Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Duha Suresi Meal ve Tefsiri

tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Duha suresi ayet 1
“Kuşluk vaktine

Duha suresi ayet 2.

ve sükûna erdiği zaman geceye andolsun ki,”

Rabbimiz sûreye yeminle başlıyor. Mekkî sûrelerde genellikle kevnî âyetlere yemin çokça kullanılır. Semâya, aya, güneşe, yıldızlara yani kâinatta yarattığı kevnî âyetlere, ya da görsel dediğimiz, göze hitap eden meşhûd âyetlere yemin eder Rabbimiz. Anlayabildiğimiz kadarıyla Mekke’de henüz kendisini tanımayan, zâtı ve sıfatları konusunda bilgi sahibi olmayan insanlara bu tür yeminlerle rubûbiyetini, ulûhiyetini ve kudretini tanıtmak istiyordu Rabbimiz.

Allah önce iki âyetle yemin ediyor. İki kevnî âyetine, iki görsel âyetine yemin ediyor. Bunlardan birincisi Duhâ, yani kuşluk vakti, ötekisi de gecedir. Birisi güneşin ışığının, aydınlığının en etkili olduğu kuşluk vakti, ötekisi de gecenin iyice kararıp, ses seda kesilip, gelip gidenlerin ayak seslerinin kesildiği, insanların istirahata çekildikleri ve mü’minlerin ibadet için teheccüde kalktıkları seher vaktidir. Kuşluk vaktine ve gecenin en sakin dönemine yemin ediyor Rabbimiz. Sonra bu iki yemine cevap mahiyetinde üç âyet geliyor. Rasûlullah’ı ve onun yolunda gidenleri asla terk etmeyeceğini anlatıyor Rabbimiz. Sonra da geleceğin daha iyi olacağına dair, cennette en yüksek makamın onları beklediğine dair âyetler geliyor. Sonra insanın sahip olduğu mal, beden ve bilginin Allah’tan olduğu beyan edilir. Son bölümde de bu nîmetlere karşılık dünyada yapılması gereken vazifeler, yetime, yoksullara karşı vazifelerimiz, Kur’an’a karşı tavrımız anlatılır.

Duhâ’ya yemin olsun ki. Duhâ, kuşluk vaktidir. Güneşin ışıklarının daha bir net geldiği, güneşin en çok parlayıp kendisine bakılmanın âdeta imkânsız olduğu dönemdir kuşluk dönemi. Bu dönem günün en değerli dönemidir. Güne ve günün hayırlı amellerine başlama zamanıdır. Mevlâ’nın bereketinin, ihsanının beklendiği, ümit edildiği bir dönemdir. İşte Rabbimiz günün en bereketli dönemine dikkat çekiyor.

Eğer insan ömrü bir gün kabul edilirse, Duhâ bu ömrün en genç ve en verimli zamanıdır. Dikkat edin sabah saat 7-8 arasında yapılabilen bir iş akşam 8-9 arası yapılamaz. Sabahın o saatlerinde başarıp bitirebildiğiniz bir işi akşamın aynı saatlerinde bitiremezsiniz. Bu dönemde ayrı bir bereket vardır. İşte Allah bu döneme dikkat çekiyor. Tâ-Hâ sûresinden de anlaşıldığı gibi Hz. Mûsâ’nın sihirbazlara galip geldiği vakit kuşluk vaktidir.

“Mûsâ: “Buluşma zamanımız sizin bayram gününüzde, insanların toplandığı kuşluk vaktidir” dedi.”
(Tâ-Hâ 59)


Veya eğer insanın tüm ömrünü bir gün kabul edecek olursak, o günün kuşluk vakti gençlik dönemidir. İnsanın en canlı, en zinde olduğu dönem, hayatının baharıdır. İşte bir gün kabul ettiğimiz insan ömrünün en zinde dönemini teşkil eden o günün kuşluk vaktini, gençlik vaktini, gençlik dönemini çok iyi değerlendirmemiz gerektiği anlatılır bu âyette.
Bu kuşluk vaktinin bir mânâsı da şudur: Nûru Muhammedînin yeryüzünü aydınlattığı, Allah’ın nûr olarak ruhlara doğduğu dönem anlatılıyor burada. Yani eğer Rasûlullah Efendimizin teşrifinden sonraki dünyanın ömrünü bir gün kabul edecek olursak, o günün kuşluk vakti Rasûlullah Efendimizin dönemi olan asr-ı saadet dönemidir. Allah, başlarında Rasûlullah’ın bulunduğu İslâm milletinin, İslâm ümmetinin ilk dönemi yani kuşluk vaktine, asr-ı saadete yemin ediyor.

Biz biliyoruz ki Allah bir şey üzerine yemin etmişse onun bizim hayatımızda önemi çok büyüktür. Öyleyse asr-ı saadeti çok iyi öğren-mek, çok iyi bilmek ve değerlendirmek zorundayız. Rasûlullah Efendimizin hayatta olduğu saadet asrına yemin ederek Rabbimiz ona dikkat çekmiştir. Çünkü asr-ı saadet ve o asırda yaşayan Rasûlullah Efendimizin güzîde ashabı dinin yaşandığı, anlaşıldığı ve en güzel biçimde uygulandığı mübarek bir dönemin insanlarıdır. Yeryüzünde o toplumdan daha mübarek bir toplum yaşamamıştır.

Asr-ı saadet kıyâmete kadar din, kulluk adına tüm problemlerin çözüldüğü örnek ve maket bir hayattır. Doğruya, güzele, hakka ulaşmak isteyen kişi mutlaka asr-ı saadete gitmek ve asr-ı saadetteki uygulamaya ulaşmak ve asr-ı saadeti örnek almak zorundadır. İşte Rabbimiz bu âyetinde asr-ı saadete yemin ederek dinimiz konusunda asr-ı saadetin önemine, asr-ı saadette gerek ferdî planda Peygamber efendimizin anlayışına, sünnetine, uygulamalarına ve gerekse sahâbe-i kirâm efendilerimizin sünnetlerine dikkat çekmektedir. Kur’an’ın başka yerlerinde de kurtuluşa erenlerden söz edilirken sahâbe toplumuna ve asr-ı saadete dikkat çekilmektedir.

“İyilik yarışında önceliği kazanan muhacirler ve ensâr ile, onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da Allah’tan hoşnutturlar. Allah onlara, içinde temelli ve ebedî kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır; işte büyük kurtuluş budur.”
Tevbe 100)

İyilik, takva yarışında, Allah’a kulluk ve Rasûlullah’a ittiba konusunda en önde giden bu ümmetin en bereketli dönemini, kuşluk vaktini idrak eden sahâbe-i kirâm efendilerimizden ve güzellikle onların yolunu takip edip, onların yollarına, sünnetlerine uyanlardan razı olduğunu ve onların kurtulduklarını haber veriyor Rabbimiz.

Bir de karardığı, sakinleştiği, kendine geldiği, bitmeye başladığı, devrini tamamladığı zaman geceye yemin olsun ki. Yani seher vaktine, tam o döneme yemin ediliyor. Cenâb-ı Hakk, gecenin sükûnete erdiği döneme, seher vaktine yemin ediyor. Öyleyse bunun üzerinde durmak ve tanımak zorundayız. Gece kelimesi çok geçti. Mekkî sûrelerde çokça bu konuda yemin gördük. Gecenin bizim hayatımızda apayrı bir yeri ve önemi vardır. Ama dikkat ederseniz burada gecenin devrini tamamlayıp bitmeye başladığı döneme yemin ediliyor. Saat 3-5 arası gecenin sükûnete erdiği dönemdir. Sarhoşlar sesini kesmiş, koşuşanlar, gidenler gelenler, gece gıybet edenler, birileri adına komplo hazırlayanların hepsi, hattâ köpekler bile susmuş.

Bir adam düşünün ki böyle sakin bir dönemde uykusunu bölerek kalkmış, yatağını terk etmiş. Semâ berrak, yıldızlar pırıl pırıl, su sesi, ağaçların sesi, hepsi Allah’ın âyetleri. İşte bu Rabbimizin görsel âyetleriyle sarmaş dolaş oracıkta temiz bir taşın üzerinde namaza dursa… Ne abdest alırken, ne namaz kılarken zamana, saate bağımlı değil… Kimseye söz vermedi, kimse beklemiyor onu, kimse meşgul etmiyor. İş, güç, okul, dükkan, tezgah, müşteri peşinde değil. Ne okuduğunu daha iyi bilecek, daha iyi anlayacaktır. Onun için Müslüman daima özgür bir hayatı özlemeli, sürekli böylesi bir hayatın peşinde olmalıdır. Her şeyden özgür, her şeyden yakasını kurtarmış, ama sa-dece Allah’a kul ve köle. Zamanın, mekânın, eşyanın, insanların, çevrenin ve her şeyin köleliğinden sıyrılmış, ama Rabbinin görsel âyetleri altında, onlarla birlikte Rabbine teslim. İşte Rabbimiz bizden böyle bir hayat istiyor.

Nurla, aydınlıkla, kuşlukla, gündüzle başlayan, geceyle devam eden bir kulluk hayatı. Gecede ve gündüzde sürekli devam eden bir kulluk… Gündüz ve gece, Cenab-ı Hakk’ın egemenliğinin ifadesidir. Çünkü gece de, gündüz de Allah’ın âyetleridir. Geceyi de, gündüzü de yaratan Allah’tır. Gece de, gündüz de Allah’a kuldur, Allah’a boyun bükmüştür. Gündüz, gece, kuşluk, seher, öğle, ikindi, akşam tüm bunlar Allah’ın hâkimiyetinin ifadesidir. Tüm bunlar konusunda söz sahibi Allah’tır. Sizlerin sözü geçmez buralarda. Bunları değiştiremezsiniz, bunları kaldırıp yerine başka bir şey koyamaz, bunlara itiraz edemezsiniz. Bu şartları yaşamak zorundasınız. Bu hayata karşı gelip itiraz edemezsiniz. Geceyi kovamazsınız, güneşi, gündüzü atamazsınız. Öyleyse sizler de Rabbinize teslim olun. Zaten fıtraten, zorunlu olarak Allah yasalarına teslimsiniz.

Geceyi de, gündüzü de var eden Allah’tır. Geceye de, gündüze de egemen olan sadece Allah’tır. Gece de, gündüz de O’nun emri ve hikmetiyle hareket etmektedir. Gece ve gündüz en küçük bir aksama olmadan birbirini takip etmektedir. Öyleyse ey peygamberim, gündüz ve gecenin böyle peş peşe gelişi nasıl bir hikmete mebnî ise, bunu bilen ve bu düzeni kuran bir Rabbin varsa, bu Rabb bu düzeni belli bir hikmetle ayarlıyorsa, işte aynen vahyin kesilmesi de böyle bir hikmete mebnîdir. Ne zaman keseceğini, ne zaman göndereceğini bi-len bir Allah’ın ilmi ve hikmetiyle olmaktadır bu iş. Keseceği, göndereceği zamanı bilen bir Allah’ın işidir bu. Geceye ve gündüze itiraz edemeyen bir Müslüman, elbette buna da itiraz etmemelidir. Bu konuda da Rabbinin hikmetine teslim olup tedirgin olmamalıdır İşte buradaki gece ve gündüze yeminin mânâsını böyle anlamaya çalışıyoruz. Rabbimiz vahyin kesilişi karşısında tedirgin olan Peygamberine bunun belli bir hikmetle olduğunu anlatıyordu.

Yahut da bu gece ve gündüze yemin edilmesinin şöyle bir hik-meti de olabilir: Gündüzün meşakkatinden dolayı insan yorulur. Herkes bilir ki gündüzün ışınları insanı yorar ve yıpratır. Sürekli gündüz ve güneş olsa, insan buna dayanamaz. Gece karanlığı ise insanı dinlendirir. Gündüzün yorgunluğunu atabilmek için gece dinlenmeye ihtiyacı olur insanın. Nitekim Nebe’ sûresinde de Rabbimiz geceyi an-latırken şöyle buyuruyor:

“Uykunuzu dinlenme vakti kıldık; geceyi bir örtü yaptık;” (Nebe’ 9-10)


Gece, dinlencedir, dinlenme zamanıdır, örtüdür, sükûnet zamanıdır. “Gündüzün sizi yoran ışınlarından sizi geceyle sakladık, örttük,” diyor Rabbimiz.

İşte aynen bunun gibi, tıpkı devam eden güneş ışınları gibi vahyin devamı da senin için gerginlik kaynağı olmuştu. Tıpkı seni yo-ran gündüzün ışınlarından seni dinlendirmek için gündüzün kesilip de gecenin gelmesi gibi, bir süre vahyin kesilmesi de senin bu gerginlikten sükûnet bulman içindir, diyor Rabbimiz. Sürekli seni yoran vahyin gerginliğinden seni kurtarmak, seni rahatlatmak için Rabbin bir süre sana vahyi kesiverdi diye böyle bir münâsebet kurmak her halde hatalı olmayacaktır.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Duha suresi ayet 3.
“Ey Muhammed! Rabbin seni ne bıraktı ve ne de sana darıldı.”

İşte bu, yeminlerin cevabıdır. Az önceki yeminleri bunun için, bunu demek için yapmıştır Rabbimiz. Duhâ’ya, kuşluk vaktine ve geceye yemin olsun ki, Rabbin ne sana veda edip seni bıraktı, ne de sana darıldı. Rabbin seni hiç terk etmedi. Peygamberlik şerefiyle seni şereflendirdiği andan itibaren Rabbin sana hiç darılmadı, hiçbir zaman kızmadı. Sana vahyini indirerek senin adını, şanını yücelten Rabbin bundan böyle de seni asla terk edecek, sana darılacak değildir. Yeryüzünde Rabbinin konuşan ağzı olarak, yerdekilerin hayatına senin vasıtanla karışacak, seninle seslenecek. Onun içindir ki Rabbin asla seni unutacak, seninle diyalogunu kesecek değildir. Üzülme, Rabbin seni bırakmadı.

Bırakmak iki mânâya gelir: Seni bırakmadı, seni tutuyor ama, bu tutuşu, bu bırakmayışı sana ceza vermek seni cezalandırmak adına değil. Sana kininden, gazabından değil, sana olan sevgisinden, sana değer verişindendir. Demek ki iki türlü tutuş vardır: Birisi cezalandırmak adına, kahretmek adına bir tutuştur. Tıpkı Kıyâmet sûresinde anlatıldığı gibi:

“İnsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?”
(Kıyâmet 36)

Öbürü de lütuf adına, in'am ve ihsan adına bir tutuş, terk etmeyiştir. İşte buradaki Rabbimizin elçisini bırakmaması bu anlamadır.

Burada kuşluk vaktine yeminden sonra bu konunun gündeme getirilişi şöyle bir nükteyi anlatır: O dönem Araplar kendilerine misafir geldiği zaman buna çok sevinirlerdi. Yine o dönem Araplarda Duhâ, yani kuşluk vakti veda zamanıydı. İnsanlar ziyaretçilerini kuşluk vakti uğurlarlarmış. Hattâ “seniyyetu’l veda” diye de özel bir veda yeri, uğurlama yeri varmış. İşte gelişleri kendilerini sevindiren misafirlerin bu kuşluk vaktinde kendilerini terk edip gidişleri Arapları çok üzermiş. Hattâ adamlar üzüntülerinden dolayı kuşluk vakti kendilerini terk eden misafirlerini uğurlamaya bile çıkmazlarmış. İşte burada kuşluk vaktini de gündeme getirerek Rabbimiz buyurur ki: “Ey Peygamberim, Rab-bin sana ne darıldı, ne de seni terk etti. Ne kuşluk vakti seni terk etti, ne de gecede sana darılıp düşmanlık etti.”

Çünkü kuşluk vaktinde misafirler konuklarını terk edip giderlerken, gecede de kinler, öçler, düşmanlıklar yapılır. Gecenin özelliği de budur. Öyleyse Rabbin sana onu da yapmadı. Yani ne gecede seninle bir düşmanlık ilişkisine girdi, ne de gündüz seni terk etti. Yani Rabbin ne vahyi gönderirken, ne de keserken seni bırakmadı, seni terk etmedi. Öyleyse sen yoluna devam et Peygamberim. Düşmanlarının sözlerine aldırış etme. Seni ben görevlendirdim, onlar değil. Gecenin ve gündüzün Rabbi benim, onlar değil. Sen yürü. Sen yoluna devam et, Ben seninleyim! diyordu Rabbimiz.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Duha suresi ayet 4
“Kesinlikle bilesin ki âhir senin için ûlâdan daha hayırlı olacaktır.”

Tefsir kitapları burada senin için âhiret dünyadan daha hayırlı olacaktır, şeklinde bir anlamı tercih etmişlerse de, ben bu anlayışı biraz zayıf gördüğüm için böyle söyledim. Buradaki âhiret, bildiğimiz âhiret mânâsına gelebileceği gibi, aynı zamanda âhir, son anlamına da gelmektedir. Öyleyse bilesin ki ey Peygamberim son senin için daha hayırlı olacaktır demek daha münasip olacaktır. Çünkü o zaman bu son ifadesiyle hem dünya, hem de âhiret ikisi birden kastedilmiş olacaktır. “Ûlâ” birinci, ilk, önceki anlamınadır. Yâni hem dünya anlamına geldiği gibi hem de her konuda ilk anlamına gelecektir.

Öyleyse ey Peygamberim, biraz vahiy kesildi diye sakın üzülme. Unutmayasın ki sonralar senin için iyi olacaktır. Sonralar senin için ilklerden, yani öncelerden daha hayırlı olacaktır, diyor Rabbimiz.

Âhiret senin için ûlâdan daha iyidir. Âhiret, âhir, iki mânâya geliyor: Biri evvelin, öncenin mukabilidir, ötekisi de dünyanın mukabilidir. Önce bir şey vardı, bir durum vardı ya, işte âhir de ondan sonraki şey, ondan sonraki durumdur. Yani senin bir sonraki durumun, bir sonraki hayatın bir önceki durumundan, bir önceki halinden daha hayırlı olacaktır Peygamberim deniliyor. Bir de âhir, âhiret dünyadan sonraki hayattır, âhiret günüdür.

Öyleyse şöyle diyeceğiz:
Peygamberim, endişe etme! Senin için bir sonra gelecek saat, bir sonra gelecek gün, bir sonra gelecek ay, yıl, önden, öncekinden daha hayırlı olacaktır. Bir sonraki dönemin bir önceki döneminden daha hayırlı ve güzel olacaktır. Meselâ peygamber olmadan geçirdiğin hayatının ilk günlerine nazaran şimdi peygamber oluşun daha hayırlıdır.

Vahyin geldiği günlere nazaran bir anda kesilivermesi senin için daha hayırlıdır. Vahyin kesilmesine nazaran şu anda tekrar böyle başlayıvermesi senin hakkında daha hayırlıdır. Bu sûreden sonra diğer sûrelerin gelişi senin için daha hayırlı olacak. Medine’ye hicretin, orada cemaatı oluşturman, sonra Mekke’yi terk etmen, sonra Medine’de devlet kurman, sonra Mekke’yi fethetmen, sonra dâvânın galibiyetini görmen, tüm Arabistan yarımadasının Müslüman oluşu, tüm dünyaya İslâm’ın yayılışı ve nihâyet bütün bu güzelliklerden sonra vefatın, ondan sonra âhiret nîmeti, hep senin için hayırlı olacaktır. Zira bunların hepsi seni Makam-ı Mahmud’a ulaştıracak, Rabbinin rızasına götürecek, hayırlı sona götürecek hayırlı şeylerdir.

Yani senin için her gelecek bir öncekinden hayırlı olacaktır. “Ey Peygamberim âhiret senin için dünyadan daha iyidir, öyleyse hiç yaşama dünyada, hemen ölüver,” diyemeyiz. “Hiç durma dünyada” diyerek bu âyetin Rasûlullah’ı ölüme dâvet ettiğini söyleyemeyiz.

Peygamberim, her yarın senin hakkında bir önceki günden daha hayırlı ve güzel olacaktır. Her gelecek senin hakkında hayırlı olacaktır diyoruz. Eğer biz de onun yolunun yolcusu olabilirsek, biz de onun yaşadığı gibi bir hayat yaşayıp, onun sorumluluklarını üstlenebilirsek bilelim ki bizim de hayatımızın her sonrası öncesinden daha hayırlı olacaktır. Her gelecek bizim için de bir öncekinden hayırlı olacaktır. Tayinimiz çıksa da, hapse girsek de, mal kazansak ta kaybetsek de, çocuğumuz olsa da, ölse de, bu bir imtihandır, onu değerlendirirsek, başımıza gelenin, onunla imtihan olunduğumuz şuurunda olursak, o bizim için hayırlı olacaktır. Zira o bizi mutlu sona ulaştırmaktadır, cennete götürmektedir.

Düşünün, bir kadın mutfakta doğradığı soğanın acısıyla ağlasa bile onun için üzücü ve yorucu olmaz. Niye? Çünkü bu kadın doyuma gidiyor da ondan. Az sonra doyacak ve tüm çektiklerini unutacak. Veya meselâ fakir birisinin doyuma ulaşma adına, ehlinin, çoluk-çocuğunun rızkını kazanıp, karınlarını doyurup, akşam yüzlerini güldürme adına gündüz çalışarak yorulup terlemesi zor gelmez ona. Niye? Çünkü ehlini ve kendisini doyuma götürüyor da ondan.

Öyleyse Allah’ın Rasûlünü Makam-ı Mahmud’a ulaştıracak her şey onun için hayırlıdır. Sonunda onu cennete ve Rabbinin hoşnutluğuna götürecek başına gelen her şey onun hakkında hayırlıdır.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Duha suresi ayet 5
Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın.

Yani, Rabbinin vermesi gecikmiştir. Amma çok yakında Rabbin sana o kadar çok verecek ki sen memnun olacaksın. Bu vaad Rasulullah'ın hayatında bile gerçekleşmiştir. Arabistan'ın Güney sahilinden Kuzey'den Roma İmparatorluğunun Şam vilayetine ve Fars İmparatorluğunun Irak sınırına kadar; Doğu'da Fars körfezinden Batı'da Kızıldeniz'e kadar olan bütün bölgeler İslam'ın sultası altına girmiştir. Arab tarihinde bu topraklar ilk defa bir kanun ve zabıtaya tabi olmuştur. Hangi güç İslam'a karşı çıkmışsa parçalanmıştır. "La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah" sesi her yerde yankılanmıştır. Bu ülkede müşrikler ve Ehl-i Kitap kendi yalan davalarında sonuna kadar direnmişlerdi. O bölgedeki insanlar İslam'a boyun eğmekle kalmamışlar, aynı zamanda O'na gönülden de bağlanmışlardı. İtikad, ahlak ve amelde büyük bir inkılâb meydana gelmişti. Bütün insanlık tarihinde cehalete batmış bir kavmi 23 senede bu kadar değiştiren, Asya, Afrika ve Avrupa'nın büyük bir kısmında yayılan, hâkim olan, dünyanın her köşesinde varlığını hissettiren Rasulullah'ın bu hareketine benzer bir hareket görülmez. Bütün bunlar, Allah'ın Rasulü'ne bu dünyada verdiği nimetlerdir. Ahirette verilecek nimetleri tasavvur etmek bile mümkün değildir

Duha suresi ayet 6
Bir yetim iken, seni bulup da barındırmadı mı?

Yani, seni terketmek ve sana darılmak söz konusu değildir. Biz sana, yetim doğduğun günden beri lütufta bulunmaktayız. Rasulullah ana karnında altı aylık iken babası ölmüştü. Dünyaya yetim olarak gelmişti. Fakat Allah O'nu bir gün bile çaresiz bırakmamıştır. Altı yaşına kadar O'nu annesi büyütmüş, annesinin şefkatinden mahrum olduktan sonra, sekiz yaşına kadar dedesi Abdulmuttalib O'na bakmış ve istisnai bir sevgi beslemişti. Aynı zamanda Rasulullah ile gururlanır ve çevresine şöyle derdi. "Bu torunum birgün büyük bir adam olacaktır." Dedesinin ölümünden sonra, amcası Ebu Talib Rasulullah'ı kendi himayesine aldı. Ebu Talib de, gerçek bir babanın sevgisinden daha fazla bir sevgiyle yeğenini seviyordu. Hatta Nübüvvet'ten sonra bütün kavmi O'na düşman olmuştu. O zaman bile, on sene kadar göğsünü Rasulullah için siper etmişti.

Duha suresi ayet 7
Ve seni yol bilmez iken, doğru yola yöneltip iletmedi mi?

Buradaki "dallin" kelimesi "dalalet" anlamındadır. Arapça'da bu kelime birkaç anlama gelir. Bir manası "sapıklıktır." İkinci manası, "yol bilmeyen kimse" ve yol ayrımında şaşkınlık içinde hangi tarafa döneceğini bilmeyen kimsedir. Diğer bir manası da "kaybolmuş kimse"dir. Mesela Arapça'da "suda kaybolmuş" denir. Çoğunlukla, çevresinde ağaç bulunmayan tek ağaca da "dalle" denmektedir. Bir şeyin kaybolması anlamında da "dalle" kullanılmaktadır. Mesela, müsait olmayan şartları dolayısıyla birşeyin kaybolmasıdır. Gaflet içinde bulunmayı anlatmak için de "dalel" kelimesi kullanılır.
Kur'an'da bu şekilde kullanıldığı vakidir: "Dedi ki, onların bilgisi Rabbimin yanında bir kitaptadır. Rabb'im şaşmaz ve unutmaz" (Taha 52) . Duha suresindeki ayette bu çeşitli anlamlardan birincisi geçerli değildir. Çünkü Rasulullah çocukluktan nübüvvete kadar hayatında hiçbir zaman putperestlik yapmamış, şirke inanmamıştır. Bu nedenle ayetteki "dall"e, akide ve amel bakımından sapıklık içinde bulunduğu anlamı verilemez. Fakat diğer anlamlar olabilir. Birincisi dışındaki bütün manalar burada geçerli olabilir. Rasulullah nübüvvetten önce de Allah'a inanıyor ve onun birliğini biliyordu. Rasulullah'ın hayatı masiyetlerden temizdi ve o, yüksek bir ahlâka sahipti. Ancak o, hak dinin usul ve amelleri hakkında bilgi sahibi değildi. Bununla ilgili olarak Kur'an'da şöyle buyurulmuştur. "İşte sana da böyle emrimizden bir ruh vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu bir nur yaptık. Kullarımızdan dilediğimizi onunla hidayete iletiyoruz. Ve şüphesiz ki sen doğru yola götürüyorsun" (Şuara 52) Duha suresindeki ayet şu manadadır: Rasulullah cahili bir toplumda kaybolmuştu. Bu toplumda nübüvvetten önce, hidayet önderi ve rehber olarak varlığı açık değildi. Şu manada da olabilir: Rasulullah, cahiliyet çölünde yapayalnız bir ağaç gibiydi. Bu ağaç meyva verebilir. Hatta bir bağ meydana getirebilme özelliğine sahiptir. Ama nübüvvetten önce bu özellikler, fonksiyonunu icra edemiyorlardı. Şu manada da olabilir: Allah'ın Rasulullah'a verdiği kuvvetler cahiliye şartları altında ziyan olmaktaydı. "Dalalet!", "gaflet" manasında da olabilir. Yani Rasulullah, o hakikatlerden ve bilgilerden gafildi. Allah (c.c.) bunları ona nübüvvetten sonra bildirmişti.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Duha suresi ayet 8
Bir yoksul iken seni bulup da zengin etmedi mi?

Babası miras olarak Rasulullah'a bir dişi deve ve bir cariye bırakmıştı. Böylece Rasulullah'ın hayatı fakirlik içinde başlamış oldu. Fakat bir zaman sonra Kureyş'in en zengin kadını Hz. Hatice önce onu kendi ticaretine ortak etti. Daha sonra onunla evlendi. Sonra da bütün ticareti Rasulullah kontrol etmeye başladı. Böylece Rasulullah zenginleşti, ama bu zenginlik sadece hanımının malına dayanmıyordu. Ticaretinin genişlemesi ve ilerlemesi Rasulullah'ın yeteneği ve sarf ettiği emek ile gerçekleşti.

Duha suresi ayet 9.
O halde; yetime gelince, sakın kahretme!

"O halde yetime gelince, sakın kahretme!" Yani zulüm ederek una musallat olma, ona hakkını ver ve kendi yetimliğini hatırla!

Bu açıklamayı el-Ahfeş yapmıştır. Her ikisinin (tasallut ve kahretmenin) aynı anlamda iki ayrı lafız oldukları da .söylenmiştir.

Mücahid'den "kahretme!" buyruğunun hakir görme anlamında olduğunu söylediği nakledilmiştir.

en-Nehai ve el-Eşheb el-Ukayli (kahretme anlamındaki lafzı) "keF" harfi ile: diye okumuşlardır, tbn Mesud'un Mushaf'ında da böyledir. Buna göre buyruğun ona zulmetmek ve malını almak sureti ile yetimin kahredil-mesinin yasaklanması anlamında olma ihtimali vardır. Özellikle yetimin sözkonusu edilmesi ise, yüce Allah'tan başka ona yardım edecek kimsenin olmayışıdır. Bundan dolayı ona zulmedenin cezası ağırlattırılmak suretiyle ona yapılan zulüm de ağır bir zulüm olarak değerlendirilmiştir.

Araplar (bu kelimenin okunuşunda okluğu gibi) bazan "kef" ile "kaf' harflerinin birini diğerinin yerine kullanabilirler.

en-Nehhas şöyle demiştir: Ancak bu yanlıştır. Bir kimseye karşı sertlik gösterilip, haşin ve kaba davranıldsğı vakil ancak; Ona sert ve haşin davrandı" denilir.

Müslim'in SaAsft'inde Muaviye b. el-Hakem es-Sülemi'nin rivayet ettiği hadiste namazda selam almak sureti ile konuşmasını anlatırken şunları söylemektedir: Anam babam ona feda olsun. Ne ondan önce, ne ondan sonra ondan daha güzel öğreten hiçbir öğretici görmedim. -Rasûlulah (sav)'ı kastetmektedir.- "Allah'a yemin ederini bana sert ve kaba söz söylemedi, beni dövmedi, bana sövmedi,..'7 diye hadisin geri kalan bölümlerini zikretmektedir. "Kahr"ın galib gelmek, "kehrin ise azarlamak anlamında olduğu da söylenmiştir,

Ayei-i kerime, yetime yumuşak davranmak, ona iyilik yapmak ve ona güzel davranmak gerektiğine delildir. O kadar ki, Katade; Sen yetime son derece merhametli bir baba gibi ol, demiştir. Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre bir adam Peygamber (sav)'a kalbinin katılığından şikayet etti. Peygamber ona şöyle buyurdu: "Kalbinin yumuşamasını istiyor isen yetimin başını sıvazla, yoksula yemek yedir."

Sahih'de Ebu Hureyre'den gelen rivayete göre Rasûlullah (sav) .şöyle buyurmuştur: "Ben ve ister kendisinin, ister bir başkasının yetimini koruyup gözetleyen; şu ikisi gibi olacağız" deyip, başparmak ile orta parmağını gösterdi.

İbn Ömer'den rivayet edilen hadise göre, Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Hiç şüphesiz yetim ağladığı vakit onun ağlaması dolayısıyla Rahmanın arşı sarsılır. Yüce Allah, meleklerine: Ey meleklerim! Babasını toprağın altına aldığım bu yetimi kim ağlatıyor. Melekler: Rabbimiz Sen daha iyi biliyorsun derler. Yüce Allah meleklere şöyle der: "Ey meleklerim! Şahid olun ki kim onu susturur, onun gönlünü hoş ederse Ben de kıyamet gününde onu hoş-nud ve razı edeceğim."

Ebn Ömer bir yetim gördü mü başını sıvazlar, ona bir şeyler verirdi.

Enes'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Her kim bir yetimi (baktığı çocuklarına) katar da, onun nafakasını karşılar, onun ihtiyacını görüp gözetirse, kıyamet gününde bu cehennem ateşine karşı ona perde olur Kim bir yetimin başını .sıvazlarsa, herbir kılı karşılığında ona bir hasene yazılır."

Eksem b. Sayfî dedi ki: Zelil kişiler dörttür: Laf alıp götüren, yalan söyleyen, borçlu ve yetim.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Duha suresi ayet 10
İsteyip-dileneni de azarlayıp-çıkışma.

"İsteyene gelince sakın azarlama!" Ona gürieyerek, ağır söz söyleme! O halde bu buyruk (bir şeyler isteyene) ağır ve kaba sözler söylemeyi yasaklamaktadır. Bunun yerine sen o dilenene kolayına gelen şeyleri karşılıksız ver ya da güzel bir şekilde onu geri çevir, sen de muhtaç olduğundan süzet. Bu açıklamayı Katade ve başkaları yapmıştır.

Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse dilenene bir şeyler vermemezlik etmesin. İsteyecek olursa ona bir şeyler versin. İsterse, o dilencinin elinde, iki altın bilezik olduğunu görmüş olsun."

İbrahim b. Edhem dedi ki:
Dilenciler ne iyi kimselerdir! Onlar bizim azıklarımızı âhirete taşıyorlar.

İbrahim en-Nehaî dedi ki:
Dilenci âhiret (için) ister. Sizden herhangi birinizin kapısına gelir ve: Siz yakınlarınıza bir şeyler gönderecek misiniz? diye sorar.

Peygamber (sav)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Dilenciyi ya kolayınıza gelen bir şeyi karşılıksız vererek yahut güzel bir söz söyleyerek geri çeviriniz. Çünkü insanlardan da, cinlerden de olmayan kimseler size gelir ve Allah'ın size ihsan ettiği şeyler hususunda nasıl tasarruf ettiğinize bakarlar."

Burada "İsteyen (dilenen)" ile kastedilenin, dine dair soru soran kimse olduğu da söylenmiştir. Yani böyle bir kimseyi kaba sözlerle ve katılıkla azarlama! Ona yumuşaklıkla ve uygun bir tarzda cevab ver. Bu açıklamayı Süfyan yapmıştır.

İbnu'l-Arabi dedi ki;
Dine dair soru soran kimseye bilen için cevap vermek farz-ı kifâyedir. Tıpkı iyilik yapılmasını isteyen kimseye bir şeyler vermek gibidir, onunla aynı şeydir. Ebu'd-Derdâ hadis ashabına bakar, onların altına ridasıru serer ve şöyle derdi: Rasûlullah (sav)'ı seven kimselere merhaba!

Ebû Harun el-Abdi'nin, Ebu Said el-Hudri'den rivayet ettiği hadiste Ebû Harun eî-Abdi şöyle demektedir: Bizler Ebu Said'in yanına gittiğimiz vakit şöyle derdi; Rasûlullah (sav)'ın vasiyetine merhaba! Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: "İnsanlar size tabi olan kimselerdir. Yeryüzünün dört bir yanından dinin bilgisini öğrenmek (tefekkuh etmek) üzere size birçok kimseler gelecek*tir. Onlar size geldikleri vakit onlar hakkında birbirinize hayır tavsiye ediniz." Bir başka rivayetinde de: "Size doğu tarafından... adamlar gelecektir" şeklindedir...

"Yetim" ile "sall: isteyen" lafızlarının nasbedilmeleri, onlardan sonra gelen fiil sebebiyledir. Nasb edilen lafzın aslında "fe" (ile başlayan ifadelerden) sonra gelmesi gerekir.

İfadenin takdiri şöyledir: " Her ne olursa olsun sakın yetime kahretme ve sakın isteyeni de azarlama" şeklindedir.

Rivayet edildiğine göre, Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Rabbimden bir dilekte bulundum amma keşke dilemez olsaydım. Rabbim, sen İbrahim'i Halil edindin, Musa ile özel bir şekilde konuştun, Davud'un emrine dağlan vererek teşbihte bulundular, filana şunu verdin..." (dedim.) Aziz ve celil olan Rabbim de şöyle buyurdu: "Ben seni yetim bulup da barındırmadım mı? Ben seni şaşkın bulup da doğruya iletmedim mi? Ben seni fakir ve muhtaç bulup da ihtiyaçtan kurtarmadım mı? Ben senin için göğsünü açıp genişletmedim mi? Ben sana senden önce hiç kimseye vermediğim Bakara Sûresinin sonlarını vermedim mi? İbrahim'i dost edindiğim gibi seni de dost edinmedim mi? Ben: Evet hepsi böyledir. Rabbim dedim."
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Duha suresi ayet 11
Rabbinin nimetini durmaksızın anlat.

"Nimet" kelimesi genel olarak kullanılmıştır. Bundan kasıt surenin nüzulüne kadar, Allah'ın Rasulullah'a nimet vermesidir. Bundan, Allah'ın vaadettiği gibi verdiği nimettirler. Ayrıca şöyle buyurmuştur: "Ey peygamber! Allah'ın verdiği nimetleri zikret ve açıkla" Nimetleri zikretmek ve onları açıklamanın çeşitli anlamları olabilir. Her nimet, mahiyeti itibariyle belli bir şekilde açıklanabilir. Topluca nimetleri açıklamanın bir şekli de, insanın lisan ile Allah'a şükretmesi, bunu ikrar ve itiraf ederek bütün bu nimetlerin kendisine ihsan sonucu Allah (c.c.) tarafından lütuf olarak verildiğini bilmesidir. Çünkü bunları sadece kendi çabalarıyla kazanmadığı açıktır. Nübüvvet nimetini açıklamak da şöyle olur:
Davet ve tebliği doğru olarak yerine getirmek. Kur'an'ın nimetini açıklamanın şekli şudur:
O'nu insanlar arasında yaymak ve talimatlarını insanlara anlatmak. Hidayet nimetini açıklamak şöyledir: Sapıklığa düşen mahluka doğru yolu göstermek. Ayrıca bu işi yaparken bütün zorluk ve zahmetlere sabırla tahammül etmektir. Yetimlikteki Allah'ın ihsanının açıklanması, yetimlere ihsanda bulunmaktadır. Yoksulken zenginleşme ihsanının açıklanması, Allah'ın muhtaç kullarına yardım etmektir. Hasılı bu, Allah'ın kendi ihsanını beyan ettikten sonra Rasulullah'a verdiği kapsamlı bir hidayettir.
 
S Çevrimdışı

SerkanKÖSE

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Duha Süresinin Muhteşem Dizilimi

Allahın yeminindeki muhteşem anlamı daha sonra açıklamak istiyorum. Şimdilik aşağıdakileri inceleyelim.

1- Andolsun kuşluk vaktine
2- ve dindiği zaman o geceye ki,

3- Rabbin sana veda etmedi ve darılmadı!
4- Ve kesinlikle senin için sonu önünden (ahiret dünyadan) daha hayırlıdır.
5- ileride Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın!

6- O, seni bir yetim iken barındırmadı mı?
7- Seni, yol bilmez iken (doğru) yola koymadı mı?
8- Seni bir yoksul iken zengin etmedi mi?

9- Öyle ise, sakın yetime kahretme (onu horlama)!
10- El açıp isteyeni de azarlama!
11- Fakat Rabbinin nimetini anlat da anlat!


YEMİNDEN SONRA GELEN KISIMLAR MANTIKEN 3 ÜÇLÜĞE AYRILIR.

Her üçlüğün ilk cümlesi yetimlikle alakalıdır. İlkinde rabbin kulunu yalnız bırakmamasıdır ki inanan bir insanın başına gelebilecek en kötü şey rabbi tarafından terk edilmek ya da rabbinin kendisine darılmasına neden olacak hatalar yapmış olmasıdır ki her iki durumun sonu da hüsran ve cehennemdir. İkinci üçlüğün ilk ayeti rabbinin kulunu yetimken bulup barındırmasıyla alakalıdır. Üçüncü üçlüğün ilk cümlesi ise sakın yetimi hor görme şeklinde ki harika ayettir. Süre boyunca Allah kulundan hiçbir şey istemez. Cümleye dikkat ederseniz hor görme demektedir. Bir şey istenmemektedir. Tıp ilminin birinci kuralı "zarar vermeyeceksin"dir. Burada da aynı şey söylenmektedir. Hiçbir yardımda bulunmuyorsan bile "zarar vermeyeceksin, hor görmeyeceksindir.

Her üçlüğün ikinci ayetleri hem dünya ile hemde ahiret ile alakalıdır. Sekizinci ayette de Allah el açıp isteyeni azarlama demekte. El açıp isteyenle kastedilen sadece dilenenler değil mümin olup Allah'a el açanlardır. Ve yine burada da tıp ilminin birinci kuralı geçerlidir. El açana iyilik yapmıyorsan, bir şey vermiyorsan bile en azından zarar verme "azarlama" denmektedir.

Her üçlüğün son ayetleri ise nimetle alakalıdır. İlk üçlüğün sonunda "ileride Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın!" denmekte. İkinci üçlüğün son ayetinde "Seni bir yoksul iken zengin etmedi mi?" denmekte. Son üçlüğün son ayeti ise "11- Fakat Rabbinin nimetini anlat da anlat!"



Süre boyunca Allah'ın verdiklerinden bahsedilir. Kul Allah'a hiçbir şey vermez. Bundan bir önceki süre olan Leyl süresinde ise tam tersi geçerlidir. Kul Allah'a verir. Allah kuluna hiçbir şey vermez. Hatta ceza bile vermez. Kul kendisi ateşe "yaslanır". "Yuvarlandığı zaman kul, malı onu kurtaramaz." kul kendisi yuvarlanır. Süreler birbiriyle bağlantılıdır her zaman. Sıkı bir şekilde örülmüştür.

Muhteşem bir süre ve muhteşem bir diziliş. Ve anlamsal olarak da yukarıda bahsettiklerimle de sınırlı değil. Çok daha geniş bir anlamı var. Zamanla onlara da değineceğim Allah'ın izniyle ve yardımıyla.

Selamün aleyküm

Serkan Köse
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt