Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Dua Ve Tevhid

ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
"Kardeşim Zünnûn'un duası:
لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
"Senden başka ibadete layık ilâh yoktur; senin şanın yücedir; ben zalimlerden oldum" (Enbiya, 21/87) ayetidir.
Sıkıntıya düşmüş her kim bu dua ile dua ederse, mutlaka Allah o kimseyi sıkıntıdan kurtarır.
(Ahmed, Müsned, c. 1, s. 170; Tirmizî, c. 5, s. 529; En-Nesâî, Amel'ül-yevm vel-Leyle, s. 656; Hâkim, El-Müstedrek, c. 1, s. 505, c. 2, s. 383-Sa'd b. Ebi Vakkas'tan; Ayrıca, Beyhakî, Şu'abül' İmân,H. No: 606)
Bu hadisle alakalı şu sorular sorulmuş İbn Teymiyeye:
1 - Bu duanın manası nedir?
2 - Bu duâ niçin sıkıntıları gideren bir duadır?
3 - Bu duada geçen sözleri söyleme sırasında batınî bir Şartın bulunması gerekli midir?
4 - Zorluğu gidermeyi gerekli kılması için, kalbin itikadı, duanın anlamıyla uyumu nasıl olmalıdır?
5 - Duada geçen " إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ innî küntü minezzalimîn -ben zalimlerden oldum" bölümünün zikredilmesinin, zorluğu gidermeyi gerekli kılan tevhidle münasebeti nedir?
6 - Bu duayı okuyan kimsenin, sadece zalim olduğunu söyleyerek suçunu itiraf etmesi yeterli midir, yoksa gelecekte karar verip tevbe etmesi kaçınılmaz bir gereklilik midir?
7 - Sıkıntının giderilmesi ve kaldırılmasının, insanın yaratıklardan ve yaratıklarla alakalı olan her şeyden umudunu kesmeye bağlı olmasının sırrı nedir?
8 - Kalbin yaratıklardan ve onlarla alakalı olan şeylerden bir şey ummaktan tamamen vazgeçip bütün varlığı ile Allah'a bağlanması, tamamen O'na yönelmesi ve her şeyi O'ndan ummasının aslî ve belirgin sebebi nedir?

Duanın Manası


"Duâ ve davet" sözü Kur'an'da iki anlam içerir:
1 - İbadet duası (İbadet amacıyla yapılan duâ)
2 - Dilek duası (Allah'tan birşey dilemek için yapılan duâ)
Şu âyetler bu tanımlara örnektir:
"Allah'la beraber başka bir ilâha duâ (ibâdet) etme, sonra azab edilenlerden olursun." (Şuarâ, 26/213)
"Kim, Allah'la beraber varlığını ispatlayacak hiçbir delil bulunmayan bir ilâha ibâdet (duâ) ederse, onun hesabı Rabbinin yanındadır. Kuşkusuz kâfirler kurtulamaz." (Mü'minûn, 23/117).
"Allah'la beraber başka bir ilâha duâ etme, O'ndan başka ibadete layık ilâh yoktur." (Kasas, 27/88).
"Allah'ın kulu Muhammed O'na ibâdet (duâ) etmek için kalkınca, neredeyse çevresinde birbirlerine kenetlenerek keçeleşirlerdi." (Cin, 72/19).
"Onlar Allah'ı bırakıp dişilere duâ (ibâdet) ediyorlar ve yalnız başkaldıran şeytandan başkasına ibâdet etmiyorlardı." (Nisa, 4/117)
"Hak duâ Allah'a yapılır; ondan başka duâ ettikleri, kendilerine hiçbir cevap veremez. Bunlar suyun ağzına gelmesi için avuçlarını suya açan kimseye benzerler. Hiçbir zaman su ağzına ulaşmaz." (Râd, 13/14)
"Onlar ki Allah ile beraber başka bir ilâha duâ etmezler. Allah'ın haram ettiği canı haksız yere öldürmezler, ve zina etmezler." (Furkân, 25/68)
"Ey Muhammed, de ki: "Duanız (ibâdetiniz) olmasa Rabbim sizi ne yapsın (ne diye size değer versin?) Yalanladığınızdan ötürü azaba çarptırılmanız gerekecek." (Furkân, 25/77)
Âyetin yorumu ile ilgili olarak şöyle denildi:
"Eğer sizin O'na duanız olmasa; onun duası size olmasa..."
Buradaki mastar bazen özne ile bazen de nesne ile tamlanmaktadır. Ancak özne ile tamlanma olasılığı daha güçlüdür. Çünkü o duayı yapan bir öznenin olması mutlak gereklidir. Bu nedenle iki görüşten en güçlüsü budur. Bu durumda âyette şöyle denilmektedir:
"Şayet O'na duâ etmiyor, O'na ibâdet etmiyor ve O'ndan dilekte bulunmuyorsanız Rabbim sizi ne yapsın ? (ne diye size kıymet verip dikkate alsın?)

Dua ve Namaz

"Salat" kavramı lugatta "duâ" anlamındadır.
Salat'a duâ denilmesi ibâdet ve dilemek olan duâ mânâsını içermesinden dolayıdır. Sözgelişi:
"Bana duâ edin, duanızı kabul edeyim." (Mü'min 40/60) âyeti iki biçimde tefsir edilmiştir:
1 - Bana ibâdet edin ve emrime uyun ki duanızı kabul edeyim.
Şu âyette buyurulduğu gibi:
"İman eden ve sahih amel işleyenlerin dualarını kabul eder." (Şûra, 42/66)
2 - Benden isteyin, size vereyim.
Buhârî ve Müslim'de konu ile ilgili olarak şu hadis yer almıştır:
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
"Her gece, gecenin son üçte bir kısmı kalınca Rabbimiz dünya göğüne iner ve şöyle buyurur:
"Benden dileyen yok mu, dilediğini vereyim, bana istiğfar eden yok mu, kendisini mağfiret edeyim"
(Buhârî, Teheccüd babı, c. 2, s. 47, Da'avat b. c. 7, s. 149; Tevhid, c. 8, s. 197; Müslim: Misafirlerin namazı b. c. 1, s. 521; H. no 758; Ebu Hüreyre'den; ayrıca Buhârî, El-Edeb ül-Müfred, s. 196. Ebû Davud, Tatavvu, c. 2, s. 77, h. no 1315; Es Sünne, c. 5, s. 100-102, H. c. 5, s. 526, H. No 3498; İbn Mâce, el-İkâme b. c. 1, s. 435, H. No 1366 ed-Dârimî, s. 347; Mâlik, el-Muvatta, s. 314; Ahmed, el-Müsned, c. 2, s. 264; Beyhâkî, Sünen, c. 3, s. 2; El-Esma Ves-Sıfat, s. 565; El-İtikad, s. 56)
Hadiste öncelikle duâ kelimesi, ardından sual (dilek) ve istiğfar kelimeleri zikredildi.
Dileyen aynı zamanda duâ eden olduğu gibi istiğfar eden de aynı zamanda dileyendir. Ne var ki "sâil" kelimesinin kullanılması hayrı taleb eden dilekçiden sonra gelecek şerri gidermek içindir. Her ikisinin birlikte duâ eden (dâî)kelimesinden sonra zikredilmesi, bu kelimenin her ikisini ve onların dışında kalan başka kelimeleri de içermesi, bu hass (özel) olanın genel üzerine atfedilmesi kuralından kaynaklanmaktadır.
Konuyla ilgili olarak yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Kullarım sana benden sorarlar; kuşkusuz ben onlara çok yakınım. Duâ eden, Bana duâ ettiği zaman, duasını kabul ederim." (Bakara, 2/186)

Dilek ve İbadet

Her dileyen, rağbet eden, korku duyan kimse kendisinden dilekte bulunulan varlığa kulluk edendir.
O'na her ibâdet eden de aynı zamanda O'nun rahmetini uman ve azabından korkandır.
Her ibâdet eden dileyendir ve her dileyen ibâdet edendir.
Bu iki isimden her birisi diğerinden soyutlanıp tek başına kaldığında onu içerir.
Ancak bir araya geldikleri zaman "sail" (dileyen) kelimesiyle, sual ve taleb kalıbıyla, "yararlı olanı elde etmeyi, zararlı olanı gidermeyi istemek" anlamı murad edilir.
Bunun gibi ibâdet eden anlamına gelen "âbid" kelimesiyle burada sual kalıbı bulunmasa da, "emre uymayı taleb eden kimse" anlatılmak istenmiştir.

Havf ve Reca - korku ümit

- Allah'ın zâtını isteyen ve O'na bakan "âbid",
- Dileğinin yerine getirilmesini uman, "râgıb",
- Dileğinin yok olmasından korkan "râhib" olarak aynı zamanda hem korkan hem de umandır.
Şu iki âyet bunun misâlidir.
"Gerçekten onlar hayır işlere koşarlar, umarak ve korkarak bize duâ ederlerdi ve bize derin saygı gösterirlerdi." (Enbiyâ, 21/90)
"Yanları yataklardan uzaklaşır, korkarak ve umarak Rab'lerine duâ ederler." (Secde, 32/16)
İster "ibâdet", isterse "dilek" amacı içeren duâ olsun, Allah'a duâ eden kimsenin, "umma" ve "korkma" duygularından uzak olduğu düşünülemez.
Bazı şeyhlerin korku ve ümidi avama has makamlardan saydıkları anlatılır. Bu anlayış şu şekilde yorumlanmaktadır:
Bunu söyleyen şeyhin anlatmak istediği, mukarrabinler'in (yani Allah'a yakınlık kesbetmiş kimseler) sadece Allah'ın zâtını istedikleri, O'na bakmakla haz almayı amaçladıklarıdır. Orada O'nunla haz alan yaratıklar bulunmasa da onlar bu isteğin gerçekleşmesini umarlar, ondan mahrum kalmaktan korkarlar.
Aslında onlar da korku ve ümid duygularından uzak değildir, fakat onların umdukları ve korktukları, talep ettiklerine göredir.
Sözgelimi bunlardan birisi şöyle söylemektedir:
"Sana ne cennetini arzulayarak ne de ateşinden korkarak ibâdet ediyorum."
Bu sözü söyleyen zât cennetin, alelade yaratıkların yararlandığı bir yerin, ateşin ise, yaratıkların duydukları acının ötesinde özel bir azab olmayan yerin adı olduğunu sanıyor.
Oysa böyle düşünen kimseler cennetin adını anlama noktasında büyük eksiklik içindedirler.
Halbuki Allah'ın dostlarına ödül olarak ahirette hazırladığı yerin adı cennettir.
Allah'ın cemâline bakmak da cennet nimetlerinden bir nimettir.
Bunun için mahlûkatın en faziletlisi olan kimse Allah'ın cennetini ister, cehennem ateşinden de O'na sığınır.
Bu yüzden Rasûlullah'ın sahabesi namazlarında şöyle duâ ederlerdi:
"Ben Allah'tan cenneti dilerim ve cehennem ateşinden Allah'a sığınırım."
(İbn Mâce, el-İkâme b, c. 1, s. 295, H. No 910; Duâ, c. 2, s. 1264, H. No 3847; İbn Huzeyme, Sahih, c. 1, s. 258, H. No 725, Ebû Salih Ebu Hüreyre'den. Ebû Dâvud, Namaz babı, c. 1, s. 501, H. No 792; Ahmed, el-Müsned, c. 3, s. 474, c. 5, s. 74; Rivayet eden sahabi zikredilmemiş)
Bir grup kelamcı, yukarıda zikredilen (senden cemâline bakma lezzetini isterim) sözünü yadırgamışlardır.
(En-Nesâî, el-Müctebâ, Kitab-üs-Sehv c. 3, s. 54; Ata b. Sâib babasının şöyle dediğini naklediyor:
Ammar bin Yâsir bizimle kısa bir namaz kıldı. Orada bulunanlar namazı niçin kısaltarak kıldığını sordular, şöyle cevap verdi: Ben orada Rasûlullah'dan dinlenilen duayı okudum. Ammar oradan kalkınca, aralarından birisi onu izleyerek okuduğu duanın hangi duâ olduğunu sordu. O da şu duayı okudu:
“Allah’ım! Gayb bilgine ve yarattıklarına olan kudretine dayanarak senden istiyorum. Yaşamak benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat. Ölüm benim için hayırlı olduğu zaman beni öldür.
Allah’ım! Gizli ve açık hallerimde senden korkmayı istiyorum. Kızgın olduğum ve olmadığım zamanlarda doğru konuşmayı istiyorum. Zenginlikte ve fakirlikte senin rızana uygun hareket etmeyi istiyorum. Senden bitmeyen nimetler istiyorum. Kesintisiz göz aydınlığı istiyorum. Başa gelen olaylara razı olup isyan etmemeyi istiyorum. Ölümden sonra (kabirde) güzel yaşamayı istiyorum. Senin yüzüne bakma lezzetini tattır. Başıma gelen kötü bir olay veya saptırıcı bir fitne sebebiyle olmaksızın seninle karşılaşmayı özlettir.
Allah’ım! Bizi iman ziyneti ile süsle. Hidayete çağıran, hidayete ermiş kullarından eyle.”
Bu haber ayrıca şu kaynaklarda yer almaktadır: Hâkim, el-Müstedrek, c. 1, s. 524; İbn Hibban, s. 509; Hadisi Hâkim, sahih kabul etmiş, Zehebî de bu görüşü onaylamış. Ayrıca Nesâî, c. 3, s. 55. Ahmed, el-Müsned, c. 4, s. 264, Hadisin ravileri güvenilir kimselerdir. Rasûlullah'a ait olduğu tesbit edilen bu duanın kelimelerini inkâr eden kelâmcıların görüşüne iltifat edilmemiştir.)
Onlar sanıyorlar ki Allah'a bakmaktan tad alınmaz; yaratılmışların dışında haz alınacak nimet yoktur.
Diğer (sûfiler) gibi bunlar da cennetin mânâsı konusunda yanlışa düşmüşlerdir.
Ancak onlar talep edilmeye lâyık gördüklerini istiyorlar, bunlar ise bu talebi inkâr ediyorlar.

Hakikatlerin Bulunduğu Yerde Yeminler Bozulur

Ateşten acı duyma hususuna gelince, bu kaçınılmaz bir durumdur. Kim "beni ateşe atsalar ben razı olurum" gibi bir söz söylese, o kimse rıza göstermeye yemin etmiştir. Halbuki hakikatlerin bulunduğu yerde yeminler bozulur. Semnûn gibi düşünenlerin sözünde de durum bunun benzeridir.
(Semnûn b. Hamza (Semnûn b. Abdullah da denilir): Ebul-Hasen El-Havvas; mezkûr olaydan ötürü kendine yalancı Semnûn anlamına gelen: 'Semnûn-Kezzâb' adını vermişti. Ser-î Sakatî, Ebû Ahmed el-Kalânüsî ile arkadaşlık etmiş. Sevgiden en güzel söz edenlerden idi. Semnûn, Irak'ta yaşayan süflilerin en büyüklerinden sayılır. Cüneyd'den sonra ölmüştür. Bkz: Tabakat us-Sûfiye, 195-199; El-Hüye, c. X. s. 209-314; Tarih-i Bağdadî, c. 9, s. 234-237; Er-Risâlet'ül-Kuşeyrîye, c. 1, s. 133; El-Bidaye ven-Nihâye, c. 11, s. 115)
Semnûn şöyle demişti bir şiirinde:
"Benim senden başka hiçbir nasibim yoktur.
Sen nasıl dilersen beni öyle imtihan et."
Semnûn idrar darlığına yakalandı. Çocuk mekteplerinin çevresinde dolaşıp çocuklara şöyle dermiş:
"Yalancı amcanıza duâ edin."
Nitekim böyleleriyle ilgili olarak Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
"Andolsun ki, siz ölümle karşılaşmadan önce onu arzuluyordunuz, işte onu gördünüz, ama bakıp duruyorsunuz." (Âl-i İmrân, 3/143)
Tasavvufi makamların nedenselliği hakkında konuşan bazı sûfiler, kaderi gözlemleme esası üzerine bina ederek sevgi, rıza, havf (korku) ve recâ (umma)yı avamın makamlarından kıldılar. Onlara göre:
"Kam kadere tanık olursa, hiçbir şey değilmiş gibi fani, sürekli var olan gibi bakî kalıncaya dek fiillerin birliğine de tanık olur. Bu durumdaki kimse bütün bu işlerden kurtulur, onların üstüne çıkar."
Halbuki bu hakikat ve şeriat yönünden düzeltilmesi gereken bir sözdür.







 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Dua İbadet ve Dileme

Burada amaç "da'vet ve duâ" kelimelerinin şu hususları kapsamasıdır.
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Onların dualarının sonu da: "Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun" sözleridir." (Yunus, 10/10)
Aynı konu ile ilgili olarak hadiste şöyle buyurulmuş:
"En faziletli zikir: "Lâ ilahe illallah" (Allah'tan başka ibadete layık ilâh yoktur.) kelimesi,
En faziletli duâ da "elhamdülillah" (hamd Allah'adır) sözüdür".
Hadisi İbn Mâce ve İbn Ebî Dünyâ rivayet etmiştir.
(İbn Mâce, el-Edeb babı, c. 2, s. 1249, H. No 3800; İbn Ebî Dünyâ, Kitab'üş-Şükr, s. 113, H. No 102; Tirmizî, Da'avat (Dualar) b. c. 5, s. 262, H. No 3383; Nesâî, Amel-ül yevm vel-leyle, s. 831; Hâkim, el-Müstedrek, c. 1, s. 498-503; İbn Hibban, Sahih, s. 2326; Begavî, Şerhüs-Sunne, c. 5, s. 49. el-Albânî, hadisi hasen olarak niteliyor, ayrıca Beyhâkî, Şu'ab-ül-İman, 33. Şube)
Tirmizî ve diğer hadisçilerin tahric ettiği bir hadiste de Rasûlullah şöyle buyurmuştur:
"Kardeşim Zünnûn (Yunus)'un duası:
لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
"Senden başka ibadete layık ilâh yoktur. Senin şanın yücedir; Ben zalimlerden oldum." (Enbiyâ, 21/87) âyetidir.
Sıkıntıya düşen bir kimse bu duâ ile duâ ederse Allah sıkıntısını mutlaka giderir."
Bu âyete "davet" denildi. Çünkü âyet duâ türünü içeren bir âyettir.
Sözgelimi:
" لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنتَ lâ ilahe illa ente" (Senden başka ibadete layık ilâh yoktur) sözü "ulûhiyetin tevhidini" itiraf etmektir.
"Ulûhiyetin tevhidi" ise: "duâ" çeşitlerinden birisini içerir. Çünkü:
İlâh; İbâdet, duâ ve dilek niyetiyle kendisine duâ edilmeye en çok lâyık olan varlıktır. O da kendisinden başka ibadete layık ilâh olmayan Allah'tır.

Dileme İle İlgili Çeşitli Yorumlar

Âyette yer alan:
"Ben zalimlerden oldum." ifadesi, günahı itiraf etmektir. O da mağfireti istemeyi içerir. Çünkü dilekte bulunan talep edici, bazan talep kalıbı ile dilekte bulunur, bazan da haber (bilgi) kalıbı ile. Bu ya dilekte bulunan ya da kendisinden istenen kimsenin durumuna yahut her iki duruma göre ayarlanır.
Nuh'un -üzerine selâm- duasında olduğu gibi. Nûh şöyle duâ etmişti:
"Ey Rabbim! Bilgim olmayan bir şeyi senden dilemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz, bana acımazsan, ziyana uğrayanlardan olurum." (Hûd, 11/47)
Görüldüğü gibi buradaki ifade dilek kalıbı değildir. Eğer Allah onu mağfiret edip ona acımazsa ziyana uğrayanlardan olacağını Allah'tan haber veren ihbarı (bilgi veren) bir kalıptır. Ne var ki bu bilgi aynı zamanda mağfiret dilemeyi de kapsar. Bu hususta diğer bir örnek Hz. Âdem ve eşi Havva'nın şu duâsıdır:
"Ey Rabbimiz! Biz nefsimize zulmettik, eğer bizi mağfiret etmez ve bize acımazsan, biz ziyan edenlerden oluruz." (A'râf, 7/23)
Hz. Musa'nın -üzerine selâm- duası da bu kabildendir.
"Rabbim, doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım."(Kasas, 28/24)
Bu âyette Hz. Musa'nın, Allah'ın kendisine indireceği her türlü hayra muhtaç olduğu durumu anlatılmaktadır. Bu ifade, aynı zamanda, Allah'ın kendisine indireceği hayrı istemesini de içerir.
Öte yandan Tirmizî ve diğerleri Rasûlullah'tan şu hadisi nakletmişler:
" Kur'ân okumakla meşgul olduğundan dolayı beni zikredemeyen ve benden dilekte bulunamayan kimseye, benden dilekte bulunanlara verdiğimden daha fazlasını veririm."
(Tirmizî, Cami, Fezâil-ül-Kur'ân, c. 5, s. 184, H. No 2926; Beyhâkî, Şu'ab'ül-İman, s. 567, 568.)
Tirmizî rivayet ettiği bu hadisi "hasen" olarak tanımlamış.
Öte yandan Mâlik b. el-Huveyris Rasûlullah'tan şu hadisi rivayet etmiştir; Rasûlullah şöyle buyuruyor:
"Beni zikretmekle meşgul olması nedeniyle benden dilekte bulunamayan kimseye, dileyenlere verdiğimden dah m üstününü veririm."
(Mâlik b. el-Huveyris, Tabîîndendir; Mansûr'dan rivayet etmiş. Şu'ab'ul-İman, H. No 570 )
Sanırım Beyhâkî bu hadisi merfu olarak yine bu kelimelerle rivayet etmiştir.
Süfyan b. Uyeyne'ye Peygamberin şu sözü hakkında soruldu, söz şu:
"Arafe günü yapılması gereken dua:
"Allah'tan başka ibadete layık ilâh yoktur, O tektir, ortağı yoktur; mülk O'nundur ve hamd O'nadır. O, her şeye gücü yetendir."
(Hattabî, Şe'nud-duâ, s. 207; Feth'ul-Bâri, c. 11, s. 147. Arafe gününde yapılması gereken en faziletli duâ hadisi ise şu kaynaklarda yer almıştır. Tirmizî, dualar b. c. 5, s. 572, H. No 3585; Amr b. Şuayb babası ve dedesinden. Aynı hadisi Mâlîk Muuatta'ında mürsel olarak nakletmiştir, s. 422.)
Süfyân bu hadisi zikrettikten sonra Ümeyye b. Ebus-Sait'in İbn Cüdan'ı öven şu dizelerini okudu.
"İhtiyacımı anlatayım mı, yoksa senin bağışlayacağınla yetmeyim mi? Zira senin huyun bağışta bulunmaktır.Kişi bir gün seni övse, bu övgüyü sana arzetmek ona yeter."
Uyeyne diyor ki:
" Bu şiirde bir yaratık diğer yaratığa hitap etmektedir. Bir kul diğer kula böylesi kelimelerle hitap ediyorsa, bir kul, yaratıcıya nasıl hitap etmelidir? "
Rasûlullah'dan nakledilen şu duâ da bu kabilden bir duadır:
" Allah'ım! Hamd Sana aittir. Şikayetler Sanadır; yardım yalnızca Senden istenir. Yardım eden yalnızca Sensin. Tevekkül yalnızca Sanadır. (Yalnız Sana güvenilir, yalnızca Sana dayanılır.)"
Bu duada geçen kelimeler bilgi (haber) kalıbında oldukları halde dilek anlamı da içerirler.
(Bu hadisi kimin tahriç ettiği tesbit edilemedi)

Dilekte Bulunmanın En Güzel yolu

Konu ile ilgili olarak şu âyeti örnek verelim:
" Bana sıkıntı dokundu; Sen merhamet edenlerin en merhamet edenisin." (Enbiyâ, 21/83)
Görüldüğü gibi âyette Hz. Eyyûb -selâm üzerine- kendi durumunu, Rabbinin durumunu, ona dokunan sıkıntıyı kaldırması için rahmetini dilemeyi içeren bir anlatımla tasvir etmektedir. Duanın sözleri haber kalıbında sözlerdir, ancak aynı zamanda dilekte bulunma anlamını da içeriyorlar.
Bu anlatım biçimi dilek ve duada bulunmada izlenecek en güzel yoldur.
Bir kimsenin tazim ettiği, rağbet ettiği ve korktuğu kimseye, ben açım, ben hastayım demesi, ondan dilekte bulunmanın en güzel yoludur. Böyle demeyip de beni doyur, beni tedavi et vb. istek kalıplarını kullansa, bu dilenenden kesin istekte bulunan ifade kalıplarıdır.
Burada da dilekte bulunan kimse durumunu açığa vurmakta, güçsüz olduğunu ve muhtaç olduğunu bildirmektedir. Burada talep kalıbıyla ifade edilen kelimelerde tam bir umma ve tam bir dileme vardır.
Bu kalıp "Dilek ve duâ" kalıbıdır. Bu ifade kalıplarını dilekte bulunan kimse, kendisinden dilediği kimseye muhtaç olduğu, ya da kendisinden istekte bulunulan varlığın kahrına mukadder kaldığında kullanır. Bu tür dilekler emir kipiyle söylenilirler. Bu yöntem ya talep edenin ihtiyacından ya da talep edilenin yararı gözetilerek kullanılır. Ama her açıdan zengin bir varlığa duyulan ihtiyaç söz konusu olduğu zaman, bu durumda tezellül, muhtaçlık ve durumun dışa vurulmasıyla salt dilek kipi kullanılır.
İhtiyaç ve muhtaçlığı nitelemek, hal diliyle dilemektir. Bilgi ve açıklama açısından en etkili olan yol budur.
Kasd ve irade açısından da en açık yöntem bu yöntemdir. Bu nedenle, çoğu dualar ikinci kısma dahil duâ çeşitleridirler. Çünkü talep eden ve dileyen kimse amacını ve anlatmak istediğini niteler de öylece onu talep eder ve diler. Bu yöntem ilk amaçlanan ve uyumlu bir dileme yöntemidir. Dilenen şeyi sözle açıklama, isteyen ve istenilenin durumu nitelendirilmemiş ise de, şayet bu her ikisinin durumunun niteliklerini kapsıyorsa bu yöntem, iki dileme türünden en mükemmel olanıdır. Çünkü bu yöntem dilemeyi ve kabulü gerekli kılan bilgi ve haberi içerdiği gibi, dilemenin bizatihi kendisi olan talep ve kasdı da içerir. Bunların tümü dilemeyi, onu gerekli kılanı ve dileği kabul etmeyi kapsar.
Hz. Ebûbekir'in -üzerine selâm olsun- Allah Rasûlü'ne -salat ve selâm üzerine olsun- "bana bir duâ öğret ki namazımda onunla duâ edeyim." demesine karşılık ona öğrettiği şu duada olduğu gibi.
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Ey Ebubekir! De ki: "Allah'ım ben kendime (nefsime) çok zulmettim; günahları yalnızca Sen bağışlarsın. Katından bir mağfiret ile beni mağfiret et. Ve bana merhamet eyle. Çünkü Sen çok mağfiret eden ve çok rahimsin."
Hadisi, Buhârî ve Müslim tahric etmiştir.
(Buhârî, Ezan, c. 1, s. 203; Daavât-Duâlar- b. c. 7, s. 150; Tevhîd, c. 178; Müslim, Zikir, s. 2078, H. No 2705; Ahmed, el-Müsned, c. 1, s. 7; Tirmizî, Dualar, c. 5, s. 543 H. No 3531; En-Nesâî, Sehv babı, c. 3, s. 53; İbn Mace, Daavât, b. c. 2, s. 1261; H. No 3835; Ebû Yâ'lâ Müsned, c. 1, s. 7, H. No 31-38-32)
Bu duânın sözlerinde kulun mağfirete ihtiyaç duymayı gerekli kılan nefsinin durumunu nitelemesi söz konusu olduğu gibi, bu istenilene kendisinden başka hiç kimsenin gücü yetmemeyi gerekli kılan Rabbinin nitelenmesi de söz konusudur.
Aynı zamanda bu duada kulun talep ettiği şeyi açıkça, kendisinden dilekte bulunduğu varlığa bildirmesi, dileğin kabulünü gerekli kılan gerekçenin açıklanması -ki bu gerekçe, Rabbin mağfiret ve rahmetle vasıflanmasıdır- vardır. Bu ve benzeri nedenlerden dolayı dileme yöntemlerinin ve şekillerinin en mükemmeli budur.

Kur'an'daki Duaların Özellikleri

Duaların çoğu yukarıda anlatılanları kapsar. Mûsa'nın (a.s.) duasında olduğu gibi. O şöyle duâ etmişti:
"Sen bizim velimizsin. Bizi mağfiret eyle, bize merhamet eyle; çünkü sen mağfiret edenlerin en hayırlısısın."(A'râf,7/155)
Bu duâ talep niteliğindedir. Aynı zamanda, talebin kabulünü gerekli kılan Mevlâ'nın nitelenmesidir.
Diğer bir örnek:
" Ey Rabbim! Ben kendime zulmettim, beni mağfiret eyle." (Kasas, 28/16)
Burada nefsin durumunun nitelenmesi ve dilekte bulunma söz konusudur.
Bir başka örnek:
"Hayırdan bana indireceğin her şeye muhtacım" (Kasas, 28/24)
Burada ise hal diliyle dilekte bulunmayı içeren bir niteleme söz konusudur.
İşte duâ çeşitleri, isteme yöntemleri bunlardan ibarettir. Her türün kendine özgü özellikleri vardır.
Hz Yunus'un Duası Niçin Haber Kalıbı İle Yapılmıştır?

Bu konu ile ilgili olarak anlatılmayan bir nokta kaldı, o da şudur:
Hz. Yunus (a.s.) ve onun durumunda olan kimseler neden durumlarını niteleme (sıfat) ve haber kalıbıyla anlatıyor, ayıplıyorlar da istek kipiyle yapmıyorlar?
Bu soru ile ilgili olarak şöyle denilebilir:
Çünkü bu makam itiraf makamıdır. Yani bu durumda olan kimseler sanki şunu demek istiyorlar:
Başıma gelen kötülüğün, belânın bizzat kendi günahım yüzünden olduğunu itiraf ediyorum. Zira kötülüğün temeli günahtır. Asıl amaç ise sıkıntıyı, içine düşülen zorluğu ortadan kaldırmaktır.
İstiğfar (Allah'tan bağışlanma dileme) ikinci amaca binâen yapılmaktadır. Hz Yunus kendi nefsine zulmeden kötü bir kimse olduğunun bilincinde olduğu için, içine düştüğü zorluğun kaldırılmasını istek kipi (kalıbı) ile anlatmamıştır. Çünkü o, kendi nefsi yüzünden zorluk ve sıkıntı içerisine düşmüştür. Bu yüzden kendisine yaptığı zulümü itiraf etmesiyle zorluğa düşme nedeninin kaldırılmasının anlatılması, onun durumuna daha uygun düşmektedir.
Sıkıntıların kaldırılması hususu bunun tersinedir. Çünkü böyle bir kimse için asıl amaç birinci kasıtla mevcut durumudur. Zira nefis doğal yapısıyla ikinci kasıt ile gelecekte düşeceğinden korktuğu sıkıntı ve zorlukların giderilmesini istemekten önce, hali hazırda içinde bulunduğu ve giderilmesine ihtiyaç duyduğu zorlukların giderilmesini talep eder.
Burada söz konusu edilen birinci maksat bağışlanma ve zorluğun kaldırılmasını istemektir. Bu kişinin kasıt ve iradesinden öncedir; ayrıca bu, içine düştüğü zorluğun nedenine ulaşması ve amacının hasıl olmasında daha etkindir.













 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
'' Subhaneke'' Kavramının Yorumu

Duada geçen: " سُبْحَانَكَ Subhâneke" (yani senin şanın yücedir), kavramı, Rabbi yüceltme ve O'nu kutsamayı içeren bir kavramdır.
Bu makam O'nu zulümden ve günahsız ceza vermekten tenzih etmeyi gerekli kılan makamdır.
Bu ifadeyi söyleyen şunu demek istiyor:
"Sen bana zulmetmekten ve günahsız yere beni cezalandırmaktan münezzeh (uzak) ve mukaddessin. Ancak kendi nefsine zulmeden asıl zâlim benim."
Çünkü şanı yüce olan Allah şöyle buyurmaktadır:
" Biz onlara zulmetmedik ancak onlar kendilerine zulmettiler." (Nahl, 16/118)
" Biz onlara zulmetmedik fakat onlar kendilerine zulmettiler." (Hûd, 11/110)
" Biz onlara zulmetmedik fakat gerçek zalim onlar idi."(Zûhruf, ,43/76)
Nitekim Hz. Âdem (a.s.) şöyle duâ etmişti:
" Rabbimiz biz kendimize zulmettik." (A'râf, 7/23)
Öte yandan Müslim'in Namaza Başlama babında sahih olarak naklettiği hadiste Rasûlullah şöyle duâ etmişti:
"Allah'ım, gerçek Melik sensin, senden başka ibadete layık ilâh yoktur; Sen Rabb'imsin, bense senin kulunum. Ben kendime zulmettim ve günahımı itiraf ediyorum. Günahlarımın hepsini mağfiret eyle; çünkü günahları mağfiret eden yalnızca sensin."
(Müslim, Salâtül-Müsafirin (yolcuların namazı) babı, c. 1, s. 534-535 H. No 771. Hz. Ali b. Ebû Tâlib, Allah Resulü (s.a.v.) namaza kalktığı zaman şöyle duâ ettiğini rivayet etmiş:
“Yüzümü hanif olarak (şirkten arınmış olarak) yeri göğü örneksiz olarak yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim. Şüphesiz ki namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiç bir ortağı yoktur. ben bununla emrolundum ve ben müslümanlardanım.
Allah’ım! Sen,Meliksin. Sen’den başka ibadete layık ilah yoktur. Sen benim Rabbimsin, ben ise senin kulunum. Nefsime zulmettim, günahımı itiraf ettim. Benim bütün günahlarımı affet. Muhakkak ki günahları senden başka affedecek yoktur. Allah’ım! Beni en iyi ahlaka yönelt. Sen’den başka beni en iyi ahlaka yöneltecek yoktur. Kötü ahlakı benden uzaklaştır. Senden başka kötü ahlakı benden uzaklaştıracak yoktur. Buyur, Senin emrindeyim. Hayırların hepsi senin elindedir. Şer sana nisbet edilmez. Ben seninim ve sana döneceğim. Sen Mübareksin, yücesin. Sana tevbe eder ve günahımın bağışlanmasını senden dilerim.”
Ayrıca bkz. Ebû Dâvud, c. 1, s. 481, H. No 760; Tirmizî, c. 5, s. 485 H. No 3421; Nesâî, c. 2, s. 130; Dârimî, s. 282, Ahmed, c. 1, s. 94-102;Ebû Ya'la, Müsned, c. 1, s. 245, H. No 285, 433; H. No 574)
Öte yandan Buhârî'nin Sahih'inde şu hadis yer almaktadır:
"İstiğfarların en yücesi kulun şöyle duâ etmesidir:
"Allah'ım! Sen benim Rabbimsin; Senden başka ibadete layık ilâh yoktur. Beni Sen yarattın, ben Senin kulunum; gücüm ölçüsünde Sana verdiğim söz üzereyim. Yaptıklarımın şerrinden Sana sığınırım. Üzerime olan nimetini Sana itiraf ediyorum ve günahımı da itiraf ediyorum. Beni mağfiret eyle, çünkü günahları mağfiret eden yalnızca Sensin."
Her kim sabahladığında inanarak bu duayı okur ve o gün ölürse cennete girer. Kim de akşamladığında yine inanarak bu duayı okur ve o gece ölürse cennete girer."
(Buhari, Da'avat babı, c. 7, s. 145-150; Beyhâkî Şuab-ül-İman, H. No 658)
Kula gereken, Allah'ın adalet ve ihsan sahibi olduğunu itiraf etmektir. Çünkü O, insanlara kesinlikle zulmetmez ve hiç kimseyi günahsız yere cezalandırmaz. Allah insanlara hep ihsanda bulunur. Zira ondan kaynaklanan her sıkıntı adalet, her nimet de lütûftur.

''La İlahe İlla Ente'' İfadesinin Manası

Hz. Yunus'un " لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنتَ lâ ilahe illâ ente" (yani Senden başka ibadete layık ilâh yoktur) duasına gelince:
Burada "ulûhiyetin tekliğini" ispat vardır.
"Ulûhiyet" ise; Allah'ın kudretinin, bilgisinin, rahmet ve hikmetinin yetkinliğini içerir. Ayrıca burada Allah'ın kuluna ihsanının da ispatı vardır. Çünkü:
"İlâh"; "me'lûh" demektir.
"Me'lûh" ise; İbâdet edilmeye yegâne hak sahibi olan varlık mânâsındadır.
O'nun ibâdet edilmeye lâyık yegâne varlık olması; aynı zamanda O'nun çokça sevilen yegâne sevgili, çokça saygı duyulan tek saygın varlık olmasını gerekli kılan sıfatlarla sıfatlanmış olması demektir.
Gerçekte İbâdet; çokça, (son derece) sevme (muhabbet) ve çokça, (son derece) acziyet (tezellül) belirtmeyi içeren bir fiildir.
(İbadet en yetkin (kamil) sevgiyi ve tazim mânâsını içeren en mükemmel acziyeti (zül) kapsar)
Hz. Yunus (a.s.)'un "Sübhâneke" sözü' O'na tazimi, O'nu zulüm ve benzeri noksanlıklardan münezzeh ve mukaddes tutmayı içerir. Çünkü "tesbih" (Sübhâneke demek) her ne kadar eksiklikleri olumsuz kılmayı içerdiği söyleniyorsa da, Mûsâb bin Talha'dan "Mürsel" olarak Rasûlullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.
Allah Resulü (s.a.v.) kulun "Sübhânellah" demesiyle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
"Bu söz, Allah'ın (kula verdiği) kötülükten kurtulma beratıdır" (Hadisi İbn Cerir Taberî, tefsirinde kaydetmiştir, c. 15, s. 2)
Aslında "olumsuzlama" (nefy) övme anlamı içermez; ancak "ispat" (sübût) anlamını içerdiğinde övme anlamı ifade eder. Şayet içermezse salt nefiyde (olumsuzlama) övme anlamı yoktur.
Allah'tan eksikliği ve kötü olanı uzaklaştırma (nefyetme), aynı zamanda O'nun kemâl ve güzelliklerini ispatlamayı gerekli kılar. Çünkü en güzel isimler Allah'a aittir.
Bunun gibi Kur'ân'da Allah'tan kötülük ve eksikliği uzaklaştırmak amacıyla gelen âyetlerin tamamı, O'nun güzelliklerini ve mükemmelliğini ispatlamayı içerir.
Şu âyetler buna örnektir:
"Allah ki, O'ndan başka ibadete layık ilah olmayandır. O, Hayy(Diri) ve Kayyum'dur.(gözetip ayakta tutandır) Kendisini uyuklama(sayıklama) ve uyku tutmaz..." (Bakara, 2/255)
O'nu sayıklama ve uyku tutmasını nefyetme, O'nun diriliğinin ve kayyûmiyeti (yaratıklarını gözetip ayakta tutma) nin mükemmeliyetini içerir.
Diğer bir örnek şu âyettir:
"Bize bir usanma, bir yorgunluk da dokunmadı." (A'râf, 50/38)
Bu âyet de Allah'ın kudretinin kemâlini kapsayan bir âyettir.
Bu durumda:
Allah'ı kötülükten uzak tutmayı ve eksikliği ondan nefyetmeyi içeren "Sübhânellah" kelimesi aynı zamanda O'na saygı duymaya da şamildir.
Hz. Yunus (a.s.)'un "Sübhâneke" (Senin şanın yücedir) sözü Allah'ı zulümden uzak tutmak, O'nun zulümden uzak olmasını gerekli kılan yüceliğini ispatlamak amacıyla söylediği bir sözdür.
Çünkü zâlim ya zulmetmeye gereksinim duyması ya da bilgisizliği yüzünden zulmeder.
Halbuki Allah herşeyden müstağni, herşeyi bilen, kendi kendine yetendir. O'nun dışındaki herşey O'na muhtaçtır. Bu, O'nun yüceliğinin mükemmelliğidir.

Allah Katında En Faziletli Kelam

Hz,Yunus (a.s.)'un bu duasında:
- hem "tehlil" "Lâ ilahe illallah"
- hem de "tesbih" "Sübhânellah" kelimeleri vardır.
Sözgelişi:
" لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنتَ سُبْحَانَكَ lâ ilahe illâ ente sübhâneke = senden başka ibadete layık hiç bir ilah yoktur senin şanın yücedir" sözü ise tesbihtir.
Nitekim bu kelimelerle ilgili olarak Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir.
" Kur'ân'dan sonra en faziletli kelâm dört tanedir; bunların hepsi gene Kur'ân'da yer almıştır. Bunlar:
"Sübhânellah",
"Elhamdülillah",
"Lâ ilahe illallah" ve
"Allahü Ekber", kelimeleridir."
(Müslim, Sahih, Âdâb babı, c. 2, s. 1685, Semure b. Cündeb'den; ayrıca, Beyhûkî, Şu'ab-ül-İman, H. No 585)
Buradaki kelimelerden:
Tahmîd ("elhamdülillah") Tesbîhe ("Sübhânellah'a") yakın ve ona bağlıdır;
Tekbir ("Allahü Ekber") ise Tehlile ("Lâ ilahe illallah'a") yakın ve ona bağlıdır.
Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) soruldu:
"en faziletli kelâm hangisidir?" O şöyle buyurdu:
"Cenâb-ı Hakk'ın melekler için seçtiği en faziletli kelâm:
Sübhânellah-i ve bî hamdihî" (Allah'ın şanı yücedir ve hamd O'na aittir) kelâmıdır." (Müslim, e. 3, s. 2093, H. No 3731; Şu'ab'ul-İman, H. No 586)
Aynı konuda Buhârî ve Müslim Rasûlullah'tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şu hadisi rivayet etmişler:
"İki kelime vardır ki bunlar dile kolay, mizanda ağır ve Rahman'a sevimlidirler. Birisi:
"Allah'ın şanı yücedir ve hamd O'nadır" kelimesi, diğeri de:
"Âzim olan Allah'ın şanı yücedir" kelimesidir."
(Buhâri, Dualar babı, c.7, s. 168, Yeminler ve Akidler babı, c. 7, s. 229; Tevhîd, c. 8, s. 219; Müslim, Zikir babı, c. 3, s. 2072, H. No 2694; Beyhâkî, "Şu'ab'ul-İmân H. No: 585)
Yüce Allah da bu hadisi teyid eder mahiyette şöyle buyurmaktadır.
"Rabb'ini hamd ederek tesbih et:" (Nasr, 110/3)
Melekler de şöyle demişti:
"Biz seni hamd ile tesbih ediyoruz." (Bakara: 2/30)
Bu iki kelimeden birisi "Tahmid", diğeri ise "Ta'zîm" kelimesine yakın kılınmıştır.
Hani biz önceki sayfalarda demiştik ki:
"Tesbîh" kavramında Allah'ın güzelliklerini ve mükemmelliyetini içeren, kötülüğü ve eksikliği O'ndan uzaklaştıran anlam vardır.
"Elhamdülillah" kavramı ise sadece ilâhî güzellikleri övgü için kullanılır.
Bu nedenle celâl ve ikram sıfatları birbirlerine yaklaştırıldıkları gibi "Hamd" ile "Tazim" kavramları da birbirine yaklaştırılmıştır. Çünkü:
"Her yüce olan varlık övgüye lâyık değil, her sevilen varlık da övgüye ve tazim edilmeye lâyık değildir."
Yukarıda:
"İbâdet" kavramının:
- "Hamd" anlamını içeren "en yetkin sevgiyi" ve
- "Tazim" mânâsını içeren "en mükemmel acziyeti" (zül) kapsadığı hususunun sözü edilmişti.
Zira ibâdette;
- "O'nu sevmek ve O'nun güzelliklerini övmek (hamd) " anlamı saklı olduğu gibi
- "O'nun kibriyası ve azametinin karşısında zelil ve hakirliğini idrak etme, O'nun celâl ve ikram sahibi olduğunu itiraf etme (tazim)" anlamı da mündemiçtir.
Nitekim o celâl ve ikram sıfatlarına lâyık, şanı yüce olan yegâne varlıktır.
Bazı âlimler "Celâl" sıfatının Selbî (olumsuz)sıfatlardan, "İkram" sıfatlarından olduğunu sanmışlar. Sözgelişi Râzî ve benzeri ilim adamları bu kanıda olanlardandır.
Doğrusu her iki sıfat da Sübûtî (olumlu)sıfatlardandır. Çünkü mükemmeliyeti kanıtlama, eksikliği olumsuzlamayı gerektirir. Ancak sübûtun çeşidi zikredilir ki bu da O'nun sevilmeye ve saygı (tazim) duyulmaya lâyık yegâne varlık olmasıdır. Çünkü o şöyle buyurmaktadır:
"Kuşkusuz Allah zengin ve övülendir." (Lokman, 31/26)
Hz. Süleyman (a.s.)'ın şu sözü de bu kabildendir:
"Kuşkusuz Rabbim zengin ve çok cömerttir." (Neml, 27/40)
Şu âyet de bu niteliktedir: •
"Mülk O'nundur, hamd O'nadır." (Tegâbun, 64/1)
- Haddi zâtında zenginlik ve mülk sahibi çok kimseler vardır ki; bunlar övülen değil aksine kınanan kimselerdir. Çünkü;
"Hamd": sevilen kimsenin güzelliklerinin övülmesinden söz etmeyi içerir, bu aynı zamanda O'na duyulan sevgiden dolayı, sevilen kimsenin güzellikleri hakkında bilgi vermeyi de kapsar.
- Öte yandan övülme ve sevilmeden pay alan birçok kimse de vardır ki; bunlarda da azameti, zenginliği ve mülkü olumsuz kılan acziyet, zayıflık ve hakirlik gibi eksiklikler vardır.
- İlk olarak sayılan niteliklere sahip kimseden korkulur, çekinilir, ancak sevilmez.
- Son olarak özellikleri anlatılan kimse ise sevilir ve övülür, lâkin kendisinden çekinilmez ve korkulmaz.
Oysa "kemâl" (tam yetkinlik) iki vasfın bir araya gelmesi ile gerçekleşir. Şu hadiste buyurulduğu gibi:
" Mü'min tatlılık (sevimlilik) ve görkemlilikle rızıklandırılan kimsedir." (hadisi tahriç eden tespit edilememiştir.)
Rasûlullah'ın niteliklerini anlatan bir hadiste ise şöyle denilmekte:
"Rasûlullah'ı ilk gören kimse görkemi karşısında korkuya kapılırdı; ancak onunla biraz beraber olup tanıyınca severdi."
(Hz. Ali'nin Peygamberin özellikleri hakkında anlattığı bu hadisi şu kaynaklar kaydetmişler: Beyhâkî, "Delail-ün-Nübuvve" c. 1, s. 270, Tirmizî, c. 5, s. 599, H. No 3638; Hadis "hasen" garib bir hadistir. İsnad zinciri ile kaynağa bitişik değildir)
Ezânın kelimelerinde olduğu gibi "tesbih" "tahmîde", "tehlil" de "tekbire" yaklaştırılmıştır. Çünkü bunlardan her birisi tek başına kaldığında diğerinin anlamını da içerir. Zira "tesbih" ve "tahmîd" birlikte "tazîm" kavramını içerirler, bu aynı zamanda kendisine hamdedilenin ispatını da kapsar. Bu durum ise "ulûhiyeti" gerekli kılar. Çünkü:
Ulûhiyyet; sevimli olmayı, O'ndan başka hiçbir varlığın en mükemmel sevgiye lâyık olmamasını ihtiva eder.
"Hamd", sevilmeye lâyık övülen sıfatlardan söz etmektir.
Bu nedenle "Ulûhiyyet" "hamdın" da en mükemmel olanına şamildir.
Bundan dolayı "Elhamdülillah" söze başlamanın anahtarı kılınmıştır.
Nitekim bir hadiste şöyle buyurulmuştur:
" Elhamdülillah ile başlanılmayan her iş güçlüktür."
(Ebû Dâvud, Sünen, c. 5, s. 172, H. No 4840; Beyhâkî, Şu'ab'ul-İman, s.33)
"Sübhânallah" kavramı, daha önce de değindiğimiz gibi Allah'ın azametini ispatlama anlamı da taşır. Bundan dolayı Cenâb-ı Hak:
"Azîm olan Rabb'inin adını tesbih et." (Vakıa, 56/74-96) buyurmuştur.
Bununla alâkalı olarak Rasûlullah da şöyle buyurmuştur:
"Bu âyeti rükunuzda okuyun."
(Ebû Dâvud, Sünen, c. 1, s. 542, H. No 869; İbn Mâce, c. 1, s. 287 H. No 887; Ahmed, El-Müsned c. IV, s. 155; Hâkim, c. II, s. 477; Beyhâkî, Sünen, c. II, s. 86)
Secde ile ilgili olarak da şöyle buyurmuştur:
"Ama rüku'a gelince orada Rabbinizi yüceltin; secdede ise orada duâ edin. Çünkü secdede ettiğiniz dua kabul edilir."
(Müslim, Namaz babı, s. 348; H. No 479; İbn Abbas'tan. Ebû Davud, c. I, s. 545, H. No 876, Nesâî, c. II, s. 189-190; 217-218; Ahmed, el-Müsned, c. I, s. 219, Dârimî, s. 304; El-Humeydî, Müsned, c. I, s. 228, H. No 489; Abdurrezzak, Musannef, c. II, s. 145, H. No 2839, İbn Huzeyme, Sahih, c. I, s. 276, H. No 548 Ebû Yala, Müsned, c. IV s. 275; H. No 2387)
Rasûlullah rükudaki tazim meselesini secdedekinden daha özel kılmıştır, zira "Tesbîh" (sübhâne demek) aynı zamanda "tazimi" de kapsar.
Hadiste anlatılan:
"Sübhânallah ve bi hamdihî" (Allah'ın şanı yücedir ve hamd yalnız O'na aittir) sözü Allah'ı eksikliklerden uzak kılmayı (tenzih) O'na "tazim" etmeyi, O'nun "ulûhiyetini" ve O'na "hamd" etmeyi ispatlayan bir ifadedir.
"Lâ ilahe illallahü vellahü ekber" (Allah'tan başka ibadete layık ilâh yoktur, Allah en büyüktür) sözüne gelince:
Buradaki: "Lâ ilahe illallah -Allah'tan başka ibadete layık ilâh yoktur-" kelimesi Allah'ın övülmesi gereken sıfatlarını kanıtlar. Buradaki kavramların tamamı, Allah'ın "ulûhiyet" sıfatını kanıtlar mahiyettedir.
"Allahü Ekber" bölümü ise Allah'ın "azametini" ispat eder. Çünkü "kibriya" "azameti" içerir; ne var ki "kibriya" kavramı "azamet" kavramından daha mükemmel bir anlam ağırlığı taşır.
Bundan dolayı namazda ve ezanda söylenmesi meşru kılman sözlerin hepsi "Allahü ekber" ifadesi ile gelmiştir. Çünkü bu ifade "Allahü â'zam" ifadesinden daha tam mânâ ihtiva eder.
Nitekim Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'tan tesbit edilen bir hadiste konuya ilişkin olarak şöyle buyurulmuştur:
"Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Kibriya benim ridâm (belden yukarı giyilen elbise, bir anlamda gömlek), azamet ise benim ızârım (belden aşağı giyilen elbise) dir. Bunlardan biri konusunda bana ters düşen kimseye azab ederim."
(Müslim, Sahih, el-Bir babı, c. III, s. 2023, H. No 2620; Ebû Dâvud, Libas babı, c. IV, s. 350, H. No 4090; İbn Mâce, Ez-Zühd, c. II, s. 1397 H. No 4174; Ahmed, El-Müsned, c. II, s. 376, 414,427-442)
Hadiste "azamet" izara, "kibriya" ise ridaya benzetilmiştir. Ridanın izardan daha önemli olduğu bilinir.
"Tekbir", "tazimden" daha yetkin bir kavram olduğu için bu hakikat bizzat Allah'ın sözleri ile açıklanmıştır. Çünkü "tekbir" aynı zamanda tazim kavramını da içerir.
"Sübhânallah" sözünün ise "tazimi" içeren Allah'ı bütün kötülüklerden uzaklaştırma anlamı içerdiği açıklanmıştır.
Bu durumda iki kelimeden her biri, tek başına kaldığı zaman, diğerinin anlamını da içerir. Bir arada bulunmaları halinde her kelimeye kendi özgün anlamı verilir.
Bu durum, Allah'a değin tüm isimlerde vâkîdir. Çünkü bu isimlerden birisi diğerinin anlamını gerekli kılar. Zira isim zâta işaret eder. Zât ise diğer ismin mânâsını gerekli kılar. Ancak bu lüzumlu olması halinde olur.
Her ismin kendine özgü anlamına, zâta birlikte delâlet etmesi uzlaşma (Mutabakat), bunlardan birisine işareti ise kapsama (Tazammun) yoluyladır.
Duâ edenin:
" لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنتَ سُبْحَانَكَ Lâ ilahe illâ ente sübhâneke" kelimesi, sözü edilen ve Kur'ân'dan sonra en faziletli kelâm olarak tanımlanan dört kelimeyide ("Sübhânellah", "Elhamdülillah", "Allahü Ekber" ve "Lâ ilahe illallah" ) kapsar.
Bu kelimeler aynı zamanda Allah'ın en güzel isimlerinin ve en yüce sıfatlarının mânâsını içerir. Bu kelimelerde övgünün de en mükemmeli vardır.
" إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ İnni küntü minezzâlimin -ben zalimlerden oldum-" sözüne gelince:
Bu ifade de duâ eden kimsenin (Hz. Yunusun)' yaşadığı durumun hakikatini itiraftır. Kullardan hiçbirisi nefsini bu nitelikten tamamen soyutlayamaz, kurtaramaz.
Özellikle Rabb'ine münacaat (yakarma) makamında konuyla alakalı bir hadiste şöyle buyuruluyor:
"Bir kulun, ben Metta oğlu Yunus'tan (Hz. Yunus) daha hayırlıyım demesi yakışık almaz."
(Buhari, Peygamberler babı, c. IV, s. 132-133; Müslim, Fezâil, c. II, s. 1846, -İbn Abbas ve Ebû Hüreyre'den; Ebû Dâvud, c. 5, s. 51, s. 4669- İbn Abbas'tan; Buhari, c. 4, s. 132; Nesâî, el-Kübra, c. 7, s. 45; İbn Mes'ûd'dan)
Başka bir yerde de şöyle buyurmuştur:
"Ben Yunus İbn Metta'dan daha hayırlıyım diyen kimse yalan söylemiştir."
(Ahmed, c. 2, 451; Hâkim, el-Müstedrek, c. II, s. 485 Ebû Hüreyre'den)
Kim, kendi nefsine zulmettiğini itiraf etmediğinden dolayı kendisinin Hz. Yunus'tan hayırlı olduğunu sanırsa o kimse yalancıdır. Bu yüzden yaratıkların efendisi bile bu noktada kendilerini Hz. Yunus (a.s.)'tan üstün tutmamışlar, aksine şöyle demişlerdir:
"Bütün peygamberlerin babası Âdem (a.s.) sonuncusu ise Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir."

Bu Ayet Niçin Sıkıntıyı Kaldırmak İçin Okunuyor?

Konu hakkında soru soran kimsenin şu sözüne gelince;
"Bu duanın okunması niçin sıkıntıyı kaldırmayı gerekli kılmıştı?"
Bu böyledir. Çünkü sıkıntıyı Allah'tan başka kaldıracak hiçbir güç yoktur. Şu âyetlerde, bunun gerekçesi açıklanmıştır:
"Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa onu, yine O'ndan başka kaldıracak yoktur ve eğer sana bir hayır dilerse, O'nun lütfunu geri çevirecek de yoktur." (Yunus, 10/107)
Öte yandan günahlar zora, sıkıntıya düşmenin nedenidir.
"İstiğfar etmek" (Allah'tan mağfiret dileme) ise bu nedenleri ortadan kaldırır. Örnek:
"Sen aralarında bulundukça Allah onlara azap edecek değildi ve onlar istiğfar ederlerken de Allah onlara azab edecek değildi." (Enfâl, 8/33)
Yüce Allah bu âyette "istiğfar" edenlere azab etmeyeceğini bildirmektedir. Konuya ilişkin olarak hadiste de şöyle buyurulmuştur:
"Kim istiğfarı çok yaparsa Allah, içine düştüğü her türlü sıkıntıdan dolayı ona bir kurtuluş, her darlıktan bir çıkış yolu nasip eder. Ve hiç hesaplamadığı yerden onu rızıklandırır."
(Zayıf olduğu tesbit edilen bu hadisi Ahmed ve Hâkim kaydetmiştir. Ayrıca tahriri için bkz: Beyhâkî, Şu'ab'ul-İman, H. No 636)
Öte yandan Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
"Başınıza gelen herhangi bir felâket, kendi ellerinizin yaptığı işler yüzündendir. Allah işlediklerinizin bir çoğunu affeder." (Şûra, 42/30)
Hz. Yunus'un duâsındaki:
" إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ İnnî kuntu minezzalimin - Ben zalimlerden oldum-" sözü günahı "itiraf" olduğu gibi, aynı zamanda "istiğfar" dır. Çünkü bu "itiraf" "mağfiret istemeyi kapsayan bir itiraf" tır.
" لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنتَ Lâ ilahe illa ente -senden başka ibadete layık ilâh yoktur-" ifadesi ise "Ulûhiyetin Tevhidini (birliğini)" gerçekleştirmektir.
Çünkü Allah'ın dilemesinden başka hiçbir şey hayrı gerekli kılamaz.
Nitekim:
"Allah'ın dilediği oldu, dilemediği olmadı" sözü bir yasadır.
Kulu bu hayra ulaşmaktan engelleyen ise onun günahıdır.
Zira insanın gücü dışında vuku bulan her şey, kulların işlerinden olsa bile, Allah'ın kaderiyle olmaktadır.
Ne var ki Allah, emredileni yapmayı, sakıncalı olandan kaçmayı kurtuluş ve mutluluk için bir neden kılmıştır.
Bu yüzden;
- Tevhidin şehâdeti bütün hayırların kapısını açar;
- Günahlardan istiğfar da kötülüklerin kapısını kapatır.

Ümit Sadece Allah'tandır

Bundan dolayı kula yakışan yalnızca Allah'a, umut bağlaması ve Allah'ın kendisine herhangi bir haksızlık edeceğinden korkmamasıdır. Çünkü yukarıda örnek verilen âyetlerde de görüldüğü gibi Allah kesinlikle insanlara hiçbir haksızlık yapmaz fakat insanlar kendilerine zulmederler. Belki insan günahı yüzünden Allah'ın kendisini cezalandırmasından korkar.
Bu hakikat Hz. Ali'den nakledilen şu sözdür, o şöyle demişti:
"Kul kesinlikle Rabbinden başka hiç kimseden bir şey ummasın; kendi günahından başka da hiçbir şeyden korkmasın"
Merfu' bir hadiste Rasûlullah'ın bir hastanın yanına girip ona şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hastaya:
"Kendini nasıl buluyorsun?" diye sormuş. Hasta şu cevabı vermiş:
"Çareyi, şifayı yalnızca Allah'tan diliyorum ve günahlarımdan korkuyorum."
Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bu iki endişe bir kulun yüreğinde bir arada bulunmaz; ancak Allah (c.c.) o kimseyi korktuğundan emin, umduğuna nail eder." (Tirmizî İbn Mâce, Ebû Ya'lâ ve Beyhâkî, Şu'abul İman, 12. şube)
Umudun mahlûka, beşerî bir güce ve eyleme değil yalnızca Allah'a bağlanması gerekir. Çünkü: Allah'tan başkasına ümit bağlamak şirk (Allah'a eş koşmak)tır.
Allah umulanın karşılanması için birçok nedenler yaratsa da sebep tek başına bağımsız olarak bir işe yaramaz; ancak mutlaka bir yardımcı ve onun işlevselliğini engelleyen geçici engellerin giderilmesi gerekir. Bu ise ancak Allah'ın dilemesi (meşîet) ile gerçekleşir.
Bu nedenle şöyle denilmiştir:
- Nedenlere yönelmek (her şeyi sebeplere bağlamak) tevhid noktasında şirktir.
- Oysa sebeplerin arzu edilene vesile olduklarını kabul etmemek düşüncede / akılda eksikliktir (akla halel getirir.);
- Sebepleri tamamen ortadan kaldırıp ve onlardan yüz çevirmek de şeriatta kınanmıştır. (şer'î ahkâma halel getirmektir. )
Bundan dolayı yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"O halde işlerinden boşaldığın zaman ibâdetle uğraş ve yorul."
"Ve Rabbine rağbet et." (İnşirah, 94/7-8)
Âyette rağbetin yalnızca O'na olması emredilmektedir. Diğer bir âyette, tevekkülle ilgili şöyle buyurulmuştur:
"Eğer inanıyorsanız yalnızca Allah'a dayanın, güvenin." (Mâide, 5/22)
Gerçekte kalp bir şey ummadığı kimseye dayanıp güvenmez. Her kim gücüne, ameline, ilmine, durumuna, dostuna,yakınına, şeyhine, idarecisine ya da malına, Allah'ı dikkate almadan güvenir, ümit bağlarsa, bu nedenden ötürü burada bir güvenme, bir dayanma (tevekkül) söz konusudur.
Bir kimse yaratıklardan bir şey umar ya da ona dayanıp güvenirse, bu zannından dolayı ziyana uğrar ve en kötüsü müşrik (Allah'a ortak koşanlardan) olur.
Örneği şu âyette verilmiştir:
"Kim Allah'a ortak koşarsa o, sanki gökten düşmüş de kendisini kuş kapıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir." (Hac, 22/31)
Müşrikler mahlûklardan korkarlar, onlara umut bağlarlar. Bu yüzden o kimsenin kalbinde bir korku bir panik meydana gelir. Şu âyet buna örnektir.
"Allah'ın, kendilerine hiçbir güç, haklarında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak koştuklarından dolayı,kâfirlerin kalplerine korku salacağız." (Al-i İmrân, 3/151)
Kişi şirkten tam olarak arındığı zaman gerçek güvene kavuşur. Bu konuda yüce Allah şöyle buyuruyor:
"İnananlar ve imanlarına zulüm bulaştırmayanlar... İşte gerçek güven onlar içindir ve doğru yolu bulanlar da onlardır." (En'âm, 6/82)
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) âyette geçen "zulüm" kavramını "şirk" ile açıklamıştır.
Nitekim İbn Mes'ûd, bu âyet indiğinde, sahabenin Allah Resûlü'ne (sallallahu aleyhi ve sellem) şu soruyu sorduklarını naklediyor:
"Ey Allah'ın elçisi! Hangimiz kendine zulmetmiyor ki? Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şu cevabı vermiş:
"Bu âyette kullanılan zulüm kelimesiyle anlatılmak istenen şirktir. Salih kul (Hz. Lokman)'un şu sözünü duymadınız mı?:
Kuşkusuz şirk büyük bir zulümdür."
(Buhârî, Enbiya b. C. IV, s. 112-137; Müslim, İman babı c. 1, s. 114, H, No 124; Ahmed, Müsned, c. 1, s. 378-424-444)
Diğer örnekleri de şöyle sıralayalım:
"İnsanlardan kimi, Allah'tan başka ortaklar edinir, Allah'ı sever gibi onları severler. İnananlar ise en çok Allah'ı severler. Zalimler azabı gördükleri zaman, bütün gücün Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çetin olduğunu anlayacaklarını keşke bilselerdi ?"
"İşte tâbi olunanlar kendilerine tâbi olanlardan uzak durdular; azabı gördüler aralarındaki bütün bağlar kesildi."
"Uyanlar şöyle dediler: "Âh keşke bir daha dünyaya dönmemiz mümkün olsaydı, şimdi onların bizden uzak durduğu gibi biz de onlardan uzak dursaydık. Böylece Allah, onlara işledikleri bütün fiilleri hasret olarak gösterecektir. Ve onlar ateşten çıkacak değillerdir." (Bakara, 2/165-167)
"De ki: O'ndan başka ilah olduğunu sandığınız şeyleri çağırın, onlar ne sizden sıkıntıyı kaldırabilirler, ne de onu başka bir şeye çevirebilirler."
"O yalvardıkları da, onların Allah'a en yakın olanları da Rab'lerine yaklaşmak için vesile ararlar; O'nun merhametini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabb'inin azabı, cidden korkunçtur." (İsrâ, 17/56-57)
Bu yüzden Allah nedenleri zikrederek vesilelere itimad edilmemesini, Allah'tan başka bir kimseden bir şey umulmamasını emrediyor:
Allah, meleklerin indirilmesiyle ilgili olarak da şöyle buyuruyor:
"Allah bunu ancak sizi sevindiren müjde olsun, kalbiniz yatışıp güven ve huzura kavuşasınız diye yapmıştır. (Bedir savaşı sırasında melekleri indirmiştir.) Yardım, yalnız Allah katındandır. Allah aziz ve hakimdir." (Al-i İmrân, 3/126)
Diğer bir âyette şöyle buyurulmaktadır:
"Eğer Allah size yardım ederse size galip gelecek, sizi yenilgiye uğratacak hiçbir güç yoktur. Ve eğer sizi yüzüstü bırakırsa, O'ndan sonra artık size yardım edecek kim var? Mü'minler yalnızca Allah'a dayansınlar." (Âl-i İmrân, 3/160)














 
Üst Ana Sayfa Alt