Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Emlak İşlerinde Alınan Komisyon Helal mi?

A Çevrimdışı

anti-şirk

Üye
İslam-TR Üyesi
Selamun Aleykum Değerli Kardeşlerim,

Emlak işiyle uğraşan bir arkadaşım, ev, arsa, daire vs. satışlarından aldığı komisyonun helalliği konusunda şüphelerinin olduğunu söyledi. Lüks bir semtte sattığı bir apartman veya arsadan yüksek miktarda (belirli yüzdelerle) kar elde ettiğini; ancak zorluk çekmeden bu kadar çok kazanmak (komisyon almak) helal midir acaba? diye söylüyor.

Ben de ona helal veya haramın kazanılan gelirin az veya çokluğuyla ilgili olmadığını, İslam fıkhına uygun olup olmamasıyla ilgili olduğunu söyledim.

Şimdi kardeşlerim emlak işi helal midir? Hangi hallerde haram hangi hallerde helaldir?

Delilleriyle belirtirseniz ben de söz konusu arkadaşa ileteceğim.

Allah razı olsun.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum selam we rahmetullah;

Kardeşim, emlakçının yaptığı mal sahibi adına evini, arsasını müşteri bulup, göstermesi, pazarlayıp ikna ederek satmasıdır ki bunun karşılığında, her iki tarafça (alan ve satan) en baştan bilinip anlaşılan miktarda ücretini alır.
İnsanın aklına aldığı ücretin adına 'komisyon' denmesinin de verdiği bir karamsarlıktan dolayı, helalliği konusunda akıla kuşkular gelebilse de aslen yapılan meşru bir hizmet neticesinde karşılığı alınmaktadır.



"Dinen helal olan bir malın veya hizmetin alım satımında aracı olan kişinin, yaptığı hizmetin karşılığında alıcı veya satıcıdan yahut her ikisinden tesbit edilen oranda ücret alması caizdir. Ücretin, önceden belirlenmemiş olması halinde ise, mevcud uygulama ve örfe göre hareket edilir. Bu itibarla emlakçının, yaptığı iş karşılığında, alacağı komisyon ücreti helaldir"


Kays b. Ebî Garaza'nın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) devrinde bize (tacirlere) "simsarlar" denilirdi. Rasûlullah (s.a.v.) bize uğrayıp ondan daha güzel bir isim verdi ve: "Ey tacirler topluluğu! Şubhesiz alış verişde boş laf ve yemin bulunur. Onun için Siz ona sadaka karıştırınız." buyurdu.
(Ebu Davud, Bûyû, Bab 1, Hadis no: 3326; Nesâî, Eymân, 22, 23, Bûyû, 4; Tirmizî, Bûyû, Bab 4, Hadis no: 1208; İbn Mâce, Ticârât 3; Ahmed b. Hanbel, IV, 6)

Simsar; satıcı ile alıcının arasına girip, satışı gerçekleştirmeye çalışan kişidir. Bugün simsar denilince, komisyoncu anlaşılır. Ancak, hadisin muhtevasından anladığımıza göre, Peygamber (a.s.) devrinde "simsar" diye tâcirlere deniliyordu. Peygamber onlardan simsar adını kaldırarak "tâcir" ismini verdi.
Hattâbî, Peygamber'in, "simsar" ismini kaldırıp da "tâcir" demesiniri hikmetini şöyle açıklar:.
"Simsar yabancı bir kelimedir. O zaman, alışveriş işini yapanların çoğu yabancı idi. Onun için Arablar, simsar kelimesini onlardan almışlardı. Peygamber (s.a.v.) bu ismi arabca bir isim olan ticaret kelimesi ile değiştirdi. Râvinin; Peygamber bize, Ondan daha güzel bir isim verdi, sözünün manası işte budur."

