I
Çevrimdışı
بســـم الله الرحمن الرحيم
Garanik meselesin in tutarsızlığı ve bu tutarsızlığın düzeltilmesi
Bu konuyla alakalı olarak şöyle bir soru sorulabil ir:
Cenâb-ı Hak, eksikliğini düzeltip hatasını giderdiği, şeytanın vahiy dışında peygamber lerin kalplerin e attığı düşünceleri tamamen silerek âyetlerini sağlamlaştırdığı yerlerde farklı bir şeyin meydana gelmesi düşünülebilir mi?
Bu hususta iki farklı görüş vardır:
1 - Selef âlimlerinden gelen yaygın görüşe göre, Kur'ân böyle bir şeyin olabilirl iğini onaylar.
2 - Oysa daha sonra gelen âlimler (müteahhirîn) bu görüşü şiddetle reddetmişler Necm süresindeki söz konusu âyetlerle ilgili yapılan şu açıklamayı sert dille eleştirmişlerdir. O görüş şöyle idi:
"Bunlar en yüce garanikle rdir; onların Allah katında şefaatçi olabilece kleri umulur?"
Müteahhirin (sonra gelen) uleması böyle birşeyin kesinlikl e sabit olmadığını söylemiş ve şöyle demişler:
"Kim bunun kanıtlanmış bir düşünce olduğu kanısına varmışsa o şunu demek istemiştir:
Peygamber ler vahyi dinlerken şeytan bu düşünceyi onların kalbine atmıştı, ancak Rasûlullah bu ifadeyi sözcüklere dökerek dile getirmemiştir. Ancak bu takdir üzerinde sorulması gereken bir soru vardır. Şöyle ki:
"Ancak o peygamber istediği zaman şeytan onun temennisi ne bir düşünce atmış olmasın." (Hac, 22/52)
Bu âyetle ilgili âlimlerin görüşünü yukarıda sunduk.
Selef âlimlerinin konuyla ilgili görüşü dile getiren son dönem âlimleri, bu görüşün kanıtlanarak nakledilm iş bir görüş olduğunu, bu görüşü eleştirmenin mümkün olmadığı, bunun böyle olduğuna, Kur'ân'ın şu âyetle işaret ettiğini söylemişlerdir:
"Senden önce hiçbir resul ve nebi göndermemiştik ki o, temenni ettiği zaman, şeytan onun temennisi ne bir düşünce atmış olmasın. Fakat Allah, şeytanın attığını siler, sonra kendi âyetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir, hakimdir."
"Allah bunu böyle yapar ki, şeytanın attığını, kalplerin de hastalık olanlar ve kalpleri katılaşanlar için bir imtihan yapsın; zâlimler uzak bir ayrılık içindedirler."
"Ve kendileri ne ilim verilmiş olanlar da o Kur'ân'ın ' Rabbinden gelen bir hak olduğunu bilsinler de ona inansınlar; böylece kalbleri ona saygı duysun. Şüphesiz Allah, inananları mutlaka doğru yola iletir." (Hac, 22/52-54)
Son dönem âlimleri, bu âyetlerle ilgili görüşlerin tefsir ve hadis kitaplarında yer aldığını, Kur'ân'ın bu görüşlere muvafakat ettiğini söylüyor ve şunu ekliyorla r:
Allah'ın, şeytanın peygamber lerin kalplerin e attığı düşünceyi silip âyetlerini sağlamlaştırması, bu âyetlerde meydana gelebilme si olası şeytanî etkiyi tamamen ortadan kaldırmak, Allah'ın âyetleri başka varlıkların düşünce ve sözleriyle karışmasın diye "hak" olanı "bâtıl" dan ayırmak içindir. Bunun yanı sıra şeytanın attığı düşünceleri, kalplerin de hastalık olan ve kalpleri katılaşanlar için bir fitne kılması, ancak insanlar onu kendi nefisleri nde gizli olarak değil de açıktan duydukları, dinledikl eri zaman olur. Çünkü nesh (silme)den meydana gelen, fitne başka bir nesihten meydana gelen fitne (imtihan) cinsinden dir.
Bu tür fitne Rasûlullah (sallallah u aleyhi ve sellem)'ın doğruluğuna ve bu tür hevâdan uzak olduğuna işaret eder. Nitekim o bir şeyi emreder de daha sonra emrettiğinin tersini emrettiği olurdu. Emirlerin her ikisi de Allah katından idi ve doğrulukları da onaylanmıştı. Çünkü Allah'ın sözü, O'nun kendinden söylediğini neshederd i. Allah'ın neshedip geçerliliğini kaldırdığı söz böyle değildi. Çünkü o, Allah'ın doğrulukta ona itimat ettiğine ve söylediği sözün hak olduğuna işaret eder. Nitekim Hz. Âişe konuyla alâkalı olarak şöyle buyurmuştur:
"Eğer Muhammed, vahiyden birşey gizleyece k olsaydı elbette şu âyeti gizlerdi.
"Fakat Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde gizliyord un, insanlard an çekiniyordun; halbuki asıl korkmana lâyık olan Allah idi'." (Ahzâb, 33/37)
(Buhari, Kitab'üt-Tevhîd, c. VIII, s. 175;Müslim, Kitâb'ül-İman, c. 1, s. 160, H. No 288; Tirmizi, Kitab'üt-Tefsir, c. V, s. 352; H. No, 3207; Ahmed, el-Müsned, c. VI, s. 241; Dürrü'l-Mensûr, c. VI, s. 613)
Görüyorsunuz ki bâtıl ile kendisini büyük göstermeye çalışan kimse, yanlış söylese bile her söylediği ile kendisine yardım etmek, kendisini takviye etmek ister. Oysa Allah Resûlü'nün (sallallah u aleyhi ve sellem)Allah'ın, şeytanın peygamber lerin kalbine attığı düşünceleri silip kendi âyetlerini sağlamlaştırdığını açıklamakla, kendisini n doğruluğuna ve yalandan uzak olduğuna işaret etmektedi r. Peygamber likteki asıl amaç da budur. Çünkü o doğruluğu Allah tarafından onaylanıp teslim edilmiş bir peygamber dir. Bu yüzden onun yalanlanm ası şeksiz şüphesiz, katıksız küfürdür.
Peygamber lik vazifesin i tebliğe ilişkin konuların dışındaki masumiyet meselesin e gelince; bu konuda âlimlerin farklı görüşleri vardır:
Bu akıl yolu ile mi yoksa nakil yolu ile mi saptanmalıdır? Bundan başka masumiyet konusunda söz konusu edilen küçük günahlar mı, büyük günahlar mı ya da onlardan bir kısmının mı kastedild iği, ya da masumiyet denilince sadece o günahları yapmak değil, ikrar etmek mi olduğu konusunda tartışmışlar. Bunun dışında şu konularda da farklı düşünmüş, farklı görüşler ileri sürmüşler:
Peygamber lerin yalnızca peygamber lik vazifeler ini tebliğ sırasında masum oldukları hakkında kesin hüküm verilebil ir. Bunun dışındaki konularda masumiyet leri hakkında yargıya varmak zorunlu değildir.
Bundan başka, peygamber lik görevi gelmezden bir peygamber in küfürden masum olması gerekli midir, yoksa gerekli değil midir?
Bu konuda başka yerlerde genişçe söz edilmiştir. Ancak cumhur âlimlerinin benimsediği ve seleften gelen bilgilerl e örtüşen görüş, peygamber lerin mutlak mânâda günah işlemekten masum olduğunu, onların günah işlediği görüşünde olan kimseleri reddetmen in gerekliliğini kanıtlamaktadır. Peygamber lerin masumiyet i ile ilgili görüşler irdelenip düzeltildiği zaman, peygamber lerin masumiyet ine kani olanların görüşünün doğruluğu ortaya çıkacaktır.
Peygamber lerin masumiyet ini olumsuz kılanların delilleri, peygamber oldukları kabul edilen kimseleri n günah işlediğine delâlet etmez.
Öte yandan peygamber lerin masum olduğu görüşünde olanlar ise peygamber lere uymanın meşru kılınmasını delil olarak göstermektedirler. Bu meşruiyet, onların günah olma niteliği taşıyan eylemlerd e bulunmala rı caiz görüldüğü zaman caiz olmaz.
Biliyoruz ki, onlara uymak, ancak onların nehyedild ikleri veya geri döndükleri hususlard a değil, peygamber oldukları kabulleni ldiği durumda zorunlu kılınmıştır. Ama emir ve yasaklard an herhangi birisinin hükmü kaldırıldığında (neshedild iğinde) bir peygamber bu emirle emredemez, yasaklanmış olandan yasaklaya maz. Peygamber in böyle bir yetkisi yok iken o emre ve o yasağa uymak ve ona itaat nasıl zorunlu kılınır.
Peygamber lerin masumiyet ini savunan ilim adamları, günahın mükemmelliğe yetkinliğe karşıt olduğunu yâ da günah işleyen bir kimseyi peygamber lik gibi büyük bir nimetle taltif etmenin en çirkin davranış olduğu ya da günahın insanların nefretini gerektird iği gibi aklî delilleri ileri sürmektedirler. Bu, ancak bir kimsenin böyle bir kişilik üzerinde sabit kalması ve bu kişilikten geri dönmemesiyle olur. Şayet durum böyle değil de söz konusu kimse günah işlemişse o günahtan Allah'ın kabul ettiği ve o kimseyi affedip bulunduğu yerden daha yüce bir konuma çıkaracağı "nasûh" bir tevbe etmesiyle mümkündür.
Nitekim bazı selef uleması, Hz. Dâvud (a.s.)'ın tevbe ettikten sonra, hata işlemeden önceki konumunda n daha yüce bir konuma ulaştığını buna delil olarak göstermişlerdir.
Diğer bir grup âlim ise şunu delil olarak göstermiştir:
"Eğer tevbe, Allah'a en sevimli olan eylemlerd en olmasaydı Cenâb-ı Hak yaratıklarını günah işlemekle deneyip onlara ikramda bulunmazdı."
Tevbe konusunda Rasûlullah (sallallah u aleyhi ve sellem)şöyle buyurmuştur:
"Allah için kulunun günah işleyip tevbe etmesi, olduğu yerde durup duran kimseden daha sevimlidi r."
(Buhari, Kitab'üd-Daâvat, c. VI, s. 146; Müslim, c. III, s. 2104, H. No 2747; Enes'ten; Beyhâkî, Şu'ab'ul-İman, Şu'be, 47)
Öte yandan Cenâb-ı Hak:
"Muhakkak Allah çok tevbe edenleri ve çok temizlene nleri sever." (Bakara, 2/222)
"Ancak tevbe eden, iman eden ve sâlih amel işleyenler (değil); işte onlar Allah 'm kötülüklerini iyiliğe değiştirdiği kimselerd ir." buyurmakt adır. (Furkân, 25/70)
Öte yandan sahih olarak nakledile n bir hadiste kulun küçük günahları Allah'a arz olunup büyük günahların Allah'tan saklandığı, oysa Allah'ın açığa vurulmaya n günahlardan ötürü kuluna müşfik davrandığı anlatılmaktadır. Söz konusu kudsî hadiste Cenâb-ı Hak kuluna şöyle buyurmuştur:
"Ben o günahları senin için bağışladım. Onlardan her-bir kötü amelin yerini iyiye değiştirdim."
Bunun üzerine kul şöyle der:
"Ya Rab! Benim göstermediğim günahlarım da var" (Müslim. K. İmân, c. 1, s. 177; H. No 190; Tirmizi, Cehennem'in Özellikleri bölümünde, c. IV, s. 713; H. No 2596, Ahmed, el-Müsned, c. V, s. 157-170; Beyhâkî, El-Esmâ ves-Sıfat, s. 74)
Kul kötülüklerin iyilikle değiştirildiğini görünce, açığa vurmaktan korktuğu büyük günahların da görülmesini talep eder. Ancak malumdur ki, kulun kötülüklerinin iyilikler le değiştirildiği bu durum, günahların meydana gelmeyip iyilikler le değiştirilmesinden daha yücedir.
Said b. Cübeyr'in de aralarında bulunduğu bir grup selef âlimi konu ile alakalı olarak şöyle demişler:
"Kul güzel bir amel eder, ancak o ameli yüzünden cehenneme girer; öte yandan bir kul da kötü bir amel eder ve o amel sayesinde cennete girer. Bu nasıl olur? Şöyle:
Bir kul güzel amel eder. Fakat, o amel nedeniyle ucûba düşer (kendini beğenir) ve diğer insanlara karşı övünür. Böylelikle cehenneme düşer; kötü amel eden de, bu ameli yüzünden sürekli korku içinde olur ve tevbe eder, daima pişmanlık içerisinde olur. Böylelikle cennete girer."
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Göklerin ve yerin ve dağların kabul etmediği o emaneti insan yüklendi. Gerçekten o çok zalim çok cahildir.
Allah bu emaneti insana vermiştir ki, münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azab etsin; mü'min erkekleri ve mü'min kadınları da bağışlasın; Allah gafur ve rahimdir." (Ahzâb, 33/72-73)
Aslında her insanın amacı, Allah'ın tevbeleri ni kabul ettiği inanan erkek ve inanan kadınlardan olmaktır.
Öte yandan kitab, sahih sünnet ve Kur'ân'dan önce indirilen diğer kitaplard a bu görüşle örtüşen ve onu teyid eder nitelikte, sayılmayacak kadar örnekler vardır.
Bu görüşü reddedenl er ise bu bilgileri sapık ekoller olan "Cehmiye", "Kaderiye" ve "Dehriye" nin "Allah'ın isim ve sıfatları", "kader" ve "âhiret" le ilgili nasları yorumladıkları (tevil) gibi yorumladılar. Bu tevil girişimi, bâtıl olduğu kesinlikl e bilinen bâtınî "Karâmita" ekolünün nasları tevil ettikleri Allah'ın kelimeler ini, yerlerini n dışına çıkaran kimseleri n eylemi türünden bir girişimdir.
Meselâ bu sayılan ekole mensup kişilerden her birisi peygamber lere saygıyı amaçlarlar ancak bu girişimleri ve yöntemlerinin sakatlığı yüzünden onları yalanlama kla neticelen ir; onlara iman etmek isterler fakat küfre düşerler.
Gelgeleli m masumiyet meselesin e:
Peygamber lerin masumiyet lerinin şeriat, akıl ve icma deliliyle kanıtlandığı bilinmekt edir.
Ancak bu, risâleti tebliğ noktasında kastedile n masumiyet tir.
Bu kavramla, Peygamber lerin tebliğ ettiği ilâhî emirleri kabul etmedikle ri zaman o kimseler bu kavramdan yararlana mazlar. Ancak ya anlamını bozdukları kavramı ikrar ederler ya da bu noktada, bütün bildikler i bir takım kuruntula rdan ibaret olan onun ötesinde kitabı bilmeyen ümmîlerin durumuna düşerler.
Şayet "masumiyet" kavramı onların iddia ettikleri anlamı içeren bir kavram ise bundan yararlana mazlar; hem onların böyle bir kavramdan yararlanm aya ihtiyaçları da yoktur. Çünkü bu kavram ona iman etmekle emredilme yen, onlardan başka bir insan grubuyla alâkalıdır. Bu gruba mensup kişilerden herhangi birisi, peygamber ler hakkında, Allah'tan, ellerinde bir delil bulunmada n konuşur; öte yandan peygamber leri tasdik ve onlara itaat için yapılması gerekli olanları da terkeder. Oysa onları tasdik ve onlara itaatten mutluluk, huzur bunun karşıtından ise kötülük, mutsuzluk meydana gelir.
Yüce Allah'ın buyurduğu gibi:
"Ona (peygamber e) gereken kendisine yükletilen tebliğ görevini yapmak, size gereken de size yükletilen itaat görevini yapmaktır." (Nûr, 24/54)
Garanik meselesin in tutarsızlığı ve bu tutarsızlığın düzeltilmesi
Bu konuyla alakalı olarak şöyle bir soru sorulabil ir:
Cenâb-ı Hak, eksikliğini düzeltip hatasını giderdiği, şeytanın vahiy dışında peygamber lerin kalplerin e attığı düşünceleri tamamen silerek âyetlerini sağlamlaştırdığı yerlerde farklı bir şeyin meydana gelmesi düşünülebilir mi?
Bu hususta iki farklı görüş vardır:
1 - Selef âlimlerinden gelen yaygın görüşe göre, Kur'ân böyle bir şeyin olabilirl iğini onaylar.
2 - Oysa daha sonra gelen âlimler (müteahhirîn) bu görüşü şiddetle reddetmişler Necm süresindeki söz konusu âyetlerle ilgili yapılan şu açıklamayı sert dille eleştirmişlerdir. O görüş şöyle idi:
"Bunlar en yüce garanikle rdir; onların Allah katında şefaatçi olabilece kleri umulur?"
Müteahhirin (sonra gelen) uleması böyle birşeyin kesinlikl e sabit olmadığını söylemiş ve şöyle demişler:
"Kim bunun kanıtlanmış bir düşünce olduğu kanısına varmışsa o şunu demek istemiştir:
Peygamber ler vahyi dinlerken şeytan bu düşünceyi onların kalbine atmıştı, ancak Rasûlullah bu ifadeyi sözcüklere dökerek dile getirmemiştir. Ancak bu takdir üzerinde sorulması gereken bir soru vardır. Şöyle ki:
"Ancak o peygamber istediği zaman şeytan onun temennisi ne bir düşünce atmış olmasın." (Hac, 22/52)
Bu âyetle ilgili âlimlerin görüşünü yukarıda sunduk.
Selef âlimlerinin konuyla ilgili görüşü dile getiren son dönem âlimleri, bu görüşün kanıtlanarak nakledilm iş bir görüş olduğunu, bu görüşü eleştirmenin mümkün olmadığı, bunun böyle olduğuna, Kur'ân'ın şu âyetle işaret ettiğini söylemişlerdir:
"Senden önce hiçbir resul ve nebi göndermemiştik ki o, temenni ettiği zaman, şeytan onun temennisi ne bir düşünce atmış olmasın. Fakat Allah, şeytanın attığını siler, sonra kendi âyetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir, hakimdir."
"Allah bunu böyle yapar ki, şeytanın attığını, kalplerin de hastalık olanlar ve kalpleri katılaşanlar için bir imtihan yapsın; zâlimler uzak bir ayrılık içindedirler."
"Ve kendileri ne ilim verilmiş olanlar da o Kur'ân'ın ' Rabbinden gelen bir hak olduğunu bilsinler de ona inansınlar; böylece kalbleri ona saygı duysun. Şüphesiz Allah, inananları mutlaka doğru yola iletir." (Hac, 22/52-54)
Son dönem âlimleri, bu âyetlerle ilgili görüşlerin tefsir ve hadis kitaplarında yer aldığını, Kur'ân'ın bu görüşlere muvafakat ettiğini söylüyor ve şunu ekliyorla r:
Allah'ın, şeytanın peygamber lerin kalplerin e attığı düşünceyi silip âyetlerini sağlamlaştırması, bu âyetlerde meydana gelebilme si olası şeytanî etkiyi tamamen ortadan kaldırmak, Allah'ın âyetleri başka varlıkların düşünce ve sözleriyle karışmasın diye "hak" olanı "bâtıl" dan ayırmak içindir. Bunun yanı sıra şeytanın attığı düşünceleri, kalplerin de hastalık olan ve kalpleri katılaşanlar için bir fitne kılması, ancak insanlar onu kendi nefisleri nde gizli olarak değil de açıktan duydukları, dinledikl eri zaman olur. Çünkü nesh (silme)den meydana gelen, fitne başka bir nesihten meydana gelen fitne (imtihan) cinsinden dir.
Bu tür fitne Rasûlullah (sallallah u aleyhi ve sellem)'ın doğruluğuna ve bu tür hevâdan uzak olduğuna işaret eder. Nitekim o bir şeyi emreder de daha sonra emrettiğinin tersini emrettiği olurdu. Emirlerin her ikisi de Allah katından idi ve doğrulukları da onaylanmıştı. Çünkü Allah'ın sözü, O'nun kendinden söylediğini neshederd i. Allah'ın neshedip geçerliliğini kaldırdığı söz böyle değildi. Çünkü o, Allah'ın doğrulukta ona itimat ettiğine ve söylediği sözün hak olduğuna işaret eder. Nitekim Hz. Âişe konuyla alâkalı olarak şöyle buyurmuştur:
"Eğer Muhammed, vahiyden birşey gizleyece k olsaydı elbette şu âyeti gizlerdi.
"Fakat Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde gizliyord un, insanlard an çekiniyordun; halbuki asıl korkmana lâyık olan Allah idi'." (Ahzâb, 33/37)
(Buhari, Kitab'üt-Tevhîd, c. VIII, s. 175;Müslim, Kitâb'ül-İman, c. 1, s. 160, H. No 288; Tirmizi, Kitab'üt-Tefsir, c. V, s. 352; H. No, 3207; Ahmed, el-Müsned, c. VI, s. 241; Dürrü'l-Mensûr, c. VI, s. 613)
Görüyorsunuz ki bâtıl ile kendisini büyük göstermeye çalışan kimse, yanlış söylese bile her söylediği ile kendisine yardım etmek, kendisini takviye etmek ister. Oysa Allah Resûlü'nün (sallallah u aleyhi ve sellem)Allah'ın, şeytanın peygamber lerin kalbine attığı düşünceleri silip kendi âyetlerini sağlamlaştırdığını açıklamakla, kendisini n doğruluğuna ve yalandan uzak olduğuna işaret etmektedi r. Peygamber likteki asıl amaç da budur. Çünkü o doğruluğu Allah tarafından onaylanıp teslim edilmiş bir peygamber dir. Bu yüzden onun yalanlanm ası şeksiz şüphesiz, katıksız küfürdür.
Peygamber lik vazifesin i tebliğe ilişkin konuların dışındaki masumiyet meselesin e gelince; bu konuda âlimlerin farklı görüşleri vardır:
Bu akıl yolu ile mi yoksa nakil yolu ile mi saptanmalıdır? Bundan başka masumiyet konusunda söz konusu edilen küçük günahlar mı, büyük günahlar mı ya da onlardan bir kısmının mı kastedild iği, ya da masumiyet denilince sadece o günahları yapmak değil, ikrar etmek mi olduğu konusunda tartışmışlar. Bunun dışında şu konularda da farklı düşünmüş, farklı görüşler ileri sürmüşler:
Peygamber lerin yalnızca peygamber lik vazifeler ini tebliğ sırasında masum oldukları hakkında kesin hüküm verilebil ir. Bunun dışındaki konularda masumiyet leri hakkında yargıya varmak zorunlu değildir.
Bundan başka, peygamber lik görevi gelmezden bir peygamber in küfürden masum olması gerekli midir, yoksa gerekli değil midir?
Bu konuda başka yerlerde genişçe söz edilmiştir. Ancak cumhur âlimlerinin benimsediği ve seleften gelen bilgilerl e örtüşen görüş, peygamber lerin mutlak mânâda günah işlemekten masum olduğunu, onların günah işlediği görüşünde olan kimseleri reddetmen in gerekliliğini kanıtlamaktadır. Peygamber lerin masumiyet i ile ilgili görüşler irdelenip düzeltildiği zaman, peygamber lerin masumiyet ine kani olanların görüşünün doğruluğu ortaya çıkacaktır.
Peygamber lerin masumiyet ini olumsuz kılanların delilleri, peygamber oldukları kabul edilen kimseleri n günah işlediğine delâlet etmez.
Öte yandan peygamber lerin masum olduğu görüşünde olanlar ise peygamber lere uymanın meşru kılınmasını delil olarak göstermektedirler. Bu meşruiyet, onların günah olma niteliği taşıyan eylemlerd e bulunmala rı caiz görüldüğü zaman caiz olmaz.
Biliyoruz ki, onlara uymak, ancak onların nehyedild ikleri veya geri döndükleri hususlard a değil, peygamber oldukları kabulleni ldiği durumda zorunlu kılınmıştır. Ama emir ve yasaklard an herhangi birisinin hükmü kaldırıldığında (neshedild iğinde) bir peygamber bu emirle emredemez, yasaklanmış olandan yasaklaya maz. Peygamber in böyle bir yetkisi yok iken o emre ve o yasağa uymak ve ona itaat nasıl zorunlu kılınır.
Peygamber lerin masumiyet ini savunan ilim adamları, günahın mükemmelliğe yetkinliğe karşıt olduğunu yâ da günah işleyen bir kimseyi peygamber lik gibi büyük bir nimetle taltif etmenin en çirkin davranış olduğu ya da günahın insanların nefretini gerektird iği gibi aklî delilleri ileri sürmektedirler. Bu, ancak bir kimsenin böyle bir kişilik üzerinde sabit kalması ve bu kişilikten geri dönmemesiyle olur. Şayet durum böyle değil de söz konusu kimse günah işlemişse o günahtan Allah'ın kabul ettiği ve o kimseyi affedip bulunduğu yerden daha yüce bir konuma çıkaracağı "nasûh" bir tevbe etmesiyle mümkündür.
Nitekim bazı selef uleması, Hz. Dâvud (a.s.)'ın tevbe ettikten sonra, hata işlemeden önceki konumunda n daha yüce bir konuma ulaştığını buna delil olarak göstermişlerdir.
Diğer bir grup âlim ise şunu delil olarak göstermiştir:
"Eğer tevbe, Allah'a en sevimli olan eylemlerd en olmasaydı Cenâb-ı Hak yaratıklarını günah işlemekle deneyip onlara ikramda bulunmazdı."
Tevbe konusunda Rasûlullah (sallallah u aleyhi ve sellem)şöyle buyurmuştur:
"Allah için kulunun günah işleyip tevbe etmesi, olduğu yerde durup duran kimseden daha sevimlidi r."
(Buhari, Kitab'üd-Daâvat, c. VI, s. 146; Müslim, c. III, s. 2104, H. No 2747; Enes'ten; Beyhâkî, Şu'ab'ul-İman, Şu'be, 47)
Öte yandan Cenâb-ı Hak:
"Muhakkak Allah çok tevbe edenleri ve çok temizlene nleri sever." (Bakara, 2/222)
"Ancak tevbe eden, iman eden ve sâlih amel işleyenler (değil); işte onlar Allah 'm kötülüklerini iyiliğe değiştirdiği kimselerd ir." buyurmakt adır. (Furkân, 25/70)
Öte yandan sahih olarak nakledile n bir hadiste kulun küçük günahları Allah'a arz olunup büyük günahların Allah'tan saklandığı, oysa Allah'ın açığa vurulmaya n günahlardan ötürü kuluna müşfik davrandığı anlatılmaktadır. Söz konusu kudsî hadiste Cenâb-ı Hak kuluna şöyle buyurmuştur:
"Ben o günahları senin için bağışladım. Onlardan her-bir kötü amelin yerini iyiye değiştirdim."
Bunun üzerine kul şöyle der:
"Ya Rab! Benim göstermediğim günahlarım da var" (Müslim. K. İmân, c. 1, s. 177; H. No 190; Tirmizi, Cehennem'in Özellikleri bölümünde, c. IV, s. 713; H. No 2596, Ahmed, el-Müsned, c. V, s. 157-170; Beyhâkî, El-Esmâ ves-Sıfat, s. 74)
Kul kötülüklerin iyilikle değiştirildiğini görünce, açığa vurmaktan korktuğu büyük günahların da görülmesini talep eder. Ancak malumdur ki, kulun kötülüklerinin iyilikler le değiştirildiği bu durum, günahların meydana gelmeyip iyilikler le değiştirilmesinden daha yücedir.
Said b. Cübeyr'in de aralarında bulunduğu bir grup selef âlimi konu ile alakalı olarak şöyle demişler:
"Kul güzel bir amel eder, ancak o ameli yüzünden cehenneme girer; öte yandan bir kul da kötü bir amel eder ve o amel sayesinde cennete girer. Bu nasıl olur? Şöyle:
Bir kul güzel amel eder. Fakat, o amel nedeniyle ucûba düşer (kendini beğenir) ve diğer insanlara karşı övünür. Böylelikle cehenneme düşer; kötü amel eden de, bu ameli yüzünden sürekli korku içinde olur ve tevbe eder, daima pişmanlık içerisinde olur. Böylelikle cennete girer."
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Göklerin ve yerin ve dağların kabul etmediği o emaneti insan yüklendi. Gerçekten o çok zalim çok cahildir.
Allah bu emaneti insana vermiştir ki, münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azab etsin; mü'min erkekleri ve mü'min kadınları da bağışlasın; Allah gafur ve rahimdir." (Ahzâb, 33/72-73)
Aslında her insanın amacı, Allah'ın tevbeleri ni kabul ettiği inanan erkek ve inanan kadınlardan olmaktır.
Öte yandan kitab, sahih sünnet ve Kur'ân'dan önce indirilen diğer kitaplard a bu görüşle örtüşen ve onu teyid eder nitelikte, sayılmayacak kadar örnekler vardır.
Bu görüşü reddedenl er ise bu bilgileri sapık ekoller olan "Cehmiye", "Kaderiye" ve "Dehriye" nin "Allah'ın isim ve sıfatları", "kader" ve "âhiret" le ilgili nasları yorumladıkları (tevil) gibi yorumladılar. Bu tevil girişimi, bâtıl olduğu kesinlikl e bilinen bâtınî "Karâmita" ekolünün nasları tevil ettikleri Allah'ın kelimeler ini, yerlerini n dışına çıkaran kimseleri n eylemi türünden bir girişimdir.
Meselâ bu sayılan ekole mensup kişilerden her birisi peygamber lere saygıyı amaçlarlar ancak bu girişimleri ve yöntemlerinin sakatlığı yüzünden onları yalanlama kla neticelen ir; onlara iman etmek isterler fakat küfre düşerler.
Gelgeleli m masumiyet meselesin e:
Peygamber lerin masumiyet lerinin şeriat, akıl ve icma deliliyle kanıtlandığı bilinmekt edir.
Ancak bu, risâleti tebliğ noktasında kastedile n masumiyet tir.
Bu kavramla, Peygamber lerin tebliğ ettiği ilâhî emirleri kabul etmedikle ri zaman o kimseler bu kavramdan yararlana mazlar. Ancak ya anlamını bozdukları kavramı ikrar ederler ya da bu noktada, bütün bildikler i bir takım kuruntula rdan ibaret olan onun ötesinde kitabı bilmeyen ümmîlerin durumuna düşerler.
Şayet "masumiyet" kavramı onların iddia ettikleri anlamı içeren bir kavram ise bundan yararlana mazlar; hem onların böyle bir kavramdan yararlanm aya ihtiyaçları da yoktur. Çünkü bu kavram ona iman etmekle emredilme yen, onlardan başka bir insan grubuyla alâkalıdır. Bu gruba mensup kişilerden herhangi birisi, peygamber ler hakkında, Allah'tan, ellerinde bir delil bulunmada n konuşur; öte yandan peygamber leri tasdik ve onlara itaat için yapılması gerekli olanları da terkeder. Oysa onları tasdik ve onlara itaatten mutluluk, huzur bunun karşıtından ise kötülük, mutsuzluk meydana gelir.
Yüce Allah'ın buyurduğu gibi:
"Ona (peygamber e) gereken kendisine yükletilen tebliğ görevini yapmak, size gereken de size yükletilen itaat görevini yapmaktır." (Nûr, 24/54)