Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ferid Aydın (Eski Nakşibendi Şeyhlerinden)

ikraislam Çevrimdışı

ikraislam

Aktif Üye
Site Emektarı
Kuşaklar boyu Nakşibendî Tarîkatı'nın liderliğini yapmış olan bir ailenin çocuğu olarak 1945'de Muş'ta dünyaya geldi. «Güneydoğu»'da Şeyh'ul-Hazîn (Hazinoğulları) adıyla ünlü bir şeyh ailesinden gelen ve "beşik şeyhi" sayılan AYDIN , yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra aile geleneğine uyarak 1968 yılında özel tasavvuf terbiyesi aldı ve şeyhlik makamına getirildi.

Gerek klasik medrese eğitimi yanında, gördüğü modern öğrenim, gerekse yaptığı ilmî çalışmalar ve uzun yıllara mal olan iş gezileriyle bilgi ve deneyim elde etti. Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca gibi yabancı dillere olan aşinalığı ve ailesinin kültür birikimi üzerinde yaptığı incelemeler sayesinde çok yönlü ilmi çalışmalar yaptı
Yazar, özellikle tasavvuf hakkında yaptığı araştırmalar sırasında mistisizmin İslâm inancı üzerinde yaptığı yıkıcı etkileri fark etti. Bunun sonucu olarak 1975'te tasavvuf ve tarikatlara ilişkin kanaatleri değişti ve çok geçmeden şeyhlik makamından çekilerek Nakşibendî Tarikatıyla ilişkisini tamamen kesti. Gerek Hz. Hasan (ra)'ın soyundan geldiği için "şerif" unvanına sahip bulunan hânedânının, gerekse tüm şeyh ve seyyidlerin çevresinde gördüğü gerçekleri İslâm'ın ölçüleriyle sorgulama ihtiyacını duydu. Buna bağlı olarak, İslâm tarihinde son sekiz yüz yıldır yaşanan çöküşün nedenleri arasında tasavvuf ve tarikatların önemli rolü bulunduğunu tahmin eden yazar, bu doğrultuda giriştiği araştırmalarını uzun yıllar sürdürdü. Bu çalışmaların bir ürünü olarak 1996 yılında «Tarikatta Râbıta ve Nakşibendîlik» adı altında bir eser yayınladı. Onun bu çalışmasından gerek önce, gerekse sonra hazırlamış olduğu diğer eserleri ve konuları özetle şunlardır:

TÜRKÇE YAZDIĞI ESERLER:

1. Tercüme Sanatının Gerçekleri: 1984 yılında Trablusgarp'ta yazılan ve İstanbul'da yayınlanan bu kitapta yazar, Türkiye'de çeviri alanında gördüğü karmaşaya karşı duyduğu tepkiyi dile getirdi. Kitabın kısa süre içinde nüshaları tükendi.

2. İslâm'da İnanç Sistemi: Türkiye'de son yıllarda yaşanan din ve inanç anarşisi karşısında kaygılanan yazar, İslam'ın temel değerlerine ve özellikle iman kurumuna yönelik yıkıcı faaliyetlere karşı bu eseriyle bilinçlendirici bir akaid çalışması yaptı. Kitap, 1995 yılında yayınlandı.

Yazar Ferit AYDIN'nın, çeşitli konularda Arapça olarak hazırladığı birçok çalışma daha vardır. Bunların da adları ve kısaca konuları şöyledir:

1. Et-Tarîqa'tun-Nakşebendiyye Beyne Madıyha wa Hadıriha «Geçmişle Günümüz Arasında Nakşibendî Tarikatı»: Yazarın, yukarıdaki isim altında Arapça kaleme aldığı bu kapsamlı eser, adı geçen örgütü, çok yönlü olarak irdelemekte, bilim adamları ve araştırmacılar için önemli bir kaynak oluşturmaktadır. Kitap tamamlanmış olmasına rağmen imkansızlıklar nedeniyle henüz yayınlanamamıştır.

2. Mawqif'u İbni Abidîn el-Faqîh Mine's-Sûfiyye wa't-Tasawwuf; XIX. Yüzyılın en ünlü Nakşibendi Şeyhi Halid Bağdadi'yi, muhaliflerine karşı savunan Son dönem Fıkıq bilgini Şamlı İbn Abidin'e ait «Sel'lul-Hisâm el-Hindî» adlı risalesine eleştiri olarak Arapça kaleme alınmıştır. Bu çalışma da aynı sebepten dolayı henüz basılmamıştır.

3. et_Tarjama'tu bi'Muhtelif'i Jawanibi'ha fi'l-Alaqat'it-Turkiyye'til-Arabiyya: Son yıllarda Arap ülkelerinin Türk işgücüne tanıdığı imkânlar üzerine bu ülkelerde faaliyet gösteren Türk firmaları ile muhatapları arasında ortaya çıkan tercüme ve dil sorunlarını yazar bu eserinde daha çok sosyolojik yönleriyle irdelemiştir. Bu kitap da henüz yayınlanmamıştır.

4. el-Ezmine'tu fi'l-Luga'ti-lArabiyya: Yazar bu eserinde, (medreselerde yüzyıllardır -mazî hâl ve istikbal diye- üç olduğu ileri sürülen) zamanların on beş olduğunu ortaya koyarak, Arap dil tarihinde eksikliği hissedilen bir boşluğu doldurmuştur. Bu eser de henüz yayınlanmamıştır.

Yazar Ferit Aydın, bu çalışmaların yanı sıra, ayrıca Türkiye'nin tarihsel arka planındaki deşilmemiş gerçekleri ele alarak, günümüzün sosyal, toplumsal ve moral sorunları hakkında çok yönlü bir inceleme gerçekleştirdi ve bunu Türkçe kaleme alarak, «ÖTEKİ TÜRKİYE'DEN MANZARALAR» adı altında kitaplaştırdı. Yazarın bu eseri de henüz yayınlanmamıştır.

Ferit Aydın, 1986 yılında yurda yaptığı kesin dönüşten sonra yüksek öğrenim gören gençlere, özel olarak "Direct Action" sistemi ile Arap Dili ve Edebiyatı yanında tefsir, hadis, akaid ve fıkıh gibi İslami İlimlerde dersler de verdi. Bir kitap olarak düzenlenen, İslam Konferansı Teşkilâtı Yüksek Fıkıh Konseyi'ne ait "KARAR VE TAVSİYELER" i Türkçeye çevirerek ödüllendirildi.

Yazarın çeviri alanında da çalışmaları vardır. Tarihçi Mahmut Şakir'in İslam Tarihi adlı eserini sekiz cild halinde Türkçe'ya kazandırmıştır. Bu eser 1994 yılında yayınlanmıştır. Yazarın asıl adı Ferîduddin Aydın'dır. Muhitinde kısaca Ferit Aydın olarak tanınmaktadır.

KİTAPLARINI İNDİRMEK İÇİN. ikraislam.biz islami kitap merkezi
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Allah razı olsun hocamızın vesilesi ile tarikat batağına düşmüş kardeşlerimiz kurtulmakta.
 
hayalet Çevrimdışı

hayalet

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Kardesim ALlah razi olsun bu bilgiler icin elinde kitap bulunmayanlara buyuk bir nimet bu
 
DAVA Çevrimdışı

DAVA

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ALLAHtan Korkun, Ben Tarikat Seyhi dedim mi Haince Bir aksam vakti Dini icin Yolun Ortasinda Hasan El Benna gibi vurulmuslarini Kasdederim, Tesbih Savasinda degil, Ben Seyh Dedim mi Dini Icin Boynunda Ip Sallanarak can Ceken kisiye derim, Hurafe anlatanlara degil !

Unutma Imam Gazali Zamanindaki Tasavvufuda, Yeni Modern Tasavvufuda elhamdulillah cok iyi billirim..
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Böyle Bir Gelişmenin Varlığını Duyurmak Gerekiyor,Ferid AYDIN gibi Ferasetli Müslümanların...

Tarikatların ve Çağdaş Bid'at ve Şirk Hareketlerinden olan Tasavvufun Devletlerin Küfür İdeolojilerini ayakta tutmanın tek ve biricik yolu olan Mistizm-Tasavvuf İnancıdır...
 
A Çevrimdışı

ANDOLSUN

Üye
İslam-TR Üyesi
«Tarikatta Râbıta ve Nakşibendîlik»

Bu kitabı yeni bitirdim. Allah hocamızdan razı olsun. Hizmetini daim kılsın inşaallah.
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
TARİKATTA RABITA ve NAKŞİBENDİLİK

maxpayna_rabita.jpg


ARAŞTIRMACI YAZAR ESKİ NAKŞİBENDİ ŞEYHİ (FERİD AYDIN)


pdf.jpg
Rabita.PDF




TARİKATTA RÂBITA

Râbıta nedir / Şartları ve uygulanışı / Kaynağı / Tarihçesi / Râbıta-Meditasyon-Yoga / Tasavvuf / Tarikat / Nakşibendîlik / Şeyh-Mürit ilişkisi / Seyrusülûk / Fenâfillâh- Nirvana /Tamamlayıcı bilgiler.



Rabıtâ:

Müridi şartlı refleksle şeyhe bağlamak ve onu şeyhin emrinde otomatik bir aygıt haline getirmek için belli şartlarla tekrarlanan bir tarikat uygulamasıdır. Belli zamanı ve uygulanış biçimi vardır.

(Bkz. Ferit AYDIN, Tarikatta Râbıta ve Nakşibendîlik s. 17-25 Süleymaniye Vakfı yayınları İst-2000.)

Râbıtanın şartları ve uygulanışı.

Râbıtanın şartları ondur:

1. İnâbeli olmak:
Yani bir Nakşibendî şeyhine bağlanmak ve mürit sıfatını kazanmak.
Nakşibendî Tarikatı, örgütlenmeye en çok önem veren bir mistik akımdır. Tarih boyunca kaydettiği gelişmesini ve yaygınlaşmasını sıkı ve disiplinli örgütlenmeye borçludur. Tarikatın ilk ve en önemli kuralı şeyhe mal ve canla teslim olmak emir ve talimatını kayıtsız, şartsız ve itirazsız şekilde yerine getirmektir. Bunu peşin olarak kabul etmeyen zaten bu tarikata alınmaz. Bu örgüte mürid sıfatıyla giren her kes sıkı bir şekilde izlenir. Davranışlarında tarikat kurallarına aykırı en ufak bir hareket tespit edilirse (uzaklaştırılmasından zarar gelmeyeceğine inanıldığı taktirde) tard edilir, aksi halde başka şekilde kullanılır!
2. Aptesli olmak:
Bu şart râbıtaya, İslâm'a ait bir uygulama süsü vermek için öngörülmüştür. Çünkü ileride de görüleceği üzere râbıtanın kaynağı İslâm değildir.
3. Kapıyı kitlemek:
İslâm'da ibadetin gizli yapılmaması gerekir. Özellikle eğitici etki yapacağından farzların açık şekilde yapılması zorunludur. Çünkü İslâm bir cami ve mezarlık dini değildir. Sosyal ve toplumsal disiplinlere sahip bir yaşam ve yönetim biçimidir. Cami pencerelerine buzlu cam takılmasından amaç, içerideki görüntüyü gizlemek değil, tam tersine dışarıdaki görüntünün içeriye yansımasına ve namazdakilerin dikkatini dağıtmasına engel olmaktır.
Dolayısıyla rabıta yaparken tarikatçıların kapıyı kilitlemesi, Tarikat liderlerinin vaktiyle bir takım gizli ve tehlikeli amaçlar güttüğünü, bu maksatlarla yapılan toplantılara ibadet süsü verdiklerini akla getirmektedir.
4. Ortamı karartmak.
Gerek rabıta sırasında, gerekse Hatm-i Khuwajegân ve tevccüh ayinleri sırasında ışıkların söndürülmesi olayı da yine yukarıdaki noktayı hatırlatmaktadır.
5. Ters teverruk oturuşu ile oturmak.
Bu oturuş şekli, Buduzm'in teorisyenlerinden Rahip Patanjali'nin Sutralar adlı kitabında yoga için ön gördüğü oturuş biçimlerinden adapte edilmiştir. Meselenin içyüzünü gizlemek için biraz değiştirilmiştir.
6. Gözleri yummak.
Gözleri yummak da yine Budizm'in yogasından alınmıştır. Amaç şeyhin silueti üzerinde zihni yoğunlaştırmaktır.
7. Nefesi kontrol altına almak.
Bu kural da yine yogadan alınmıştır. Bundun maksat, konsantrasyonu sağlamaktır.
8. Sabit ve hareketsiz durmak
Aynı şekilde bu kural da yine yogadan alınmadır. Konsantrasyonu kolaylaştırmak içindir.
9. Mürşidin şeklini zihinde canlandırmak.
Bu da yogadan alınmıştır. Şartlı refleks eğitimine yönelik bir uygulamadır.
10. Mürşidin rûhâniyetinden yardım dilemek.

Bu ise tarikatın politeist felsefesinden kaynaklanan bir fantezidir. Rabıtayı tamamlayıcı bir özellik taşır.

(Bkz. Bkz. Ferit AYDIN, Tarikatta Râbıta ve Nakşibendîlik s. 26-31 Süleymaniye Vakfı yayınları İst-2000).

Kaynağı:

Nakşibendi râbıtası, tarikatın bütün temel ilkeleri gibi Hint kaynaklıdır ve Budizm'den alınmadır. Râbıta sözcüğü Arapça olduğu için, bu meselenin içyüzünü bilmeyenleri yanıltmaktadır. Aslında bu tarikatın bütün kavramları kısmen Arapça, kısmen de Farsça'dır. Çoğu, Rahip Patanjali'nin Sutralar'ından alınan ve hile ya da adaptasyon sonucu Arapça ve Farsça kelimelerle sembolize edilen bu kavramlar, tarih, antropoloji, evrim ve yozlaşma gerçekleri hakkında bilimsel malumattan yoksun yığınlar için son derece yanıltıcı olmuştur.

(Bkz. Bkz. Ferit AYDIN, Tarikatta Râbıta ve Nakşibendîlik s. 257-274 Süleymaniye Vakfı yayınları İst-2000)

Tarihçesi:

Nakşibendilerin ilk yazılı kaynağı olan Raşahât adlı kitaba bakılacak olursa rabıta kelimesini ilk kez telaffuz eden Yakub-i Çarkhî adlı ruhanîdir. Bu şahıs Gazneli bir Türktür ve milâdî 1444'te ölmüştür. Onun çağdaşı olan Raşahat'ın yazarı Ali bin Hüseyn el-Vaiz, Farsça yazdığı eserinin (Osmanlıca'ya çevrilmiş tercümesinin) 354 üncü sayfasında birkaç kelime ile bu konuya dokunmaktadır. Ancak bu çok kısa değinmeden, rabıtanın o dönemde ne anlama geldiği ve nasıl uygulandığı hakkında hiçbir şey anlaşılmamaktadır. Aslında bu sembolik sözler, rabıtanın o tarihlerde henüz tarikatın bir kuralı haline gelmekten çok uzak olduğunu ve sade bir düşünceden öteye gitmediğini göstermektedir. Buna, rabıta sürecinin ilk aşaması demek doğru olur.

Nakşilik tarihinde rabıtadan belgesel olarak söz eden ikinci şahıs Tacuddîn bin Zekeriyya el-Hindî'dir. Hintli olan bu kişi, bir süre Mekke'de kalmış, milâdî 1641'de orada ölmüş ve tarikat hakkında Arapça iki kitap bırakmıştır. Bunlardan biri Risâle-i Tajiyye'dir; ikincisi de Âdab'ul-Meshikhati wa'l-Muridîn'dir. Her iki kitapçıkta da rabıtadan söz etmiş ve en azından onu, «Şeyhin şeklini zihinde canlandırmaktır» diye tanımlamıştır. Bu da rabıta sürecinin ikinci aşamasıdır.

Tacuddin'in ölümünden yaklaşık iki yüz yıl sonra Halid Bağdadî adında bir Nakşibendi şeyhi rabıtayı ele almış ve onu bu tarikatın önemli bir kuralı haline getirmiştir. Bu kişi, rabıtaya ilişkin olarak yukarıda sıralanan şartları koymuş ve bu kural için bir de uygulama şekli belirlemiştir. Bu da rabıta sürecinin üçüncü ve şimdiye kadarki son aşamasıdır. Halid Bağdadî'nin 1826 yılında öldüğüne bakılacak olursa işbu rabıta meselesinin, 1444 ile 1826 yılları arasında 382 yıllık bir süre boyunca üç aşamada pişirilerek Nakşibendilere hazmettirildiği açıkça anlaşılmaktadır.

Râbıta-Meditasyon-Yoga:

Rabıtayı, kısa da olsa yukarıda tanımlamıştık. Meditasyon sözcüğü ise Avrupa kaynaklıdır ve "bilinçli düşünme" anlamına gelmektedir. Yoga'ya gelince bu terim, Budizm'le ilgili kaynaklarda «Allah'la birleşme amacına yönelik bir zihinsel eğitim» olarak tanımlanmıştır. Bu üç terim arasındaki ilgiler araştırıldığında rabıtanın yoga'dan ilham alınarak düzenlenmiş bir meditasyon biçimi olduğu anlaşılmaktadır.

(Bkz. Bkz. Ferit AYDIN, Tarikatta Râbıta ve Nakşibendîlik s. 257-274 Süleymaniye Vakfı yayınları İst-2000)

Tasavvuf:

Tasavvuf sözcüğü, ne Arapça'dır; ne İslâm kaynaklıdır; ne Kur'an-ı Kerim'de, ne de hadis-i şeriflerde geçmektedir. Bu gerçekler bile tasavvufun İslâm'a her bakımdan ne kadar yabancı olduğunu anlatmaya yeter.

Tasavvuf kelimesi, Yunanca «Theosophie=Teozofi» den alınmış, zaman içinde gevelenerek sözde (felsefe kelimesi gibi) Arapçalaştırılmıştır. Çünkü felsefe sözcüğü de orijin bakımından Yunancadır ve batı dillerinde (fr.) philosophie veya (İng.) philosophy (filozofi) şeklinde yazılır. İşte Theosophie kelimesi böyle bir evrime uğrayarak bu fonetikle işlenmiş ve İslâm literatürüne çöküş sürecinde yerleştirilmiştir. Buna rağmen tasavvuf kelimesinin, (Arapça yün anlamına gelen) sûf'tan; (arılık anlamına gelen) safwet'ten; ya da «Ashab-ı Suffe» den geldiği, ısrarla ileri sürülmüştür. Bu iddiaların üçü de temelsizdir.
Görüldüğü üzere gerek kaynak bakımından, gerekse lenguistik yönden İslâm'a bu derece uzak olan tasavvuf, felsefe olarak da İslâm'a ilişkin hiçbir özellik taşımamaktadır.

Felsefe olarak:

1. Tasavvuf pasif ve metitativdir.
İslâm ise aktif ve aksiyonerdir.

2. Tasavvuf sırf ruhânîdir.

İslâm ise hem ruhânî hem de seküler cephelere sahiptir. Ancak her iki yönü ile de rabbânîdir.

3. Tasavvuf Allah'ı her şeyin özü ve ruhu; her şeyi de Allah'ın bir parçası olarak görür.

İslâm ise Allah'ı tüm kâinâtın dışında; ancak bütün varlıkların tek, eşsiz, benzersiz, başlangıçsız, sonsuz, eksiksiz, aşkın ve yetkin yaratıcısı sıfatlarıyla bir «Zât-ı Ece-i Âlâ» olarak tanımlar.
4. Tasavvuf, «marifetullah» idealine dayanır. Bu ise Allah'ın zatını keşfetmek, O'nu bulmak ve O'nda eriyip sonsuzlaşmak ve ölümsüzleşmek demektir. Bu idealin Kitap ve sünnette yeri yoktur.

İslâm'daki ideal ise «İbadetullah» tır. Yani Allah'a iman, teslimiyet ve içtenlikle kulluktur.
(Bk. Kur'an-ı Kerim, Zariyât/56)

Bütün bu gerçekler, tasavvufun kesinlikle İslâm'dan tamamen ayrı bir felsefe ve düşünce olduğunu; bu felsefeye dayandırılan her tarikatın da İslâm'dan bağımsız birer din olduğunu çok berrak şekilde kanıtlamaktadır.

(Bkz. Ferit AYDIN, Tarikatta Râbıta ve Nakşibendîlik s. 203-215 Süleymaniye Vakfı yayınları İst-2000)

Tarikat:

«Tarik», yol anlamına gelen Arapça bir sözcüktür. Sonuna eklenen dişilik takısı ile «Tarikat» biçiminde kullanılan bu sözcüğe özel anlamlar yüklenmiştir.

«Bir yol», ya da «Yollardan biri» demek olan «Tarikat» terimi tasavvufla, yani mistisizmle sıkı ilişkilidir. İslâm'la hiçbir bağı bulunmayan mistik düşünce, bütün tarikatların felsefesini oluşturmaktadır. Böylece tarih boyunca tarikat adı altında peydahlanmış örgütlerle İslâm arasında hiçbir bağ bulunmadığı sonucunu çıkarmak mümkündür.

Başta Yesevîlik ve Nakşiberdîlik olmak üzere, örneğin: Kadiriyye, Rufaiyye, Şazeliyye, Bayramiyye, Halvetiyye, Rûşeniyye, Gülşeniyye, Sümbüliyye, Şemsiyye, Ahmediyye, Cemâliyye, Bahşiyye, Uşşakiyye, Cerrahiyye, Demirtaşiyye, Deridaşiyye, Sezaiyye, Aliyye, Buhuriyye, Bekriyye, Burhaniyye, Cahidiyye, Çerkeşiyye, Dürdüriyye, Karabaşiyye, Kemaliyye, Mısriyye, Muslihiyye, Nasuhiyye, Ramazaniyye, Raufiyye, Salâhiyye, Semâniyye, Sivâsiyye, Sinâniyye, Zühriyye, Haliliyye, İbrahimiyye, Hafniyye, Hulviyye, Feyziyye, Cihangiriyye, Hayatiyye, Bektaşiyye ve Biberiyye, gibi tarih boyunca kurulmuş olan tarikatlararın faaliyetleri sonucu, İslâm hayat nizamı -kelimenin tam anlamıyla- felce uğratılmıştır!

Bugün dünya Müslümanlarının uğradığı çöküş ve felâketlerin temelinde bu örgütlerin büyük etkisi vardır. Dolayısıyla bu etkilerden, gelecek kuşakları koruyabilmek için Müslümanlar, tasavvuf ve tarikatlar hakkında belgesel, güvenilir ve ayrıntılı bilgilere ulaşmak zorundadırlar. Araştırmacı-Yazar Ferit AYDIN 23 yıl boyunca yaptığı çalışmalarla «Tarikatta Rabıta ve Nakşibendilik» adı altında işte bu önemli sorunu aydınlatmış ve yakaladığı gerçekleri kanıtlarıyla birlikte okuyucuya sunmuştur.
(Bkz. Ferit AYDIN, Tarikatta Râbıta ve Nakşibendîlik Süleymaniye Vakfı yayınları İst-2000)

Nakşibendilik:

Yukarıda sadece birkaçının adı geçen tarikatlar arasında özellikle Nakşîlik Türkler arasında en çok yayılıp tutunmuş, bir tarikattır. Bunun çeşitli sebepleri vardır. Birincisi ve belki de en önemlisi bu tarikatın Türk-İslâm modeli olarak algılanmış olmasıdır. Çünkü bu mistik akmın geçmişi, her ne kadar Hz. Ebubekr'e dayandırılıyor ise de, gerçekte bugünkü adını bile 1389'da Buhara'da ölen Muhammed Bahauddîn Buharî'den çok sonra almıştır.

Yani kurucusu olduğu iddia edilen Muhammed Buharî'nin bile bu tarikatı Nakşibendîlik adı altında organize ettiğine ilişkin hiçbir kanıt ve belge yoktur. Hatta ve hatta Muhammed Buharî'ye Şah-ı Nakşibend unvanı bile onun ölümünden çok sonra verilmiştir.
Bu örgütün sekiz maddelik ilk temel kurallarını koyduğu ileri sürülen ve milâdî 1179'da Buhara'da ölen Abdulkhalıq Gonjduwanî'nin, yaşadığı dönemden günümüze dek geçen yaklaşık 800 yıl boyunca Nakşibendî Tarikatı'nın macerası ilginç gelişmelerle sürmüştür. İlhamını asla İslâm'dan almamış olan, tam tersine çeşitli dönemlerde daha çok Budizm'den beslenerek İslâm'a ve Müslümanlara karşı tehlikeli ivmeler kazanan bu tarikat, günümüzde önemli bir toplumsal sorun haline gelmiştir. Özellikle Khatm-i Khuwajegân ayini ve râbıta gibi şartlandırıcı meditativ uygulamalarıyla bu akım, günümüzde İslâm'dan dolaylı kaçışın ve fanatizmin ürkütücü kaynağı durumundadır.

Bu tarikatın en tehlikeli yanı, onun dış görüntüsüyle oynadığı yanıltıcı roldür. Örneğin alkoliklerin, stres altında bunalan insanların ve çeşitli ruhsal sorunlarla boğuşanların Nakşibendî tekkelerinde, keramet masallarıyla rehabilite edilmeleri bu tarikatın lehinde etkili reklâm ve propaganda yerine geçmektedir. Keza bu tarikatın yayıcıları tarafından iman, ibadet ve ahlâk konularında her gün vaaz kürsülerinde yapılan ateşli konuşmalar, bu örgütün içyüzünden habersiz sıradan yığınları derinden etkilemektedir. İlginçtir ki bu tarikata giren kalabalıklar arasında hemen hiç kimse Nakşibendiliğin ilham kaynağını, tarihi serüvenini, İslâm'dan saptırıcı gizli kurallarını ve karanlık felsefesini bilmemektedir. Bu tarikat, günümüzde Amerika, Kanada ve çeşitli Avrupa ülkelerinde interrnet ve medya aracılığıyla propagandalarını yoğunlaştırarak adeta bir beyin yıkama makinesi haline gelmiştir.

Nakşibendî Tarikatı'nın, işte bu gizli yönlerini Araştırmacı-Yazar Ferit AYDIN, yıllarca süren çalışmalarının bir ürünü olarak «Tarikatta râbıta ve Nakşibendîlik»adlı eseriyle gün ışığına çıkarmış bulunmaktadır.

Şeyh-Mürit ilişkisi:

Nakşibendîlikte bağlılık, içtenlik ve fedakârlık tarikat ahlâkının özünü ve temelini oluşturur. Bu nedenle şeyh-mürit ilişkisi çok sağlam kurallara bağlanmıştır.

Müridin şeyhe canfedâ bir şekilde bağlanmasını sağlayan kuralların başında râbıta gelir. Müritlik sıfatını kazanan kişiye sürekli şekilde rabıta yaptırılır. Bilindiği üzere rabıtanın en önemli şartı, şeyhin şeklini zihinde canlandırmak ve sanal alemde hep onunla yaşamaktır. Bu arada rabıta dışında, şeyhin gözde adamları tarafından müritlere sürekli olarak onun «keşif ve kerametleri, manevi üstünlükleri, yüce ahlâkı ve Allah katındaki mertebesi» hakkında açıklamalar yapılır. Bu telkinler ve anlatımlar o kadar sürekli ve etkilidir ki sohbetler esnasında bazı müritler dayanamayarak baygınlık geçirir, bazıları acaip sesler çıkarır; örneğin havlar, miyavlar ya da kişnerler; bazıları ise dam, teras ve balkonlardan kendilerini aşağı atarlar. Buna da tarikat dilinde «cezbeye kapılmak» denir.

Mürit uzun süre bu telkinler altında artık şeyhin bir kulu ve kölesi haline gelir. Bu yüzden bazı müritlerin özel ve gizli sohbetlerde arkadaşlarına «Ben şeyhimi Allah'tan daha çok severim» dediği nadir olaylardan değildir. Bu da Nakşibendilikte şeyh-mürit ilişkisi hakkında bir fikir vermesi bakımından yeterlidir!

Seyrusülûk:

«Seyr», Arapça bir sözcüktür; yürümek, yol almak demektir. «Sülûk»da Arapçadır ve bir yolu izlemek anlamına gelir.
Tarikat, belli amaçlara dayalı bir yol olduğu için bu yolu izleyecek kişiye yaptırılan özel eğitim, bu isim altında kurumlaştırılmıştır. Nakşîlik'te «Seyr-u sülûk» diye adlandırılan eğitim şekli, tarikatın karmaşık birtakım kurallarının uygulamasından oluşur.

Tarikat, örgütsel yapısını korumak ve teşkilâta nitelikli eleman yetiştirmek için özel bir eğitim sistemi geliştirmiştir. Bu sistemin Budizm'den adapte edilmiş önemli disiplinleri vardır. «Seyr-u sülûk», işte bu disiplinlerin uygulamasına denir.

Nakşibendî Tarikatı'nın on bir temel kuralı vardır. Bu kurallar, çoğu Farsça'dan seçilmiş şu terimlerle ifade edilir:

1. Hûş der dem
2. Nazar ber kadem
3.Sefer der Vatan
4. Khalvet der encumen
5. Yâd kerd
6. Bâz geşt
7. Nigâh daşt
8. Yâd daşt
9. Vukûf-i zamanî
10. Vukûf-i adedî
11. Vukûf-i Kalbî

Örgütün önemli kademelerinde görevlendirilecek kişiler, işte bu kurallarla öngörülen yarı gizli bir eğitim sisteminden geçirilerek hazırlanırlar. Yani tarikata her giren kişiye hele sıradan kimselere «Seyr-u sülûk» yaptırılmaz. Eğitimsiz mürit takımından olanlara «wird» adı altında birtakım şartlandırıcı zikirler verilir; transa geçmeleri için onlara rabıta yaptırılır. Bununla birlikte Khatm-i Khuwajegân ayinine de alınırlar. Ancak postnişîn ve halife adaylarına yaptırılan «Seyr-u sülûk», bu sıradan kalabalıklara yaptırılmaz.

Eğitimsiz mürit yığınlarının sayıca fazla olması sadece stratejik açıdan önemlidir. Örgütün fazla insan gücüne sahip olması çeşitli hedeflerin gerçekleştirilmesi yanında gövde gösterisi ve propaganda için de önem taşır.

Fenafillâh-Nirvana:

«Fenâfillâh» tabiri, «Vahdet-i vücut» olarak bilinen ve helenistik dönemden beri çeşitli din ve felsefeye temel oluşturan politeist doktrinlere ait bir argümandır. Birçok tarikatta olduğu gibi Nakşibendilikte de «Seyr-u sülûk» denen «manevi yolculuğun son durağıdır.» Nakşibendilere göre evliyalık mertebelerinden birine sahip olmuş kişinin zaman içinde yücelerek Allah ile birleşip O'nun (haşa!) zatında erimesiyle ulaştığı en üst zirvedir.

Tamamlayıcı Bilgiler:

İçyüzü yukarıdaki özet bilgilerle deşifre edilen Nakşibendi Tarikatı'nın ve benzeri örgütlerin, ülkemiz ve halkımız için ne gibi sorunlara kaynaklık ettiği hakkında toplumu aydınlatmak ilim erbabının, eğitimcilerin ve sivil toplum örgütlerinin önemli görevlerindendir. Vakfımız işte bu görevi böylece yerine getirmeye çalışmaktadır.

Araştırmacı-Yazar Ferit AYDIN tarafından bu örgüt hakkında kaleme alınan «Tarikatta Rabıta ve Nakşibendilik» adlı eser hiç kuşkusuz bu konuda önemli bir boşluğu doldurmuştur. Bu çalışmayı okuyucuya sunmakla toplumu aydınlatma konusunda vakfımız önemli bir hizmet sergilemiştir.

Sitemizin değerli izleyicilerine gerek bu konuda, gerekse çeşitli kültürel ve ahlâki konularda sürekli şekilde faydalı bilgiler sunulacak, sorularına cevap verilecektir. Sorunlarınızı bize iletiniz, Kur'ân ve Sünnet ışığında sizi aydınlatmaya çalışalım. Başarı Allah'tandır.
 
R Çevrimdışı

RmN

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Siz ne dediğinizin farkında mısınız? Şu okuduklarımın karşısında tüylerim diken diken oldu. Yanılıyorsunuz, tasavvufu bir batak olarak görmek ne büyük körlüktür. Bu sözde araştırmalar eşiğinde yazılmış fakat sadece dar bir hayal gücünün mantığa yatırılmaya çalışılmasıyla yazılan kitabı okumak yerine size en güzel tavsiye açın Muhammed Saki EROL'un "Arifler Yolunun Edepleri" kitabını okuyun. El insaf kardeşim yok şeyhin ne derse yapacakmışın da yoksa tarikata giremezmişinde. Araştırın soruşturun böyle bağnaz yaklaşımlara pabuç bırakmayın. Aklınıza ne takılıyosa bu yolda cevabı vardır sordunuz da cevap mı bulamadınız? Nedir bu düşmanlık. O bahsettiğiniz kişi sahte şeyhmidir değilmidir bilmem ama tarikat yolu sahte değildir. Günümüzde bu yolun erleride elbetteki vardır.
 
R Çevrimdışı

RmN

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Sen her ben mehdiyim diyene inanıyomusun? Ya da zamanın da sahte peygamberler çıkmadımı? Sadece bir açıdan ( o da yanlış açıdan) bakarak tasavvufu tarikatı anlayamayız. Ben sizin dediğiniz linki inceledim sizde benim dediğim kitabı inceleyin. Sonra aklınıza takılan bir şey olursa görüşelim, konuşalım
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Kardeş lütfen zamanımızı alma. Size verdiğim linkleri dikkatli inceleyin sizin verdiğiniz kitapların genel akidesine harfi harfine reddiyeler var. Bana geçmiş Resulullahdan bir kitap gelmiş gibi kitap övmeyin varsa bir durum buraya yazın konu olarak da görelim.

Biz her mehdi diyene mehdi olarak inanmayız ama tasavvuf akidesindekiler çoğu pisliği Resulullah sav'in önüne geçirmekte tereddüt etmezler.

Buyur risale hakkındaki çalışmamız.
RİSALE-İ NUR'LARDA TEZAT VE YANLIŞLIKLAR ! (kitap) - islam-tr.org - islami Forum [- islam -Kuran - Hadis - Sünnet - Ayet - Cihad - Şehadet - Fıkıh islami resimler - ilahiler - Ezgiler - Sohbetler]

buyur tasavvufçu sofilerin rabıtası hakkındaki çalışmamız.
FECR-İ SADIK DOĞDU, MASKE GÖRÜLDÜ : RABITA'NIN İÇ YÜZÜ (kitap) - islam-tr.org - islami Forum [- islam -Kuran - Hadis - Sünnet - Ayet - Cihad - Şehadet - Fıkıh islami resimler - ilahiler - Ezgiler - Sohbetler]

buyur resullullah sav'in önüne geçirdiğiniz pisliğin hesablamasına dair reddiye çalışmamız.
EBCED VE CİFİR, YAHUDİ KABALASININ ŞİRKİDİR - islam-tr.org - islami Forum [- islam -Kuran - Hadis - Sünnet - Ayet - Cihad - Şehadet - Fıkıh islami resimler - ilahiler - Ezgiler - Sohbetler]

buyur tasavvufçuların şefaatına karşı yaptığımız çalışma
TEVESSÜL , İSTİĞASE VE ŞEFAAT - islam-tr.org - islami Forum [- islam -Kuran - Hadis - Sünnet - Ayet - Cihad - Şehadet - Fıkıh islami resimler - ilahiler - Ezgiler - Sohbetler]

buyur tasavvuf akidesindeki küfür ve şirk akidesindeki çalışmamız.
TASAVVUF BÜYÜKLERİNİN KENDİ ESERLERİNDEN KÜFÜR AKİDELERİ ! (kitap) - islam-tr.org - islami Forum [- islam -Kuran - Hadis - Sünnet - Ayet - Cihad - Şehadet - Fıkıh islami resimler - ilahiler - Ezgiler - Sohbetler]

bunlar sizin vereceğiniz kitabdaki ve tasavvuf konusundaki yazılmış tüm eserlere reddiyedir.

bir yanlışlık görüyorsanız burada çok konuşmadan ilgili linkleri bulup yada kendiniz başlık açıp yazmaya sizi davet ediyorum.
 
I Çevrimdışı

idris53

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
bende 10 15 sene cıvarı murıtlık yaptım
ama bıraktım
bunların zalım olduklarını farkettım
sevdıgım bır arkadasım vardı ısmı mustafa
bu koyune gıttı bılınmıyen bır sebebten dolayı oldu yada sehıt oldu ıntehar dıyorlar ısın gercegı bellıdegıl
ben sehıt olduguna ınanıyorum
ruyamda onu canlı gıbı gordum ona sarıldım ona soyledım sen olmedımmı
oda olmedıgını soyledı bende onun ıntahar eden bukadar rahat nasıl olabılıyor dıye dusundum
bana ıstanbula gıdecegını soyledı
jeton dustu sehıtler olmez ya onu sehıt ettıler dunya hayatında nasılsa camı cematıne sevdalıydı
ceme cematınden beraber gordum ruyada ruya degı gercek gordugum ruyaya ruya dıyemem
o naksıcılerın bunu sevmıyenlerı bunun ıcın baya kotu konustular
kısaca bunlardan tarıkatcılardan v.s fetulahcılarda aynıdır bır kumeste bır horoz olur 5 10 tane horoz olmaz ne koy olur ne kasaba bunlardan ancak muslumanlar ıcın beladır fıtnedır
1 bırlıgı bozuyorlar Allah bızı kardes ıan etmıs bunlar sayesınde musluman kardeslıgı bıter kuru bır sozden baska kardeslıklerı olmaz
2 sadece tarıkatlar degıl buna bencer herkurum cehennem odunudur seytandır Allah ve resulunun dusmanıdır 2 2 daha dort eder bunu otesı berısı yoktu varsada hakkı olumdur
3 ıslam kuran oyuncak degıldır cıddıdır ve cıddı olmalıdır
4 bunları ortadan kaldırmak her muslumanın gorevıdır bunlarla savasmak
cıhattır ıslama sahıp cıkmaktır ıslam tektır ıslamın ortagı yoktur ortaklık edenler olume hazırlansın
dın ancak Allahın dır bızım gıbıler oldugu muddecce din Allah ın olacak olmayada devam edecek
islam dısı Allah dınını hıce sayan sozde adaletten bahseden ıyılıkten bahseden ıyılıkten eser olmayan
zalım fıtnecı topluluklar sızı ortadan kaldırmak muslumanlık gorevımız
 
Mahza Çevrimdışı

Mahza

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Allah razı olsun hocamızın vesilesi ile tarikat batağına düşmüş kardeşlerimiz kurtulmakta.
Kimin ne durumda olduğunu ancak ALLAH (c.c) bilir kardeşim. Bu da zaten er geç belli olacak İnşâallah. Allah hepimizi doğru olana iletsin inşâallah.


bende 10 15 sene cıvarı murıtlık yaptım
ama bıraktım
bunların zalım olduklarını farkettım
sevdıgım bır arkadasım vardı ısmı mustafa
bu koyune gıttı bılınmıyen bır sebebten dolayı oldu yada sehıt oldu ıntehar dıyorlar ısın gercegı bellıdegıl
ben sehıt olduguna ınanıyorum
ruyamda onu canlı gıbı gordum ona sarıldım ona soyledım sen olmedımmı
oda olmedıgını soyledı bende onun ıntahar eden bukadar rahat nasıl olabılıyor dıye dusundum
bana ıstanbula gıdecegını soyledı
jeton dustu sehıtler olmez ya onu sehıt ettıler dunya hayatında nasılsa camı cematıne sevdalıydı
ceme cematınden beraber gordum ruyada ruya degı gercek gordugum ruyaya ruya dıyemem
o naksıcılerın bunu sevmıyenlerı bunun ıcın baya kotu konustular
kısaca bunlardan tarıkatcılardan v.s fetulahcılarda aynıdır bır kumeste bır horoz olur 5 10 tane horoz olmaz ne koy olur ne kasaba bunlardan ancak muslumanlar ıcın beladır fıtnedır
1 bırlıgı bozuyorlar Allah bızı kardes ıan etmıs bunlar sayesınde musluman kardeslıgı bıter kuru bır sozden baska kardeslıklerı olmaz
2 sadece tarıkatlar degıl buna bencer herkurum cehennem odunudur seytandır Allah ve resulunun dusmanıdır 2 2 daha dort eder bunu otesı berısı yoktu varsada hakkı olumdur
3 ıslam kuran oyuncak degıldır cıddıdır ve cıddı olmalıdır
4 bunları ortadan kaldırmak her muslumanın gorevıdır bunlarla savasmak
cıhattır ıslama sahıp cıkmaktır ıslam tektır ıslamın ortagı yoktur ortaklık edenler olume hazırlansın
dın ancak Allahın dır bızım gıbıler oldugu muddecce din Allah ın olacak olmayada devam edecek
islam dısı Allah dınını hıce sayan sozde adaletten bahseden ıyılıkten bahseden ıyılıkten eser olmayan
zalım fıtnecı topluluklar sızı ortadan kaldırmak muslumanlık gorevımız

Senin bu yaptığın ne peki? Müslümanlık görevi, müslümanların müslümanları ortadan kaldırması mı? Müslümanların müslümanları tekfir etmesi mi?


ALLAHtan Korkun, Ben Tarikat Seyhi dedim mi Haince Bir aksam vakti Dini icin Yolun Ortasinda Hasan El Benna gibi vurulmuslarini Kasdederim, Tesbih Savasinda degil, Ben Seyh Dedim mi Dini Icin Boynunda Ip Sallanarak can Ceken kisiye derim, Hurafe anlatanlara degil !

Unutma Imam Gazali Zamanindaki Tasavvufuda, Yeni Modern Tasavvufuda elhamdulillah cok iyi billirim..
Tarikat şeyhlerinin birçoğu ömrünü İslam uğrunda tüketmiş alimlerdir, neler çekmişler, canlarını feda etmişler bu yol uğrunda, Allah'ı (C.c) zikirle beraber ;). Bence yeterince bilmiyorsunuz..


Tarikatı inkar edenleri asla tekfir etmem, bundan da Allah'a sığınırım. Ama bir inanıpta tarikatta bağlı olmamak var, bir de inkar etmek, şirk görmek, tekfir etmek var.. Muhafâzanâllah..
Aklım ermiyor, klavye başında oturup alimlere dil uzatılmasına, tarikata dil uzatılmasına.. Vicdanınızla muhasebe yapın Allah aşkına.. Ne kadar alimiz ki eleştiriyoruz.. Klavye alimi, klavye mücahidi olmaktansa sıradan bir cami cemaati olmayı yeğlerim..

Kardeşimizin dediği gibi tarikat konusundada kitaplar okuyup, iyice araştırdıktan sonra yorum yapsanız daha hayırlı olur.

Ve de Sadece Ferid Aydın yazarsanız iyi olur. Bir anlam veremedim eski nakşibendi şeyhlerinden yazılmasına, sonuçda artık şeyh değilmiş..

Er yarın hakk divanında belli olur...
 
selsebil Çevrimdışı

selsebil

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Kimin ne durumda olduğunu ancak ALLAH (c.c) bilir kardeşim. Bu da zaten er geç belli olacak İnşâallah. Allah hepimizi doğru olana iletsin inşâallah.




Senin bu yaptığın ne peki? Müslümanlık görevi, müslümanların müslümanları ortadan kaldırması mı? Müslümanların müslümanları tekfir etmesi mi?


Tarikat şeyhlerinin birçoğu ömrünü İslam uğrunda tüketmiş alimlerdir, neler çekmişler, canlarını feda etmişler bu yol uğrunda, Allah'ı (C.c) zikirle beraber ;). Bence yeterince bilmiyorsunuz..


Tarikatı inkar edenleri asla tekfir etmem, bundan da Allah'a sığınırım. Ama bir inanıpta tarikatta bağlı olmamak var, bir de inkar etmek, şirk görmek, tekfir etmek var.. Muhafâzanâllah..
Aklım ermiyor, klavye başında oturup alimlere dil uzatılmasına, tarikata dil uzatılmasına.. Vicdanınızla muhasebe yapın Allah aşkına.. Ne kadar alimiz ki eleştiriyoruz.. Klavye alimi, klavye mücahidi olmaktansa sıradan bir cami cemaati olmayı yeğlerim..

Kardeşimizin dediği gibi tarikat konusundada kitaplar okuyup, iyice araştırdıktan sonra yorum yapsanız daha hayırlı olur.

Ve de Sadece Ferid Aydın yazarsanız iyi olur. Bir anlam veremedim eski nakşibendi şeyhlerinden yazılmasına, sonuçda artık şeyh değilmiş..

Er yarın hakk divanında belli olur...
ne güzel söylemişsin işte kuzen tarikat konusunda önce biraz okuyun derken...gel sen de tarikat hakkında biraz oku,tarihini biraz araştır da gör Rasulullah'tan ne kadar sonra ortaya çıktığını.sen daha iyi bilirsinki buna da bidat diyoruz.indirirsen elinden birazcık risale-i kudsiyeyi işin şirk boyutuna vardığını da göreceksin.indir artık mürid gözlüklerini:)
 
M Çevrimdışı

mutasyon

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Biliyorum, ne söylense ne yazılsa boş, inanan inanır, inanmayan kuru inadında devam eder.

Yazabileceklerim kısıtlı, ilk yazdıklarımı da fazla aşikare buldum ben düzenledim. Şunları yazayım kısaca;

20. asır inkar asrı idi, 21. asır ise inkardan dönüş asrı olacaktır. Bu böyledir, güneş batıdan doğacaktır. Bugün batı islama girerken doğuda (ve ülkemizde) Allah diyen horlanır. başörtüsü takan horlanır, sakal bırakan sarık takan horlanır, Peygmerin hali ahvali gibi yaşayan horlanır.

Sadece şunu bilelim, Hadiste "Benim ümmetimin ömrü (hicri)1500 seneyi geçmeyecekir" diyor Peygmer efendimiz. Bu gün hicri 1432 deyiz, bu sürenin dolmasına çok az kaldığı aşikardır(68yıl). Bu süre dolmadan Mehdiyyi Muhtasar (a.s) zuhur eder. Akıllı olalım kendimizi gözetelim, zira güneş batıdan doğduğunda herşey ayan olur. Sır aşikar olur. o andan itibaren iman kapısı kapanır. Firavu'nun nilde söylediği gibi değersizleşir sözler.

Allah haktır(vardır), Peygamberler haktır, Alimler peygmberlerin varisleridir. Şeyler yol göstermekten başka bir iş yapmazlar, onlara intisab eden şeyanın şerrinden emin olur.

Veselam..
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Alim diye adlandırılanların isimleri yerine yaptıklarını burada yazsanız daha iyi olur.

Elinizden gelse inandığınız alimleri burada peygamber diye insanlara anlatacaksınız. Körü körüne bir bağlılıktan öteye gitmiyor sizin durum. Şeyh ne yaparsa vardır bir bildiği mantığı ile yaşamanız bir acilizlik ve bunu burada deşifre ediyoruz diye olayı tekfirle ilişkilendirmeniz ise bir terbiyesizliktir.

Her ak sakallı şeyh olsaydı bu ülke şeyhlerden geçilmezdi.

Ortada nasıl bir rant döndüğünü herkes biliyor, zaten insanların tek bildiği şeyh zikir çeker, şeyh günah çıkarır, şeyh Allah dostu, şeyh bilmem ne..

Bırakın artık bu kör zihniyetleri, ne zaman akıllanıp Rasulullah sav'in getirdiği dini araştıracaksınız.

Rasul sav adına bile onca söylenmiş yalan varken birileri kim oluyor ki şeyhlerinin hatasız Allah dostu olduğunu iddia ediyor.

Konuyu duygusallaştıran arkadaşlar, kafanıza göre hadis katıp kafanızdan yorum yapmayın, bu bir marifet değildir.
 
E Çevrimdışı

ender6

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Bu yazı Ferid Aydın'a yazılmıştır. Tabbii onun gibi düşünenlere de cevaptır.
-------
Ferid Bey,

Arapçayla ilgili (ARAPÇANIN ÖNEMİ) kitabınızın meallerle ilgili (ARAPÇANIN ÖNÜNDEKİ ENGELLER) bölümünü okurken, hatalı meallere değinmişsiniz. Bendeniz de bir örnek vereyim diye yazmayı düşündüm, ama, web sayfanızdan yola çıkarak hakkınızda bilgi sahibi olunca, sizin meallerden önce, daha önemli, itikad probleminizin olduğunu anladım.
Tasavvuf (tarikat) hayatı (tabii az olan hakiki grubdan bahsediyoruz, çoğunluktaki sahtelerinden değil), islamın, Hz. Peygamber SAV. ve de sahabesi zamanında yaşanan islamın %100 aynısıdır. Siz, günümüzdeki müslüman anne-babadan doğanların doğuştan müslüman olmalarının büluğda da devam ettiğinin zannedilmesi gibi, doğuştan mutasavvıf olunabileceği zehabına kapılmışsınız, bir müddet. ("beşik şeyhi" deyimi, bunu açıklıyor zannederim.) Ama, Allah'a değil de aklınıza sarıldığınız için, gerçeği bulamadan, "sapıtanlar" zümresine katılmışsınız.
Size bugüne kadar bir çok uyarı mesajı gitmiştir. Tekrara lüzum yok.
Ama gün gelir de bir yerde takılırsanız, "Allahım! Benim ilmim, gücüm yeterli değil. Ne olur bana yardım et!" diye halisane bir gönülle, aklınızı, tedbirlerinizi devreden (en azından bir anlık) çıkararak yalvarırsanız, umulur ki Allah'ın yardımı gelecektir. İnsan, iradesi kendisinde olduğu müddetçe kurtuluşa erişecek bir yaratılıştadır.
Hidayetiniz için duacıyız.
(Dikkat edin, soy-sop, ancak doğru itikad üzerine fayda sağlar.)
---------
Tasavvuf aleyhinde konuşan/yazanlara NOT: Tasavvuf, ancak yaşandığı zaman bilinebilir, kitapları okumakla anlaşılmaz. Arifler bu konuda demişlerdir ki: "TADMAYAN BİLMEZ" (Bir forumda bunu yazınca, ukela birisi: "Yani o zaman hristiyanlığı bilmek için hristiyan mı olmak lazım?" dedi. Bu zat islamı, Kur'an'ı bilmediği için böyle söyledi. Oysa, Allah CC. Kur'an için: "Biz bu kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık" buyuruyor. Ayrıca, hristiyanlık, islamın muharref şeklidir. Yani aslında tüm peygamberler, insanlara islamı anlatmışlardır. Daha sonra iblisin etkisiyle tahrif edilmiş, kutsal kitaplar, Kur'an'a gelinceye kadar)
 
H Çevrimdışı

hasan b

Üye
İslam-TR Üyesi
Tasavvuf ve tarikatlar ile ilgili kitapları gerçekten iyi bir araştırma mahsulü ve faydalı eserler. Ancak şu şekilde görüşleri de var bu zatın:

"Evet, "Vahhabiler" 'in belki de çoğu mücessimedir. Fakat onların Allah(cc)'a ortak koşulmaması konusunda yaptıkları ısrar, en kötü ahvalde Allah(cc)'ın kainat üzerindeki mutlak egemenliğini savunmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Halbuki "Evliya" diye -sözde- üstün güçlere sahip bazı kimselerin, (hatta ölmüşlerinin bile) kainat olaylarına Allah(cc) adına yön verebildiklerine ilişkin tarikatçıların inancı, ne kadar iyi niyetlerle savunulsa bile Kur'an-ı Kerim'in getirdiği "Tevhid" 'le hiçbir şekilde uzlaşmamaktadır!" Tarikatta Rabıta ve Nakşibendilik, sayfa 260 (internet sürümü)

Görüldüğü gibi burada Muhammed bin Abdulvehhab (rh.a) gibi bir alimin itikadındaki kimselere mücessime demektedir.

Bu da "Yaşam Sahnesinde Sırf Kendimi Oynadım" adlı kitabından bir alıntı,burada ise vahhabilerin kara cahil olduğunu ileri sürüyor:

Gelelim, yıllar sonra «râbıtamıza dil uzatan» yakınını öldürmek için benden fetva isteyen müridimize... Ben bu arkadaşımızı yatıştırdıktan ve onu savdıktan sonra esasen etrafımda salkım saçak kümelenmiş yüzlerce sıradan insanın yanlışlarıyla ve hurafeleriyle uğraşacağıma, önce kendime yardımcı olmam gerektiğini ilk kez bu olaydan sonra düşünmeye başladım. Dolayısıyla bu olay, benim aydınlanma dönemimin ilk günü sayılır. O gün benim için bir milâttır. Kurtuluşa, evrenselliğe, doğrulara ve Kur’an’daki İslâm’a doğru giden yolculuğumun ilk günüdür. Yoksa beni katıksız tevhide, yaşamım boyunca hiç kimse çağırmamıştır. «Vahhabilerin etkisi altında Allah’ın birliğine inandığımı» ileri süren ve beni Vahhabilikle suçlayan zavallılar varmış. Arada bir duyarım. Özellikle cahil ajanlar tarafından yakalanıp sorgulanan gençlere sorarlarmış:

«- Ferit Aydın’ı tanıyor musunuz; O Vahhabidir; O’nun kitaplarını okuyor musunuz?»

Bu cahil lâikçilerin nasıl dedektif olduklarına çok şaşıyorum. Çünkü eğer önce kendileri benim kitaplarımı okumuş olsalardı, Vahhabilerin de, tarikatçıların da aynen onlar gibi kara cahil olduklarını benden öğreneceklerdi. Ayrıca bağlısı oldukları «Milli kadavra Dini»’nin ne menem şey olduğunu da öğreneceklerdi!

Şunu hemen ifade edeyim ki, tevhide dönüşüm Allah’ın sırf bir lütfudur. Bu kutlu dönüş, işte böyle garip bir olayın kıvılcımıyla başlamıştır. Dönüş o dönüş...


Ayrıca "İslam'da İnanç Sistemi" adlı kitabında büyünün gerçek olanı olmadığını, büyü denilen şeylerin hepsinin göz boyama amaçlı birer hile, safsata, illüzyondan ibaret olduğunu söylemektedir.

"Büyünün İçyüzü

Büyü sözcüğü Türkçedir. Kur’ân-ı Kerîm'de bu anlamı veren «sihir»'den çok söz edilmiştir. Batı literatüründe ise «magi» (Maji), «magic» (meyjik, majik) olarak geçer.

Büyü -gizemli sanılan - ilkel bir çözüm arayışıdır. Bu kısa tanımdan da anlaşılacağı üzere büyünün temelinde üç şey vardır:

a) Gizemlilik iddiası,

b) ilkellik

c) çözüm arayışı

Bunlardan birincisinin açıklaması şöyledir:

Büyünün gizemli olduğu sanılır. Yani büyünün, herkes tarafından anlaşılamayan, herkes tarafından bilinemeyen ve yapılamayan birtakım esrarengiz ilişkilerden ve bu ilişkilere dayanan formüllerden oluştuğu sanılır. Bu sanı, birçok kimselerde kesin bir inanış ve kanaat olarak vardır. Ancak büyü, çeşitli şarlatanlıkların bazı şekilleridir. Çünkü büyünün gerçek olduğunu kanıtlayan bir kimseye rastlanmamıştır. Ayrıca büyünün bir aldatmaca olduğunu Kur’ân-ı Kerîm açık şekilde ortaya koymaktadır. Tâhâ Sûresi'nin 57-72 âyetlerinde Hz. Musa ile Mısır Firavun'u arasında olup biten birmûcize-büyü mücadelesi canlandırılmıştır. Bunlardan özellikle 66. 67. 68. ve 69 uncu âyetlerde büyünün içyüzü bütün çıplaklığıyla ortaya serilmiştir. Bu âyet-i kerîmelerde özet olarak şöyle bir açıklama vardır:

Firavun'un büyücüleri Hz. Musa'ya, önce hangi tarafın gösteriye başlamasını sorunca Hz. Musa: "Hayır, siz atın." yani elinizdeki sicimleri ve değnekleri atarak büyü gösterisine önce siz başlayın dediği kaydedilmektedir.

66. ve 67 inci âyetler gösteriyi ve onu şaşkınlık içinde seyreden Hz. Musa'nın ruh halini anlatmaktadır. Bu âyetlerin meâli şöyledir:

«Bir de ne görsün, -büyücülerin- şarlatanlığından ötürü, sicimlerinin ve değneklerinin yürüdüğü onun hayalinde canlandırılıyordu.»

«Bu yüzden Musa, içinde bir ürperti duydu.»

66 ıncı Âyet-i kerîme, bu olaydaki büyünün bir dereceye kadar içyüzünü ortaya koymakta, en azından bu işlemin hayalde canlandırılan asılsız birtakım kımıldayışlar olduğunu ifade etmektedir. Sicimlerin ve değneklerin, Hz. Musa'nın hayalinde hareket eder gibi göründüklerini kaydeden bu âyetlerden iki farklı anlam çıkarmak mümkündür.

Birincisi: Büyüde kullanılan bu araçların gerçekte hareket ettikleridir.

İkincisi ise, hareket eder gibi göründükleridir.

Bilindiği üzere iplik ve sopa gibi cansız şeylerin -hele büyü gibi asılsız bir işlemde - kendi kendine hareket etmesi olanak dışıdır. Ama bunu illüzyonistlerin yaptığı gibi bazı hilelere baş vurarak yapmak, elbetteki mümkündür. Özellikle ilâhlık iddiasında bulunmuş mağrur ve çağının en kudretli hükümdarı olarak Firavun'un, sahip bulunduğu güç ve imkânlarla devrin profesyonel ve en mahir büyücülerini bularak bu hileleri yaptırması zor değildi. Kur’ân-ı Kerîm, büyünün bir gözbağcılık, bir şaşırtma ve duyuları spekülatif yöntemlerle yanıltma ve aldatma olduğunu yine bu olayı anlatanA'râf Sûresi'nin 116 ıncı Âyet-i kerîme'sinde açıklamaktadır.

Hz. Musa tarafından, büyücülerden hünerlerini göstermeleri istenince onların, seyirciler üzerinde nasıl psikolojik bir etki uyandırdıklarını Allah Teâlâ aynen şöyle ifade buyurmaktadır:

«Musa; (önce) "Siz atın."» dedi. Onlar da hünerlerini ortaya atınca, insanların gözlerini büyülediler. Onları ürperttiler ve muazzam bir büyü ortaya getirdiler.»

Âyet-i kerîme'deki: «İnsanların gözlerini büyülediler.» ifadesi çok açıktır ve bu olaydaki büyünün, gerçek değil, bilakis psikolojik bir etki yaptığını ortaya koymak bakımından da en büyük kanıttır. Bu ilâhî açıklamadan kolayca anlıyoruz ki büyünün birtakım hileler olarak izahı vardır. Bununla birlikte hiçbir gizemli yanı da yoktur. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm'de sicim diye geçen şeylerin -söylentilere göre - içleri birtakım kimyasal maddelerle doldurulmuş hayvan bağırsakları olduğu ve gösteri sırasında bu maddelerin reaksiyona girerek bağırsakların hareket etmesine neden oldukları ihtimalibulunduğu gibi büyücüler, benzer bazı spekülatif işler de yapılmış olabilirler.

İpliklerin ve sicimlerin gerçekte değil, fakat Hz. Musa'nın hayalinde hareket eder gibi görünmüş olabileceği ihtimali de vardır. Şöyle ki:

Hz. Musa, Firavun'un ve büyücülerinin yanı sıra, kalabalık seyirci karşısında ve belki de tek başına bulunmak gibi -peygamber bile olsa - insan moralini olumsuz etkileyen bir konumda idi. Allah Teâlâ'ya açıkça kafa tutacak kadar küstahlaşan Firavun'un, bu şedid ve kanlı diktatörün karşısında bulunmuş olmak ve hele moral verecek bir taraftar kitlesinden yoksun olmak gibi etkenler hesap edilirse Hz. Musa'nın bu olayda ne kadar zor dakikalar yaşadığını tahmin etmek güç değildir. Aslında bu ihtimali araştırmak yersizdir. çünkü Kur’ân-ı Kerîm, bu gerçeği de çok berrak şekilde ortaya koymakta ve Tâhâ Sûresi'nin, 67. ve 68 inci Âyet- iKerime'lerinde şunları kaydetmektedir:

«Bu yüzden Musa, içinde bir ürperti duydu.»

«Biz O'na, korkma dedik, asıl üstün gelecek olan sensin sen!»

İşte gizemli sanılan büyünün özet olarak aslı esası budur. Onun için büyü tamamen bir hile ve safsatadır.

Büyünün ikinci niteliği, onun hem amaç, hem de araç bakımından ilkelliğidir. Evet büyü, hem kaynakları, hem de yapılış ve uygulaması bakımından ne vahye, ne de akla dayanır. Bilakis vahyi ve aklı hiçe sayan rezil bir düşünce ürünüdür. Bu gerçeği anlayabilmek için hiçbir incelemeye ve araştırmaya bile gerek yoktur. Sadece bir tek büyücü görmek bile büyünün her bakımdan ne olduğunu anlamak için yeterlidir. Bu sefil insanlar her türlü faziletten yoksun oldukları gibi onlara inanan ya da tuzaklarına düşen zavallılarda da sağlıklı bir moral yapı ve güçlü bir imân yoktur.

Allah Teâlâ, Tâhâ Sûresi'nin 69 uncu Âyet-i kerîme'sinde:

«Çünkü onların yaptığı bir büyü hilesidir. Büyücü ise nereye varsa asla başarıya ulaşamaz!» Buyurmaktadır. Büyünün, etki yapmak bakımından bir «hiç» olduğunun, bundan daha büyük bir kanıtı olamaz.

Büyü, amaç bakımından ilkel ve zararlıdır. Çünkü:

a) Akılcı bir yol değildir. Bilakis büyü, aklı küçümsemekte, hatta onu inkâr etmektedir. Birçok saf ve cahil insan, gerçekleri anlayabilecek bilgi ve basirete sahip bulunmadıkları için, onların basit düşünce yapıları büyücüler tarafından kullanılmaktadır. Bu ise insan aklının küçümsenmesi demektir.

b) Büyü, akla dayanmadığı gibi vahye de dayanmamaktadır. Bilakis vahiy, sihri «küfür» olarak mahkûm etmekte ve sihirbazı kâfir olmakla suçlamaktadır. Büyü yapan insanın, İslâm Hukuku'nda cezası pek ağırdır.

c) Büyü, insanların aldatılmasına ve kötü yönlendirilmelerine neden olmaktadır. İnsanları karşılıksız, hatta günah karşılığında zarara uğratmaktadır.

Büyü, araç bakımından da ilkel ve zararlıdır:

Türüne göre büyüde kullanılan araçlar son derece iğrençtir. Katır toynağından, karga beynine, kıldan dışkıya kadar, büyüde en pis ve en necis maddeler kullanılır. Ne yazık ki bunların bir kısmı da insanlara şu veya bu şekilde yedirilir!

Bu ilkelliğin bir örneği de kutsal değerlere karşı bilinçli saygısızlıktır. Çünkü bazı büyü türlerinde -özellikle harap olması istenen mekânlar ve zarar görmesi istenen insanlar için yapılan büyülerde - Allah'ın yüce adları ve âyet-i kerîmeler pis sıvılarla yazılmakta ve ayakkabı topuklarına, eşiklerin altına ve benzeri yakışıksız yerlere gizli şekilde yerleştirilmektedir.

Büyünün üçüncü niteliği ise onun, talihsiz bir çözüm arayışı olmasıdır. Çünkü büyü ile derdine derman arayan insan, eğer sorunun çözümü için akılcı ve legal bir yol varsa bu yola inanmayacak ya da güvenmeyecek kadar rüşdünü yitirmiş biridir. Eğer tamamen çaresizlik içinde ise bunu, ikinci bir çaresizlikle birleştirecek kadar Allah'ın feyiz ve nurundan uzak, bilakis dalalet karanlığına saplanmış biridir.

Bazı akâid yazarları tarafından, «Sihir haktır.» şeklinde kullanılmış olan sözden amaç şudur: Sihir (yahi büyü) Kur’ân-ı Kerîm'de sözü edilmiş ve işlenmiş bir konu olarak vardır. Elbette ki büyü, tarih boyunca insanları meşgul etmiş bir hadisedir. En uygar sanılan toplumlar içinde bile sihir yapan ve sihre inanan insanlar bulunmuştur. Onun için sihrin bir toplum gerçeği olarak var olduğunu inkâr etmek imkânsızdır.

İlginçtir ki bazı yazarlar da «Sihir haktır.» sözüne, farklı bir yorum getirmiş ve büyünün gerçek anlamda etki yaptığına inanmışlardır. Eğer büyünün gerçek anlamda etkisi olsaydı, büyücülerin açamadıkları kapı, çözümleyemedikleri sorun kalmayacaktı. Tarihte büyücülerden ve şarlatanlardan medet uman nice krallar olmuştur ki bunların hepsi de sonunda hayal kırıklığına ve hüsrana uğramışlardır. Büyünün bir tek kere dahi başarıya ulaştığı kanıtlanamamıştır. Kaldıki büyücülere meydan okuyan insanlar, hiçbir zaman onların büyü yoluyla tertip ettikleri bir kötülüğe uğramamış, onların büyüsel bir komplosuna kurban gitmemişlerdir. Bu bile büyünün ne büyük bir yalan olduğunu ortaya koyan başlıbaşına bir kanıttır.

Bazı kimseler eğer Kur’ân-ı Kerîm'in 113 üncü Sûresi olan Felak Sûresi'nin 4'üncü Âyet-i kerîme'sini göstererek büyünün şerri hakkında bir kanaat ortaya koymak istemişlerse, hemen ifade etmek gerekir ki bu Âyet-i kerîme'de şerrinden söz edilen büyü değil, tam tersine «Düğümlere üfleyip tüküren» büyücü kadınlardır. Dolayısıyla bu kimseler, büyü ile büyücüyü birbirine karıştırmışlardır!

Hiç kuşku yok ki her devirde, bu gibi ilkel ve illegal işlerle uğraşan ve duygusal insanların psikolojisini olumsuz yönde etkileyen kadınlar bulunmuştur. Genelde cahil topluluklar arasında faaliyet gösteren bu kadınlar, iplik düğümlemek, bu düğümlere üflemek, muska ve tütsü yapmak, kurşun dökmek ve kehânetlerde bulunmak gibi batıl şeylerle bir yandan geçinmeye çalışırlarken bir kısım insanların iç dünyaları üzerinde etkili de olabilmektedirler. Aslında bunlardan yararlanmak isteyenler, onların şerrine daha çok uğrayanlardır. Çünkü büyücüye, falcıya ve medyuma inanmak küfürdür. Yani İslâm Dini'nden çıkmak için yeterli bir sebeptir. Bu ise şer ve kötülüğün en tehlikelisidir. Ayrıca kişinin büyücüye, medyuma ve falcıyayaptırdığı büyü ya da onların verdiği haber karşılığında ücret vermesi, hem işledikleri bu ağır günaha karşılık onları ödüllendirmek, hem zararlı faaliyetlerine değer biçmiş olmak, hem de bu tür faaliyetleri cesaretlendirmek bakımından elbette ki bu yapılanların hepsi şerdir, kötüdür. Rabb'imiz işte bütün bu kötülükleri işleyen kadınların şerrinden kendisine sığınmamızı istemiştir.

Büyü, hiçbir reşit toplum içinde legal bir meslek niteliğini kazanamamış, vicdanlarda mahkum olduğu için hep gizli yapılmış ve büyü yapanların da yaptıranların da sonu daima pişmanlık olmuştur.[1]

[1]. Büyü hakkanda, daha fazla bilgi için bkz. Dr. İbrahim Kemal Edhem, es-Sihr wa’s-Sahara min mzãri’l-Qur’ãn wa’s-Sunnah. Dãr an-Nadwa al-İslâmmiyyah, Beyrut-1991. bkz. Wahyd bin Abdisselãm Bãli, Es-Sãrimu’l-Battãr fi’t-Tasaddy li’s-Sharat’i-l-Eshrãr. Maktabat’us-Sahãbah, Jeddah-Saudi Arabia; Maktabatu’Tabi’een, Cairo-Egyp 1412-Hejree;"
 
Üst Ana Sayfa Alt