Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Demokrasi Dindir

A Çevrimdışı

anti_put

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Demokrasi hayat, insan ve varlık konusunda özel bir düşünceye sahip olan bir dindir ve devleti dinden ayıran laik düşünceyi sabit kılan nizamdır. Demokrasi dinine göre Allah Teala için yapılacak ibadet ancak mescidler, kiliseler, zaviyeler ve mabedlere hastır. Fakat hayatın özel veya genel meseleleriyle ilgili konular demokrasi dinine hastır. Yani, demokrasi dininde yönetici olan kimsenin Allah Teala'ya ait olan yetkileri kendisinde bulundurma yetkisi vardır. Fakat, Allah azze ve celle'nin hakkı olan konularla ilgili kanun yapma yetkisi yoktur. Zira böyle yaparsa dini siyasete alet etmiş olma ithamına maruz kalır ve kökten dinci ya da bölücü terörist ithamı ile karşılaşır. Allah Teala şöyle buyuruyor:
Allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlardan Allah'a bir hisse ayırmakta ve kendilerince: 'Bu Allah'a ait, şu da ortaklarımıza ait' demektedirler. Ortakları için olan hisse Allah'a ulaşmamakta, fakat Allah'a ayrılan hisse ortaklarına ulaşmaktadır. Verdikleri hüküm ne kötüdür!' (En'am 6/136)

Demokrasi dinine göre, halk kendi kendine hükmeder. Yani, kanun koyan ve kendisine itaat edilen Allah (c.c.) değil, insandır.

Demokrasi dinine göre, Allah'ın dinine zıt olsa da, onunla alay edilse de, beşeri kanunlara muhalefet etmediği müddetçe inanç hürriyet vardır. Dileyen dilediği fuhuşu yapar, zina eder, livata yapar vs. Zira demokrasi dini için mukaddes hiçbir değer yoktur. Buna rağmen, bu din itiraz edilemeyen, hesab sorulamayan üstünlükte görülür.

Demokrasi dini, batıl ve İslam'a zıt olsa bile, çoğunluğun görüşü mukaddes ve geçerlidir. Demokrasi dininde yöneticinin seçimi konusunda, en basit ve cahil insanla, en takvalı ve alim insanlar eşit tutulur.

Demokrasi dininde, akidesi ve fikri ne olursa olsun, İslam'a aykırı olsa bile, siyasi partilerin ve değişik grupların oluşumu serbesttir. Buna göre demokrasi dininde, kendisine ibadet ve itaat edilen ilah, insanın heva ve hevesidir. İşte bu sapık olan demokrasi fikrinin sahipleri, bu yeni din demokrasiye inanırlar ve düşmanlıkları, dostlukları, savaşları sadece bu din için yaparlar. Bu dine giren kimseyi kendilerine dost edinir, ona yardımcı olurlar. Bu dine girmeyen kimseye ise düşman olup, ona savaş açarlar.

Demokrasi bir tağuttur ve Allah'tan (cc) başka ibadet edilen tağutların temelini oluşturur. Buna rağmen insanlar bu dine girmede hiç çekinmez ve tereddüt etmezler. Ona muhakeme olurlar ve onu hiç çekinmeden överler. Şöyle şaşırtıcı bir durum vardır: Kendilerinin müslüman olduklarını iddia eden kimseler yahudilik ve hıristiyanlık dinine girmekten çekinirler. Buna rağmen demokrat, komünist, sosyalist veya laik bir partinin dinine girmekten hiç çekinmezler. Oysa nasıl hıristiyanlık ve yahudilik birer din ise, demokrasi, komünizm, sosyalizm, laisizm de aynı şekilde birer dindir. Bu dinlerin hepsi batıldır. Aralarında tek fark; yahudilik ve hıristiyanlığın semavi asıllı oluşu, demokrasi, komünizm, sosyalizm ve laisizm semavi değil, heva ve hevesin ürünü oluşudur.
 
F Çevrimdışı

fecrislam

Üye
İslam-TR Üyesi
demokrasi din falan değildir.
bir kaç islam düşmanı kendi aralarında demokrasiyi islama yansıtmaya çalıştı sadece
islamda demokrasi yoktur,çünkü birlik vardır çer çöpün birleştiği hal demokrasidir.
demokrasi din adına yama yapılmak istenen yabancı bir kelime oyunudur
yoksa bizim dinimiz laikliği kabul etmedi demokrasiyimi kabul etti.
demokrasi 1915 li yıllardan sonra bütün liderlerin bir araya gelerek ve bunda türkiye lideride bulunmak üzre türklere ve müslümanlara yedirilmek istenen soğuk bir aş tır

vesselam
 
ruveyda Çevrimdışı

ruveyda

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
demokrasi eğer hayat tarzına yaşama dönüştürülürse .......islama değilde demokrasinin kurallarına göre yaşama tarzı seçersek elbette bizim dinimiz olur allah muhafaza........ çünkü din kurallarıyla uygulanan yaşam şeklidir bu bakıma demokraside birer din dir.......ehli kitap değildir muhakkak .......onlar kuranı kerimde belirtilmiş ..ehli kitabın dışındada insanların farklı dinleri mevcuddur
 
F Çevrimdışı

fecrislam

Üye
İslam-TR Üyesi
değerli kardeşim demokrasiyi kimse islamlaştıramaz hiçmi akaid kitaplatına bakmadınız kelimelere yapmacık olarak katılan bir cümle nasıl olurda bizim dinimiz olabilir bizim dinimiz islam ve olsa olsa tek bir kelime olur oda lailaheilallah olur.
aklınızı başka kelimelere çekmeyin lütfen bana göre demokrasi islama göre çevrilirse diyen gözümde farklı görülür.
ha demokrasinin islam içinde veya islam dışında ne mana taşıdığını bilmiyorsanız ona bir söz demem ama bilgi vermeye çalışırım dinin içine sonradan katılan buluşlar ile aklınızı bulandırmayınız lütfen
vessealm
 
A Çevrimdışı

anti_put

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
fecrislam kardeş ben islamda demokrasi varmı dedim? lütfen dikkatli okuyun
 
A Çevrimdışı

anti_put

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
ruveyda. ' Alıntı:
demokrasi eğer hayat tarzına yaşama dönüştürülürse .......islama değilde demokrasinin kurallarına göre yaşama tarzı seçersek elbette bizim dinimiz olur ALLAH muhafaza........ çünkü din kurallarıyla uygulanan yaşam şeklidir bu bakıma demokraside birer din dir.......ehli kitap değildir muhakkak .......onlar kuranı kerimde belirtilmiş ..ehli kitabın dışındada insanların farklı dinleri mevcuddur




çok güzel yorumlamış allah razı olsun
 
eylemzayi Çevrimdışı

eylemzayi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
kardeşler sanırım birbirinizi yanlış anlıyorsunuz
aslında aynı şeyi söylüyorsunuz...
fecrislam kardeşim kimse burada demokrasiyi islamlaştırmaya falan çalışmıyor..
elbette dinimiz islamdır, ALLAH katında tek din islamdır, bunda zaten herkes hemfikir.
aslolan anlatılmaya çalışan "Demokrasi bir tağuttur ve ALLAH'tan (cc) başka ibadet edilen tağutların temelini oluşturur"
"islama değilde demokrasinin kurallarına göre yaşama tarzı seçersek elbette bizim dinimiz olur ALLAH muhafaza" cümlesi ile buraya kasıt vardır zira...
bence bu konuda tartışmaya gerek yok...
selametle...
 
ruveyda Çevrimdışı

ruveyda

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
a) Din kelimesi bu ayetlerin önemli bir kısmında, genel anlamda bir dinin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bunu en açık olarak, Kâfirun suresinde görebiliyoruz.• "(De: Ey Kâfirler) Sizin dininiz size, benim dinim bana" (109/6)

Konuya ilişkin olarak, ayrıca, şu ayetler de verilebilir:

• "Ey Kitap ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin ve ALLAH hakkında gerçek olmayan şeyleri söylemeyin"... (4/171)

"Ey Kitap ehli! Dininizde haksız yere aşırılığa dalmayın... (5/77).

• "Kendilerine Kitap verilenlerden ALLAH’a ve ahiret gününe inanmayan, ALLAH’ın ve Resul’ünün haram kabul ettiği haram saymayan ve hak dinini din edinmeyen kimselerle, küçük düşerek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın" {9/29).

b) Din kelimesi, her türlü ideoloji, dünya görüşü ve yaşam tarzını kapsayıcı bir anlamda kullanılmaktadır. Bu sonuca ilişkin olarak, yukarıda geçen 109/6 ayetinin yanısıra şu ayetler verilebilir:
• "ALLAH’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa, göklerdeve yerde olanların hepsi, ister istemez, O’na teslim olmuştur ve O’na döndürülüp götürüleceklerdir." (3/83)

’ Firavn dedi: "Bırakın Musa’yı, öldüreyim de, Rabbini çağtr-sın. Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum" (40/26).