Tercemeye "boş söz" diye geçtiğimiz "lağv" kelimesi; hesaba katılmayan, faydası olmayan, insanın düşünmeden ve kasdetmeden söylediği boş sözdür. Aliyyû'l-Kârî; "lağv"ın, "Dünya ve âhirette hiçbir faydası olmayan söz" olduğunu söyler.
Hadiste mevzubahis edilen "yemin"den maksad da, ya luzumsuz yere haddinden fazla edilen yemin .ya da yalan yere edilen yemindir.
Peygamber (s.a.v.): "Alışverişe boş laf ve yemin karışır" buyururken, çoğunluğu kasdetmiştir. Yani, "Çokça alış-verişe yemin ve boş laf karışır" demiştir.

Rasûlullah (s.a.v.), boş laf ve yemin karıştırılan alış-verişteki kusuru telafi için sadaka verilmesini tavsiye etmiştir. Çünkü sadaka, Allah'ın gadâbını söndürür, günahların azalmasına vesile olur.

İslâm hukukçularının çoğunluğu bu hadisi delil göstererek simsarlığı câiz saymıştır. Tarih boyunca bazı kişilerin meselâ akar/emlâk, kumaş, sebze, kitab, köle, hayvan gibi belli malların simsarlığında uzmanlaştığı ve birçok âlimin “es-simsâr” lakabıyla anıldığı görülür.

Taraflarını simsar (ecîr) ve iş verenin (muste’cir, muvekkil) meydana getirdiği simsarlık akdi emeğin ücret karşılığında süreli olarak temlik ve tahsisini konu alan bir iş (hizmet) sözleşmesidir. Âkıl (mumeyyiz) olması şart koşulan simsar için emeği tahsis etme (iş görme), iş veren için de ücreti ödeme borcu söz konusu olduğundan simsarlık iki taraflı ve bağlayıcı bir akiddir. Ya süre ya da iş (amel) üzerine kurulan simsarlık akdinin konusu bakımından sıhhat şartlarından ilki, ecîr-i hâs ve ecîr-i muşterek ayırımına paralel olarak simsarın vereceği hizmetin süresinin veya niteliğinin önceden tarafların hukukunu koruyucu ve anlaşmazlığa düşmelerini önleyici biçimde bilinmesi ve belirlenmesidir. Ancak yapılacak iş örfen biliniyorsa ayrıca açıklanması şart değildir.
Erken dönem Hanefî hukukçularına göre simsarın ecîr-i hâs olarak kiralanması câizken ecîr-i muşterek olarak tutulması câiz değildir. Fakat ikinci şıkka sonraki Hanefî fakihlerince ihtiyaca binaen cevaz verilmiş, hatta simsar denilince ecîr-i muşterek anlaşılır olmuştur (meselâ : Mecelle, md. 422).
Şâfiîler simsarlık akdinin icâre niteliğinde kurulmasını mutlak olarak tecviz etmiştir. Remlî’ye göre fiyatları önemli farklılıklar gösteren ev, hayvan ve kölenin satışı gibi yorucu işlemler için simsar kiralanması sahihtir. Bu tür muamelelerde simsarın ne kadar hizmet ve zaman vereceğinin bilinmemesine rağmen hizmetin bilinmezliği ihtiyaca binaen önemsenmemiştir. Şâfiîler’e göre hem icâre hem cuâleye uygun bir tarzda sözleşme yapıldığında işin mahiyeti belirlenmişse akid icâre, aksi takdirde cuâle sayılır.
Mâlikîler süre yerine hizmetin vasfı belirlenerek kurulan sözleşmeyi cuâle olarak niteler. Eğer cu‘l takdir edilmemişse ecr-i misl gerekir; ancak mucâale için tarafların bildiği bir teamül varsa ona itibar edilir. Mâlikîler simsarla ücret ve süre tayini şartıyla icâre akdi yapılmasına cevaz vermişlerdir.

Akid konusuyla ilgili ikinci şart simsarlık hizmetinin şer‘an serbest ve fiilen mümkün olmasıdır. Bundan dolayı içki ve murdar hayvan gibi haram mallar için yapılan simsarlık geçersizdir. Şehirlinin bedevî adına satışı da meşrû görülmez; zira Rasûl-u Ekram şehirlinin bedevînin malını pazarlamasını yasaklamıştır. Ancak İbn Abbas’ın şehirlinin bedevîye simsarlığı şeklinde yorumladığı bu yasağın (Buhârî, “Bûyû”, 68-71, “İcâre”, 14; Muslim, “Bûyûʿ”, 19; Ebû Dâvûd, “İcâre”, 11; İbn Mâce, “Ticârât”, 15; Nesâî, “Bûyûʿ”, 18) satım akdinin özüne veya aslî unsurlarına değil mucâvir veya hâricî vasfına ilişkin olduğu ileri sürülerek söz konusu işlemler genelde dinen günah, fakat hukuken (kazâen) geçerli sayılmıştır. Sufyân es-Sevrî’nin mekruh gördüğü rivayet edilen simsarlık da bu türe mahsus olabilir (İbn Ebû Şeybe, IV, 454). Ayrıca sonucun elde edilmesinin sadece simsarın ameline değil, aynı zamanda meselâ bir malın belli bir şahsa satılması gibi üçüncü kişilerin uygun fiillerine ve elverişli dış unsurlara bağlı olduğu bir hizmetin ifasının da simsarlık akdine konu edilmesi câiz sayılmamıştır. Bu tür işlerde akdin süre üzerine kurulması önerilerek tarafların haklarının korunmasına ve beklenmedik zararların önlenmesine çalışılmıştır.

Simsarlık hizmetiyle beraber akdin konusunu teşkil eden ücretin sonradan tarafları anlaşmazlığa ve mağduriyete düşürmeyecek ölçüde belirli, bilinir ve hukukî değere sahib (mutekavvim) bir mal olması şart koşulmuştur. Dolayısıyla ücretin tamamen veya kısmen bilinmezliği sonucunu doğurarak simsara zarar veren ücret tayini usulleri onaylanmamıştır. Ücretin kazançtan bir pay şeklinde tesbit edildiği simsarlık akdinin câizliği konusunda görüş ayrılıkları vardır. İbn Abbas, mal sahibinin kendi belirlediği bir bedelle satış fiyatı arasındaki farkı komisyon olarak simsara bırakmak üzere anlaşma yapmasını tecviz etmiştir (Buhârî, “İcâre”, 14).
Mâlikîler’in meşhur görüşüne ve diğer üç mezhebe göre simsarlık ücretinin belirli olması şarttır.
Serahsî’ye göre simsarla muayyen bir ücret karşılığında iş veya süre belirlenerek anlaşılması câizken bunun dışındaki bütün belirsizlikler fâsiddir.

***

Komisyon ücretini ancak işi yerine getiren kişi almaya hak eder. Bu uygulama cuale konusunda da böyledir.

“Her kim iş sahibinin yaptırma isteğinden sonra ve bilgisi dahilinde bir işi yaparsa belirlenen ücreti almaya hak kazanır. Bu işi bir kişiden fazla kişi yaparsa hepsi belirlenen ücrette ortak olurlar. (El Ravdu'l Muraba, Sf: 446)



İlgili Konu :

Kendi Sitemizden Helal Olan Ürünlerin Reklamını Yapıp Ürün Sahibinden Komisyon Almamız Caiz mi?

 
مكنون Çevrimdışı

مكنون

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Âleykum selam we rahmetullah;

Kardeşim, emlakcının yaptığı mal sahibi adına evini, arsasını müşteri bulup, göstermesi, pazarlayıp ikna ederek satmasıdır ki bunun karşılığında, her iki tarafça (alan ve satan) en baştan bilinip anlaşılan miktarda ücretini alır.
İnsanın aklına aldığı ücretin adına 'komisyon' denmesinin de verdiği bir karamsarlıktan dolayı, helalliği konusunda akıla kuşkular gelebilse de aslen yapılan meşru bir hizmet neticesinde karşılığı alınmaktadır.



İlgili Konu :

Kendi Sitemizden Helal Olan Ürünlerin Reklamını Yapıp Ürün Sahibinden Komisyon Almamız Caiz mi?

Abi caizdir diyorsun ama kime ve neye göre caiz? Yapılan bu satışın caiz olduğuna dair Kur'an'ı Kerim ve hadis-i şeriflerden delil getirir misin?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Abi caizdir diyorsun ama kime ve neye göre caiz? Yapılan bu satışın caiz olduğuna dair Kur'an'ı Kerim ve hadis-i şeriflerden delil getirir misin?
"Dinen helal olan bir malın veya hizmetin alım satımında aracı olan kişinin, yaptığı hizmetin karşılığında alıcı veya satıcıdan yahut her ikisinden tesbit edilen oranda ücret alması caizdir. Ücretin, önceden belirlenmemiş olması halinde ise, mevcud uygulama ve örfe göre hareket edilir. Bu itibarla emlakçının, yaptığı iş karşılığında, alacağı komisyon ücreti helaldir"


Kays b. Ebî Garaza'nın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) devrinde bize (tacirlere) "simsarlar" denilirdi. Rasûlullah (s.a.v.) bize uğrayıp ondan daha güzel bir isim verdi ve: "Ey tacirler topluluğu! Şubhesiz alış verişde boş laf ve yemin bulunur. Onun için Siz ona sadaka karıştırınız." buyurdu.
(Ebu Davud, Bûyû, Bab 1, Hadis no: 3326; Nesâî, Eymân, 22, 23, Bûyû, 4; Tirmizî, Bûyû, Bab 4, Hadis no: 1208; İbn Mâce, Ticârât 3; Ahmed b. Hanbel, IV, 6)

Simsar; satıcı ile alıcının arasına girip, satışı gerçekleştirmeye çalışan kişidir. Bugün simsar denilince, komisyoncu anlaşılır. Ancak, hadisin muhtevasından anladığımıza göre, Peygamber (a.s.) devrinde "simsar" diye tâcirlere deniliyordu. Peygamber onlardan simsar adını kaldırarak "tâcir" ismini verdi.
Hattâbî, Peygamber'in, "simsar" ismini kaldırıp da "tâcir" demesiniri hikmetini şöyle açıklar:.
"Simsar yabancı bir kelimedir. O zaman, alışveriş işini yapanların çoğu yabancı idi. Onun için Arablar, simsar kelimesini onlardan almışlardı. Peygamber (s.a.v.) bu ismi arabca bir isim olan ticaret kelimesi ile değiştirdi. Râvinin; Peygamber bize, Ondan daha güzel bir isim verdi, sözünün manası işte budur."

Tercemeye "boş söz" diye geçtiğimiz "lağv" kelimesi; hesaba katılmayan, faydası olmayan, insanın düşünmeden ve kasdetmeden söylediği boş sözdür. Aliyyû'l-Kârî; "lağv"ın, "Dünya ve âhirette hiçbir faydası olmayan söz" olduğunu söyler.
Hadiste mevzubahis edilen "yemin"den maksad da, ya luzumsuz yere haddinden fazla edilen yemin .ya da yalan yere edilen yemindir.
Peygamber (s.a.v.): "Alışverişe boş laf ve yemin karışır" buyururken, çoğunluğu kasdetmiştir. Yani, "Çokça alış-verişe yemin ve boş laf karışır" demiştir.

Rasûlullah (s.a.v.), boş laf ve yemin karıştırılan alış-verişteki kusuru telafi için sadaka verilmesini tavsiye etmiştir. Çünkü sadaka, Allah'ın gadâbını söndürür, günahların azalmasına vesile olur.

İslâm hukukçularının çoğunluğu bu hadisi delil göstererek simsarlığı câiz saymıştır. Tarih boyunca bazı kişilerin meselâ akar/emlâk, kumaş, sebze, kitab, köle, hayvan gibi belli malların simsarlığında uzmanlaştığı ve birçok âlimin “es-simsâr” lakabıyla anıldığı görülür.

Taraflarını simsar (ecîr) ve iş verenin (muste’cir, muvekkil) meydana getirdiği simsarlık akdi emeğin ücret karşılığında süreli olarak temlik ve tahsisini konu alan bir iş (hizmet) sözleşmesidir. Âkıl (mumeyyiz) olması şart koşulan simsar için emeği tahsis etme (iş görme), iş veren için de ücreti ödeme borcu söz konusu olduğundan simsarlık iki taraflı ve bağlayıcı bir akiddir. Ya süre ya da iş (amel) üzerine kurulan simsarlık akdinin konusu bakımından sıhhat şartlarından ilki, ecîr-i hâs ve ecîr-i muşterek ayırımına paralel olarak simsarın vereceği hizmetin süresinin veya niteliğinin önceden tarafların hukukunu koruyucu ve anlaşmazlığa düşmelerini önleyici biçimde bilinmesi ve belirlenmesidir. Ancak yapılacak iş örfen biliniyorsa ayrıca açıklanması şart değildir.
Erken dönem Hanefî hukukçularına göre simsarın ecîr-i hâs olarak kiralanması câizken ecîr-i muşterek olarak tutulması câiz değildir. Fakat ikinci şıkka sonraki Hanefî fakihlerince ihtiyaca binaen cevaz verilmiş, hatta simsar denilince ecîr-i muşterek anlaşılır olmuştur (meselâ : Mecelle, md. 422).
Şâfiîler simsarlık akdinin icâre niteliğinde kurulmasını mutlak olarak tecviz etmiştir. Remlî’ye göre fiyatları önemli farklılıklar gösteren ev, hayvan ve kölenin satışı gibi yorucu işlemler için simsar kiralanması sahihtir. Bu tür muamelelerde simsarın ne kadar hizmet ve zaman vereceğinin bilinmemesine rağmen hizmetin bilinmezliği ihtiyaca binaen önemsenmemiştir. Şâfiîler’e göre hem icâre hem cuâleye uygun bir tarzda sözleşme yapıldığında işin mahiyeti belirlenmişse akid icâre, aksi takdirde cuâle sayılır.
Mâlikîler süre yerine hizmetin vasfı belirlenerek kurulan sözleşmeyi cuâle olarak niteler. Eğer cu‘l takdir edilmemişse ecr-i misl gerekir; ancak mucâale için tarafların bildiği bir teamül varsa ona itibar edilir. Mâlikîler simsarla ücret ve süre tayini şartıyla icâre akdi yapılmasına cevaz vermişlerdir.

Akid konusuyla ilgili ikinci şart simsarlık hizmetinin şer‘an serbest ve fiilen mümkün olmasıdır. Bundan dolayı içki ve murdar hayvan gibi haram mallar için yapılan simsarlık geçersizdir. Şehirlinin bedevî adına satışı da meşrû görülmez; zira Rasûl-u Ekram şehirlinin bedevînin malını pazarlamasını yasaklamıştır. Ancak İbn Abbas’ın şehirlinin bedevîye simsarlığı şeklinde yorumladığı bu yasağın (Buhârî, “Bûyû”, 68-71, “İcâre”, 14; Muslim, “Bûyûʿ”, 19; Ebû Dâvûd, “İcâre”, 11; İbn Mâce, “Ticârât”, 15; Nesâî, “Bûyûʿ”, 18) satım akdinin özüne veya aslî unsurlarına değil mucâvir veya hâricî vasfına ilişkin olduğu ileri sürülerek söz konusu işlemler genelde dinen günah, fakat hukuken (kazâen) geçerli sayılmıştır. Sufyân es-Sevrî’nin mekruh gördüğü rivayet edilen simsarlık da bu türe mahsus olabilir (İbn Ebû Şeybe, IV, 454). Ayrıca sonucun elde edilmesinin sadece simsarın ameline değil, aynı zamanda meselâ bir malın belli bir şahsa satılması gibi üçüncü kişilerin uygun fiillerine ve elverişli dış unsurlara bağlı olduğu bir hizmetin ifasının da simsarlık akdine konu edilmesi câiz sayılmamıştır. Bu tür işlerde akdin süre üzerine kurulması önerilerek tarafların haklarının korunmasına ve beklenmedik zararların önlenmesine çalışılmıştır.

Simsarlık hizmetiyle beraber akdin konusunu teşkil eden ücretin sonradan tarafları anlaşmazlığa ve mağduriyete düşürmeyecek ölçüde belirli, bilinir ve hukukî değere sahib (mutekavvim) bir mal olması şart koşulmuştur. Dolayısıyla ücretin tamamen veya kısmen bilinmezliği sonucunu doğurarak simsara zarar veren ücret tayini usulleri onaylanmamıştır. Ücretin kazançtan bir pay şeklinde tesbit edildiği simsarlık akdinin câizliği konusunda görüş ayrılıkları vardır. İbn Abbas, mal sahibinin kendi belirlediği bir bedelle satış fiyatı arasındaki farkı komisyon olarak simsara bırakmak üzere anlaşma yapmasını tecviz etmiştir (Buhârî, “İcâre”, 14).
Mâlikîler’in meşhur görüşüne ve diğer üç mezhebe göre simsarlık ücretinin belirli olması şarttır.
Serahsî’ye göre simsarla muayyen bir ücret karşılığında iş veya süre belirlenerek anlaşılması câizken bunun dışındaki bütün belirsizlikler fâsiddir.

***

Komisyon ücretini ancak işi yerine getiren kişi almaya hak eder. Bu uygulama cuale konusunda da böyledir.
“Her kim iş sahibinin yaptırma isteğinden sonra ve bilgisi dahilinde bir işi yaparsa belirlenen ücreti almaya hak kazanır. Bu işi bir kişiden fazla kişi yaparsa hepsi belirlenen ücrette ortak olurlar. (El Ravdu'l Muraba, Sf: 446)
 
مكنون Çevrimdışı

مكنون

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
"Dinen helal olan bir malın veya hizmetin alım satımında aracı olan kişinin, yaptığı hizmetin karşılığında alıcı veya satıcıdan yahut her ikisinden tesbit edilen oranda ücret alması caizdir. Ücretin, önceden belirlenmemiş olması halinde ise, mevcud uygulama ve örfe göre hareket edilir. Bu itibarla emlakçının, yaptığı iş karşılığında, alacağı komisyon ücreti helaldir"


Kays b. Ebî Garaza'nın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) devrinde bize (tacirlere) "simsarlar" denilirdi. Rasûlullah (s.a.v.) bize uğrayıp ondan daha güzel bir isim verdi ve: "Ey tacirler topluluğu! Şubhesiz alış verişde boş laf ve yemin bulunur. Onun için Siz ona sadaka karıştırınız." buyurdu.
(Ebu Davud, Bûyû, Bab 1, Hadis no: 3326; Nesâî, Eymân, 22, 23, Bûyû, 4; Tirmizî, Bûyû, Bab 4, Hadis no: 1208; İbn Mâce, Ticârât 3; Ahmed b. Hanbel, IV, 6)

Simsar; satıcı ile alıcının arasına girip, satışı gerçekleştirmeye çalışan kişidir. Bugün simsar denilince, komisyoncu anlaşılır. Ancak, hadisin muhtevasından anladığımıza göre, Peygamber (a.s.) devrinde "simsar" diye tâcirlere deniliyordu. Peygamber onlardan simsar adını kaldırarak "tâcir" ismini verdi.
Hattâbî, Peygamber'in, "simsar" ismini kaldırıp da "tâcir" demesiniri hikmetini şöyle açıklar:.
"Simsar yabancı bir kelimedir. O zaman, alışveriş işini yapanların çoğu yabancı idi. Onun için Arablar, simsar kelimesini onlardan almışlardı. Peygamber (s.a.v.) bu ismi arabca bir isim olan ticaret kelimesi ile değiştirdi. Râvinin; Peygamber bize, Ondan daha güzel bir isim verdi, sözünün manası işte budur."

Tercemeye "boş söz" diye geçtiğimiz "lağv" kelimesi; hesaba katılmayan, faydası olmayan, insanın düşünmeden ve kasdetmeden söylediği boş sözdür. Aliyyû'l-Kârî; "lağv"ın, "Dünya ve âhirette hiçbir faydası olmayan söz" olduğunu söyler.
Hadiste mevzubahis edilen "yemin"den maksad da, ya luzumsuz yere haddinden fazla edilen yemin .ya da yalan yere edilen yemindir.
Peygamber (s.a.v.): "Alışverişe boş laf ve yemin karışır" buyururken, çoğunluğu kasdetmiştir. Yani, "Çokça alış-verişe yemin ve boş laf karışır" demiştir.

Rasûlullah (s.a.v.), boş laf ve yemin karıştırılan alış-verişteki kusuru telafi için sadaka verilmesini tavsiye etmiştir. Çünkü sadaka, Allah'ın gadâbını söndürür, günahların azalmasına vesile olur.

İslâm hukukçularının çoğunluğu bu hadisi delil göstererek simsarlığı câiz saymıştır. Tarih boyunca bazı kişilerin meselâ akar/emlâk, kumaş, sebze, kitab, köle, hayvan gibi belli malların simsarlığında uzmanlaştığı ve birçok âlimin “es-simsâr” lakabıyla anıldığı görülür.

Taraflarını simsar (ecîr) ve iş verenin (muste’cir, muvekkil) meydana getirdiği simsarlık akdi emeğin ücret karşılığında süreli olarak temlik ve tahsisini konu alan bir iş (hizmet) sözleşmesidir. Âkıl (mumeyyiz) olması şart koşulan simsar için emeği tahsis etme (iş görme), iş veren için de ücreti ödeme borcu söz konusu olduğundan simsarlık iki taraflı ve bağlayıcı bir akiddir. Ya süre ya da iş (amel) üzerine kurulan simsarlık akdinin konusu bakımından sıhhat şartlarından ilki, ecîr-i hâs ve ecîr-i muşterek ayırımına paralel olarak simsarın vereceği hizmetin süresinin veya niteliğinin önceden tarafların hukukunu koruyucu ve anlaşmazlığa düşmelerini önleyici biçimde bilinmesi ve belirlenmesidir. Ancak yapılacak iş örfen biliniyorsa ayrıca açıklanması şart değildir.
Erken dönem Hanefî hukukçularına göre simsarın ecîr-i hâs olarak kiralanması câizken ecîr-i muşterek olarak tutulması câiz değildir. Fakat ikinci şıkka sonraki Hanefî fakihlerince ihtiyaca binaen cevaz verilmiş, hatta simsar denilince ecîr-i muşterek anlaşılır olmuştur (meselâ : Mecelle, md. 422).
Şâfiîler simsarlık akdinin icâre niteliğinde kurulmasını mutlak olarak tecviz etmiştir. Remlî’ye göre fiyatları önemli farklılıklar gösteren ev, hayvan ve kölenin satışı gibi yorucu işlemler için simsar kiralanması sahihtir. Bu tür muamelelerde simsarın ne kadar hizmet ve zaman vereceğinin bilinmemesine rağmen hizmetin bilinmezliği ihtiyaca binaen önemsenmemiştir. Şâfiîler’e göre hem icâre hem cuâleye uygun bir tarzda sözleşme yapıldığında işin mahiyeti belirlenmişse akid icâre, aksi takdirde cuâle sayılır.
Mâlikîler süre yerine hizmetin vasfı belirlenerek kurulan sözleşmeyi cuâle olarak niteler. Eğer cu‘l takdir edilmemişse ecr-i misl gerekir; ancak mucâale için tarafların bildiği bir teamül varsa ona itibar edilir. Mâlikîler simsarla ücret ve süre tayini şartıyla icâre akdi yapılmasına cevaz vermişlerdir.

Akid konusuyla ilgili ikinci şart simsarlık hizmetinin şer‘an serbest ve fiilen mümkün olmasıdır. Bundan dolayı içki ve murdar hayvan gibi haram mallar için yapılan simsarlık geçersizdir. Şehirlinin bedevî adına satışı da meşrû görülmez; zira Rasûl-u Ekram şehirlinin bedevînin malını pazarlamasını yasaklamıştır. Ancak İbn Abbas’ın şehirlinin bedevîye simsarlığı şeklinde yorumladığı bu yasağın (Buhârî, “Bûyû”, 68-71, “İcâre”, 14; Muslim, “Bûyûʿ”, 19; Ebû Dâvûd, “İcâre”, 11; İbn Mâce, “Ticârât”, 15; Nesâî, “Bûyûʿ”, 18) satım akdinin özüne veya aslî unsurlarına değil mucâvir veya hâricî vasfına ilişkin olduğu ileri sürülerek söz konusu işlemler genelde dinen günah, fakat hukuken (kazâen) geçerli sayılmıştır. Sufyân es-Sevrî’nin mekruh gördüğü rivayet edilen simsarlık da bu türe mahsus olabilir (İbn Ebû Şeybe, IV, 454). Ayrıca sonucun elde edilmesinin sadece simsarın ameline değil, aynı zamanda meselâ bir malın belli bir şahsa satılması gibi üçüncü kişilerin uygun fiillerine ve elverişli dış unsurlara bağlı olduğu bir hizmetin ifasının da simsarlık akdine konu edilmesi câiz sayılmamıştır. Bu tür işlerde akdin süre üzerine kurulması önerilerek tarafların haklarının korunmasına ve beklenmedik zararların önlenmesine çalışılmıştır.

Simsarlık hizmetiyle beraber akdin konusunu teşkil eden ücretin sonradan tarafları anlaşmazlığa ve mağduriyete düşürmeyecek ölçüde belirli, bilinir ve hukukî değere sahib (mutekavvim) bir mal olması şart koşulmuştur. Dolayısıyla ücretin tamamen veya kısmen bilinmezliği sonucunu doğurarak simsara zarar veren ücret tayini usulleri onaylanmamıştır. Ücretin kazançtan bir pay şeklinde tesbit edildiği simsarlık akdinin câizliği konusunda görüş ayrılıkları vardır. İbn Abbas, mal sahibinin kendi belirlediği bir bedelle satış fiyatı arasındaki farkı komisyon olarak simsara bırakmak üzere anlaşma yapmasını tecviz etmiştir (Buhârî, “İcâre”, 14).
Mâlikîler’in meşhur görüşüne ve diğer üç mezhebe göre simsarlık ücretinin belirli olması şarttır.
Serahsî’ye göre simsarla muayyen bir ücret karşılığında iş veya süre belirlenerek anlaşılması câizken bunun dışındaki bütün belirsizlikler fâsiddir.

***

Komisyon ücretini ancak işi yerine getiren kişi almaya hak eder. Bu uygulama cuale konusunda da böyledir.

“Her kim iş sahibinin yaptırma isteğinden sonra ve bilgisi dahilinde bir işi yaparsa belirlenen ücreti almaya hak kazanır. Bu işi bir kişiden fazla kişi yaparsa hepsi belirlenen ücrette ortak olurlar. (El Ravdu'l Muraba, Sf: 446)
Allah , razı olsun .
 
Üst Ana Sayfa Alt