altıda, Bağdat'ın harab edilip son Abbasî halifesi Mûtasım'ın onların eliyle öldürülmesi vukua geldi. Bunların bekayası, topal manasına gelen Leng lakabıyla meşhur Timur adındaki kişi gelinceye kadar tahribata devam ettiler. Timur, Şam diyarına geçti, oraları talan etti. Şam nehrini yakıp harabeye çevirdi. Batı'da Rum, doğuda Hind diyarlarıyla bunlar arasındaki yerlere hakim oldu. Allah onu alıp, çocukları arasına tefrika sokuncaya kadar hakimiyeti uzadı.
Rasulullah (s.a.v.)'ın şu sözünde haber verdiği hususların hepsi böyle zuhur etti.

اِنَّ بَنِي قَنْطُورَةَ اَوَّلُ مَنْ سَلبَ اُمَّتِى مُلْكَهُمْ
"Ummetimin hakimiyetini ilk defa ortadan kaldıracak olan Benû Kantûra'dır."
Bu hadisi Taberâni, Muaviye rivayeti olarak kaydetmiştir. Benî Kantûra'dan murad Türklerdir.


İlgili konu:


Türklerle Savaşmadan Kıyamet Kopmaz Hadisi Sahih mi?, Sahih İse Nasıl Anlamalıyız?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
2-
Slow and Sure;236790' Alıntı:
Uğursuzluk üç şeyde vardır: Kadında, evde ve atta.
[Ebu Davud, Müslim, Buhari]
Kadınların dinleri ve akılları eksiktir.
[Buhari]


UĞURSUZLUK

Herhangi bir şeyde bulunduğu zannedilen ve işlerin ters gitmesine sebep olarak ileri sürülen hal.

Değişik çağlarda pek çok kişi ve toplumlar çevrelerinde gördükleri bir takım eşyalarda, hayvanlarda ve tabiat olaylarında uğursuzluk bulunduğuna inanmıştır. Çağımızda bu uğursuzluk anlayışını üzerinden atamamış pek çok insan görülür. Bu tipteki insanlar, uğursuz olarak niteledikleri şeylerden, kendilerine bir kötülük ve zarar geleceği inancındadır. Daima bu tür şeylerden uzak durmağa çalışırlar. Hiç bir dinî ve ilmî kaynağı olmayan "uğursuzluk" anlayışına sahip olsalar, hayatların her safhasında korku ve endişe içinde bulunurlar.

Aslında hiç bir şeyde uğursuzluk yoktur. Hiç bir şey doğuştan uğurlu değildir. Uğursuzluk olsa olsa herkesin kendisinde, kendi yorumunda ve anlayışındadır. Halk arasında sık sık kullanılan "Uğurlu geldi" veya "Uğursuz geldi" gibi sözler birer zan ve kuruntudan ibarettir.



Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadis-i şerifinde, "İslâm'da taşe'um (uğursuz sayma, kötüye yorma) yoktur; en iyisi tefe'uldur (iyiye yorma)" (Buharî, Tıb, 54) buyurarak, bu zararlı anlayışın İslam'da bulunmadığını ifade etmiştir.

Diğer bir hadiste ise: "Eşya da uğursuzluk yoktur, safer ayında uğursuzluk yoktur, baykuşun ötmesinde bir uğursuzluk yoktur" (Muslim, Selâm, 102) buyurulmuştur.


Uğursuz Saymak

5754 - Ebu Hurayra'den, dedi ki : Rasulullah (s.a.v.)'i "Uğursuzluk yoktur. Bunun hayırlısı tefe'uldur" diye buyururken dinledim.
Ashab: "Tefe'ul nedir diye sorunca,
Allahrasulu : "sizden birinizin işiteceği güzel bir sözdür" buyurdu.
(İbn Hacer el Askalani; Fethul Bari (Sahih-i Buhari şerhi); Bab Tıb, C. 11 s. 489)

2859- Sehl ibn Sa'd es Saidi'den nakledildiğine göre Rasul-u Ekram (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Eğer uğursuzluk bir varlıkta olacaksa kadında , atta ve evde olur".

Abdurrazzak'ın Musannef'inde Mâmer'den naklettiğine göre hadiste işaret edilen uğursuzluk şöyle açıklanmıştır: "Kadının uğursuzluğu kısır olması, atın uğursuzluğu sırtına binip cihad etmemek ve evin uğursuzluğu ise kötü komşularla olmaktır".
Ebu Davud'un İbnu'l Kasım'dan naklettiğine göre İmam Malik'e bu konu sorulmuş o da : "Öyle evler var ki , insanlar orada otururlar ve helak olup giderler" diye cevap vermiştir.
Maziri, İmam Malik'in bu sözünü şöyle yorumlamıştır : "İmam Malik de hadisi açık ifadesine göre kabul etmiştir. Bunun anlamı şudur: Bazen kul Allahın takdiri ile hoşlanmadığı bir evde ve bölgede yaşamak zorunda kalabilir. Bu durumda ev adeta bu kötü durumun bir sebebi gibi olur ve uğursuzluk eve izafe edilir".

İbnu'l Arabi ise İmam Malik'in bu sözüyle ilgili olarak şunları söylemiştir:
"İmam Malik uğursuzluğu eve izafe etmek istememiştir. Burada sadece bir dil özelliği söz konusudur; halkın kullanımına uygun olarak böyle bir ifade kullanılmıştır. O bu sözüyle şuna işaret eder: Böyle kötü bir çevrede bulunan kimseler kendi inançlarını korumak ve batıla düşmemek için orayı terk etmelidirler."

Bana göre İbnu'l Arabi'nin açıklaması daha doğrudur. Bu yönüyle hadis -bulaşıcı olmadığı halde- cüzzamlı bir hastadan kaçmaya benzer. Çünkü bir kimse cüzzamlı hastaya yaklaşıp aynı hastalığa yakalanacak olsa bunu ondan kaptığına ve o hastanın uğursuzluğuna inanabilir. İşte böylesi durumlardan kaçınmak için onlardan uzak durulması emredilmiştir. Dolayısıyla oturduğu evde böylesine rahatsız edici bir durumla karşı karşıya olan kimse de oradan taşınarak bu sorununu çözebilir. Zira bu evde oturduğu sürece oranın gerçekten uğursuz bir mekan olduğuna inanmaya başlayabilir.

(İbn Hacer el Askalani; Fethul Bari (Sahih-i Buhari şerhi) ; Bab Cihad ve Siyer, C. 6, s. 190 - 191)


5094 - İbn Ömer'den , dedi ki : Peygamber (s.a.v.)'in huzurunda uğursuzluktan söz ettiler. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu. "Eğer uğursuzluk herhangi bir şeyde varsa bu, evde , kadında ve atta söz konusu olur."

5095- Sehl ibn Sâ'd'dan rivayete göre;
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Eğer (uğursuzluk) bir şeyde varsa atta, kadında ve meskendedir".


5096- Usame ibn Zeyd (r.anh)dan rivayete göre: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Ben, benden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmış değilim"


İZAHAT :

"Kadının uğursuzluğundan sakınılması"
Burada (uğursuzluk anlamı verilen) : "eş-Şu'm" uğur anlamına gelen "el-yumn"un zıttıdır.

"Ve yüce Allah'ın : "Muhakkak ki Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır" (Teğabun 14) buyruğu ." Bununla (Buhari) uğursuzluğun yalnızca bazı kadınlar hakkında söz konusu olduğu, diğer bazıları hakkında da söz konusu olmadığını işaret etmek istemiş gibidir. Buna da ayet-i kerime'deki kısmilik bildiren (....dan anlamındaki) "min"in delaletininden hareket ederek işarette bulunmaktadır.


Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği gibi İbn Hibban ve Hakim de sahih olduğunu belirttiği aynı zamanda Sa'd' ın merfu olarak rivayet ettiği hadis şöyledir :
"Şu üç husus Ademoğlunun mutluluğundandır: Saliha bir kadın , uygun bir mesken ve uygun bir binek. Şu üç husus da Ademoğlunun bedbahtlığındandır : Kötü kadın, kötü mesken ve kötü binek".



"Ben, benden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmış değilim"
Şeyh Takıyyuddin es Subki der ki : Buhari'nin bu hadisi (5096) , ayet-i kerimeyi bab başlığında zikrettikten sonra İbn Ömer ve Sehl yolu ile gelen iki hadisin akabinde zikretmesi, uğursuzluğun, kendisinden düşmanlık ve fitne görülen kadınlara tahsis edildiğine bir işarettir. Bazı kimselerin anladığı gibi kadının topuğundan bile uğursuzluğun söz konusu olduğu yahut kadının bunda bir etkisinin olduğu şeklindeki anlam doğru değildir. Zaten bu , ilim adamlarından hiçbir kimsenin belirtmediği bir görüştür. Kadının bunda bir sebep olduğunu söyleyen kimse de cahildir. Çünkü şeriat koyucu, yağmuru yıldızların doğuşlarına bağlayan kimse hakkında mutlak olarak kafir ifadesini kullanmıştır. O halde kadının herhangibir dahlinin bulunmadığı bir husus dolayısı ile şerri kaddına nispet eden kimsenin durumu ne olabilir? Olsa da görülen bir kaza ve kadere uygun bir halin ortaya çıkmasından ibarettir.

Hadisten Çıkarılan Sonuçlar :

1- Kadınlar dolayısıyla fitneye maruz kalmak, başkaları dolayısıyla fitneye maruz kalmaktan daha ağırdır. Bunu yüce Allah'ın "Kadınlar .... gibi arzulanan şeylere sevgi, insanlara süslü gösterildi" (Al-i İmran 14) buyruğu da buna tanıklık etmektedir. Yüce Allah onları arzulanıp , sevilen şeyler arasında saymış ve direk türler arasında önce onları zikrederek başlamıştır. Yine muşahede ile görülen şu ki : Erkeğin , yanında bulunan hanımından olma çocuğuna karşı olan sevgisi, bu durumda olmayan başka bir kadından doğma çocuğuna olan sevgisinden daha fazladır.


2- Hukemadan birisi şöyle demiştir: kadınlar tamamıyla bir şerdir. Onlardaki en şer olan husus ise onlardan mustağni kalamayıştır.
Kadınlar "akli" ve dini bakımdan eksiklik" ile nitelendirilmiş olmakla birlikte erkeği akli ve dini bakımdan eksiklik gerektiren hususları işlemeye de iterler. Erkeğin dini hususlardan uzaklaşarak dünyaya talip olmak üzere hırs göstermesi gibi .... Bu ise fesadın en ağır halidir.

Muslim , Ebu Said yoluyla gelen "ve kadınlardan sakınınız" diye bilinen hadisin bir kısmında şunları da zikretmiş bulunmaktadır: "Çünkü İsrailoğullarının fitneye ilk maruz kalması, kadınlar hususunda olmuştu."

(İbn Hacer el Askalani; Fethul Bari (Sahih-i Buhari şerhi) ; Bab Nikah, C. 10 s. 381 - 383)


 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
3-
Slow and Sure;236790' Alıntı:
Kadınların dinleri ve akılları eksiktir.
[Buhari]

Ebû Said el-Hudri (r.anh) buyuruyor ki ; 'Bir Ramazan veya Kurban Bayramı Rasulullah (s.a.v.), bayram namazlarını kıldığımız namazgaha geldi. Bir tarafta kadınlar da bulunuyordu. Onların yanından geçti ve şu hitabta bulundu:
"Ey kadınlar, sadaka veriniz istiğfarı çok yapınız. Çünkü bana cehennemlikler gösterildi, çoğu sizler idiniz."
Bunun üzerine o kadınlar: "Ya Rasulallah, bizler ne yaptık da cehennemliklerin çoğu bizden olmuş" diye sordular.
Rasulullah (s.a.v.) : "Çünkü sizler ötekine berikine çokça lanet eder, kocalarınıza karşı nankörlükte bulunursunuz. Ne garibtir ki, kendine hakim akıllı ve dinine bağlı bir kimsenin aklını, sizin kadar eksik dinli hiçbir kimsenin çelebildiğini görmedim."
Kadınlar tekrar sordular: "Aklımızın ve dinimizin noksanlığı nedir, Ya Resulullah?"
Rasulullah (s.a.v.): "Kadının şahidliği erkeğin şahidliğinin yarısı değil midir?" diye sordu.
Kadınlar "Evet" cevabını verdiler.
Rasulullah (s.a.v.): İzah etti ve tekrar sordu:
"İşte bu aklın eksikliğinden hayız gördüğü zaman (günlerce bekler) namaz kılmaz, Ramadan`da bir muddet oruç tutmaz değil mi?"
Kadınlar, "Evet" dediler.
(Buhârî, Hayz, 6, Zekat 44, İman 21, Kusûf 9, Nikah 88; Muslim, Kusûf, 17, (907), İman, 132, (79); Nesâî, Kusuf ,17, (3, 147); Muvatta, Kusuf, 2, (1, 187)
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
4-
Slow and Sure;236790' Alıntı:
Namazı bozan şeyler kara köpek, eşek, domuz
ve kadındır.
[Müslim, Tirmizi, Ebu Davud]

101. Namaz Kılanın Önüne Koyması Gereken Sutre

685. ...Talha b. Ubeydillah (r.a.)'den; demiştir ki: Peygamber (s.a.v. bana hitaben) şöyle buyurdu:
"Önüne, semerin arka kemerinin boyu kadar bir şey koyunca önünden geçen kimse sana zarar vermez."

[Muslim, salat 241 - 244, 265, 266; Ebu Dâvud, salat 109; Nesâî, kıble 4,7; İbn Mâce, ikâme 36, 48,- Dârimî, salat 128; Ahmed b. Hanbel, I, 121, 162; II, 129; V, 149, 151, 155, 160, 161.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/51-52.]

Açıklama
Hadis-i şerifte geçen kelimesinin anlamı, "semerin arka kısmını teşkil eden tahta veya odun"dur.
Deveye binen kimse bu tahtaya yaslanır. Bu ağacın Peygamber devrindeki yüksekliğinin miktarı üzerinde ulemâ çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Bazıları bu yüksekliğin bir arşın olduğunu söylerken, bazıları da arşının üçte ikisine eşit olduğunu söylemişlerdir.
Netice olarak namaz kılan bir kimse bazılarına göre, bir arşın bazılarına göre de bir arşının üçte ikisine eşit yükseklikte her hangi bir nesneyi önüne koyarsa bu kimsenin önünden geçenler, namazına herhangi bir zarar vermezler.
Namaz kılan kimsenin önüne koyduğu bu nesneye sutre denilir.
1. Sutrenin boyu ve eni üzerinde fakihler farklı görüşlere sahihtirler.
Nevevî merhum diyor ki biz (Şâfiîler)e göre» sutrenin inceliği veya kalınlığı söz konusu değildir. Bu mevzuda bizim delilimiz Ebû Hurayra (r.anh)'den rivayet edilen şu hadis-i şeriftir:
Rasûl-u Ekram (s.a.v.) buyurmuştur ki: "Sutrenin semerin arkasına konan tahta boyunda olması kâfidir. (Eni ise) isterse kıl kadar ince olsun."
Aynı şekilde Sebre b. Ma'bed'den rivayet edilen şu merfu hadis de bizim bu görüşümüzü te'yid etmektedir: "Nebiyyi Ekram (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Namazınızı hiç değilse bir ok arkasına gizlenerek kılınız."
[el-Muttekî, Kenzu'l-Ummâl, VII, 352.]
2. Hanbelî âlimleri de aynı görüştedirler.
3. Mâlikîlere göre ise, sutre en azından mızrak kalınlığında ve bir arşın boyunda olmalıdır. Bundan daha kısa olursa, sutre ile ilgili mendub yerine getirilmemiş olur.
4. Hanefîlere göre, sutrenin boyu bir arşın, kalınlığı parmak kadar olmalıdır. [A.A. el-Bennâ, eI-Fethu'r-rabbânî, IV, 128; el-Muttakî, Kenzu'l-Ummâl, VII, 346.]

Sutre dikmekteki hikmet, önünden herhangi bir kimsenin geçmesine engel olmakla birlikte gözün sutrenin gerisine kaymasına mani olarak namazdaki huşu ve hudu'un kaybolmasını önlemektir. Zaten namaz kılan kimseye önünden geçen bir kimsenin verebileceği zarar da huşu'u dağıtarak sevabın azalmasına sebep olmaktır. Zira ileride geleceği gibi, "namaz kılanın önünden geçmedeki günahın büyüklüğünü idrâk eden, kırk yıl bekler de yine geçmez" di.
[el-Menhel, V, 77.]

686. ...Atâ'dan; demiştir ki: "Semerin arka kemerinin boyu bir zira' ve daha yukarısıdır." [Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/53.]

Açıklama
Bu görüş aynı zamanda imam Sevrî'nin ve meşhur olan rivâyete göre İmam Ahmed (r.anh)'in görüşüdür. [Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/53.]

687. ...İbn Ömer (r.anhuma)'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.v.) bayram günü namaz kılmağa çıktığı zaman (önüne) bir kargı (dikilmesini) emrederdi. Kargı dikildikten sonra insanlar da arkasında oldukları halde ona doğru namaz kılardı. Seferde de böyle yapardı. Bu yüzden emirler de bunu âdet edindiler. [Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/53.]

Açıklama
Hadis-i şerifte geçen "bu yüzden emirler de bunu âdet edindiler” sözü, îbn Mâce'nin rivayetinde yoktur.
Ali b. Mushir bu hadisle ilgili açıklamasında, bu sözün aslında Nâfi'e ait olduğunu ifâde etmiştir.
Bu sözle ifade edilmek istenen şudur:
Rasûl-u Ekrem (s.a.v.) bayram namazında musallada önüne bir harbe (kargı) dikildiği için müslüman devlet adamları, bayram namazlarında yanlarında harbe taşımayı âdet edinmişlerdir. Harbe kısa mızrak tarzında bir silahtır. [Mutercim Asım Efendi, Kamus Tercemesi, I, 106; Pakalın, M.Z., Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, 737.]
Rasûl-u Ekrem'in önüne dikilen bu harbenin Peygamber'e nereden ve kimden geldiği söz konusu olmuş ve bu mevzuda çeşitli rivayetler ortaya atılmıştır. Bazılarına göre bu harbeyi Habeş Kralı Necaşî hediye etmiştir. Ömer b. Şeybe'nin Ahbâru'l-Medinc'de rivayet ettiği bir habere göre Necâşî, Resülullah'a bir harbe hediye etmiş, Efendimiz de bunu bir hatıra olarak saklamıştı. İşte sözü geçen harbe bu harbedir.
Bazıları da "Bu harbe, Zubeyr b. el-Avvâm'ın Uhud'da öldürdüğü bir müşrikten kalmıştır. Rasûl-u Ekrem bunu yanında taşır ve namaz kılarken önüne dikerdi" demişlerdir.
Bütün bu rivayetlerin çeşitliliğine bakarak şunu söylemek mümkündür. Necâşî'nin gönderdiği harbe gelmezden önce Efendimiz (s.a.v.) Uhud Harbinde ele geçen harbeyi sutre olarak kullanmış, Necâşî'nin gönderdiği harbe eline geçtikten sonra sütre olarak onu kullanmıştır. Sutrenin eni ve boyu hakkındaki görüşleri bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.
Sutrenin hükmü hakkında Merhum Ahmed Naim Efendi şöyle diyor:
"Aslında duvarsız yerde namaz kılan kimsenin önünden geçilmesinden korkulması halinde, orada namaz kıldığına alâmet olmak üzere bir sutre dikmesinin mendûb olduğunda ittifak vardır. Kimsenin geçmeyeceğinden emin olunan yerde namaz kılan kimse de imam Mâlik ile Şafiî'ye göre -bu mevzudaki hadislerin çokluğundan dolayı- yine sutre dikmekle mükelleftir.
Bununla beraber Atâ, Salim b. Abdullah, Kasım b. Muhammed, Şa'bî, Hasan el-Basrî gibi tâbiûnun ileri gelenlerinin kırda sütresiz namaz kıldıkları rivayet olunuyor. İmamın sutresi cemaat için de geçerlidir.
[Ahmed Naîm, Tecrid Tercemesi, II, 439.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/54]

Bazı Hükümler
1. Namaz için bir sutre kullanmak mendubtur.
2. İnsanın karşılaşacağı tehlikelere karşı koymak için yanında mızrak ve benzeri bir âlet taşıması caizdir. Bu çeşit aletleri taşımanın önemi yolculukta daha da artar.
3. Hizmetçi edinmek caizdir.
[Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/54-55]

688. ...Avn b. Ebî Cuhayfe (r.anh), babası Ebû Cuhayfe'den rivayet ettiğine göre; Nebî (s.a.v.) onlara Bathâ'da, önünde bir kargı dikilmiş olduğu halde öğle ile ikindi namazlarını ikişer rekat kıldırmıştır. (Namaz esnasında) kargının arkasından kadın da geçti eşek de.
[Buhârî, vudu 40; salat 90, 93; menâkıb 23; Muslim, salat 252; Nesâî, salat 12; Dârimî, salat 124; Ahmed b. Hanbel, IV, 307, 309.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/55]

Açıklama
Ulemânın büyük çoğunluğu namaz kılan kimse ile sutresi arasından geçmenin haram olduğunu söylemişlerdir. Ancak bundan dolayı o kimsenin namazı bozulmaz. Nitekim ileride gelecek olan "Na*mazı hiç bir şey bozamaz. Bununla beraber elinizden geldiği kadar (önünüzden) geçeni men'etmeye çalışınız. Çünkü o şeytandan başka bir şey değildir" anlamındaki 697 no'lu hadis-i şerif de bu görüşü desteklemektedir. Fakat anılan hadis zayıftır. .
Her ne kadar Muslim'deki; "Önünde deve semerinin arka kaşı boyunda bir sutresi olmayan kimsenin namazını, kadın, eşek bir de kara köpek bozar" [Muslim, salât. 260] hadis-i şerifi bu görüşe ters düşmekte ise de, bu hadisin hükmü; îbn Abbâs'ın rivayet ettiği; "Rasûlullah (s.a.v.) Mina'da sutresiz olarak namaz kıldırdığı sırada dişi bir merkebe binerek karşıdan geldim. O zaman bulûğ çağına yaklaşmıştım. Saflardan birinin önünden geçtim. Merkebi otlasın diye salıverdim. Ondan sonra safa girdim. Bu yaptığıma kimse ses çıkarmadı" mealindeki 715 numaralı hadis-i şerifle neshedilmiştir.
Çünkü bu hâdise Veda haccında, Rasûl-u Ekram'in irtihâlinden seksen gün önce olmuştur.
Muslim'in bu hadisinin nesh edildiğini kabul etmesek bile, namazın bozulacağına dâir olan ifâdelerim "Namazdaki huşu'un kaybolacağı" manasına almak ve namaz kılan kimsenin önünden geçmenin haramlığını beyan için söylendiğini kabul etmek yerinde ve isabetli olur. [Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/55]

Bazı Hükümler

1. Namaz kılan kimse yolculuk esnasında, kırda, önünden geçilme tehlikesi olmadığı zaman bile önüne sutre koymalıdır.
2. Sutrenin kargı kalınlığında olması yeterlidir.
3. Yolculukta dört rekâtli namazları ikişer rekât kılmak gereklidir.

102. (Sutre İçin) Sopa Bulunamadığı Zaman Çizgi Çizilir
689. ...Ebû Hurayra (r.anh)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz namaz kıldığı zaman önüne bir şey koysun, hiç bir şey bulamazsa bir sopa diksin, sopa da yoksa, önüne bir çizgi çizsin, bundan sonra önünden ne geçerse geçsin ona zarar vermez."
(İbn Mâce, ikâme 36; Ahmed b. Hanbel, II, 249, 255, 266.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/56)

Açıklama
Bu hadis-i şerife göre namaz kılmak isteyen bir kimse önüne ya ağaç ve duvar gibi bir engel olarak onun arkasına gizlenip, önünden başkalarının geçmesine mâni olmalı veya bunları bulamadığı takdirde önüne bir sopa dikmelidir. Ancak sopanın da bulunmaması halinde kıble tarafına çizeceği bir çizgi ile yetinebilir.
Hadisin zahirine bakılırsa sutrenin yüksek olup olmaması, kalın veya ince olması söz konusu değildir. Nitekim Hâkim'in Sebre İbn Ma'bed'den rivayet ettiği "Namazınızı hiç değilse bir ok arkasında gizlenerek kılınız.” [ el-Muttekî, Kenzu'l-Ummâl, VII, 351] anlamındaki hadis-i şerifle, Ebû Hurayra (r.anh)'in rivayet ettiği; "sutre için deve semerinin arka kayışı boyunda bir yükseklik yeter. Eni isterse kıl kadar olsun" [ el-Muttekî, Kenzu'l-Ummâl, VII, 352] mealindeki hadis-i şerifte sutrenin eninin kalın veya ince olması arasında bir fark gözetilmemiştir. Ancak sutrenin eni ve boyu mealini sunduğumuz Kenzu'l-Ummal hadisi ile ileride mealini sunacağımız 691 numaralı hadis gibi bazı hadis-i şeriflerle tayin ve tesbit edilmiştir.
Biz bu mevzudaki mezheb imamlarının görüşlerini 685 no'lu hadisin izahında açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.
Yine bu hadis-i şerifteki "sopası da yoksa önüne bîr çizgi çizsin" cümlesinden, sopa bulamayan kimsenin önüne çizeceği bir çizgi ile yetinebileceği anlaşılmaktadır. Ancak bu mevzuda da fıkıh âlimleri farklı görüştedirler.
Çizgi çizmeyi caiz görenler de bu çizginin hilâl şeklinde mi yoksa kıbleye doğru önüne veya sağından soluna doğru mu çizileceğinde de ihtilâf etmişlerdir.
1. Çizginin sutre yerini tutacağı görüşünde olan âlimler şunlardır: imam Ahmed, eski görüşüne göre Şafiî, Ebû îshâk eş-Şîrâzî, Ebû Hâmid, Şâfiîlerin çoğunluğu ve bazı Hanefî âlimleri.
2. Çizginin sutre yerini tutmayacağı görüşünde olan âlimler de şunlardır:
Mâlikîler, yeni görüşüne göre İmam-ı Şafiî ve Hanefîlerin çoğunluğu.
Çizginin sutre yerini tutmayacağını savunan bu ikinci gruptaki âlimlere göre mevzumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi muzdaribtir. Yani zayıftır. Nitekim Ibn Uyeyne, Begavî, Şafiî gibi daha başka âlimler de bu hadisin zayıf olduğunu söylemişlerdir. Çizginin yeterli olmadığına, diğer bir sebeb olarak da çizginin sutrenin gayesini gerçekleştirememesini" gösterirler ve "sutreden gaye orada namaz kılınmakta olduğunu başkalarına bildirmektir. Çizgi ise, orada namaz kılındığım gösterecek bir alâmet olmaktan uzaktır" derler.
Sopa bulunmadığı zaman ne yapılacağı konusunda birinci görüşe sahib olan kimselerin düşüncelerine tercüman olarak imam Nevevî şunları söylemektedir:
"Gerçekte tercihe lâyık olan görüş şudur ki; sutre yerine çizgi çizmek mustehabdır. Sutre olarak kullanmak için sopa bulunamadığı zaman kıble cihetine bir çizgi çizilmesini emreden bu hadisin zayıflığı kabul edilse bile, amellerin faziletiyle ilgili mevzularda zayıf hadisle amel edilebileceğine dâir âlimler arasında tam bir görüş birliği vardır."
[Kenzu'l-Ummâl, VII, 352]

Bazı Hükümler
1. Kırda namaz kılanın sütre edinmesine teşvik vardır.
2. Sutre için belli bir nesne tayın edilmiş değildir. Sutre özelliğini taşıyan her şey sutre olarak kullanılabilir.
3. Sutre için hadis-i şerifte belirtilen sırayı takibetmek gerekir. Önce duvar, ağaç ve benzeri tabii sutreler tercih edilir. Bunlardan biri bulunanmazsa o zaman sütre olarak baston dikilir. Baston da bulunamazsa, o zaman kıbleye doğru uzanan bir çizgi veya soldan sağa doğru mihrab gibi kavisli bir çizgi çizilir.

690. ...Bize Muhammed b. Yahya b. Fâris haber vermiştir.(Demiştir ki: Bize Ali, yani İbn el-Medînî Sufyan'dan, (o da) İsmail b. Umeyye'den, (O da) Ebû Muhammed b. Amr b. Hureys'den, (o da) Benî Uzre'den bir kimse olan dedesinden o da Ebû Hurayra'den, (o da) Ebu'l-Kasım (s.a.v.)'dan rivayet etti. (Ali Medinî) dedi ki; (bir önceki sopa bulunmadığı zaman çizgi çizilmesini ifade eden) çizgi hadisini (sufyan b. Uyeyne) rivayet etti.
Sufyan (şöyle) dedi: "(Ancak) bu hadisi takviye edecek bir şey bulamadık. Bize şu senedden başka (herhangi bir senedde) ulaşmadı." (Ali b. el-Medînî) dedi ki: (Ben Sufyan'a; "Muhaddisler onda (yani Muhammed b. Amr'm İsminde) ihtilâf içindedirler" dedim de, bir sure düşündükten sonra şöyle dedi: "Ben (onun ismini) ancak Muhammed b. Amr (diye) hatırlıyorum."
Sufyan dedi ki: "Buraya İsmail b. Umeyye vefat ettikten sonra-bir adam çıkageldi. Bu adam Ebû Muhammed (adındaki) şeyhi arıyordu. Nihayet onu buldu ve ondan bu hadisi (rivayet etmesini) istedi. (Fakat Ebû Muhammed) hadisi karıştırdı.
Ebû Dâvûd dedi ki; ben bir çok defalar Ahmed b. Hanbel'e (bu) çizginin şeklinden sorulduğunu ve onun da; "enine hilâl gibi (kavisli)" diye cevab verdiğini işittim. (Yine) Ebû Dâvûd, Musedded'den; "İbn Davud'un (bu) çizgi uzunlamasına (çizilir) dediğininakletmiştir. [Yine dedi ki: defalarca bu çizginin vasıflarını Ahmed b. HanbeVden duydum. Dedi ki: "Şöylece yani enlemesine hilâl gibi kavistir.]
[Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/58-59]

Açıklama
Râvi Sufyan b. Uyeyne'nin "Bu hadisi takviye edecek, elimizdeki şu senedden başka bir sened bulamadık." anlamındaki sözleri bu hadisin zayıf olduğunu ifâde etmektedir.
İsminin ihtilaflı olduğu söylenen kimse, İsmail b. Umeyye veya Ebû Muhammed b. Amr'dir. Bazılarına göre ise, Amr b. Muhammed b. Hureys'dir.
Çizginin şekliyle ilgili ifâdelere bakarak fıkıh âlimleri çizginin hilâl şeklinde mi, kıbleye doğru öne mi, yoksa sağdan sola doğru mu çizileceğine ihtilâf etmişlerdir. Çünkü, rivayetlerin birinde bu çizginin hilâl gibi kavisli ve soldan sağa doğru olabileceği ifade edilirken, diğerinde kıbleye doğru uzanacağı ifade edilmektedir.

691. ...Sufyân b. Uyeyne demiştir ki: "Ben Şerîk'î cenaze (için geldiğimiz bir toplumda) bize ikindi namazı kıldırırken gördüm, başlığını (vakti) giren farz namazda, önüne (sutre olarak) koymuştu."
[Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/59-60]

Açıklama
Bu başlığın yüksekliğinin 685. hadis-i şerifte açıklandığı gibi deve semerinin arka kemeri kadar olduğu söylenebilir. Çünkü hadis-i şerifler bundan daha kısa bir nesnenin sütre olamayacağını ifâde ederken Şerîk'in küçük bir fesi sütre olarak önüne koyacağı düşünülemez. Sözü geçen hadis-i şerifte de açıkladığımız gibi semerin arka kemerinin boyu bazılarına göre bir arşın, bazılarına göre de arşının üçte ikisi kadardır. [Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/60]

103. Bînek Hayvanına Doğru (Onu Sutre Yaparak) Namaz Kılmak

692. ...îbn Ömer (r.anhuma)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) deveye doğru namaz kılarmış.
[Buhârî, salat 50, 98; Ebû Dâvûd, cihâd 149; Muslim, salat 248; Tirmizi, salaî 144; Ahmed b. Hanbel, II, 26, 106, 316, 326, 329, 330.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/60. ]

Açıklama
Bu hadis-i şerif deveyi ve benzeri hayvanları sutre yaparak namaz kılmanın câiz olduğuna delildir. Ancak bu hadis deve yataklarında namaz kılmayı nehyeden 493. numaralı hadis-i şerife zıt değildir. Çünkü bu hadis-i şerifte söz konusu edilen deveye karşı Efendimiz (s.a.v.)'in namaz kılması yolculuk esnasında vuku bulmuştur. Yolculuk esnasında ise, deve hem bağlıdır, hem de sahibine karşı daha çok itaatlidir. Deve yataklarında ise, develer bağsız olduğundan içlerinde bulunan azgın develerin insana her an için saldırması mümkündür. Bu bakımdan deve yataklarında namaz kılmak tehlikelidir, huzur ve huşu'u bozucudur.
Ayrıca arablar arasında deve yataklarına insanların da abdest bozdukları düşünülebilir ki,. Efendimizin yolculukta deveyi sutre edinerek namaz kıldığı halde deve yataklarında bulunan develere karşı namaz kılmaktan niçin nehyettiği daha iyi anlaşılmış olur.
1. Hanbelî ve Hanefi âlimleri, bu hadis-i şerifi delil getirerek yerinde sabit olan hayvana ve arkası dönük olan insana doğru namaz kılmanın caiz olduğunu söylemişlerdir.
2. Şâfiîlere göre ise, hayvana ve kadına doğru namaz kılınamaz, Şafiî âlimlerinden merhum İmam Nevevî hazretleri bu mevzuda şunları söylemiştir:
"Kadını sutre edinerek ona doğru namaz kılmanın neden caiz olmadığı açıktır. Çünkü kadın o anda erkeğin zihnini meşgul eder. Fakat Rasûl-u Ekram (s.a.v.) deveyi sutre edinerek namaz kılmıştır. Buhârî ve Muslim'de İbn Ömer'den gelen hadis-i şerif bunu açıkça beyân etmektedir. Durum böyleyken İmam Şafiî (rahimehullah)'ın deveye doğru namaz kılınamaz demesi, ancak bu hadis-i şerifin onun eline geçmemesiyle izah edilebilir.
Şurasını da hatırdan çıkarmamak lâzımdır ki, İmam Şafiî (rahimehullah) sağlam hadis ele geçtiği zaman, kendi içtihadının bırakılarak o hadisle amel edilmesini vasiyyet etmiştir.
Anılan Buhârî ve Muslim'deki İbn Ömer hadisi sağlam olduğuna göre, deveyi sutre kabul ederek ona doğru namaz kılmanın caiz olduğunu kabul etmek İmam Şafiî'nin vasiyyetini yerine getirmek demektir.
3. Mâlikîlere göre ise,eti yenmeyen hayvanları sutre edinerek onlara doğru namaz kılmak mekruhtur. Eti yenenlerin ise, bağlı olanlarını sutre edinmekte bir sakınca yoksa da bağsız olanlarını sutre edinmek mekruhtur.
Yabancı bir kadını sutre edinmek de aynı şekilde mekruhtur.
Kendisine nikâhı düşmeyen bir kadının sutre edilip edilemeyeceği mevzuunda ise, Mâlikî imamları arasında iki görüş vardır.
Yüzünü namaz kılan kimseye dönmediği muddetçe bir erkek sutre edinilerek kendisine doğru namaz kılınabilir.

104. Kişi Direğe Veya Benzeri Şeylere Doğru Namaz Kıldığında Onu Hangi Tarafına Almalıdır?
693. ...Mikdâd b. el-Esved (r.abh) şöyle demiştir:
"Peygamber (s.a.v.)'i kaç kere bir ağaç parçası, bir direk veya bir ağaca (doğru) namaz kılarken gördümse onu tam karşısına değil de ancak sağ kaşının (sağının) veya sol kaşının (solunun) hizasına almış olduğunu gördüm."
[Kutub-ı sıtte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/61-62.]

Açıklama
Bu hadis-i şerif, sutre olarak kullanılacak ağaç ve benzeri şeylerin iki kaşın arasına gelecek şekilde tam karşıya konularak onlara karşı namaz kılmaktan nehyetmektedir. Namaz, kılan kişi sutreyi tam karşısına koymakla görünüşü bakımından puta tapan kimselere benzeyeceği için bundan nehyedilmiştir.
Şurasını unutmamak lâzımdır ki, sütreyi tam karşıya almanın sakıncası, sutre ağaç ve benzeri bir nesne olduğu zaman ortaya çıkar. Sutre bir duvar veya bir bina ise, o zaman herhangi bir sakınca sözkonusu değildir.
Bu mevzuda M. Zihni, Ni'meti'l-İslâm isimli kıymetli eserinde şunları söylemektedir:
"Sünnet olan sutreye yakın durmaktır ve tam karşısına' durmayıp onu iki kaşlarından birinin (efdal olanı sağ kaşının) hizasına almaktır."
(Nimet-i İslâm I, 345.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/62

105. Konuşmakta Olanlara Ve Uyuyanlara Karşı Namaz Kılmak
694. ...İbn Abbâs (r.anhuma)'nın rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Uyumakta olan ve konuşan kimseye doğru namaz kılmayınız."
[İbn Mace, ikâme 40; Beyhaki, es-Sunenu'1-kubrâ, II, 279.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/62-63]

Açıklama
Uyumakta olan kimseye karşı namaz kılmanın sakıncası bellidir. Uyuyan kimse kendisini murakabe edemediği için ondan her an için namaz kılan kimsenin zihnini meşgul edecek haller zuhur edebilir. Bu da namaz kılan kişinin huzurunu bozar. Namaza kendini iyice vermesini engeller ve hatta onu şaşırtabilir.
Bu bakımdan İmam Mâlik, Tâvûs ve Mücâhid uyuyan kimseye doğru namaz kılmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir.
Bunların dışında kalan âlimler ise, ileride gelecek olan 810, 811 ve 812 numaralı hadislerle Buhâri ile Muslim'in ittifakla rivayet ettikleri Âişe (r.anha)'nin naklettiği, "Rasûl-u Ekram (s.a.v.) namaz kılardı; ben de onun yatağının üzerinde önüne uzanmış halde uyurdum.[Buhârî, salât 103; vitir 3; Muslim, salât 267, 268; Nesâî, kıble 10] anlamındaki hadis-i şerifi delil getirerek uyuyan kimseye karşı namaz kılmanın herhangi bir sakıncası olmadığını söylemişler ve mevzumuzu teşkil eden hadisin de zayıf olduğunu iddia etmişlerdir.
Şafiî âlimlerinden Nevevî ve Hattâbî de bu hadisin zayıf olduğu kanaatindedirler.

Hattâbî bu mevzuda şunları söylemektedir:
Bu hadisin Peygamber (s.a.v.)'e ait olduğu kesin ve sağlam değildir. Çünkü bu hadisin senedi zayıftır. Abdullah b. Yâkub bu hadisi kendisine Muhammed b. Kâb'dan kimin naklettiğini açıklamamıştır. Aslında Abdullah'ın ismini açıklamadığı bu râviler, hadis âlimlerinin itimad etmediği iki adamdır. Bunlardan biri Temmam b. Bezi', öbürü de İsa b. Meymûn'dur ki Buhârî ve Yahya b. Maîn bu kimseleri tenkid etmişlerdir.
Hadis-i şerifte ayrıca konuşmakta olan kimseye doğru namaz kılmak da yasaklanmıştır. Çünkü konuşan kimse namaz kılanın zihnini meşgul eder ve huzurunu bozar. Nitekim İbn Mes'ûd (r.anh) konuşmakta olan kimseye karşı namaz kılmanın mekruh olduğu görüşündedir. Ancak bu kimseler zikir yapıyorlarsa, o zaman onları sütre edinmekte herhangi bir sakınca yoktur.
İmam Ahmed ile imam Şafiî de konuşan kimseyi sutre edinmenin mekruh olduğu kanaatindedirler. Nitekim mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif de bu görüşe delâlet etmektedir.
Fakat herhangi bir kimsenin yüzüne doğru namaz kılmak hiç bir zaman ve hiçbir kimse tarafından uygun görülmemiştir.
[Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/63-64]

106. Namaz Kılan Kimsenin Sutreye Yakınlığı
695. ...Sehl b. Ebi Hasme, Peygamber (sallellahu aleyhi vesellem)in şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Sîzden biriniz sutreye doğru namaz kıldığı zaman ona yaklaşsın ki, şeytan namazında ona vesvese vermesin."
[Nesaî, kıble 5; İbn Mâce, ikâme 39; Ahmed b. Hanbel IV, 2; Beyhakî, es-Sunenu'l-kubrâ, II, 272.]

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisi(aynı zamanda) Vâkid b. Muhammed, Safvân'dan (o da) Muhammed b. Sehl'den (o da) babasından veya Muhammed b. Sehl (doğrudan doğruya) Peygamber (s.a.)'den rivayet etmiştir. Bazıları da (bu hadisin) Nâfi' ö. Cubeyr vasıtasıyla Sehl b. Sa'd'den (nakledildiğini) söylemiştir. Ve bu hadisin senedinde ihtilâf edilmiştir.

Açıklama
Hadis-i şeriften namaz kılmak isteyen kimsenin önüne sutre dikmekle mukellef olduğu anlaşılmaktadır. Sutre koymak kişinin istek ve arzusuna bırakılmış değildir.
Çünkü hadis-i şerifte geçen "her ne zaman” manasına gelen edatı, kişinin her namaz kılışında önüm sutre ayması gerektiğini ifâde eder.
Bu sayede namaza şeytanın vesvesesinin karışması önlenmiş olur. Bir başka açıdan şeytanın bazı kişileri aldatarak namaz kılan kimsenin önünden geçirtmesi engellenmiş olur.
Bilindiği gibi namaz kılan kimsenin önünden geçilince eğer namaz kılan kişinin önünü kesen, kadın, eşek veya köpekse bazı âlimlere göre bu kimsenin namazı gerçekten bozulur. Bazılarına göre ise namazın özünü teşkil eden huzur ve huşu bozulmuş olur.
Bazı âlimler de buradaki şeytandan maksat namaz kılan kimsenin önünden geçen her yaratıktır. Çünkü Peygamber (s.a.) namaz kılan kimsenin önünden geçen her yaratık için şeytan tâbiri kullanmıştır, nitekim 697 numaralı hadis-i şerifte gelecektir.
Sutreye yakın durmanın hükmü mendubtur.
Hanefi âlimlerinden M. Zihni Efendi Ni'met-î İslâm'ın da, "Sünnet olan, sutreye yakın dumaktır" sözleriyle Hanefi ulemasının bu mevzudaki görüşlerini dile getirmiştir.
Sutreye yakınlığın ölçüsünü Atâ, İmam Şafiî ve İmam Ahmed (r.a.) üç zira' olarakk tesbit etmişlerdir.
İmam Mâlik hiç bir ölçü getirmemiştir.
Bazılarına göre bir karış bazılarına göre de altı zira'dır. [el-Aynî, Umdetu'l-Kârî, IV, 280.]
Müellif Ebû Dâvûd hadisin sonundaki mütaleasmda bu hadisin zayıf olduğunu ifâde etmiştir.
Burada kadının eşek ve köpekle bir tutulduğu zannedilmemelidir. Çünkü eşekle köpeğin namaz kılan kimsenin huzurunu bozma sebebi ile kadının bozma sebebi tamamen ayrı şeylerdir. Eşekle köpeğin huzuru bozması yaratı Iışlanndaki fevkalâde dikkat çekici özelliklerle ilgili iken, kadının huzur bozması onun cinsî cazibesi ve erkekler için zaaf kaynağı olmasıyla ilgilidir. Namaz kılan bir erkeğin önünden geçen bir kadının, o erkeğin içinde ne gibi fırtınalar doğuracağını kimse kestiremez. Namazda gaye, İbâdet olması, Allah'a bağlılık ve Peygambere sadakatle tâbi olması hasebiyle, kadının geçmesi ile bütün bu sevgiler kadın sevgi ve ilgisi ile karışırsa namazın hikmeti ortadan kalkacağı malumdur. İşte bunda kadının zikredilmesi bundan başka bir şey ile tefsir edemez. Nitekim 702 no'lu hadiste gelecektir.

696. ...Sehl (r.anh)'den; demiştir ki:
Peygamber (s.a.v.)in namaz kıldığı yer ile kıble (duvarı) arasındaki (mesafe) bir dişi keçinin geçebileceği kadardı"
[Buhârî, salat 91; Muslim, salât 263; Ahmed b. Hanbel, IV, 54]
Ebû Dâvûd dedi ki; bu haber Nufeylî'ye aittir.

Açıklama
Rasul-u Ekram (s.a.v.)'in "namaz kıldığı yer'den maksat, Kirmânî'ye göre, ayaklarının bulunduğu yerdir. Ancak Aynî merhum, "ayaklarının bulunduğu yerden secde ettiği yere kadar uzanan mesafe" olduğunu söylemiştir. (el-Aynî, Umdetu'l-Kaarî, IV, 279.)

Buna göre, namaz kılan kimse secdeye varınca secde halinde iken kıble duvarı ile arasında kalan mesafe bir keçinin geçebileceği kadar olmalıdır.
Ancak Ahmed b. Hanbel'in Hz. Bilâl'den rivayet ettiği; "Peygamber (s.a.v.) Kabe'ye girip namaz kıldı. Kendisiyle duvar arasında üç zira' bir mesafe vardı" hadis-i şerifi ise, Rasûl-u Ekram'in ayakta bulunduğu zaman duvarla kendisi arasındaki mesafeyi belirlemektedir.
Davudî, mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifle Ahmed b. Hanbel hadisinin arasım şöyle uzlaştırmıştır: Namaz kılan kimse ile duvar veya kıble arasındaki mesafe en az bir keçi geçebilecek kadar olmalı, en çok ise, üç zira olmalıdır.

Namaz Kılan Kimsenin Önünden Geçilmesine Mâni Olma Yetkisi
697. ...Ebu Said eI-Hudrî(r.a.)den rivayet edildiğine göre Rasûl-u Ekram (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz namaz kılarken hiç kimseyi önünden geçirmesin, elinden geldiği kadar ona engel olsun. Eğer o kimse diretirse, onunla doğuşsun. Çünkü o ancak şeytan(ın yapacağını yapmakta)dır."
[Buhârî, salât 100, Muslim, salat 258; Nesâî, kasem 48; İbn Mâce, ikâme 39; muvatta', sefer 33, Ahmed b. Hanbel, III, 34, 44.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/66-67.]

Açıklama
Bu hadis-i şerifte namaz kılmakta olan bir kimsenin, önünden geçilmesine mâni olması emredilmektedir. Ancak namaz esnasında önünden geçen kimseye müdâhele etme hakkının doğması için daha önce geçen 689 ve ilerde gelecek olan 700 numaralı hadis-i şeriflerde beyân edildiği gibi sutre olma niteliği taşıyan bir nesnenin önüne konulmuş olması lâzımdır.
Buhârî, bu hadis-i şerifin sebeb-i vürûdu ile ilgili olarak şu hâdiseyi nakletmektedir:
"Ebû Salih es-Semmân dedi ki: Ebû Said el-Hudrî bir cuma günü insanlardan korunmak için önüne koyduğu bir sütrenin arkasında namaz kılıyordu. Derken Muayt oğullarından bir genç onun önünden geçmek istedi. Ebû Said de göğsünden iterek o gence mâni oldu. Genç, başka geçilebilecek bir yer olmadığını görünce, ikinci defa geçmeyi denedi. Ancak bu defasında da Ebû Said birincisinden daha şiddetli olarak karşı koydu. Bunun üzerine delikanlı Mervân'ın yanına gidip Ebû Said'i şikâyet etti. Hemen arkasından da Ebû Said, Mervân'ın yanına geldi. Ebû Said'i karşısında gören Mervân kendisine şu soruyu yöneltti:
Ey Ebû Said! Bu kardeşin oğluyla senin alıp veremediğin nedir? Ebû Said de şu cevabı verdi:
Rasûl-u Ekram (s.a.v.)'i şöyle büyürken işittim:
"Sizden biriniz kendisini insanlardan koruyacak bir sütreye doğru namaz kılarken, birisi önünden geçmek isterse, ona mâni olsun. Eğer o kimse diretirse, onunla kavga etsin. Çünkü o şeytandan başka bir şey değildir.”

Kadı lyad silâhla veya Önden geçen kişinin ölümüne sebeb olacak bir âletle mudâhelede bulunmanın caiz olmadığına ve tehlikeli olmayan bir mudâhale sonucu ölen bir kimse için de kısas lâzım gelmediğine dâir ulemânın görüş birliğinde olduğunu söylemiştir.
Bu kişi için diyet lâzım gelip gelmediği konusunda ise Malikîler arasında iki farklı görüş vardır. Bunlardan îbn Şâban'a göre bu kişi için diyet lâzım gelir. İbnu't-Tîn'e göre ise, kanı heder olur, yani karşılığında diyet ödenmez.
Ancak hemen şunu söyleyelim ki; namaz kılanın önünü kesip geçen kimse ile nasıl mucâdele edileceğine dair serdedilen bütün bu görüşler namaz kılarken önünde sutre bulunan kimsenin önünü kesen kimse ile ilgilidir. Yoksa önünde sutre bulundurmayan kimse için mudâhele veya mucâdele hakkı yoktur.
İbn Ebî Hamza ise, hadis-i şerifteki şeytanla kavgadan maksat, gürültüsüz, patırtısız olan ince ve mânevi bir mudâheledir. Yoksa gürültülü patırtılı, kaba kuvvete dayalı bir mucâdele değildir. Bu manada bir mucâdele de ancak istiâze (eûzu) ve besmele ile şeytandan korunmak ve sutre koymakla gerçekleşebilir.
Çünkü kaba kuvvete bağlı olarak yapılacak bir mücadelenin namaza vereceği zarar, önden geçen kimsenin vereceği zarardan daha büyüktür, demektedir.
Namaz kılan kimsenin önünden geçen kimse ile mücâdele etmedeki sebebin ne olduğu mevzuunda da iki görüş vardır:
a. Musallinin önünü kesen kişiyi günahtan alıkoymak,
b. Bu kişinin namaza zarar vermesini önlemek.
İbn Hamza birinci görüşü benimsemiştir. Aslında ikinci görüş daha kuvvetli ve isabetlidir.
Nitekim İbn Ebî Şeybe'nin İbn Mes'ûd (r.anhuma)'den rivayet ettiği bir hadis-i şerife göre, "bir kişinin namaz esnasında önünden geçilmesi o namazın yarısını ifsâd eder".
Yine Ebû Nuaym'in Ömer (r.anh)'den rivayet ettiği bir hadisi şerifte ise, "namaz kılan kişi eğer önünden geçilmekle namazım(n derecesini) ne kadar kaybettiğini bilseydi, sutresiz olarak asla namaz kılmazdı" buyurulmaktadır.
İşte bu hadis-i şerifler, namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçmek isteyen kimseye engel olmanın gerçek sebebinin namaza zarar vermesi olduğunu ortaya koymaktadır.
Ayrıca, "musallinin önünden geçeni günahtan alıkoymak için onunla mucâdele edilir" diyenlere de, "şayet sizin görüşünüz isabetli olsaydı, o zaman çocuğun namaz kılan bir kimsenin önünden geçmesinde bir sakınca olmaması lâzımdı. Çünkü çocuk mükellef olmadığı için bu hareketiyle günahkâr olmaz" diye cevap verilebilir.
Hanefî âlimlerine göre ise, efdal olan namaz kılanın, Önünden geçene mudâhale etmemesidir.
Buna göre namaz kılan bir kimseye mevzumuzu teşkil eden hadiste tanınan mudâhale hakkının doğması için namazdan önce önüne sutre niteliği taşıyan bir nesneyi koymuş olması gerekmektedir. İşte o zaman o kimse, önünden geçen kimseye gücünün yettiği kadar engel olmaya çalışır.
Zâhiriyye mezhebi âlimlerine göre, hadisteki "ona engel olsun" emrinin hükmü farzdır. Bu bakımdan namaz esnasında önünden geçen kimseye engel olmak o kimse için kaçınılmaz bir görevdir.
Şafiî âlimlerinden merhum Nevevî'ye göre ise, bu emrin hükmü kuvvetli bir mendubtur. Özellikle Şafiî âlimlerinden hiç bir kimse farz olduğunu iddia etmemiştir. [el-Menhel, V, 90]
İleride gelecek olan 700 numaralı hadis-i şerifte de temas edileceği gibi eğer önünden geçmekte olan kimse yakınsa ona eliyle mâni olur, uzaksa işaretle veya "subhânellah" diyerek sesini yükseltmekle mâni olur.
Kadı İyad ise, namaz kılmakta olan kimse önünden geçene bulunduğu yerden mudâhalede bulunabileceğine, fakat bu maksatla yürümesinin asla caiz olmadığına dair âlimlerin görüş birliğinde olduklarım söylemektedir. Çünkü namazda yürümenin namaza vereceği zarar, önünden geçilmekle doğacak zarardan daha büyüktür. Bu bakımdan kişinin bulunduğu yerden elle mudâhalede bulunmasına izin verilmiştir. Önden geçen kimse uzakta bulunursa, o zaman da bulunduğu yeri terketmeden sadece işaretle veya "subhânellah" diyerek mudâhalede bulunabilir.
Hadisin zahirine bakılırsa namaz kılanın önünü kesmek isteyen kimseye çocuk bile olsa engel olunur.
Nitekim İbn Mâce'nin Ummu Seleme'den rivayet ettiği,
"Peygamber (s.a.v.) bir gün Ummu Seleme'nin odasında namaz kılarken Abdullah yahut Ömer b. Ebi Seleme önünden geçmek istedi de, Peygamber (s.a.v.) ona eliyle (geçmemesini) söyledi, o da vazgeçti, hemen sonra Zeyneb bint Ummu Seleme gelip önünden geçmek istedi. Rasûl-u Ekram (s.a.v.) ona da aynı şekilde eliyle geçmemesini söylemişse de o (aldırış etmeden) geçip gitti.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) namazı bitirir bitirmez (şöyle) buyurdu: "Kadınlar (isyanda ve inatçılıkta) galibtirler."
[İbn Mâce, ikâme 38; Ahmed b. Hanbel, VI, 294.]
Bu hadisten anlaşılıyor ki önden geçmek isteyen çocuk da olsa izin verilmemelidir.
Hadis-i şerifteki "Onunla döğüşsün" cümlesinin anlamı İmam Şafiî'ye ve Mâliki âlimlerinden Kurtubî'ye göre, "eğer diretirse, birinci mudâhaleden daha sert bir mudâhalede bulunulsun"-demekse de, bazı Şafiîlere göre "gerçekten doğuşsun" demektir.
Ancak bu ikinci görüş namazın özünü teşkil eden huşu'a aykırı olduğu için ulemâ tarafından kabul edilmemiştir.
Kıymetli âlim Kâsânî'nin el-Bedâyi' isimli meşhur eserinde bu mevzuda şu bilgiler verilmektedir:
"Bizim için meselede delil şu hadis-i şeriftir: "Muhakkak ki namazda -ancak namazla ilgili fiillerle- meşgul olunur". Kavga ve mücâdele namazla ilgili bir hareket olmadığına göre bu fiillerle meşgul olmak doğru ve caiz değildir."
Ancak mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifi merhum Kâsânî şöyle te'vil etmektedir: Ebû Said Hadisi ise, namazda her türlü hareketin mubah olduğu zamanlara aittir. Sonradan namazla ilgisi olmayan davranışların mübahlığı neshedilmiştir. [Bedâyiu's-sanâyi, I, 217.]
Hanefî âlimlerinin bazıları da namaz kılanın önünden geçene engel olmak bir görev değil, bilakis bir izindir. Engel olmamak daha faziletlidir. Çünkü engel olma hareketi namazın dışında bir harekettir demişlerdir.
Ancak gerek mâni olma işinin namazın dışında bir hareket olduğu, görüşüne, gerekse Ebû Said hadisinin neshedildiği görüşüne diğer mezheb âlimleri tarafından itiraz edilmiştir.
"Çünkü o, şeytandan başka bîr şey değildir" cümlesindeki "şeytan” kelimesi bu kişinin yaptığı iş, şeytan işidir, anlamına gelebileceği gibi, gerçekten insan ve cin şeytanı anlamına da gelebilir.
Nitekim İbn Battal, "Şeytan" sözünün dinde fitne çıkaran herkes için kullanılmasının caiz olduğunu söylemekte ve kelimelerde mühim olan manadır, yoksa şekil değildir,
demektedir.
Yine İbn Battâl'a göre, cinnilere hakikaten şeytan denebildiği gibi insanlara da mecazen şeytan demek caizdir.
Nitekim Kur'an-ı Kerim'de de insanoğluna şeytan denildiği görülmektedir:
"Biz (sana yaptığımız gibi) her Peygambere de insan ve cin şeytanlarını böylece düşman yaptık." [el-En'âm, (6), 112.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/67-70]

Bazı Hükümler
1. Namaz kılmakta olan bir kimsenin, önünden geçmek isteyene mani olması caizdir. Ancak namaz kılmakta olan kimsenin bu müdâhale etme hakkını kazanabilmesi için namazdan önce önüne sütre niteliği taşıyan bir nesneyi koymuş olması şarttır.
2. Namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçmek isteyen kimse en uygun bir yolla engellenmeli, tehlikeli sonuçlar doğuracak müdahale yollarına gidilmemelidir.
3. Namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçmek isteyen kişi, önünden geçtiği kimsenin gönlünü meşgul edip namazdaki huşu'una mâni olduğu için şeytana benzer.
4. Dinde fesat çıkaran kimselere şeytan denilmesi caizdir.

698. ...Ebû Saîd el-Hudrî (r.anh), Peygamber (s.a.v.)'i ; "Sîzden biriniz namaz kıldığı zaman sutreye doğru kılsın ve ona yakın dursun.” buyurduğunu söylemiş sonra da (bir önceki hadisin) mânâsını rivayet etmiştir.
[Beyhakî, es-Sunen'il-kubrâ, II, 267.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/71]

Açıklama
Muhammed b. Aclân, Zeyd b. Eslem'den rivayet ettiği bu hadisin sonunda, bir önceki hadisin mânâsını ifâde eden lâfızları nakletmiştir. İbn Hibbân'ın Sahîh'inde rivayet ettiğine göre, bu lâfızlar şöyledir:
Yanı "sizlerden biri namaz kıldığında sutreye karşı kılsın ve ona yaklaşsın. Çünkü şeytan sutre ile onun arasından geçer. Önünden geçen kimseye de fırsat vermesin."

699. ...Suleyman (b. Abdilmelik)'in hacibi Ebû Ubey.d şöyle demiştir:
Ben Atâ b. Yezîd el-Leysî'yi ayakta namaz kılarken gördüm ve önünden geçmek istedim. O da beni geri çevirdi. (Namazını bitirdikten) sonra da (şöyle) dedi:
Ebû Said el-Hudrî bana Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu nakletti: "Sizden bir kimse (namaz kılarken) kıblesi ile kendi arasına birinin girmesine mâni olabilirse olsun."

Açıklama
Bu hadis-i şerifle ilgili açıklama 697. hadis-i şerifte geçmiştir. Oraya bakılabilir.

700. ...Ebû Said (r.anh)'den (rivayet edildiğine göre) Peygamber (s.a.) (şöyle) buyurmuştur:
"Sizden biriniz kendisine insanlardan sutre olacak bir şeye doğru namaz kılar da başka biri önünden geçmek isterse, ona göğsüne dokunarak engel olsun. Diretirse, onunla dövüşsün. Çünkü o ancak şeytan(dan)dır."
Ebû Dâvûd, Sufyan-ı Sevrî'nin şöyle dediğini söylüyor:
"Ben namaz kılarken önümden böbürlenerek geçen adama mâni olurum. Zayıfa mani olmam.”
[Buhârî, salât 100; bedu'1-halk 11; Muslim, salat 258, 259,-selâm 139; Ebû Dâvûd, salat 114; Nesâî, kasâme 48; Ibn Mace, ikâme 39; Dârİmî, salat 125; Muvatta, sefer 33; İstı'zân 33; Ahmed b. Hanbel, III, 39, 49, 57, 63.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/72]

Açıklama
Bu hadisle ilgili açıkljama 697. hadis-i şerifin açıklama kısmında geçtiğinden tekrara lüzum görmüyoruz. Oraya müracaat edilmelidir.


108. Namaz Kılanın Önünden Geçmenin Yasak Oluşu
701. ...Ebû Cuheym (r.anh), Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
"Namaz kılanın önünden geçen kimse, ne kadar günah işlediğini bilseydi kırk beklemeyi önünden geçmekten daha hayırlı bulurdu."
Ebu'n-Nadr; "Ravînin kırk gün mü, ay mı, sene mi? dediğini bilemiyorum" dedi.
[Buhârî, salât 101? Muslim, salât 261; Tirmizî, mevâkît 134; Nesâî, kıble 8; Dârimî, sa-lât 130; Muvatta, sefer 34, 35; Ahmed b. Hanbel, IV, 169.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/73]

Açıklama
Zeyd b. Halid el-Cuhenî, namaz kılmakta olan bir kimsenin önünden geçmenin günâhını öğrenmek üzere Busr b. Saîd'i Ebû Cuheym'e göndermiş, Ebü Cuheym (r.anh)'de bu hadis-i şerifi nakletmiştir.
Buna göre namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçen kimse bu hareketinin vebalini bilmiş olsa uzun müddet beklemeyi tercih edecek yine de namaz kılanın önünden geçmeyecektir.
Ebû Davud'un bu rivayetinde "kırk beklemesi onun için daha hayırlı olurdu" şeklindeki cümle, bazı hadis kitaplarında kırk yil, kırk ay, kırk sabah, kırk saat, gibi farklı ifâdelerle nakledilmiştir.
Bütün bunlardan şu anlaşılıyor ki, bu cümlelerde geçen "kırk" kelimesiyle bizce bilinen kırk sayısı değil de takdiri bizce mümkün olmayacak kadar uzun bir zaman kast edilmektedir.
İbn Mâce'nin Ebû Hurayra'den tahric ettiği rivayette ise, Peygamber (s.a.v.) "biriniz namaz kılarken din kardeşinin önünden geçmekte ne derece büyük günah olduğunu bilse, yüz sene yerinde durması onun önünden bir adım atmaktan kendisine daha hayırlı gelirdi" buyurdu denilmiştir.
[ibn Mâce, ikâme 37; el-Muttekî, Kenzu'I-Ummal, VII, 355.]

Taberânî'nin rivayetinde; "Namaz kılanın önünden geçen kimse ne derece günah işlediğini bilmiş olsaydı, uyluğunun kırılmasına radı olur da onun önünden geçmezdi" [el-Muttekî, Kenzu'I-Ummâl, VII, 355.] denilmiştir.
Kâbu'l-Ahbâr; "namaz kılanın önünden geçen kimsenin yere batması onun önünden geçmesinden daha hayırlıdır" demiştir.
Bütün bunlar namaz kılanın önünden kasten geçmenin pek çirkin ve veballi bir hareket olduğunu göstermektedir. Sutrenin ardından geçmekte ise, herhangi bir sakınca yoktur.

Bazı Hükümler
1. Namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçmek çok çirkin bir ıştır, bunu yapan günahkar olur. Nitekim bu mevzu ile ilgili olarak Ka'bu'l-Ahbâr'ın ve Taberânî'nin rivayet ettiği tehditkâr hadisler bulunmaktadır.
2. Namaz kılmakta olan kimse namazını ister tek başına, isterse imama uyarak kılıyor olsun, önünden geçmek isteyen kişiye engel olmalıdır. Nitekim bu mevzuda muktedinin durumu ileride tekrar ele alınacaktır.
3. Her ne kadar bu hadis-i şerifteki ve benzerlerindeki tehdid sadece namaz kılmakta olan kimsenin önünden geçene aitmiş gibi görünüyor ve namaz kılmakta olan kimsenin önünde duran veya oturan veya önünde uyuyan kimseler bu tehdidin dışında kalıyor gibiyse de, aslında bu yasağın gerçek sebebinin namaz kılan kimsenin zihnini bozmak ve huşu'unu ifsat etmek olduğu düşünülürse, bu kimselerin de bu hadis-i şerifteki tehdidin kapsamı içine girecekleri kolayca anlaşılır.
[Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/74.]

Farz namazda, İmamın sutresi, cemaatın (arkasındakilerin) da sutresidir.
Abdullah b. Yusuf bize anlatarak dedi ki: Mâlik bana îbni Şihâb'dan, o Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'den, o Abdullah b. Abbas'tan naklederek dedi ki: (İbni Abbâs) şöyle dedi:
"Bir dişi eşeğe binmiş olarak geldim. O sırada ergenlik çağına yaklaşmıştım. Allah Rasulu (s.a.v.) Mina'da duvarsız bir hâlde namaz kıldırıyordu. Safın bir bölümünün önünden geçtim ve eşeği serbestçe otlaması için salıverdim. Sonra da safa katıldım. Bu (hareketim) yadırganmadı."

(Buhârî, salât, 463, ezân, 814, hac, 1724, megâzî, 4060; Muslim, saIât, 780, 781; Tirmizî, salât, 309; Nesâî, kıble, 744, 746; Ebû Dâvud, salât,714-715; İbn Mâce, İkâmetu's-salât, 937; İbn Hanbel, musned-i Benî Hâşim, 1793, 1991, 2256, 2667,2749, 2862, 3001, 3136, 3275; Mâlik, nidâ, 332; Dârimî, salât, 1379)

*****************

Konuyla ilgili benzer bir rivayet ve hakikati :
SÖZLER yayınevi , MEKTUBAT Risalesi, 19. Mektup . Mucizat-ı Ahmediye sayfa 135

Altıncı çocuk: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm namaz kılarken, hırçın bir çocuk namazını kat edip geçtiğinden, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm :


اللهم اقطع اثره
( Elleahummeakta’eserahu) ("ALLAHım, onun yerden izini kes.") demiş. Ondan sonra çocuk daha yürümemiş, öyle kalmış, hırçınlığının cezasını bulmuş.

İnternetteki yayınlanan kitaptan

Altıncı çocuk: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm namaz kılarken, hırçın bir çocuk namazını kat edip geçtiğinden, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm
b373.gif
( "Allahım, onun yerden izini kes.") demiş. Ondan sonra çocuk daha yürümemiş, öyle kalmış, hırçınlığının cezasını bulmuş.
(Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:328; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:137; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:663 )

Hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir . (Ebû Dâvud, Salât, 109 / 705-706)

Bu rivayette, Peygamberin önünden çocuğun eşek üzerindeyken geçtiği belirtilmektedir. Said Nursî bunu zikretmemiştir.

Ebu Davud’un aynı babta rivayet ettiği bir hadis daha vardır ki, Said Nursî’nin naklettiği hadis bu olsa gerektir.
Rivayet şöyledir:

Peygamber (s.a.v.) bir gün Tebuk’te bir hurma ağacının yanında konaklamış ve "Bu (hurma ağacı), bizim kıble (cihetindeki sutre)mizdir" buyurmuş, sonra da namaza durmuştu.
Ben de çocuk hâlimle koşarak geldim ve Peygamberle hurma ağacının arasından geçtim.
Bunun üzerine Peygamber de: "O, bizim namazımızı kesti, ALLAH da onun izini kessin!" buyurdu.
Ben de bugüne kadar bir daha ayağa kalkamadım.

( Ebû Dâvud, Salât, 109 / 707.)


Bu metni kitabına alan ebu Davud şöyle not düşmüştür : Her iki hadiste de meçhul raviler vardır. Birinci hadiste bir meçhul ravi varken, ikincisinde iki ravi meçhuldür. Bu yüzden her iki hadis de zayıftır”.
(Necati Yeniel – Huseyin Kayapınar, Sünen-i Ebî Dâvud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi, İstanbul 1987)
(hadisin senedindeki meçhul raviler :” Mevla li yezid bin nimran” -“Said bin ğazban”)


ibn Şihab ez-Zührî şöyle demiştir:
"Namazı hiçbir şey kesmez." ( Buhārî, Salât, 105/150.)

Said Nursî, bu hadisi Mucizat-ı Ahmediye Risalesi’nde nakletmiş, dolayısıyla olayı Peygamberimizin mucizelerinden biri olarak takdim etmiştir. Oysa, Peygamberin (s.a.v.) mucizeleri böyle zayıf rivayetlerle ispatlanmaktan müstağnidir.
Ayrıca, bu zayıf hadis, bu konudaki sahih rivayetlere de muarızdır:
Ebu Said el-Hudrî’den (r.anh) demiştir ki:
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Namazı hiçbir şey bozamaz. (Bununla beraber, siz yine de)gücünüz yettiğince (önünüzden geçene) engel olmaya çalışınız. Çünkü o, şeytandan başka bir şey değildir."

(Ebû Dâvud, Salât, 114/719)

"Namaz kılan kimsenin önünden geçen hiçbir şey, namazını kesmez."
(Muvatta', Sefer, 11/40)

 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
5-
Slow and Sure;236790' Alıntı:
(Hz. Câbir sözüne şöyle devam etmiş) : «Biz:
— Arafe ile aramızda ancak beş gece kalinisken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadınlarımızla cima' etmeyi, sonra zekerlerimizden meni damlayarak Arafat'a gelmemizi bize emir buyurdu? dedik.» Câbir (bunu söylerken) eliyle işaret ederek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ara*mızda ayağa kalktı, diye işaret etti. Elini hareket ettirerek yaptığı işa*reti hâlâ görür gibiyim. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuş:
— Bilirsiniz ki ben, sizin Allah'dan en ziyâde korkanınız, en doğru söyleyeniniz ve en iyinizim. Yanımda neciyim olmasaydı mutlaka ben de sizin çıktığınız gibi ihramdan çıkardım. Arkamda bıraktığım şu is bir daha önüme çıksaydı yanımda hedy getirmezdim. Öyle ise ihramdan çıkın!
(Câbir dedi ki) : «Bunun üzerine hemen ihramdan çıktık (Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in emrini dinledik ve itaat ettik.»
Atâ' diyor ki: Câbir şunları söyledi.
«Az sonra Ali vergi toplamaktan geldi, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona:
— Neye niyet ettin? diye sordu. AH:
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) neye niyetlendiyse ben de ona niyet ettim; cevâbını verdi.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona :
— Hedy gönder ve İhrâmlı olarak beklet buyurdu. Alî, ona bir hedy kurbanı verdi. Bunun üzerine Sürâkatü'bnü Mâlik b. Cü'şum:
— Yâ Resûlallah! Bu iş, yalnız bu seneye mi mahsûs, yoksa ebediyen devam edecek mi? diye sordu. Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Selîem) :
— Ebediyen devam edecek! buyurdular.
(Buhari, Hac/81; Müslim Hacc/141).


81- Bab: Hayızlı Kadın Hacc ve Umrede Ka'be'yi Tavaf Etmesi Hariç, Diğer Menseklerin Hepsini Yerine Getirir :

127- Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Ben Mekke'ye hayızlı olarak geldim. Ka'be'yi de, Safa ile Merve arasını da tavaf etmedim.
Âişe dedi ki:Ben bu hâlimi Rasûlullah'a şikâyet ettim. Rasûlullah (s.a.v.): "Hacının yapacağı işleri sen de yap, şu kadar ki, sen ancak temiz oluncaya kadar Beyt'i tavaf etme!" buyurdu.
(Hadîsin başlığa huccetliği "Beyt'i tavaf hâric, hacının yapacağı işler gibi yap" kavimdedir. Bu hadîs, Hayz Kitâbı'nda "Hayızlı Beyt'i tavaf hâric, bütün hacc fiillerini yerine getirir bâbı"nda da geçmişti.)

128- Bize Muhammed ibnu'l-Musennâ tahdîs edip şöyle dedi: Bize Abdulvahhâb tahdîs edip şöyle dedi:
Muellif Buhârî dedi ki: Ve yine bana Halîfe ibn Hayyât söyledi. Bize Abdulvahhâb tahdîs edib şöyle dedi: Bize Habîbun el-Muallimu, Atâ'dan tahdîm etti ki, Câbir ibn Abdillah şöyle demiştir:
Peygamber (s.a.v.) ve sahâbîleri hacc için ihrama girdiklerinde, Peygamber ile Talha'dan, bir de Yemen'den gelen Alî'den başka sahâbîlerden hiçkimsenin beraberinde kurbanlığı yoktu. Alî, Yemen'den kurbânı beraberinde olarak Mekke'ye geldi ve: Ben Peygamber'in ihrama girdiği gibi ihrâmlandım, dedi. (Biz Mekke'ye geldiğimizde) Peygamber, sahâbîlerine, ihrama girerken niyet ettikleri hacci umreye çevirmelerini, tavaf ve sa'y yapmalarını, sonra saçlarını kısaltmalarını ve ihramdan çıkıp halâl olmalarını; yalnız yanında kurbanlığı bulunanların ihramlarından çıkmamalarını emretti. (Haccı feshedip, umreye çevirmeye me'mûr olan sahâbîler, bu hâle taaccub ederek)
Bizler herbirimizin cinsiyet âletleri menî damlatır hâlde mi Minâ'ya gideceğiz? dediler.
Sahâbîler arasında söylenen bu söz Peygamber'e ulaşınca, cevaben:
— "İşimden şimdi bildiğimi(yânı hacc aylarında umrenin caiz olduğunu şimdi bildiğim gibi) ihrama girerken de bilmiş olaydım, kurbân sevketmezdim. Ve yanımda kurbânım olmasaydı, şimdi ben de sizin gibi ihramdan çıkardım" buyurdu.
Ve Âişe hayz oldu da bütün hacc fiillerini yerine getirdi, yalnız Beyt'i tavaf etmedi. Nihayet temizlenince Beyt'i tavaf etti.
Âişe: — Yâ Rasûlallah, sizler bir hacc ve bir umre ile gidiyorsunuz, ben ise yalnız bir hacc ile gidiyorum, dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah, Ebû Bekr'in oğlu Abdurrahmân'a, Âişe'nin beraberinde Ten'îm'e kadar çıkmasını emretti. Âişe de haccdan sonra oradan bir umre yaptı.

129-.......Hafsa bintu Şîrîn (r.anha) şöyle demiştir:
Biz taze kızlarımızı (ihtiyâçlar veya diğer işler hususunda) dışarı çıkmalarından men' ederdik. Nihayet Basra'ya bir kadın gelip Halef oğulları kasrına indi. O kadın, kızkardeşinin Rasûlullah'ın sahâbîlerinden birinin nikâhında olduğunu, kocasının Rasûlullah'ın beraberinde oniki gazvede bulunduğunu, kızkardeşinin de bizzat kocasının beraberinde altı gazaya iştirak ettiğini, kızkardeşinin: 'Biz yaralılara ilâç yapar, hastalara bakardık', dediğini tahdîs etti. Ve sonra: Kızkardeşim, Rasûlullah'a:
Birimizin cilbâbı, yânı örtünecek bir şeyi bulunmazsa, böyle işler için dışarıya çıkmamasında üzerine bir günâh var mıdır? diye sormuş.
Rasulullah (s.a.v.) ona:
— "Arkadaşı kendi cilbâblarından birini ona giydirsin de, hayr (işlerin) da ve mu'minlerin da'vet ve dualarında hazır bulunsun" buyurmuştur.
(Hafsa bintu Şîrîn dedi ki ) Ummu Atiyye buraya geldiğinde kadınlar bunu ona sordular yâhud da biz ondan bu hadîsi sorduk. Hafsa bintu Şîrîn: Ummu Atıyye ne zaman Rasûlullah'ı ansa, muhakkak "Bi ebî = O'na anam babam feda olsun", dedi.
Biz, Ummu Atıyye'ye: — Sen Rasulullah'tan şunu şunu, yânî yukarıki hadîsi söylerken bizzat işittin mi? diye sorduk .
Ummu Atıyye yine: — Babam O'na feda olsun, evet işittim. Rasulullah (s.a.v.): "Kocaya gitmemiş tazeler, perde sahihleri -yâhud da: Kocaya gitmemiş taze kızlar, perde sahibesi olan kadınlar- ve hayızlı kadınlar dışarı çıksınlar da hayır -(meclislerin)- da ve müslümânların duasında hâzır bulunsunlar. Yalnız hayızlı kadınlar namaz yerinden ayrıca dururlar" buyurdu, dedi.
Ben: — Hayızlı kadınlar da mı? diye tekrar sordum.
Ummu Atıyye: — Bu hayızlı kadınlar Arafat'ta hazır bulunmuyorlar mı? Fulân yerde hazır bulunmuyorlar mı? Fulân yerde hazır bulunmuyorlar mı? dedi.
(Hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Bu hayızlı kadmlar Arafat'ta hâzır bulunmuyorlar mı?..." kavlinden alınır. Fulân ve fulân yer diye kinayeli söyledikleri Muzdelıfe de, Minâ'da, cemre atmada hâzır bulunmadılar mı, demektir Yağmur duası yapılan yerlerde de hâzır bulundukları sabittir. Hayr meclislerinden maksad, dînlerini öğrenecekleri meclisler, Kur'ân, hadîs fıkıh meclisleri, bütün öğretim kurumları, hasta bakılacak hasta evleri ve bütün sağlık kurumlan, ve benzerleri gibi hayırlı ve sevâbh olan yerler ve işlerdir. İslâm kadınları bütün bu dînî ve dünyevî işlerde erkeklerle beraber çalışır, yetişir ve faaliyet gösterirler. îşte bu hadîsler bu hususta Peygamber'in eskimez emirleri ve her asırda geçerli ta'lîmleridir.
Bununla beraber kadınların bu gibi hayr meclislerine gidip hâzır bulunmaları, duâ etmeleri, duâ edenlerle beraber "Âmîn" demeleri müstehab ise de, genç ve güzel olanlarının böyle yere çıkmalarının daha selef zamanında, tabiîler devrinde bile -fitne korkusundan dolayı- men'i hakkında görüşler İleri sürülmüş, fetvalar verilmiştir.
Bu hadîs, Hayz Kitâbı'nda "Hayızlılarm İki bayram namazında hâzır bulunması bâbı"nda da geçmişti.)
(Buhari, Hacc, 81)


HADİSLERİN AÇIKLAMASI :

Buhari, başlıkta "adetli kadın, tavaf dışında haccın bütün menasini yerine getirir" şeklinde kesin bir hüküm cümlesi kullanmışır. Çünkü bu konudaki rivayetler çok açıktır. İkinci konuyu ise, "abdestsiz olarak safa ile merve arasında sa'y etmek" şeklinde ihtimalli bir şekilde ifede etmiştir.
İbnu'l Munzir, Hasen-i Basri dışında, seleften hiç bir kimseden, sa'y ederken abdestli olmanın şart olduğu yönünde bir görüş nakletmemişir.

İbn Ebu Şeybe, İbn Ömer'den sahih bir senetle şöyle bir rivayette bulunmuştur:

"Bir kadın, tavaf ettikten sonra , Safa ile Merve arasında sa'y etmeden önce adet görür ise sa'y etsin" Abdu'l A'la da, Hişam yoluyla Hasen'den benzer bir rivayet nakletmiştir. Bu rivayet Hasen'den sahih bir senetle gelmiştir. belki de o, adetli ile abdestsiz bir halde olan kadını farklı değerlendirmiştir ki bu konuya ileride yer verilecektir.

İbn Battal şöyle der :
"Buhari, Peygamber'in, Hz. Aişe'ye söylediği "Hacıların yaptığı fiilleri sende yap, sadece temizleninceye kadar Kabe'yi tavaf etme" sözünden yola çıkarak adetli kadının sa'y edebileceğini anlamıştır. Bundan dolayı da, "Abdestsiz olarak sa'y etmek" ifadesini kullanılmıştır."

Bu güzel bir yorumdur. Alimler çoğunluğun yorumuna da ters düşmemektedir.

Buhari, burada üç hadise yer vermiştir:
Birinci hadiste yer alan, "Hacıların yaptığı fiilleri sen de yap, sadece temizleninceye kadar Kabe'yi tavaf etme" ifadesi, âdetli kadının kanının kesilip gusul abdesti alana kadar tavaf edemeyeceğini açıkça beyan etmektedir. Çünkü ibadetlerde söz konusu olan yasaklamalar, fesadı gerektirir. Bu da, eğer yapılır ise, tavafın batıl olmasını gerektirir. Alimler çoğunluğuna göre, cunub ve abdestsiz kimseler de bu kapsamdadır. Kûfeli bir gurup alim ise abdestin şart olmadığı görüşündedir.
(Fethu'l Bâri, Sahih-i Buhari Şerhi, Hacc, 81, C.4, S. 158 - 161)

 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
6-
Slow and Sure;236790' Alıntı:
''Enes diyor ki: Ukl veya Ureyne kabilesine mensub olan bazı insanlar Medine'ye geldiler. Medine'de oturmak hoşlarına gitmedi. (Hasta oldular) Resulullah onlara, sağılan develerin bulunduğu yere gitmelerini, develerin süt ve idrarından içmelerini emretti. Onlar da gittiler. Orada şifa bulduktan sonra Resulullah'ın çobanını öldürüp hayvanları aldı ve götürdüler. Sabahleyin haberleri geldi. Resulullah arkalarından adam gönderdi. Gün ilerlemişti, onlar getirildi. Resulullah onların ellerini ve ayaklarım kestirdi. Gözlerine kızgın mil çektirdi. Sonra onlar Harre denilen yere atıldılar. Su İstiyorlardı, kendilerine su verilmiyordu."[11]
(11)..BUHÂRÎ, Kit. Vuduu, bab: 66, KİL Zekat, bab: 68, Kit. Cihad, bab: 152, Kit. Tıb, bab: 6, kic. Hudud, bab: 17; MÜSLİM, Kit. Kasame, bab: 9-10, hn. 1671; EBÛ DÂVÛD, Kit. Hudud, bab: 3, hn. 4364; TİRMİZİ, Kit. Ta ha re, bab: 55, hn. 72; Nesei, Kit. Tahrim, ed-Denı, bab: 7, hn. 4029; İBNMACE, Kil. Hudud, bab: 20, hn. 2578; Müsned, İmam Ahmed, c. III, sh. 107, 161, 177, 198...


Zekat Olarak Verilen Develerin ve Sütlerin Yolda Kalmış Olanlar için Kullanılması

Enes (r.anh) şöyle anlatır :
"Urayne kabilesinden bir grup Medine'de, vebadan kaynaklanan bir hastalığa yakalandı. Rasulullah (s.a.v.), onların zekat develerinin bulunduğu yere gitmelerine izin verdi. Oraya gidip zekat develerinin sütünü ve idrarını içtiler. Daha sonra çobanı öldürüp develeri götürdüler.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) bir gurp gönderdi. Onları yakalayıp getirdiler. Onların ellerini, ayaklarını kestirdi. Gözlerini oydurdu. Onları Harra adlı bölgeye terk etti. Orada taşları kemirip durdular."
(Buhari, Zekat , Bab 68, Hadis no: 1501, Cihad, 152; tıp 6; hudud 17; Ebu Davud, Hadler, Bab 3, Hadis no: 4364; Muslim, kasâme, 9, 10, 11; İman 184; Tirmizi vudû' 55; et'ime 38; tıb 6; İbn Mace, hudûd 20)
(Bu hadîsi Enes ibn Mâlik'ten rivayet etmekte Ebû Kılâbe, Humeyd et-Tavîl ve Sabit el-Bunânî, Katâde'ye mutâbaat etmişlerdir.)

AÇIKLAMA :

Urayne veya Ukl kabilesinden yedi sekiz kişilik bir grup Medine'ye gelerek müslüman oldular. Ancak Medine'deki ikametleri esnasında, Medine'nin havası kendilerine ağır geldi ve hastalandılar. Renkleri soldu, zayıf ve bitap bir hale düştüler. Peygamber (s.a.v.)'e muracaat ederek, şehri terkedip develerin yanına gitmek istediler. Rasulullah da develerin yanına gitmelerine izin verdi ve tedavi olmaları için, develerin idrar ve sütlerini içmelerini tavsiye etti. Develer, Kûba civarında, Zu'1-Hader denilen yerde idi. Sayılan 15 kadar olan bu develer sağılıyordu. Bir kısmı zekat devesi, bir kısım da Rasulullah'm şahsi malı idi.

Adamlar develerin yanına gittiler, efendimizin tavsiyesi istikametinde süt ve idrarlarından içtiler. Allah'ın izni ile tedavi oldular, iyileşip kendilerine gelince, irtidat ettiler ve develerden birisini kestiler. Çobanlardan birisinin de ellerini ve ayaklarını kestiler, gözlerine diken batırarak oydular ve güneşin ortasında ölüme terkettiler. Geri kalan develeri de alıp götürdüler. Sağ kalan çoban, Medine'ye gelerek hadiseyi Rasulullah'a haber verdi. Rasulullah hemen peşlerinden yirmi kişilik bir suvari mufrezesi gönderdi. İçlerinde iz sürücüler de vardı. Başlarında Kurz b. Cabir el-Cihrî bulunan bir müfreze kısa zamanda sakilleri yakalayıp Rasulullah (s.a.v.)'a getirdi. Peygamber (s.a.v.) de onları kendi yaptıklarına uygun bir şekilde cezalandırdı. Ellerini ve ayaklarını kestirdi, gözlerine mil çektirdi ve Han'a denilen yere güneşin altına attırdı. Sıcağın altında: "su su!" diye bağırdıkları halde hiç kimse bunlara su vermedi. Böylece geberip gittiler.

İslam'dan dönen, develeri çalan ve çobanı işkence ederek öldüren Uraynalılara verilen bu ceza, bir çok alime göre hadislerin tercemesi esnasında meali verilen, Maide suresinin 33. ayetinin nuzûlune sebeb olmuştur. İşaret edilen ayette Cenab-ı Hak, Allah'a ve Rasulune karşı savaş açanlara verilecek cezayı beyan buyurmuştur. Ayet-i kerimede Rasulullah'm uygulamasından gözleri oyma dışındakiler bırakılmıştır.


Buhârî bu hadîsi Sahîh'inin yedi yerinde ayrı ayrı mes'elelere huccet olmak üzere bâzı sened ve lâfız farklılıklarıyla getirmiştir. Burada zekâtın, sekiz sınıf harcama yerlerinden sâdece bir sınıfa verilmesinin cevazını isbât için sevketmiştîr. Hakîkaten bu hadîste Rasûlullah, zekât develerinin sütlerinden faydalanmayı bîr sınıfa; yalnız yol oğlu sınıfına tahsîs etmiştir. Bu bakımdan hadîsin bâb başlığına huccetliği gayet sarihtir.

Buhârî buradaki mutâbaalardan Ebû Kırâbe'ninkini Kitâbu't-Tahâre'de; Sabit el-Bunânî'ninkini Kitâbu't-Tıbb'da senedleriyle mevsûlen rivayet etmiştir. Humeyd et-Tavîk'in mutâbaasını ise Müslim, en-Nesâî, Ebû Dâvûd, İbn Mâce ve İbn Huzeyme senediyle mevsûlen rivayet etmişlerdir.
Ebû Kılâbe'nin rivayetinin sonunda: "Bu nankör, Uraynîler hırsızlık yaptılar, adam öldürdüler, îmândan sonra kâfirliğe dönüp irtidâd eylediler ve bu suretle Allah ve Rasûlu'ne harb açtılar" buyurdu ziyâdesi vardır ki, bu şiddetli cezanın Allah ve Rasûlu'ne fiilen harbe kalkışma gibi en şenî' bir cinayete karşı ta'yîn edildiğine işaret edilmiş oluyor.
Hakîkaten bu ağır cinayet ve suçların cezası Kur'ân-i Kerîm'de de böylece tesbît ve tahrîr edilmiştir:
"Allah'a ve Rasûlu'ne harb açanların, yeryüzünde fesatçılığa koşanların cezası, ancak öldürülmeleri, ya asılmaları yâhud elleriyle ayaklarının çaprasvârî kesilmesi yâhud da (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyâdaki rusvâylığıdır. Âhirette ise onlara pek büyük bir azâb da vardır" (Mâide: 33)

"Âyetteki ölüm cezası yalnız öldürene, asma cezası öldürmekle beraber yol kesen ve mal alan kimseye, kesme cezası yalnız mal alana, sürgün cezası da bunlardan başka suretlerde fesâd yapanlaradır. İbn Abbâs ile Şafiî'nin kavli budur (Celâleyn).
Ebû Hanîfe'ye göre sürgünden maksad habsdir.
Hadîsteki uranîlere tatbîk edilen cezaların Kur'ân'daki delili işte bu âyette zikredilenlerdir. Gözlerinin oyulup diri diri Harre taşlığına atılma ve kendi kendilerine ölünceye kadar taşları ısırmaları, Peygamber'in çobanını aynı şekilde işkence ile öldürmelerinin karşılığı ye benzeri bir ceza ile cezalandırılmalarından ibarettir.
(Sahih-i Buhari, Zekat, 68)

İbn Battal şöyle demiştir : "Buhari'nin buradaki amacı, zekatın, bilinen sekiz sınıfın tamamına verilmesinin gerekli olduğu yönündeki görüşün aksine, sadece bir sınıfa verilebileceğini ortaya koymaktadır."
Fakat bu görüş tartışmaya açıktır. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) belki onlara, sadece onların payına düşecek miktar için izin verilmiştir. Üstelik bu malların mulkiyetini onlara verdiğine dair bir bilgi de mevcut değildir. Sadece, tedavi olmaları için deve sütünden içmelerine izin vermiştir.

Buhari, buradan yola çıkarak deveden diğer yönlerden de istifade edilmesinin caiz olduğu hükmünü çıkarmıştır. deve sütünü içmenin caiz olduğunu, bu zaten apaçık bir durum olduğu için söylemiştir.
(Fethu'l Bâri, (Sahih Buhari şerhi, Zekat, bab 68)


Bazı Hükümler

1- Tedavî maksadı ile eti yenen hayvanların idrarını içmek caizdir.

Bazı alimler, bu hadisle istidlâl ederek, eti yenen hayvanların idrarlarının temiz olduğuna hükmetmişlerdir. Ahmed b. Hanbel, Hanefi imamlarından Muhammed, Şafiîlerden Rûyânî, İmam Şa'bi, Atâ, Nehaî, Zuhrî, İbn Şîrîn ve Sufyân-ı Sevrî bu görüştedirler.

İmam-ı A'zam, İmam Şafii, Ebu Yûsuf, Ebû Sevr ve diğer bazı âlimlere göre, eti yenen hayvanların idrarları pistir. Ancak Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf'a göre, necaseti muhaffefedir. Bulaştığı elbisenin dörtte birini aşmamışsa namaza mâni değildir.

Bu âlimlere göre Urayne'liler hadisesindeki hüküm zarurate mebnidir. Zaruratin bulunduğu yerde birçok haram mubah olur. Ama zarurat kalkınca haram hükmü devam eder.

2- Tedavi edeceği kesin bilinirse, haram madde ile tedavi olmak caizdir. Ancak konu ihtilaflıdır.

3- Bir kişiye karşı birden fazla kişi bir cinayet işlerse, kısas cânilerin hepsine karşı uygulanır.

4- Devlet başkanı, yanına gelen yabancıların işleri ile ilgilenmeli, onların ihtiyaçlarını karşılamalıdır.

5- İlaç kullanmak caizdir.

6- Murted, tevbe etmesi beklenmeden öldürülür. Ancak mesele ihtilaflıdır.

7- Bir suç işleyen kişiye kısas uygulanırken misillemede bulunmak caizdir.

 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
7-
Slow and Sure;236790' Alıntı:
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Kur'an olarak inenler meyanında "Malum on emme ile haram sabit olur" ayeti de vardı. Sonra (Rab Teala) onları, malum beş emme ile neshetti. Bu (beş emme) ayetleri, Kur'an'ın okunan ayetleri arasında iken Aleyhissalâtu vesselâm vefat etti." [Müslim, Rada 24, (1452); Muvatta, Rada 17, (2, 608); Ebu Davud, Nikah 11, (2062); Tirmizî, Rada 3, (1150); Nesaî, Nikah 51, (6, 100).]

23- (...) Bana Ahmed b. Saîd ed-Dârimî rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Habbâri rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hemmâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde, Ebû'l-Halil'den, o da Abdullah b. Hâris'deo, o da Ummu'l-Fadl'dan naklen rivayet etti. Bir adam Peygamber (s.a.v.)'den "Bir defa emmek hürmet isbât eder mi?" diye sormuş da, Rasûlullah (s.a.v.) :
«Hayır!» cevâbını vermiş.

Massa, imlâce ve rad'a : Emmek mânâsına gelen muteradif kelimelerdir. Bâzıları massa ile imlâce arasında fark görmüş: «massa» emmek; «imlâce» ise emzirmek mânâsına gelir.» demişlerdir.

Bu babın bütün rivayetleri çocuğun bir veya iki defa emmesiyle radâ' hükmünün sabit olmayacağına delâlet ediyor. Maamâfih mesele ulemâ arasında ihtilaflıdır. Âişe (Radiyallahu anha) ile Şafiî1er'e göre beş defa emmeden süt hükmü subût bulmaz. Delilleri bu bâbtan sonra gelecek Âişe hadîsidir. Cumhûr-u ulemâya göre bir defa emmekle hükmü sabit olur. Bu kavli İbni'l-Munzir, Alî, İbni Mes'ud, İbni Ömer, İbni Abbâs (Radiyallahu anh) ile Atâ , Tâvûs, Saîd b. el Museyyeb, Hasan-ı Basri, Mekhûl, Zuhrî, Katâde, Hakem, Hammâd, İmam Mâlik, Evzâî, Sevrî ve Ebû Hanîfe'den rivayet etmiştir.
Ebû Sevr, Ebû Ubeyd, İbni'l-Munzir ve Dâvûd-u Zahirî: «Süt hükmü üç defa emmekle sabit olur; bundan azı hiç bir hüküm ifâde etmez.» demişlerdir.

Nevevî'nin beyanına göre İmam Mâlik:
«Sizi emziren anneleriniz de (size haramdır) âyet-i kerîmesiyle istidlal etmiştir. Mezkûr âyette sayı zikredilmemiştir.
Dâvûd-u Zahirî babımız hadîsinin mefhumu muhalifi iîe istidlal etmiş; bu hadîsin âyet-i kerîme'yi beyân ettiğini söylemiştir.
Bu bâbda Mâlikî'ler'le Şafiî'ler arasında bir hayli i'tiraz ve cevablar cereyan etmiştir.
Kaadî İyâd bâzılarının şâzz olarak «on defadan az emmekle radâ' hükmü sabit olmaz» dediklerini söylemişse de bu kavi bâtıl ve merduddur.
Hanefîler'e göre muddeti içinde emzirilmek şartı ile sütün azı da çoğu da hürmet isbat eder. Delilleri İmam. Mâ1ik'in istidlal ettiği âyet-i kerîmesiyle :
«Neseben haram olan her şey radâan da haramdır.» hadîs-i şerifidir. Mezkûr âyet ve hadiste sütün mikdârı hakkında tafsilât verilmemiştir. Binaenaleyh bu bâbta onun azı çoğu musavidir.
İmam Ahmed 'den, biri Hanefiler'in, diğeri Şafii'ler'in gibi olmak üzere iki kavi rivayet olunmuştur.
Süt meselesi cidden dikkat edilmesi lâzım gelen bir meseledir. Kadınların zaruret yokken rastgele bir çocuğu emzirmemeleri îcâbeder. Emzirdikleri vakit dahî bunu iyice bellemeli, ihtiyaten yazmalı ve komşulara ilân etmelidirler. Aksi takdirde mesele unutulur; ve günün birinde iki süt kardeşin evlenmesi hatâsına düşülebilir.

6- Tahrimin Beş Defa Emmekle Subut Bulması Babı

24- (1452) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Abdullah b. Ebî Bekr'den dinlediğim, onun da Arara'dan, onun da Âişe'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum :
Âişe: (Bilinen on defa emzirme hürmet isbât eder) âyeti, indirilen Kur'ân meyânın da idi; sonra bu adet beş mâlum emme ile neshedildi; hattâ Rasûlullah (s.a.v.) bu on sayısı Kur'ân meyânında okunurken vefat etti; demiş.

25- (...) Bize Abdullah b. Meslemete'l-Ka'nebî rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Suleyman b. Bilâl, Yahya yâni İbni Saîd'den, o da Amra'dan naklen rivayet etti. Amra Hz. Âişe'yi, haram kılan sütü anlatırken dinlemiş. (Demiş ki) : Âişe şunu söyledi:
«Mâlûm on defa emme.» âyeti Kur'ân'da nazil olmuştur. Sonra «Beş mâlûm emme.» âyeti de nazil oldu.

(...) Bize bu hadîsi Muhammed b. El Musennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdulvehhâb rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Yahya b. Saîd'den dinledim. (Dedi ki) : Bana Amra : Bu hadîsin mislini söylerken Aişe'den dinledim, diye haber verdi.
Âişe'nin bu rivayetlerinden anlaşılan mânâ şudur :
Süt hakkında indirilen ilk âyette süt hükmünün on defa emmekle sabit olacağı bildirilmiştir. Sonra bu âyet süt hükmünün beş defa emmekle subut bulacağını bildiren âyetle neshedilmiştir. Bilâhare beş defa âyetinin tilâveti de neshedilmiş, fakat hükmü kalmıştır. Ancak son nesih o kadar gecikmiş ki. Rasûlullah (s.a.v.)'in vefatında sahabeden bazıları bunu duymadıkları için âyeti hâlâ Kuran diye okurlarmış. Tilâvetin neshedildiğini duyunca artık onu okumaz olmuşlar.
İşte Şâfii'1er bu hadisle istidlal ederek : «radâ» hükmü çocuğu ayrı ayrı zamanlarda doyuncaya kadar beş defa emzirmekle sabit olur.» demişlerdir. Yâni onlara göre beş defa emmenin radâ' hükmünü isbât ettiğini bildiren âyetin tilâveti neshedilmişse de hükmü bâkîdir. Bu mesele :
«İhtiyar erkekle ihtiyar kadın zinâ ederlerse onları hemen recmedin!» âyetine benzer. Mezkûr âyetin dahî tilâveti neshedilmiş; fakat hükmü bakidir. Hattâ Âişe (Radiyallahu anha)'nın :
«Bu hüküm benim yatağımın altında bulunan bir sahîfede vazıh idi. Rasûlullah (s.a.v.) dünyadan gidince biz onu techiz-u yekfîm ile meşgul olurken, tavuklar girerek bu sahîfeyi yemişler.» dediği rivayet olunur.
Hanefîler'den Kemâl b. Humam (788-861), «Fethû'l-Kadîr adlı eserinde Şafiî1er'in bu istidlaline cevab vermiş; âyetin yalnız tilâveti değil, hükmü de nesh edildiğini bildirmiştir.
(Sahih Muslim, Süt Emme, 6)

İlgili Konular :


İSLAM'DA RECM SABİTTİR

HADİS - SÜNNET
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
8-
Slow and Sure;236790' Alıntı:
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti: "Allah Teâla hazretleri Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'i hak (din ile) gönderdi ve O'na Kitab'ı indirdi. Bu indirilenler arasında recm âyeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zinâ yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: "Biz Kitabullah'da recm cezasını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah'ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalâlete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları, -delil veya hamilelik veya itiraf yoluyla- süb?t bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah'da mevcut bir haktır. Allah'a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: "Ömer Allah Teâla' nın kitabına ilâvede bulundu" demeyecek olsalar, recm âyetini (Kitabullah'a) yazardım." Buhârî, Hudud 31, 30, Mezâlim 19, Menâkibu'l-Ensar 46, Megâzi 21, İ'tisâm 16; Müslim, Hudud 15, (1691); Muvatta, Hudud 8, 10, (, 823, 824); Tirmizî, Hudud 7, (1431); Ebu Dâvud, Hudud 23, (4418)


Ömer (r.anh)'in Okunması Nesh olunan Recm ayeti hakkındaki sözü

İkinci misal: Muslim’in İbn Abbas’tan yaptığı rivayete göre İbnu Abbâs (r.anhuma) anlatıyor:

"Ömer (r.anh)'i hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti:
"Allah Teâla hazretleri, Muhammed (s.a.v.)'i hak (din ile) gönderdi ve O'na Kitab'ı indirdi. Bu indirilenler arasında recm âyeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Rasûlullah (s.a.v.) zinâ yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: "Biz Kitabullah'da recm cezasını görmüyoruz (deyib inkâra sapabilecek ve) Allah'ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalâlete düşebilecektir.
Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları, -delil veya hamilelik veya itiraf yoluyla- subût bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah'da mevcut bir haktır. Allah'a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: "Ömer Allah Teâla' nın kitabına ilâvede bulundu" demeyecek olsalar, recm âyetini (Kitabullah'a) yazardım."
(Buhârî, Hudud 31, 30, Mezâlim 19, Menâkibu'l-Ensar 46, Megâzi 21, İ'tisâm 16; Muslim, Hudud 15, (1691); Muvatta, Hudud 8, 10, (823, 824); Tirmizî, Hudud 7, (1431); Ebu Dâvud, Hudud 23, (4418)


İzahı


1- Bu hadis, hadis kaynaklarında farklı vecihlerle rivayet edilmiştir. Muvatta'nın bir rivayeti daha açıktır:

"Ömer (r.anh) haccdan çıkınca Medine'ye geldi. Orada halka hitaben şunları söyledi: "Ey insanlar! Sizlere bir kısım sünnetler ve farzlar teşrî edildi. Size çok açık bir din bırakıldı. Recm âyeti hususunda kendinizi sakın tehlikeye atmayın. İçinizden biri: "Biz Allah'ın kitabında iki haddi (1) bulamıyoruz" diyebilir. Şurası muhakkak ki Resûlullah da, biz de (zinâ edenlere) recm uyguladık. Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zulcelâl'e yemin ederim, insanlar "Ömer Kitabullah'a (onda olmayan şeyi) ilavede bulundu"demiyecek olsalar, (Kur'ân'ın sonuna, kenarına şerh olarak nesh olan) şu âyeti elimle yazardım:

اَلشَّيخُوَالشَّيْخَةُإِذَازَنَيَافَارْجُمُوهُمَااَلْبَتَّةَ
"Yaşlı bir erkek ve yaşlı bir kadın zinâ edecek olurlarsa onları mutlaka recmedin."


İmam Mâlik, burada geçen yaşlı erkek ve yaşlı kadın tâbirlerini "dul erkek", "dul kadın" diye açıklar.
Parantez içindeki ziyadeler başka rivayetlerden alınarak dercedilmiştir.


Nesâî'de Ubey İbnu Ka'b'dan kaydedilen rivayette recm âyetinin Ahzâb sûresinde gelmiş olduğu belirtilir.

2- Neshle ilgili konulardan biri de, tilâveti mensuh, hükmü bâki âyetlerin varlığıdır. İşte Recm ayeti bunlardandır.

3- İbnu Hacer: "Ömer (r.anh)'in korktuğu husus vukua gelmiştir. Zîra Haricîlerin büyük çoğunluğu ile bir kısım Mu'tezile, recmi inkar ettiler" der.

4- Recm cezası Peygamber (a.s.) tarafından erkek olan
Maiz b. Malik el-Eslemî (r.anh), Peygamber'e gelerek "Beni temizle" dedi.
Peygamber (a.s.): "Yazık sana, çık git, Allah'a tevbe ve istiğfar et" buyurdu.
Maiz, pek uzaklaşmadan geri döndü ve "Ey Allah'ın Rasulu! Beni temizle" dedi.
Peygamber aynı sözlerle üç defa daha geri gönderdi. Dördüncü ikrarında "Seni hangi konuda temizleyeyim?" diye sordu.
Mâiz; "Zinadan" dedi.
Peygamber "Bunda akıl hastalığı var mıdır?" diye sordu.
Böyle bir rahatsızlığı olmadığını söylediler.
"Şarap içmiş olabilir mi?" diye sordu.
Bir adam kalkıb içki kontrolü yaptı. Onda şarap kokusu tesbit edemedi.
Peygamber tekrar "sen zina ettin mi?" diye sordu.
Mâiz "Evet" cevabını verdi.
Artık emir buyurdular ve Mâiz recmedildi. Recimden sonra onun hakkında sahabiler iki kısma ayrıldılar. Bir bölümü Mâiz'in helâk olduğunu, başka bir grup ise onun en faziletli tövbeyi yaptığını söylediler. Bu farklı yaklaşım üç gün sürdü.
Daha sonra yanlarına gelen Rasulullah (s.a.v) "
Mâiz b. Mâlik için dua edin" buyurdu.
"
Allah Mâiz'e mağfiret eylesin" dediler.
Peygamber şöyle buyurdu: "
Mâiz öyle bir tövbe etti ki, bu tövbe bir ümmet arasında paylaştırılırsa onlara yeterdi"
(Muslim, Hudud, 22; eş-Şevkânî, Neylul-Evtâr, VII, 95,109; ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 314 vd.).


Kadın olarak da Mâiz'in recmedilmesinden kısa bir süre sonra Ezd kabilesinin Gâmid kolundan bir kadın geldi ve "Ey Allah'ın elçisi! Beni temizle" dedi.
Peygamber "Yazıklar olsun sana. Çık git, Allah'a tövbe ve istiğfar et" buyurdu.
Kadın dedi: "Beni, Mâiz'i çevirdiğin gibi geri çevirmek istiyorsun"
Peygamber, "Sana ne oldu?" diye sordu.
Kadın kendisinin zinadan gebe olduğunu söyledi.
Bunun üzerine "Sen mi?" buyurdu.

Kadın "Evet" dedi.
Peygamber "Doğuruncaya kadar git" buyurdu.
Kadının bu arada geçimini Ensar'dan bir adam üstlendi.
Daha sonra Peygamber'e gelerek; "Gâmidli kadın doğurdu" dedi.

Çocuğun bakımını da Ensar'dan birisi üzerine aldı ve kadın recmedildi" (Muslim, Hudud, 22, 23, 24; Ibn Mâc'e, Diyât, 36; Mâlik, Muvatta', Hudud, II)

Başka bir rivâyette, çocuk sütten kesilinceye kadar emzirmesine izin verildiği, recm sırasında Hâlid b. Velîd (r.anh)'ın üzerine kan sıçraması üzerine kadın hakkında kötü sözler söylediğini işiten Peygamber'in şöyle buyurduğu nakledilir:
"Ey Halid! yavaş ol. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim. Bu kadın öyle bir tövbe etti ki, onu bir baççı (vergi memuru) yapsaydı, şubhesiz mağfiret olunurdu"
Sonra kadının hazırlanmasını emrederek cenazesini kılmış ve kadın defnedilmiştir.

(Muslim, Hudud, 23).


Keza, Yahudilerin murâcaatı üzerine, Peygamber (s.a.v.) zinâ yapan bir Yahudi çiftine de recm tatbik eder.

5- Şarihler, "Ömer (r.anh)'in: "İnsanlar: "Ömer Allah'ın Kitabına ilavede bulundu" demeyecek olsalar, recm âyetini Kur'ân' ın sonuna yazardım" demesini, mübalağaya ve recmi tatbik etmeye teşvike hamlederler.
"Zîra, derler, âyetin lafzı neshedilse de mânası bakidir. Ömer gibi, fıkhı, ilmi yüce bir şahsiyetin lafzı neshedilen bir âyeti, Kur'ân-ı Kerim'e yazmaya kalkması düşünülemez."

Kur'ân-ı Kerim, Ashab'ın huzurunda, bugünkü haliyle ihtilafsız olarak cem'edilmiştir. Recm âyetinin Kur'ân-ı Kerim'e lafzen girmeyeceği hususunda icma vardır. Rasûlullah'a gelen vahiylerden bir kısmının lafzen, bir kısmının hükmen, bir kısmının hem lafzen ve hem de hükmen neshedildiği Ashab'ca bilinen bir husustur. Bu durumu açıklayan rivayetler gelmiş, ulema bunların değerlendirmesini yapmıştır. Daha önceki bahislerde, Rasûlullah'ın her Ramadan ayında, o zamana kadar inmiş olan âyetleri önce Cebrâil (aleyhisselam)'e, sonra da halka okuyarak "arza" yaptığını, Cebrâil'e okuyarak hatası, yanlışı varsa tashih ettirdiğini, halka okumakla da onların hatalarını düzelttiğini, işte bu arzalarda, lafzı neshedilen vahiylerin de Kur'ân-ı Kerim'den çıkarıldığını belirtmiştik. Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ömrünün son Ramadan'ında arzayı iki sefer yapmıştır. Buna arza-i âhira denir.

6- Zinâ eden kadın ve erkek muhsan olduğu takdirde recm edilirler. Zinâ, itiraf veya beyyine ile sâbit olur.

İtiraf : Kişinin zinâ yaptığını kadıya gelib beyan etmesidir.

Beyyine: Şehâdeti makbul dört erkeğin veya sekiz kadının zinâya şahidlik yapmasıdır. Şahidlerin sayısı bu rakamdan aşağı düşerse zinâ suçu sübût bulmaz. Âlimler bu hususlarda ittifak ederler. Ancak itirafın sayısı ve şahidlerin sıfatları gibi bazı teferruatta ihtilâf vaki olmuştur. Söz gelimi Hanefîlerle Hanbelîler itirafın dört ayrı mecliste vaki olmasını şart koşarlar. İmam Mâlik ve Şâfiî'ye göre, kişinin zinâ yaptığını bir kere ikrar etmesi kâfidir, suç subût bulur.

7- Gebelik zinâya delil olur mu?
Bu husus ihtilaflıdır.
Ömer (r.anh)'e göre, gebelik zinâya delildir, recme sebeb olur. İmam Mâlik ve ashâbı da aynı kanaattedirler: "Kocası veya efendisi bilinmeyen bir kadın gebe olur ve zinâya icbar edildiği de bilinmezse, recmi gerekir. Ancak yabancı ise ve çocuğun kocasından veya efendisinden olduğunu söylerse beyanına itibar edilir" demişlerdir.

İmam Âzam, Şâfiî ve ulemânın cumhuruna göre, gebelik mutlak surette zinâya delil olmaz. Bu hususta, kadının kocası veya efendisi olmuş olmamış, kadın yerli veya yabancı olmuş, zinâya mecbur edildiğini söylemiş, söylememiş hüküm aynıdır. Beyyine olmadıkça veya itirafta bulunmadıkça recmedilemez. Zîra şer'î hadler şubhe ile ortadan kalkar ve sâkıt olur.


KONUNUN DETAYI :


İSLAM'DA RECM SABİTTİR

 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
9-
Slow and Sure;236790' Alıntı:
Bize Amr b. AH rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdûl'â'lâ rivâyet.ctti. (Dedi ki) : Bize Hişam b. Ebî Abdillâh, Ebu'z-Züfaeyr'den, o da Câbîrden naklen rivayet eyledi ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir kadın görmüş. Müteakiben zevcesi Zeyneb'e gelmiş. Zeyneb kendine ait bir deri oruyormuş. Resûlüllah (Saİiallakü Aleyhi've Sellem) hemen hacetini bitirmiş. Sonra Ashabının yanına çıkarak:
«Şüphesiz ki kadın şeytan suretinde gelir, şeylan suretinde gider. Biriniz bir kadın gördü mü hemen ailesine gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir.» buyurmuşlar.
[Müslim, Nikah 9-(1403) ]
***
Peygamber (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الْـمَرْأَةَ إِذَا أَقْبَلَتْ أَقْبَلَتْ فِي صُورَةِ شَيْطَانٍ، فَإِذَا رَأَى أَحَدُكُمْ امْرَأَةً فَأَعْجَبَتْهُ فَلْيَأْتِ أَهْلَهُ، فَإِنَّ مَعَهَا مِثْلَ الَّذِي مَعَهَا
[ رواه الترمذي وصححه الألباني ]
"Şubhesiz kadın, yüzünü dönüp geldiği zaman, (vesvese verme ve saptırma hususunda) şeytanın sûretinde gelir. Biriniz hoşuna giden (güzel) bir kadın gördüğü zaman, hemen hanımının yanına gitsin (onunla birleşsin/cinsel ilişkiye girsin). Çünkü o kadında olan fercin benzeri, kendi hanımında da vardır."
(Tirmizî rivâyet etmiş, Elbânî de "Sahîhu'l-Câmi"'de hadisin sahih olduğunu belirtmiştir. Hadis no: 1158)


2- Bir Kadın Görüp de Onda Gözü Kalan Kimseyi, Karısına veya Cariyesine Gelerek Onunla Cima Etmeye Teşvik Babı

9- (1403) Bize Amr b. Amr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdûl'â'lâ rivâyet etti. (Dedi ki) : Bize Hişam b. Ebî Abdillâh, Ebu'z-Zufaeyr'den, o da Câbîr'den naklen rivayet eyledi ki: Rasûlullah (s.a.v.) bir kadın görmüş. Muteakiben zevcesi Zeyneb'e gelmiş. Zeyneb kendine ait bir deri örüyormuş.
Rasûlullah (s.a.v.) hemen hacetini bitirmiş. Sonra Ashabının yanına çıkarak:
«Şubhesiz ki, kadın şeytan suretinde gelir, şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadın gördü mü hemen ailesine gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir.» buyurmuşlar.
(Sahih-i Muslim, Nikah , 9)

(...) Bize Zuheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdussamed Abdilvâris rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Harb b. Ebi'l-Âliye rivayet eyledi. (Dedi ki) : Bize Ebû'z-Zubeyr, Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) bir kadın görmüş.
Râvi yukarda hadîsin mislini rivayet etmiş. Yalnız: «Zevcesi Zeyneb'e gelmiş. Zeyneb bir deri örüyormuş» demiş «Şeytan suretinde gider» cümlesini söylememiştir.

10- (...) Bana Selemetû'bnu Şebîb b. rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasan b. Â'yen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kıl, Ebû'z-Zubeyr'den naklen rivayet eyledi. (Demiş ki) : Câbir şunu söyledi : Ben Peygamber (s.a.v.):
«Birinizin bir kadın hoşuna gider de gönlüne girerse, hemen kendi karısına giderek onunla cima' etsin. Çünkü bu nefsindeki şeyi giderir.» buyururken işittim.

Ulemânın beyanına göre kadının şeytan suretinde gidip gelmesinden murâd, nefsi fitneye davet etmesine işarettir. Çünkü Teâlâ hazretleri erkeklerin nefislerinde kadınlara karşı bir meyi halk etmiştir. Onlara bakmaktan lezzet duyarlar. Binâenaleyh kadın erkeğe vesvese vererek şerre davet eden bir mahlûk olduğu için şeytana benzetilmiştir.

Menîe': Henüz tabaklanmaya konan deridir. Daha sonra «Efîk», daha sonra da «Edîm» nâmını alır. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin bir kadın görerek Zeyneb'e gelmesi ve onun cinsî munâsebette bulunması ashabına talîm ve irşad içindir. Dışarda bir kadın görerek onda gözü kalanların böyle yapmaları îcab eder.

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

1-
Bir kadın görerek şehveti harekete gelen kimsenin derhal karısı ile cimaa' etmesi ve nefsini yatıştırması mustehabdır.
2- Zaruret yokken kadının erkekler arasına çıkmaması îcab eder.
3- Erkek ecnebi bir kadına, kadının elbisesine ve zînetlerine mutlak surette bakmamalıdır.
4- Kadın öte beri işlerle meşgul olsa bile kocasının onu gece veya gündüz cimâa' davet etmesinde beis yoktur. Çünkü bazen erkeğe şehvet galebe çalar, cimâa' tehir edilirse bedenine, kalbine veya gözüne zarar gelebilir.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
İLGİLİ KONULAR :

Manası Garip(!) Gelen Hadisler ve Sahihliği ?


Hadis İnkarcılarının Reddettiği Bazı Hadisler Hadisler ve Sahihliği ?
 
Üst Ana Sayfa Alt