• "O, Resulünü hidayet ve hak dinle gönderdi ki, onu bütün dinlerin üstüne çıkarsın" (48/28).

• "Dinlerini parça parça edip grup grup olanlar; her grup elindekiyle sevinip gider..." (30/32).

• "Yoksa onların kendilerine, ALLAH’ın izin vermediği dini seçip koyan ortakları mı var?... (42/21).

c) Din kelimesi, ayetlerin bir kısmında da, "ed din" şeklinde "dosdoğru din, hak din, ALLAH’ın dini” anlamlarının karşılığı olarak özel anlamda kullanılmıştır. Yalanlanan da

zaten bu anlamda bir dindir.
• ..."Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin"... (42/13).

• "Yoo; Hayır siz dini yalanlıyorsunuz" (82/9).

« ALLAH’dan geri çevrilmesi mümkün olmayan gün gelmezden evvel yüzünü dosdoğru dine doğrult..." (30/43).
• "ALLAH sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan menetmez. Çünkü ALLAH, adaleti koruyanları sever’ (60/8).

d) Bu Özel anlamdaki ve ALLAH’ın kulları için seçtiği din, yalnız ve yalnız islamdır.
• "ALLAH katında din islamdır..." (3/19)

• ..."Bu gün inkarcılar, sizin dininizi (yok etmekten) umudu kesmiş bulunmaktalar. Onlardan korkmayın, benden korkun.

Bu gün dininizi kemâle erdirdim. size nimetimi tamamladım ve size din olarak islamı seçtim..." (5/3).

e) İslamdan başka bir din, bağlısına hiçbir şekilde fayda sağlamıyacaktır:

• "Kim islamdan başka bir din ararsa, bilsin ki, ondan kabul edilmiyecek ve o, ahirette de kaybedenlerden olacaktır" (3/85).

f) Pek çok ayette, hak dinin İslam olduğu, İslamın ise ALLAH’a has (yani katışıksız olarak ona ait) din olduğu, belirtilmekte ve sonuç olarak, insanlardan, dinlerini yalnızca ALLAH’a halis kılmaları istenmektedir:
" "De ki: "Ben dinimi yalnız ve yalnız ALLAH’a halis kılarak ona kulluk ediyorum" (39/14).

• "Oysa kendilerine, dini yalnız ALLAH’a halis kılarak, ALLAH’ı birleyenler olarak ona kulluk etmeleri,... emredilmiştir, işte dosdoğru din, budur" (98/5).

Dinin ALLAH’a halis kılınması ise ona ortak koşulmaması, vahiyle ilettiği dinin değiştirilmemesi ve yalnızca onun İçin inanıp yaşamak anlamındadır. Kafirler, müşrikler heva ve heveslerini rabler edinenler hoşlanmasalarda, bu böyledir:

• "Kafirlerin hoşuna gitmese de siz, dini yainız ALLAH’a halis kılarak ona çağırın" (40/14).

g) ALLAH’ın müsfumanlardan isteği kendi dini yolunda çabalamaktır.
• "Onlarla savaşın ki, fitne ortadan kalksın; din yalnız ALLAH’ın dini olsun" (2/193).

• "Fitne kalmayınca ve din tamamen ALLAH’ın oluncaya kadar onlarla savaşın" (8/29).

• "Kafirlerin hoşuna gitmese de, siz, dini yalnız ALLAH’a halis kılarak ona çağırın" (40/14).

h) Şu ana kadar sözünü ettiklerimizin dışında, din günü "yevm-üddin şeklinde bazı kullanımlar da vardır. Bunlarla, dinin "birleneceği, insanlar ve bütün varlıkların bir olan ALLAH’ın egemenliğine boyun eymeyeceği ve dünya hayatından dolayı hesaba çekileceği gün isimlendirilmektedir. Örneğin, "Sizi şu yakıcı ateşe ne sürükledi (74/42)" diye sorulduğunda Mücrimler (suçlular) şöyle cevap vereceklerdir.
• "O... din gününü yalanlardık/sonunda bu halde iken ölüm gelip bize çattı (74/46)

Kelimeyi Kur’an bütünlüğü bağlamında bu şekilde ele aldıktan sonra ulaştığımız sonuçları sıralamamız gerekirse:

1. Din, üç ayrı sacayağı üzerine kurulu bulunmaktadır. Bunlardan ilki, egemenlik, kudret, uluhiyyet ve otorite kaynak ya da kaynaklarının varlığıdır. İkincisinde ise; egemenlik, kudret, uluhiyyet, ve otorite kaynağına yönelik bir itaat, bağlılık, kayıtsız şartsız boyun eğiş bulunmaktadır. Üçüncüsü ise, ilk ikisi (kaynaklarla itaati kabullenen) arasındaki ilişkinin, karşılıklı amel ve fiillerle ortaya konmasıdır.

Bu üçü, her din için, mutlak ve mutlak surette geçerlidir. Bir egemenlik ve uluhiyyet kaynağı kabul edip bunun kendilerine bir itaat boyun eğme yüklemediği iddia edilemez. Bunun gibi, bir egemenlik ve uluhiyyet kaynağını kabullenip kendisi için de itaat edici, boyun eğici konumu seçtikten sonra, bu ilişkinin (amel.«e fiillerle ortaya konması gerekliliğine karşı çıkmak da mürfıkün olamaz. Çünkü din, bu üçüyle birlikte dindir.

Örneğin, ALLAH’ın kullarına din olarak seçtiği (5/3) İslam, bu üçlü sistemin ilk tarafını yani, "egemenlik ve uluhiyyeti, akide ve düzene ilişkin herşeyi" istisnasız olarak, bir olan ALLAH’a bırakmaktır. Ancak bir kimsenin kendine din olarak İslamı seçmesi, bu ilk tarafı istisnasız ALLAH’a bırakmasının yanısıra kendisine de O’na itaat konumunu kabullenmesi, amel ve fiillerle bunu göstermesi anlamındadır. Bunlardan birinin eksik bulunması İslam’ın "din" olarak seçilmediğini gösterir.

2) İslam dininin; "akide ve düzene ilişkin herşeyi ALLAH’a bırakmak, muhatap konumundaki insanlara bir itaat yüklemek ve bunların bireysel ve toplumsal göstergelerle ortaya koymak olduğunu" vurguladık. Bunun karşısında İse "şirk dini" bulunmaktadır. Yani, bu üçlü sistemi oluşturan sacayaklarından herhangi birinde ALLAH’ı İstisna etmek, dışlamak, ortaklar tutmak sonucu ortaya çıkan din. Egemenlik ve uluhiyyet kaynağı olarak ALLAH’ı birlememek nasıl Şirk dini saflarına geçmek için yeterliyse, ALLAH karşısında itaat, boyuneğme konumu seçmemek de, bunu amel ve fiillerle göstermemek de yeterlidir. Tamamını inkârla, bir kısmını kabullenmeme sonuç olarak aynıdır (42/21).

3. İki din var; birisi vahy dini olan İslam, diğeri de sapma inkar ve ortaklar tutma sonucu oluşan Şirk dini. Mümin ve Kâfirde.bu iki aynı din (vahy ve şirk)den birini seçmesiyle ortaya çıkacak iki aynı insan tipi. Ve işte, vahyin bağlısına hitabı:

• "De ki: Rabbim beni doğru yola iletti; dosdoğru dine" (6/161).
 
ruveyda Çevrimdışı

ruveyda

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
kardeşim ben demokrasiyi allahın izniyle iyi biliyorum elhamdülillah da senin din in manası konusunda sanki eksik bilgin varmış geliyor allahu alem.........bu da normaldir hepimizin farklı farklı eksiklikleri var ..inşallah birbirimizi tamamlıyacağız en iyi müslüman olma yolun ilerliyeceğiz....selametle kal kardeşim
 
F Çevrimdışı

fecrislam

Üye
İslam-TR Üyesi
Tek kelime demokrasi dinden uzaktır.
demokrasi menfaattir.
dinde menfaat olmaz ALLAH rızası vardır.

selametle kalın inşaALLAH
 
ruveyda Çevrimdışı

ruveyda

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
fecrislam ' Alıntı:
Tek kelime demokrasi dinden uzaktır.
demokrasi menfaattir.
dinde menfaat olmaz ALLAH rızası vardır.

selametle kalın inşaALLAH
evet muhakkak öyle demokrasi dinimizden uzaktır allah razı olsun.......selametle
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Kavram kargaşası olmuş ancak ruveyda kardeşimiz isabet etmiş. Din yaşantıdır..

Mesala hadisde kişi arkadaşının dini üzeredir denir kafamızdan tek türlü din tanımı yaparsak buna benzer kavramların içinden çıkılmaz hatta hadise muhalefete kadar gider.. din yaşamdır.

