Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ehl-i Sünnet Ve’l-cemaat’in Nasları Anlama Ve Delil Olarak Kullanma Yöntemi

S Çevrimdışı

Seyyid Talha bin Asım

Sen neden korkuyorsun ölmek varken kaderde?!.
Banned
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in Nasları Anlama ve Delil Olarak Kullanma Yöntemi

Selef-i salihîn, yani Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in nasları anlama ve delil getirme konusundaki yöntemi, Allah’ın Kitabında ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sahih sünnetinde yer alan her şeye zâhiren ve bâtınen uymak, onlara teslim olmak, hükümlerine boyun eğmek ve gerekleriyle amel etmektir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Allah ve Rasûlü, bir işe hüküm verdiği zaman, iman etmiş bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim, Allah ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” [Ahzab, 36]

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

“Size iki şey bıraktım; onlara sarıldığınız müddetçe asla sapıtmazsınız: Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin sünneti.” [Hâkim, Müstedrek; el-Elbânî, el-Mişkat]


Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat;
“Önce Allah’ın Kitabı, sonra Rasûlünün sünneti” demez; aksine “Allah’ın Kitabı ve Rasûlünün sünneti birlikte” der. Çünkü Allah Teâlâ, pek çok ayette Rasûlünün sünnetini kendi Kitabıyla bir arada zikretmiş ve kullarına hem kendine hem de Rasûlüne itaat etmelerini emretmiştir.

Allah’ın güvenilir elçisinin sünneti, Allah Teâlâ’nın yüce kitabında ve hikmetli şeriatında murad ettiği manaların açıklayıcısıdır. Kim olursa olsun hiç kimsenin kendisine ulaştıktan sonra sünnete muhalefet etmesi caiz değildir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu zikri (Kur’an’ı) indirdik.” [Nahl, 44]

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat;
Küçük ve büyük bütün meselelerde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yoluna ve sünnetine uymayı ve ona tereddütsüz teslim olmayı; rahmete, kurtuluşa, başarıya ve Allah Teâlâ’nın rızasına ulaşmanın yegâne yolu olarak görür. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: َ

“Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Onu, takva sahiplerine, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım. Ki onlar, yanlarındaki (Tevrat ve İncil’de) yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber’e tâbi olurlar…” [Araf, 156-157]

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat;
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden sonra, genel olarak Muhâcir ve Ensar’dan oluşan ve dinlerini Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den; samimiyetle, ihlasla, ilim ve amel birlikteliği içinde alan sahabenin, özel olarak da Râşid halifelerin izinden gider. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, özellikle Râşid halifelere uymayı tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştur:

“Benim sünnetime ve hidâyeti bulmuş Raşid halifelerimin sünnetine uyun. Ona sımsıkı sarılın, azı dişlerinizle yapışın. (Dinde) sonradan uydurulmuş şeylerden de sakının. Çünkü (dinde) sonradan uydurulan her iş bid’attir, her bid’at de bir sapıklıktır.” [el-Elbânî, Sahihu Süneni Ebi Davud]

Onların ardından Ehl-i sünnet, tabiînden ve onlara en güzel şekilde tâbi olanlardan oluşan faziletli ilk nesile tâbi olur. Ki onlar hakkında Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Size ashâbımı, sonra onların ardından gelenleri, sonra da onların ardından gelenleri (onların yoluna uymayı) tavsiye ederim.” [Elbanî, Sahihu Süneni’t-Tirmizî]

Abdullah b. Amr radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Ümmetim, yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan biri hariç hepsi cehennemdedir.” (Ravi Abdullah: ) “Kurtulan fırka hangisidir, ey Allah’ın Rasûlü?” diye sordu. Allah Rasûlü: “Benim ve ashâbımın yolundan gidenlerdir.” buyurdu. [el-Elbânî, Sahîhu Suneni’t-Tirmizî]

İşte bu yüce nebevî anlayıştan yola çıkarak onlar, anlaşmazlık halinde Allah’ın Kitabına ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine başvururlar. Nitekim Allah Teâlâ da şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Rasûl’e itaat edin. Ve sizden olan idarecilere de (itaat edin). Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu, Allah’a ve Rasûl’e götürün (onların talimatına göre halledin); bu, hem daha hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” [Nîsâ, 59]


Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbı, Kitap ve Sünnetin anlaşılmasında Ehl-i Sünnetin müracaat kaynağıdır. Çünkü onlar, Kur’ân’ın inişine şahit olmuşlar, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber yaşamışlar ve dinin esaslarında hiçbir ihtilafa düşmemişlerdir. Onlar, insanlar içinde Allah’ın ve Rasûlünün muradını en iyi bilenlerdir. Allah Teâlâ, onlara uymamayı; azab, sapıklık ve tefrika olarak nitelemiş ve şöyle buyurmuştur: َ

“Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber’e karşı çıkar ve mü’minlerin yolundan başka bir yola girerse, onu o yolda bırakırız ve cehenneme sokarız; o, ne kötü bir yerdir.” [Nîsâ, 115]


Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat; Sahih nastan ayrılmaz ve kesinlikle Allah Teâlâ’nın ve Rasûlünün önüne geçmez. Onlar, Kitap veya sahih sünnete aklî çıkarımlarla, kıyas, zevk, keşif, bir şeyhin veya âlimin sözü ile ya da çoğunluğu öne sürerek karşı çıkmazlar. Çünkü din, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hayattayken tamamlanmıştır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: َ

“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim.” [Mâide, 3]

Ehl-i Sünnet, kim olursa olsun, Allah’ın kelamı ile Rasûlünün sözünün önüne hiç kimsenin sözünü geçirmezler. Nitekim Allah Teâlâ da şöyle buyurmaktadır:

“Ey îmân edenler! Allah’ın ve Rasûlünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.” [Hucurat, 1]


Ehl-i Sünnet, Allah ve Rasûlünün önüne geçmenin, hak yoldan sapmanın sebebi olduğuna inanır. Çünkü bu, heva ve hevese uymak ve Allah hakkında bilgisizce söz söylemektir. Şeytan da Allah’ın yolundan alıkoymak için bu işi süslü gösterir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Hevâ ve hevesini ilah edinen ve Allah’ın (kendi katındaki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” [Câsiye, 23]

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat;
Sarih aklın, sahih nakle aykırı olmadığı görüşündedir. Anlaşılmayan bir durum olduğunda da nakle öncelik verirler. Aslında anlaşılmayan bir durum da yoktur. Çünkü nakil, sağlıklı bir aklın kabul etmeyeceği bir şey getirmez. O, ancak akılların hayret edeceği şeyler getirir. Selim bir akıl, sahih naklin haber verdiği her şeyi tasdik eder; çünkü o, Allah katından gelmiştir. Ancak aklın söylediği her şeyi sahih nakil kabul etmeyebilir.

Bununla birlikte onlar, aklın konumunu ve mertebesini de küçümsemezler. Çünkü onlara göre akıl, yükümlülüğün dayanağıdır, aklı olmayan kimse mükellef olamaz. Aklın rolü, razı ve mutmain olmak, bu geniş kâinat ve hikmetli şeriat üzerinde düşünüp tefekkür etmektir. Ancak onlar derler ki: Akıl, kesinlikle dinin önüne geçemez; aksi takdirde insanların peygamberlere ihtiyacı kalmazdı. Akıl, ancak dinin hükümleri ve sınırları içinde hareket eder. Çünkü Allah Teâlâ, aklın idrak kapasitesine bir üst sınır koymuştur ki akıl, o sınırı aşamaz. O halde eksik olan aklı, mükemmel hakem olan naklin önüne geçirmek doğru değildir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: َ

“Eğer sana cevap veremezlerse bil ki onlar sırf heveslerine uymaktadırlar. Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi heva ve hevesine uyandan daha sapık kim olabilir! Elbette Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez.” [Kasas, 50]

İşte onlar, büyük küçük her konuda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine ve yoluna sımsıkı sarılmaları, tâbi olmaları, mutlak teslimiyet göstermeleri, zâhirde ve bâtında onunla amel etmeleri ve Müslümanların cemaatine tâbi olmaları sebebiyle Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat diye isimlendirilmişlerdir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin sözü ancak ‘İşittik ve itaat ettik.’ demeleridir. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir. Her kim, Allah’a ve Rasûlüne itaat eder, Allah’tan korkup O’ndan sakınırsa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” [Nur, 51-52]

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat; Kitap ve sünnetten sonra önder İslam âlimlerinin icma ile kabul ettikleri hususları esas alır. Ki onlar; imamlıklarına, fazîletlerine, sünnete bağlılıklarına, bu bağlılıktaki önderliklerine ve bid’atten sakındıklarına tanıklık edilen, imamlıklarında ve dindeki yerlerinin büyüklüğünde ümmetin ittifak ettiği meşhur imamlardır. İşte Ehl-i Sünnet, onların icmasıyla amel eder ve ona dayanır. Zira Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


“Şüphesiz Allah, benim ümmetimi sapıklıkta birleştirmez. Allah’ın eli cemaat üzerindedir. Kim (cemaatten) ayrılıp tek kalırsa ateşte de tek kalır.” [el-Elbânî, Sahîhu Süneni Ebî Dâvûd]

Bu mübarek ümmet, bâtıl ve dalalet üzerinde birleşmekten korunmuştur. Hiçbir şekilde apaçık hakkı terk etmek üzere birleşmeleri asla mümkün değildir.

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dışındaki bir kimsenin -dindeki yeri ne olursa olsun, ilimdeki derecesi ne kadar yüksek olursa olsun- masum olduğuna inanmaz. Ayet ve hadisin bulunduğu bir konuda ictihad etmeyi kesinlikle caiz görmezler. Sadece ictihadın alanına giren ahkâmda ya da hükmü kapalı kalmış olan meselelerde ictihad etmeyi uygun görürler. Bunu da zaruret miktarıyla sınırlandırırlar. Bununla beraber onlar, sözü Kitap ve sünnete uymadığı sürece hiç kimsenin görüşüne taassupla bağlanmazlar.

Ehl-i Sünnet; nâsih ve mensûh, hâs ve âmm, mutlak ve mukayyed vb. gibi konuları bilmek, Kitap, Sünnet, icma, kıyas ve sahabe kavlinden tafsilî delillerin bilgisinde belli bir dereceye ulaşmak ve Arap dilini bilmek gibi ictihad şartlarına tam manasıyla sahip olan bir müctehidin, bu şer’i kurallar çerçevesinde ictihad ettiği takdirde hata da, isâbet de edebileceğine, isâbet ederse iki ecir (yani hem ictihad etme ecri, hem de isâbet etme ecri) alacağına, hata ederse de bir ecir (sadece ictihad ecri) alacağına inanır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: ِ

“Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; hâlbuki onu, Rasûl’e veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah’ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz.” [Nîsâ, 83]

Onlara göre ictihadî meselelerdeki ihtilaflar düşmanlığı, nefreti ve ilişkileri kesmeyi gerektirmez. Aksine onlar, birbirlerini sever, birbirlerini dost bilir, fer’î bazı meselelerde ihtilaf da etseler birbirlerinin arkasında namaz kılarlar. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Allah’a ve Rasûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” [Enfal, 46]

“Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah, onlara yaptıklarını bildirecektir.” [En’âm, 159]

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat; hiçbir Müslüman için belli bir fakihin mezhebine bağlı kalmayı zorunlu görmez. Bununla birlikte taklid değil de ittiba yoluyla bir mezhebe uymakta da bir sakınca görmezler.84

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine tâbi olmak sûretiyle Allah Teâlâ’nın rızasını elde etmeye çalışan samimi bir müslümanın, delili kuvvetli olduğu zaman bir mezhebin görüşünü bırakıp diğerini alması gerekir. İlmî ehliyete ve gerekli altyapıya sahip, muteber müctehid imamların delillerini öğrenme ve onları inceleme imkânına sahip bir ilim talebesi, bu konuda elinden geleni yapmalıdır. Bir meselede bir imamın mezhebini kabul ettiği halde, başka bir meselede delilce daha kuvvetli ve fıkhî açıdan daha tercihe değer bulduğu başka bir imamın görüşünü almaktan geri durmamalıdır. Onun, delilini bilmediği hiç kimsenin görüşünü kabul etmesi caiz değildir. Çünkü bu takdirde o, mukallid/taklitçi olur. İhtilaflı bir konuda, o konuyu ve delillerini elinden geldiğince incelemesi ve ondan sonra tercihte bulunması gerekir. Eğer tercih yapabilme imkânını bulamayacak olursa o zaman avamın hükmü onun için de geçerli olur ve gider ilim sahibi birine sorar.

Delilleri inceleme imkânı olmayan avamın mezhebi yoktur. Aksine onların mezhebi, kendisine fetva veren müftülerinin mezhebidir. O halde onların yapması gereken şey, soru sormada titiz davranmaları, ilmine ve dinine güvendikleri, Allah’ın Kitabını ve Peygamberinin sünnetini bilen, ilimleriyle amel eden, salih, muttaki ve Rabbanî âlimlere sormaktır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Eğer bilmiyorsanız zikir/ilim ehline sorun.” [Nahl, 43]

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat;
Tercihe şayan dinî bir delil bulunmadıkça veya muteber bir alimi taklit etmedikçe ruhsatların peşine düşmeyi caiz görmez. Hakka ulaşmayı hedeflemeyen telfîki de yasaklar. Çünkü ruhsatların peşine düşmek, kişi özellikle ihtilaflı meselelerde bu yolu izlemeyi âdet edinmişse, şer‘î sorumluluklardan kurtulmaya çalışmaya götürür ki bu da delil ile değil heva ve heves ile amel etmek demektir.

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat;
Dinde fakih olmanın ancak ilim ve amel birlikteliğiyle mümkün olacağına inanır. Bir kimse, pek çok ilmi tahsil ettiği halde onunla amel etmezse veya Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yolunu izlemez ve onun sünnetiyle amel etmezse fakih olamaz. Çünkü Kitap ve Sünnet nasları, ilim ve amelin birbirine bağlanması gerektiğini vurgulamakta ve bunların arasını ayırmaktan da sakındırmaktadır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında nefretle karşılanır.” [Saf, 2-3]

“Sizler Kitab’ı okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” [Bakara, 44]

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat;
Her müslümanın gücü yettiği oranda Rabbini, dinini ve peygamberini tanıyacağı, Rabbine nasıl kulluk edeceğini, O’nun rızasını ve cenneti nasıl kazanacağını ve O’nun gazabından ve şiddetli azabından nasıl korunacağını öğreneceği faydalı ilmi tahsil etmesinin farz olduğu görüşündedir. Çünkü faydalı ilim, samimi amelin önderi ve yol göstericisidir. Amel, ancak doğru bir ilimle makbul ve geçerli olur.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” [Zümer, 9]

Faydalı ilim öğrenmek farz olduğu gibi, aynı zamanda imkânı ve ehliyeti olan herkesin o ilmi her türlü meşru vasıtalarla yayması ve bilmeyen kimselere öğretmesi de farzdır. Herhangi bir doğru ve faydalı bilgiyi, özellikle de sorulduğu zaman, gizlemek helal değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidâyet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder. Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira Ben, onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeyi çokça kabul eden ve çokça merhamet edenim.” [Bakara, 159-160]

