Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Engelli - Özürlü Sahabeler ?

H Çevrimdışı

Hattab571

Üye
İslam-TR Üyesi
SElamun Aleykum kardeşlerim... bir kaç soru sormak istiyorum...
Yakında Zihin engelliler öğretmeni olacağım.. Derslerde bunlar hakkında Sosyal çevrede yapılabilecekler çalışmalar hazırlamıştım. En Son Engelli vatandaşlar evlenebilirmi diye ders kapsamında bir çalışma yaptım. Kafama hemen gelen mesele peki bunların İslami Açıdan Durumu nedir. Siyerde Engelli ( zihinsel bedensel vs..) yahut halk arasında zihin engelli olduğu halde deli tabiri alan insanların durumu ne idi?.. Bunların saldırganlığı nasıl engelleniyordu.. bunlara nasıl bir bakım üstleniyorlardı... ergenlikten itibaren şehvetin farkına varıyorlar.. bunların şehvetleri nasıl engelleniyorlardı.. Bunlar hakkında bilgi verebilirmisiniz..
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Aleykum selam we rahmetullah;

Engelli / Özürlü Sahabeler

Ortopedik Engelliler :

Abdurrahman bin Avf (r.anhum) :

Amr bin Cemuh (r.anhum) :
Amr b. el-Cemûh b. Zeyd el-Ensârî es-Selemî (ö. 3-625) Selemeoğulları'nın reisi, sahâbî.

Medine'nin iki büyük kabilesinden Hazrec'in Seleme (Selime) boyunun reisi idi. Câhiliye döneminde putlara aşın bir bağlılığı vardı. Bu sebeple ensar arasında oldukça geç müslüman olanlardandır. Bazı kaynaklarda ikinci Akabe Biatı'na katıldığı belirtilirse de bu husus doğru değildir. Ancak Akabe biatlanndan sonra bizzat kendi oğlu ve bazı akrabalarının, onun çok sevdiği Menâf adlı putu birkaç defa bir çukura atarak putlann hiçbir güce sahip olmadığını ispatlamalarından sonra müslüman oldu. Hicretin ilk yılı dolmadan Medine'de yapılan ensar ile muhacirlerin kardeş ilân edilmesi (muâhât) merasiminde Hz. Peygamber'in yakın akrabası Ubeyde b. Haris ile kardeş oldu. Bedir Gazvesi'ne katıldığı söyleniyorsa da çok istemesine rağmen, fazla topallaması sebebiyle rahatça savaşamayacağını söyleyen oğulları Peygamber'in de mudahalesiyle Bedir Savaşı'na katılmasına engel olmuşlardı. Ancak Uhud Gazvesi sırasında oğulları yine engel olmaya kalkınca, “Siz beni Bedir Seferi'nde cenneti kazanmaktan alıkoymuştunuz” diyerek onları Peygamber'e şikâyet etti.
Sakat olduğu için savaşa katılması gerekmediği halde onu çok istekli gören Peygamber Uhud'a iştirak etmesine izin verdi. Amr b. Cemûh cesaretle çarpıştı. Savaşın sonlarına doğru müslüman saflarında dağılma başladığı zaman bile o sebat edip düşmanla mücadeleye devam etti ve sonunda hep arkasında savaşarak onu korumaya çalışan oğluyla birlikte şehid oldu. Yeteri kadar kefen bulunamadığı için çok sevdiği arkadaşı ve kayınbiraderi Abdullah b. Amr b. Haram ile aynı kefene sarıldı ve aynı kabre kondu. Peygamber bir hadisinde onun cennette sapasağlam ayaklarla yürüdüğünü haber vermiştir.
(Musned, V, 299)

Amr bin Tufeyl (r.anhum) :
Amr b. et-Tufeyl b. Amr ed-Devsî (ö. 15-636) Sahâbî.

Amr b. Zinnûr diye de bilinmekte ve daha çok babası Tufeyl b. Amr vesilesiyle tanınmaktadır. Babasının telkini ile müslüman olan Amr, Hayber'in fethi sırasında onunla birlikte Hz. Peygamber'e giderek görüştü. Peygamber onu kendi kavmi olan Devs kabilesinden yardım getirmek üzere görevlendirdi. Çarpışmaların iyice kızıştığı bir sırada savaş alanını terkedeceğine üzülen Amr'ı Peygamber. “Allah'ın rasulunun elçisi olmayı istemez misin?” diye teselli etti ve görevinin önemini belirtti.
Babasıyla birlikte çeşitli harplere iştirak etti. Babasının şehid düştüğü Yemâme savaşlarında bir elini kaybetti. Ömrü cephelerde geçen Amr, Yermuk Savaşı'nda şehid oldu.
(İbn Hişâm, es-Sîre, II, 385; İbn Sa'd, et-Tabakât, IV, 237-240; İbn Hacer, el-İşâbe, II, 544 ; İbnu'l-Esîr, Usdul-ğâbe, IV, 243)

Bera bin Mâlik (r.anhum) :
el-Berâ' b. Mâlik b. Nadr el-Hazrecî (ö. 20/641) Cesaret ve kahramanlığı ile meşhur sahâbî.

Hazrec kabilesinin Neccâr oğulları sülâlesine mensub olup meşhur sahâbî Enes b. Mâlik'in kardeşidir. Bazı kaynaklarda baba bir kardeş oldukları belirtilmektedir. Hudeybiye'de Rasûlullah'a biat edenler arasında o da vardı. Bedir Gazvesi dışındaki bütün gazvelerde Peygamber'in yanında yer aldı. Museylimetu'l kezzâb üzerine Ebû Bekir'in gönderdiği orduya katıldı. Museylime askerleriyle beraber, her yönden tahkim edilmiş ve içerisinde cereyan eden çetin savaş sebebiyle sonraları "hadîkatu'1-mevt" (ölüm bahçesi) denilen bir mevkide mevzilenmişti. Buraya hiçbir yerden girme imkânı bulunmadığından Berâ mızraklar ucunda havaya kaldırılan bir kalkan içinde içeriye fırlatılmasını ısrarla istedi. Bu şekilde oraya girdikten sonra etrafını kuşatan düşman askerleriyle çarpışa çarpışa giriş kapısına kadar ulaştı ve müslümanlann içeri girmesini sağladı. Ancak seksenden fazla yara aldı. Tedavisiyle bizzat Hâlid b. Velîd'in bir ay kadar meşgul olması sonucu iyileşebildi.
Berâ, Ömer devrinde İran'ın Fars bölgesindeki fetihlere katıldı. Olağanüstü cesaretinin müslümanların hayatını tehlikeye sokabileceğini düşünen Ömer hiçbir savaşta Berâ'ı kumandan tayin etmemiş, hatta sırf bu sebeble kumandanlarına gönderdiği bir mektupta ona bu tür bir görev verilmemesini hatırlatmıştı.
Peygamber bir hadisinde Berâ'nın manevî değerine işaret ederek şöyle buyurmuştur:

"Saçı başı dağınık olduğu, eski elbiseler giydiği için kendisine önem verilmeyen öyle kimseler vardır ki şöyle olsun diye dua etseler Allah isteklerini geri çevirmez. Berâ b. Mâlik de bunlardandır"
(Tirmizî, "Menâkib", 55)
Nitekim savaşlarda zor durumda kalan müslümanlar ona başvurarak Allah Teâlâ'dan zafer niyaz etmesini isterlerdi. Tüster muhasarasında da müslümanların aynı isteğiyle karşılaşınca onlara zafer, kendine şehidlik niyazında bulundu; neticede kale düştü, Berâ da şehid oldu. Muhtelif savaşlarda düşmanla yaptığı teke tek vuruşmalarda yüz meşhur muharibi öldürmesiyle de ünlüdür. Sesi çok güzel olduğu için Peygamberin seferlerinde zaman zaman, süratli gitmeleri için nağmelerle develeri coştururdu.
(İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 388; İbn Abdulber. el-İstfâb, I, 137-139; Taberf. Târih[185], III, 290, 294; IV, 84-86; İbnu'l-Cevzî, Şıfatü'ş-şafue, 1, 624-626; îbnu'l-Esîr, Usdu'l-ğâbe, I, 206-207; Zehebî, A'lâ-mu'n-nubelâ', I, 195-198; İbn Hacer, el-lşâbe, I, 143-144; Cevâd Ali, el-Mufaşşal, V, 119; Abdulkayyûm, "Berâ' b. Mâlik", ÜDMİ, İV/1, s, 254-255)


Habbab bin Eret (r.anhum) :
Ebû Abdillâh Habbâb b. el-Eret b. Cendele et-Temîmî (o. 37/657-58) İslâmiyet'i ilk kabul eden sahâbîlerden biri.

Kunyesi Ebû Yahya ve Ebû Muhammed olarak da kaydedilir. Aslen Temîm kabilesinden olmakla beraber Câhiliye döneminde büyük bir ihtimalle Irak taraflarında esir alınıp Mekke'de satıldığı ve sonunda Ummu Enmâr bint Sibâ' el-Huzâiyye adlı bir kadının kölesi olduğu için Huzâî nisbesiyle de anılır. Müslüman olduklarını ilk defa açıklayan Ebû Bekir, Bilâl-i Habeşî. Suheyb-i Rûmî ve Ammâr b. Yâsir'in yanında o da bulunuyordu. Habbâb bazı kaynaklarda altıncı, bazılarında yirminci müslüman olarak zikredilir. Utbe b. Gazvân'ın kölesi olan bir diğer Habbâb ile de karıştırılan ve demircilik yapan Habbâb b. Eret, okuma yazma bildiği için bazı müslümanlara yeni nazil olan âyetleri öğretirdi. Bir defasında Tâhâ sûresinin ilk âyetlerini bir sayfaya yazıp Ömer'in kız kardeşi Fâtıma ile kocası Saîd b. Zeyd'e öğretirken henüz İslâmiyet'i kabul etmemiş olan Ömer içeriye girmiş, ancak dinlediği âyetlerin tesiriyle müslüman olmak istediğini bildirince Habbâb ona Rasûl-u Ekram'in gizlendiği yeri haber vermiş ve müslüman olması için daha önce Rasûlullah'ın dua ettiğini söylemişti.
İslâmiyet'i kabul ettikleri için işkence gören kölelerden biri olan Habbâb'a bazan kızgın taşlar üzerinde işkence edilirdi. Nitekim hilâfeti zamanında Ömer'i ziyarete giden Habbâb'a halife, "Yanıma gel, bu meclise Ammâr'dan sonra senden daha lâyık kimse yoktur" diye iltifat etmiş, Habbâb da yıllar sonra bile izleri silinmeyen sırtındaki işkence kalıntılarını göstermişti. (Ibn Mâce, "Mukaddime", 11)

Habbâb muşriklerin işkencesine dayanamayıp Rasûl-u Ekram'e, "Bize yardım dilemeyecek, Allah'a bizim için dua etmeyecek misin?" demiş, Rasûlullah da geçmiş ummetler içinde daha ağır işkencelere mâruz kaldıkları halde dinlerinden dönmeyen müminlerin bulunduğunu anlatmış, yakında kurtulacaklarını söyleyerek kendilerine sabır tavsiye etmişti. (Buhârî, "İkrah", 1, "Menâkıbü'l-enşâr", 29)
Habbâb yaptığı birkaç kılıcı Kur'an'da "ebter" diye nitelendirilen Âs b. Vâil'e satmış, fakat parasını alamamıştı. Âs ona dinini terketmedikçe borcunu ödemeyeceğini söyleyince Habbâb, "Senin ölüp tekrar dirildiğini görmedikçe bu işi yapmam" demiş. Âs'ın, "O halde kıyamet gününde gel. o gün benim malım da olacak, evlâdım da, o zaman öderim" diye alay etmesi üzerine kaynakların belirttiğine göre Meryem sûresinin 77-80. âyetleri nazil olmuştur.
İlk muhacirlerden olan Habbâb, Medine'ye hicret edince Mikdâd b. Amr gibi bazı bekâr müslümanlarla birlikte Kulsûm b. Hidm'in evine misafir oldu ve Külsûm'un Bedir Gazvesi'nden önce vefatına kadar onun evinde kaldı. Daha sonra diğer kimsesiz muhacirlerle birlikte Sa'd b. Ubâde'nin evine geçti. Rasûlullah, muhacirlerle ensar arasında kardeşlik bağı kurduğu zaman Habbâb'la Cebr b. Atîk'i kardeş yaptığını açıkladı. Habbâb'ı Hırâş b. Sımme'nin azatlısı Temim ile kardeş yaptığı da rivayet edilmektedir. Başta Bedir olmak üzere bütün gazvelere iştirak eden Habbâb, Rasûl-u Ekram'in vefatından sonra Kûfe'ye yerleşti. İslâm fetihleri sırasında Irak seferlerine katıldı. Sıffîn ve Nehrevan savaşlarında bulunduğu yolunda daha çok Şiî kaynaklarında yer alan rivayetleri kabul etmek mümkün değildir. (Nasr b. Muzâhim, s. 506; İbn Ebu'l-Hadîd, XVIII, 172) Zira Habbâb hayatının son yıllarında bu savaşların cereyan ettiği tarihlerde ağır bir hastalığa yakalanmıştı. Rasûlullah yasaklamamış olsaydı çektiği ıstırab yüzünden ölmeyi temenni edeceğini söylerdi. Fetih yıllarında yaşayan müslümanlarla birlikte Habbâb da rahata ve servete kavuştuğu için mukâfatlarının dünyada verilmiş olabileceği endişesiyle huzursuzluk duyar, yokluk içinde yaşayıp ölen arkadaşlarına imrenirdi. Kendisi için hazırladığı kefen bezine bakar, Hamza ve Mus'ab b. Umeyr gibi sahâbîlere bir kefen bulamadıkları günleri hatırlayarak hüzünlenirdi. (Buhârî, "Cenâ'iz", 27, "Menâkıbu'l-ensâr", 45. "Meğâzf1, 17,26, "Merdâ", 19, Muslim, "Cenâ'iz", 44, "Zikir", 12)
Habbâb b. Eret 37 (657) yılında yetmiş üç veya altmış üç yaşlarında olduğu halde Kûfe'de vefat etti.

İmran bin Huseyn (r.anhum) :
Son nefesine kadar yatalak ve bakıma muhtaç halde otuz yıl yaşayan İmran bin Huseyn, Nasıl dayanıyorsun bu acılara? diyen arkadaşına, Benim için sağlık ve hastalıktan hangisi Allah’ın hoşuna giderse, benim hoşuma giden de odur! Otuz yıldır kendimde büyük bir huzur buldum.diyebiliyordu.



Muaykib bin Ebu Fatıma (r.anhum) :
Muayklb b. Ebî Fâtıma ed-Devsî el-Ezdî (ö. 40/660) Hz. Peygamber'in mühürdarı ve kâtiplerinden biri.

İlk müslümanlardan olup İslâmiyet'i kabul etmesinde, müslümanlar Mekke'de muhasara altında iken Peygamber'le gizlice görüşüp kabilesine dönen hemşehrisi şair Tufeyl b. Amr'ın rolü bulunmaktadır. Abduşemsoğulları'nın muttefiki olduğu söylenmekle beraber Saîd b. Âs ailesinin veya Utbe b. Rebîa"nın muttefiki, yahut Saîd b. Âs'ın azatlısı olduğu rivayet edilmiştir. Muaykib, Bey'atu'r Rıdvân'a ve Habeşistan'a yapılan ikinci hicrete katıldı. Oradan Ca'fer b. Ebû Tâlib'le birlikte Medine'ye hicret ettiklerinde Rasûl-u Ekram'in Hayber'in fethiyle meşgul olduğunu öğrenince (7/628) Rasûlullah'ın yanına gittikleri ve gazveye katılmadıkları halde ganimetten kendilerine pay verildiği belirtilmiştir. Ayrıca Muaykib'ın Habeşistan hicretinin ardından memleketine döndüğü ve kabilesinden kalabalık bir grupla birlikte Medine'ye hicret ettikten sonra aralarında kurdukları bir heyette yer alarak Hayber'e gittiği de zikredilmiştir.
Muaykib'ın Bedir Gazvesi'ne iştirak ettiğini kaydeden muelliflere dayanarak onun Medine'ye daha önce geldiğini söylemek mümkünse de Zehebî bu rivayetin sahih olmadığını söylemektedir.
Peygamber'in diplomatik mektuplarını yazdırdığı kâtiblerinden biri olan Muaykib aynı zamanda Rasûlullah'ın mühürdarlığı görevini yürütmüştür. Rasûl-u Ekram'in, parmağında bulunan yüzük şeklindeki mührünü hazırlanan resmî evraka basması için Muaykîb'a verdiği, onun da bu mührü evraka bastıktan sonra Peygamber'e iade ettiği anlaşılmaktadır. Muaykîb"ın bu görevini Ebû Bekir, Ömer ve Osman zamanında da sürdürdüğü, ilk iki halifenin onu ayrıca beytu'l-mâlden sorumlu memur tayin ettikleri de belirtilmektedir. Osman'ın halifeliği sırasında Erîs Kuyusu'na düştüğü ve bütün aramalara rağmen bulunamadığı bilinen mührün bu kuyuya Muaykib'ın elinden düştüğü rivayet edilmektedir. (Muslim, Libas, 55)
Ömer'in hilâfeti sırasında cuzzam hastalığına yakalanan Muaykib ile bizzat halife ilgilenmiş, Yemen'den getirttiği iki doktorun uyguladığı tedavi sayesinde Muaykib'ın hastalığı durmuş ve bir daha nüksetmemiştir. İfrîkıye'nin fethi sırasında (29/649-50) veya Osman'ın hilâfetinin sonunda (35/656) vefat ettiği belirtilen Muaykîb'ın 40 (660) yılında Ali'nin halifeliğinin ilk döneminde öldüğünü, hatta bu tarihten sonra da yaşadığını ileri sürenler bulunmaktadır.
Muaykib Peygamber'den yedi hadis rivayet etmiş, kendisinden de iki oğlu Muhammed ve Haris ile torunu İyâs b. Haris, ayrıca Ebû Seleme b. Abdurrahmân b. Avf rivayette bulunmuş, bu rivayetler Kutub-i Sitte yanında Ahmed b. Hanbel'in el-Musned'i ile Dârimî'nin es-Sunen'i gibi kaynaklarda yer almıştır.
(İbnu'l-Esîr, Usdu'l-ğâbe{Bernâ), V, 240-241; Zehebî. Allâmu'n- nubelâ, II, 491-493; İbn Hacer. el-İşâbe, III, 451)


Muaz bin Amr (r.anhum) :
Bacağından sakat olan Muaz bin Cebel, bizzat Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından Yemen valisi olarak tayin edilmiştir.

Zahir bin Haram (r.anhum) :
Bedenî kusurları olduğu için, toplum içinde bulunmaktan tedirgin olan ve bu yüzden çölde yaşamayı tercih eden Zahir isminde bir sahabiye çölden bazı bitkileri toplayıp, Medine pazarında beraberce pazarlamayı önermiştir. Pazardaki alış-verişlerde Zahir’e yardımcı olan Peygamberimiz (s.a.v.) etrafına da Zahir bizim çölümüzdür, biz de onun şehriyiz.” diyerek sürekli iltifatlarda bulunmuştur.


Ummu Ammara, Nesibe (r.anha) :
Nesibe Hanım, Akabe beyatlarında bacısıyla birlikte bulunan iki kadından biridir. Ebû Bekir (r.anhuma) zamanında ileri yaşına rağmen Yemame savaşına aktif olarak katılmış, bu kez on iki yerinden yara alarak bir kolunu kaybetmiştir. Ordu Medine’ye döndüğünde, Ebû Bekir (r.anh) bu kahraman hanımı ziyaret etmiş ve ona beytu'l maldan maaş ödenmiştir.



Ebû Hurayra (r.anhum) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
من ترك مالا فلورثته ومن ترك ‏ ‏كلا ‏ ‏فإلينا
"Ben mu'minlere kendi öz nefislerinden daha yakınımdır. Her kim ölür de arkasında bir mal bırakırsa, onun malı mirasçılarına, asabesine âiddir. Her kim de arkasında borç ve evlâd ağırlığı yâhud kendi ihtiyâçlarını göremeyen âciz kimseler bırakırsa, ben onun velîsiyim, ben o kimse için çağırılırım (yânî beni onun yerine çağırın ki, ben onun ağırlığını ve âcizlerinin işlerini görürüm)"
(Buhari, Ferâiz, Bab 14, Hadis no : 22; Muslim, Ferâiz 17, II. 1238; Ahmed b. Hanbel, II. 356, 456; IV, 131-133)

Buhârî şârihi Bedruddin Aynî, buradaki “kellen” ifadesinin borç ve iyâli kapsadığını belirttikten sonra Tayyibî’nin “dayâ’” ifadesini “küçük çocuklar, yetersizlikleri sebebiyle kendi işlerini göremeyen müzminler ve bu kategoride bulunan ve birileri tarafından sorumluluğu yüklenilmediği takdirde zayi olacak durumdaki kimseler için verilmiş bir isim” diye izah eder.
(
Aynî, Bedruddin Ebû Muhammed Mahmud b. Ahmed, Umdetu’l-Kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, XIX. 224. 2, Halebî baskısı, I-XX)
Bu bakış açısına göre engelliler bu hükmün kapsamına girmektedir.
Hadisi Tayyibî gibi anladığımızda, Hz. Peygamber’in aynı zamanda İslam toplumunun yöneticisi olduğunu da dikkate aldığımızda, buradan yöneticilerin -tıpkı Peygamber’in yaptığı gibi- engellilerin zorunlu giderlerini, maişetlerini temin etmeleri gibi bir sorumluluk çıkartabiliriz
.



Âma (Görme) Engelliler :

Abbas bin Abdulmuttalib (r.anhum) :
Ebu'l-Fazl el-Abbâs b. Abdilmuttalib b. Hâşim el-Kureşî el-Hâşimî (ö. 32/653) Peygamberin amcası.

Peygamberin doğumundan iki veya üç yıl önce dünyaya geldi. Mekke'de onunla birlikte büyüdü. İlk gençlik yıllarından itibaren ticaretle meşgul oldu. Maddî durumunun iyi olması sebebiyle, Câhiliye döneminde Kabe'yi ziyarete gelen hacılara su dağıtma (sikâye) ve onlara ziyafet verme (rifâde) görevlerini kardeşi Ebû Tâlib'den devraldı. Ebû Tâlib'in geçim yükünü hafifletmek için Abbas Ca'fer'i. Peygamber de Ali'yi himayelerine almışlardı.
Peygamber İslâmiyet'i yaymaya başladığı günlerde Abbas hemen müslüman oldu. Ancak geniş nüfuzunu kullanarak müslümanları himaye etmek düşüncesiyle, Müslümanlığı kabul ettiğini açığa vurmadı. Hatta Mekkeli muşriklerin müslümanlarla ilgili karar ve davranışlarını Peygamber'e ulaştırmak maksadıyla kasten hicret etmedi. Daha çok benimsenen ikinci bir rivayete göre ise, Mekke fethine veya en azından Bedir Savaşfna kadar müslüman olmadı. Bununla beraber daima yeğenine arka çıkarak onu müşriklere karşı himaye etti. İkinci Akabe Biatı'nda (622), Peygamber” yalnız bırakmayıp müzakerelere katildi; Medineli müslümanlardan onun hayatını tehlikeye atmayacaklarına dair teminat aldı. Mekke'de kaldığı süre içinde İslâm davetini açıktan desteklediği kesinlik kazanmasa bile, karısı Ummu'l-Fazl Lubâbe ile oğlu Abdullah'ın müslüman olmalarına karşı çıkmayarak İslâmiyet'in tebliğini müsamaha ile karşıladığını göstermiş oldu.
Bedir Savaşı'nda muşriklerin safında yer almak zorunda kalan Abbas, bu savaşta esir düştü. Kendisinin ve diğer akrabalarının fidyelerini ödeyerek Mekke'ye döndü. Oradaki fakir müslümanları himaye etmeye ve Kurayş'lilerin İslâmiyet aleyhindeki çalışmaları hakkında Peygambere bilgi ulaştırmaya devam etti. Hayber'in fethini Rasûlullah'ın ona müjdelemesi, ikisi arasında gizli bir haberleşmenin öteden beri devam edegeldiğini göstermektedir. Mekke'nin fethi için yapılan hazırlıklar tamamlandıktan sonra müslüman olduğunu açığa vurması, onun gizli ve son derece önemli bir görevi üstlenmiş olduğunun bir başka delili sayılmalıdır. Huneyn Savaşı'nın ilk anlarında bozguna uğrayan müslümanlara, Akabe ve Rıdvan biatlarında Peygamber'e bağlılık sözü verdiklerini gür sesiyle hatırlattı, böylece İslâm ordusunun tekrar derlenip toparlanmasına ve düşmanı bozguna uğratmasına yardımcı oldu.
Peygamberin son hastalığında onun vefat etmek üzere olduğunu anlayan Abbas, devlet idaresinin geleceği konusunda endişeye kapıldı. İdarenin Hâşimoğulları'nda kalmasını arzu etmekle beraber Peygamberin bu husustaki talimatının öğrenilmesi için Aliyi uyardı. Âişe'nin rivayetine göre, Ali bu teklifi yerinde bulmayarak Rasûlullah'ın kendileri aleyhinde kanaat belirtmesi halinde artık devlet idaresini kimsenin onlara vermeyeceğini söyledi. (Musned, I, 263, 325)

Abbas, Rasûl-u Ekram'in vefatından sonra Hz. Fâtıma ile birlikte Halife Ebû Bekir'e giderek Peygamber'in Fedek'teki topraklarıyla Hayber'deki hissesini almak istedi; fakat Ebû Bekir, peygamberlerin miras bırakmayacaklarına dair hadisi okuyarak bu mirası alamayacaklarını söyledi. (Musned, 1. 4, 10)
Peygamber, amcası Abbas'ı sever, kendisinden sadece iki veya üç yaş büyük olmasına rağmen, İnsanın amcası babası gibidir diyerek ona saygı gösterirdi. Ayrıca onu, “Kurayş'in en cömerdi ve akrabalık bağlarına en çok riayet edeni” diye övmüş, Abbas'ı incitenlerin kendini incitmiş olacaklarını söylemiştir. (Muslim, “Zekât”, 11; Tirmizi, “Menâkıb”, 28)
Peygamber'in cenazesini kaldıranlardan biri de Abbas'tır. Ömer. Peygamber'in vefatından sonraki kıtlık yıllarında yağmur duasına çıkıldığı zaman, Abbas b. Abdulmuttalib'i kastederek. “Peygamber'in amcası hürmetine” diye rahmet niyaz ederdi. (Buhari, "İstiskâ", 3)
Ebû Bekir, Ömer ve Osman halifelik dönemlerinde ona büyük itibar göstermişlerdir.
Üç hanımından, onu erkek olmak üzere on üç çocuk sahibi oldu. Onun adıyla anılan Abbasî Devleti'nin halifeleri, oğlu Abdullah'ın soyundan gelmiştir. Uzun boylu, beyaz tenli, gür sesli bir kişi olan Abbas, ömrünün sonuna doğru gözlerini kaybetti. Köle azat etmeyi seven ve maddî varlığıyla İslâmiyet'e değerli hizmetlerde bulunan Abbas, seksen sekiz (veya seksen altı) yaşlarında Medine'de vefat etti. Kendisinden rivayet edilen otuz beş hadisin belli başlı râvileri, oğulları Abdullah. Ubeydullah, Kesîr ve kızı Ummu Gulsum ile Câbir b. Abdullah, Ahnef b. Kays gibi sahâbî ve tabiîlerdir.

Abdullah bin Cahş (r.anhum) :
Ebû Muhammed Abdullah b. Cahş b. Riâb b. Ya'mer el-Esedî (ö. 3/624) Hz. Peygamberin halasının oğlu

ve ilk seriyye kumandanı.
Peygamber Dârulerkam'a sığınmadan önce, iki erkek kardeşiyle birlikte müslüman oldu. Habeşistan'a yapılan hicretlerin ikisine de katıldı; dönüşte Mekke'de bir müddet kaldıktan sonra ailesiyle birlikte Medine'ye hicret etti. Rasûlullah onunla Âsim b. Sabit arasında kardeşlik bağı (muâhât) kurdu.
Peygamber, hicretin on yedinci ayında Nahle'ye gönderdiği seriyyeye Abdullah'ı kumandan tayin etti ve kendisine iki gün sonra açılmak üzere bir de mektup verdi. Mektupta, Nahle'ye gidip Kurayş'i gözetlemesi ve edindiği bilgileri Medine'ye ulaştırması emrediliyordu. Seriyye Nahle'ye vanp Mekkeliler'e ait bir ticaret kervanı ile karşılaşınca, müslümanlar kervanı ele geçirmeye karar verdiler; içlerinden biri de kervanbaşı Amr b. Hadramîyi öldürdü. Bu arada iki kişi esir edildi; kervan da ganimet olarak ele geçirildi. Abdullah, ganimetlerin taksimini bildiren âyetin henüz gelmemiş olmasına rağmen, beşte birinin Peygamber'e ayrılmasını emretti. Daha sonra nazil olan âyet de (Enfal 41) aynı hükmü getirdi. İslâm tarihinde ilk defa düşman kanı dökülen, esir ve ganimet alınan bu seriyye, aynı zamanda Batn-ı Nahle seferi diye de anılmıştır.
Bu sefer haram aylar'dan biri olan Receb'de meydana geldiği için müşrikler Peygamberin haram ayda savaşı helâl saydığını ve ganimet aldığını etrafa yaydılar. Rasûlullah Abdullah'a böyle bir emir vermemiş olduğu için olanları tasvip etmediği gibi, kendisine ayrılan ganimet hissesini de almadı. Ancak, insanları Allah yolundan alıkoymanın, küfürde ısrar etmenin, Mescid-i Harâm'ın ziyaretine engel olmanın ve sakinlerini oradan çıkarmanın haram ayda savaşmaktan çok daha büyük günah olduğunu bildiren âyet (Bakara 217) nazil olunca, seriyyeye katılanların haklılığı anlaşıldı.
Abdullah. Bedir ve Uhud savaşlarına katıldı. Uhud Savaşı'nda kahramanca çarpıştıktan sonra kırk yaşlarında iken şehid oldu. Düşman askerleri tarafından burnu ve kulakları kesilen naaşı dayısı Hamza'nınkiyle birlikte aynı kabre defnedildi. Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Cahş'dan rivayet edilen iki hadisi Musned'inin iki ayrı yerinde (Musned, V, 139, 350) mukerreren zikretmiştir.

(İbn İshâk. es-Sire (nşr. Muhammed Hamîdullah), Rabat 1967-Konya 1401/1981)

Abdullah bin Ebi Evfa (r.anhum) :
Ebû Muâviye Abdullah b. Ebî Evfâ el-Eslemî (ö. 86/705) Kûfe'de en son vefat eden sahâbî.

Babası Ebû Evfâ'nın asıl adı Alkame'dir. İbn Ebû Evfâ diye de anılan Abdullah, Bey'atu'r Rıdvân'da bulundu. Hayber'in fethine ve Huneyn Savaşına katıldı. Hulefâ-yı Râşidîn dönemindeki fetihler dolayısıyla, diğer pek çok sahâbî gibi Medine'den ayrılarak Kûfe'ye yerleşti.
Ashabın uzun ömürlülerinden biri olan Abdullah, Ebû Hanîfe'nin görebildiği dört sahâbîden biridir. İsmail b. Ebû Hâlid, Şa'bî, Abdulmelik b. Umeyr, Ebû İshak eş-Şeybânî, Amr b. Murre gibi ünlü kişiler ondan hadis rivayet etmişlerdir. Hz. Peygamber'den rivayet ettiği hadislerden doksan kadarı zamanımıza ulaşmıştır. Bunların on beşi Sahîh-i Buhâri'de, altısı Sahîh-i Muslim'de, beş tanesi de her iki eserde yer almıştır. Ahmed b. Hanbel'in Musned'inde ise iki ayrı bölümde (Musned, IV, 352-357, 380-383) yetmiş kadar hadisi bulunmaktadır. Hayatının son yıllarında gözlerini kaybeden Abdullah, yüz yaşlarında iken vefat etmiştir

(Hâkim, el-Mustedrak, III, 570-571; İbn Hacer, Tehzîbu'l-Tehzîb, V, 151)

Abdullah bin Ummu Mektum (r.anhum) :
Mekke'de ilk iman edenlerden biri olan bu âmâ zatı, Medîne'ye halka Kur'an öğretmesi için göndermiştir.

Medîneli Berâ bin Âiz (r. anhum) diyor ki:
"Bize ilk hicret eden kimseler Mus‘ab bin Umeyr ile İbn-i Ummi Mektûm'dur. Bunlar (Medîne'de) halka Kur'an öğretiyorlardı."
(Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr, 46)


Ebu Kuhafe (r.anhum) :
Ebu Kuhafe Osman bin Âmir'dir.


Harise bin Numan (r.anhum) :
Hârise’nin bu samimi ifadeleri üzerine Efendimiz şöyle buyurdu:

“Hakikaten doğru söylüyorsun, yâ Hârise, Allah’ın bereketi üzerine olsun.” (Tabakât, 8: 22-23)
Daha sonra Hârise’nin evine Ali ve Hz. Fâtıma taşındılar.
Hârise’nin, Efendimizin zevcesi Mariye’ye de bir ev verdiği rivayet edilir. Ayrıca Ebû Bekir’in oğlu Abdullah’ın, ailesiyle beraber Medine’ye hicret ettiği zaman, yine Hârise’nin evinde kaldıkları belirtilmektedir.
Hârise bin Numan’ın bu cömertliği, hayatının sonlarına doğru iki gözünü kaybettikten sonra da devam etmiştir. Hârise bu sıralar evinin önüne hurma dolu bir zembil koyuyor ve fakirlerin gelip oradan ihtiyaçları kadarını alıp gitmelerini temin ediyordu.
(Hilyetu’l-Evliyâ, 1: 356. 4; Usdu’l-Gàbe, 1: 359)

İtban bin Mâlik (r.anhum) :
İtbân b. Mâlik b. Amr e!-Hazrecî es-Sâlimî (Ö. 50/670) Sahâbî.

Hazrec kabilesinin Benî Salim b. Avf koluna mensubdur. Hicretten sonra Rasûl-u Ekram onu Hz. Ömer'le kardeş yaptı. İbn İshak'ın es-Sîre'si dışındaki kaynaklar İtbân'ın Bedir Gazvesi'ne katıldığını kabul etmekte, İbn Sa'd onun Uhud ve Hendek gazvelerine de iştirak ettiğini söylemektedir. Hemen bütün kaynaklar İtbân'ın âmâ olduğunu belirtmekteyse de bazı rivayetlerden gözlerinin zamanla zayıfladığı ve sonraları görme kabiliyetini tamamıyla yitirdiği anlaşılmaktadır. (İbnu'1-Esîr, 111, 558)
İbn Habîb onun topal olduğunu da zikretmiştir.
Hayatı boyunca Benî Salim b. Avf kabilesinde imamlık yapan İtbân, gözlerinin rahatsız olması ve evinin Medine dışında bulunması sebebiyle her zaman Rasûlullah'la beraber bulunamazdı. Ancak Rasûl-u Ekram kendisine değer verir, Kuba'ya giderken Benî Sâlim b. Avf yurduna uğrar ve ona misafir olurdu. Bir defasında Peygamber'e rahatsızlığından söz ederek geceleyin ve fırtınalı havalarda mescide gidip cemaate namaz kıldıramadığını söylemiş, evine gelerek orada namaz kıldırmasını rica etmiş. Rasûl-u Ekram de ertesi gün Ebû Bekir'le birlikte İtbân'ın evine gidip ev halkına ve oraya gelen diğer sahâbîlere iki rek'at namaz kıldırmış, Rasûlullah'ın namaz kıldırdığı yeri mescid kabul eden İtbân, o günden sonra kavmine burada imamlık yapmıştır. İtbân b. Mâlik'in Abdurrahman adlı bir oğlu olduğu ve iyice yaşlanmış olmasına rağmen imamlık görevini sürdürdüğü zikredilmiştir.
Sahîh-i Buharî'de on dört, Sahîh-i Muslim'de altı rivayeti bulunan İtbân'dan bu hadisleri genç sahâbîlerden Enes b. Mâlik ve Mahmûd b. Rebî", tabiîlerden Husayn b. Muhammed es-Sâlimî ve Ebû Bekir b. Enes b. Mâlik rivayet etmiştir.
(İbn Sa'd, et-Tabakât, 111, 550; VIII, 377; İbn Abdulber. el-İsacâb, III, 159-160)


Kâb bin Mâlik (r.anhum) :

Ebû Abdillâh Kâ'b b. Mâlik b. Ebî Kâ'b Amr el-Hazrecî (ö. 50/670) Peygamber'in meşhur üç şairinden biri.
Milâdî 898 yılı civarında Yesrib'de (Medine) doğdu. Câhiliye devrinde künyesi Ebû Bişr iken Rasûlullah ona büyük oğlu Abdullah sebebiyle Ebû Abdullah künyesini vermiş, diğer oğullarından dolayı Ebû Abdurrahman, Ebû Muhammed künyeleriyle ve Hazrec'in Benî Selime koluna mensub olduğu için Selemi nisbesiyle de anılmıştır. Babası Mâlik, İslâm'dan önce Yesrib'in önde gelen şahsiyetlerinden olup Evs ile Hazrec arasında yıllarca süren savaşlarda yiğitliğiyle önemli işler başarmış bir şairdi. Babasının tek çocuğu olduğu için eğitimine özen gösterilen Kâ'b okuma yazma ve hesap öğrendi. Evs ve Hazrec arasında yapılan bazı savaşlarda söylediği şiirlerle tanındı. Hicretten önce Medine'de İslâmiyet'i kabul etti. 622 yılı hac mevsiminde Rasûlullah'ı Medine'ye davet etmek üzere Mekke'ye giden ensar heyetinde bulundu.

Kâ'b b. Mâlik, Osman'ın hilâfetinin son yıllarında çıkan karışıklıklarda halifenin yanında yer aldı; şehid edilmesinin ardından onu defneden birkaç kişiden biri olarak hakkında üç uzun mersiye söyledi. Hz. Ali halife olunca bazı ensar gibi Kâ'b da ona biat etmedi. Zayıf kabul edilen bir rivayette, Kâ'b'ın Hassan b. Sabit ve Nu'mân b. Beşîr ile Ali'nin huzuruna gidip Osman hakkında tartıştıkları ve oradan ayrılıp Muâviye'nin yanına uğradıkları kaydedilmektedir. (İbn Manzûr,XXl, 189-190)
Hayatının sonlarına doğru gözlerini kaybeden Kâ'b'a oğlu Abdurrahman rehberlik etmiştir. Kâ'b tarihçilerin çoğuna göre 50 (670) yılında Medine'de vefat etti. Bu tarih 40'tan (660) önceki bir yıl olarak belirtildiği gibi 51 (671) veya 54 (674) olarak da zikredilmiş, Dımaşk'ta öldüğü de ileri sürülmüştür. (İbn Hacer, V, 612)


Umeyr bin Adiy (r.anhum) :
Vakıdî’nin anlattığına göre, Rasûlullah (s.a.v.), Umeyr b. Adıy’yi, Ramadan ayının bitimine beş gece kala Umeyye b. Zeyd oğullarından, Mervan kızı Asma’ya gönderdi. Bu kadın İslâmı hakir sayar, Peygamer (s.a.v.) aleyhine şiirler söyleyerek onu incitirdi . Umeyr (r.anh) geceleyin yanına girip aldatarak öldürdü. (İbni Adiy. El-Kâmil fı’z-Zuafâ 6/2156; İbni Hişam 4/283; îbni Teymiye Es-Sarîm-el-Meslül s. 95; İbni Sa’d 2/27, 28; Vakıdî Meğazî 1/172; El-Muntazam 3/135; Hatib, Tarih’i Bağdâd 13/99; El-Ilelü’I-Mutenahiyeh 1/180 h. no 279)

Bana Abdullah b. el-Hâris, babasından şöyle haber verdi: Umeyye b. Zeyd oğullarından Mervan kızı Asma’, Yezîd b. Zeyd b. Hısn el-Hatmî’nin karısı olup, Peygamber (s.a.v.)’e eziyet edecek şeyler yapar, İslâm dinini lekelemeye ve Peygamber'e düşmanlığa teşvik eder ve bunları şiirle dile getirirdi . Bir şiirinde Efendimiz hakaret ve düşmanlığa teşvikle:

“Biz Malik, Nebit Avf ve Hazrec oğullarının kıçları.
Size ne olduda sizden olmayan ğarib birine (Muhammed’e) İtaat ettiniz.
O ne Murad ne de Mezhiç oğullarındandır.
Liderlerin öldürülmesinden sonra pişmiş çorbauma gibi onun liderliğini mi beklersiniz” demişti.
Kadının bu sözü Umeyr b. Adiy’ye ulaşınca: “Allah’ım, Peygamber {s.a.v.)’i Bedir Medine’ye sağ salim geri getirirsen bu kadını öldürmek bana farz olsun” dedi.
Efendimiz o sıra Bedir harbindeydi. Efendimiz gelince Umeyr bir gece yarısı bu kadının evine girdi. Kadın etrafında çocuklarıyla birlikte uykudaydı. Bir tanesi de kucağında anasını emiyordu. Eliyle yoklayınca çocuk onu emdiğini gördü ve bebeği çekip öte tarafa aldı ve kılıcını kadının göğsüne saplayıp dalından çıkardı. Sonra gidip sabah namazını Medine’de Peygamberle birlikte kıldı. Peygamber Namazını bitirip dönünce Umeyr'e bakıp “
Mervan kızını öldürdün mü?” dedi.
Babam sana feda olsun evet” dedi.
Umeyr öldürme olayının Peygamber e atılacağı korkusu geçirdi ve “Bundan dolayı benim üzerimde birşey var mı? Yâ Rasûlellah” deyince Nebî (s.a.v.):

"Bu hususda iki keçi toslaşmaz ki” buyurdu.
Umeyr der ki. Bu söz arap dilinde ilk defa deyim olarak Nebî (s.a.v.) etrafındakilere bakıp: “
Allah ve Rasûlüne ğaiben yardımcı olan birine bakmak hoşunuza giderse Umeyr’e bakın” dedi.
Ömer’de “Allah’a bu derece şiddelİ kulluk eden şu a’ma ya bakın” deyince Nebî (s.a.v.):
Ona a’mâ deme! Zîra o basiretli biridir” buyurdu.
Umeyr Nebî (s.a.v.)’nin yanından evine dönerken kadını defnediyorlardı. Onun Medıne'den geldiğimi görünce “Yâ Umeyr, bunu senmi öldürdün?” dediler.
Umeyr “Evet. Haydi bütün hilelerin izi hazırlayıp elinizden geleni yapın. Nefsim elinde olan zata yemin olsun, sizde bu kadının dediklerini derseniz size şu kılıcımla ölüp, öldürene kadar saldırırım” dedi. İşte İslâm o günden sonra Hatme oğulları arasında yayılma imkânı buldu.

Bu hadisi, İbni Adiy, Hatib ve İbnu’l Cevzî Muhammed b. Haccac el-Lahmî Mucalid -Şa’bî- İbni Abbas (r.anh) şeklinde verirler. Orada bu şahıs belli değildir. Vahidi ise görüldüğü gibi Abdullah b. et-Haris -babası diyerek verir. Adamın adı orada “Umeyr b. Adiy’dir.

Ebu Sufyan (r.anhum) :
Ebu Sufyan Sahr bin Harb bin Umeyye"dir.

İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Müslümanlar Ebu Sufyan'a yüz vermez ve yanında da oturmazlardı.
Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e: '
Senden üç dileğim var, kabul eder misin?'
'Evet.'
'Ummu Habîbe adında Arab'ın en iyi ve güzeli olan bir kızım var, onu sana vermek istiyorum, kabul eder misin?'
'Evet.'
'Muâviye'yi kendine katib yapar mısın?'
'Evet.'
'Beni kumandan yap da eskiden müslümanlara karşı savaştığım gibi, kâfirlere karşı da kıyasıya savaşayım, olur mu?'
'Evet' buyurdu.
(Râvi) Ebu Zumeyl der ki: 'Eğer, o Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'den bunları istemeseydi O, bunları ona vermezdi. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, kendisinden bir şey istenildiğinde 'Hayır' demez daima 'Evet, olur' derdİ." (Muslim; Cem'ul-Fevaid , 5. Cilt , Menkibeler, H.No: 8899)

Ebu Sufyan Hz. Abbas'ın dostu idi. Huneyn seferine katıldı. Aleyhissalâtu vesselâm, ganimetten ona 100 deve ve 40 okiyye verdi. Oğulları Muâviye ve Yezid'e, her birine bir mislini verdi. Ebu Sufyan, Rasulullah'ın bol miktardaki bağışını görünce: "Vallahi sen kerimsin, anem babam sana feda olun, vallahi seninle savaştım, sen ne iyi hasım idin; seninle sulh da yaptım, en iyi sulh yapılan kimse idin; Allah sana hayırlı mukâafât versin" der. Taif seferine Rasûlullah'la katılan Ebu Sufyân'ın bir gözü isabet aldı ve çıktı.
Ebu Sufyan, Gözünü eline alıp Rasulullah (s.a.v.)'in yanına gelip Allah'ın izniyle yerine koymasını ve iyileştirmesini istedi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): "Ya Eba Sufyan! Hangisini istersin? Eğer dilersen, dua edeyim, gözün yerine gelsin. Eğer dilersen Allahu teâlâ, Cennette sana bir göz versin" buyurdu.
Ebu Sufyan; Ya Rasulullah! Cennette göz verilmesini isterim dedi ve avucundaki çıkmış gözünü yere attı ve üstüne basıp çiğnedi.

Yermuk savaşında da diğer gözü isabet aldı. Yermuk seferinde İslâm ordusunun kâss'ı (teşvikci) olduğu ve askerleri şu sözleriyle teşcî ettiği belirtilir: "ey Allah'ın nusret ve yardımı, yaklaş! "Allah! Allah! Sizler Arab'ın hâmileri ve İslâm'ın yardımcılarısınız, karşınızdakiler ise Rum'un hamileri ve muşriklerin yardımcılarıdır. Allahım, bu gün senin günlerinden biridir. Allahım kullarına yardım ve nusretini indir." Her iki gözünü de kaybedince, onu bir azadlısı yedmiştir.

Mekke'nin fethinden hemen sonra yapılan Huneyn Gazâsına katılan Ebu Sufyân, kahramanca çarpıştı. Tâif Muhârebesinde bir gözünü kaybetti.
Rasûl-u Ekram efendimiz, daha sonra onu Necrâna vâli gönderdi.
Peygamber (sav), Taif'li Sakif oğulları Kabilesi'nin putu olan Lat heykelini yıkmak için Ebu Sufyan ile Muğıra Bin Şube'yi görevlendirip gönderdi. Onlar da gidip bu putu yıktılar, yerle bir ettiler.

(İbn-ul Esir, El-Kamil tere, c. 2, s. 268-269 ; Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 2/247-248.)


Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Görme engelliye rehberlik etmen, sağır ve dilsize anlayacakları dilde anlatman, bir ihtiyacı konusunda senden yol göstermesini isteyen kimseye yol göstermen, isteyen kimsenin yardımına koşman, koluna girip güçsüze yardım etmen, bütün bunlar senin kendine yapacağın sadaka çeşitlerindendir."
(Beyhakî es-Sunenu'l-Kubrâ, c. X, s. 337)


Zihinsel Engelliler :

Habban bin Munkız (r.anhum) :
Abdullah ibn Umer (r.anh)'den (şöyle demiştir):

Bir kimse (Habban bin Munkız), Peygamber'e alışverişlerde dâima kendisinin aldatıldığını söyledi.
Peygamber (s.a.v.) ona: "Sen birşey satın almak istediğinde (İslâm Dîni'nde) aldatmak yoktur de!" buyurdu.
(Buhari, Bûyu, Bab 48, Hadis no : 68)


Peygamberin, muhtemelen kısmen zihinsel özürlü olduğu için alışverişlerinde sürekli aldanabilecek durumda olan Habban b. Munkız’a:

إذا بايعت فقل لا خلابة
Alışveriş yaptığında, ‘Aldatma yok’ de” demesi ve bu hadisin çeşitli rivayetlerinde ona muhayyerlik tanındığının ifade edilmesi, ilim adamlarımız tarafından herkesi kapsayacak şekilde alışverişte muhayyerliğe esas alınmıştır. Fakat bu olay, çıkış noktası itibariyle bakıldığı zaman bir yönüyle de özürlüler için bir "olumlu ayrımcılık" uygulaması olarak da ele alınabilir ve kanaatimce bu tür uygulamalar için bir temel teşkil edebilir.

Bâzı Mâliki fakîhleri bu hadîsle aldatılma muhayyerliğinin luzumuna kaail olmuşlardır.

Hanefî'ler de bundan (kısmi) zaîf akıllı olan kimsenin hacr olunmamasına istidlal etmişlerdir. Peygamber, Habbân'a alışverişe izin vermiştir. Bu izin hacr olunmayacağının açık delilidir. Ufak tefek his ve şuur za'fı ile şahsî hurriyet ve ferdî tasarrufun hudûdlandınlması doğru değildir demişlerdir. Ebû Hanîfe ve Şafiî, bay'i' muhayyerliğinin üç gün olduğuna ve üç günden ziyâde muhayyerlik caiz olmayacağına da bu hadîsle istidlal etmişlerdir.
 
Üst Ana Sayfa Alt