Menfaat yok demissiniz ancak asıl dinin saptırılıp yeni sapık dinlerin temelinde menfaatın ta kendisi vardır.. İnsanlar heva ve hevesleri uğruna din uydurmaktadırlar. Ancak Allah katında hak din islamdır.. Eğer bunu demek istiyorsanız zaten kimsenin bir diyeceği yokdur. Ancak bizler din olarak islami seçmek zorundayız. Ve islam gelmişdir . İslamın gelmesi bozuk olan dinlerin düzelmesi içindi. Demek oluyor ki başka dinler de varmış ki Resul sav gelmiş ve islam dinini anlatmıştır.
 
F Çevrimdışı

fecrislam

Üye
İslam-TR Üyesi
konu sizin dediğiniz gibi değil sevgili kardeşim.
senin yazdıkların ap ayrı bir haklılık
konu demokrasi dindir denilmesi ve bu kabullenecek bir durum değildir
he ben böyle kabulleniyorum diyen varsa bende başka bir bakışla o şahsa bakarım
yani benim demek istediğim demokrasi dine yama haline getirilmesin bizim dinizmiz müminlerin dinine hak olan islam ve tevhid dinine
 
F Çevrimdışı

fecrislam

Üye
İslam-TR Üyesi
demokrasi ve din
Şehid ABDULLAH AZZAM’a göre
“parlementoya girmenin hükmü PARLEMENTOYA GİRMENİN HÜKMÜ

Şehid Abdullah Azzam; "Allah'ın indirdikleri ile hükmetmeyen, Allah'ın şeriatına ve Resulullah'ın sünnetine zıt bir kanun koyan, o kanunu uygun gören veya destekleyip imzalayan kimseler için kafir olurlar ve İslam milletinden çıkarlar" dedikten sonra, "beşeri sistemlerin gölgesinde parlementoya girmenin hükmü" konusuna değinmiştir. Bu konu son dönemde İslam aleminde çok sorulduğu için bu konu hakkında müstakil bir bölüm açmayı uygun gördük.Şehid Abdullah Azzam'a parlementoya girmenin hükmü soruldu. O şöyle cevap verdi: "Parlemento bakanlar kurulu tarafından çıkarılmış kanunları inceleyen bir mercidir. Allah'ın indirdikleri hariç kanun yapmak insanı dinden çıkarır. Dolayısı ile parlemento beşeri kanunlara uyarsa dini ve akidevi yönden büyük bir tehlikededir.(Bu paragraftan da anlaşıldığı gibi Arap ülkelerinde ki parlamentolar direk olarak kanun çıkaran bir kurum değil, bilakis çıkan kanunları inceleyen bir kurumdur.(y.y)Ama şayet müslümanların maslahatı ve kafir sistemi durdurup karşı çıkmak için parlementoya girseler bu konu müslümanların genel maslahatına bağlıdır. Müslümanlar için hangisi güzel olursa onu yapması gerekir. Fakat harama girmemek şartıyla. " Maslahatın genel şartları: 1- Maslahat Şeriat sahihinin maksatlarına uygun olup asli hükümlere muhalif olmamalı ve açık naslara aykırılık teşkil etmemelidir. 2-Maslahat selim akıl sahipleri tarafından anlaşılabilen bir nitelik arz etmelidir. 3-Maslahatın zaruret olması ya bir zaruretin muhafazası yada bir güçlüğün defi için olmalıdır, (y.y) Nevap (vekil) kelimesi naibin çoğuludur. Bu kelime vekil manasına gelen naibin mi, yoksa musibet manasına gelen naibenin mi çoğulu olduğunu bilemiyoruz. Zira bunların çoğu vekil değil musibettir. Ve şu anda memleketimizde ki parlemento da bir oyuncak gibidir. Haşim er-Rıfai, parlemento, Abdunnasır, ve benzeri şeyler hakkında yazdığı "Hatırat Şiirlerinde şunları zikrediyor:

Ey Nasır! işte milletvekillerini Onları çocuk oyuncağı gibi Dilediğin şekilde hareket ettirebilirsin Senin arzuladığın bir şeyde Ağızlarını dahi açmazlar Biz çok iyi biliyoruz ki onlar sırf Konuştuğunda seni alkışlamak için Oraya biriktirilmişlerdir.Senden önce zulmetmek zehirli bir mantarken, Şimdi zulüm senin elinde organizeli bir örgüt oldu.

İslam'a zıt sadece tek bir kanunu dahi desteklemek, imzalamak, doğrulamak parlamentonun hakkı değildir. Kim ki İslam'a zıt sadece tek bir kanunu dahi uygun görürse, İslam milletinden çıkar. Mesela erkek ve kadın eşittir kanunu gibi.İslam'a zıt bir kanuna karşı çıkması tüm parlamenterler üzerine vaciptir. Şayet o kanuna karşı çıkmayıp uygun görseler İslam dininden çıkarlar. Yalnız biz parlamentoya dinimizi ve davamızı anlatmak için girersek o zaman bir beis yoktur. Fakat bakanlar meclisine girilemez. Çünkü bakanlar meclisi kanunu uygulayan yerdir. Müslümanlar oraya giremez. Ama parlamento ise, devleti gözeten bir yer olduğu için istediğini söyleyebilirsin. Bakanlar meclisi ise öyle değildir.Bizim için parlamentoya girip onların rüşvetçi olduğunu veya hırsız olduğunu ve hain olduğunu açıklamamızda şayet devlet izin verirse bir beis yoktur inşaallah.Sonuçta bu benim görüşümdür. Bu fetvada doğruda olabilirim yanlışta olabilirim Şayet yanlış yaparsam şeytandan, isabet etmişsem Allah'tandır. Allah'tan temennim hakkı bildirsin, batıldan uzaklaştırsın."Anlattıklarımızdan şunu özetleyebiliriz: Şehid Abdullah Azzam bazı şartlar dahilinde parlamentoya girilmesini caiz görüyor. O şartlar şunlardır:

1-Beşeri sistemlere karşı olmak ve durdurulması niyeti ile girmek.

2-Şer'i bir maslahatı gözetmek. Mesela İslam davasına yardım ve müdafaa etmek. Zulme karşı durmak, toplumun kanını içen hırsızları ve hainleri belirlemek için...vs

3-Allah'ın kitabına, Resulullah'ın sünnetine zıt hiç bir kanunu desteklemeyip imzalamamak. Şayet bir madde dahi imzalayıp uyarsa kafir olur İslam milletinden çıkar. ''Daha önce de belirttiğimiz gibi Arap ülkelerinde mevcut parlamenter sistem ile Türkiye sınırlarındaki parlamenter sistem yapıları itibarı ile tamamen farklılık arz etmekledir. Türkiye'deki parlamento. Kanun çıkaran bir kurumdur. Ve yine Türk parlamentosuna haram sınırlarını çiğnemeden girebilmek kesinlikle mümkün değildir. Hatta ve hatta parlamentoya giden yolda her adım küfür ve sirk filleri ile doludur. Daha ilk adımda demokrasinin korunması için edilen bağlılık yeminini buna örnek olarak verebiliriz.Tamamen küfür sözleri ile dolu bu yemin metni hangi maksatla ve hangi niyetle söylenirse söylensin kesinlikle sahibini İslam sınırları içerisinden çıkarmaktadır, (çünkü bilinen bir kuraldır ki ikrah şartları haricinde küfür sözlerini ikrar etmek kesinlikle küfürdür. Yine bugünkü parlamento işlevi itibarı ile Allah'ın dinine düşman olmuş bir yapı sergilemektedir. Çıkartılan her kanun Allah'ın kitabından kaynaklanmayıp beşeri iradelerin ürünüdür. Bu şartlar altında kim ki maslahat icabı bu parlamentoya girilebileceğini iddia ederse tamamen hiç bir ilmi temele dayanmayan bir iddiada bulunmuş olur. Açık olarak söyleyebiliriz ki: bu parlamentoya ne amaçla olursa olsun girmek de. Ve yine. ne amaçla olursa olsun girilebilineceğini iddia etmek de sahibini Allah'a karsı müşrik ve kafir durumuna düşürmektedir. (y.y)
 
F Çevrimdışı

fecrislam

Üye
İslam-TR Üyesi
Demokrasi halkın kendi kendini gütmesidir.
kendi kendine kanun koymasıdır.
kendi bildiklerini uygulamasıdır.
lut kavminin semut kavminin kendi kafalarına göre örnek veriyorum halkın bir araya gelip fikir yürütmesidir.
ama din hele islam dini böyle değildir liderin emirin veya halifenin demokrasi denen durumu yönetmesidir.islam dininde kanunlar nizamlar belirlenmiş uygulamak için müslümanlaştırmak için fikir aydınlatılması girmiştir.


herhan gibi bir müslümanın kalbini kırdı isem ise hakkını helal etsin inşaALLAH
 
eylemzayi Çevrimdışı

eylemzayi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
fecrislam kardeşim
senin söylediklerinle yazılanlar arasında çok bir fark görmüyorum
senin yanlış anladığını düşünüyorum ve anladığım kadarıyla açıklama yapma gereği duyuyorum...

demokrasinin islamdan beri olduğu zaten belirtiliyor,
ben burada yazılanlardan; "demokrasi islamdan başka bir dindir, dolayısıyla demokrasiye uyulması
"ALLAH katında din islamdır..." (3/19)
ayeti ile çelişir insanlar islamdan başka bir din edinmiş olur..."çıkarımını yapıyorum..

senin yazından ise demokrasiyi islamla ilişkilendirenlere bir tepki görüyorum ki burada yazılan diğer yazılardan da aynı çıkarım yapılabilir...

kardeşlerimiz dinin kelime manasından ve kur-an da geçen manalarından yola çıkarak demokrasinin "din" olduğunu söylüyorlar ki doğrudur...("demokrasi dindendir" ve "demokrasi dindir" cümleleri farklı anlamlara gelir. senin tepkin sanki burada geçmeyen "demokrasi dindendir" cümlesine?)
fakat senin de dediğin gibi elbette meşru, makbul din değildir...

aynı şeyi farklı şekillerde söylüyorsunuz...
 
A Çevrimdışı

anti_put

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
DİN NE DEMEKTİR?
Bir kimsenin hangi millet ve din üzerinde olduğunu bilmesi için öncelikle din kelimesinin manasını ve neye delalet ettiğini çok iyi bilmesi gerekir. İşte ancak o zaman hangi dine; Allah (c.c)’ın dini, taati ve şeriatine mi yoksa Allah (c.c)’tan başkasının dini, taati ve şeriatine mi bağlı olduğunu daha iyi anlar. Lisan’ul Arap sözlüğünde, “Din Kelimesinin Manası Bölümünde” şöyle geçmektedir:
Ed-Deyyan: Allah (c.c)’ın isimlerindendir. Manası; “Hakimdir”, “Kadıdır” (İhtilafı çözendir) demektir.
Bazı sahabelere Ali (r.a) hakkında soruldu. Sahabeler şöyle dediler:
“Rasûlullah (s.a.v)’dan sonra bu ümmetin (deyyanıdır) hakimi ve kadısıdır. (Ümmetin sahabelerine “deyyan” ismi verilmesi; deyyan kelimesi; Allah (c.c)’ın şeriatine göre hüküm veren manasına geldiği içindir.)
Ed-Deyyan: “Kahhardır” manasındadır. Hakim ve kadı manası da verilir. Bu kelime “da ne” fiilinden türemiştir.
“Danennas”: İnsanları kendisine itaate zorladı, demektir.
Rasûlullah (s.a.v), Ebu Talib’e şöyle dedi:
“Kureyş’ten öyle bir kelime istiyorum ki, araplar bu kelimeyle Kureyş’e (tediynu) itaat eder ve boyun eğerler.”
Din: Ceza ve mükafat demektir.
“Dintuhu bi fi’lihi diynen” yani; yaptığı sebebiyle ona ceza verdim, demektir.
Yevmu’ddiyn: Ceza günüdür. Ata sözlerinden birisinde şöyle geçer:
“Kema tediynu tudan” yani; Cezalandırdığın gibi ceza alırsın, demektir. Allah (c.c);
“Maliki yevmiddin” buyuruyor. Bu ise; “ceza ve hesap gününün maliki (sahibi)dir” manasına gelir.
Din: İtaat manasına da gelir.
“Dintu lehu.” Bu söz; ona itaat ettim, manasına gelir.
Din: “Adet ve durum” manasına gelir. Araplar şöyle derler:
“Diyni ve deydeni” yani; o hala benim adetimtir, demektir.
Rasûlullah (s.a.v)’ın hadisinde şöyle geçmektedir:
“Akıllı kimse (da ne nefsehu) nefsini zelil eden ve ölümden sonrası için hazırlık yapandır. Ahmak ise heva ve hevesine tabi olan ve Allah (c.c)’a boş ümitler bağlayandır.”
Ebu Ubeyde şöyle dedi:
“Hadiste geçen “Da ne nefsehu”dan kasıt; nefsini zelil etti, ona hükmetti veya ona hesap sordu, demektir.
“Din Allah (c.c)’ındır”. Bu ise; “itaat ve ibadet O’nun hakkıdır”, manasına gelir.
Da nehu deynen; yani; onu zelil etti ve kendisine köle yaptı, demektir.
Allah (c.c) Kur’an’da şöyle buyuruyor:
“Kralın dinine göre kardeşini alıkoyamazdı.” (Yusuf: 76)
Katade şöyle dedi:
“Kralın dininden kasıt; kralın hüküm ve kanunları demektir.”
“Dintuhu ediynuhu diynen.” Onu idare ettim, demektir.
“Dintuhu” yani; ona sahip oldum, demektir.
“Deyyentuhu’l Kavm.” Onu kavme reis tayin ettim, demektir.
“Dintu’rracul.” Sevmediğini yapmaya zorladım, demektir.
Din: İnsanın kendisine bağlandığıdır.
Din: Sultan manasındadır.
Din: Allah (c.c)’tan korkmak manasındadır.
Din: Zorlamak manasındadır.
Din: Masiyet manasındadır.
Din: İtaat manasındadır.
Havariç hakkında Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:
“Onlar dinden, okun avı delip geçtiği gibi çıkarlar.”
Hattabi şöyle dedi:
“Bu hadisteki “dinden çıkarlar” sözündeki “din” kelimesi “itaat” manasına gelir. Buna göre hadiste; kendisine itaat etmeleri farz olan imama itaatten ayrılırlar demek istenmiştir. Allah (c.c) daha iyi bilir.
Hac hadisinde şöyle geçer:
“Kureyş ve onların dinine tabi olanlar.” (Lisanu’l Arap c: 13 s: 166)
İbni Teymiye şöyle dedi:
“Din kelimesi mastardır. Mastar ise özne ve nesneyi tamamlar. Şöyle denir:
“Da ne fulanu fulane.” yani; ona ibadet ve itaat etti manasındadır.
“Da nehu” onu zelil etti, demektir.
“El Abdu yedinu lillah.” Kul, Allah (c.c)’a ibadet ve itaat eder manasındadır.
Din kelimesi; kul için kullanıldığında; ibadet ve itaat eden manasına gelir. Allah için kullanıldığında ise; ibadet ve itaat edilen manasına gelir.” (Fetvalar c: 15 s: 158)
Bu anlatılanlardan anlaşılıyor ki din kelimesinin en önemli manası; hüküm vermek, ihtilafı çözmek, kanun koymak, büyük bir sultaya boyun eğmek, itaat etmek ve bağlanmaktır.
Buna göre her kim sadece Allah (c.c)’a itaat eder, O’nun hükmüne ve şeriatine boyun eğer ve nebisine bağlanırsa işte o, Allah (c.c)’ın dini olan İslam’a girmiş ve böylece yalnızca Allah (c.c)’a ibadet etmiş olur. Her kim de Allah (c.c)’a itaatten yüz çevirir, O’nun hükmüne ve şeriatine boyun eğmeyi reddeder ve hayatın en ufak meselesinde bile olsa Allah (c.c)’tan başkasının hüküm ve şeriatine bağlanırsa işte o, diliyle binlerce defa Allah (c.c)’ın dini İslam’a bağlı olduğunu iddia etse de, itaat ettiği kimsenin dinine girmiş ve Allah (c.c)’tan başkasına ibadet etmiş olur.
Bu gerçeği ispat eden delillerden bazıları şunlardır:
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Fitne (şirk) kalmayıncaya ve dinin hepsi sadece Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın!” (Enfal: 39)
İbni Teymiye bu ayet hakkında şöyle dedi:
“Ayetteki din, itaat manasındadır. Eğer dinin bir kısmı Allah (c.c) için diğer kısmı Allah (c.c)’tan başkası için olursa işte o zaman cihad ve savaş, din tamamıyla Allah (c.c)’ın oluncaya kadar farz olur.” (Fetvalar c: 28 s: 544)
Allah (c.c) sana hidayet etsin! İbni Teymiye’nin, din kelimesini itaat olarak açıklayışına iyice bak ve dikkatle düşün! Her kim, hayatın en ufak meselelerinde bile olsa, Allah (c.c)’tan başkasına itaat ederse, Allah (c.c)’ ın dinine değil, başkasının dinine girmiş olur. İbni Teymiye’nin, böyle kimselerin itaati tam olarak Allah (c.c)’a oluncaya kadar onunla savaşılması gerektiğine dair sözüne de dikkat et!
İbni Cerir, “dinin hepsi sadece Allah (c.c)’ın oluncaya kadar” sözü hakkında şöyle dedi:
Bu söz; “itaat ve ibadet halis bir şekilde, tam olarak, sadece Allah (c.c)’a yapılıncaya kadar”, manasındadır. Ayetteki “fitne”yi ise “şirk” olarak tefsir etmiştir.” (İbni Cerir Taberi)
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer sopa vurun! Allah’ın dinini uygulama konusunda o ikisine acımayın!” (Nur: 2)
“Muhakkakki Allah’ın kitabında, gökleri ve yeri yarattığı günde Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte doğru din budur.” (Tevbe: 36)
“Biz Yusuf için böyle bir plan kullandık. Yoksa kralın dinine göre kardeşini alıkoyamazdı.” (Yusuf: 76)
“İşte böylece ortak koştukları kimseler, müşriklerin çoğuna, gerek onları mahvetmek ve gerekse dinlerini karıştırmak için çocuklarını öldürmelerini süslü gösterdiler.” (En’am: 137)
“Yoksa onların Allah’ın izin vermediği şeyi kendilerine dinden bir şeriat koyan ortakları mı vardır?” (Şura: 21)
“Sizin dininiz size, benim dinim banadır.” (Kafirun: 6)
Bunlar gibi ayetler çoktur. Bu ayetlerin hepsinde din; insanın bağlı olduğu kanun, hadler, şeriat, yol, ideoloji ve pratik nizam manasında zikredilmiştir. Şayet bir kimsenin bağlı olduğu kanun, nizam Allah (c.c)’ın kanun ve nizamı ise şüphesiz bu kişi Allah (c.c)’ın dinindedir. Şayet bağlı olduğu kanun ve nizam kralın kanun ve nizamı ise bu kişi kralın dinindedir. Şayet bağlı olduğu nizam şeyhlerin, din adamlarının ve papazların kanun ve nizamları ise bu kişi bunların dinindedir. Şayet bağlı olduğu nizam ve kanun aile, kabile, aşiret veya milletin kanun ve nizamı ise bu kişi şüphesiz bunların dinindedir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Firavun şöyle dedi: “Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim. O, Rabbine dua etsin dursun. Şüphesiz ki ben, dininizi değiştirmesinden ve yeryüzünde fesad çıkarmasından korkuyorum.” (Mümin: 26)
Musa (a.s) ve Firavun’un kıssalarının tafsilatına bakan kişi, bu ayette geçen din kelimesinin sadece millet veya din manasına gelmediğini, aynı zamanda bir devletin veya şehirin kanunu manasına da geldiğini görür. Firavun’un korktuğu ve ilan ettiği şey; Musa (a.s)’nın davetinde başarılı olmasıdır. Şayet Musa (a.s) davetinde başarılı olursa o zaman Firavun’un devleti, nizamı, kanunu ve hakimiyeti temelinden sökülecekti. Bu sebeble Firavun devamlı olarak bu mesele üzerinde durmuş ve bu meseleyi ilan etmiştir.
Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, bir zamanlar müslümanların diyarı olan yerlerde yürürlükte olan beşeri kanunlar birer dindir. Velevki bu kanunları koyanlar onu din olarak isimlendirmesinler... Her kim bu kanun ve sistemlere girer, bağlanır ve rıza gösterirse işte o kimse, hiç şüphe yoktur ki Allah (c.c)’ın dininde değil, tagutun dinindedir. Kendisinin müslüman olduğunu iddia etse ve kendisine müslüman ismini verse bile...
İslami temele, Rasulullah (s.a.s)’ın getirdiği şeriate ve Allah (c.c)’a itaate bağlanmayan her nizam, anayasa, kanun veya düşünce batıl birer dindir ve taguttur. Müslüman olan, ondan beri olmalı, onu reddetmeli ve ona bağlı olanları tekfir etmelidir.
Allah (c.c)’ın Kafirun suresinde buyurduğu gibi:
“De ki: Ey kafirler! Ben sizin taptığınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapmazsınız. Ben sizin taptıklarınıza asla tapacak değilim. Sizler de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz sizin, benim dinim benimdir.” (Kafirun: 1-6)
Allah (c.c) başka ayetlerde şöyle buyuruyor:
“Allah katındaki din, İslam’dır.” (Ali İmran: 19)
“Kim İslam’dan başka bir dine yönelirse o (din), ondan kabul edilmeyecek ve o (kimse) ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Ali İmran: 85)
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, her insanın bir dini ve taptığı bir mabudu vardır. Hatta Allah (c.c)’ın varlığını ve semavi dinleri kabul etmeyen mülhidin (ateistin) bile bir dini ve ilahı vardır. Onun dini ve ilahı, kendisine tabi olduğu hayat sistemi ve onun için kanun koyucularıdır. İşte bu kimse, bu kanunlara bağlanarak Allah (c.c)’tan başkalarına tapmaktadır. Bu kimse güya kendisini kurtarmak niyetiyle, dinlerin kompleksinden kaçıp hak dini terketmiş, fakat bir başka batıl dine girmiştir. Fıtrata uygun olan kulluktan kaçınmış, batıl ve fıtrata zıd olan kulluğa girmiştir. Bütün dinleri reddettiğini iddia eden koministin de dini vardır. Onun dini; kominizm, onun ilkeleri ve kainat, hayat, nefis hakkındaki komunist felsefesidir. Onların taptığı ilahlardan bazıları; kominizm, sosyalizm ve benzeri fikirleri çıkartan Marks, Lenin, Stalin ve benzerleridir. İşte bu kimselere, sevgi besleyerek, onların hayat görüşlerine itaat ederek ve boyun eğerek tapmaktadırlar. Aynı şekilde laik sistemlerdeki herhangi bir partiye veya Allah (c.c)’ın dinine savaş açan herhangi bir fikre bağlı olan kişinin durumu da böyledir. Bu kimse de, bu fikirleri koyan düşünürleri ilah edinmiştir. Çünkü onların fikirlerine ve koydukları düzene boyun eğmiş, bağlanmış ve itaat etmiştir.
 