--------------------------------------
84 Taklid; Şer’î bir hükümde sözü aslında delil olmayan bir kimsenin görüşüne bağlanmak, delilini bilmeksizin bir kimsenin görüşünü kabul etmek veya delilsiz görüş ortaya koyan kimsenin görüşüne müracaat etmektir. Taklid, iki türlüdür:
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in Nasları Anlama ve Delil Olarak Kullanma Yöntemi227
* Mubah Taklid: Bu, şer’i hükümlere ulaşma yollarını bilmeyen, onları öğrenmeye gücü yetmeyen, o hükümlerin delillerini anlama imkânına sahip olmayan avam için geçerlidir. Fakat bu, avamın fetva sorduğu kişiden delil istemesine mani, değildir. Çünkü kendisiyle Allah’a kulluk edeceği dinî bir konudan emin olması bir müslümanın hakkıdır.
* Yasaklanan ve kötülenen taklid: Diğer âlimleri bırakıp sadece belirli birini, onun bütün sözlerini ve fiillerini delilini bilmeksizin taklit etmektir. Böyle bir taklitçi, taklit ettiği kimsenin dışındakilerin de haklı olabileceğini kabul etmez ve aksi sabit olsa bile onun görüşlerinin dışına çıkmaz. O halde yasaklanan taklit, delilini bilmeden başkasının görüşüne tâbi olmaktır.
Taklidin ilim olmayacağı konusunda âlimler arasında ihtilaf yoktur. Mukallide/taklidciye âlim denmez ve onun fetva vermesi de caiz değildir. Çünkü fetvanın şartlarından biri de şeriatı bilmektir.
Allah Teâlâ, kör taklidi ve çirkin taassubu kötülemiş ve pek çok âyette onları yasaklamıştır: “O (müşriklere): ‘Allah’ın indirdiğine uyun.’ denildiği zaman onlar: ‘Hayır! Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız.’ derler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?” [Mâide, 104]
Selef âlimleri ve istisnasız bütün müctehid imamlar, kör taklitten sakındırmışlardır. Çünkü taklidin bu türü, zayıflığın ve müslümanlar arasındaki ihtilafların sebeplerinden biridir. Hayır ve selamet, birlik ve beraberlikte, ittibada ve ihtilaf edildiğinde Allah’a ve Rasûlüne müracaat etmektedir. Bu sebepledir ki sahabîlerin hiçbiri -bütün meselelerde- belirli bir kişiyi taklit etmemişlerdir. Aynı şekilde dört mezhebin imamı da kendi görüşlerinde taassup göstermezlerdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisini gördükleri zaman kendi görüşlerini terk ederler, başkalarını da şer’i delillerini bilmeksizin kendilerini taklit etmekten men ederlerdi.

* İmam Ebû Hanife rahimehullah şöyle der: “Hadis, sahih olduğu zaman benim mezhebim o hadistir.” Yine şöyle der: “Nereden aldığımızı bilmeden hiç kimsenin bizim görüşümüzü alması helal değildir.”
* İmam Mâlik rahimehullah şöyle der: “Ben, bir beşerim, hata da edebilirim, isâbet de. Benim görüşümü inceleyin; Kitap ve Sünnet’e uygun olanların hepsini alın, Kitap ve Sünnet’e uymayanların hepsini de terk edin.”
* İmam Şafiî rahimehullah da şöyle der: “Hangi mesele olursa olsun onunla ilgili hadisçilerin elinde benim görüşüme aykırı sahih bir hadis ortaya çıktığı zaman hayatımda da, ölümümden sonra da ben, o görüşten dönmüşümdür.”
* İmam Ahmed rahimehullah ise şöyle der: “Beni taklit etme, Mâlik’i de taklit etme, Şafiî’yi de taklit etme, Evzai’yi de taklit etme. Sevrî’yi de taklit etme. Onlar, nereden almışlarsa sen de oradan al.”
Onların bu konudaki sözleri, gerçekten sayılamayacak kadar çoktur. Zira onlar, Allah Teâlâ’nın şu âyetinin anlamını çok iyi kavramış önder âlimlerdi: “Rabbinizden size indirilene uyun. O’nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” [Araf: 3]
----------------------------------------

Kaynak: el-Vecîz fî Akîdeti's-Selefi's-Sâlih

Selametle.
 
Son düzenleme:
Üst Ana Sayfa Alt