Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Cariye ve Hukuku

Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
CARİYE VE HUKUKU


Müslümanların giriştikleri cihad sırasında esir edilen veyahut para ile satın alınan kadın ve kızlar. Başkasının mülkü olan köle kadın. "Câriye" sözcüğü denizin üzerinde akıp giden gemiye denir. Câriyeler de efendilerinin emir ve hizmetleri çerçevesinde hareket etmeleri sebebiyle bu ismi almışlardır. (Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuku İslâmiyye ve Istılâhâtı Fıkhıyye Kamusu, III, 344)
İslâmiyet'in ortaya çıktığı sıralarda Arab yarımadasında ve Mekke'de de kölelik yaygındı; köleler, hürlerle arası kesin çizgilerle ayrılmış alt bir sosyal sınıf oluşturuyordu. Efendinin kölesi üzerindeki mülkiyet hakkı, üçüncü şahıslardan gelecek haksız fiillere karşı sınırlı bir güvence sağlasa da efendiye kölesi üzerinde mutlak tasarruf yetkisi veriyordu. Efendinin cariyesini fuhşa zorlayarak bu yolla para kazanabilmesi, bir ahlâkî sapkınlık olmasının yanında bu yetkinin ve kölelerin insan sayılmamasının da ürünüydü
.


Borcunu ödeyemeyen borçlu kendisini, geçim sıkıntısı içindeki baba çocuğunu köle olarak satabilse de Câhiliye'de köleliğin asıl kaynağını savaş esirleri teşkil ediyordu; köle bir anneden doğanlar da köle sayılıyordu (Cevâd Ali, V, 573-574) Taberî, Doğu Arabistan'da Rebîa kabilesi dışındaki kabilelerin ele geçirdikleri esirleri köleleştirdiklerini nakletmektedir. (Târih, 1. 227) Bu kölelerin büyük çoğunluğunu Afrikalı siyahîler teşkil ediyordu; nitekim Peygamber'in muezzini Bilâl-i Habeşî de bunlardan biriydi.
Câriyeliğin kaynağı, savaş esiri kadınlardır. Savaş sonrasında tıpkı erkek esirler hakkında olduğu gibi kadın esirler de ya karşılıksız olarak, ya fidye karşılığı serbest bırakılırlar veya köle olarak gazilere dağıtılırlar. Hiç şubhesiz bu alternatiflerden biri tercih edilirken, karşı tarafın elindeki müslüman esirlerin durumu ve İslâm'ın maslahatı gözetilerek tercih yapılır.
Câriyelerin işgal ettikleri mevki ve tesir, köle ve âzadlıların mevki ve tesirlerinden aşağı değildir. Bu esirler kim olursa olsun cihada katılan müslüman askerler arasında paylaştırılacak ganimetlerdendir. Câriyelik, kölelik gibi, insanın yeryüzündeki mevcudiyeti kadar eskidir. Tarih boyunca kendisinde bir kuvvet ve kudret gören, bir başkasını hizmetinde kullanmış ve ona tahakküm etmiştir. Bunda kadınla erkeğin farkı yoktur. Köleler gibi câriyelerin de alınıp satılması tabii olarak insanlığın geçirdiği sayısız merhaleden sonra başlamış olması gerekir.
Bir zamanlar câriyelerin talim ve terbiyesi pek kazançlı bir iş olduğundan, bu yolla para kazanmak isteyen kişi esir pazarına gider, zekâ ve istidat sahibi bir câriye satın alır, ona şiir ve edebiyat, şarkı ve çalgı, Kur'an okumak, ev idaresi gibi şeylerden birini öğrettikten sonra aldığı fiyatın birkaç katına satardı. Bu câriyelerden bazıları, hanendelik, şiir veya edebiyatta fevkalâde maharet sahibi olmalarından dolayı çok pahalı satılırlardı.
Köleler gibi câriyeler de sahipleri tarafından âza d edilirlerdi. Esir âzad etmek, İslâm nazarında önemli bir sevab olarak kabul edildiği için, müslümanlar köle ve câriyelerini âzad ederlerdi. Âzad edilen câriye veyahut köleye, efendisi tarafından ıtıknâme yani özgür olduğuna dair bir belge verilirdi. İçlerinden bu ıtıknâmeleri muska gibi boyunlarına takanlar vardı.
Câriyeler iyi muamele görürlerdi. Sert efendilere tesadüf eder ve memnun olmazlarsa, diğer birine satılmasını teklif eder; arzusu yerine getirilmediği takdirde kaçarak kendini sattırırdı. Bununla birlikte kıskançlık yüzünden hırpalananlar da olurdu. Ayrıca câriyelere "halâyık" denirdi.
İslâm hukukunda câriyeler diğer kadınlardan farklı bir statüye tabidirler. Efendileri nafakalarını ödemek ve iffetlerini korumak mecburiyetindedirler. Onlara iyi davranılması da Kur'an'da emredilmektedir (Nisa, /36). Efendileri, yediklerinden onlara yedirir, giydiklerinden giydirirler. Âzad edilmeleri sözkonusu edilmemiş olan câriyeler alınıp satılabilirler. Ancak azad edilmeleri efendilerinin ölümüne bağlı olanlar, âzad edilmeleri karşılığında kendilerinden bir bedel taleb edilmiş olanlar, ya da efendilerinden çocuk getirmiş olup "Ummu Veled" statüsünü kazanmış olanlar alınıp satılamazlar.
İslâm gerek kölelerin, gerek câriyelerin hürriyetlerine kavuşturulmaları konusunda teşvikte bulunmuş, ayrıca bir çok suça keffaret olarak azâd edilmelerini öngörerek hürriyetlerine kavuşmaları için gerekli yolları çoğaltmıştır. Câriyelik ve kölelik, İslâm adına müslüman olmayan toplumlarla yapılan savaşların ortaya çıkardığı bir kurum olup, bugün için kendiliğinden ortadan kalkmış bulunmaktadır. Bunun için bu konuda teferruata girmek gereksizdir.

Kölelik ve cariyelik İslam’ın getirmediği, ama önce ıslah ettiği ve zamanla tamamen kalkmasını hedeflediği bir statü idi, dünya milletlerinin de aynı noktaya gelmeleri sonunda geri dönüşsüz olarak tarihe karıştı. Ama şunu unutmayalım ki, bugün dünyanın birçok yerinde açlar, açıklar, işsiziler, evsizler, güçsüzler var ve bunların bir kısmı, eski köleler ve cariyeler gibi kullanılıyorlar, yoksullukla özgürlük bir arada olamıyor, ihtiyaç insanları köleleştiriyor; bu sebeble insanlık köleliği kaldırmakla yapması gerekenin ancak küçük bir kısmını yapmış oldu. İslam’ın hedefi bütün dünyada insana yaraşır bir özgürlük ve adalettir. Yepyeni bir dünya düzeninde bu iki amaca ulaşmadıkça dünya insanlığı büyük bir sorumluluk, dahası vebal içindedirler, dine inanmayanların bundan (haksız yere akan kandan, göz yaşından, çekilen ıztıraplardan…) dolayı vicdanları sızlamalı, dine inananlar da bir gün Allah’ın bundan dolayı kendilerini sorguya çekeceğini unutmamalıdırlar.
Nikah akdi, ikisi de hür olan (bu sebeple vücutlarına da malik bulunan) bir erkekle bir kadının, karşılıklı olarak bir aile kurma ve cinsî yönden birbirinden yararlanma konulu -şartlarına uyarak yaptıkları- bir sözleşmeden ibarettir. Cariyeye sahip olmayı sağlayan akit ve tasarruf da (satın alma, miras, ganimet veya bağış yoluyla elde etme…) bir hukuki işlemdir ve bu hukuki işlem, sahibi ile cariye arasında karı-koca gibi yaşama hakkını da vermekte, nikah akdinden daha güçlü ve kapsamlı olarak onun yerine de geçmektedir. (Prof. Dr. Hayrettin Karaman)

Kölelik ve cariyelik kavramlarının, toplumumuzda ayrı kavramlar olarak algılandığını ve özellikle câriye kelimesinin çok yanlış manalarda kullanıldığını esefle müşahede ediyoruz. Bu sebeple kelime ve kavramlar üzerinde kısaca duracağız.
Burada önemle ifade edilmesi gereken husus şudur: Köle tabiri ile câriye tabiri arasında hukukî muhteva itibariyle hiçbir mana farklılığı yoktur. Her ikisi de rıkkıyet yani kölelik manasını ifade etmek üzere kullanılmıştır. Sadece köleliğe maruz erkekler için kul veya köle tabiri kullanılırken, köleliğe maruz kadınlar hakkında da câriye veya eme tabiri kullanılmaktadır.
Toplumda yerleşen mana ise, câriye denilince, sahibinin ve efendisinin istediği zaman cinsi duygularını tatmin için bir zevk aleti olarak kullandığı kadınlar şeklindedir ki, bu mana İslâm Hukuku açısından doğru değildir. Câriye denilen kadın köleler ile efendilerinin, İslâm Hukukunun aradığı şartlara uymak kuralıyla karı-koca munâsebetine girmeleri ve meşru’ dairede bunu bir evlilik muessesesi gibi yürütmeleri mümkündür. Ancak her câriye, efendisi ile karı-koca munâsebetine giriyor demek değildir. Kur'ân-ı Kerim'deki şu âyet de bahsettiğimiz ayırımı açıkça ifade etmektedir: "Aranızdaki bekârları, erkek kölelerinizden ve cariyelerinizden (Kur'ân, burada kadın köleler için imâ kelimesini kullanmıştır) durumu müsait olanları evlendiriniz. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfü ile onları zenginleştirir".

Şimdi sormak gerekmiyor mu? Eğer her câriye, efendisinin cinsî munasebetleri için kullandığı bir zevk âleti ise, bir efendi, Kur'ân'ın bu emri gereği başkasıyla (Bu, hür veya köle bir erkek olabilir) evlendirdiği cariyesi ile yine karı-koca munasebetini sürdürecek midir?
Hâşâ.. Böyle bir hükmü İslâmiyet tasdik edemez. Peki nasıl olacak?
Efendi, cariyesini evlendirecek. Cariyesi, başkasının karısı olacak. Ancak tıpkı bugün özellikle evlerde çalışan hizmetli kadınlar gibi, fakat kölelik statüsünde olarak efendisinin evine gelip hizmetlerini görmeye devam edecek. Efendisinin kölesi ve kocasının da karısı olacak. Demek ki, câriye demek, kölenin kadını demektir; efendisiyle istediği gibi karı-koca hayatı yaşayan ortalık kadını demek değildir.

Peki cariyelik kavramında, efendisi ite karı-koca hayatı yaşayan köle kadın manası yok mudur?
İslâm hukukunda, câriye ile karı-koca hayatı yaşama hakkına istifraş hakkı veya teserri denmektedir. Şer’î şartlar ve hükümler çerçevesinde, bu statüde olan cariyeler de vardır. Ancak bunlar, evli kadınlardan çok az hükümlerle ayrılmaktadır. Sadece efendisi ile yatıp kalkmakta ve bunun için de belli sınırlar bulunmaktadır.
(Prof.Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ - Sorularla Osmanlı, Kölelik ve cariyelik kavramları)


Kölelik ve cariyeliği ilk defa islâm Hukuku mu vaz' etmiş ve daha önce yokken yeni mi ortaya koymuştur?
Maalesef kölelik ve cariyelik muessesesi İslâmiyetten önce yokmuş da, İslâmiyet getirmiş gibi İslama hücum edilmektedir.
Halbuki İslâm'ın hükümleri iki kısımdır:

Birincisi; İslâmiyet'in, daha önceki hukuk sistemlerinde yok iken, ilk defa kaide olarak ortaya koyduğu yani İslâm'ın muessisi olduğu hükümlerdir. Zekât gibi, miras payları gibi. İslâm âlimlerinin açıklamasına göre, bu çeşit hükümler, yüzde yüz insanoğlunun yararınadır; insanlar tarafından anlaşılmasa da hikmetleri ve maslahatları vardır.

İkincisi; İslâmiyetin ilk defa ortaya çıkarmadığı ve belki daha evvel var olup da İslâmiyetin sonradan tadil yoluna gittiği yani İslâmiyetin muaddil olarak rol oynadığı hükümlerdir. Yani İslâmiyet bu hükümleri ilk defa ortaya çıkarmış değildir. Belki bu hükümler, daha önceden çeşitli toplumlarda ve hukuk sistemlerinde vardır ve vahşî bir şekilde uygulanmaktadır. İslâmiyet, bu tür hükümleri, birden bire kaldırmak insan yaratılışına aykırı olduğu için, tadil etmiştir. Vahşî bir suretten medenî bir kalıba sokmuştur.
Kölelik ikinci çeşit hükümlerdendir. İslâmiyet, daha evvelki toplumlarda yok iken köleliği getirmiş değildir. Belki daha önceki toplumlarda var olan köleliği tadil ederek kabul eylemiştir.
Gerçekten de İslâmiyet geldiği zaman Arab Yarım Adasında yaşayan insanların yarıya yakını köle idi. Her insanın evinde mevcut olan nüfusun yarıya yakını ve bazen fazlası kölelerden oluşuyordu. Eğer İslâmiyet, kölelik muessesesini birden kaldırsaydı, hem köle sahibi efendiler ve hem de kölelerin kendileri açısından çok büyük sıkıntılar meydana gelecekti. Efendilerin, asırlardır alıştıkları bu işten birden bire vazgeçmeleri fıtratlarını değiştirmek kadar zor olacaktı; belki de İslâmiyetin kaldırıcı emrine itiraz ettikleri gibi bazı zulümlere de yol açacaklardı. Köleler ise, çoğunlukla aile hayatından kopuk ve uzak bir hayat yaşadıklarından dolayı, sokağa atılmış sahipsiz yetim çocuklar gibi olacaklardı. Bu da sosyal ve ekonomik bir felâket demekti. Ahmed Cevdet Paşa'nın ifadesiyle "Müslümanlıkta köle almak, köle olmaktır".



İslâmiyet neden köleliği birden bire ortadan kaldırmadı?

Neden İslâm hukuku, bu tür muesseselerle köleliği tedricen kaldırmayı gaye edindiği halde, birden bire köleliği lağvetmedi? sorusuna Peygamber (s.a.v.), sosyo-ekonomik açıdan çok önem arz eden bir cevab vermektedir:
Bilindiği gibi âyette mukâtebe akdi "Eğer onlar hakkında hayırlı olduğunu biliyorsanız" şartına bağlanmıştır. Bu hayırlı olmayı, Peygamber (s.a.v.) şu ifadeleri ile açıklamaktadır:

"Yani bir san'at sahibi olup da kendi geçimlerini temin edecek durumda iseler ve hayatı tek başına yürütebilecek güç kendilerinde var ise akid yapınız. Aksi takdirde onları insanların üzerine yırtıcı köpekler gibi salıvermeyiniz".

Yani ister mukâtebe akdiyle veya isterse başka yollarla köleleri hürriyetlerine kavuşturarak âzâd etmek de her zaman hayırlı değildir. Düşünün ki, cemiyeti teşkil eden fertlerin yüzde ellisi köledir. Bir anda bunları hürriyetlerine kavuşturup sokaklara başıboş salıverdiğinizi tasavvur ediniz. Cemiyet hayatı felç olacaktır. Yıllarca belki asırlarca başkalarının yanında çalışmaya alışmış ve mustakil hayatı hiç denememiş insanları birden sokağa salıverirseniz, hem sosyal açıdan ve hem de ekonomik açıdan bu insanları felâkete sürüklemek manası taşıyacaktır. Köleliğin tedricî olarak kaldırılmasının en önemli hikmetlerinden birisi de budur. (Kurân, Nisa Suresi, Âyet, 3; Kurtubî, Muhammed bin Ahmed, El-Câmi' li U Ahkâm’il- Kur’an, Beyrut 1965, c. V, sh. 17-18; Kâsânî, Bedâyi'us-Sanâyi', c. IV, sh. 134; Kâmil Miras, Sahîh-i Buhâri Muhtasar-ı Tecrid-i Sarih Tercemesl ve Şerhi I-XIII, 3. Baskı, Ankara, 1973-1975, c. VII, sh. 465-467)


İslâmiyet kölelikle ilgili yeni olarak ne getirmiştir?
Diğer sistemlerden farklı olan yönleri nelerdir?


İslâmiyet, daha önceki hukuk sistemlerinde bulunan kölelik müessessini iki açıdan medenî bir kalıba sokmuştur:
Evvelâ; Köleliğin sebeblerini hafifleştirmiştir. Daha önce ve Özellikle Roma ve benzeri hukuk sistemlerinden dokuz ona çıkan kölelik sebeplerini ikiye indirmiştir. Ayrıca insanlığın fıtratına ters olan bu muesseseyi ortadan kaldırmak için çeşitli tedbirler almıştır. Köle âzâd etmenin manen teşvik edilmesi; kölelere imkân tanınarak bedelini ödemek şartıyla âzâd olabilme imkânının verilmesi (mukâtebe); kölelerin bu durumdan kurtarılması için onlara zekât verilmesinin tavsiye edilmesi ve zıhâr, yemin bozma ve benzeri bazı suçlardan dolayı dinî bir müeyyide olarak konulan keffâretlerin birinci alternatifi olarak köle âzâd etmeyi şart koşması bunlara misâl olarak verilebilir.
Evvela; Köleliğin medeni hale sokulmaya çalışılmasının ikinci yolu da mevcut kölelere meşru dairede iyi mu'âmele edilmesini ısrarla tavsiye etmesidir. Bugün bile bir kısım Müslümanlar, sırf Müslüman oldukları için medeniyim diyen insanlar tarafından öldürülürken ve onlara temel hak ve hürriyetleri dahi çok görülürken; İslâmiyet, köleri, bulundukları ailenin fertleri gibi kabul etmiş ve korumuştur. Hatta Osmanlı arşivlerinde bulunan mahkeme kararlarında Hıristiyan kölelerin yemin ederken dinî inançlarına uygun tarzda yemin etmesi ve mesela "İncil'i İsa (a.s.)'a indiren Allah'a yemin ederim ki ..." demesi, bu zikrettiklerimize en muşahhas delilidir.
O halde İslâm hukukundaki kölelik müessesesini, esirlik ve kölelikten hürriyete geçiş safhası olarak vasıflandırabiliriz. Bunun nasıl yürüdüğünü biraz sonra tafsilatıyla nlatacağız. İslâm Dini geldiğinde, kölelik, bütün dehşetiyle devam eden sosyal ve bir vakıaydı. İslâm Hukuku, yukarıda izah ettiğimiz şekilde tedbirler alarak, köleliği istisna bir müessese haline getirdi.
Toplumun yarıya yakınının köle olduğu bir durumda, kölelik müessesesini birden ilga etmek, hem köle sahipleri ve hem de daima bir efendi'nin yanına sığınmış olan köleler için, sosyal ve ekonomik açıdan mümkün değildi. Hedefi insanları küfürden kurtarmak olan bir Peygamber'in, senelerce toplum fertlerinin ülfet ettiği, ahlaken ve hayat itibariyle imtizaç ettikleri bu müesseseyi, birden bire ilga etmesi irşadın ruhuna da aykırıdır. İşte bu sebeble İslâmiyet kölelik müessesesini hemen ilga etmemiştir. Fakat olduğu gibi de bırakmamıştır. Tedricen ortadan kaldırmak için, önce köleliğin menbaını kurutmaya, izlerini azaltmaya ve o günlerde câri olan hükümlere aykırı olarak kölelere de normal insan gibi nazar etmeye insanları teşvik etmiştir. Burada Gustav Lebon'un şu tesbitlerini aktarmak yerinde olur kanaatindeyim:
"Rık yani kölelik kelimesi, 30 sene önce kaleme alınan Amerikan romanlarını okumaya alışan bir Avrupalının önünde telaffuz olunursa, derhal hatırına, ayaklarına ağır zincirler, ellerine demir kelepçeler takılan, sopalarla dövülerek hayvan sürüleri gibi bir yerden bir yere sevk edilen, bedbaht ve yeterli ekmeğe bile kavuşamayan, karanlık bir taşdan başka evi ve barınağı olmayan o Amerikan köleleri gelir.
Burada bu durumu isbât etmek üzere ayrıntılara girecek değiliz. Fakat gerçek şudur ki, İslâmiyetteki kölelik Hıristiyanların anladığı manadaki kölelik müessesesine tamamen aykırıdır".

Yani bu ikinci nokta ile söylemek istediğimiz şudur: İslâmiyetteki kölelik ve cariyelik müessesesi, Hıristiyan âleminde bilinen köleliğe benzememektedir ve İslâmı bilmeyen insanların anlattıkları gibi değildir. (Zerka, Mustafa Ahmed, EI-Fıkh'ul-İslâmî Fî Sevbih'il-Cedîd, Dımaşk 1967-1968, c. I, sh. 44; Gustav Lebon, Arap Medeniyeti adlı kitaptan naklen Ahmed Şefik Beğ, Er-Rıkku Fil-İslâm, İstanbul 1314, sh. 50-51)

İslâm Hukukunda cariyelerin hukukî statüleri nelerdir? Efendiler cariyeleri ile kan koca hayatı yaşayabilirler mi? Bunun kaynağı nedir?
Acaba, İslâm hukukunda cariyelerle efendileri sınırsız bir karı-koca munasebetine sahib midir? Cariyeler, bugünkü metresler gibi, her gücü yeten hür erkek ile yatıp kalkmakta mıdırlar? Cariyeler, cinsî zevkleri tatmin için kullanılan zevk âleti midirler? Maalesef cariyelik müessesesi denilince, bugün için kamu oyunda bu tür manalar akla geldiğinden, bu soruları sorarak konuya girme mecburiyetini hissettik. Aslında buraya kadar yaptığımız izahlar ve özellikle kölenin hukukî statüsü ile ilgili hükümler, bütün bu soruların cevabının "Hayır" olduğunu haykırıyor. Câriye, kadın köle demektir. Cariyelerin de diğer köleler gibi, İslâm Hukukunun köleler için tesbit ettiği hukukî statüye sahiptir.

İslâm Hukukundaki cariyelerin çoğunluğu, asrımızdaki işçi kadınlar veya evlere gelen hizmetçi kadınlar gibidirler. Değişen sadece isimleridir. Yani her câriye ile illa da karı koca munasebeti akla gelmemelidir. Başkalarının hanımı bulunan ve sadece efendisinin evindeki hizmetleri görmekle mükellef olan cariyelerin sayısı, belli şartlar çerçevesinde karı-koca hayatı yaşanılan cariyelere nisbetle en az 10 katıdır. Bugün hizmetli kadınlar ile işverenleri arasında hangi munâsebet varsa, İslâm Hukukunda da câriye efendi arasında o munâsebet vardır. Kendisi ile Efendi'nin karı-koca hayatı yaşayan cariyenin efendisiyle olan munâsebeti ise, çok az hükümler dışında hür kadın ile kocası arasındaki munâsebet gibidir.
Efendi'nin, cariyesi ile karı-koca hayatı yaşama hakkına istifrâş hakkı diyoruz. Efendi'nin köle veya câriye üzerinde sahip olduğu mulk-i menfaatten kaynaklanan onları çalıştırma hakkına ise istihdam hakkı diyoruz. Câriye demek, Efendi'nin birinci derecede istihdam hakkı bulunduğu kadın köle demektir. Efendilerin istifrâş hakkına yani istedikleri zaman cinsî munasebet hakkına sahip oldukları cariyelerin hususî statüle vardır.

Bu hususî statü incelendiğinde görülecektir ki, bugün gayr-ı meşru bir şekilde yürütülen ve adına metres, sevgili yahut aşk hayatı denilen gayr-i meşru ilişkilere göre aranan şartlar altında câriye hayatını devam ettirmek zikredilenlere kıyasla evlilik kadar mükemmeldir. Nitekim bu manayı Kur'ân da tesbit etmiş ve özellikle cariyeler üzerindeki eğer var ise, istifrâş hakkının şartları çerçevesinde ve fuhşa sevk etmeyecek şekilde kullanılmasını ısrarla tavsiye etmiştir:
"Şimdi cariyeleri efendilerinin izniyle nikahlayın ve herhangi bir mazeret ileri sürmeden maruf bir şekilde mehirlerini verin; ancak iffet sahibi cariyelerle zinadan ve onları gizli dost hayatı yaşamaktan yani metres edinmekten şiddetle kaçınmak şartıyla."
Fuhşa zorlanan cariyelerin Mâlikî ve Hanbelî hukukçulara göre hürriyetlerine kavuşacaklarını biliyoruz.

Diğer taraftan ise, Kur'ân, cariyeleri mümkün mertebe evlendirmeyi ve onları aile hayatına kavuşturmayı tavsiye ve teşvik eylemektedir: "cariyelerinizden evlenmeye uygun olanları evlendirin; eğer onlar fakir iseler de, Allah onları fazlu ihsanı ile zenginleştirir".
Bu kısa genellemeden sonra şimdi de cariyelerin ayrı ayrı statülerini görelim: Yukarıdaki hükümlerden anladık ki, köle olan kadınlar yani cariyelerin iki ayrı statüsü vardır: Birincisi; hizmetçi statüsündeki cariyeler. İkincisi; bazı farkları ile birlikte İstifrâş hakkı bulunan eş statüsündeki cariyeler


Hizmetçi statüsündeki cariyeler ne demektir?

Bunlarla karı-koca ilişkisi mümkün değil midir?

Bunlardan kasıt, efendilerinin kendileri üzerinde istifrâş hakkı bulunmayan yani cinsi munasebet hakkı olmayan, sadece istihdam hakkı bulunan cariyelerdir. Bu tür cariyelerle efendisi dahil kimsenin cinsi munâsebet kurma hakkı yoktur. Bu cariyeler, İslâm hukukunun hükümlerine göre, efendilerinin iznini alarak hür veya köle başka erkeklerle evlenmişlerdir veya evlenebileceklerdir. Daha evvel zikrettiğimiz gibi, başka erkeklerle evlenmek için kasden Efendi'nin cariyesine izin vermemesi halinde, mahkeme yoluyla cebredilebilir. Biraz önce zikrettiğimiz âyet de bu manaya işaret etmektedir.
Cariyesi başkası ile evli ve nikâhlı olan Efendi'nin câriye üzerindeki istihdam hakkı ortadan kalkmaz. Çünkü başkasının cariyesi ile evli olan hür veya köle bir erkeğin eşi"nin diğer eşlerden farkı da buradan kaynaklanmaktadır. Böyle bir câriye, kocasına karşı sorumlulukları olduğu kadar, bugünkü tabirle hizmetçisi ve o günkü tabirle cariyesi olması hasebiyle efendisi ile de bir iş munâsebeti vardır.
Cariyenin kocasının tebvi'e hakkı yoktur. Tebvie hakkından kasıt, başkasıyla evli olan cariyenin kocasının evinde onunla birlikte olması ve efendisinin evinde veya işinde Ona hizmet etmemesi demektir. Kocamla beraberim diyerek, efendisi olan insanın hizmetini ihmâl edemez. Ancak efendisi bu hakkı cariyesine verebilir.

Bu durumdaki cariyenin, efendisi ile munasebeti, sadece iş munâsebetidir. Efendisine yemesinde, içmesinde, temizliğinde veya başka işlerinde hizmet edecektir. Kocası ile karı-koca hayatı yaşayayım diye efendisinin hizmetlerini ihmal eylemeyecektir. Kocası ile tebvie hakkını elde etmişse, efendisi artık nafakasını temin etmekten vazgeçer. Yani asıl olarak kocası ile yaşayan ve efendisine arada sırada uğrayıp bazı hizmetlerini gören cariyenin nafaka hakkı, kocası üzerinedir. Tebvie hakkı olmayan ve asıl itibariyle efendisinin hizmetleriyle meşgul olan cariyenin nafaka hakkı ise, efendisine aittir.
Tesbit ettiğimiz kadarıyla, bugün Türkiye'nin meşhur zenginlerinin birinin İstanbul Boğazındaki yalısında yirmiye yakın kadın hizmetçi vardır. Her halde bu hizmetçilerle, bunları hizmetçi olarak çalıştıran zenginimizin cinsî munâsebete girdiğini düşünemezsiniz. Bu hizmetçilerin görevleri, sabahtan gelip ve hatta bazıları köşkte gece de kalıp yalının yemek, temizlik ve benzeri hizmetlerini yürütmektir. Bu hizmetleri karşılığında İşvereninden ücretini alacaktır. Hizmetçi statüsündeki cariyelerin de bunlardan isim ve bazı hükümler dışında ciddi bir farkı yoktur.


Osmanlı Sarayı'nın Harem kısmında bazı tarihçiler tarafından verilen 60, 70 ve hatta 100 câriye vardı şeklindeki ifadelerden de, hizmetçi statüsündeki cariyeleri anlamak icabettiğini arşiv belgelerinden öğreniyoruz. Böyle bir cariyenin, kocası olan hür veya köle erkek ile munâsebeti ise, tamamen karı-koca munâsebetidir. Ancak eş olarak munâsebetleri, efendisi ile olan iş munâsebeti sebebiyle sınırlandırılmıştır. Hatta bazı hukukçular, işini ihmal eder korkusuyla, kocasından çocuk sahibi olma konusunda efendisinin rızâsına baş vuracaktır demektedirler. Hizmetçi statüsündeki cariyelerin, başkalarının hanımı olan hür kadınlardan ayrıldığı bir nokta da, efendisinin evinde ve işinde onun hizmetlerini ifa ederken, hür kadınlara göre daha serbest davranmasıdır. (Damad, Mecma'ul-Enhur, c. I, sh. 364-365)


Hizmetçi statüsündeki cariyeler, kiminle karı-koca hayatı yaşârlar?

Bu sorunun cevabını da kısaca izah etmek gerektir:
Birinci İhtimâl, bunlar, ya kendileri gibi köle olan bir erkek ile efendilerinin iznini aarak evlenebilirler. Havâss-ı Kostantiniyye Kanunnâmesi'nde cariyelerin kullar yani erkek kölelerle evlenmeleri konusunda ayrıntılı hükümler bulunmaktadır. Burada beytu'l mal'a ait hâssa kullar ile hâssa cariyelerin yani devlete ait olan cariyelerin hangi şartlarda ve nasıl evlenecekleri konusunda uzun bilgiler bulunmaktadır. Kendileri gibi Köle erkeklerle evlenmeleri durumunda, doğacak çocukları da doğumla kölelik statüsüne sahib olurlar. Önemle ifade edelim ki, köleler, Hanefi hukukçulara göre en fazla iki cariye ile evlenebilirler. Yani onlarda birden fazla evliliğin sınırı, ikidir. Mâlikî Hukukçular, tıpkı hür erkekler gibi dört câriye veya hür kadınla evlenebileceklerini kayd etmektedirler.

Osmanlı Hukukunda zikr edilen şer'î hükümlerin aynen tatbik edildiğini gösteren Havâss-ı Kostantınıyye'nin 19-25. maddeleri açıkça isbât eylemektedir. Bu maddelere göre, hanımı vefat eden kullar veya hizmete yeni girmiş mucerred yani bekâr kullar, cariyelerle evlenirler. Eğer cariyeler, onlarla evlenmeyi reddeder ve hâricden hür erkeklerle evlenmeyi isterlerse, kullar da zaruret gereği gayr-i muslim hür kadınlar ile evlenebilirler. Ayrıca Müslüman kullarla cariyelerin birbiriyle evlenmeleri için cebredilmemesi şer'an tavsiye edilmektedir. Kulların hür kadınlarla evlenmesi durumunda çocuklarının hür olması durumu Kanunnâme'de özellikle belirtilmektedir ve hatta bir çok kölenin bu yolla neslini hür hale getirdiği de ifade edilmektedir. Dikkatimizi çeken noktalardan biri de gerdek resminin hür kadınların bakire olanları için 60 akçe ve dul olanları için 30 akçe olmasına rağmen, cariyelerden evleneceklerin bakire olanlarına 30 ve dul olanlarına 15 akçe gerdek resmi veya resm-i arûs denilen verginin takdir edilmiş olmasıdır.


İkinci ihtimâl, cariyelerin hür erkekler ile evlenmeleri halidir. Kur'ân-ı Kerim, hür erkeklerin cariyelerle nikâh yaparak evlenmelerini, Müslüman hür kadınlarla ile evlenebilme gücü ve imkânı bulunmama şartına bağlamaktadır. Bu şart gerçekleşmesi halinde de, ayrıca cariyelerin Müslüman veya Ehl-i kitab olmaları şartı aranmaktadır. Hanefi hukukçular, hür bir erkeğin câriye ile evlenebilmesi için, hür bir kadınla evlenmeye imkânının bulunmamasını, aksi takdirde evlenmenin gayr-ı sahih ve bazılarına göre de mekruh görüldüğünü beyân etmektedirler.


Câriye ancak mûmin yahud ehl-i kitabdan olması gerekir.
Bugün size temiz ve iyi şeyler helâl kılındı. Ehl-i kitabın kestikleri ve diğer yiyecekleri size helâldir. Sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir. Namuslu, zinaya girmemiş ve gizli dostlar edinmemiş insanlar halinde yaşamanız şartıyla, mûminlerden hür ve iffetli kadınlarla, sizden önceki Ehl-i kitabdan hür ve iffetli kadınlar da, mehirlerini verib nikâhladığınızda size helâldir.” (Maide, 5)


İbn Kudâme şöyle demiştir: “Mecusi ve benzerleri milletlerden olan hür kadınlarla evlenmek haram olduğu gibi onların cariyeleriyle de yatmak haramdır.” (el-Muğni, 7/134)

İmam Nevevi de şöyle demiştir: “Hangi sınıftan hür kadınlarla beraber olmak câiz değilse, o sınıfın cariyeleleriyle de mulkul-yemin yoluyla beraber olmak câiz değildir. Örneğin, ehl-i kitab olmayan hur veya câriye kadınlarla beraber olmak, yahud da kadını bacısıyla veya halasıyla aynı anda nikah altına almak caiz değildir. (el-Mecmu, 16/232)


Bir kısım hukukçular, bu durumun hür erkeğin birinci hanımı'nın hür bir kadın olması halinde söz konusu olduğunu, halbuki hür bîr kadınla evlenme imkânı varken, önceden hür bir kadınla evli olmamak şartıyla, câriye ile evlenmesinin sahih ve caiz olduğunu ifade etmektedirler. Fetvaya esas olan da bu olduğundan dolayı, Osmanlı Padişahları, hür bir kadınla evlenme imkânları bulunmasına rağmen, cariyelerle evlenmeyi âdet haline getirmişlerdir. Osmanlı Devletinin resmî Kanun-i Umûmîsi sayılan Multekâ'dakî ifade aynen şöyledir:

"Hür bir erkeğin, daha evvel evlendiği hür bir kadın yoksa, ehl-i kitab veya Müslüman olan bir câriye ile evlenmesi, hür bir kadınla evlenme imkânı bulunsa dahi, sahih ve caizdir. Hür bir kadınla evli olan hür erkeğin bir câriye ile evlenmesi ise sahih değildir. Zira Peygamber (s.a.v.), "Hür bir kadın üzerine câriye ile evlenmek sahih olmaz" buyurmuşlardır. Bu hususda İmâm Mâlik, hür kadının rıdasıyla böyle bir evliliğin caiz olacağını ifade ederken. İmâm Şâfii de kocanın köle olması halinde böyle bir evliliğin caiz olduğunu söylemektedir".

II. Bâyezid döneminde tedvîn edilen Havâss-ı Kostantinıyye Kanunnâmesinde konuyla ilgili tatbikattan örnekler yer almaktadır. Yukarıda da belirttiğimiz üzere, böyle bir evlilikte, nikâh akdinde aksine şart yoksa ve cariyelerin evlendikleri erkekler kendi efendileri değilse, doğan çocuklar, anneye tabi olarak, köle statüsünde doğarlar. Efendi kendi câriyesiyle evlenmesi durumunda ise, doğan çocukların hür olacaklarını ve Umm-i veled müessesesinin devreye gireceğini biliyoruz. Bu sebeble, cariyeler, kendi efendileri ile evlenmeyi isterler veya ondan çocuk sahibi olmayı arzu ederler. Ayrıca erke kölelerin, genellikle hür kadınlar ile evlenmeyi istemeleri de neseblerinin hür olara devam etmesi arzularındandır.

(Kur'an, Nisa, 25; Damad, Mecma'ul-Enhur, I, sh. 328 vd.; 364 vd.; Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri, c. II, sh. 311 vd. Prof. Dr. Ahmed AKGÜNDÜZ – Doç. Dr. Said ÖZTÜRK -Bilinmeyen Osmanlı-, sf: 312-318)


Onlar - Mûminler, mahrem yerlerini günahlardan korurlar. Yalnız eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri ile ilişki kurarlar.” (Mu'minûn, 5-6)

Eğer (birden çok evlilikte kadınlar arasında) adaleti gerçekleştirmekten endişe ederseniz, bir kadınla veya eliniz altında olan cariyelerle yetinin.” (Nisa, 4/3)

Cariyeye sahib olmayı sağlayan milku’l-yemin - akdu’l-milk (milk akid ve tasarruf: satın alma, miras, ganimet veya bağış yoluyla elde etme…) bir hukuki işlemdir ve bu hukuki işlem, sahibi ile cariye arasında karı-koca gibi yaşama hakkını da vermekte, nikah akdinden daha güçlü ve kapsamlı olarak onun yerine de geçmektedir. (Prof. Dr. Hayrettin Karaman)

Sahibinin, Câriyesi ile Cinsel İlişki İçin Neden Nikah Akdi Gerekmez?

Çünkü; milk akdi, nikah akdinden daha güçlüdür. Nikah akdi, bir menfaat akdidir. Milk akdi ise, önce ilgili şahsın kendisine sahib olmak vardır. Menfaat akdi ise buna bağlı olarak gerçekleşmiş olur.
(Mahmud Hamdi Zakzuk, et-Teserri adlı makalesi)


Sahibi - Efendinin, câriyesi ile karı koca olmaları da şart değildir. Efendi, onu sadece bir hizmetçi olarak istihdam edebilmektedir. Ayrıca, câriyenin kocası esirler arasında ise, eşlerin nikâhları devam edeceğinden, efendinin bu cariye ile munasebette bulunması caiz değildir. Hattâ erkek başka birisinin, kadın da bir başkasının yanında köle ise, yine efendi, yanında bulunan bu kadın köleden cinsî yönden faydalanamaz. (Istılâhat-ı Fıkhiyye Kamusu, III/402)

"Sizden cariyesi olan biriniz onu en güzel bir şekilde terbiye eder, yetiştirir de sonra azad edip onunla evlenirse, onun için iki sevab vardır." (Buhari ,Itk 15)

İslâmın köle ve cariyeleri ne kadar himaye ettiği, onların haklarını koruduğu açıkça görülmektedir. Cariye "kadınlığından" istifade edilen cinsel bir obje olarak görülmemelidir. O aynı zamanda evin bir ferdi, ailenin bir parçasıdır. Ailenin, hanımından sonra evin en sorumlu kadınıdır.


Câriye'nin, Cima İçin Efendisini Kâbul veya Reddetme Hakkı

Câriye edinirken “Teserri”
kavramı gündeme gelir. Bunun anlamı; câriye olarak elde edilen bir köle kadını eş olarak almaya, onunla birlikte olmaya karar vermek demektir.

İslam hukukuna göre, teserri olgusu, sadece cariyeye sahib olmakla gerçekleşmez. Nikah akdi dışında, normal kadınlarla evlilikte gereken bütün şartların hazırlanması gerekir. Hanefî Mezhebi'ne göre teserrinin gerçekleşmesi için iki şart vardır:
1- Normal hür kadınlardan olan eşlerine ayırdığı gibi, tesri (birlikte olmak) istediği cariyesi için de hususî bir mesken ayırması.

2- Diğer eşleri için birlikte olmak için ayırdığı zamanı, Câriyesine de ayırması.
Ebu Yusuf’a göre ondan bir çocuk edinme arzusu da şarttır. (el-Bedai’, 8/344-45-şamile)


Bu iki şart, Şafii mezhebinde geçerlidir.(Muğni’l-Muhtac, 20/316; Nihayetu’l-muhtac, 29/343-şamile)

Bu şartları yerine getirirse Efendinin cima için câriyesinden izin alması gerekmez. Nitekim hür eşi de olsa kocası kendisini cimaya çağırdığında, karısının bunu özürsüz olarak reddetmesi, câiz değildir. Hattâ âdetli olması da bir özür değildir. Çünkü kocası onun, âdetli iken haram olan bölgesi dışında bir yerinden yararlanabilir. (Fetâvây-i Hindiyye -yazma- 611/45; Muslim, hayz 16; Nesâî, Taharet 180; İbn Mâce, taharat 124)
Savaş sırasında düşman tarafından esir edilen kız ve kadınlar "cariye" olarak alınır. Hukuk itibariyle ganimet sayıldıklarından, İslâm devleti tarafından hizmetçiye ihtiyacı olan gazilere verilirdi. Azad edilmedikleri müddetçe de, ticarî bir eşya gibi alınıb satılırdı. Artık o andan itibaren "câriye" ailenin bir parçası ve bir ferdi olarak kabul edilir, ona göre muamele görürdü. Cariyenin sahibi olan "efendi" onu şahsî hizmetlerinde ve ev işlerinde istihdam edebildiği gibi, isterse, ayrıca bir nikâh kıymaya ihtiyaç duymadan istifade edebilir.





Köle - Cariyenin Hak ve Görevleri

Hür kimseye kıyasla hukuken farklı bir statüde bulunmasına rağmen netice İtibariyle köle de bir insandır. Çeşitli âyet ve hadislerde kölelere insanca muamele edilmesi ısrarla tavsiye edilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'-de insanların İyilik yapmaları gereken kimseler sayılırken anne baba ve yakın akraba ile birlikte köleler de zikredilmiştir. (Nisa 36) Hadis mecmualarında da bu konuda birçok emir ve tavsiye yer almaktadır:
"Onlara 'kölem' demeyiniz; 'oğlum', 'kızım' diye hitab ediniz";
"Âdem'in nesli olarak köleler de sizin kardeşlerinizdir. Onların sizin hizmetinizde bulunmuş olmasını mümkün kılan Allah'tır. Unutmayınız ki Allah sizi onların hizmetine tâbi kılmış olabilirdi; o halde onlara iyi davranın. Şunu da düşünün ki Allah'ın sizin üzerinizde sahib olduğu hak ve kudret sizin köleler üzerinde sahib olduğunuzdan daha fazladır. (köleyle ilgili hadisler için bk. Miftâhu kunuzi's-sunne, '"abîd", "eıtk" md.leri)

İslâm toplumunda kölelerin hak ve görevleri bu genel anlayış çerçevesi içinde tesbit edilmiştir. Kölenin nafakası efendisine aittir. Hadisler, bu konuda efendinin kölesini ailenin diğer fertlerinden ayırmamasını öğütlemektedir. Efendinin üzerine düşeni yapmaması ve alınan tedbirlerin de yetersiz kalması halinde kölenin ondan alınarak başkasına satılabileceği hukukçuların önemli bir kısmı tarafından kabul edilmiştir. Buna karşılık efendi de kölesini uygun işlerde çalıştırabilir. Ayrıca efendinin köle üzerinde mâkul bir terbiye yetkisi de vardır. Ancak Peygamber'in, kölelerin işleyeceği kusurların günde 70 defa da olsa- affedilmesini tavsiye eden hadisine rağmen onları cezalandırmak gerekiyorsa aşırılığa gidilmesine izin verilmez. İslâm devletinde muhtesibin görevlerinden biri de kölelere yapılan muameleyi, sahib oldukları nafaka vb. hakların verilip verilmediğini kontrol etmektir. Mâliki hukukçuları bu konuda daha da ileri giderek kölesine karşı onu sakatlayacak veya bedenine zarar verecek ölçüde kötü muamelede bulunan efendiye ceza olarak kölenin âzad edilmesi esasını getirmektedir. Köle başkalarının haksız fiil ve tecavüzlerine karşı da korunmuştur. Köleye karşı yapılan haksız fiil ve tecavüzler mutlaka cezalandırılır. Hür kimseye göre farklı cezalar verildiği durumlarda bile bu cezalar tecavüzü önleyecek sertlikte ve ağırlıktadır. Hanefî hukukçularının köleye karşılık hürlerin de kısas yoluyla öldürülmesini kabul etmeleri, kölenin insan olma özelliğinin hukukî statüsünün hürlere nisbetle daha aşağı bir konumda olmasına ağır bastığını göstermektedir.
Kölenin hür insanlar gibi evlenib yuva sahibi olması, bu yoldan çeşitli insanî ihtiyaçlarını gidermesi hakkıdır; bu haktan mahrum edilmesi İslâm'da hoş karşılanmamıştır. Câriyesiyle, evlilikte olduğu gibi sürekli bir cinsel ilişki bağı kurmayacak olan efendinin onu köle veya hür bir kimseyle evlendirmesi gerekir. Kur'an'da:
"İçinizden bekârları, köleleriniz ve cariyelerinizden sâlih olanları evlendiriniz. Eğer onlar yoksul iseler Allah onları lutfu ile yoksulluktan kurtaracaktır. Allah alîmdir. genişlik verendir" (Nur 32) buyurulmuş, hür kimselerin köle ve cariyelerle evlenmeleri de teşvik edilmiştir:
"İman etmemiş muşrik kadınlarla evlenmeyiniz. Muhakkak ki mûmin bir köle kadın, sizin hoşlandığınız da olsa muşrik bir hür kadından daha hayırlıdır. Kızlarınızı muşrik erkeklerle evlendirmeyiniz. Şubhe yok ki mûmin bir erkek köle, hoşunuza da gitse muşrik ve hür bir erkekten daha hayırlıdır. (el-Bakara 221; en-Nisâ 25)
Kölelerin kölelerle ve özellikle hürlerle evlenebilmeleri ve bu birlikteliğe normal bir evliliğin bütün sonuçlarının bağlanmış olması kölelik hukukunda önemli bir aşamadır. Amerikan toplumunda kölelik bütünüyle ortadan kaldırılıncaya kadar kölelerin evliliklerine herhangi bir hukukî sonuç bağlanmaması ve belirli dönemlerde kölelerle hürlerin evlenmesinin yasaklanması (lacobs, s. 37, 266; Kolchin. s. 122) bu aşamanın önemini daha belirgin biçimde ortaya koymaktadır.
Kölelerin evlenmesinin tabii bazı sonuçlan vardır. Köle bir kadından doğan çocuk eğer efendisinin çocuğu değilse köledir ve kadının efendisine aittir. Bu çocuk köleleri 7 yaşından önce annelerinden ayırmak yasaklanmıştır:
"Kim bir anneyi çocuğundan ayırırsa Allah da Onu kıyamet günü sevdiklerinden ayırır

(Musned, V, 413; cariyenin çocuğundan ayrılmasını yasaklayan diğer bir hadis için bk- Ebû Dâvûd, "Cihâd", 123)

Akraba kölelerin de birbirinden uzaklaştırılmaması Rasûlullah tarafından ayrıca tavsiye edilmiştir. Zaman zaman bu gibi vak'alarda devletin devreye girdiği ve köle ailelerin parçalanmasına engel olmak için bunları bizzat satın alıp âzad ettiğine de rastlanmaktadır. (Osmanlılar'da bu tür satın alma ve âzad edilmeye dair dikkate değer iki örnek : Toledano. sf: 160-161; Erdem, sf: 53)
Köleliğin yaygın olarak uygulandığı diğer toplumlarda özellikle küçük çocukların annelerinden ayrılarak satılması ve efendilerin sırf bu maksatla kölelerinin çocuk doğurmasını teşvik etmesi ortaya çok ciddi problemler çıkarmıştır. (örnek olarak bk. lacobs, sf: 16, 36, 76)
Efendinin cariyesini istifrâş etmesi onun hakkı, kölenin de vazifesi olarak kabul edilmiştir. Bunu yasaklayan bir anlayışın köleliğin kabul edilib uygulandığı bir sistemde çözüm üretmediği ve fiilen geçerliliğe sahib olmadığı dikkate alınmalıdır. Evli veya özellikle bekâr bir kimse tarafından satın alınan ve onunla aynı evde yaşamasına izin verilen cariyenin efendisinin cinsî isteklerine karşı direnebileceğini ve bu hususta konulacak bir yasağın hukuk sistemi tarafından etkili bir tarzda kontrol edilebileceğini düşünmek fazla gerçekçi değildir. Köleliğin yaygın biçimde uygulandığı bütün toplumlarda bu tür bir ilişki biçimi sürekli var olmuştur. Diğer toplumlarda ise bu ilişkiden doğan çocuklarla babalan arasında bir neseb bağı kurulmamış ve çocuklar köle olmaya devam etmiştir. Bazen da Amerikan örneğinde görüldüğü üzere cariyelerin çocuklarının babalarını belirlemeye yönelik beyanları suç sayılmıştır. (örnek olarak bk. lacobs, sf: 13, 189)

İslâmiyet bu vakıayı kabul ederek efendinin belirli şartlarda cariyesinden bu yolla faydalanmasına izin vermiş, fakat bundan yine köle lehine bazı sonuçlar çıkararak istifrâşı köleliği azaltma yollarından biri haline getirmiştir. Efendi ancak bekâr ve Ehl-i kitab olan cariyesini belli esaslar dahilinde istifrâş edebilir. Efendinin câriyesiyle cinsî ilişkide bulunabilmesi için hamile olmadığının anlaşılması (istibrâ), hamile ise çocuğunu doğurması şarttır. Efendinin cariyesinin evlenmesine izin vermesi Onu istifrâş hakkından vazgeçmesi anlamına gelmektedir. Aynı nikâh altında birleştirilmesi mümkün olmayan iki cariyeyi -iki kız kardeş gibi- aynı zamanda istifrâş etmek câiz değildir. Efendisinden çocuk doğuran câriye (ummu veled) hürriyetini garanti etmiş olur ve câriye olarak kaldığı sürece diğer kölelerden hukuken ve fiilen farklı bir statüde bulunur. Bu câriye artık satılamaz, hibe vb. hukukî muamelelere konu olamaz. Efendisinin ölümünden sonra da başka bir işleme gerek kalmadan hürriyetini kazanır.

Cariyenin Tesetturu
Cariyeliğin kaynağı, savaş esiri kadınlardır. Savaş sonrasında tıpkı erkek esirler hakkında olduğu gibi kadın esirler de ya karşılıksız olarak, ya fidye karşılığı serbest bırakılırlar veya köle olarak gazilere dağıtılırlar. Hiç şubhesiz bu alternatiflerden biri tercih edilirken, karşı tarafın elindeki müslüman esirlerin durumu ve İslâm'ın maslahatı gözetilerek tercih yapılır.

Cariyelerin işgal ettikleri mevki ve tesir, köle ve âzadlıların mevki ve tesirlerinden aşağı değildir. Bu esirler kim olursa olsun cihada katılan müslüman askerler arasında paylaştırılacak ganimetlerdendir. Cariyelik, kölelik gibi, insanın yeryüzündeki mevcudiyeti kadar eskidir. Tarih boyunca kendisinde bir kuvvet ve kudret gören, bir başkasını hizmetinde kullanmış ve ona tahakküm etmiştir. Bunda kadınla erkeğin farkı yoktur. Köleler gibi câriyelerin de alınıp satılması tabii olarak insanlığın geçirdiği sayısız merhaleden sonra başlamış olması gerekir.

Köleler gibi cariyeler de sahibleri tarafından âzad edilirlerdi. Esir âzad etmek, İslâm nazarında önemli bir sevab olarak kabul edildiği için, müslümanlar köle ve cariyelerini âzad ederlerdi. Azad edilen cariye veyahut köleye, efendisi tarafından ıtıknâme yani özgür olduğuna dair bir belge verilirdi. İçlerinden bu ıtıknâmeleri muska gibi boyunlarına takanlar vardı.

İslam hukukunda cariyeler diğer kadınlardan farklı bir statüye tabidirler. Efendileri nafakalarını ödemek ve iffetlerini korumak mecburiyetindedirler. Onlara iyi davranılması da Kur'an'da emredilmektedir (Nisa 36).
Efendileri, yediklerinden onlara yedirir, giydiklerinden giydirirler. Âzad edilmeleri söz konusu edilmemiş olan cariyeler alınıb satılabilirler. Ancak âzad edilmeleri efendilerinin ölümüne bağlı olanlar, âzad edilmeleri karşılığında kendilerinden bir bedel taleb edilmiş olanlar ya da efendilerinden çocuk getirmiş olup "Ummu Veled" statüsünü kazanmış olanlar alınıb satılamazlar.

Peygamber'in cariyesi Mariye, İbrahim'i dunyaya getirmesi üzerine Ummu veled statüsüne geçirilmiş ve bu olay müslümanlara örnek teşkil etmiştir. İslam ülkelerinde ummu veled haline gelerek hürriyetine kavuşan birçok cariyenin bulunması, bu usulün kölelerin azaltılması bakımından geçerli bir yol olduğunu göstermektedir. Böyle bir cariyeden doğan çocuk hür sayılır, onunla baba arasında normal bir neseb bağı kurulur ve her bakımdan normal evlilikten doğan çocukların statüsüne sahib olur.

Şehvet hududuna varan bir cariye diz kapakları ile göbek arasını setreten bir entari ile olduğu halde satışa arzedilemez. Çünkü onun sırtı ve karnı avrattir.
Kâfire dahi olsa ecnebi bir kadının ancak yüzüne ve iki eline bakılabilir. Muctebâ, Bu da zaruretten dolayı caizdir. Bazıları ekmek pişirmek için ücretle tutulacaksa ayak ve ziralarına da bakabilir.
(Tatarhâniye)

Hür kadının kölesi ecnebi bir erkek gibidir. Ancak yüzüne ve ellerine bakılabilir. Evet, izni alınmaksızın onun 'evine girip çıkabilir, bu hususta icmâ vardır. Fakat kölesi ile icmaen sefere çıkamaz. İmam Şafiî ve İmam Mâlik katında «mahremi gibi ona bakabilir.» hükmü sabittir.
Eğer kişi şehvetten korkar veya şehvetin varlığından şubhe ederse ecnebi kadının yüzüne bakmak da yasaktır. Binaenaleyh bakmanın helâl olması şehvetin yokluğuyla kayıtlıdır. Aksi takdirde şehvet varsa bakmak haramdır. Bu hüküm selef zamanında idi. Bizim zamanımıza gelince, genç kadının yüz ve ellerine bakılması mutlaka yasaktır. (Kuhistânî ve başkası)

Kadı ve şahid gibi ihtiyaçtan dolayı kadını ellemek değil de ona bakılması caiz olur. Veya kadının aleyhinde şahidlik yapılmak için ona bakılabilir. En sıhhatli görüşe göre şahadeti tahammul için yapamaz.
Kadını nikahlamak veya satın almak isteyen ona bakabilir. Birinci niyette oldu mu şehveti defetmek maksadıyla değil sünnet niyetiyle şehvet dahi olsa bakar.
Kadını tedavi etmek için doktor hastalık yerine zaruret miktarı bakabilir. Zira zaruretler miktarınca takdir edilir.
Ebenin bakışı, sünnetçinin bakışı da böyledir. Bir kadına başka kadınlara tedavi etmeyi öğretmek uygundur. Çünkü cinsin cinse bakması daha hafiftir.

İZAH
«Şehvet hududuna varmış bir cariye ilh...» Yani cimaa elverişli hale gelmiş ise. Yedi veya dokuz gibi senelere itibar yoktur. Nitekim bu durumu Ez-Zeylâi ve başka âlimler «İmamet» konusunda tashih etmişlerdir. Musannif'in Durer'e tabi olarak üzerinde yürüdüğü konuya gelince, o, İmam Muhammed'den rivayet edilmiştir. Bu, El-Kenz, El-Mültekâ ve Muhtasaru'l-Kudurî ve başkalarında üzerinde yürümenin hilafidir.

El-Hidâye' de sahibi dedi ki: Cariye hayza girdikten sonra bir tek elbise içinde onu satışa arzetmek memnudur.» Bu ibarenin manâsı kadın baliğa olduktan sonra demektir. İmam Muhammed'e göre kadın iştah kesici bir hale geldiği ve onun benzeri cimaa elverişli oldu mu, o kadın baliğa bir kadın gibidir. Bir tek izar içinde satışa arzedilmez. Çünkü iştah mevcuddur.
«Kadının iki avucuna bakar ilh...» ibaresine gelince... Namazın şartları bahsinde geçti ki elin sırtı mezhebe binaen avrattir. Fakat burada bu fetvaya dokunanı görmedim.
«Ayağına da bakabilir denildi ilh...» ibaresine gelince; bu da namazın şartları bahsinde geçti ki, en muteber görüşe göre iki ayak avrat değildir. Fakat burada rivayet ve tashih ihtilâfı vardır.
El-İhtiyâr adlı kitabta, «Ayak namaz dışında avret, namazda değildir.» şeklinde tashih edilmiştir.
El-Munye Şerhinde «Mutlak manâda ayağın avret olması» yönü tercih edilmiştir ve bu tercih El-Bahr'da olduğu gibi bir çok hadisle takviye edilmiştir.
«Kadın, nefsini, ekmek pişirmek için ücretle verirse ilh...» ibaresine gelince, yani ekmek pişirmenin benzeri olan yemek pişirme, elbiseleri yıkama aynı durumu gerektirir.
El-İtkânî dedi ki: «Ebû Yûsuf'tan gelen rivayete göre hizmet yapan kadının kollarına bakmak onun ihtiyaçtan dolayı zaman zaman görünen dirseklerine bakmak mubahtır. Tabii bu da nefsini yemek pişirmeğe, ekmek imaline ücret mukabili vermişse böyledir.»
Bu ibareden insanın zihnine gelen şudur: Nazarın caiz olması bu eşyaları ücretle yaptığı vakte mahsus değildir. Fakat birinci ibare bunun tam tersini ifade eder. Zeylâî'nin ibaresi maksadı daha iyi sergiler. O ibare şudur: «Ebû Yûsuf'dan gelen rivayete göre kadının zira'larına yani kollarına bakmak mubahtır.» Çünkü bu kollar şu işleri yaptığı zaman adet bakımından ortaya çıkarlar.
«Onun kölesi ona nisbeten ecnebi bir erkek gibidir ilh...» ibaresinin nedeni şudur: Çünkü ecnebiden olduğu gibi onun fitnesinden de korkulur. Hatta bunun fitnesi ecnebininkinden daha fazladır. Çünkü bu daha fazla kadınla içli-dışlıdır. Haramlığı belirten nasslar mutlaktır. Çenâb-ı Hâkk'ın «Veya sağ ellerinin mulk edindiği» ibaresine gelince erkek köleler değil de burada cariyeler kastedilmiştir. Bu tevili Hasen ve İbn Çubeyr söyledi. İhtiyar. Bunun tamamı uzun uzun kitablarda vardır.

«Hulâsa ilh...» İki mesele de Hulâsa'da yer almıştır. Hulâsa'da olduğu gibi bu iki mesele El-Hâniye'de de zikredilmiştir.
«Eğer şehvetten korkarsa ilh...» sözüne gelince, biz şehvetin hududunu faslın başında belirttik.
«Şehvetin olmayışına bağlıdır ilh...» sözüne gelince; Tatarhâniye'de dendi ki: «El-Kerhî'nin Şerhi'nde ecnebi bir hür kadının yüzüne bakmak haram değildir. Fakat ihtiyaç olmaksızın bakmak mekruhtur» hükmü yer almaktadır. Bunun zahiri şehvetsiz de olursa kerahettir. «Aksi takdirde haramdır ilh...» Yani şehvetle olursa haramdır.
«Bizim zamanımıza gelince genç kadın bundan menedilir ilh...» sözüne gelince, genç kadının avret olduğu için değildir bu. Belki burada fitne korkusu vardır, bu hüküm bundan dolayıdır. Namazın Şartları bahsinde geçmiştir.
«En sıhhatlisinde hüküm böyledir ilh...» sözüne gelince; çünkü iştah uyandırmayan kadın olabilir.
Binaenaleyh burada bir zaruret yoktur ama eda hali bunun tam tersinedir. (Hidâye)

Bundan anlaşılıyor ki; hilaf şehvet korkusu bahis konusu olduğu zamandır, mutlak değildir.
«Şehvetle dahi baksa ilh...» sözü ise bütün hükümlere racidir. Bunu tavzih için açıkça söyledi. Aksi takdirde musannifin şehvetle olan nazar hakkındaki sözü istihsai iktiza eder.
«Sünnet niyetiyle olursa» sözüne gelince, bu sözü de hepsine kayıt yapmak daha evlâdır. Tabii mecazî bir şekilde böyle olur. Ta ki birinci ve ikincide kaydın ihmal edilmesi lazım gelmez. Zeylaî ve başkasının söyledikleri için: Şahidin ve kadının boynuna vacib olan sehadet ile hükmü
kastetmeleridir. Çirkinden kaçınmak için şehvetlerini yerine getirmek kastedilmemelidir.
Eğer bir kişi bir kadınla evlenmek istiyorsa o kadına bakmasında beis yoktur. Ona karşı iştah korkusu olsa dahi bakmak caizdir. Çünkü Rasul-u Ekrem, Mugîre bin Şube'ye bir kadına talib olduğu zaman «ona bak» emrini vermiştir. «Ona bak, çünkü bakış, ikinizin arasını ıslah etmeye
daha uygundur.» buyurur. Hadisi Tirmizî ve başka muhaddisler rivayet etmişlerdir. Bir de maksad şehveti yerine getirmek değil sünneti ikâme etmektir. Hadisteki «yu'd'mu» fiili ed veya el-îdâm kökünden geliyor ki onun manâsı ıslâh aralarını bulmak demektir. İtkanî.

BİR UYARI: Satın almak için şehvette ellemenin caizliği hususunda hilaf bulunduğu daha önce geçmiştir.
Sarihin «Ellemek böyle değildir.» sözünün zahiri nikâh için de olsa ellenemez. Zeylaî bunu açıkça söyleyerek şöyle dedi: «Kişi için kadının yüz ve ellerine dokunmak caiz değildir, şehvetten emin olsa dahi. Çünkü haramlık mevcut, zaruret ve buluğ bahis konusu değildir.»
Bunun benzeri Gayetu'l-Beyân adlı eserde yer almaktadır. Oysa bu-nu El-Aktâ' Şerhi'nden naklederek «Ellemek bakmaktan daha galizdir» illetiyle illetlendirmiştir. Binaenaleyh ihtiyaç olmaksızın ellemek menedilmiştir. Zuraru'l-Bihâr adlı kitab ile şerhinde şu ibare yer almaktadır:
«Kadı, şahid, kadını isteyen kişiler için kadının bedenini ellemek helâl değildir.» El-Multekâ ibaresi onun helâl olduğunu insana iham ettirir. Onun için sarih «şehvetle beraber nikâh için ellemeye gelince, bunu caiz gören kimseyi görmedim, belki onu hakim gibi kılmışlar, o elleyemez. Velev ki emin olsa dahi. Bu ezberlensin ve musannif'in kelâmı yazılsın.»

Burada şu hüküm kaldı:
Eğer istenilen kadının tüysüz bir oğlu varsa, isteyene «çocuk ve annesi güzellikte eşittir» haberi geldiyse, sadece «kadına bakar» tahsisinin zahirinden anlaşılır ki isteyici için o çocuğa bakmak helâl değildir, eğer şehvetten korkarsa. İstenilen kadının kızı da oğlu gibidir.
İstihsânın «ihtiyaç için olduğu takdirde» kayıtlanmasının nedeni şunu ifade ediyor: Eğer kadına bir defa bakmakla iktifa edilirse ikinci, üçüncü, dördüncü defalar bakmak haram olur. Çünkü kadına bakmak zaruret dolayısıyla mubah kılınmıştır. Bir defayla iktifa edildi mi, bir defa ancak helâl olur.
Gureru'l-Efkâr'daki ibarenin zahiri, kadının iki eline bakmanın da caiz olmasıdır. Onların kelâmından belirleniyor ki, eğer isteyici erkek için kadına bakma imkânı yoksa kadın gibi bir elçiyi göndermesi caizdir ki o elçi gelsin, onun güzelliklerini kendisine anlatsın. Velev ki yüz ile ellerden başka azaların güzellikleri olsa dahi. Acaba şehvet korkusuyla beraber istenilen kadında isteyici erkeğe bakabilir mi? Ben bu mesele hakkında bir beis görmedim. Fakat zahir şudur ki bakabilir. Çünkü ikisi de bahsi geçen hadisteki illette muşterektir. Hatta bu hususta kadın daha evlâdır. Çünkü erkek radı olmadığı bir kadından ayrılma imkânına sahihtir, ama kadın buna sahib değildir.
(İbn'i Abidin; Redd'ul Muhtar: Giyim Kuşam babı )

Hür kadının yüzü (ve bir görüşe göre de eli) haricinde herhangi bir yeri açılırsa namazını (bozar ve de) iade eder. Cariyenin başı açık namaz kılması caizdir. Cariye umm'ul veled yani efendisine çocuk doğurmuş ise başını örtmesi mustehabdır.

Osmanlı'da Köle-Cariyelik; I. Murad zamanında (1360-1389) kurulan Yeniçeri Ocağı'nın çekirdeğini bu esirler oluşturmuştur. Diğer esirler savaş ganimeti olarak gaziler arasında taksim edilir, onlar bunları ya kendi hizmetlerinde kullanır veya satarlardı. Böylece işlemeye başlayan esirlik muessesesi yapılan fetihlerle sınırların genişlemesine paralel olarak gelişmiş, esirler sosyal hayatın önemli bir unsuru olmuştur.
Savaşlar ve akınlar sırasında ele geçirilen esirlere iyi davranılır, karınları doyurulur, başları tıraş edilir, kendilerine yeni elbiseler giydirilirdi. "Dil" denilen bu esirlerin bazısı casus olarak kullanılır, bunlardan ülkeleri ve orduları hakkında bilgi alınırdı. Müslüman olanlar ayrı statüye tâbi tutulur, çeşitli hizmetlerde istihdam edilir, kesinlikle takas işleminde kullanılmazdı. Fidye vererek kurtulmak isteyen esirlere engel olunmazdı. Ancak zulmüyle kötü ün salmış olanlara bu hak tanınmaz, bunlar ya öldürülür ya da kürek mahkûmu olurlardı. Kafileler halinde şehir merkezine getirilen esirler halka teşhir edilirdi. Niğbolu muharebesinde esir düşen Fransız asilzadelerini Gelibolu üzerinden Bursa'ya ve Mihalıç'a götüren Yıldırım Bayezid onlara gayet iyi davranmış, avlanmalarına bile musaade etmişti. Bu esirlerden birçoğu fidye karşılığı bir süre sonra serbest bırakılmıştır.

Cariyenin yabancı erkekler karşısında avret yeri cumhura göre göbeği ile diz kapağı arasıdır. (Erkeğin erkeğe karşı avreti gibidir.) Bu görüşün Peygamberimiz (s.a.v.)'e dayanan (merfu hadis şeklinde) bir delili yoktur. Ömer'in kavli ile ihtiyâca dayandırılmıştır. (İbnu'l-Humâm, Fethu'l-Kadir, C. I, s. 183)
Zahirîlere göre bu bakımdan cariye ile hür kadın arasında fark yoktur, cariyenin de (el, yüz, ayak mustesna) bütün vücudu avrattir. Çünkü bu ikisini ayırmak için naklî ve sağlam delil gerekir; bu ise yoktur. (İbn Hazm, el-Muhallâ, C. II, s. 218 vd)
İmam Şafiî'nin bir kavline göre câriyenin -dirseklerine kadar- elleri ile başı avret değildir. (eş-Şîrâzî, el-Muhezzeb, C. I, s. 71.)
İmam Mâlik'ten bir rivayete göre yalnızca başı (saçı) avret değildir. (eş-Şevkânî, Neyl, C. II, s. 70.)


Kadın, erkeklere karşı nasıl örtünmelidir?
Kadının, kadınlara karşı özel avreti var mıdır?


Şeyhul İslam İbn Teymiyye bu soruya şu şekilde cevab verdi:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Bir erkek diğer erkeğin avretine bakamaz. Kadın da diğer kadının avretine bakamaz."
(Muslim, Hayz 74; Ebu Davud, Hamam 2; Tirmizî, Edeb 38; İbn Mâce, Tahâre 137)

Yine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Avretini eşin ve cariyen dışındakilerden koru!"
Bunun üzerine şöyle sordum: "Eğer insanlar, kadın-erkek karışık bir ortamda bulunurlarsa, bu durumda avretle ilgili hüküm nedir?
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:"Avretini hiç kimseye göstermemeye gücün yeterse, sakın avretini gösterme!"
Ben: Eğer birimiz, tek başına, boş bir yerde bulunursa, bu durumda hüküm nedir?" diye sordum.
Peygamber: "Allah, kendisinden haya edilmeye daha layıktır," buyurdu.
(Ebu Davud, Hamam 2; Tirmizî, Edeb 22; İbn Mâce, Nikâh 28. Hasendir. Sahîhu Süneni İbn Mâce, 11, 141-142; Sahîhu Suneni Ebi Davud, II, 497-498)

Ebu Hurayra (radıyallahu anh); “Kadın tırnağına kadar avrettir” demiştir. (İbni Habib el-Gayetun ve’n-Nihaye (s.216) İbnu Katan Kitabun Nazar (s.139) Ahmed Bin Hanbel Ahkamun Nisa (s.30) İbni Abdilberr Temhid (6/365)
Aynısını Ebu Bekir Abdurrahman b. Haris b. Hişam ( İbn Ebi Şeybe (3/467) Kurtubi (7/83) İbn Adil Tefsiru’l-Lubab (7/308) Durru’l-Mensur (7/289) İbnu’l-Munzir el-Evsat (7/309) Elbani; Reddu’l-Mufhim (s.31) İbn Receb Fethu’l-Bari (3/68) Şerhu İbn Battal (3/37) İbn Kudame el-Mugni (3/54) , Ahmed b. Hanbel ( Kurtubi (7/83) İbn Adil Tefsiru’l-Lubab (7/308) İbn Muflih el-Füru (1/476) el-İnsaf (2/227) İbn Teymiyye Hicabu’l-Mer’e (s.15) Mecmuul Fetava (5/110) ve İmam Malik'de (İbn Teymiyye Hicabu’l-Mer’e (s.15) Mecmuul Fetava (5/110) söylemiştir.

Abdullah b. Abbas radıyallahu anhuma’dan: “Hür kadınlar da cariyeler gibi giyiniyordu. Bunun üzerine Allah mu'minlerin kadınlarına bu örtüleriyle kaşlarının üstüne kadar olan bölümü örtmelerini emretti.” (Taberi (20/325)

Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh halifeliği zamanında peçeli cariye bırakmadı ve şöyle dedi: “Peçe yalnız hürlerin eziyete uğramamaları içindir.” (Durru’l-Mensur (8/208) İbn Ebi Şeybe (2/42)

Köle edilmemiş kafir ile, hür bir kafir arasında İslamın hakimiyetinde uygulamada farklılıklar olduğu bir gerçektir. Tevbe 29 ayetinin metnine baktığınızda, onların (kafir esirlerin) cizye-vergiye bağlanarak zelil duruma düşürülüp aşağılanması istenmiştir. "İnanıyorsanız üstünsünüz" ayeti de bunun açıkça göstergesidir.
 
C Çevrimdışı

cosmo

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Cariye ile zorla ilişkiye girmek.Hamile bırakmak ve istemediği bir çocuğu dünyaya getirmesi.. vs. Bu o kişi için psikolojik bir travmadir.Islamda cariye ile rızası olmadan ilişki yoktur ne de bunu destekleyen ayet ve hadis vardir.Bu zaten Kur'an'ın ruhuna ters.Allah böyle birşeye izin verir mi kardeşim.Hem aynısını kafirler müslüman esirlere yapsa ve inancimiz böyle emrediyor deseler bu kabul edilebilir mi?Delil diye getirilen ayet ve hadislerde asla rızasız-anlasmadan yani evlenmeden-nikahsiz bir ilişkiyi onaylama durumu yoktur.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Cariye ile zorla ilişkiye Allah izin verir mi?Zorla hamile bırak. İstemediği çocuğu doğursun.Psikolojik travma resmen.Savunduğunuz şeye bak.!
Bak genç;
Burada İslam'ın görüşlerine karşı çıkarken duyguyla, nefis/akılla karşı çıkılmaz, delille karşı çıkılır. Bu savunduğun düşünceyi benimseyen ehl-i sunnet alimlerinden deliller sunacaksın cezan bitince.
Oysa mevcud yazımız seni yalanlamaktadır!



Câriye'nin, Cima İçin Efendisini Kâbul veya Reddetme Hakkı

Câriye edinirken “Teserri” kavramı gündeme gelir. Bunun anlamı; câriye olarak elde edilen bir köle kadını eş olarak almaya, onunla birlikte olmaya karar vermek demektir.

İslam hukukuna göre, teserri olgusu, sadece cariyeye sahib olmakla gerçekleşmez. Nikah akdi dışında, normal kadınlarla evlilikte gereken bütün şartların hazırlanması gerekir. Hanefî Mezhebi'ne göre teserrinin gerçekleşmesi için iki şart vardır:
1- Normal hür kadınlardan olan eşlerine ayırdığı gibi, tesri (birlikte olmak) istediği cariyesi için de hususî bir mesken ayırması.

2- Diğer eşleri için birlikte olmak için ayırdığı zamanı, Câriyesine de ayırması.
Ebu Yusuf’a göre ondan bir çocuk edinme arzusu da şarttır. (el-Bedai’, 8/344-45-şamile)


Bu iki şart, Şafii mezhebinde geçerlidir.(Muğni’l-Muhtac, 20/316; Nihayetu’l-muhtac, 29/343-şamile)

Bu şartları yerine getirirse Efendinin cima için câriyesinden izin alması gerekmez. Nitekim hür eşi de olsa kocası kendisini cimaya çağırdığında, karısının bunu özürsüz olarak reddetmesi, câiz değildir. Hattâ âdetli olması da bir özür değildir. Çünkü kocası onun, âdetli iken haram olan bölgesi dışında bir yerinden yararlanabilir. (Fetâvây-i Hindiyye -yazma- 611/45; Muslim, hayz 16; Nesâî, Taharet 180; İbn Mâce, taharat 124)
Savaş sırasında düşman tarafından esir edilen kız ve kadınlar "cariye" olarak alınır. Hukuk itibariyle ganimet sayıldıklarından, İslâm devleti tarafından hizmetçiye ihtiyacı olan gazilere verilirdi. Azad edilmedikleri müddetçe de, ticarî bir eşya gibi alınıb satılırdı. Artık o andan itibaren "câriye" ailenin bir parçası ve bir ferdi olarak kabul edilir, ona göre muamele görürdü. Cariyenin sahibi olan "efendi" onu şahsî hizmetlerinde ve ev işlerinde istihdam edebildiği gibi, isterse, ayrıca bir nikâh kıymaya ihtiyaç duymadan istifade edebilir.
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Arkadaslar, kisiye bu kadar cok deger verip cevap verirseniz o ahmak kisi cahil de olsa kendini birsey sanar ve size ahkam kesecek duruma gelir. Lütfen bu tür seylere sebebiyet vermeyiniz. Cahillere selam deyip geciniz.

ilgili cahil süresiz banlanmistir.

selametle.
 
Üst Ana Sayfa Alt