F Çevrimdışı

fecrislam

Üye
İslam-TR Üyesi
Teşekkür ettim anti put kardeşim elhamdulillah dinin ne manaya geldiğini biliyorum
aktardığın için ALLAH razı olsun.
Şu günümüzde demokrasi din
din demokrasi ile bağdaştırılıyor

bakın ne demişler buraya yazılan yazıda

Demokrasi dinine göre, ALLAH'ın dinine zıt olsa da, onunla alay edilse de, beşeri kanunlara muhalefet etmediği müddetçe inanç hürriyet vardır.

burda bende bu yazı ters bir şekilde yazılmış demiyorum .
demokrasinin tağut olduğuda bildirilmiş siz benim anlamadığımı tahmin ederek yok öyle değil böyledir diyorsunuz
peki yazıyı buraya aktaran müslüman kardeşim demokrasinin din ile alakası nedir ?
 
A Çevrimdışı

anti_put

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
ALLAH (c.c) başka ayetlerde şöyle buyuruyor:
“ALLAH katındaki din, İslam’dır.” (Ali İmran: 19)
“Kim İslam’dan başka bir dine yönelirse o (din), ondan kabul edilmeyecek ve o (kimse) ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Ali İmran: 85)
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, her insanın bir dini ve taptığı bir mabudu vardır. Hatta ALLAH (c.c)’ın varlığını ve semavi dinleri kabul etmeyen mülhidin (ateistin) bile bir dini ve ilahı vardır. Onun dini ve ilahı, kendisine tabi olduğu hayat sistemi ve onun için kanun koyucularıdır. İşte bu kimse, bu kanunlara bağlanarak ALLAH (c.c)’tan başkalarına tapmaktadır. Bu kimse güya kendisini kurtarmak niyetiyle, dinlerin kompleksinden kaçıp hak dini terketmiş, fakat bir başka batıl dine girmiştir. Fıtrata uygun olan kulluktan kaçınmış, batıl ve fıtrata zıd olan kulluğa girmiştir. Bütün dinleri reddettiğini iddia eden koministin de dini vardır. Onun dini; kominizm, onun ilkeleri ve kainat, hayat, nefis hakkındaki komunist felsefesidir. Onların taptığı ilahlardan bazıları; kominizm, sosyalizm ve benzeri fikirleri çıkartan Marks, Lenin, Stalin ve benzerleridir. İşte bu kimselere, sevgi besleyerek, onların hayat görüşlerine itaat ederek ve boyun eğerek tapmaktadırlar. Aynı şekilde laik sistemlerdeki herhangi bir partiye veya ALLAH (c.c)’ın dinine savaş açan herhangi bir fikre bağlı olan kişinin durumu da böyledir. Bu kimse de, bu fikirleri koyan düşünürleri ilah edinmiştir. Çünkü onların fikirlerine ve koydukları düzene boyun eğmiş, bağlanmış ve itaat etmiştir.
 
A Çevrimdışı

anti_put

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi

DEMOKRASİ KÜFÜR NİZAMIDIR ONU ALMAK, TATBİK ETMEK VE ONA DAVET ETMEK HARAMDIR


"Ey iman edenler ! Allah'a itaat edin. Resule ve sizden olan emir (yönetim) sahiplerine de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Resul'e götürün. Allah'a ve Ahiret'e iman ediyorsanız, bu hem hayırlı hem de netice bakımından daha iyidir. o Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Zira tağutla (Allah'ın şeriatı dışındaki hükümlerle) muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki onu inkâr etmeleriyle emr olunmuşlardı. şeytan ise onları büsbütün saptırmak istiyor. o Onlara; Allah'ın indirdiğine ve Resul'e (yani İslâm şeriatı'na) gelin, denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün. o (Nisa : 59,60,61)

Kâfir Batının müslüman beldelerine götürüp pazarladığı demokrasi bir küfür sistemidir ki onun uzaktan veya yakından İslâm'la bir alâkası yoktur. Aynı anda İslâm ahkâmıyla küllî ve kısmî hususlarında tamamen çelişir. Yine demokrasi, kendisinin geldiği kaynak, kendisinden fışkırdığı akide, üzerine konduğu esas, getirdiği fikirler ve nizamlar bakımından da İslâm ahkâmı ile çelişir.
Bu nedenle demokrasiyi almak veya uygulamak veya ona çağırmak, müslümanlara kesinlikle haramdır.
Demokrasi, idarecilerin zulmünden ve din adıyla insanlara tahakkümlerinden kurtulmak için insanlar tarafından ortaya çıkartılmış bir yönetim düzenidir. Böylece bu düzenin kaynağı beşerdir. Vahy ile veya dinle hiç alâkası yoktur.
Demokratik düzenin ortaya çıkmasının esas nedeni şudur : Avrupa'daki idareciler, kendilerinin yeryüzünde Allah'ın birer vekilleri olduklarını iddia ediyorlardı. Buna göre idareci, insanları Allah'ın otoritesiyle idare eder durumdaydı. Zira idareciyi yasama otoritesine, yürütme otoritesine yani kendisinin çıkarttığı kanunla insanları idare etme otoritesine sahip kılanın Allah olduğunu iddia ediyorlardı. Çünkü, otoritesini insanlara değil Allah'a dayandırıyordu. Böylece idareciler insanlara zulüm ve tahakküm ediyorlardı. Ortaya attıkları bu iddialar adıyla aynen efendinin kölesine tahakkümü gibi insanlara tahakküm ediyorlardı.
Daha sonra, idareciler ile halklar arasında çatışma meydana geldi. Filozoflar ve düşünürler, idare konusunu incelemeye koyuldular. Ve insanların yönetimi için bir düzen ortaya attılar. Bu ise, demokratik düzendir. Bu düzende, halk otoritelerin kaynağıdır. İdareci, gücü ve otoritesini halktan elde eder ve egemenlik halka ait olur. İradesine sahip olan halktır. İradesini istediği şekilde bizatihi kullanır ve yürütür. Hiç bir kimse için halk üzerine bir sulta (otorite) yoktur. Halk kendi kendisinin efendisidir. Kendisiyle idare edilen ve gereğince yürünülen yasayı çıkartan odur. Yine o (halk), kendisinin çıkarttığı yasayla kendisini kendisine gıyaben (onun vekili olarak) yönetecek idareciyi tayin edendir.
İşte bunun için, demokratik düzenin kaynağı tamamen beşerîdir. Bir vahiy ile veya bir dinle hiç alâkası yoktur.
Demokrasi, batılı bir kelime olduğu gibi batılı bir ıstılahtır (terimdir) ki ona şu mana verilmiştir : "Halkın yönetimi, halkın yasasıyla halka aittir." Böylece halk, mutlak şekilde efendidir, egemenliğe sahiptir, kendi emrinin (idaresinin) yuları kendi elindedir, iradesini kullanır ve onu bizzat kendisi yürütür. Kendi otoritesi dışında başka bir otorite önünde sorumlu değildir. Halk, egemenliğe sahip olması itibariyle seçtiği vekilleri vasıtasıyla düzen ve kanunları ortaya çıkartır ve otoritelerin kaynağı olması itibariyle de kendisinden otoritelerini elde eden ve kendi tarafından tayin edilen idareciler ve hakimler vasıtasıyla bu düzen ve kanunları uygular. Devleti meydana getirme, idarecileri tayin etme, düzen ve kanunları ortaya çıkartma hususlarında her fert diğer fertlerin sahip oldukları haklara sahiptir. İşte, demokrasinin manası budur.
Demokraside asıl olan yani, halkın kendi kendisini yönetmesi hususunda asıl olan; halkın tümünün bir genel yerde toplanıp, kendisini yönetecek düzen ve kanunları çıkarması, işlerini yürütmesi ve bakılacak meseleye bakmasıdır.
Halkın tümünün, yasama heyeti olması için tek bir yerde toplanması adeta mümkün olmadığı için kendi yerine yasama heyeti olacak vekiller seçer. İşte bunlar parlamentoyu oluştururlar. Demokratik düzende parlamento, genel iradeyi temsil eder. O, toplulukların genel iradesi için siyasî temsili gösterir. Hükümeti ve devlet başkanını da seçer ki, bu idareciler genel iradeyi yürürlüğe koyacak birer vekiller ve hakimler olsunlar. Bu parlamento, otoritesini kendisini seçen halktan elde eder ki halkın çıkarttığı düzen ve kanunlarla halkı idare etsin. İşte bu şekilde bu düzende halk, kendisinin efendisi olur. Kanunları çıkartır, bu kanunları yürürlüğe koyacak idarecileri seçer.
Halkın kendi kendisinin efendisi olabilmesi, egemenliğini kullanabilmesi, herhangi bir baskı bulunmadan ve herhangi bir zorlama olmadan, hayatının nizamını ve kanunlarını koyma ve idarecilerini seçme hususlarında kendi zatıyla tam şekilde iradesini kullanabilmesi için genel hürriyetler esastır ki onları halkın her ferdine bol bol vermeyi, demokrasi gerekli kıldı. Ta ki halk herhangi bir baskı veya zorlama olmadan ve tam hürriyetle egemenliğini gerçekleştirmeye ve onu kendi zatıyla kullanmaya imkân elde edebilsin.


Bu genel hürriyetler şu dört hürriyette temsil edildi :
1- İnanç Hürriyeti,
2- Fikir Hürriyeti,
3- Mülk Edinme Hürriyeti,
4- şahsî Hürriyet.


Demokrasi, dini hayattan ayırma akidesinden (inancından) fışkırdı. Bu akide üzerine kapitalizm ideolojisi kuruldu. Bu akide, gerçekte bir orta çözüm akidesidir. Zira bu akide; Avrupa ve Rusya'daki krallar ve çarlar ile Filozoflar ve düşünürler arasında meydana çıkan çatışmanın neticesi idi. Krallar ve çarlar, halkı sömürmek, zulmetmek ve kanlarını emmek için dini bir vesile olarak kullanıyorlardı. Bunu gerçekleştirmek için, yeryüzünde kendilerinin Allah'ın vekilleri olduklarını iddia ediyorlardı. Din adamlarını bu hususta boyun eğmiş binek olarak kullanıyorlardı. Böylece bu idareciler ile halkları arasında korkunç çatışma çıktı. Bu esnada, Filozoflar ve düşünürlerin bir kısmı dini tamamen inkâr etti. Bir kısmı da, dini tanıdı fakat, dini hayattan ayırmaya ve daha sonra devletten ve idareden ayırmaya davet etti.
Böylece bu çatışma, "orta çözüm" ile yani "dini hayattan ayırma" düşüncesiyle sonuçlandı. Ve tabii olarak bundan, "dini devletten ayırma" düşüncesi de doğdu. Bu düşünce, kapitalist sistemin üzerine kurulduğu akide (inanç) ve aynı anda üzerine bütün fikirlerini tesis ettiği fikrî kaide oldu. Kapitalizm sistemine ait fikrî yön ve hayata bakış açısı, işte bu esasa göre tayin edildi. Bu esasa göre hayattaki bütün problemleri çözmeye gidildi. Böylece bu görüş, Batının taşıdığı ve dünyayı kendisine davet ettiği fikrî liderlik oldu.
Bu akide, dini ve kiliseyi hayattan ve devletten, daha sonra da nizam ve kanunları çıkartma işinden, idarecilerin tayini ve onlara otorite verme işinden uzaklaştırınca; halkın kendi zatıyla kendi nizamını seçmesi, nizam ve kanunlarını koyması, bu nizam ve kanunlarla kendisini idare edecek ve otoritesini halk topluluklarına ait genel iradeden elde edecek idarecilerini tayin etmesi kaçınılmaz oldu.
Buradan demokratik düzen meydana geldi. Böylece "dini hayattan ayırma" düşüncesi, onun akidesi oldu ki kendisi ondan fışkırdı. Aynı anda bu akide, üzerine bütün demokratik fikirlerini tesis ettiği fikrî kaide oldu.


Demokrasi şu iki fikir üzerine kuruludur:
A- Egemenlik (hakimiyet) halkındır,
B- Otoritenin kaynağı halktır.


Bu iki düşünceyi filozof ve düşünürler Avrupa'da kral ve imparatorlarla yaptıkları çatışma esnasında ortaya attılar. O zamanlar Avrupa'da "ilâhî hak" düşüncesi hakimdi. Krallar bu düşünceye göre kendilerini halk üzerinde bir ilâhî hakka sahip sayıyorlardı. Yasa çıkartma, hükmetme, yargılama işlerinin yalnız kendilerine ait olduğunu sayıyorlardı. Yalnız kendilerini devlet, halkı da kendilerinin tebaası sayıyorlardı. Halkın yasamada, otoritede, yürütmede ve hiç bir şeyde hakkının olmadığına itibar ediyorlardı. Böylece onlara göre halk herhangi bir görüş hakkı, iradesi olmayan ve kendisine ancak itaat ve uygulamanın düştüğü bir köle mertebesindeydi. İşte filozoflar ve düşünürler bu "ilâhî hak" düşüncesini ortadan kaldırmak için krallar ve imparatorlar ile yaptıkları çatışma esnasında bu iki fikri ortaya atmış oldular.
İşte böylece o iki düşünce, krallara ve imparatorlara ait "ilâhî hak" düşüncesini tamamen kaldırmak, yasama hakkı ve otoriteyi halka ait kılmak için ortaya atıldı. şöyle ki; halk bir efendiye ait köle değil kendisi efendidir. O, kendisinin efendisidir. Onun üzerinde hiç bir kimsenin egemenliği yoktur. Böylece onun kendi iradesine malik olması gerekir. Kendi iradesini yürütmelidir. Böyle olmazsa o, köle olurdu. Çünkü, kölelik başkasının iradesiyle yürümek demektir. Böylece o, kendi iradesiyle bizzat yürümezse köle olarak kalır. Öyleyse halkı kölelikten kurtarmak için onun iradesini yürütme hakkının kendisine ait olması kaçınılmazdı. Böylece, halk istediği yasa ve kanunu çıkartma, istemediği yasayı da iptal etme ve kaldırma hakkına sahip olur. Zira halk mutlak hakimiyete sahiptir ki, koyduğu kanunları uygulama hakkı ona aittir. Böylece istediği idareciyi seçer, istediği kanunu uygulamak için istediği yargıcı da seçer. Başka ifadeyle halk bütün otoritelerin kaynağıdır ve idareciler kendi otoritelerini ondan elde ederler. Böylece imparatorlar ve krallara karşı devrimlerin başarısı ve ilâhî hak düşüncesinin yok olmasıyla beraber "hakimiyet (egemenlik) halkındır" ve "halk otoritelerin kaynağıdır" düşünceleri yürürlüğe konuldu. Bu iki düşünce, demokratik düzenin üzerine kurulduğu temeli oldular. Böylece halk, hakimiyet sahibi olması bakımından teşrî edici (kanun koyucu) ve otoritelerin kaynağı olması bakımından da uygulayıcı oldu.
Demokrasi, çoğunluğun hükmüdür (yönetimidir). Zira teşrî (yasama) komisyonlarının üyeleri halkın seçmen oylarının çoğunluğu ile seçilir. Yine parlamentolarda nizam ve kanunları çıkartma, hükümetlere güven oyu verme ve onlardan güveni çekme işleri, çoğunluğa dayanır. Parlamentolarda, Bakanlar Kurulu'nda diğer meclis, kuruluş ve komisyonlarda kararlar hep çoğunlukla alınır. Halk tarafından direk veya meclisin üyeleri vasıtasıyla idarecileri seçmek halkın seçmenlerinin çoğunluğu ile gerçekleşir.
Bu nedenle, çoğunluk demokratik düzende bariz görünüştür. Çoğunluğun görüşü, demokratik düzenin bakış açısına göre halkın görüşünü açıklayan hakiki ölçüdür.
İşte bu; demokrasi, onun kaynağı, ortaya çıkış keyfiyeti, onun kendisinden fışkırdığı akide ve üzerine kurulduğu esaslar ve halkın onu uygulama imkânlarını meydana getiren hususlar hakkında kısa öz bir açıklama idi...


Bu öz ve kısa açıklamada aşağıdaki hususlar açıkça görülür :
1-Demokrasi, Allah tarafından gelmeyip insanların akıllarından çıkmıştır. Vahye dayanmıyor. Allah'ın, Resullerine indirdiği herhangi bir dinle de herhangi bir ilgisi yoktur.
2-Dini hayattan ayırma ve buna bağlı olarak da dini devletten ayırma akidesinden (inancından) fışkırmıştır.
3-Aşağıdaki şu iki esas fikir üzerine kuruludur :
a-) Hakimiyet halkındır.
b-) Otoritelerin kaynağı halktır.
4-Çoğunluğun hükmüdür (yönetimidir). İdareciler ve parlamento üyeleri seçmenlerin oylarının çoğunluğuyla seçilirler. O yönetimde bütün karar, oyların çoğunluğu ile çıkartılır.
5- Aşağıdaki şu hürriyetlere çağırır durur :
a-) İnanç hürriyeti.
b-) Görüş (fikir) hürriyeti.
c-) Mülk edinme hürriyeti.
d-) şahsî hürriyet.
Demokrasi, bu dört hürriyetin halkın her ferdine temin edilmesini gerektiriyor ki her fert hakimiyetini (egemenliğini) kullanabilsin ve kendi zatıyla yürütebilsin. İdarecileri ve parlamento üyelerini seçme işine herhangi bir baskı veya zorlama bulunmadan tam hürriyetle katılabilsin.
1 Nolu bende bakıldığında demokrasinin küfür sistemlerinden olduğu, İslâm'dan olmadığı ve İslâm'la herhangi bir ilgisinin bulunmadığı açığa çıkar.
Onun İslâm'la çelişmesini ve onu alma hakkında şeriatın hükmünü belirtmeden önce, demokrasinin en kıdemli demokratik devletlerde bile uygulanmadığını, yalan ve saptırma üsluplarına dayalı olduğunu belirtmek istiyoruz. Yine onun bozukluğu, kötü kokusu, çürüklüğü, dünyaya getirdiği musibetler, tehlikeler ve içinde uygulanmış toplumların fesadı ve bozukluğunun derecesini de izah etmek istiyoruz.
Demokrasi, gerçek manasıyla uygulanma kabiliyeti olmayan hayalî bir düşüncedir. Kesinlikle meydanda bulunmadı ve hiç bulunmayacaktır. Zira, umumî işlere bakmak için halkın tamamının devamlı olarak bir yerde toplanması imkânsızdır. Yine idarenin ve yönetimin; halk tarafından deruhte edilmesi de yürütülmesi de imkânsızdır. Bundan dolayı demokrasiye hile yapıp onu tevil ettiler. Böylece onun için devlet başkanı, hükümet ve parlamento meclisi diye isimlendirdikleri şeyleri meydana getirdiler.
Buna rağmen, bu tevilden sonra da onun manası vakıaya uymaz ve vakıada hiç var olamaz. Zira, devlet başkanı, hükümet ve parlamento üyelerinin halkın oylarının çoğunluğuyla seçiliyor olmaları, parlamentonun halk topluluklarının genel iradeleri için siyasî vücudu temsil eden olması ve onun halkın çoğunluğunu temsil etmesi, vakıadan ve gerçekten çok uzak olan şeylerdir. şöyle ki; parlamento üyeleri halkın çoğunluğu tarafından değil halkın azınlığı tarafından birer vekiller olarak seçilirler. Zira, parlamentodaki bir koltuk için bir kişi değil bir kaç kişi adaylığını gösterir. Böylece, bir bölgede seçmenlerin oyları, adaylara dağılır. O bölgede seçmenlerin oylarının çoğunu elde eden kişi aslında seçmenlerin oylarının çoğunluğunu değil de sadece diğerlerden daha fazla oy almış olur. Buna göre; kazanan milletvekilleri halkın oylarının çoğunluğunu değil azlığını elde etmiş olurlar. Böylece, bu azınlığın vekilleri ve temsilcileri olurlar. Halkın çoğunluğunun vekilleri ve temsilcileri olmazlar.
Devlet başkanıyla ilgili durum da aynıdır. İster halk tarafından direk olarak seçilsin, isterse parlamento üyeleri tarafından seçilsin halkın oylarının çoğunluğuyla seçilmez, ancak oylarının azınlığı ile seçilir. Aynen parlamento üyeleri ile ilgili durumda olduğu gibi.
Demokratik düzende belirgin kötülüklerden birisi de yönetimle ve hükümetlerle ilgili hususlardır. Zira, demokratik bir memlekette parlamentoda mutlak çoğunluğu elde edebilecek ve tek başına hükümeti teşkil edebilecek büyük partiler bulunmazsa böyle memleketlerde yönetim istikrarsız olur. Ve sürekli olarak hükümet arka arkaya gelen siyasî bunalımlara maruz kalır. Çünkü, hükümetin parlamentonun çoğunluğunun güvenini elde etmesi zordur. Böylece, istifa etmeye mecbur kalır. Devlet başkanı yeni bir hükümeti teşkil ettiremeden aylar geçebilir. Bu nedenle, böyle memleketlerde yönetim felç olur ve çalışmaz hale gelir. Devlet başkanı da meclisi fesh etmeye ve yeni seçimler yaptırmaya mecbur kalabilir. Bunu, dengeleri değiştirme umuduyla yapar ki bir hükümet oluşturulabilsin. İşte böylece o memleketlerde yönetim istikrarsız halde devam eder. Onun siyaseti sarsılır ve çalışmaz hale gelir. İtalya, Yunanistan vb.. demokratik memleketler buna birer misaldir. Çünkü, buralarda çok parti var ve mutlak çoğunluğu elde edebilecek büyük partiler yoktur. Bu nedenle bu partiler arasında pazarlık işi ortaya çıkar. Hükümeti oluşturma hususunda kendilerine katılsın diye bir kısım partiler diğer küçük partilerin hükümete ortak olmalarını isteyince bu küçük partiler diğer partilere tahakküm etmeye başlar, kendi özel çıkarlarını gerçekleştirmek için ağır şartlar gösterirler. Böylece, bu küçük partiler diğer partilere göre ancak azınlığı teşkil ederken o partilere tahakküm ettiği gibi memleketin siyasetine ve hükümetin kararlarına da tahakküm ederler.
İnsanlığın gördüğü şiddetli belâlardan birisi, muhakkak ki demokrasinin getirdiği genel hürriyetler düşüncesidir. Bu düşünce, insanlığın başına büyük musibetler ve kötülükler getirdi. Demokratik memleketlerdeki toplumları hayvan sürüleri seviyesinden daha aşağı bir seviyeye düşürdü. şöyle ki :
Mülk edinme hürriyeti düşüncesi ve menfaatçılığın amellerin ölçüsü olması büyük sermayeli varlıkların meydana gelmesini gerektirdi. Bu varlıklar, fabrikalarını çalıştırmak için ham maddelere ve üretimlerini satmak için tüketici pazarlara ihtiyaç duydular. Bu durum ise, bu kapitalist devletleri geri kalmış memleketleri sömürmek, servetlerini istilâ etmek, mallarını gasbetmek ve halkların kanlarını emmek hususunda ruhanî, ahlâkî ve insanî değerlerle tamamen çelişerek yarışmaya sevk etti.
Nitekim bu kapitalist devletler arasında oburluk ve tamahkarlığın şiddeti daha da arttı. Bu devletler, ruhanî, ahlâkî ve insanî değerlerden tamamen soyundular. Onların haram kazancı elde etmek üzerindeki yarışları daha da arttı. Öyle ki bu durum onları, halkların kanlarıyla ticaret yapmaya, ürettiklerini satabilmek ve kendilerine hayli kârlar kazandıran askerî ve sanayî ürünlerini piyasaya sürmek için devletler arasında ve halklar arasında fitne ve savaş ateşlerini yakmaya sev ketti.
Amerika, İngiltere ve Fransa gibi sömürgeci demokratik devletlerin utanmaz şekilde demokratik değerlerle ve insan haklarıyla söz ebeliği yapmaları ne kadar gülünç ve tiksindirici bir şeydir.!.. Çünkü, aynı vakitte bu devletler insanî ve ahlâkî değerlerin tamamını ayaklar altında eziyorlar, insan haklarının tümünü çiğniyorlar, daha doğrusu insanların kanlarını haksızca akıtıyorlar.
İşte Filistin, Güneydoğu Asya, Latin Amerika, siyah Afrika ve Güney Afrika, onların suratlarına çarpılacak en iyi delillerdir. Bunlar, o sömürgeci demokratik devletlerin ne kadar yalancı, aldatıcı ve doğrusu ne kadar utanmaz ve yüzsüz olduklarını açıkça gösteriyor...
Şahsî hürriyet düşüncesine gelince; o, demokratik memleketlerdeki toplumları hayvanlardan alçak toplumlara çevirdi. Ve o toplumları hayvanların ulaşamadığı pis ve çirkin bir seviyeye ulaştırdı. Allah'u Teâlâ'nın şu sözü ne kadar doğrudur :

"Heva ve hevesini (kendi istek ve arzularını) kendisine ilâh edineni gördün mü? Sen mi onun vekili (veya savunucusu) olacaksın? Yoksa onların çoğunu (söz) işitiyorlar veya akıllarını kullanırlar mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidirler, daha doğrusu onlar (gittikleri) yol bakımından daha şaşkın (ve sapıktır)lar." (Furkan : 43-44)

Nitekim, demokratik toplumlarda o demokratik ülkelerin parlamentolarında çıkartılan kanunların naslarıyla cinsel ilişkiler su içmek gibi tam serbest oldu ve kiliseler de bu kanunları onayladılar. Bu kanunlar, cinsel ilişkileri serbest bıraktığı gibi on sekiz yaşına ulaşan erkekler ve kadın arasındaki ilişkileri de tamamen serbest kıldı. Ne devlet ne de ebeveynleri (anne ve babaları) bu cinsî ilişkileri engellemek için herhangi bir otoriteye sahip değildirler.
Yine onlar; normal cinsel ilişkilerin serbestliği için kanun çıkartmakla yetinmediler, anormal ve sapık cinsel ilişkilerin serbestliği için de kanunlar çıkarttılar. Hatta bazı demokratik memleketler sapık olanlar arasında evliliğe de müsaade ettiler. Erkeğin erkekle, kadının kadınla evlenmesine müsaade ettiler...
Bu nedenle, sokaklarda, caddelerde, parklarda, otobüslerde ve diğer ulaşım araçlarında genç erkek ve kızlar öpüşürken, birbirlerine sarılırken, okşarken ve buna benzer şeyler yaparken görmek tabii ve normal görüntülerden oldu. Hatta bunlar kimsenin dikkatini çekmeksizin ve garipsenmeksizin cereyan ediyor. Çünkü, böyle şeyler onlar katında normal ve tabii işlerden sayılmaktadır. Aynı şekilde yazın, kadınların güneşli günleri fırsatı ganimet bilip parklarda ancak en mahrem yerlerini (ayıplarını) örtecek bir yaprak dışında anadan üryan uzanmaları tabii durumlardan oldu. Yine yazın, kadınların yarı çıplak olarak sokaklarda yürümeleri de normal ve tabii hallerden oldu.
Nitekim, sapık ve garip cinsel ilişkiler bu aşağıya yuvarlanmış demokratik toplumları doldurmuştur. Zira, erkekler arasında ve kadınlar arasında homoseksüellik çoğaldı. Hayvanlarla cinsel ilişkiler de çoğaldı. Aynı vakitte bir kaç erkek ve kadın arasında aynı vakitte toplu cinsel ilişkiler de çoğaldı. İşte buna benzeri hayvanların ahırlarında bile bulunmuyor.!..
Bir Amerikan gazetesinde bir istatistik yayınlandı. Orada deniliyordu ki : Amerika'da aralarında evliliklerin yasal olarak tanınmasını ve sapık olmayan kişilerin elde ettikleri hakların kendilerine de verilmesini isteyen 25 milyon sapık kişi vardır. Yine, bir gazete; Amerika'da bir milyon kişinin anneleri, kızları ve kız kardeşleri gibi yakın akrabalarıyla cinsel ilişkiler kurduklarını haber verdi.
İşte bu hayvansal serbestlikten, cinsel ilişkilerden, cinsel hastalıkların ve onların en şiddetlisi olan Aids hastalığının yayılması neticesine varıldı. Yine bundan dolayı zina çocukları çoğaldı. Bir gazete; İngilizlerin %75'nin metres hayatı (yani zina) çocukları olduğuna dair bir haber verdi.
Bu toplumlarda, aile parçalandı. Babalar, anneler ve çocukları, kardeşler ve kız kardeşler arasında; saygı, sevgi, merhamet kayb oldu. Hatta, yaşları ilerlemiş, onlarca daha doğrusu yüzlerce erkek ve kadının sokaklarda yürüdüklerini ve beraberlerindeki köpekleri dost edinerek, parklarda dolaşmayı tercih ettiklerini görmek doğal işlerden oldu. Öyle ki, o köpekler onların meskenlerine, yemeklerine, hatta yataklarına ortak oldular. Onların yalnızlıklarında onları teselli eden tek şey köpekleri oldu. Zira, onlardan her birisi yalnız yaşıyor ve kendisini teselli eden bir şey yoktur. Çünkü, köpekten başka kendileriyle beraber oturacak ve onlara yakın olacak, dost olacak kişiler olmaksızın yalnız başlarına yaşar duruma düştüler...
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt