Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ehlisünnet Ile Maturdiyye Mezheplerinin Akide Farkliliklari Nelerdir?

B Çevrimdışı

Bellavi

Üye
İslam-TR Üyesi
EHLİSÜNNET İLE MATURDİYYE MEZHEPLERİNİN AKİDE FARKLILIKLARI NELERDİR?

Birincisi:

Maturudiye; bidatçi ve kelamcı bir fırkadır. Ebu Mansur El Maturidi’ye nispet edilir. Bu kimse İslam dininin hakikatlerini ve İslam akidesini akli ve kelami deliller kullanarak hasımları olan cehmiyye ve mutezile fırkalarına hüccet ve delil getirerek ikna etmeyi kendisine metot edinmiş bir kimsedir.

Maturidiye mezhebi birkaç merhaleden geçmiştir. Aynı Eşariyye mezbenin kurucusu Ebu- Hasen El-Eşarinin vefatından sonra anılmaya başlandığı gibi maturidi mezhebi de ancak kurucusu vefat ettikten sonra bu isimle anılmaya başlanmıştır.

Maturidiye mezhebinin geçirmiş olduğu merhaleleri dört merhaleyle özetlemek mümkündür:

1- Kurulma Merhalesi: Bu merhalenin öne çıkan özelliği mutezile ile çok şiddetli tartışmalar yaşamış olmalarıdır. Bu merhalenin sahibi: Ebu Mansur’dur. Muhammed oğlu Muhammed oğlu Mahmud, maturudi Es Semerkandidir.

Maturide beldesine nisbeten bu isimle isimlenmiştir. Anlamı maturidlidir. İmam Maturidide bu belde de dünyaya gelmiştir. Maturid Maveraünnehir de [1] Semerkandda bir mahallenin adıdır.

İmam maturudi; akılcılık ekolünün öncülerindendir. İmam Maturidi de Usulcülerin[2] ve kelamcıların[3] çoğunun tutmuş olduğu yolu tutmuş şer-i naslarla, eserlerle, rivayetlerle pek ilgilenmemiştir.

Ebu Masnur El maturidi, bazı konularda cehmiyye[4] akidesinden etkilenmiştir. Kitap ve sünnetle sabit olmuş “el, yüz, parmak vs” sıfatların te’vil etmiştir. İrca[5] akidesinin bidatlerine dalma ve mürcilerin sözlerini söylemiştir.

Aynı şekilde İbni Küllabdan da etkilenmiştir. İbni Küllab ise bu konuda ilk bidati söyleyerek Allahın kelamının nefsi olduğu söylemiştir.

2-Yapılandırma Aşaması:

Bu aşama İmam maturdinin talebelerinin ve ondan etkilenenlerin aşamasıdır. Bu aşamada maturidilik başlı başına kelami bir fırka olmuştur. Semerkanda ortaya çıkmıştır. Daha sonra şeyhleri ve imamlarını fikir ve görüşlerinin yaymaya çalışmışlardır. Fer-i konularda imam Eni Hanifeye tabii olarak imamlarını müdafaaa etmişler ve eserler kaleme almışlardır. Nitekim maturidilk bu beldeler de daha sonraları iyice yayılmıştır.

Bu merhalenin en meşhur isimlerini şöyle özetleyebiliriz: Ebul Kasım İshak bin Muhammed bin İsmail El hâkim Es Semerkandi ve Ebu Muhammed Abdülkerim bin Musa bin İsa el Bezdevi.

3-Maturidi Akidesinin Temellendirmesi Ve Eser Yazma Aşaması:

Bu aşamada birçok eserler kaleme alınmış ve maturidi akidesinin delillerinin ortaya konmasıyla bu aşamanın özelliklerindendir. Bu yüzden bu aşama diğer aşamalarından daha önemlidir. Bu aşamanın göze çarpan şahsiyetleri arasında ise; Ebu-l Muin Nesefi ve Necmeddin Ömer En Nesefiyi sayabiliriz.

4-Yayılma Ve Genişleme Aşaması:

Bu merhalede maturidiliğin en önemli aşamalarından biridir çünkü bu aşamada maturidilik ciddi şekilde yayılmış ve genişlemiştir. Bunun sebebi ise Osmanlı devletinin maturidilik görüşlerini benimsemesidir. Nitekim maturudilik Osmanlı devletinin sınırlarını genişlettiği ölçüde yayılmış ve genişlemiştir. Bu aşamada doğu da batıda, Arap diyarlarında acem diyarlarında, Türk, Fars, Rum ve Hind diyarlarında gözle görülür şekilde yayılmıştır.

Bu aşamada göze batan şahsiyetlerden muhakkik El-Kemal ibnü-l Hemmam’ı sayabiliriz. Bu aşamada Maturudilik iyice yayılmış Hindistan da, Çin, Bangladeş, Pakistan, Afganistan, Türkiye, Rumlar arasında ve Farisiler arasında da yaygınlaşmıştır. Ayrıca Mavera en-nehrde bulunan devletlerde yayılmış ve şimdiye kadar güçlü bir şekilde savunula gelmiştir.

İKİNCİSİ:

Ehlisünnet Ve Maturidilik Arasında İhtilaflara Gelince:

Maturidiler dinin usulleri konusunda, dinin öğrenilmesinde başvurulacak vasıtalar yönüyle bir kısım taksimata gitmişlerdir.

İlahiyat[6]: bu konularda akıl ilk olarak ispat görevi görür. Onlara göre akıl müstakil olarak ilahiyat konularında tespit edicidir. Nakil ise akla tabiidir. Nakil'den maksat Kur'an ve Sünnet yani (Hadis)'lerdir. İlahiyatın kapsamış olduğu konular ise; tevhid ve Allah tealanın sıfatlarıdır.

Şer’iyyat yahut Sem’iyyat[7]: sadece akıl ile bilinebilecek şeyler. Fakat bu konularda hükmün ispatı ya da iptali için akıl yeterli değildir. Örneğin: gaybi haberler, kabir azabı ve ahiret ile ilgili meseleler. Ancak bazı maturidiler de gaybi haberleri akıl ile bilinecek meselelerden saymışlardır.

Görüldüğü gibi ehlisünnet menhecine aykırıdır çünkü ehlisünnete göre dinin bütün meselelerinde kuran, sünnet ve sahabe icması, dinin öğrenilmesinde başvurulacak vasıtalardır. Bununla birlikte batıl bir fikir üzerine bina edilen İslam dininin esaslarını taksim etme bidatleri vardır ki: akıl ile bilinen ve kuran ve sünnet yoluyla bilinen diye iki kısma ayırırlar. Dini konular ve akidevi konular sadece akıl ile bilinen ve nakil yoluyla bilinmesi mümkün olmayan konulardır. Bu görüş sahipleri akıl ile bilinebilecek konuların kuran ve sünnet yoluyla destekleneceğini iddia ederler.

Maturudiler de; diğer mutezile ve eşariyye gibi peygamber gönderilmeden önce Allah’ın akıl ile bilinmesinin vacip olduğunu, bu meselenin kulun ilk bilmesi gereken mesele olduğunu, bu meselenin terk edilmemesi gerektiğini hatta kişinin bu meseleyi terk ettiği için cezalandırılacağını söylemişlerdir. Maturudiler böylelikle mutezileyle aynı görüşe sahip olmuşlardır.

Bu sözler açıkça görüldüğü gibi tamamen batıllığı içerir çünkü kuran ve sünnetin ispat etmiş olduğu sevap ve cezanın tamamen şeriat geldikten sonra elde edileceğini beyan eden delillere ters bir görüştür. Zira Rabbimiz şöyle buyurur: “…Biz peygamber göndermedikçe kimseye azabetmeyiz.” (İsra, 15)

Bununla birlikte herkes bilir ki, islam dininde kulun üzerine vacip olan ilk şey Allah tealanın bütün yaratmış olduğu fıtratlara yerleştirmiş olduğu Allah’ı bilmek değil; Allah’ı tevhid etmek, islam dinine girmektir.

Maturidilere göre tevhid analayışı: Allah tealanın zatında bir olduğunun ispatı, taksim edilemeyeceği, bir cüz’ünün olmadığıdır. Aynı şekilde sıfatlarında birdir ve Onun hiçbir benzeri yoktur. Hiçbir kimse yaratmış olduklarında ortaklık edemez. Bu nedenle maturidiler buı çeşit bir tevhid anlayışının ispat etmek için çok çaba göstermişlerdir. Yani maturidilere göre ilah; yaratmaya kadir olandır. Bunun ispatı ise akli kıyaslarla, mutezile ve cehmiyyenin icad etmiş olduğu felsefik ölçülerle oluştur.

Örneğin cevher[8] ve araz[9] gibi şeylerin icad edilmesi gibi.

Selef salihin, imamlar ve onlara en güzel şekilde tabii olanlar bu delilleri hep eleştirmişler, kuranın delalet etmiş ispat yollarının en sahih yollar olduğunu söylemişlerdir.

Maturudiler; aralarında bir takım farklı görüşler olmasıyla birlikte Allaha sadece sekiz sıfat ispat etmişlerdir. Bunlar: ilim, kudret, işitme, görme, konuşma, yaratmak, ilim, hayat demektir.

Bu sıfatların dışında kuran ve sünnetin delalet etmiş olduğu zati, fiili sıfatlar akıl dairesine girmemektedir. Bunun için de nefyetmiş ve bu konudaki delilleri de te’vil etmişlerdir.

Ehlisünnet ise; nasıl Allahın isimlerine inanır ise aynı şekilde Allahın sıfatlarının tevkifi[10] olduğuna inanırlar. Nasların delalet ettiğini ispat eder ve teşbih (benzetme) yapmazlar. Allahu tealayı da bütün noksanlıklardan tenzih eder ve hiçbir benzetmeye gitmezler. Allah telanın hiçbir isim ve sıfatını iptal etmezler ve sıfatların keyfiyetini Allaha tealaya havale ederler. İsim ve sıfatları Allaha layıkıyla anlamlandırırlar. Çünkü ayette şöyle buyrulur: “O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir.” (Şura, 11)

Maturudiler; Allahın kelamı hakikattir” sözlerinin anlamı Allahın kelamının nefsi olduğu, kulların işitmediği kelamdır. Kulların işitmiş olduğu ise Allahın kadim ve nefsi sıfatıdır ki bu onlara göre Allahın hakiki kelamı değildir. Bu nedenle şu günümüzde insanların ellerinde mushaflarda yazılı olan mahlûk demesine engel değildir. Böylelikle bu konuda ki görüşleri ehlisünnet ulemasından batıl oluşu tevatür yoluyla nakledilmiş ve bütün imamların icmasına muhalif olan hatta bu görüş sahiplerinin tekfir edildiği mutezilenin görüşüne uymuştur.

-Maturudiler iman konusunda ise şöyle demektedirler: iman; sadece kalp ile tasdiktir. Bazıları buna dil ile ikrar etmeyide eklemişlerdir. İmanın azalıp fazlalaşmasını kabul etmemişlerdir. İman da istisna etmeyi haram görmüşlerdir. İman ve islam aynı şeyler olduğunu fark olmadığını söyleyerek ehlisünnete muhalefet etmişler ve mürciye muvafakat etmişlerdir.

Ehlisünnete göre ise iman; kalbin tasdiki, dilin ikrarı ve azaların amel etmesidir. İman itaat ile fazlalaşır, isyan ile de azalır.

-Maturudiler ahiret günü Allahın görülmesini kabul etmişler fakat cihet ve karşılıksız olacağını söylemişlerdir. Bu ise kuşkusuz kendi içerisinde çelişkili bir görüştür. Çünkü bir şeyi kabul etmişler daha sonra da o görüşten dönmüşler ispat ettiklerini nefyetmişlerdir. [11]

ÜÇÜNCÜSÜ:

Maturudiyye tabi olan kimseler hakkında; bunlar cennetliktir yahut bunlar cehennemliktir denmez. Durumları aynı diğer umumi Müslümanlar gibidir. Ayette şöyle buyrulur: “Bu, sizin kuruntularınıza ve Kitap ehlinin kuruntularına göre değildir. Kim fenalık yaparsa cezasını görür, kendisine Allah'tan başka ne dost ve ne de yardımcı bulur. Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mümin olarak iyi işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.” (Nisa, 123-124)

Maturudilerin bidat hususunda fertlerine göre değişik halleri vardır. Maturudilerden; Allahın sıfatlarını te’vil edenler olduğu gibi, mazur görülen ictihad ehli de vardır. Hatasından dolay sorumlu olanlarda vardır. Bunlar Allah tealanın meşietine kalmıştır, Allah ister onları af eder ya da isterse onlara azap eder.

İbni Teymiyye: Eşariler hakkında şöyle demiştir: eşarilerin içerisinde çalışmaları çokça takdir edilenler, güzel sevaplar elde etmişler vardır. Ayrıca içlerinde bidat ehline ve ilhad ehline çokça reddiye vermişler vardır. Hakeza eşarileri iyi bilenler, onlar hakkında vicdan sahibi, doğru sözlü ve adaletli olanlar Eşariler içerisinde islam dinine çokça yardım edenlerin olduğunu bilir. Fakat kafaları karışarak fazilet ve akıl sahibi mutezilenenin ilkelerine bağlı oldukları için ihtiyaç duyduklarını mutezileden almış ve mutezilenin atmış olduğunu atmışlardır. Bu sebepten ötürüdür ki ilim ve din ehli maturidiyyeyi tenkit etmişlerdi. Bundan dolayı insanlar maturudiyeye karşı:

Maturudilerde var olan bir takım güzellikler ve faziletleri dolayı övmüşledir.

Maturudilerde var olan bir takım bidat ve batıllıklardan dolayı yermişlerdir.

Ancak meselelerin en hayırlı vasat yolu tutmaktır. Vasat yolu tutmak sadace maturudiler için geçerli olan bir şey değildir. Onlara benzer ilim ve din hususlarda birçok fırkalar içinde bu geçerlidir. Allah Teâlâ kullarının bütün iyiliklerini kabul edebilir ve kötülüklerini de silebilir.

“…Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşr, 10)

Şüphe yok ki her kim hakkı talep ederek hakka ulaşmaya çalışır ve hata ederse, Allah etala hatalarını affeder. Çünkü peygamberin duasının hakikatini içeriri ki rabbimiz şöyle buyurur: “Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma.” (Bakara, 286)

Her kimde zannının peşinden gitmiş ve hevasına tabii olmuş, ictihad ederek doğru zannedip hatalı olan ve bundan dolayı kendisine muhalefet edenleri kötüleyen kimse ise sünnete muhalfet etmiş ve bidat işlemiştir. Nitekim bu tür sebeplerden ötürü müteahhirin ulemadan bir takım karışıklık ve tereddüt sebebiyle küçük, büyük o ve onu sevip ona tabii olanlarda hatadan kurtulamamışlardır. Zira nübüvvet nurundan uzaklaştıkça, peygamberlik risaletindenden kaynaklanan hidayet ve isabet kaybolup, kalplerden silindikçe şüphe ve kaygılar oluşmuştur… (Tearudul akli ve En-nakl, 2/102-103)





[1] Maveraünnehir, Orta Asya'da, Ceyhun (Amu Derya) ve Seyhun (Siri Derya) nehirleri arasında kalan tarihi bölge.

Bugün bu bölge Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan arasında bölünmüştür.

[2] Usulcüler: belli bir takım ölçü ve hareket üzerine hareket edip, bu ölçülerin dışında çıkmayan, kuran ve sünnetin gerektirdiği gibi hakereket etmeyenler.

[3] Kelâm (Arapça: الكلام); İslam dininin inanç/akaid konularını irdeleyen ve tarihsel olarak bu çerçevede gelişen dini-felsefi kuram ve teorilerle ilgilenen ilim dalına İlm-î Kelâm denir. Bu anlamda kelâm imanla ilgili sorulara aklî deliller kullanarak izâh ve ispat getirme amacıyla geliştirilen teolojik felsefenin adıdır.

[4] Cebriyye mezhebinin önde gelen kollarından biri. Cehmiyye fırkası, ismini kurucusu Cehm b. Safvân (ö. 128/745)'dan almaktadır. Cehmi'den, mezhebler tarihi kaynaklarında çeşitli vesilelerle oldukça fazla söz edilmektedir. Cehm b. Safvan'ın hayat seyri ve şahsî görüşlerinin fırka üzerinde büyük etkisi vardır.

Cehm b. Safvan, Halku'l-Kur'an (Kur'an'ın yaratılması) meselesinde, Kur'an-ı Kerîm'in yaratılmış olduğunu ilk defa ortaya atan ve Allah'ın sıfatlarını nefyeden Ca'd b. Dirhem'in talebelerindendir. Ca'd b. Dirhem, Hz. İbrahim'in "Allah'ın dostu" olduğunu ve "Allah'ın Hz. Musa'ya hitabı"nı inkâr ettiği için Basra Valisi Hâlid b. Abdullah el-Kasrî tarafından 124/741 yılında bir nevî kurban edilerek öldürülmüştür. (İbnu'n-Nedîm, el-Fihrisî, Leibzig 1870, s. 337; ez-Zehebî, Tezkiretü'l-Huffâz, Haydarâbad I955, Il, 621).

Cehm, Horasan kumandanı el-Haris b. Süreyc'in idaresinde kâtiplik ve dahilî yardımcısı hizmetlerde bulunmuştur. Kendi görüşlerini yaymak maksadıyla zamanın sultanına bile karşı geldi ve nihayet Müslim b. Ahvez el-Mazenî onu Emevîlerin son zamanlarına tekabül eden 128/745 yılında Merv'de öldürdü. Cehm'in görüşleri daha çok Tirmiz ve Merv civarında yayılmıştı.

Şimdi de, Cehmiyye'nin görüşlerini tek tek inceleyelim. Cehmiyye, esas itibariyle Cebriyye mezhebinin görüşlerini paylaşmakla beraber, aynı zamanda ezelî sıfatların nefyi konusunda da Mutezile ile uyum sağlamaktadır. Bu benzerliklerin dışında Cehmiyye'nin bazı farklı görüşleri vardır ki, bunları şöylece sıralayabiliriz:

1-Yüce Allah'ı yaratıkların sıfatlarıyla vasıflandırmak caiz değildir. Zira bu durum, teşbihi, yani Allah'ı kula benzetmeyi beraberinde getirir. Bundan dolayı, Allah'ın Hayy (diri) ve Alîm sıfatlarını nefyettiler. Fakat, Allah'ın Kâdir (her şeye gücü yetmesi), Hâlik (yaratıcı), Mûcid (var eden), Muhyî (hayat veren), Mumît (öldüren) ve Fâil (yapan) sıfatlarını kabul ettiler. Çünkü yaratıklar bu kabul edilen sıfatlar ile vasıflandırılamazlar. Bu vasıflar sadece Allah'a mahsustur. (el-Bağdadi, el-Fark Beyne'l-Fırâk, Beyrut (t.y.), 211-212; Şehristânî, a.g.e., I, 86-87).

2-Yüce Allah'ın ilmi ve kelâmı hâdistir. Bu konuda şöyle söylerler: Allah'ın, herhangi bir şeyi yaratmadan önce bilmesi caiz değildir. Yani ilim ve yaratma onlarca eşittir. Çünkü şayet Allah önce bilip sonra yaratsaydı, bu durumda Allah'ın ilmi ya olduğu üzere bâki olmuş olurdu, ya da olmazdı. Eğer olduğu üzere bakî olmuş olursa, yani ilk olduğu, ilk hali üzere devam ederse ve herhangi bir ilâve olmamış olursa, Allah cahil olmuş olurdu. Çünkü ilim sahibinin ilmi daima gelişmeli ve artmalıdır. Eğer olduğu gibi bâki olmamış olup, ilk hali üzere devam etmez ise o zaman da Allah'ın ilmi değişmiş demektir. Değişen şey ise mahlûktur, kadîm değildir, hâdistir. Böylece Allah'ın ilmi hadis olmuş olur.

Bu izah Allah'ın ilmi için yapılmıştır. Kelâmı ise aynı şekilde bunlara göre hâdistir. Dolayısıyla Kur'an mahluktur" derler.

3- İnsan bir şey yapmaya kadir değildir. İnsanın bir şey yapabilme gücü yoktur. O fiillerinde mecburdur, kendisi hakkında yaratılan ve yazılan fiilleri yapmaya mecburdur. O'nun ne kudreti, ne iradesi ve ne de ihtiyârı yani hürriyeti vardır. Zira, Yüce Allah dışında kimsenin ne fiilî ne de ameli vardır. Ameller insanlara ancak mecâzen nisbet edilir. Nasıl ki, ağaç meyva verdi, su aktı, taş hareket etti, güneş doğdu ve battı, yağmur yağdı derken burada sözü edilen özneler o fiilî aktif olarak yapmamışlar, fakat bu fiiller onlara nisbet edilmiştir. İşte, bunun gibi insana da mecâzî olarak insan şu veya bu şeyi yaptı deriz. Burada esas fiilî yapan insan değildir, fakat ona nisbet edilmiştir. O fiilî ona Allah yaptırmıştır. Dolayısıyla insanın bir sorumluluğu yoktur. İnsanın bütün fiilleri bir zorlama sonucu olduğuna göre, sevap ve ikâp da bir cebr sonucudur. İnsan, tıpkı rüzgar önünde iradesiz kayıp giden bir yaprak gibidir.

4- Cennet ve Cehennem son bulacaktır. Cennet'e girenler, oradaki nimetlerden bir müddet istifâde ettikten, Cehennem'e girenler de belli bir müddet oradaki azabı tattıktan sonra Cennet ve Cehennem'in sonu gelecektir. Onlar da son bulacaklardır, daimî bir ebedîlik söz konusu değildir. Çünkü biz, evveli olmayan bir sonsuzluk düşünemediğimiz gibi, sonu olmayan bir sonsuzluk da düşünemeyiz. Kur'ân' da sık sık geçen Cennet ve Cehennem ehli için sözü edilen "... orada ebedî olarak kalacaklardır" (Birkaç örnek için bkz: Tâhâ, 20/76; Teğâbun, 64/9) ayetlerindeki "ebedîlik" sözünü hakiki bir ebediliğe değil de, te'kid ve mübalağaya hamlederler. Cennet ve Cehennem'in daimî olmayacağına da şu ayeti delil getirirler: ...Mesut olanlar ise Cennettedirler. Rabbi'nin dilemesi bir yana, sonsuz bir lütuf olarak, gökler ve yer durdukça, orada temelli kalacaklardır." (Hûd, 11/108) Onlara göre bu ayette "gökler ve yer durdukça" ifadesi bir şartı ve istisnayı ifade eder. (Şehristâni, a.g.e., I, 88).

5- Kim Allah'ı hakkıyla bilir ve tanır, daha sonra lisanıyla inkâr ederse, o bu inkârıyla küfre düşmüş olmaz. Çünkü, ilim ve marifet inkâr ile zâil olmaz. O kişi mümindir. Kısacası; iman yalnızca yüce Allah'ı bilmek; küfür ise yalnızca O'nu bilmemektir. İman; tasdik, ikrâr ve amel diye kısımlara ayrılmaz, o sadece hakkıyla ma'rifettir. Aynı zamanda, peygamberlerin ve diğer insanların arasında iman bakımından bir fark yoktur. Çünkü, marifet birbirinden farklı olmaz. (Şehristâni, aynı yer.)

6- Allah'ın âhirette görülmesi caiz değildir.

Ayrıca; bu farklı görüşlerin dışında, nakil olmadan, akılla iyi ve kötünün bilinebilmesi yani husn* ve kubuh* meselesinde de Mu'tezile' ile uyum göstermişlerdir.

[5] İrca akidesinin şöylece özetlemek mümkündür:

1-Kâfire ibadet ve taatı fayda vermediği gibi, mü'mine de işlediği günahlar zarar vermez.

2-Amel imandan bir cüz değildir. Bundan dolayı amelsizlik, imansızlığı gerektirmez.

3-İman ne artar, ne de eksilir, ziyadelik ve noksanlık kabul etmez. Kalbde bir tasdik şeklinde bulunur.

4-İman Allah'ı bilmek demektir ve kalpte bulunur.

[6] İlahiyat: Allah'ın varlığı ve nitelikleriyle ilgili konuları ele alan bir bilim kolu, tanrı bilimi, teoloji.

[7] Semiyyat: Ancak işitmekle öğrenilebilen, nakle dayalı din konularına sem'iyyât denir. Dinde akıl ve ilim yoluyla izahı ve ispatı yapılamayan konular bilhassa kelam ilminde bu isim altında toplanmıştır. Bunlar arasında kıyamet ve ahiret, kabir hayatı, cennet, cehennem, melekler yer almaktadır.

[8] Kendi başına bulunan, değişmeyen, daima bir yüklemin konusu olup kendisi yüklem olmayan öz varlık anlamında mantık, felsefe ve kelâm terimi. Cevher, cüz-i lâyetecezzanın (ve atomun) ismidir. Bu ise mekânda. Yer kaplar, ayrıca cismin bir parçasıdır. Allah böyle olmaktan münezzehtir. Çev.

[9] Cevher ve cismin gelip geçici niteliği anlamına gelen, cevher ve zâtın zıddı olarak kullanılan felsefe, mantık ve kelâm terimi. Araz sözlükte, “sonradan ve tesadüfen ortaya çıkan, ansızın baş gösteren, varlığı devamlı ve zorunlu olmayan durum; hastalık, felâket” gibi anlamlara gelir. Çev.

[10] Tevkifi:İslâmiyet’in bildirmesine bağlı olan ve değiştirilmesi câiz olmayan.

[11] Bu konu hakkında daha fazla bilgi edinmek için bkz: El-Mevsua El-Müyessera Fi-l Edyan ve’l mezahib El Muasıra, 1/95-106. “El Maturudiyye” mastır tezi, Ahmed bin Ivedullah El Lühebi El Harbi. “El Maturudiyye ve Mevkıfuhum Fi-l Esma ve Es Sıfat, Şemsul Afgani Es Selefi. “Menhec El Maturudiyye fi-l Akide, Doktor Muhammed bin Abdurrahman El Hamis. “El İstikame” İbni Teymiyye. Mecmu’ fetava ve Resail El Useymin 3/307-308.

(MERAK ETTİKLERİMİZ: İKİ KONU ARASINDAKİ FARK NEDİR? KİTABINDAN İKTİBAS EDİLMİŞTİR)
 
Ebu Selman et-Turkî Çevrimdışı

Ebu Selman et-Turkî

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Üst Ana Sayfa Alt