Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çeçenistan'da Asrın Direnişi

A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
YİRMİSEKİZİNCİ BÖLÜM

...hem kaba dayak atmaya başladılar hem de tazyikli suya tuttular. Allah'ın (cc) yardımıyla Abdulkadir
acılara dayandı ve feryat etmedi. Bu da rusları çileden çıkarmaya yetiyordu. Abdulkadir feryat etmeyin-
ce ruslar çılgına dönüyor ve işkencenin şiddetini arttırıyordu. Ama ne gam. Sanki Allah (cc) Abdulkadir'in
bedenine bir meleği kalkan olarak girdirmişti. Abdulkadir'i paramparça etselerdi bile, bu yine de ona vız
gelirdi. İşkencenin her türlüsünü denediler. Buz tabutu, tazyikli soğuk su, organ sıkma, akım verme. Ama
nafile. Ruslar yorulmuşlardı.
Komutan:--Götürün bunu, biraz dinlenelim, daha sonra dozu arttırarak devam ederiz. Şayet konuştu-
ramazsak, ben onu konuşturmanın yolunu biliyorum, dedi.
Abdulkadir'i götürdüler. Kaç gündür gözüne uyku girmemişti. Hücreye götürüldüğünde, hemen nama-
zını kıldı. Burada namaz vakitlerini tahminen tayin ediyordu. Bazen yatsı namazı sabah namazı vaktine
rastlaya biliyordu. Ama olsun. Namazını kılan Abdulkadir uzandı ve kısa bir süre sonra uykuya daldı.
Rüyasında Efendimiz'i (sav) gördü. Yemyeşil bir yerdeydi. Irmaklar akıyordu. Kuş cıvıltıları vardı. Abdul-
kadir, derhal Efendimiz'in (sav) yanına gitmek istedi. Ama Efendimiz (sav):
--Acele etme Abdulkadir, seni kısa zamanda yemeğe bekliyoruz, buyurdu.
Abdulkadir'in sevincine diyecek yoktu. Bu arada Abdulkadir'in yanında annesi ve iki kardeşi de vardı.
Ne kadar uyumuştu bilmiyordu, Abdulkadir. Birden kapı gıcırtısı ile uyandı. Ruslar gelmişti yine. Ama
Abdulkadir bambaşka bir ruh hali içerisindeydi. Hâlâ rüyanın etkisindeydi. Bir an önce Efendimiz'e
(sav) kavuşma isteği ile doluydu.
Abdulkadir'i tekrar götürdüler, işkence odasına aldılar. Rus subayı:
--Umarım aklın başına gelmiştir.
Abdulkadir:--Bana ne yaparsanız yapın umurumda değil.
Rus subayı:--Ya! Demek öyle, peki sen bilirsin, ben seni konuşturmasını bilirim. Götürün bunu hücreye, dedi. Abdulkadir'i hücreye götürdüler.
Rus subayı:--Çabuk bana Olcayto'yu çağırın.
Bir rus askeri hemen gitti ve kısa bir süre sonra Olcayto ile beraber geldi.
Olcayto:--Buyurun komutanım, beni emretmişsiniz.
Rus subayı:--Evet, bu asiyi konuşturamadık, gidin ve bunun annesi ile kardeşlerini getirin.
Olcayto:--Başüstüne, dedi ve 4 rus askeri ile birlikte gitti.
Takriben yirmi dakika sonra, Abdulkadir'in evinin önünde rus askeri aracı durdu. Olcayto hemen kapıya
gitti ve kapıyı yumruklamaya başladı. Abdulkadir'in annesi Zeynep Hanım kapıyı açtı ve Olcayto'ya:
--Ne istiyorsun? dedi.
Olcayto:--Bizimle beraber geleceksiniz, sen ve iki oğlun.
Zeynep Hanım:--Neden sizinle beraber gelecek mişim?
Olcayto:--Ben bilmem, onu karargâhta anlarsın.
Zeynep Hanım:--Demek sen rusların uşağısın ha! Yazıklar olsun sana. Halbuki annen baban tertemiz
müslümanlardı. Sen kime çekmişsin anlamıyorum?
Olcayto:--Hakaret etme de çabuk ol.
Zeynep Hanım:--Size yalvaracağımı sanma. Sizin gibi köpeklere yalvaracağıma ölürüm daha iyi. Hasan!
Hüseyin! haydi gidiyoruz. Hasan ile Hüseyin hemen geldiler.
Zeynep Hanım, Olcayto'yu göstererek:--Çocuklar, alçak bir adam görmek istiyorsanız bu herife bakın,
dedi.
Olcayto çok fena sinirlenmişti ama yapacak bir şeyi de yoktu. Rus subayından çok korkuyordu. Olcayto
casusluğa başladığından beri izzet ve şerefini kaybetmişti. Adeta bir köpek muamelesi hatta daha da
aşağı bir muameleye tabi tutulmasına rağmen, sadık bir köpek gibiydi. Nerde Abdulkadir, nerde Olcayto.
Birisi çok şerefli bir konumda, diğeri şeytandan bile belki daha aşağılık bir konumdaydı. Hem de ne uğ-
runa? Üç günlük dünya uğruna. Buna değer miydi. İnsanın şerefini, haysiyetini, insanlığını kısaca her-
şeyin kaybetmeye değer miydi. Bu ahmaklar daha önceki alçakların akibetinden haberdar değiller
miydi.
Zeynep Hanım, Hasan ve Hüseyin, rus askerleri ve onlardan daha alçak olan Olcayto ile beraber araca
bindiler. Kısa bir süre sonra, karargaha varmışlardı. Onları hemen rus subayının yanına götürdüler.
Rus subayı:--Demek Abdulkadir'in annesi sen sin ha! Bakalım Abdulkadir ne yapacak?
Zeynep Hanım:--Abdulkadir aslan gibi ve şerefli bir kişidir, şayet Abdulkadir'i şu köpeğin gibi sanıyor-
san (Olcayto'yu göstererek) yanılıyorsun. Biz dinimiz uğruna ölümü göze aldık.
Rus subayı:--Göreceğiz bakalım, gidin getirin Abdulkadir'i.
İki rus askeri hemen Abdulkadir'i getirdi. Rus subayı:
--Bak sana kimleri getirdim Abdulkadir?
Abdulkadir annesi ve kardeşlerini görünce rus subayının niyetini anladı ve:
--Hayır bu kadar alçak olamaz sınız, onlardan ne istiyorsunuz? beni öldürün ama onlara dokunmayın.
Rus subayı:--Aslında hiç kimsenin ölmesine gerek yok. Sen bize istediğmiz bilgiyi ver sonra da
çıkın gidin buradan. Yok eğer bilgi vermezsen ilk önce onları öldürürüm bilesin.
Abdulkadir:--Bunu yapamazsınız, savaşın, düşmanlığın da bir şerefi var, ama şeref bunun neresinde,
hem sen subaysın, nasıl bu kadar alçala biliyorsun.
Rus subayı:--Ülkemin çıkarı sözkonusu olunca yapmayacağım şey yoktur.
Abdulkadir çaresiz kalmıştı. Ne yapacağını kestiremiyordu. Bu alçaklardan her şey beklenirdi. Hem
bunları düşünüyor ve hem de dua ediyordu ailesi için.
Abdulkadir'in tereddüt ettiğin görünce, Annesi Zeynep Hanım:
--Abdulkadir! sakın ola ki müscahidlerin aleyhine tek kelime konuşma, şayet konuşursan sana hakkımı
helal etmem. Bizi düşünme Allah büyüktür. Hem Ashâb-ı Uhdud'u unutma.
Ashab-ı Uhdud kıssası kısaca şöyleydi:İslâm'dan önce, Allah'a inananları, ateşli hendeklere atarak cezalandıran kâfir bir topluluk.

Ashab-ı Uhdûd'un kimler olduğu ve ne zaman nerede yaşadığı hakkında çok değişik rivayetler ve her bir rivayetin uzunca birer hikâyesi vardır. Bu rivayetlere göre olay; Yemen, Necrân, Irak, Şam, Habeş, Mecûsî veya Yahûdî kralları tarafından meydana getirilmiştir. Bu rivayetlerden herhangi birinin doğruluğu kesin değildir. Zaten Kur'an da bu olayı; yer, zaman ve faillerini belirtmeden zikretmektedir. Allah'a inanmayan kâfir bir beldenin kralı, Allah'a inananları dinlerinden çevirmek, tekrar kendi sapık dinine döndürmek için müminlere eziyet eder, uzunlamasına ve derin hendekler, kanallar (Uhdûd) kazdırır. Bu hendeklerin içine büyük ateşler yakılır.

Allah'a inanmaktan başka hiçbir günahı olmayan müminler hendeğin başına getirilir, Allah'a imanda ısrar edenler ateşe atılır, küfre dönenler ateşten kurtarılır. Bütün bu zor durumlarına rağmen müminler imanından dönmez ve ateşe atılırdı. Müminleri ateşe atan bu zalimler, hendeğin etrafına oturmuş olarak yaptıkları bu zulmü zevkle seyrederlerdi. Fakat Cenâb-ı Allah o kâfirleri, aynı ateşle veya başka bir yolla helak etmiştir. Çeşitli rivayetlerin bildirdiğine göre, binlerce mümin bu hendeklere atılmış, fakat Allahu Teâlâ müminlerin ruhunu, ateşe düşmeden önce kabzetmek suretiyle onları, ateşin azabından kurtarmıştır.

Bir rivayete göre de: Bir kadının çocukları da ateşe atılmıştı. En son sırtında kundaklanmış bir bebeği
vardı. Onu ateşe atmak üzere ona doğru gelince, kadın annelik içgüdüsü ile hareket edip bebeğini
kurtarmak amacıyla neredeyse dinden dönecekti, ama çocuk dile gelmiş ve annesini bundan men
etmişti.

Bu hadisenin zamanı kesin olarak bilinmemekle beraber, İslâm'a yakın bir zamanda, büyük bir ihtimalle de Hz. İsa'dan sonra olmuş, Mekke müşrikleri ve müslümanlar tarafından da bilinmekte idi. Bu hadiseyi Kur'an'da anlatmak suretiyle Cenâb-ı Allah, Mekke'de çeşitli eza ve cefaya uğrayan müslümanların mutlaka bundan kurtulacaklarını ve müslümanlara eziyet eden Mekkeli müşriklerin, Ashab-ı Uhdûd gibi cezalandırılacağını dolaylı bir şekilde açıklamaktadır. Şüphesiz ki bu ayetler, sadece o zamanın insanlarına hitap etmemekte, geçmişte olduğu gibi gelecekte de imana, dine ve inananlara yapılacak kötülük ve zulümlerin mutlaka Allah'u Teâlâ tarafından cezalandırılacağını ifade etmektedir. Bu durum, Kur'an kıssalarının en önemli özelliklerindendir.

Hâdise, Kur'an-ı Kerîm'de şöyle dile getirilmektedir:

"Hazırladıkları hendekleri, tutuşturulmuş ateşle doldurarak çevresinde oturup, inanmış kimselere, dinlerinden dönmeleri için yaptıkları işkenceleri seyredenlerin canı çıksın. Bu inkârcıların inananlara kızmaları; onların sadece, göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinin bulunan, övülmeye lâyık ve güçlü olan Allah'a inanmış olmalarındandır. Allah her şeye şahittir. Fakat, inanmış erkek ve kadınlara işkence ederek onları dinlerinden çevirmeye uğraşanlar, eğer tövbe etmezlerse, onlara Cehennem azabı vardır. Yakıcı olan azap da onlaradır. Şüphesiz, inanıp yararlı işler yapanlara, içlerinden ırmaklar akan Cennetler vardır. Bu, büyük bir kurtuluştur. Doğrusu Rabbi'nin yakalaması amansızdır... " (el-Burûc, 84/4-42

Bunun üzerine rus subayı....

YİRMİSEKİZİNCİ BÖLMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
YİRMİDOKUZUNCU BÖLÜM

...Kes sesini, bunak kadın! dedi ve Zeynep Hanım'a şiddetli bir yumruk attı. Yumruğun etkisi
ile geriye savrulan Zeynep Hanım, başını duvara çarptı ve yere yıkıldı. Zeynep Hanım'ın kulak_
larından kanlar akmaya başladı. Bir müddet karşıya baktı, gülümsedi ve ağzından şu sözler
döküldü: Eşhedu En La İlahe İllellah. Ve Eşhedu Enne Muhammeden Rasûlullah.
Gülümseyerek ruhunu teslim etmişti. Zeynep Hanım kafirlerin herhangi bir kötülük yapmasına
fırsat kalmadan, tertemiz bir şekilde şehide olmuştu.
Abdulkadir:--Allah belanızı versin, alçak herifler, siz insan olmayı bırakın hayvan bile olamazsınız.
Rus subayı kudurmuş gibiydi. Ne yaptığını bilmez durumdaydı. Silahını çekti önce Hasan'a sonra da
Hüseyin'e birer kurşun sıktı. Her ikisi de Şehid olmuştu. Ardından ağzından köpükler saçarak belli
belirsiz bir kaç cümle mırıldandı ve silahındaki tüm mermileri Abdulkadir'in üzerine boşalttı. Kısa bir
süre sonra Abdulkadir de şehid olmuştu. Bir aileden dört şehid. Doğrusu Abdulkadir ve ailesi üzülü-
necek değil gıpta edilecek bir durumdaydı. Allah korusun, Ya Olcayto'nun yerinde Abdulkadir olsaydı.

Rus subayı ayı gibi homurdanarak: Bu kadın ve çocuğun cesetlerini götürüp, kimsenin görmeyeceği
bir yere gömün. Abdulkadir'e gelince onun cesedini götürüp şehir meydanında vince asın, diğer asilere ibret olsun.

Abdulkadir'in cesedini götürüp şehir meydanında bir vince astılar.

Bu arada Mir Hüseyin ve Alarahman bir şeylerin olduğunu anlamışlardı. Alarahman, Olcayto'yu takip
etmiş ve Zeynep Hanım ile Hasan ve Hüseyin'in götürüldüğünü görmüştü. Hemen gidip durumu Mir
Hüseyin'e bildirmiş, ancak yapacak bir şey de kalmamıştı. Zaman olsaydı, Zeynep Hanım ve çocukları
kaçırma imkanı olabilirdi ama, maalesef askerler gelip onları götürmüştü.

Abdulkadir'in cesedinin şehir meydanına getirilip vince aslıdığını duyunca hemen oraya koşmuşlardı.
Abdulkadir'in cesedi vince asılıydı ama o gülümsüyordu. Onu gören Alarahman ve Mir Hüseyin, hem
üzüldüler ve hem de onun şehid olmasına gıpta ettiler. Duruma bakılırsa Abdulkadir, burada bir kaç
gün bekletilecekti. Buna mani olmaları gerekirdi. Hemen oradan ayrılıp eve döndüler.

Alarahman:--Mir Hüseyin! Abdulkadir'in cesedini oradan ibdirmemiz lazım.
Mir Hüseyin:--Evet Alarahman, doğru söylüyorsun. Ne yapıp edip bunu yapmalıyız. Onu rusların elin-
den canlı olarak alamadık ama cesedini oradan alıp defnetmeliyiz.

Hemen bir plan yaptılar. Akşam olunca etrafı kolaçan edeceklerdi. Nöbetçi kalırsa şayet onları uyutup
Abdulkadir'in cesedini alacaklardı.

Akşam olunca dışarı çıktılar. Şehir meydanına geldiler. Abdulkadir'in cesedinin başında iki nöbetçi bulu-
nuyordu. Duruma bakılırsa hallerinden hiç te memnun değillerdi. Bu iyiydi, onları çabucak kandıra bilir-
lerdi.
Hemen iki şişe votka alıp içine uyku ilacı koydular. Şişelerin kapağını açıp, içki içen iki sarhoşmuş gibi
yalpalaya yalpalaya rus askerlerine doğru gitmeye başladılar. Ağızlarından belli belirsiz bazı kelimeler
çıkıyordu. Rus askerleri onların durumuna gülerek bakıyorlardı.
Alarahman ve Mir Hüseyin rus askerlerine yaklaştılar ve orada ne yaptıklarını sordular, askerler de
"şu gördüğünüz cesedi bekliyoruz," dediler. Ellerindeki şişeleri rus askerlerine uzattılar. Birisi:
--Hayır içemeyiz, nöbetteyiz, dedi.
Diğeri:--Canım bir iki yudum şçmekten ne çıkar, zaten canımız sıkılıyor, dedi.
Öbür asker:--Peki, verin bakalım, dedi.
Şişeleri aldılar, her ne kadar birer yudum dedilerse de, şişelerin dibine darı ekmeyi ihmal etmediler.
Alarahman ve Mir Hüseyin, yine sallana sallana oradan uzaklaştılar. Hemen yakın bir yerde kuytu
bir köşe vardı, oraya gidip saklandılar ve rus askerlerinin uyumasını beklediler. O sırada rus devriye
aracı geldi. Nöbetçileri kontrol etti ve herhangi bir olumsuzluk olmayınca da hemen oradan ayrıldı.
Alarahman ve Mir Hüseyin derin bir oh çektiler. Aradan yirmi dakika geçmişti ki, rus askerleri horul
horul uyumaya başladılar. Etrafta da kimseler yoktu. Alarahman ve Mir Hüseyin hemen vincin yanına
gittiler. Abdulkadir'i vinçten indirmek zor olmamıştı. Abdulkadir'in yerine bir rus askerini asmayı düşün-
dülerse de vincin çalıştırması birilerinin dikkatini çekebilirdi, bu fikirden vazgeçtiler ama, yanlarındaki
bıçaklarla rus askerlerini öldürmeyi de ihmal etmemişerdi. İki rus iki rustu.

Abdulkadir'in cesedini, yanlarında getirdikleri çarşafa sardılar sokakların mümkün olduğunca en karan-
lık yerlerinden geçerek, Caharkale'nin dışına çıktılar. Dikkat çekmeyen bir yerde hemen bir mezar kazıp
Abdulkadir'i oraya defnettiler. Ona dualar edip oradan ayrıldılar. Yolda Alarahman:
--Mir Hüseyin benim karargâha gidip durumu bildirmem lazım. Sen eve git ben karargâha gidiyorum.
Tamam! dedi, Mir Hüseyin. Birbirlerine sarılıp vedalaştılar. Mir Hüseyin, yine kimseye görünmeden
eve vardı. Çok şükür kimseye görünmeden eve varmıştı.
Alarahman ise zaten şehrin dışındaydı. Herhangibir zorlukla karşılaşmadan, karagâh'ın olduğu dağın
eteğine varmış tı ki.....

YİRMİDOKUZUNCU BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
OTUZUNCU BÖLÜM

...Karanlıkta göz gözü görmüyordu. Bu karanlıkta karargâha varması mümkün değildi. Alarahman
bunun üzerine geceyi orada geçirmeye karar verdi. El yordamıyla kendisine kalabileceği bir yer aradı.
Nihayet uygun bir yer buldu. Yere uzandı, çok yorulmuştu, kısa bir süre sonra uykuya daldı. Bir rüya
gördü Alarahman. Rüyasında Abdulkadir ve ailesini gördü. Yemyeşil bir yerdeydiler. Alarahman şimdi-
ye kadar böyle bir yer görmemişti. Abdulkadir, Alarahman'ı görünce onun yanına geldi, birbirlerine
sarıldılar.
Abdulkadir:--Allah razı olsun, Alarahman kardeşim. Bana yaptığınız iyiliğinizi unutmayacağım. Sana ve
Mir Hüseyin'e minnettarım.
Alarahman:--Hakkını helal et kardeşim. Size yapılan zulme engel olamadığımız için, bizi affet.
Abdulkadir:--Ne hakkı, kardeşim, İlahî takdir böyleymiş. Hem ben halimden memnunum. Elhamdulillah
ki dünyanın sıkıntılarından kurtuldum. İnşaallah mücahidler başarıya ulaşır ve zafere ererler.
Alarhman:--İnşaallah kardeşim. Şu an senin durumuna gıpta ediyorum. Doğrusu senin yerinde olmak
isterdim.
Abdulkadir:--"Kişi sevdiği ile beraberdir" hadis-i şerif'ini unutma kardeşim. İnşaallah o dünyada nasıl
beraber idiysek, burada da beraber olacağız. Allah (cc) sizi dininde sebat edenlerden kılsın. Biz gidiyoruz kardeşim, benden tüm mücahidlere selam söyle.
Alarahman:--Vealeykum selam ve rahmetullah kardeşim. Allah'a emanet olasınız.

Alarahman uyandı, sabah namazı vakti olmak üzereydi. Yakındaki dereden abdest aldı, sabah namazı
vakti girince de namazını kıldı ve gördüğü rüyanın etkisiyle ağlaya ağlaya yoluna devam etti. Karargâh'a
vardığında kuşluk vakti girmişti. Nöbetçilerle selamlaştı, kucaklaştılar, ardından komutanın çadırına
doğru yöneldi. Komutan kuşluk namazını kılıyordu. Selam verdikten sonra Alarahman'ı gördü. Alarahman
....

OTUZUNCU BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
OTUZBİRİNCİ BÖLÜM

...--Hayırdır Alarahman, Niye geldin? Bir şey mi oldu?
Alarahman:--Evet komutanım. Sanırım Abdulkadir'in tutuklandığını biliyorsunuz?
Komutan:--Evet biliyoruz. Abdulkadir'den haber mi var?
Alarahman:--Evet var, ama maalesef iyi haber değil.
Komutan:--Ne oldu Abdulkadir'e?
Alarahman:--Sadece Abdulkadir olsa neyse ama...
Komutan:--Başkaları da mı var?
Alarahman:--Evet komutanım. Abdulkadir, annesi ve iki kardeşi.
Komutan:--Ne oldu peki?
Alarahman:--Üçü de şehid edildi.
Komutan:--İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. Nasıl bu kadar alçala
biliyorlar anlamıyorum. Demek
küçük çocukları da şehid ettiler ha?
Alarahman:--Evet komutanım, hepsini şehid ettiler. Abdulkadir'in cesedini vince astılar, ama
annesi ve kardeşlerinin cesetlerini bulamadık.
Komutan:--Abdulkadir hâlâ vinçte mi asılı?
Alarahman:--Hayır komutanım, Abdulkadir'in cesedini Mir Hüseyin'le birlikte vinçten indirip
defnettik. Bu arada iki rus nöbetçiyi de cehenneme gönderdik.
Alarahman hem bunları anlatıyor hem de ağlıyordu. Bu olay tüm mücahidleri etkilemişti, onlar da
ağlıyordu. Yeni gelen mücahidler sabırsızlık ve öfkeyle yerlerinde duramıyorlardı. Hemen gidip
Abdulkadir ve ailesinin intikamını almak istiyorlardı.

Komutan:--Allah razı olsun Alarahman, hem senden hem de Mir Hüseyin'den. Abdulkadir kar-
deşimizin cesedini orada bırakmamanız çok iyi olmuş.
Alarahman:--Abdulkadir ve ailesini ihbar eden hain Olcayto'dur.
Komutan:--Ya! demek Olcayto ha! Bu Olcayto çok oldu.

Komutan çok öfkelenmişti. Yüz hatlarından açıkça belli oluyordu öfkesi. Onun şimdiye kadar
bu denli öfkelendiği görülmemişti. Mücahidlere döndü ve:
--Cesim, dedi.
Cesim:--Buyur komutanım.
Komutan:--Yanına birisini al, git ve Olcayto'yu parçalara ayır. Onu öyle bir şekilde öldür ki
tüm hainlere ibret olsun.
Cesim:--Başüstüne komutanım, bundan hiç şüphen olmasın, Allah'ın (cc) izniyle Olcayto'ya
öyle bir ceza vereceğim ki âleme ibret olsun.

Cesim, daha önce Bosna Hersek'te Selami Albay ile beraber savaşan kürt kökenli bir mücahid
idi. Bosna savaşında Selami Albay şehid olmuş, Cesim ise ağır yaralanmıştı. Günlerce gördüğü
tedavinin ardından iyileşmiş, Bosna savaşı bittiği için de Çeçenistan'a gelmişti. Cesim patlayıcı-
lar konusunda çok uzmandı. Bir elma, armut ya da portakalın içine patlayıcı yerleştirebiliyordu.
Olcayto'nun akıbeti hiç iyi görünmüyordu. Cesim yanına yine patlayıcı konusunda uzman olan
arap kökenli Ebu Süleyman'ı almıştı. Yanlarına en kuvvetli patlatyıcıları
aldılar, diğer mücahidler
ile vedalaşıp Caharkale'nin yolunu tuttular. Epeyce yorucu bir yolculuktan sonra Caharkale'nin
kenar mahallelerine vardılar. Şehre girmek için akşamın olmasını beklediler. Caharkale gündüz
ruslara aitti ama gece rusların pek bir etkinliği yoktu. Hepsi canından korkuyordu. Aslında onla-
ra kalsa hemen Çeçenistan'ı terk edeceklerdi ama kahrolası üst düzeydekiler buna izin vermi-
yorlardı ki. Bu nedenle onlarda gece kendilerini emniyete alıyorlardı. Kimse karargâhtan çıkmı-
yordu. Komutanları da korktukları için, kimse askerlerin bu durumuna ses çıkarmıyordu.

Cesim ve Ebu Süleyman, akşam namazını kıldılar. Yanlarında bulunan kuru ekmek ve bir kaç
zeytinle karınlarını doyurduktan sonra, Mir Hüseyin'in evine doğru yola koyuldular. Caharkale'
de kalan kadın, yaşlı erkek ve çocuk yaştaki çeçenler Abdulkadir ve ailesinin başına gelenleri
biliyor ve onlar da ruslara diş biliyorlardı. Ama ne çare ki ellerinden onlara beddua etmekten
başka bir şey gelmiyordu.

Takriben yirmibeş dakikalık bir yürüyüşten sonra, nihayet Mir Hüseyin'in evinin önüne vardı-
lar. Gelirken tenha sokakları ve kuytu köşeleri seçmişlerdi. Cesim kapıyı çaldı ve:
--Ya şehadet ya da zafere kadar cihad, dedi. Bu mücahidler arasında kullanılan bir parolaydı.
Mir Hüseyin kapıyı açtı.
Selamun Aleykum, dedi Cesim ve içeri girdi, arkasından da Ebu Süleyman girdi.
Vealeykum selam, dedi, Mir Hüseyin, hoşgeldiniz kardeşlerim.
Cesim:--Hoş bulduk Mir Hüseyin, karargâhtan geliyoruz. Komutanımız ve diğer mücahidlerin
selamı var. Ben Cesim bu kardeşimiz de Ebu Süleyman.
Mir Hüseyin:--Hoş geldiniz kardeşlerim. Vealeykum selam ve rahmetullah.
Cesim:--Komutanımız size teşekkür ediyor, Abdulkadir için yaptıklarınızdan dolayı.
Mir Hüseyin:--Estağfurullah, bunun için teşekküre ne gerek var, bu zaten bizim kardeşlik göre-
vimiz. Keşke kardeşimiz ve ailesini sağ kurtara bilseydik ama ne yapalım ki kader böyleymiş.
Cesim:--Evet bunun için üzülmenize gerek yok. Senin de belirttiğin gibi
kader böyleymiş. Hem
kardeşimiz ve ailesi, peygamberlerin bile imrendiği bir mertebeye ulaştılar. Doğrusu onlara
gıpta ediyoruz. Her ne kadar kardeşimiz ve ailesinin kaderleri böyle ise de, bu durum Olcayto'yu
cezalandırmamıza engel olmadığı gibi, onların intikamını almak bize farzdır. İslâm tarihi bunun
sayısız örnekleri ile doludur.
Mesela bunlardan biri Mute Savaşı dır ki:

1- MÛTE SAVAŞI (Cumâde'l-ûlâ 8 H./Eylül 629 M.)

a) Savaşın Sebebi

Mûte Savaşı, Müslümanlarla Hristiyanlar (Rumlar ve Hristiyan Araplar) arasında yapılan ilk savaştır. Sebebi, Rasûlüllah (s.a.s.)'in elçisinin öldürülmesidir.

Rasûlüllah (s.a.s.), İslâm'a dâvet için hükümdarlara elçilerle mektuplar gönderdiği sırada, Sûriye'de Busrâ (şimdiki Havran) Emîri Şürahbil'e de Hâris b. Umeyr ile bir mektup göndermişti. Gassânî Araplarından Şürahbil, Hristiyandı. Bizans'ın himayesinde bulunuyordu.

Hâris, Şürahbil'e, Kudüs'ün iki konak güneyinde, bulunan Mûte kasabasında rastladı. Elçi olduğunu söyleyerek Hz. Peygamber (s.a.s.)'in mektubunu verdi. Fakat, Şürahbil, devletler arası hukuk kurallarını çiğnedi, Rasûlüllah (s.a.s.) elçisini öldürttü.

Şimdiye kadar Hz. Peygamber (s.a.s.)'in elçilerinden hiçbiri öldürülmemişti. Bir elçinin öldürülmesi, tarih boyunca bütün toplumlarda insanlığa ve hukuk kurallarına aykırı bir davranış sayıldığı gibi, gönderene de en büyük hakaret ve meydan okuma demekti. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.s.) üç bin kişilik bir kuvvet hazırlayarak, azadlı kölesi Hârise oğlu Zeyd'in komutasında yola çıkardı(298) Elçi Umeyr oğlu Hâris'in şehid edildiği Mûte'ye kadar gidilmesini, Şürahbil ve maiyetinin İslâm'a dâvet edilmesini, kabûl etmezlerse savaşılmasını emretti.(299) "Kadınları, çocukları, yaşlıları öldürmeyin. Evleri yıkıp hârap etmeyin, ağaçları kesip, tahribâtta bulunmayın!" dedi. Orduyu "Seniyyetü'l-vedâ" denilen ayrılık tepesi'ne kadar uğurlayan Hz. Peygamber (s.a.s.):

- "Zeyd şehid olursa, komutanlığı Câfer alsın; Câfer de şehit düşerse, Ravâha oğlu Abdullah komutan olsun." buyurdu.(300)


b) İki Tarafın Durumu ve Aradaki Eşitsizlik



Müslüman ordusunun hareketini Şürahbil duydu. Derhal Lahm, Cüzâm, Kayn, Belkın, Behrâ gibi Hristiyan Arap kabîlelerinden büyük bir kuvvet hazırladı. Ayrıca durumu Bizans İmparatoruna bildirerek, ondan da yardım istedi. Böylece Şürahbil, 200 bin kişilik büyük bir ordu topladı. Bunun 100 bini Rumlardan, 100 bini de Hristiyan Araplardan meydana gelmişti. (301) İmparator Hirakl de işi önemseyerek, Belkadaki Meab şehrine kadar geldi.

Müslümanlar, ancak Sûriye topraklarına girdikten sonra düşmanın gücü ve hazırlıkları hakkında bilgi edinebildiler.

İki taraf arasında gerek sayı, gerek silah ve teçhizât bakımından korkunç bir fark vardı. Tarihte, iki taraf arasında böylesine ölçüsüz bir fark görülmemiştir. 200 bin (bazı rivâyetlerde 100 bin) kişilik bir kuvvet karşısında üç bin mücâhid ne yapabilirdi? Fakat, savaşmadan geri dönülemezdi. Komutan Zeyd, Maan'da, Mücâhidlerin ileri gelenleriyle toplanıp durumu istişâre etti. Acaba, durumu Rasûlüllah (s.a.s.)'e bildirip alınacak cevâba göre mi hareket edilmeliydi? Fakat, Ravâhaoğlu Abdullah bütün tereddütleri giderdi.

- Arkadaşlar, çekindiğimiz şey, ele geçirmek için yola çıktığımız şeydir, yani şehid olmaktır. Dinimizi yüceltmek için savaşalım. Yâ şehid, ya gazi olacağız. Bunun ikisi de güzel değil mi ?(302) dedi.

Abdullah'ın konuşması mücâhitlerin maneviyâtını yükseltti. Hepsi de:

- Ravâhaoğlu doğru söylüyor. Savaşmalıyız, dediler.


c) Komutanlar Sırayla Şehâdet Şerbetini İçtiler

İki ordu Mûte'de karşılaştı. Zeyd, sancak elinde, ileri atıldı. Kahramanca çarpıştı, ölümden yılmadığını gösterdi. Fakat düşman mızraklarının arasında şehid düşdü.(303)

Zeyd şehid olunca, sancağı hemen Câfer aldı. Emsâlsiz kahramanlıklar gösterdi. Önce sağ eli kesildi, sancağı sol eliyle tuttu. Sol eli de kesilince, kollarıyla sancağa sarıldı. Pek çok yara aldığı halde son nefesine kadar sancağı bırakmadı. Nihâyet o da şehid oldu.(304)

Câferden sonra sancağı Ravâhaoğlu Abdullah aldı. O da şiirler söyleyerek, kahramanca savaştı. Vücudu delik deşik oldu. Sonunda o da şehid oldu.


d) Hâlid b. Velîd'in Üstün Mahâreti


Râvâhaoğlu da şehid olunca, asker komutansız kaldı, umûmî bir panik başladı. Dağılan askerin kaçışını Velîdoğlu Hâlid önledi. Mücâhidler, Hâlid'in etrâfında yeniden toplandılar. Hâlid komutayı aldı, sancak elinde akşama kadar çarpıştı. O gün elinde tam dokuz kılıç parçalandı.(305) Bu Müslüman olduktan sonra Hâlid'in katıldığı ilk savaştı.

Gece olunca, Hâlid askeri yeniden tertipledi. Öndekileri arkaya, arkadakileri öne, sağdakileri sola, soldakileri sağa aldı. Böylece düşmana, yardım için yeni kuvvetler gelmiş intibâını verdi. Sabah olunca da ansızın şiddetli bir hücuma geçerek, düşmanı bozguna uğrattı. Bu fırsattan yararlanarak, askerini ustalıkla geri çekti. Büyük bir kayba uğramadan Medine'ye döndü. İslâm ordusunu korkunç bir felâketten kurtardı.

200 bin kişiye karşı yapılan bu çetin savaşta, Müslümanlar sadece 12 şehid vermişlerdi. Bu durum, komutanların savaşı çok başarılı idâre etmeleri ve canlarını fedâ etmekten çekinmemelerinin bir sonucuydu.


e) Rasûlüllah (s.a.s.)'in Medine'den Savaşı Seyretmesi

Rasûlüllah (s.a.s.) savaşın bütün safhalarını, Medine'ye henüz hiç bir haber ulaşmadan, ashâbına bildirmişti.

Cenab-ı Hakk, zaman, mekân ve mesâfe kavramlarını kaldırarak, sevgili Peygamberine savaş meydanını olduğu gibi göstermişti. Mescid-i Nebî'de minber üzerine oturmuş bulunan Allah Rasûlü (s.a.s.) gözlerinden yaşlar akarak:

-İşte sancağı Zeyd aldı, Zeyd vuruldu, şehid düştü. Sonra Câfer aldı, O' da şehid oldu. Sonra Ravâhaoğlu aldı, O 'da şehid oldu. En sonunda sancağı, Allah'ın kılıçlarından bir kılıç, Velîdoğlu Hâlid aldı. Allah O'na fethi müyesser kıldı, buyurdu. (306)

Rasûlüllah (s.a.s.), Zeyd, Câfer ve Abdullah'ın şehid düştüklerini haber verdikçe, her biri için istiğfâr etmiş ve Cennete girdiklerini de müjdelemişti.(307) Sancağı Hâlid alınca ise:

-Allah'ım, Hâlid senin kılıçlarından bir kılçtır. Sen O'na nusret ihsan buyur, diye duâ etmişti.(308) Bundan sonra Hâlid'e "Seyfullah" (Allah'ın kılıcı) denildi.(309)

Câferin şehâdet haberini duyunca, âilesi feryâda başladılar. Rasûlüllah (s.a.s.)'de son derece üzgündü. Çok sevdiği, en değerli arkadaşlarını kaybetmişti. Câfer'in âilesini teselli etti. Acılıdırlar, yemek yapamazlar, diye evine yemek gönderdi.

-Allah Câfer'e, Mûte'de kesilen iki koluna bedel, iki kanat verdi. O'nu Cennet'te meleklerle birlikte uçuyor gördüm, diye müjdeledi.(310) Bu sebeple Câfer, bundan sonra Câfer Tayyâr diye anıldı.

Evet burada da görüldüğü üzere. Efendimiz'in (sav) elçisinin şehid edilmesi üzerine. onun intikamını
almak üzere bu savaş yapılmıştır. Bu nedenle:...

OTUZBİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
OTUZİKİNCİ BÖLÜM

...Olcayto'yu yakalayıp cezalandırmamız lazım.
Mir Hüseyin:--Evet bunu ben de en az sizler kadar istiyorum. Bu olcayto alcağının kırdığı ceviz
kırkı aştı. Müslümanlara verdirdiği zararın haddi hesabı yok.
Cesim:--Bunu nasıl yakalaya biliriz?
Mir Hüseyin:--Gece olunca el ayak çekilir. Ruslar geceleri sokağa çıkmaya korkarlar, Olcayto
ise kendinden gayet emin. Gece onu ele geçire biliriz.
Cesim:--Çok güzel! şimdi biraz dinlenelim. Gece yarısından sonra kalkar gideriz.
Mir Hüseyin:--Tamam Cesim kardeşim, yataklarınız hazır, biraz uyuyun, ben sizi gece yarısından
sonra uyandırırım. Doğrusu çok heyecanlıyım, gözüme uyuku girmiyor. Bu haini ortadan kaldırmak
büyük bir hizmet.
Cesim:--Pekala, Allah (cc) rahatlık versin, ama unutma, şayet uykun gelecek olursa bizi uyandır.
Mir Hüseyin:--O konuda endişeniz olmasın, siz uyumaya bakın.

Cesim ve Ebu Süleyman, odalarına çekildiler ve kısa bir süre sonra da derin bir uykuya daldılar.
Mir Hüseyin ise, misafirleri uykuya dalınca, hemen bir abdest tazeledi ve namaz kılmaya başladı.
Abdulkadir'in şehadetinden sonra çok sıkıntı çekmişti, Olcayto'nun belasını bulmasi içib çok dua
etmişti, nihayet duaskı kabul olunmuştu. İçi içine sığmıyordu. huşu içerisinde namaza durdu.
Aradan epeyce bir zaman geçti, vakit gece yarısını geçmişti, Cesim ve Ebu Süleyman'ı uyandırıp onlara saatin geldiğini haber verdi. Üçü birden hemen hazırlandılar, yanlarına gerekli malzemeyi
de alıp dışarı çıktılar. Dışarısı karanlıktı, sokakta da kimsecikler görünmüyordu. Yine de ihtiyatı elden bırakmadan kuytu yerlerden giderek Olcayto'nun evinin önüne vardılar. Cesim kapıya üç kere vurdu
içeriden kesik kesik bir öksürük sesi duyuldu, ardından:--Kim o? diye bir ses duyuldu. Bu Olcayto'nun
sesiydi.
Cesim:--Aç kapıyı Olcayto, ben Yüzbaşı Sregei!
Olcayto:--Tamam yüzbaşım geldim, geldim!
Olcayto kapıyı açtı, kapıyı açması ile başına ağır bir darbenin alması bir oldu. Olcayto, aldığı darbenin
etkisiyle bayılmıştı. Hemen Olcayto'yu yanlarında getirdikleri çarşafa sarıp, yine kuytu ve karanlık
yerlerden yürüyerek şehrin dışına çıktılar.
Olcayto'yu bir ağaca sıkıca bağladılar, vücuduna da 100 metre fitilli bir dinamit ve çok kuvvetli bir
plastik patlayıcı yerleştirdiler.
Vakit sabah namazına yaklaşıyordu, Olcayto ise hâlâ kendine gelmemişti. Abdestlerini alıp, sabah
namazlarını cemaatle kıldılar. Bir süre Olcayto'nun kendisine gelmesini beklediler, anlaşılan darbeyi
epeyce şiddetli vurmuşlardı. Güneş doğmuştu, dereden aldıkları suyu Olcayto'nun yüzüne serptiler.
Olcayto kendine geldi, Mir Hüseyin'i görünce:
--Mir Hüseyin, sen ha!
Mir Hüseyin:--Evet alçak Olcayto ben. Böyle bir günü beklemiyordun değil mi?
Olcayto'nun gözü birden...

OTUZİKİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
OTUZÜÇÜNCÜ BÖLÜM

...dinamit fitilini gördü. Gözleri yuvalarından fırlayacak gibi oldu.
Kekeleyerek:
--Bana ne yapacaksınız? diye sorabildi.
Cesim:--Hainlere ne yapılır, Olcayto?
Olcayto:--Ne olur bana kıymayın?
Cesim:--Sen kadınlara kıydın, Olcayto, çocuklara kıydın,yaşlılara kıydın, mücagidlere kıydın ve
en son Abdulkadir ile ailesine kıydın. Ne adına ha Olcayto, ne adına?
Olcayto:--Ne olur beni affedin, ne isterseniz yaparım. Tüm günahlarıma tevbe ediyorum,
artık sizin sadık bir hizmetkârınız olarak çalışırım.
Cesim:--Tevbenin kabul edilmediği iki zaman vardır, Olcayto. Birincisi sekerat esnasında, diğeri
ise güneş batıdan doğduktan sonra. Sen tevbenin kabul olunmadığı zamandasın Olcayto, sen
sekerattasın.
Olcayto:--Ellerinizi, ayaklarınızı öpeyim ne olur beni bağışlayın.
Cesim:--Söyle bakalım Olcayto, senden başka hain var mı?
Olcayto:--Evet var, dedi ve diğer hainlerin adını ve yerlerini bir çırpıda söyleyiverdi.
Cesim:--Bunları not al Mir Hüseyin, bunları not al. Söyle bakalım, Olcayto, ruslara yıllarca
uşaklık yaptın, peki onlar sana nasıl davrandılar, kendilerinden biri olarak gördüler mi?
Olcayto:--Maalesef hayır, bana daima bir hayvan muamelesi yaptılar, ve bana çok aşağılık
işler yaptırdılar. Ama ben bunların farkına yeni vardım.
Cesim:--Senin hayvan muamelesi gördüğüne inanmıyorum, hayvanlar insanlardan iyi muame-
le görürler, bazı hayvanlar vardır ki bazen insana arkadaş bile olur. Hayır Olcayto hayır. Sen
hayvanca muameleye bile layık görülmemişsin.
Söyle bakalım Olcayto, sen hiç bir atın başka bir atı ihbar ettiğini, başka bir yaratık ile bera-
ber olup onun aleyhine çalıştığını gördün mü? Göremezsin Olcayto, göremezsin. Sen ve senin
gibiler hayvanlardan daha aşağılıktırlar.
Olcayto:--Haklısınız, ne derseniz haklısınız! Yaptığım kötülüğün, daha yeni farkına vardım.
Beni bağışlayın, ne isterseniz yaparım, öl dediğiniz yerde ölürüm.
Cesim:--

Olcayto'yu sorguda bırakalım da kafilede son durum ne ona bakalım.
Meryem'in olduğu kafile Caharkale'ye doğru yoluna devam ediyordu.

Meryem de kitap oku-
maya. Doğrusu bu zaman zarfında, islam adına çok şey öğrenmişti. Öğrendikleri onu bir nebze
olsun etkilemişti, ama saf değiştirmeye yetecek kadar değildi. Bunun için henüz erkendi. Meryem'in
doğru yolu bulması için, mücahidlerin yaşantılarını, tavır ve davranışlarını görmesi gerekiyordu.
Bir insanın fikir ya da saf değiştirmesi için, safına katılacağı kişinin ya da kişilerin yaşantılarının
diğerlerinden farklı olması gerekiyordu.
Efendimiz (sav) bir kişiye kâl yoluyla islamı anlatıyorsa, on kişiye hatta belki de yüz kişiye, hâl
yoluyla anlatıyordu. Hâl yoluyla yapılan anlatım, kâl yoluyla yapılan anlatımdan daha etkiliydi.

Meryem yeni bir konu bulmuş onu okuyordu. Bu esnada bindikleri araç bir köşeyi dönmüştü ki..


OTUZÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
OTUZDÖRDÜNCÜ BÖLÜM

...Araç şiddetle sarsıldı ve durdu. Hepsinin korkudan benzi sararmıştı. Ne var ne oluyor diye
etraflarına bakındılar. Yoksa saldırıya mı uğramışlardı. Araç durmuştu. Aşağıya indiler, etrafa
aracın sağına, soluna, altına baktılar ama hiç bir olumsuzluk görünmüyordu. Ne olmuştu bu kah-
rolası araca. Şoför aracı çalıştırmak için marşa bastı ama nafile. Bu arada nasıl olduysa, şoförün
aklına, yakıt göstergesine bakmak gelmişti. Gösterge sıfırı gösteriyordu. Şoför.
--Komutanım, yakıtımız bitti.
Komutan:--Kahrolası benzin, tam zamanını buldu. Bir bu eksikti. Hemen iki kişi gidip benzin bulun
yakınımızda bir ileri karakol olması lazım.
--Başüstüne, dedi rus askerlerinden şoför olanı.
Hemen yanına birini alıp ileri doğru yola koyuldular. Bu arada, Meryem "Sahabe Hayatından Tablo-
lar" okumaya devam ediyordu.
Bu seferki konu Yermük Savaşıydı. Bu savaşta da ibret alıbacak çok enteresan olaylar vardı. Meryem
okumaya başladı:
Hz. Muhammed (sav) ve tüm diğer peygamberlerin hak dinin yayılması,
güzel ahlakın yaşanması için verdikleri kararlı, cesur ve fedakarane mücadelenin bir benzeri de Sahabe-i Kiramın hayatına hakimdir. Sahabe-i Kiram, Peygamber Efendimiz (sav)i hayatta iken ve peygamber olarak gören mümin kimselerdir. Peygamberimiz (sav)in mücadelesine gerek mallarıyla gerekse de canlarıyla büyük destek veren Sahabe-i Kiramın bu ahlakları, İslam tarihi boyunca yaşamış tüm Müslümanlar için büyük şevk kaynağı olmuştur. Cesaretleri, azim ve kararlılıkları, iman kuvvetleri, Allaha ve Resulü'ne olan kayıtsız şartsız sadakatleri, en zor şartlar altındayken bile yalnızca Allahın rızasını gözetmeleri, Resulullahın nefsini kendi nefislerinden üstün tutmaları, yüzyıllardır İslam tarihinde şerefle anılmaktadır. Sahabeler geçmiş yaşamlarını bir an bile düşünmeden arkalarında bırakmış, toplumun tüm tehdit ve baskılarına rağmen Allahın Resulnün hak dinine uymuşlardır. Onlar Allahın rızasını kazanabilmek için her türlü zorluğu, sıkıntıyı severek göze almışlardır.
İlk Müslümanlar arasında güçlü kabilelere mensup kişiler olduğu gibi, müşriklerin kölesi konumunda oldukları için güçsüz olan kimseler de bulunuyordu. Bu kimseler, Müslümanlığı kabul edip Resulullahın yoluna uydukları öğrenildiğinde kendilerine her türlü sözlü ve fiili saldırı, iftira, eziyet ve işkencenin yapılabileceğini çok iyi biliyorlardı. Çevrelerinde de bu durumun pek çok örneğini görmelerine rağmen Peygamberimiz (sav)in çağrısına tereddütsüz olarak uymuşlardır.
Nitekim bu nedenle müşrik toplumun türlü saldırılarıyla karşılaşmış, ancak yine de doğru yoldan hiçbir şekilde ayrılmamışlardır. Allaha sığınarak sabretmiş ve tevekkül etmişlerdir. Allahın kendilerini güvenliğe kavuşturacağını umut ederek imanlarında kararlılık göstermişlerdir.
Peygamberimiz (sav)e büyük bir sevgi ve sadakatle bağlanmış, canlarıyla mallarıyla Ona destek olmuşlardır. Hak dinin ve güzel ahlakın insanlar arasında yayılması için büyük bir ihlasla hareket etmişlerdir. Yaşadıkları bu sıkıntıları ise, daima Allahın rahmetine vesile olacak bir yol ve nimet olarak nitelendirmişlerdir. De ki: Siz bizim için iki güzellikten (şehitlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allahın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz. (Tevbe Suresi, 52) ayetiyle bildirildiği gibi, Allah rızasını hedefledikleri için ölümü ya da yaralanmayı bile birer güzellik olarak görmüşlerdir. Allaha ve Resulullaha olan sevgileri güçlerine güç katmış, normal bir insanın gösterebileceği cesaretin, azim ve şevkin en fazlasını göstermişlerdir.
Bu kimseler Allaha ve Resulne uymaya davet edildiklerinde Rabbimiz, biz: Rabbinize iman edin diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik yapanlarla birlikte öldür. (Al-i İmran Suresi, 193) ayetiyle bildirildiği gibi, imanı tereddütsüz olarak kabul etmiş ve bu sözlerine sonuna kadar sadık kalmış kimselerdir. Allahın rızası, peygamberin sevgisi, onlar için dünyanın her türlü nimetinden daha sevgili olmuştur. Dünya malını, Müslümanların huzuru, rahatlığı ve İslamiyetin yayılması için feda etmiş, kendilerinden yana bir mal hırsına kapılmamışlardır.

Esad b. Zürare

Ey Allahın Resulü!.. Allah kimin doğru yolda olmasını istiyorsa ve bütün bu işlerin neticesinde kim hayrı arıyorsa tüm bunlar onlara kolay gelir. Biz herşeyimizle sana icabet ettik, senin getirdiğine iman ettik, kalbimizde yerleşen marifeti tasdik ettik. Bu hususta sana biat ediyoruz. Rabbimize ve senin Rabbine biat ediyoruz. Allahın Eli ellerimizin üstündedir. Bizim kanlarımız senin kanının önündedir. Ellerimiz senin ellerinin altındadır. Biz kendi nefsimizi, çocuklarımızı ve hanımlarımızı nelerden korursak seni de onlardan koruruz. Eğer bu vaadleri yerine getirirsek bunu Allah için yapmış oluruz. Bundan dolayı da şaki oluruz. Ey Allahın Resulü! Bu sözlerim samimiyetle söylenmiş sözlerdir. Yardım ancak Allahtandır.
Semmas b. Osman el Mahzumi

Sahabe-i Kiram her olayda Peygamber, müminler için kendi nefislerinden daha evladır... (Ahzab Suresi, 6) ayetiyle bildirilen ahlakı yaşamış, Allahın Resulünü korumak için kendi canlarını ortaya koymuşlardır. Bu ahlakı yaşayan müminlerden biri de Semmas b. Osmandır. Uhud Savaşı esnasında Peygamberimiz (sav)i arkadan vurmaya çalışan bir kimsenin önüne atılarak kendisini Resulullaha siper etmiş ve aldığı ağır yara ile şehit olmuştur.

Talha bin Ubeydullah

Hz. Ebubekir ve Hz. Osmanın ardından Peygamberimiz (sav)e tabi olarak ilk Müslümanlardan olma şerefine erişen ve bundan dolayı işkenceye uğratılan Talha bin Ubeydullah da Uhud Savaşında Resulullahı koruyabilmek için büyük kahramanlıklar gösteren sahabelerdendir. Peygamberimiz (sav)in yanında bulunan bütün sahabelerin şehit düşmesiyle birlikte Resulullahın yanında Onu koruyabilecek tek kişi Talha bin Ubeydullah kalmıştır. Pek çok kılıç darbesi almasına rağmen büyük bir cesaretle savaşmaya ve Resulullahı korumaya devam etmiştir.
Malik bin Zübeyr adındaki çok keskin bir nişancının Peygamberimiz (sav)e attığı oklara karşı koyabilmek için oklara elini tutan Talha bin Ubeydullahın eli parçalanmış ve parmakları bu yüzden çolak kalmıştır. Bu savaşta seksene yakın yara aldığı, hemen her yeri kılıç, mızrak ve ok darbeleriyle yaralandığı halde Resulullahın yanından ayrılmamış, Onu korumaya çalışmıştır. Hz. Ebû Bekir ve Sad bin Ebî Vakkâs, Resûl-ü Ekrem Efendimiz (sav)in yanına yetiştiği sırada kan kaybından bayılan Talha bin Ubeydullahın ayılır ayılmaz sorduğu ilk soru ise kendisine değil, yine Resulullaha yönelik olmuştur. Bu olay rivayetlerde şöyle anlatılmaktadır:
Sevgili Peygamberimiz (sav), Hz. Ebûbekire, hemen Hz. Talhaya yardıma koşmasını emrettiler. Ebû Bekr-i Sıddîk, Hz. Talhanın ayılması için mübârek yüzüne su serpti. Talhâ bin Ubeydullah Hazretleri ayılır ayılmaz;
- Yâ Ebû Bekir! Resûlullah nasıl?
- Resulullah iyidir. Beni O gönderdi.
- Allahu Teâlaya sonsuz şükürler olsun. O sağ olduktan sona her musîbet hiçtir. (Salih Suruç, Kainatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, cilt 1, Yeni Asya Neşriyat)
Görüldüğü gibi Sahabe-i Kiram, Peygamberimiz (sav)e kendilerini siper edip böyle mübarek bir insanı koruma şerefine erişebilmek için birbirleriyle yarışacak kadar büyük bir ihlas ve samimiyetle hareket etmişlerdir. Allah, onların bu ihlaslı tavırlarını tarih boyunca yaşamış olan tüm Müslümanlar için bir şevk kaynağı kılmıştır. Onların o dönemin çok zor şartları altında verdikleri halisane mücadele, yaşadıkları derin iman coşkusu ve sadakat, Allaha olan sevgileri, Peygamberimiz (sav)e olan düşkünlükleri Allahın izniyle İslamiyetin kısa sürede tüm dünyaya yayılmasına ve insanların geniş kitleler halinde hak dine girmesine vesile olmuştur.

Abdullah bin Zübeyr

Abdullah bin Zübeyr ise henüz on iki yaşlarındayken Yermük Savaşı'na, bundan dört sene sonra ise Mısırın fethine katılarak küçük yaşta gösterdiği şevk ve cesaretiyle tüm Müslümanlara örnek olmuştur. Aynı şekilde hem yaşça çok ileri hem de ayağı sakat olan Amr. b. Cemuh da imanın coşkusu ve Allahın rızasını kazanma arzusuyla Peygamberimiz (sav)den Uhud Savaşı'na katılmak için izin istemiş ve bu savaşta şehit düşmştür.

Ebu Talha

Resulullah (sav) vefat edinceye kadar onunla, ardından Hz. Ebubekir
ve sonra da Hz. Ömer vefat edinceye kadar da onlarla birlikte savaşan Ebu Talha ise ilerleyen yaşına rağmen Müslümanlarla birlikte bir kez daha savaşa çıkmakta ısrar etmiş ve çıktığı bu savaşta denizde iken şehit düşmüştür. Görüldüğü gibi tüm ömürlerini Allahın rızasını kazanmak için çaba harcayarak geçiren bu mübarek kimseler de, imanın şevkiyle yaşlılıklarında bile aynı şekilde savaşacak fiziksel gücü kendilerinde bulabilmişlerdir.

Ümm-i Ümare Nesibe binti Kab

Çocuklar ve yaşlıların yanı sıra, Peygamberimiz (sav) döneminde ihlas, cesaret ve fedakarlıklarıyla öne çıkan bir diğer kesim ise saliha mümin kadınlar olmuştur. Bu örnek kadınlardan biri Ümm-i Ümare Nesibe binti Kabdır. Gazilere su dağıtmak ve yaralarını sarmak göreviyle katıldığı Uhud Savaşının şiddetli bir anında, Resulullaha saldıran bir kimseye karşı fedakarane bir mücadele vermiştir.
Kendilerini, hanımlarını ve çocuklarını korudukları gibi Allah Resulü'nü de koruyacaklarına dair Akabede Allahın Resulü'ne biat eden Nesibe binti Kab, savaşın bir anda Müslümanların aleyhine dönüştüğünü ve düşmanların Allahın Resulünün etrafında yoğunlaştığını görmüş ve kılıca sarılarak Peygamberimiz (sav)i korumaya çalışmıştır. Diğer sahabelerle birlikte Peygamberimiz (sav)in etrafını çevirerek vücutlarını ona kalkan yapan kişilerden biri olan Nesibe binti Kab, pek çok yerinden yaralanmıştır. (Ziyad Ebu Ğanime, Mevakıfu Batule min sun'I I-İslam -Asrı Saadetten Günümüze İslam Kahramanları, İstanbul, 1993)

İkrime bin Ebu Cehil

Kendilerinden, aşiretlerinden, akrabalarından önce daima Peygamberimiz (sav)in güvenliğini düşünen örnek Müslümanlardan biri de İkrime bin Ebu Cehildir. Müslümanlara olan kin ve düşmanlığıyla bilinen Ebu Cehilin oğlu olan İkrime bin Ebu Cehil, Hz. Ebubekirin hilafeti döneminde Bizanslılara karşı yapılan Yermük Savaşı'na katılmıştır. Zaferle neticelenen savaşın sonunda ağır yaralanan El Haris İbni Hişam, Süheyl b. Amr ve İkrime İbni Ebu Cehilin birbirlerine gösterdikleri fedakar tavır şöyle rivayet edilmektedir:
Yermük Savaşı'nda, Haris b. Hişam, İkrime b. Ebu Cehil ve Süheyl b. Amr ağır yaralar alarak yere düştüler. Haris b. Hişam içmek için su istedi. Askerlerden biri ona su götürdü. İkrimenin kendisine baktığını görünce Bu suyu İkrimeye götür dedi. İkrime suyu alırken, Süheylin kendine baktığını gördü, suyu içmeyerek Bunu götür Süheyle ver dedi. Fakat su Süheyle yetişmeden Süheyl öldü. Bunun üzerine sucu İkrimeye koştu. Fakat İkrime
,de ölmüştü. Hemen Harisin yanına koştu. Haris de ölmüştü. Görüldüğü gibi sahabeler ölmek üzereyken ve belki de yardıma en muhtaç oldukları anda bile, kendilerinin değil Müslüman kardeşlerinin nefsine öncelik vermişlerdir. Kuşkusuz böylesine fedakar bir ahlakını yaşayabilmeleri Allaha ve ahirete kesin bilgiyle inanmalarından, Allaha gönülden teslim olmuş olmalarından kaynaklanmaktadır.
Normal şartlarda böyle bir durumda, yaralanan bir kişi kendi canına gelen zararı telafi etmek ve daha fazla zarara uğramadan canını kurtarmak için çalışır. Ancak Sahabe-i Kiram bunun tam tersine hareket etmiştir; canlarına gelen zararın kendileri için büyük bir hayır olduğunu bilmelerinden dolayı, bu durumu coşkuyla karşılamış, Allah rızası için hiç düşünmeden daha fazlasına talip olmuşlardır. Yaralı olarak savaşmaya devam ettiklerinde kolaylıkla ölümle karşılaşabileceklerini bildikleri halde, ölümü bir güzellik olarak gördükleri ve şehitlik mertebesine ulaşabilmeyi canı gönülden arzu ettikleri için hiçbir tereddüte kapılmamış, şevkle mücadeleye devam etmişlerdir.
Allah, Kendi yolunda fedekarca mücadele eden müminler için Kuranda şu şekilde bildirmiştir:
Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever. Onların söyledikleri: Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kafirler topluluğuna karşı yardım et demelerinden başka bir şey değildi. Böylece Allah, dünya ve ahiret sevabının güzelliğini onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları sever. (Al-i İmran Suresi, 146-148)
Kuranda Sahabe-i Kiram gibi Allahın rızası için her türlü fedakarlığı göze alan samimi Müslümanların cennetle müjdelendikleri şöyle bildirilmektedir:
Nitekim Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevab verdi: Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam. Sizin kiminiz kiminizdendir. İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp-çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu,) Allah Katından bir karşılık (sevap)tır. (O) Allah, karşılığın (sevabın) en güzeli Onun Katındadır. (Al-i İmran Suresi, 195)

Meryem'in aklı hâlâ olanları almıyordu. Ruslar ufacık bir çıkar için


birbirlerini yerken, sahabeler ise
tam tersine kardeşleri için, düşünmeden ölüme atılıyorlardı.

Olcayto Cephesinde Son Durum

Cesim:--Demek ne istersek yapaksın hatta ve hatta öl desek öleceksin ha! Çok ilginç, çok ilginç!
Olcayto:--Evet dediklerinizin hepsini yapmaya hazırım. İçinden ise (ah ulan ah! Buradan bir kurtul-
saydım seni parça parça edip köpeklere yedirmez miydim diye geçiriyordu).
Cesim:--Peki Olcayto, önce ruslar hakkında bize bilgi ver.
Olcayto:--Tamam, dedi ve asker sayısı, silah, mühimmat ve yiyecek ile giyecek hakkında detaylı
bilgiler verdi.
Cesim:--Güzel, güzel! Peki bunları nerede saklıyorlar?
Olcayto:--Ellerimi çözerseniz size kroki çizebilirim.
Cesim:--Hayır buna gerek yok, sen söyle krokiyi ben çizerim.
Olcayto:--Peki, öyle olsun, dedi ve başladı anlatmaya, öyle bir anlatıyordu ki, sanki karşınızda bir
hazin değil de, üniversite hocası duruyordu. Cesim planı çizdi. Gerekli yerlere gerekli işaretleri koydu.
Kroki tamamdı. Bu onların çok şine yarayacaktı. En azından füze atışlarında daha kolay isabet ettire-
ceklerdi.
Cesim:--Kroki tamam Olcayto. Peki buraya yardım malzemeleri nasıl geliyor?
Olcayto:--Yardım malzemeleri sivil araçlarla geliyor. Şayet yüklü miktarda silah ve mühimmat gele-
cekse, o zaman askeri araçlar, kalabalık bir asker eşliğinde getiriyor.
Cesim:--Anladım, peki hangi yolu takip ediyorlar.
Olcayto:--Gürcistan üzerinden geliyorlar.
Cesim:--Ya! demek Gürcistan ha! Bak bunu söylediğin çok güzel oldu, aferin Olcayto.
Olcayto, Cesim'in bu tavrı karşısında umuda bile kapılmış, serbest bırakılacağını bile düşünmeye
başlamıştı.
Cesim:--Evet Olcayto, sana son bir sorum olacak. Duyduğumuza göre....

OTUZDÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
OTUZBEŞİNCİ BÖLÜM

...buraya rusya'dan yeni bir casus geliyormuş, aslı var mı? Aslı varsa ki var, o halde bu casus
kim?
Olcayto:--Evet bir casus geliyor, hem de Çeçen kökenli, adı da Meryem, buraya geldiğinde
benimle görüşecek. İşte beni serbest bırakmak için, bir neden daha. Beni serbest bırakırsa-
nız onu yanlış yere yönlendiririm, böylece ondan gele bilecek tehlikeleri de bertaraf etmiş olu-
rum. Nasıl bu akıllıca olmaz mı?
Cesim:--Ne demek! tabi ki akıllıca olur.
Bu arada Olcayto'nun verebileceği tüm bilgiler alınmıştı, bu nedenle bu kafir, zalim ve alçak
herifin, daha fazla yaşamasının hiç bir anlamı yoktu. Hem zebanileri de daha fazla bekletmemek
gerekiyordu.
Cesim:--Bak Olcayto, ne geldi aklıma? Ben diyorum ki, Meryem'i yanlış yola sevk etmektense
onu doğru yola sevk etmek daha güzel.
Olcayto:--Evet, evet! bak bu daha akıllıca. Ben bunu yapa bilirim.
Cesim:--Sen mi! Sen mi insanları doğru yola sevk edeceksin? Güldürme beni Olcayto.
Olcayto:--Bakın daha ömce de söylemiştim, ne isterseniz yaparım diye. Bu konuda da elimden
geleni yaparım.
Cesim:--Evet Olcayto! söylemiştin. Hatta demiştin ki "Şayet ölmemi isterseniz, ölürüm" de demiş-
tin. Hatırlıyor musun.
Olcayto:--Evet hatırlıyorum, hatırlamaz olur muyum? Bana öl derseniz ölürüm, yeter ki beni serbest
bırakın.
Cesim:--Madem ki öyle, dedi Cesim ve durdu, derin bir iç geçirdi. Olcayto iyice heyecanlandı. Evet
evet, galiba onu serbest bırakacaklardı. İçin için sevinmeye bile başlamıştı.
Cesim, Olcayto'ya döndü ve:
--O halde şimdi öl, Olcayto, evet şimdi öl. Hem seni sabırsızlıkla bekleyenler var. Eminim sen de onları
özlüyorsundur!
Olcayto:--Ne!, ne dedin? A! a! ama hani demiştin ki...
Cesim:--Ben bir şey demedim, Olcayto. Sana hiç bir söz vermedim. Hem unutma ki sana en ufak bir
fiske bile vurmadık, seni evden alırken sana vurduğumuz darbeden başka. Onu da mecburen vurduk.
Şayet gelmeni isteseydik, rızanla gelmezdin. Sonra seni buraya kadar sırtımızda taşıdık. Bu iyiliğimizi de unutma. Sana bir şey söyliyeyim mi, Olcayto? Domuz kadar da ağırmışsın. Evet Olcayto, şimdi ayrılma zamanı. Tabi bu arada biraz zamanın var. Etrafını iyice gözle, bir daha böyle manzara seyredemiyeceksin. Şu yeşilliğe doya doya bak. Eğer müslüman olsaydın, hem bu dünyadaki manzaraları seyrederdin, hem de Cennet'teki manzaraları. Ama sen gayr-i müslim olduğundan, sana bundan
böyle her iki tarafta da güzellikler haram Olcayto.
Cesim:--Ebu Süleyman, fitili ateşle!
Ebu Süleyman:--Tamam, Cesim, hemen ve hem de büyük bir zevkle.
Olcayto:--Hayır bunu yapamazsınız. Siz müslümansınız. Müslüman bunu yapamaz.
Bu arada, Ebu Süleyman fitili çoktan ateşlemişti bile. Fitilin yanarken çıkarttığı ses, daha bir hoş geli-
yordu bugün.

Cesim:--Şunu unutma Olcayto, sizin müslümanlara yaptıklarınızın, binde birini biz, sana yapmadık.
Ruslar, hâlâ oyuncak şeklinde bombalar yapıp, uçaklardan atıyorlar. Bu oyuncak bombalar yüzünden
binlerce çocuk şehid oldu, binlercesi de sakat kaldı. İşte senin köpeklik yaptığın zihniyet.
Olcayto:--İyi ama, çocuklar onların bomba olduğunu bilmiyor ki.
Cesim:--Şuna bakın, özrü kabahatinden büyük. Kapa o uğursuz çeneni!
Fitildeki ateş hızla Olcayto'ya doğru yaklaşıyordu. Olcayto yalvarmaya devam ediyordu. Fitildeki ateş
Olcayto'ya beş metre kadar yaklaşmıştı ki...

OTUZBEŞİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
OTUZALTINCI BÖLÜM

...--Ebu Süleyman, Mir Hüseyin..


Bu Esnada Karargâh'ta



Komutan:--Ebubekir!
Ebubekir:--Buyur komutanım!
Komutan:--Senin şu rus askeriyle buluş, araç ve malzemeleri bugün almamız lazım. Olcayto
öldürülürse, araç ve malzemeleri almamız tehlikeye girebilir.
Ebubekir:--Başüstüne komutanım! ben hemen gideyim.
Komutan:--Yanına yeni gelen mücahidlerden birini de al. Çok dikkatli olun.
Ebubekir:--Başüstüne komutanım.
Ebubekir, yanına yeni gelen mücahidlerden Seyfi'yi aldı. Seyfi çok cesur bir mücahiddi. Gözünü
budaktan sakınmayan biriydi. Tam bu iş için biçilmiş kaftandı.
Gerekli hazırlıkları yaptılar, yanlarına vermeleri gereken parayı ve silahlarını alıp, dağdan
aşağıya inmeye başladılar. Ebubekir bu dağa alışıktı, ama Seyfi bu dağın acemisi olduğu için
biraz zorlanıyordu. Hatta bir kaç kere kaydı, yuvarlanma tehlikesi de atlattı ama Allah'a (cc)
hamdolsun ki herhangi bir tehlike yaşanmadı.
Dağ çok sarptı, ruslar bu dağa tırmana mıyordu, Mücahidler ise dağa alışmışlardı. Sanki dağ da
micahidlerden biriydi. Ve sanki mücahidlere elinden gelen yardımı yapıyordu.
Şayet insanlar Allah'ın dinine yardım ederlerse, Allah (cc) da onlara yardım ediyordu. Bu yardım
bazen dağ vesilesiyle ola biliyordu.
Ebubekir ve Seyfi dağın eteğine indiler. Dürbünle etrafı gözetlediler. Bugün Allah'ın (cc) yardımı-
nı bizzat müşahade ediyorlardı. Nöbette araç ve malzemeleri verecek olan rus bulunuyordu.
Ebubekir kuş sesi çıkararak, rus askerine geldiğini haber verdi. Rus askeri de aynı şekilde karşılık
verdi. Etrafı kolaçan ederek dikkatli bir şekilde rus, nöbetçi kulübesine yaklaştılar. Her türlü ihti-
male karşı tedbirli davranıyorlardı, elleri tetikteydi.
Rus askerinin yanına vardılar. Nöbetçi kulübesi karargâhtan uzak ve ağaçlık bir yerdeydi. Karar-
gâhtan birilerinin orada olanları görmesi mümkün değildi. Ama her türlü ihtimale de açık olmak ge-
rekiyordu.
Rus askeri:--Nerede kaldınız? gelmiyeceğinizi sandım.
Ebubekir:--Biz verdiğimiz sözü tutarız. İki elimiz kanda da olsa, geliriz dediğimiz yere gideriz. Allah'ın
(cc) hükmü başka ise, o emir de başımızın üzerinedir.
Rus askeri:--Tamam, tamam! parayı getirdin mi?
Ebubekir:--Getirdim tabi, getirmez olur muyum?
Rus askeri:--Hani nerede?
Ebubekir:--İşte burada, diyerek parayı gösterdi.
Rus askeri:--Ver parayı!
Ebubekir:--Aracı ver paranı al.
Rus askeri:--Tamam, tamam! hadi gidelim.
Rus askeri, araç ve malzemeleri karargâhtan uzak bir yere gizlemişti. Araca doğru yürümeye başla-
dılar. Aracın yanına varmışlardı ki....


Bu Esnada İnfaz Yerinde

...çabuk uzaklaşın! dedi ve Olcayto'ya yüz metre mesafede bulunan bir tümseğin ardına doğru
koştular. Tümseğin ardında sık bir çalılık vardı. Çalıların altına varmışlardı ki...

OTUZALTINCI BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
OTUZYEDİNCİ BÖLÜM

...birden bir rus aracı çıka geldi, Ebubekir ve Seyfi ile rus askerini yanyana gördüler. Hemen
araçtan indiler, tam onlara ateş açacakken, birden şiddetli bir patlama sesi duyuldu, ruslar
şoka girmişti, Ebubekir ve Seyfi'nin yanındaki rus korkudan bayılmış, diğerleri ise bayılmaktan
beter olmuş, oldukları yere yığılmışlardı.
Ebubekir ve seyfi hemen rusların yanına koşup onları kurşun yağmuruna tuttu, araçtaki üç
rus anında ölmüştü. Onların silahlarını aldılar, diğer rusun cebine ise paranın geriye kalan kısmını
koyup aracın yanına gittiler. Hemen araca binip oradan uzaklaştılar. Aracı tam zamanında almış-
lardı. Şayet o gün aracı almasalardı, ertesi gün aracı alma ihtimalleri oldukça tehlikeye girmişti.
Seyfi:--Ebubekir, be patlama neyin nesiydi? vallahi benbile korktum.
Ebubekir:--Bu patlama, Abdulkadir ve ailesinin intikamının alınması anlamına geliyor. Sanırım
Cesim ve yanındakiler, çok iyi bir iş başardılar.
Seyfi:--Allah-u Ekber! Allah-u Ekber!
Ebubekir ve Seyfi tekbir getirerek, aracı Çeçen Karargâhı'nın güneyinde, emniyetli bir yere getirip
park ettiler.
Ebubekir:-- Seyfi!, burada mı kalmak istersin, yoksa komutana gidip haber mi vermek istersin?
Şimdi merak içerisinde bizden haber bekliyorlar.
Seyfi:--Ben burada beklerim. Sen git haber ver.
Ebubekir:--Tamam, ama çok dikkatli ol. Aracın başına bir şey gelmesin. Bu araç bizim için çok
şey ifade ediyor.
Seyfi:--Tamam! merak etme. Cesedimi çiğnemeden kimse bu araca zarar veremez.
Ebubekir:--Allah (cc) senden razı olsun ve seni korusun. Allah'a emanet ol.
Seyfi:--Allah (cc) senden de razı olsun ve seni korusun.

Ebubekir, takriben bir saatlik bir yürüyüşten sonra, karargâha vardı. Komutan başta olmak üzere,
herkes onları merakla bekliyordu. Ebubekir'i yalnız görünce, bir an için endişeye kapıldılar.
Ebubekir:--Selamun aleykum!
Komutan ve mücahidler:-- Vealeykum selam ve rahmetullah!
Komutan:--Ne oldu Ebubekir! Seyfi nerede, olumsuz bir şey mi oldu?
Ebubekir:--Hayır komutanım! Allah'a (cc) şükür ki olumsuz bir şey olmadı. Tam aracı almak üzere
idik ki, bir rus aracı geldi, içinde üç asker vardı. Bizi görmüşlerdi. Bize ateş edecekken, sizin de duy-
muş olduğunuz patlama sonucunda, hepsi yere yığıldı. Biz de onları öldürüp, hem silahlarını aldık ve
hem de aracı alıp getirdik. Bu arada, paranın geriye kalan kısmını, irtibatta olduğum rus askerinin
cebine koydum. O da korkudan bayılmıştı.
Komutan:--İyi ettin Ebubekir! Peki Seyfi nerede?
Ebubekir:--Seyfi'yi nöbetçi olarak bıraktım.
Komutan:--İyi etmişsin, Allah (cc) sizden razı olsun, sizi her türlü kötülüklerden korusun.
Ebubekir:--Allah (cc) sizden ve tüm kardeşlerimizden de razı olsun ve sizi başımızdan eksik etmesin.
Mücahidler, komutanları Mus'ab'ı çok seviyorlardı. Adeta bir baba şefkatiyle onlara davranıyordu.
Herkesin derdi ile dertleniyor, bir mücahid yaralansa ya da hasta olsa onunla bizzat ilgileniyor, sa-
bahlara kadar onun başında bekliyordu. Bu nedenle, mücahidler ona yürekten bağlıydılar. Bugüne
kadar verdiği emirlere muhalefet eden olmadığı gibi, verilen emirleri can-ı gönülden yerine getiriyor
bu konuda adeta birbirleri ile yarışa giriyorlardı.

Komutan:--Hasan! Ebu Basir!
Hasan ve Ebu Basir:--Buyrun komutanım.
Komutan:--Siz aracın yanına gidip nöbet tutun, Seyfi kardeşimiz gelip dinlensin.
Hasan ve Ebu Basir:--Başüstüne komutanım! diyerek aracın olduğu yöne doğru hızla yola koyulup gözden kayboldular.

Bu Arada İnfaz Yerinde

...birden şiddetli bir patlama oldu. Olcayto'nun bedeni param parça olmuştu. Olcayto'nun cesedi_
nin parçaları, Caharkale'nin her tarafına dağılmıştı. Kafası, rus karargâhına, rus subayının önüne
düştü. Patlamanın şiddetiyle şoka giren rus subayı, Olcayto'nun, o pis kellesini orada görünce,
olduğu yere yığıldı. Korkudan ödü patlamıştı. Rus askerleri hemen onun yanına koşup revire götür-
düler. Doktor muayene etti ve:
--Komutan ölmüş, götürün ve gömün.
Rus askerleri, komutanı götürüp gömdüler.
Bu arada Olcayto'nun ölmesinden sonra, Cesim, Ebu Süleyman ve Mir Hüseyin, çalılıktan çıkıp Ol-
cayto'nun yanına varmışlardı ki...

OTUZYEDİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
OTUZSEKİZİNCİ BÖLÜM

...birden bir rus askeri aracı görün dü. Hemen kendilerini yere atıp, ateş açtılar. İlk ateşte
iki rus askerini hakladılar. Geriye üç rus kalmıştı. Aralarında şiddetli bir çatışma başladı. Mir
Hüseyin kolundan hafif şekilde yaralandı. Kurşun sıyırıp geçmişti. Takriben yarım saat süren
bir çatışmanın sonuna doğru, Cesmi, Ebu Süleyman ve Mir Hüseyin'in cephaneleri bitti. Rus
askerleri de çok korkmuşlardı. Öyle ya karşılarındakilerin ŞEHİDLİK gibi bir beklentileri vardı.
Oysa onların öyle bir beklentileri yoktu. Bu nedenle burunlarını dahi gösteremiyorlardı.
Cesim:--Kardeşlerim! blöf yapacağım, şayet yutarlarsa, inşaallah kurtulma ihtimalimiz olur.
Yok eğer yutmazlarsa, şehid olmaya hazır olun.
Tamam! dedi, Ebu Süleyman ce Mir Hüseyin. Zaten en büyük arzumuz şehid olmaktır.
Cesim:--Hey! oradakiler. Size teslim olmaınız öneriyorum. Sizi öldürmek istemiyoruz. Şayet teslim olursanız, canınıza dokunulmayacağı garantisini veriyorum.
Bir süre, ruslardan ses çıkmadı.
Cesim:--Sabrımız tükenmeye başladı. Teslim olacak mısınız, yoksa ateş mi edelim. Teslim
olacaksanız, silahlarınızı baqşınızı üzerinde tutun ve buraya doğru gelin.
Ruslar, silahlarını başlarını üzerinde tutarak onlara doğru gelmeye başladı. Bir kaç adım atmış-
lardı ki, Cesim:
--Şimdi silahlarınız yere bırakın.
Ruslar emre itaat edip silahları yere bıraktılar.
Cesim:--Ebu Süleyman, git ve silahları al.
Ebu Süleyman gidip silahları aldı. Ruslar da onların yanına gelmişti.
Cesim:--Düşün bakalım ömümüze.
Rus yüzbaşı Sergei:--Bize ne yapacaksınız?
Cesim:--Size söz verdim, size dokunmayacağız.
Sergei:--Yani bizi öldürmeyecek misiniz?
Cesim:--Hayır öldürmeyeceğiz.
Sergei:--Hayret! biz olsaydık size önce işkence yapar, sonra da öldürürdük.
Cesim:--Bu dediklerini biz yaparsak, sizden ne farkımız kalır. O zaman size karşı
savaşmaz, Olcayto gibi size hizmet ederdik. Bu arada, bizim silahlarımı boştu, size
blöf yaptık siz de yuttunuz. Gerçekten de çok korkakmışsınız.
Sergei:--Bizim gördüklerimizi görseydiniz, siz de korkardınız.
Cesim:--Ne gördünüz ki?
Sergei:--Başı sarılı, sakallı ve bol elbiseli, ellerinde silah olan bir çok adam vardı.
Onlara karşı savaşmak ne mümkün.
Cesim:--Sarıklı, sakallı, cübbeli adamlar mı? Subhanallah. Allah-u Ekber!

Allah (cc) onların kuvvetinin tükendiği yerde, her zamanolduğu gibi yine onlara yardım
etmişti. Tıpkı Bedir'de, tıpkı Hayber'de, tıpkı Mute'de ve işte en son burada.
Cesim ve beraberindekiler, karargâha doğru yola çıktılar. Epeyce yorucu bir yolculuktan sonra
nihayet karargâha vardılar.
Cesim:--Selamun aleykum kardeşlerim!
Vealeykum selam ve arhmetullah! Hoşgeldiniz!
Cesim:--Hoş bulduk!
Komutan:--Anlat bakalım Cesim, ne yaptınız?
Cesim:--Komutanım! emrettiğiniz gibi, gidip Mir Hüseyin buluştuk... dedi ve başlarından geçen
olayları anlattı.
Komutan:--Allah sizlerden razı olsun, sizleri cennet ve CEMAL'iyle mükafatlandırsın.
Cesim:--Amin, ecmain! komutanım. Bu arada Mir Hüseyin kardeşimizin, hafif bir yarası var,
sarılırsa iyi olur.
Komutan:--Ya! öyle mi? Geçmiş olsun Mir Hüseyin.
Mir Hüseyin:--Allah razı olsun komutanım, önemli değil, sadece bir sıyrık.
Komutan:--Olsun, hemen Mir Hüseyin'in yarasını sarın.
Sağlık görevlileri hemen Mir Hüseyin'in yarasını sardılar. Doğrusu böylesi daha iyi olmuştu.
Komutan:--Ebu Süleyman! gösterdiğin gayretinden dolayı, Allah (cc) ecrini arttırsın.
Ebu Süleyman:--Allah razı olsun komutanım. Allah (cc) hepimizin ecrini arttırsın ve bizi razı
olduğu yoldan ayırmasın.
Bu arada, güney yönünde nöbet tutan nöbetçii soluk soluğa geldi ve..

OTUZSEKİZİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
OTUZDOKUZUNCU BÖLÜM

...Komutanım! Komutanım!
Komutan:--Hayırdır Cemal! ne oldu?
Cemal:--Genel karargâhtan bir mücahid geldi.
Komutan:--Nerde peki?
Cemal:--Nöbet yerinde, çok yorgun ve açtı, şu an yemek yiyip, biraz dinleniyor.
Komutan:--Neden geldiği konusunda, herhangi bir şey söyledi mi?
Cemal:--Hayır komutanım, sanırım size söyleyecek.
Komutan:--Pekâla, anlaşıldı. Madem ki o yorgun, o halde biz onun yanına gidelim.
Cesim:--Komutanım bu esirleri ne yapalım?
Komutan:--Ah! evet esirler, onları unuttum bir an. Onları sığınağa kapatın, dönüşte onlarla ilgileniriz.
Cesim:--Başüstüne komutanım.
Komutan ve iki komutan yardımcısı, güney bölgesindeki nöbet yerine doğru yürüdüler.
Sergei, olanları şaşkınlıkla seyrediyordu. Bir komutan, nasıl olurda bir askerin ayağına
gider. Doğrusu buna bir anlam veremiyordu. Diğer yandan, bu komutan ile kendi komutan-
ları arasında en ufak bir benzerlik yoktu. Nerde bu komutan, nerde kendi komutanları.
Bu komutan bir baba şefkati ile askerlere yaklaşıyordu, hayret verici bir durum.
Komutan ve yardımcıları, haberci mücahidin yanına vardılar. Mücahid oldukça bitkin görü-
nüyordu, yemek yeyişine bakıldığında ise epeyce bir zaman aç kaldığı anlaşılıyordu.
Mücahid komutanları görünce, ayağa kalkmak için harekete geçti ama komutan:
--Otur, yemeğini ye.
Mücahid yemeğini yedi, biraz kendine geldi. Ayağa kalktı, komutan ve yardımcıları ile
kucaklaştılar.
Komutan:--Hoş geldin! nereden geliyorsun?
Mücahid:--Adım Ali, genel karargâhtan geliyorum.
Komutan:--Ben komutan Mus'ab, bu karargâhın komutanıyım.
Ali:--Size bir haber getirdim komutanım, Genel Komutan'ımız Şamil Basayev, inşaallah
yarın buraya, ziyarete gelecek.
Komutan:--Komutanımız gelecek ha, bu çok güzel bir haber. Hadi karargâha gidelim de
bu müjdeli haberi diğer kardeşlerimize verelim.
Hep beraber karargâha gittiler.
Komutan:--Kardeşlerim! Ali kardeşimiz, genel karargâhtan geldi, şimdi size çok sevine-
ceğinizi bildiğim bir haber vermek istiyorum.
Tüm mücahidler pür dikkat komutanı dinliyorlardı. Hepsi meraklanmıştı.
Komutan:--Efsanevi Komutanımız, Şamil Basayev, inşaallah yarın buraya geliyor.
Bu haber, mücahidler arasında bomba etkisi yapmıştı. Kısa bir şaşkınlıktan sonra, hep
beraber tekbir getirmeye başladılar.
Allah-u Ekber! Allah-u Ekber!
Yeni gelen mücahidlerdeni Selman:
--Komutanım! Genel Komutanımıza karşılama merasimi yapacak mıyız?
Geldiği yerde, alt düzey bir yetkili bile bir yerden, kendisinden daha alt düzeyde bir yetkili-
nin olduğu bir yere gittiğinde, karşılama merasimi yapılırdı. Burada da buna benzer şeylerin
yapıldığını sanıyordu.
Komutan, gülümsedi ve:--Evet Selman, Genel Komutanımıza bir
karşılama merasimi yapacağız amai senin düşündüğün şekilde değil. İnşaallah uygun zamanda o merasimin nasıl olduğunu göreceksin.
Bu arada, komutanın aklına rus esirler geldi. Cesime:
--Şu bizim esirleri al getir.
Cesim:--Başüstüne komutanım, dedi ve hemen gidip esirleri getirdi. Komutan esirleri karşı-
sına oturttu.
Komutan:--Ben buranın komutanıyım. Sen kimisin?
Sergei:--Ben yüzbaşı Sergei, bunlar da er Yuri ve er Boronkay.
Cesim:--Komutanım, ben esirlere eman vermiştim.
Komutan:--Senin emanın, bizim emanımızdır.
Sergei, olanlara hayretle bakıoyordu, nasıl oluyor da bir erin verdiği bir kararı, komutanı hiç
eleştirmeden kabul ediyordu.
Sergei:--Yani, bu askerin bize verdiği teminat, sizce geçerli mi?
Komutan:--Elbette geçerli. Biz her şeyden önce kardeşiz. Kardeşlik bağlarımız, ast üst iliş-
kisinden önce gelir. Ama senin bunu anlaman mümkün değil. Çünkü sizde böyle şeyler
olmaz.
Sergei:--Evet, çok haklısınız, böyle şeyler bizde olmaz. Bizde hiç bir asker böyle bir karar
verme hakkına sahip değil, kaldı ki böyle bir şeye yeltense, bunu canıyla öder. Doğrusu
aranızdaki bu ilişkiler gerçekten takdire şayandır. Size gıpta etmeye başladım. Sizin
böyle olduğunuzu bilseydim, kesinlikle size karşı savaşmazdım. Nerdeyse size esir düş-
tüğüme sevineceğim.
Komutan:--İnşaallah, bize esir düştüğüne sevineceğin bir konuma gelirsin.
Sergei bundan bir şey anlayamamıştı tabi. Komutan onun müslüman olmasını diliyordu.
Komutan:--Evet Sergei, bize vereceğin ne haberler var sende.
Sergei:--Size istediğiniz herşeyi söyleyeceğim. Ama bunu korktuğumdan dolayı değil,
sizin bu durumunuzu gördüğüm ve esir alınırken şahid olduğum şeyler için söyleyeceğim.
Size vereceğim en önemli haber yarın...


OTUZDOKUZUNCU BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
KIRKINCI BÖLÜM

...üst düzey bir rus subay grubu karargâha gelecekler. Sanırım şimdilik sizin için en önemli
haber, şimdilik bu.
Komutan:--Evet, gerçekten de bizim için çok önemli bir haber. Bunu söylediğin çok iyi oldu.
Şimdilik bu kadar bilgi yeter. Sizi kalacağınız yere götürsünler de dinlenin. Kusura bakmayın
herne kadar bizim nisafirimiz iseniz de, gerekli tedbirleri almak zorundayız. Sanırım bizi anlı-
yorsunuz.
Sergei:--Evet, sizi çok iyi anlıyorum. Doğrusu, benim yerimde siz olsaydınız, size bu kadar
hoşgörü göstermezdik.
Komutan:--İşte aramızdaki fark da bu. Biz, esirlerimize misafir muamelesi yaparız. Dinimiz
bize bunu emreder. İslâm'ın bu konudaki hükmü şudur:
Semavi Dinlerde Esirlere Davranış

Barışa, dostluğa ve kardeşliğe en çok ihtiyaç duyulan bir dönem olan günümüzde yaşanan bazı gelişmeler, dünya kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Daha önce de birçok kez gündeme gelen “esirlere nasıl davranılacağı” konusu, geçtiğimiz günlerde tekrar araştırma konusu oldu.

Tüm dünya basınında zaman zaman yer alan ve dünyanın değişik bölgelerinde meydana gelen esir ve mahkumlara yönelik insanlık dışı uygulamalar, vicdan sahibi her insanı derinden etkileyecek niteliktedir. Elleri kelepçeli olarak dövülen, giysileri çıkarılarak aşağılanan, ölüm tehdidi ile boğazına bıçak dayanan ve çeşitli sapkın işkencelere maruz bırakılan esir ve mahkumların kamuoyuna yansıyan görüntülerini seyreden insanlar, bu işkenceleri yapan kişilere karşı nefret duyguları beslemektedir. Ancak burada unutulmaması gereken önemli bir nokta vardır: Bu işkenceler, bunları yapan şahısların, kendi karanlık ve sapkın kişiliklerinden kaynaklanmamaktadır. Bu, onların yetişme sürecinde aldıkları ahlaki eğitimin sonucudur. Bu eğitimin kaynağının ise din ahlakı olmadığı açıktır. Çünkü üç semavi dinde de bu tür davranışlara yer yoktur. İslamiyette, Hıristiyanlıkta* ve Yahudilikte* esirlere merhamet ve insani duygularla davranılması gerektiği açık olarak belirtilmiştir.
“Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”

* (Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, dünyadaki diğer iki İlahi din olan Yahudilik ve Hıristiyanlık zaman içerisinde dejenere olmuş, bu dinlerin içlerine birtakım hurafeler ve batıl inanışlar karışmıştır. Bununla birlikte, Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat ve Hıristiyanların kutsal kitabı İncil incelendiğinde, hak dine ait bazı inanç ve ahlak esaslarının da muhafaza edildiği ve Kuran ile mutabık yönlerinin olduğu açıkça görülecektir. Söz konusu dinlerin hangi inançlarının tahrif edilmiş, hangilerinin hak dine uygun olduğunu ise ancak Kuran'ı ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetini rehber edinerek belirleyebiliriz.)

Kuran’da Esirlere Davranış
Tüm insanlığa önder olan Peygamber Efendimiz (sav)’in günümüzden 1400 yıl önce indirilen Kuran'da emredilen ahlaka uygun olarak, savaşlarda tutuklu bulunan esirlerin özgürlüğünü hedefleyen merhametli davranışları, tüm dünya için uygulanması gereken önemli bir örnektir.

Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, günümüzde basın-yayın organları tarafından dile getirilen esir ve mahkum hakları, ilgili devletler tarafından Cenevre Konvansiyonları kapsamında 20. yüzyılda yürürlüğe sokulmuştur. Oysa, bu hakların çok daha gelişmişi, Yüce Kuran’da bundan 14 yüzyıl önce bildirilmiştir.

İslam Ahlakı Esirlere İyilikle Davranmayı Gerektirir
İslam dininde (diğer İlahi dinlerde olduğu gibi) savaş tutsakları da dahil olmak üzere insanlara yönelik olarak işkence, hor görme, aşağılama, alaycılık, saldırganlık, azgınlık ve zalimliğe yer yoktur. Kuran ahlakına göre inananlara yakışan tavır; sevgi dolu, adaletli, vicdanlı, şefkatli, merhametli, yardımsever, fedakar, yumuşak huylu olmaktır. Dolayısıyla, intikam almak, bilgi toplamak, direnci kırmak, kontrol altına almak için veya hangi amaçla olursa olsun esirlere işkence ve kötü muamele yapmak asla kabul edilecek bir davranış değildir.

Müslümanlar her alanda olduğu gibi savaş şartlarında da adaleti gözetmekle ve Kuran ahlakını yaşamakla yükümlüdürler. Savaş sırasında ele geçirilen esir ve rehinelere iyi davranmak, insanca muamele etmek, onların haklarına saygı göstermek İslam’ın getirmiş olduğu başlıca savaş kurallarındandır. Yüce Allah, esirlerin durumuna ilişkin hükmünü şöyle bildirmektedir:
“… Sonunda onları 'iyice bozguna uğratıp zafer kazanınca da' artık (esirler için) bağı sımsıkı tutun. Bundan sonra ya bir lütuf olarak (onları bırakın) veya bir fidye (karşılığı salıverin). Öyle ki savaş ağırlıklarını bıraksın (sona ersin). İşte böyle; eğer Allah dilemiş olsaydı, elbette onlardan intikam alırdı. Ancak (savaş,) sizleri birbirinizle denemesi içindir. Allah yolunda öldürülenlerin ise; kesin olarak (Allah,) amellerini giderip-boşa çıkarmaz.” (Muhammed Suresi, 4)

Allah’ın emrinin, savaş esirlerinin karşılıksız veya fidye karşılığı salıverilmesi olduğu ayette açıkça bildirilmektedir. Müslümanların tutsaklardan intikam almaları asla İslam ahlakına yakışan bir hareket değildir. İslam’da günümüzde görülen uygulamalara, yani işkence ve kötü muameleye asla yer yoktur.

Hz. Muhammed (sav)’in Alemlere Örnek Adaleti
Hz. Muhammed (sav)’in savaş esnasındaki uygulamaları incelendiğinde, esirlere karşı en adaletli, en insani, en doğru, kısacası Kuran ahlakına en uygun tutumun hayata geçirildiği görülmektedir. Peygamberimiz (sav), sahip olduğu merhameti çevresindeki müminlere de aşılayarak “Esirlerinize iyilikle davranınız” şeklinde buyurmuş ve savaşa çıkan ordusunu bu konuda özellikle uyarmıştır:

“Allah adına çıkınız. Çünkü siz Allah yolunda savaşıyorsunuz, zulmetmeyiniz.”

Allah, Peygamber Efendimiz (sav)’e, esirlere hitap ederken şöyle söylemesini bildirmiştir:

“Ey Peygamber, ellerinizdeki esirlere de ki: "Eğer Allah, sizin kalblerinizde bir hayır olduğunu bilirse (görürse) size sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Enfal Suresi, 70)

Belirtilmelidir ki Peygamberimiz (sav)’in uygulamaları sadece esirler için değildir. Savaşta sivil halka yönelik kötü muamele ve işkenceyi de önlemiştir.

İslam Tarihinden Merhamet Örnekleri
Kuran ahlakının yaşandığı toplumlarda esirlere kötü muamele yaparak, onları devamlı esaret altında tutmak ve devletin zor işlerine koşmak kesinlikle söz konusu değildir. İnsan onurunu ve saygısını ön planda tutarak onları tekrar topluma kazandırmak için bu kişilerden -şayet esir alınan devletle aralarında bir anlaşma olmadıysa- Müslümanlara yardımcı olması düşünülen bu kişilere iyi muamele yapılması istenmiştir. Bu davranış Peygamberimiz (sav)’in uygulamalarında da böyle olmuştur.
Peygamber Efendimiz (sav), bir hadisinde şöyle buyurmuştur;
“Huneyn Savaşı'ndan sonra, Havazin kabilesinden bir heyet gelerek esirlerinin serbest bırakılmasını istemişti. Ama o sırada bütün esirler bölüştürülmüş durumdaydı. Hz. Peygamber (sav) Müslümanları toplayarak, "Bu insanlar tövbe etmiş ve pişman olmuşlardır. Esirlerinin geri verilmesini uygun görüyorum. Sizden kim hissesine düşen esiri kendi isteğiyle karşılıksız serbest bırakmak istiyorsa, o şekilde serbest bıraksın. Karşılık isteyenlere ise, Beytü'l-Mal'a ilk gelen gelirden karşılığını vereceğiz" buyurdu. Bunun üzerine 6.000 esir serbest bırakıldı. Karşılık isteyenlere de Beytü'l Mal'dan karşılığı verildi.”

İslam tarihinde esirlere yapılan adalet ve merhamet uygulamalarından bir diğeri ise Bedir Savaşı’nda Peygamberimiz (sav)’in gösterdiği örnek uygulamadır:
Bedir Savaşı’nda esirler fidye karşılığı serbest bırakılmaktadır. Fakat fidyesini ödeyemeyenler kendilerinin öldürüleceklerini beklerlerken hiç ummadıkları bir haberle karşılaşırlar. Fidyesini ödeyemeyen her esirin, on Müslüman’a okuma yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakılacakları, özgürlüklerine kavuşacakları haber verilir. Ayrıca bu uygulama Peygamberimiz (sav)’in okuma yazmaya ve ilme önem verdiğinin bir işaretidir.

Bu konuda bir diğer örnek davranış ise bir Kuran ayetinde şu şekilde bildirilmiştir:
“Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür." (İnsan Suresi, 8-9)

Esirlere kendi yedikleri ve giydiklerinden veren Müslümanlar, Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla, koşullar ne olursa olsun Kuran ahlakının güzelliklerini ortaya koymuş ve bu konuda tarih boyunca tüm dünyaya örnek olmuşlardır



Kafilede Son Durum

İki rus askeri, motorin bulmak için yola koyuldu. Epeyce gittikten sonra, bir rus ileri karako-
luna rastladılar. Karakoldaki nöbetçiler bunları görünce, silahlarını doğrulttular ve:
--Durun, klıpırdamayın!
--Ateş etmeyin! biz de rus askeriyiz.
--Ne rus askeri mi?
--Evet, rus askeri.
--Ne aryıyorsunuz burada?
--Aracımızın yakıtı bitti. Biz de yakıt aramaya çıktık.
--Ya! demek yakıt aramaya çıktınız ha!
--Evet, yakıt aramaya çıktık.
--Siz onu, bizim külahımıza anlatın, yatın yere!
--Ya, niye inanmıyorsunuz? biz gerçekten rus askeriyiz.
--Yat dedim, yoksa ateş ederim.
İki asker yere yattı. Nöbetçiler, karakol komutanına durumu haber verdi. Komutan gelenleri
tutuklamalarını sonra onlarla ilgileneceğini bildirdi.
İki askeri tutuklayıp, karakolun nezarethanesine kapattılar. Burası çok pis bir yerdi. Ahır
bile saray gibi kalırdı burada. İkisi de çok korkmuştu. Ya onlara inanmazlarsa. Doğrusu
böyle bir ihtimali düşünmek bile istemiyorlardı. Böyle, ne kadar zaman geçti bilmiyorlardı.
Epeyce bir zaman sonra, birden...

KIRKINCI BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
KIRKBİRİNCİ BÖLÜM

...ayak sesleri gelmeye başladı. Duruma bakılırsa epeyce hırpalanacaklardı. Hırpalanmaya razıydılar, yeter ki onları öldürmesinlerdi.
Kapı açıldı, dört rus askeri belirdi kapıda, içlerinden biri:
--Kalkın bakalım, komutanımız sizi bekliyor. Yeteri kadar dinlendiniz.
Komutanın yanına gitmek için dışarı çıktılar, silahların namlusu onlara doğru çevrilmişti.
Her an yanlışlıkla bir silah ateş alabilirdi. Bunun olmaması için bildikleri tüm duaları okuyor-
lardı. Nihayet komutanın kapısındaydılar. Askerlerden biri içeri girdi ve tutsakların getirildiğini
söyledi. Komutan da içeri alınmalarını emretti. İçeri alınıp komutanın karşısına geçtiler.
Komutan:--Evet, anlatın bakalım, kimsiniz ve burada ne arıyorsunuz?
Erlerden biri:--Komutanım, bizler rus askeriyiz, akaryakıtımız bitti, biz de akaryakıt aramaya
çıktık.
Komutan:--Ya, demek akaryakıtınız bitti ha?
Rus askeri:--Evet, komutanım.
Komutan:--Ve siz benim buna inanmamı bekliyorsunuz ha! Asilerin casusu olmadığınız ne
malum?
Rus askeri:--Dedim ya komutanım, biz de rus askeriyiz diye.
Komutan:--Götürün bunları ve doğruyu söyleyene kadar bir güzel tımar edin.
Korktukları başlarına gelmişti. Onları getiren askerler gerisin geri götürerek, hücrede bağladılar
ve kaba dayak atmak suretiyle işkence yapmaya başladılar. Ne kadar işkence ettilerse de
onlar rus askeri olduklarını söylediler. Aslında her şeyi kabulleneceklerdi ama, işin içinde öldürül-
mek vardı. İşkencecilerden biri komutana gidip durumu anlattı ve bunların gerçekten rus askeri
ola bileceğini söyledi. Bunun üzerine komutan onları alıp getirilmelerini istedi. Tekrar komutanın
yanına getirilmişlerdi.
Komutan:--Umarım aklınız başınıza gelmiştir. Konuşun bakalım.
Rus askeri:--Dedim ya komutanım, biz buraya akaryakıt almaya geldik. Aracımız buraya yakın
isterseniz gidip baka biliriz.
Komutan:--Pekala, beş kişi bunları da yanınıza alıp, gidip bakın hele, doğru mu söylüyorlar.
Dikkatli olun, yalan söylediklerini anlarsanız öldürün.
Rus askeri:--Komutanım bize yakıt lazım.
Komutan:--Tamam, bir bidon da yakıt alın.
Rus askerleri, yanlarına bir bidon motorin ve gelen iki askerle
birlikte bir araca binip, diğer aracın
kaldığı yere gittiler, onbeş dakikalık bir yolculuktan sonra kafilenin yanına vardılar.
Silahları ellerinde kafileye yaklaştılar. Askerlerden biri:
--Kimsiniz ve burada ne arıyorsunuz?
Kafile komutanı:--Biz özel bir görevle Moskovadan gönderildik, adım üsteğmen İvan. Bunlar da
belgelerimiz, diyerek gelen askerlere belgeleri gösterdi.
Bunun üzerine, iki rus askerini bırakıp motorin bidonunu verdiler.
İvan motorini aracın deposuna boşalttı ve oradakilere:
--Hadi hazırlanın gidiyoruz, dedi.
Kafile araca binip yola koyuldu. Yolda iki asker başlarına gelenleri anlattı. Komutan da, böyle
şeylerin burada normal olduğunu ve karakol komutanının haklı olduğunu söyledi.
Bu Esnada Çeçen Karargâhında

Karargâhta heyecanlı bir bekleyiş vardı. Gelen mücahidin verdiği habere göre, Allah'tan (cc)
bir mani olmazsa, Genel Komutan Şamil Basayev, bugün karargahlarını ziyeret edecekti.
Komutan Mus'ab, sürekli Şamil Basayev ile irtibat halindeydi, birçok kereler onunla birlikte
savaşa katılmıştı. Şamil Basayev'i de çok özlemişti. Yeni gelen mücahidler yerlerinde duramıyor-
lardı. Öyle ya Efsane Komutan ile görüşe bileceklerdi. Hepsi de çok heyecanlıydı. Komutanın
geleceği haberi verildiğinden bu yana, diğer mücahidlerden, Şamil Basayev ile ilgili çok şey
duymuşlardı. Şamil Basayev'ib buraya gelmesinin ertesi gününde, bir rus subay grubunun da
gelmesi çok iyi olmuştu. Yola düşedikleri patlayıcının tam da patlatılma sırasıydı.
Onlar bu şekilde düşünüp, kendi aralarında konuşurken, birden...


KIRKBİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
KIRKİKİNCİ BÖLÜM

...güney bölgesinde nöbet tutmakta olan nöbetçi, heyecanlı bir şekilde geldi ve:
--Komutanım,güney yönünde bir araç belirdi, buraya doğru geliyor.
Komutan:--Hemen gidelim, bu komutanımızın aracı olabilir. Hep birlikte-görevliler hariç- nöbet yerine gittiler. Komutan, dürbünle aracı gözetlemeye başladı ve:
--Evet evet!, bu gelen, genel komutanımız Şamil Basayev.
--Allah-u Ekber! Allah-u Ekber!
Takriben otuz dakikalık bir bekleyişten sonra, araç aşağıya park etti. Mücahidler hep beraber
aşağıya akın ettiler. Kısa bir aradan sonra aşağıdaydılar, sanki hepsi kuş olup uçmuştu.
Mus'ab:--Komutanım hoş geldiniz, diyerek Şamil Basayev ile kucaklaştı.
Şamil Basayev:--Hoş bulduk! Hepiniz buradasınız ha!
Mus'ab:--Evet komutanım, özellikle yeni gelenler sizi bir an önce görmek için sabırsızlanıyordu.
Şamil Basayev:--Demek aranızda yeni gelen kardeşlerimiz var ha! Ne güzel! Ne güzel!
Şamil Basayev, oradaki mücahidlerin hepsi ile kucaklaştı, yeni gelenlerle ayrıca ilgilendi. Hoş geldin
faslı bittikten sonra Mu'sab:
--Komutanım, uygun görürseniz artık, karargâh'a geçelim.
Şamil Basayev:--Elbette, buyrun gidelim.
Şamil Basayev, daha önceki bir çatışmada, bir ayağını şehid vermişti, bu nedenle, iniş ve yokuşlarda
yürürken biraz zorlanıyordu. Mücahidler, onu sıkıntıya sokmamak için, onun temposuna ayak uydur-
muşlardı. Bir müddet sonra karargâhtaydılar.
Karargâh'ta bulunan görevliler de gelip Şamil Basayev ile kucaklaştılar. Ardından da demledikleri
çayı getirdiler. Şamil Basayev çayı görünce:
--Ooo! demek çayınız var ha!
Mus'ab:--Evet komutanım, İslâm ülkelerinden gelen bir yardım kuruluşu getirdi.
Şamil Basayev:--Evet, o yardım kuruluşu bize de uğradı. Demek buraya kadar geldiler ha! Allah (cc) onlardan razı olsun ve onların yâr ve yardımcısı olsun. Onların bu duyarlılığı takdire şayan.
Çaylar içilip, sohbetler edildikten sonra, Şamil Basayev ve Mus'ab, Komutan çadırına geçtiler.
Şamil Basayev:--Evet, Mus'ab kardeşim. Burada son durum ne?
Mus'ab:--Allah'a (cc) hamd olsun komutanım. Bazı şehidlerimiz
var ama biz onlara daha ağır kayıplar verdirdik. Bu arada üç tane de esirimiz var. Birisi yüzbaşı. Ondan aldığımız bilgiye göre, yarın buraya bir rus subay heyeti geliyor. Bu arada, onların geçeceği yola daha önce patlayıcı yerleştirdik, ama
bugüne kadar patlatmadık. Sanırım yarın, bu iş için biçilmiş kaftan olacak.
Şamil Basayev:--Evet, yarın çok güzel bir gün olacak inşaallah.
Mus'ab:--Komutanım, bu arada, rus karargâhına, çeçen asıllı bir casus kadın geliyor. Bunu bizim içi-
mize sokacaklar. Allah'a şükürler olsun ki, Moskova'daki adamımız durumu daha önceden bize haber
verdi. Siz de uygun görürseniz, onların bu tuzağını ters çevirmeyi düşünüyoruz. Hem belki, gelen
kadına aslını hatırlatıp, Allah (cc) nasib etmiş se, hidayetine vesile olmak istiyoruz.
Şamil Basayev:--Evet, bunu çok iyi düşünmüisünüz. Böylesi daha iyi olur, inşaallah. Ama çok dikkat-
li olmalısınız. En ufak bir ihmal, bize pahalıya mal olabilir.
Mus'ab:--Merak etmeyin komutanım, bu konuda tüm arkadaşlara gereken talimatı verdim, hatta
aramızda prova bile yaptık. Herkes çok iyi bir performans gösterdi.
Şamil Basayev:--Çok iyi, Allah (cc) yâr ve yardımcınız olsun.
Mus'ab:--Komutanım, daha önce bize çok zararı dokunan ve bir çok kardeşimizin şehadetine sebep
olan, rus casusu Olcayto'yu cehenneme gönderdik.
Şamil Basayev:--Bu da çok güzel bir haber. Ne güzel şeyler başarmışsın, Mus'ab, doğrusu sana
gıpta etmeye başladım.
Mus'ab:--Estağfurullah Komutanım, sizin yaptıklarınız karşısında, benim yaptıklarımın ne önemi var.
Şamil Basayev:--Öyle deme Mus'ab, bazen birinin yaptığı çok küçük bir eylem, başka birinin yaptığı büyük çaplı bir eylemden daha faydalı olabilir. Ama yaptıklarımızla kibirlenmemeliyiz. Çünkü kibir şeytandandır.
Mus'ab:--Evet komutanım, çok haklısınız. Allah (cc) bizi kibirlenenlerden eylemesin.
Onlar bu minval üzere konuşmaya devam ederken, birden dışarıdan...
KIRKİKİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
KIRKİKİNCİ BÖLÜM

...güney bölgesinde nöbet tutmakta olan nöbetçi, heyecanlı bir şekilde geldi ve:
--Komutanım,güney yönünde bir araç belirdi, buraya doğru geliyor.
Komutan:--Hemen gidelim, bu komutanımızın aracı olabilir. Hep birlikte-görevliler hariç- nöbet yerine gittiler. Komutan, dürbünle aracı gözetlemeye başladı ve:
--Evet evet!, bu gelen, genel komutanımız Şamil Basayev.
--Allah-u Ekber! Allah-u Ekber!
Takriben otuz dakikalık bir bekleyişten sonra, araç aşağıya park etti. Mücahidler hep beraber
aşağıya akın ettiler. Kısa bir aradan sonra aşağıdaydılar, sanki hepsi kuş olup uçmuştu.
Mus'ab:--Komutanım hoş geldiniz, diyerek Şamil Basayev ile kucaklaştı.
Şamil Basayev:--Hoş bulduk! Hepiniz buradasınız ha!
Mus'ab:--Evet komutanım, özellikle yeni gelenler sizi bir an önce görmek için sabırsızlanıyordu.
Şamil Basayev:--Demek aranızda yeni gelen kardeşlerimiz var ha! Ne güzel! Ne güzel!
Şamil Basayev, oradaki mücahidlerin hepsi ile kucaklaştı, yeni gelenlerle ayrıca ilgilendi. Hoş geldin
faslı bittikten sonra Mu'sab:
--Komutanım, uygun görürseniz artık, karargâh'a geçelim.
Şamil Basayev:--Elbette, buyrun gidelim.
Şamil Basayev, daha önceki bir çatışmada, bir ayağını şehid vermişti, bu nedenle, iniş ve yokuşlarda
yürürken biraz zorlanıyordu. Mücahidler, onu sıkıntıya sokmamak için, onun temposuna ayak uydurmuşlardı. Bir müddet sonra karargâhtaydılar.
Karargâh'ta bulunan görevliler de gelip Şamil Basayev ile kucaklaştılar. Ardından da demledikleri çayı getirdiler. Şamil Basayev çayı görünce:
--Ooo! demek çayınız var ha!
Mus'ab:--Evet komutanım, İslâm ülkelerinden gelen bir yardım kuruluşu getirdi.
Şamil Basayev:--Evet, o yardım kuruluşu bize de uğradı. Demek buraya kadar geldiler ha! Allah (cc)
onlardan razı olsun ve onların yâr ve yardımcısı olsun. Onların bu duyarlılığı takdire şayan.
Çaylar içilip, sohbetler edildikten sonra, Şamil Basayev ve Mus'ab, Komutan çadırına geçtiler.
Şamil Basayev:--Evet, Mus'ab kardeşim. Burada son durum ne?
Mus'ab:--Allah'a (cc) hamd olsun komutanım. Bazı şehidlerimiz
var ama biz onlara daha ağır kayıplar verdirdik. Bu arada üç tane de esirimiz var. Birisi yüzbaşı. Ondan aldığımız bilgiye göre, yarın buraya bir rus subay heyeti geliyor. Bu arada, onların geçeceği yola daha önce patlayıcı yerleştirdik, ama bugüne kadar patlatmadık. Sanırım yarın, bu iş için biçilmiş kaftan olacak.
Şamil Basayev:--Evet, yarın çok güzel bir gün olacak inşaallah.
Mus'ab:--Komutanım, bu arada, rus karargâhına, çeçen asıllı bir casus kadın geliyor. Bunu bizim içi-
mize sokacaklar. Allah'a şükürler olsun ki, Moskova'daki adamımız durumu daha önceden bize haber
verdi. Siz de uygun görürseniz, onların bu tuzağını ters çevirmeyi düşünüyoruz. Hem belki, gelen
kadına aslını hatırlatıp, Allah (cc) nasib etmiş se, hidayetine vesile olmak istiyoruz.
Şamil Basayev:--Evet, bunu çok iyi düşünmüisünüz. Böylesi daha iyi olur, inşaallah. Ama çok dikkat-
li olmalısınız. En ufak bir ihmal, bize pahalıya mal olabilir.
Mus'ab:--Merak etmeyin komutanım, bu konuda tüm arkadaşlara gereken talimatı verdim, hatta
aramızda prova bile yaptık. Herkes çok iyi bir performans gösterdi.
Şamil Basayev:--Çok iyi, Allah (cc) yâr ve yardımcınız olsun.
Mus'ab:--Komutanım, daha önce bize çok zararı dokunan ve bir çok kardeşimizin şehadetine sebep
olan, rus casusu Olcayto'yu cehenneme gönderdik.
Şamil Basayev:--Bu da çok güzel bir haber. Ne güzel şeyler başarmışsın, Mus'ab, doğrusu sana
gıpta etmeye başladım.
Mus'ab:--Estağfurullah Komutanım, sizin yaptıklarınız karşısında, benim yaptıklarımın ne önemi var.
Şamil Basayev:--Öyle deme Mus'ab, bazen birinin yaptığı çok küçük bir eylem, başka birinin yaptığı büyük çaplı bir eylemden daha faydalı olabilir. Ama yaptıklarımızla kibirlenmemeliyiz. Çünkü kibir şeytandandır.
Mus'ab:--Evet komutanım, çok haklısınız. Allah (cc) bizi kibirlenenlerden eylemesin.
Onlar bu minval üzere konuşmaya devam ederken, birden dışarıdan...
KIRKİKİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
KIRKÜÇÜNCÜ BÖLÜM

...--Komutanım! Komutanım!
Mus'ab:--Afedersiniz komutanım!
Şamil Basayev:--Ne demek, bak bakalım, sanırım önemli bir şey var, yoksa bizi rahatsız etmezlerdi.
Mus'ab, dışarı çıktı ve:
--Hayırdır, ne var, ne oluyor?
--Komutanım, rus karargâhında, tuhaf şeyler oluyor, size haber vereyim dedim.
Mus'ab:--İyi ettin, bir bakalım, hele ne var?
Mus'ab, çadıra döndü ve:
--Komutanım, rus karargâhında bir tuhaflık varmış, emir buyurursanız bir bakalım.
Şamil Basayev:--Elbette, ben de merak ettim.
Beraber nöbet mahalline gittiler. İlk önce Şamil Basayev, dürbünle baktı, bir müddet sonra
--Evet tuhaf şeyler oluyor. Bayraklar yarıya indirilmiş ve bir hareketlilik var. Bu saldırı hare-
ketliliğine benzemiyor, bir de sen bak.
Mus'ab:--Emredersin komutanım, diyerek dürbünle karargâhı gözetledi ve ardından:
--Doğrusunu isterseniz ben de bir şey anlayamadım komutanım, şayet izin verirseniz, esiri-
miz olan rus subayını getirteyim.
Şamil Basayev:--Buranın komutanı sensin Mus'ab, her şey için benden izin alman gerekmez,
dilediğin gibi hareket et.
Mus'ab:--Sağolun komutanım, dedi ve ardından:
--Hemen Sergei'yi getirin, diye talimat verdi. Hemen Yüzbaşı Sergei'yi getirdiler.
Mus'ab:--Sergei, bak bakalım, karargâhta bir tuhaflık var.
Sergei:--Peki, diyerek dürbünün başına gitti, bir müddet karargâhı gözetledkiten sonra:
--İlginç, çok ilginç!
Mus'ab:--İlginç olan ne, Sergei?
Sergei:--Bayraklar yarıya indirilmiş, bu üst düzey bir subayın öldüğünü gösterir. Komutanlık forsu değişmiş, sanırım karargâh komutanı ölmüş ve bu ölümün patlamayla alakalı olduğunu da sanıyorum. Çünkü komutan çok korkak birisiydi.
--Allah-u Ekber! Allah-u Ekber!
Şamil Basayev:--Demek rus yüzbaşı sensin.
Sergei:--Evet efendim benim. Sizinle tanışmak ne büyük şeref. Sizin gibi mert bir düşmana rastlamadım, şimdiye kadar. Doğrusunu isterseniz, size hayran bir çok rus askeri var.
Şamil Basayev:--Teşekkürler Sergei!
Sergei:--Sizin aranızdaki muhabbeti gördükten sonra, size gıpta etmeye başladım. Bana bir er eman verdi ve bu emanı komutan hiç itiraz etmeden kabul etti. Buna hayran olmamak elde değil. Bizde bırakın erlerin adamdan sayılmasını, bir çok astsubay ve ubayların dahi kıymeti yoktur.
Şamil Basayev:--Bizim gözümüzde, en alt rütbedeki bir insan ile genel komutanımız aynı
değerdedir. Biz sömürge zihniyetine sahip değiliz. Ayrıca biz dünya için de çalışmıyoruz.
Bizim tek gayemiz Allah (cc) rızasıdır. Hal böyle olunca da, biz insanımıza değer veririz.Çünkü
Allah'ın (cc) katında, kimin kimden daha üstün olduğunu, yalnızca Rabbimiz bilir.
Sergei:--Doğrusu size hayran kaldım. Tüm değerleriniz çok güzel.
Şamil Basayev:--Biz müslümanız Sergei, savaşta bile müslümanca davranırız. Ben daha
önce Afganistanda, Azerbaycan'da ve daha bir çok cephede savaştım. Ama bu savaşlarda
ne ben ne de diğer müslümanlar, bir tek çocuk, kadın ya da yaşlı adam öldürmedik. ikiyüz
elli bin insanımızı burada ŞEHİD verdik Sergei, bunların içinde, daha doğmamış bebekten tut
yüz yaşın üzerinde olan insanlar da var. Söyler misin Sergei, böyle savaş mı olur, bu savaşta
adalet nerede, bu savaşta onur nerede, bu savaşta insanlık nerede?
Sergei:--Haklısınız efendim, sizi daha önce bize barbar olarak tanıtıyorlardı, hatta çocuklar
bile birer canavar gibi lanse ediliyordu. Şimdi bütün bunların koskoca birer yalan olduğunu
görüyorum ve asıl barbar ve canavarların bizim yöneticiler olduğu
ortaya çıkmış durumda.
Keşke size karşı değil de sizinle aynı safta savaşsaydım.
Şamil Basayev:--İstersen hâlâ bunu yapa bilirsin Sergei.
Sergei:--Nasıl?
Şamil Basayev:--Müslüman olur ve bizim safa geçersin.
Sergei:--Bu mümkün mü peki?
Şamil Basayev:--Elbette mümkün.
Sergei:--Peki size karşı yaptığım savaş ne olacak, onun hesabını nasıl vereceğim?
Şamil Basayev:--Bir kişi müslüman olursa, İslâm, onun geçmişte işlemiş olduğu günahları
af eder ve ondan hesap sormaz. İslâm'ın sormadığı hesabı, biz nasıl sorarız?
Sergei:--Ben müslüman olmak istiyorum.
Allah-u Ekber! Allah-u Ekber!
Şamil Basayev:--Söyleyeceklerimi tekrarla: EŞHEDU EN LÂ İLAHE İLLELLAH VE EŞHADU
ENNE MUHAMMEDEN RASULULLAH!
Sergei:--EŞHEDU EN LÂ İLAHE İLLELLAH VE EŞHEDU ENNE MUHAMMEDEN RASULULLAH!
Şamil Basayev:--Seni tebrik ediyorum, Sergei, diyerek ona sarıldı, sonra da diğer mücahidler
gelerek onu tebrik ettiler. Daha sonra, Şamil Basayev:
--Bundan sonra, senin adın Hamza olsun, tamam mı Sergei?
Hamza:--Elbette, senin gibi şerefli ve aziz bir komutanın verdiği ismi ben nasıl red edebilirim?
Sana ne kadar teşekkür etsem azdır.
Şamil Basayev:--Allah'a şükret Hamza. Sana hidayet bahşeden Allah'a (cc)
Hamza:--Allah'a şükürler olsun. Bu arada, Cesim kardeşim iyiki mermilerin bitmişti.
Cesim:--İyi ki mermilerim bitmişti, Hamza kardeşim, iyi ki mermilerim bitmişti. Senin müslüman
olmana dünyayı değişmem.
Hamza:--Teşekkür ediyorum, bu kısacık süre içerisinde sizden çok şey öğrendim, inşaallah daha çok şey de öğreneceğim.
Hamza sevincinden havalarda uçuyordu, şimdi yapması gereken bir şey daha vardı. Şamil Basayev'e döndü ve...


KIRKÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
KIRKDÖRDÜNCÜ BÖLÜM


...Komutanım, izin verirseniz, arkadaşlarımı islama davet etmek istiyorum. İnşaallah onlar
da hidayete erer.
Şamil Basayev:--Elbette, inşaallah onlar da hidayete erer.
Hamza, rus askerlerinin kapatıldığı hücreye gitti.
Hamza:--Arkadaşlar, çok kısa bir zamandır buradayız, ama müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki, kıyas bile kabul etmez farkı gördük. Burada herkes insan, ama rusya'da herkes insandan sayılmıyor. Ben bu farkı gördüm ve müslüman oldum. Şimdi size bir önerim var, gelin siz de müslüman olun, hem bu dünyadaki sıkıntılardan kurtulun, insan yerine konulun ve ham de
ahiretinizi kazanın. Şayet müslüman olmak istemezseniz, sizin buradan gitmenizi sağlayabilirim.
Ama oraya gittiğinizde sizi sağ bırakacaklarını sanmıyorum. Kararınızı siz verin.
Rus askerler:--Komutanım, sizin gördüklerinizi biz de gördük, bize nasıl insanca muamele yaptıkla-
rını ve geldiğimiz yerde insandan sayılmadığımızı biliyoruz.
Hamza:--Yani?
Rus askerler:--Biz de müslüman olmak ve bu sıcak ortama girmek istiyoruz.
Hamza:--O halde benimle gelin.
Hamza, rus askerler ile beraber, Efsane Komutan Şamil Basayev'in huzuruna çıktı ve:
--Komutanım, bu kardeşlerimiz de müslüman olmak istiyorlar.
Şamil Basayev:--Allah-u Ekber! Allah-u Ekber!
Tüm Mücahidler de hep bir ağızdan tekbir getirdiler. Herkes çok sevinmişti.
Şamil Basayev:--Söyleyeceklerimi tekrar edin: EŞHEDU EN LA İLAHE İLLELLAH. VE EŞHEDU ENNE
MUHAMMEDUN RASULULLAH.
Rus Askerler:--EŞHEDU EN LA İLAHE İLLELLAH VE EŞHEDU ENNE MUHAMMEDUN RASULULLAH.
Herkes yine tekbir getirdi ve başta Efsane Komutan Şamil Basayev olmak üzere, tüm mücahidler bu yeni müslümanları tebrik ederek onlara büyük bir muhabbetle sarıldılar. Yeni müslümanlar bu durum karşısında gözyaşlarını tutamadılar, hem onlar ve hem de mücahidler ağlıyordu. Şimdiye kadar böyle bir muameleye tabi tutulmamışlardı. Geride kalan rus askerlerinin de bu tabloyu gör-
melerini ve onların da müslüman olmalarını can-ı gönülden istiyorlardı ama hidayet Allah'tandı ve layık olana hidayet ediyordu.
Tebrik faslı bittikten sonra, Mus'ab:--Komutanım, yeni müslüman olan bu kardeşlerimiz için bir etkinlik yapmak istiyoruz, izin verirseniz tabi.
Şamil Basayev:--Ne demek, elbette, çok iyi olur.
Mus'ab, hemen mücahidlere talimat verdi ve akşama bir ziyafet hazırlamalarını emretti.
Mücahidler hemen hazırlıklara başladılar ve mevcut imkanlarla tam bir mükellef sofra hazırladılar.
Bu arada yeni müslüman olan iki kişiye de Hasan ve Hüseyin adı verilmişti. Onlar da bu isimlerini çok beğendiler. Bu isimlerin Efsane Komutan Şamil Basayev tarafından verilmesi, onlar için ayrıca bir gurur kaynağıydı.
Akşam yemeğinin yenmesinin ardından, Efsane Komutan Şamil Basayev imamlığında akşam
namazı kılındı. Namazdan sonra demlenen çaylar içildi. Çaylar da içildikten sonra Şamil Basayev,
mücahidlere ŞEHADET konusunda bilgi verdi.
Şamil Basayev:--Kardeşlerim! hepinizin malumu, bizler Allah (cc) rızası için savaşmaktayız. Bizim
en büyük dileğimiz Allah (cc) yolunda şehid olmaktır. Şimdi size ŞEHADET konusunda, dilimin döndü-
ğünce bilgi vermeye çalışacağım:

Allah yolunda öldürülen müslümana şehit denir. Şehitlik, Allah katında yüksek bir rütbedir.
Şehit Allah’ın huzurunda diri olarak hazır bulunup rızıklanacağı ve cennete gireceğine şehadet olunduğu için bu adı almıştır. Kur’an-ı Kerim’de şehitler hakkında şöyle buyurulur:
“Allah yolunda öldürülenlere (şehitlere) ölüler demeyin. Bilakis onlar diridirler. Lakin siz onu anlayamazsınız.” (Bakara, 154)

Şehit üç çeşittir
1- Hem dünya, hem de ahiret bakımından şehit. Bu, savaş
alanındaki şehittir. Bunun dünya bakımından hükmü şöyledir: Cumhura göre yıkanmaz, kefenlenmez ve üzerine cenaze namazı kılınmaz. Ahiret yönünden hükmü ise, özel bir sevaba kavuşmaktır. Bu şehit, tam şehittir.
2- Sadece dünya hükmü bakımından şehit. Bunlar, kafirlerle veya asi ve yol kesicilerle savaşırken yaralandıktan sonra, hemen ölmeyip savaş alanından başka yere nakledildikten sonra ölen.
3- Savaş dışında zulüm edilerek, yahut suda boğularak, Allah için ilim öğrenirken ölen kimseler de şehittir. Dünya hükmü bakımından bunlara şehit muamelesi yapılmaz. Peygamberimiz (a.s.) hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor:
“Her kim malı uğrunda öldürülürse o kimse şehittir. Kim canı uğrunda öldürülürse o kimse şehittir. Her kim dini uğrunda öldürülse o kimse şehittir. Her kim ırzı namuzu uğrunda öldürülürse o kimse şehittir. (Müslim, 2/7)

İsyankar, günahkar kişi şehit olur mu?
İsyankar ve günahkar olmak şehitliğe mani değildir. Ölen kişi asi olsa da iman ve amel bütünlüğü içerisinde ölmüş ise o kimse şehittir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz iyilikler, kötülükleri yok eder.” (Hud, 44)
Hz. Peygamber (s.a.v.) de bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor:
“Kötülüğün ardından bir iyilik işle ki onu silsin. Doğum neticesinde ölen de şehittir. Hatta zinadan meydana gelme bir çocuğu doğurma esnasında ölen kadın da şehittir. Fakat böyle bir hamile kadın karnındaki çocuğu düşürmeye çalışırken ölünce şehit olmaz.” (İslam Fıkhı Ansiklopedisi, Prof. Dr. Vehbi Zuhayli, 3/107)

Şamil Basayev, bunları anlattıktan sonra...


KIRKDÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
KIRKBEŞİNCİ BÖLÜM

...şöye bir mücahidlere baktı, hepsi cankulağı ile dinliyordu. Özellikle Hamza pür dikkat dinliyordu.
Şamij Basayev konuşmasına devam etti...

Rus Karargâhında

Eski komutanın yerine yeni bir komutan atanmıştı. Yeni komutan eski komutanı mumla aratıyordu.
Hemen kurmaylarını topladı ve onlarla bir durum değerlendirmesi yaptı.
Komutan:--Eski komutan çok pasif ve korkak birisiymiş. Burada taş taş üstünde bırakılmamalı idi.
Halbuki duruma bakıldığında, ortalık güllük gülistanlıkmış gibi görünüyor. Bunların gözlerini iyice
yıldırmamız lazım. Bunun için de tüm planları uygulamalıyız. Burası cehenneme dönmeli. Bu arada
ne yapıp yapmalı, asilerin komutanlarının yerini tesbit etmeliyiz.
Yüzbaşı Lev!
Yüzbaşı Lev:--Buyurun komutanım!
Komutan:--Hemen birini ya da birilerini kendi safımıza çekmeliyiz. Ama bunlar Olcayto gibiler
olmasın. Dikkat çekmeyen ve kimsenin kendilerinden, şüphelenmeyeceği ve çekinmeyeceği
kişiler olmalı. Böyle kişileri bulduğunda ilk yapacağın şey onları uyuşturucuya alıştırmak olsun.
Ne olursa olsun bizden kopmamalı.
Yüzbaşı Lev:--Başüstüne komutanım. İlk işim bu olacak.
Binbaşı Leonid, sana gelince senin ilk işin Grozni'de operasyon olacak, bunun için de her şeyi yapmalısın. Operasyon muhakkak netice vermeli.
Binbaşı Leonid:--Başüstüne komutanım!
Rus komutan ve kurmayları geç saatlere kadar toplantı yaptılar ve bir takım kararlar aldılar.
Alınan kararlara bakıldığına göre çeçenleri zor günler bekliyordu. Çünkü bu zalimlerin hiç acıması yoktu ve bunlardan her şey beklenirdi.
Ertesi gün Binbaşı Leonid komutasında, iri yarı ruslardan müteşekkil bir birlik hazırlandı ve bu birlik hemen Caharkale sokaklarına daldı. Sokaklarda kadın ve çocuklar ile yaşlı insanlardan başka kimseler yoktu. Bir rus askeri sokakta yürüyen bir yaşlı çeçenin kafasına tüfek dipçiği ile vurdu, darbe o kadar şiddetliydi ki yaşlı adam orada canverdi.
Ruslar acımasızca saldırmaya başladı, bütün evlere girdiler, evlerin altını üstüne getirdiler. Kısa bir süre içerisinde kadın, çocuk ve yaşlılardan gördüklerini bir meydanda topladılar. Binbaşı Leonid:--Hepiniz beni iyi dinleyin, asilere yardım yaptığınızı, onlara yiyecek, giyecek ve lojistik yardımda bulunduğunuzu biliyorum. Şimdi bana söyleyin bakalım, asiler nerede?
Yaşlı bir kadın:--Bizim kimseden haberimiz yok, kendimizi geçindirecek gücümüz var mı ki, asi dediğiniz insanlara yardımda bulunalım.
Binbaşı Leonid:--Kes sesini bunak kadın, diyerek, silahını çekti ve kadının kafasına iki el ateş
etti. Yaşlı kadın kısa bir süre çırpındı ve oracıkta şehid oldu. Orada toplanan insanlar adeta
donmuşlardı. Ne olmuştu da bunlar bu kadar acımasız olmuşlardı. Bu arada yaşlı bir adam:
--Neden bu kadını vurdunuz, bu mu sizin insanlığınız, bu mu sizin erkekliğiniz? diye tepki göste-
rince, binbaşı onuda şehid etti. Kimseden herhangi bir cevap alamayacağını anlayan binbaşı
ateş emri verdi, rus askerleri oradaki insanların üstüne mermi yağdırdılar, yüzden fazla insan
şehid edilmiş, yüzlerce insan da yaralanmıştı. Yaralıların durumu, şehid edilenlerden daha kötüydü,
çünkü onların tedavi olma durumu da yoktu. Bir çoğu şehid olacak, şehid olana kadar da epeyce
acı çekeceklerdi, diğerlerinin bir kısmı ise bir çok organını kaybedip sakat kalacaklardı. Zalimlerin
tarihi hep bu tür olaylarla doluydu. Onlardan mertçe savaşmaları beklenemezdi, mert olsalardı
zaten zalim olamazlardı. Dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi burada da yine savaştan en çok
zarar gören, yine kadın, çocuk ve yaşlılardı. İnsanlar gittikçe daha da zalimleşiyordu. Teknoloji
zulmü de beraber getiriyordu. Mekke müşrikleri bunlar kadar zalim değildi. Onlar kadınlara ve
çocuklara el kaldırmayı zillet sayıyorlardı. İçlerinde istisnalar vardı ama, bu zalimler onları mumla
aratıyordu. Irak'ta Amerika'nın Saddam'ı arattığı gibi.
Binbaşı Leonid, askerlerine geri çekilme emrini verdi. Tüm insanları bir günde öldürmeleri onların da
işine gelmiyordu. Askerlerin moralini düzeltmek ,için ara sıra böyle katliamlara ihtiyaç vardı.
Diğer yandan, Yüzbaşı Lev, kendisine uygun bir yem aramaya
başlamıştı. Caharkale'nin kenar mahallelerini dolaşıyordu. Tam ümidini kestiği bir sırada...

KIRKBEŞİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
KIRKALTINCI BÖLÜM



Çeçen Karargâhında

Şamil Basayev, Şehidlik konusunda bilgi vermeye devam etti.
--Kardeşlerim! hepinizin beni can kulağı ile dinlediğinizi görüyorum. Hepinizin şehadete sevdalı
ve susamış olduğunuzu, görüyorum. Evet! kaldığımız yerden devam edelim, inşaallah.

...İmansız kişi şehit olamaz
Uhud harbinde Peygamberimiz’e (s.a.v.) demir zırh ile yüzü örtülü bir kişi geldi de:
“Ya Rasulallah! Hemen harp edeyim de sonra müslüman mı olayım?” diye sordu. Rasulullah (s.a.v.):
“Müslüman ol, sonra harp et.” buyurdu. O da hemen müslüman oldu, sonra vuruştu. Nihayet şehit edildi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
“Az işledi, fakat çok kazandı.” buyurdu. (Buhari, 8/277)
Ebu Hureyre, bu hadiseyi bir bilmece haline sokarak, haydi bana bir kişi bildiriniz ki o, bir kere olsun namaz kılmadan cennete girmiş olsun, diye sorarmış.
Allah (c.c.), iman edenlerin amellerini zayi etmez. Şehadet, Allahu Teala’nın mümin kullarına ilahi mevhibesidir. Bunu belirleyen Allah Teala’dır. Kullar, sadece zanni hükümle, hüsnü zan besleyerek umarız şehit olmuştur diye sadece iyi niyetini açıklar.
İmansız olan kafirler hangi şartlarda olursa olsun onlar asla şehit olamazlar. Zira kafirin bütün amelleri seraba benzer. Beklentileri olmasına binaen umduklarını bulamazlar.
Şehitlik, Muhammed ümmetine tahsis edilmiş üstün bir gaye, büyük bir mertebedir. Peygamberimiz (s.a.v.):
“Kim şehit olmayı içtenlikle dilerse, Allah, onu şehitlerin menziline ulaştırır. Bu kişi, isterse yatağında ölmüş olsun.” buyuruyor. (Müslim)

Kur’an ve sünneti birbirinden ayıranlar şehit değildir
İman bir bütündür. Bölünmeyi kabul etmez. İnanılması gerekenlerin büyük çoğunluğunu kabul etseniz de, bir veya bir kaçına inanmasanız iman etmiş olmazsınız. Kur’an-ı Kerim’de Allah
(c.c.) şöyle buyuruyor:
“Allah’ı ve peygamberlerini inkar edenler ve (inanma hususunda) Allah ile Peygamberini birbirinden ayırmak isteyip, bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız diyenler ve iman ile küfür arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu işte gerçekten kafirler bunlardır.” (Nisa, 150-151)
Son zamanlarda “sünnetsiz Kur’an sevdalısı” olanların sayısı artmaktadır. Bu anlayışın dinen hiçbir değeri yoktur ve merduttur. Allahu Teala, Kur’an-ı Kerim’de habibine ve O’nun sünnetine uymamızı şöyle beyan buyuruyor:
“Peygamber (s.a.v.) size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr, 7)
Kur’an-ı Kerim’e, din ve imana, Peygamberlerden herhangi birine Peygamberin bir sünnetine, bir hadisi şerife, bir İslam mabedine Allah korusun sövmek, hakarette bulunmak veya bunlardan birini küçümseyip hiçe saymak küfürdür. Tevbe etmeden, imanı, nikahını tazelemeden bu hal üzere ölenlerin ölüm şekli ne halde olursa olsun şehadet gibi muazzam rütbede nasibi yoktur.
Rasulullah’ın da bulunduğu bir savaşta ashab-ı kiramdan biri için, “Ya Rasulallah, falan da şehit oldu.” buyurduklarında rahmet Peygamberi şöyle dedi:
“Hayır o şehit olmadı. Çünkü “ne güzel savaşıyor” desinler diye savaştı, bundan dolayı şehit olamadı. Şehitlik ihlas ister, iyi niyete muhtaçtır. Amelleri niyetlere göre karşılık bulur.”

Kötülüğü emredenler ve iyiliği nehyedenler şehit değildir
Mü’min, iyiliği emir, kötülüğü nehiy ile görevlidir. Bu Allah’ın emridir. Allah’ın emrine muhalefet edenler, onun şehitlik gibi bir nimetinden nasipleri yoktur. Hatta kötülüğü emredenlere severek, inanarak itaat edenler, bu hal üzere yaşar ve ölürlerse onlar da şehitlikten nasiplenemezler. İslamî bir kaidedir: Eğer bir mümin avcı ile mecusi bir avcı, iki av köpeğini av için gönderseler de avı hangisinin yakaladığı belli olmaz ise, o avın eti yenmez. İnsanlar ne uğurda, niçin öldüklerini bilmeden gaflet üzere ölürse şehit değildir.
Av için kurallar koyan İslam dini, şehadet için de şartlarını belirlemiştir. Şehitlikten ancak Allah için yaşayan ve ölenler Allah’tan nasiplerini alabilirler. Ayeti Celile, kötülüğü bile bile emredenler hakkında -bırakın şehit olmayı- şöyle buyuruyor:
“Münafık erkekler ve münafık kadınlar (sizden değil) birbirindendir. Onlar kötülüğü emreder, iyilikten alıkor. Allah, erkek münafıklara ve kadın münafıklara da, kafirlere de içinde ebedi kalacakları cehennem ateşini vadetti. O, onlara yeter. Allah onlara lanet etmiştir. Onlar için devamlı bir azap vardır.” (Tevbe,
Bu uygulamalarda haramın haram olduğunu bile bile işleyenler günahkar olurlar. Ama harama haram değildir diyerek yanlış yapanlar imandan uzaklaşır. Allah’ın lanetlediği insan sınıfına girerler. “Zamanımız böyledir, ne yapalım.” gibi ham hayallerde bulunanlar günahta ısrar ederlerse Allah korusun ilahi azaba düçar olabilirler.

Şehit kimdir?
İman eden ve salih amel işleyen, Rabbına teslim olan, Allah kendisinden, kendisi de Rabbından razı olan, Allah için, Allah yolunda ölendir şehit. Bu hükmü de Allah (c.c.) verir ve onu mükafatlandırır.
Secde etmeye lüzum hissetmeyen, dinin emirlerinden rahatsız olan, baş örtüsünü içerisine sindiremeyen, müslümanları inancından dolayı hakir görenler, gafletle ölenler asla şehit olamazlar. Onlara A, B, C, E şehitleri dense de Allah ve Rasulü’ne karşı savaş açanların ne kendileri, ne de tabileri şehitlik mertebesine ulaşabilirler.
Allahu Teala şöyle buyuruyor:
“Allah ve Rasulü’ne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak (acımadan) öldürülmeleri.”
Allah’a savaş açanların Allah’tan alacağı yoktur. İçkiyi, kumarı, faizi, zinayı hoş gören ve devamını sağlayanlar Allah’la savaş halindedir.

Tavsiyemiz
Bizi ve kainatı yoktan var eden Allah (c.c.), bizden nasıl bir yaşam tarzı istemiş ise rızası doğrultusunda, amel-i salih işleyerek, geçmiş günahlarımız varsa günahlarımıza samimi tevbe etmek, ihsanla yaşayıp imanla ölmektir. İşte o zaman Allah (c.c.), bizleri nice güzel nimetleri ile tezyin eder.
Niyet halis olursa Rabbimiz şehitlik gibi büyük bir nimetle bizi mükafatlandırır.
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i Kur’an’a mahkum et. Amin.

--Kardeşlerim! şehadet konusunda, acizane size anlatacaklarım bu kadar. İnşaallah, bu anlattık-
larımdan faydalanmışsınızdır.
Mücahidler:--Allah (cc) sizden razı olsun komutanım, böyle bir konuyu sizden dinlemenin ruhumuzda
bıraktığı etki bir başka oldu. Yaşayan insanların anlattıkları, ancak insanlar üzerinde etkili olabilir.
Bu arada Hamza, Şamil Basayev'e döndü ve:.......

KIRKALTINCI BÖLÜMÜN SONU
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt