Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Göğsün Daraltılması ve Genişletilmesi /İbn Kayyım

M Çevrimdışı

Muvahhid Mücahid

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Göğsün daraltılması ve kalbin imanı kabul etmeyecek şekilde dar ve sıkıntılı kılınması

Göğsün daraltılması ve kalbin imanı kabul etmeyecek şekilde dar ve sıkıntılı kılınması ile ilgili olarak Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: (Bu sebeple Allah kimi hidayete erdirmeyi dilerse göğsünü İslam’a açar, genişlik verir, Kimi de saptırmayı dilerse onun da göğsünü -gökyüzüne tırmanıyormuş gibi daraltır, sıkıştırır.) (En'âm, 6/125)
Dar (harec), bütün dilcilere göre dar ve katı olan demektir. Harec bir adam, göğsü dar adam demektir. Şâir:
"Onun göğsü harec (dar) da değildir,
Şiddetle kasvetle davranan birisi de değildir " demiştir.
Ubeyd b. Umeyr dedi ki: İbn Abbâs bu âyeti okuyup, şunları söyledi: Burada Bekr oğullarından bir kimse var mı? Bir adam: Evet, dedi. Peki, sizde harec ne anlama kullanılır, diye sordu. Onlar: İçinde yol bulunmayan, ağacı çok fazla olan vadiye denilir, dedi. Bunun üzerine İbn Abbâs: İşte kâfirin kalbi de böyledir, dedi.

Ömer b. el-Hattâb âyeti okuyarak dedi ki: Bana Kinâne'den bir adam getiriniz ve onu çoban olarak çalıştırınız. Ona böyle bir adam getirdiler. Ömer: Ey delikanlı! Sizin kullanımınıza göre harec ne demektir, diye sordu. Delikanlı: Pek çok ağacın iç içe girdiği ve ne ot otlayabilen, ne de yırtıcı hiçbir hayvanın asla yanına ulaşamadığı ağaç demektir, dedi. Bunun üzerine Ömer: İşte kâfirin kalbi de böyledir. Ona hayır namına hiçbir şey ulaşmaz, dedi.
İbn Abbâs dedi ki: Allah onun kalbini dar ve katı kılar. Öyle ki Allah'ın zikrini işitecek olursa kalbi bundan tiksinir. Putlara ibadet adına bir şeylerden söz edilecek olursa bundan dolayı da kalbi rahatlar.

Kalp marifetin, ilmin, muhabbetin ve inabenin (Allah'a dönüşün) yeri olduğuna, bu hususlar da kalbe ancak bunlara elverişli genişlikte 'Olduğu vakit girdiklerine göre, Allah bir kulun hidâyetini murat ederse onun kalbini genişletir ve açar. Böylelikle bunlar o kalbe girer ve onda yerleşirler. Ama Yüce Allah bir kulu saptırmayı murat ederse, göğsünü daraltır, ona darlık ve sıkıntı verir. Bunlar da o kalbe girecek yer bulamazlar. Böylelikle o kalpten başka tarafa çekilir ve orada yerleşmezler.

Boş olan her bir kaba bir şey girecek olursa ondan dolayı daralır. Ona bir şeyler boşaltıldıkça o da daralmaya devam eder. Yumuşak kalp müstesna. O kalbe iman ve ilim boşaltıldıkça daha da genişler ve rahatlar. İşte bu da Yüce Rabbimizin kudretinin âyetlerindendir.
Tirmizî'de ve başka kaynaklarda Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'den şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir: "Nur kalbe girdi mi kalp açılır ve genişler. Ashâb: Ey Allah'ın Rasûlü, bunun alameti nedir, diye sordular. O: Ebedi kalış yurduna yönelmek, aldanış yurdundan uzak kalmak ve gelip çatmadan önce ölüme hazırlanmaktır, buyurdu.
[”el-Elbânî, Silsiletü'l '-Ehâdîsi'd-Daîfe (No: 965)]

O halde göğsün genişletilmesi hidâyetin en büyük sebeplerinden, daraltılması da dalâletin sebeplerindendir. Tıpkı onun genişletilmesinin en üstün nimetlerden, daraltılmasının da en büyük musibetlerden olması gibi. Mümin kimsenin göğsü bu dünya yurdunda dünyadan hoşuna gitmeyecek şeyler gelip isabet etmesine rağmen geniştir ve rahattır. İman güç kazanıp da imanın o güleçliği kalplere karışınca dünyanın hoşa gitmeyen hallerine karşı kalbindeki genişlik. dünyanın arzu edilip, sevilen şeylerine göre daha ileridir, Bu sebeple dünyadan ayrıldığı vakit ayrılışı sebebiyle ruhunun genişliği ve açılımı daha da büyük olur. Tıpkı dar bir hapishaneden kendisine uygun, oldukça geniş bir alana çıkanın durumu gibi. Çünkü dünya müminin zindanıdır. Yüce Allah kıyamet gününde onu dirilteceği vakit bundan öncekilerle ölçülemeyecek kadar büyük oranda göğsü açılır ve genişler. Göğsün genişlemesi, hidâyetin sebebi olduğu gibi, her türlü nimetin esası ve her türlü hayrın da köküdür.
Kelîmullah Mûsâ b. İmrân aleyhisselâm Rabbinden göğsüne genişlik vermesini dilemişti. Çünkü o göğsüne genişlik vermedikçe risaletini tebliğ edip, onun ağır yüklerinin altından kalkmasının imkansız olduğunu biliyordu. Yüce Allah nebîlerinin ve rasûllerinin sonuncusuna nimetlerini sayarken onun göğsüne genişlik verdiğini zikretmektedir. Ona tabi olanlar hakkında da göğüslerine İslam için genişlik verdiğini de haber vermiştir.


Göğsü genişleten sebep, Yüce Allah'ın onun içine bıraktığı nurdur. Bu nur o kalbe girdiği takdirde, o nurun gücü ya da zayıflığı oranında genişler.
Eğer: Bu nuru kazanmak imkanı var mıdır yoksa vehbi midir? diye sorulursa, o hem vehbidir, hem kesbidir, derim. Onu kesbedebilmek (kazanmak) da katıksız Yüce Allah' ın bir bağışıdır. Çünkü iş (emr) bütünüyle Allah'a mahsustur, hamd da bütünüyle yalnız O'nundur, hayır bütünüyle yalnız O'nun ellerindedir. Kul ile birlikte kendi nefsinden gelen hiçbir güç kesinlikle yoktur. Aksine yüce Allah bütün sebepleri bağışlayandır. Bu sebeplerin sonuçlarını verendir, bunları da sebep haline getirendir. Bunları dilediği kiliselere bağışlayan ve dilediği kimseden alıkoyandır. O kulu hakkında hayır murad ederse yalnız kendisinden ümit etmek ve yalnız kendisinden korkmak uğrunda bütün gücüyle çalışıp, bütün gücünü bu uğurda ortaya koyması muvaffakiyetini bağışlar. Çünkü bunlar ilahî tevfikin ana maddesidir. Kalpte korku ve ümidin varlığı oranında ilahi tevfik de hasıl olur.
Şâyet korku ve ümit de O'nun elindedir, kulun elinde değildir, öyle mi, diye sorulursa şöyle cevap verilir: Allah'a yemin ederim ki evet, bunların ikisi de mücerred O'nun fazlı ve ihsanıdır. Allah bunları kendilerine yakışan yere koyar ve onlara elverişli olmayanlardan da alıkoyar.

Peki, buna elverişli olmayanın günahı nedir, diye sorulursa, günahlarının çokluğundan dolayı elverişli değildir, diye cevap verilir. Çünkü o, kendi durumu hakkında basiret sahibi olduğu halde, kendisi için dalaleti ve azgınlığı seçmiş, tercih etmiş ve daha çok sevmiştir. Böylelikle kendi hevasını Rabbinden gelen hakka ve rızasına tercih etmiş, körlüğü hidâyetten daha çok sevmiş oldu. Ona çeşitli nimetleri ihsan eden kimsenin nimetlerine karşı nankörlük edip, ulûhiyetini inkar etmek, O'na ortak koşmak, O'nu gazaplandıracak hususlarda hızlıca koşmak, O'na şükretmekten, O'nu tevhid etmekten, O'nu razı edecek şeyler yolunda çalışmaktan daha çok sevmiş oldu. İşte bu, onun kendisini yaratıp, mutlak maliki olanın tevfikine layık olmayışından dolayıdır. Hangi günah bundan daha büyük olabilir?
O adaletli hüküm koyan, bu durumda olan kimseden tevfikini esirgeyecek olursa, ona karşı adaletle muamele etmiş olur. Onun karşısında hidâyetin kapıları kapanmış, doğruluğun yolları tıkanmış olur. Böylelikle kalbi kararır ve içine İslam’ın ve imanın girmesine imkan olmayacak şekilde daralır. Ona her türlü âyet ve mucize gelse dahi bu onun sadece sapıklığını ve küfrünü arttırır.

Allah'ın İslam ve iman için göğsüne genişlik verdiği bir kimse, bu âyeti ve bunun ihtiva ettiği tevhid, kader, adalet, rubûbiyetinin şanının yüceliği üzerinde düşünecek olursa, şüphesiz kalbi bir başka hidâyeti ve özel bir marifeti de elde eder. Her bakımdan ve her itibarla kendisinin bir kul olduğunu, Yüce Rabbin de her şeyin maddi, aynî, nitelik ve fiillerin mutlak maliki ve Rabbi olduğunu, emrin bütünüyle yalnız O'nun elinde, hamdin yalnız O'nun, işle rin bütün dizginlerinin O'nun elinde olduğunu ve hepsinin dönüşünün O'na olduğunu bilir.
Bu âyetin bizim akıllarımızın kavrayacağından çok daha ileri, bizim anlayışımızın çok ötesinde, anlamını karartan ve kendi nefislerine de böylelikle zulmeden kelamcıların söylediklerinden çok daha büyük bir anlamı vardır. Allah'a yemin olsun ki, onların gerdikleri kalın perde bu âyetin üstünü kapatmış ve böylelikle kavrayışlarının ona nüfuz etmesini önlemiş oldular. Onların kendi kendilerine koydukları esasları, kendilerinin tespit ettikleri kaideleri bu âyet ile kastedilen anlama ulaşmalarını engellemiştir.
Şüphesiz bu âyet-i kerîme'nin muhtevasında Yüce Allah'ın rasûlleri ile gönderdiği, kitaplarında indirdiği tevhid ve adalet söz konusu edilmiştir. sıfatları ta'til eden, kaderi kabul etmeyenlerin söyledikleri tevhidi ve adaleti değil elbette.
Yine bu âyet-i kerîme, hikmeti, kudreti, şerîatı, kaderi, sebebi, hükmü' günahı ve cezayı da tespit etmekte ve böylelikle sağlam kalbin önünde Yüce Rabbi isimleriyle, kemal sıfatlarıyla, celâl vasıflarıyla, şerîatinde ve kaderinde hikmeti, cezasında adaleti, sevabında lütfu ile Rabbi tanımak için geniş bir kapı açmış bulunmakta, tevhidinin, rubûbiyetinin, kayyûmiyetinin, Ulûhiyetinin kemalini ihtiva etmektedir. Bütün işlerin O'nun katıksız iradesinden kaynaklandığını, O'nun kemal derecesindeki hikmetine raci olduğunu, hidayet bulan kimsenin Allah' ın kendisine hidâyet ihsan etmiş olduğu, dini ve şeriatı için kalbine genişlik verdiği özel kimse olduğunu, dalalete düşenin ise, O’nu bilmeye ve sevmeye karşı semada yükseliyormuşçasına kalbini sıkıntılı ve dar kıldığı kimseler olduğunu, bu halin onun (kulun) kudretinde olmadığım, bunun Yüce Allah'ı hakkıyla takdir etmeyip, rubûbiyetinin kemalini inkar eden, nimetlerine karşı nankörlük eden, şeytana ibadeti O'na ibadete tercih eden kimselere verdiği adaletli bir ceza olduğunu bilir.
Böyle bir kimse bu şekilde hareket etmekle Allah'ın tevfikinin ve hidâyetinin kapısını kendi yüzüne kapatmış olur, buna karşılık dalâletinin ve azgınlığın kapılarım da üzerine açmış olur. Bunun neticesinde göğsü daralır, kalbi katılaşır. Artık bütün organları Allah'a ibadet etmez olur, her tarafı karanlıkla dolup taşar. Onun bunlara sebep olan günahı ise imandan yüz çevirip, onun yerine küfrü, fasıklığı ve isyanı alması, şeytanı veli (dost) edinmeye razı olması, Rahmân olan Allah' a düşmanlığı hafife almasıdır. Böylelikle mevlasına dönmeyi bir türlü içinden geçirmez, hiçbir gün hevasının peşinden gitmekten vazgeçmeyi kararlaştırmaz. Allah' ın verdiği emirlerin zıttını işler, Allah'ın nefret ettiğini sever, sevdiğinden nefret eder. Allah'a düşmanlık edenleri dost, dostu olanlara düşmanlık eder. Yüce Rabbin razı olduğu bir şeye o öfkelenir, öfkelendiği şeye razı olur.
O bütün bunları Allah'ın ihsanı içerisinde yüzerken yapar. O'nun yurdunda yaşarken yapar, O'nun rızkıyla gıdalanırken yapar ve O'nun nimetleri ile O'na masiyet olan işleri işleyecek gücü elde eder.
O halde Yüce Allah'tan daha adil kim olabilir? Rics'i (pisliği, murdarlığı i bu türden iman etmeyen kimselerin aleyhine tecelli ettiği için, O, cahillerin ve zalimlerin kendisini nitelediklerinden çok yüce ve pek münezzehtir.
-İbnu'l Kayyım /Şifâu'l-Alîl fî Mesâili'l-Kadâ ve'l-Kader ve'l-Hikme ve't-Ta'lil -
 
M Çevrimdışı

Muvahhid Mücahid

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Allah Kulunun Kalbine Nasıl Genişlik Verir?
Yüce Allah kulunun kalbine bıraktığı nuru ile genişlik verdiği takdirde bu nurun aydınlığında ona kulun bilgisinin yeterli gelmeyip, şaştığı isim ve sıfatların hakikatlerini ona gösterir.Çünkü kulun bu isim ve sıfatları bizzat bulundukları hal üzere tanımasına imkan yoktur. Yine bu nurun aydınlığında ona iman hakikatlerini, kulluk hakikatlerini, kulluğun nasıl sağlıklı olup ne şekilde fesat bularak bozulacağını da gösterir.İsim, sıfat, iman, ihlas ve ubûdiyet hükümleriyle ilgili marifet ve bilgi onların bu nurdaki farklılıklarına göre farklılık gösterir.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ölü iken (imanla) kendisini dirilttiğimiz, insanlar arasında ona (hakkı batıldan ayırarak) yürümesi için nur verdiğimiz kimse içinden çıkamayacağı karanlıklarda kalan kimse gibi midir?[En'am, 6/122]
Bir başka yerde yüce Allah şöyle buyurmaktadır:" Ey iman edenler! Allah'tan korkun, Rasûlü'ne de iman edin ki, rahmetinden size iki pay versin, sizin için aydınlığıyla yürüyeceğiniz bir nur versin.[Hadîd, 57/28]

Bu nurun aydınlığında, müminin kalbinde imanın arşı üzerinde oturmuş olduğu halde en üstün misalin hakikatini açıp gösterir. Böylelikle o kalbiyle pek büyük, kahir, kadir, zatında, sıfatlarında ve fiillerinde herkesten büyük bir
Rabbi müşahede eder. Yedi sema ellerinden birisinin avucu içerisinde, yedi arz da diğer avucundadır. Gökleri bir parmak üzerinde, yerleri bir parmak üzerinde, dağları bir parmak üzerinde, ağaçları bir parmak üzerinde, Serâ'yı (toprağı) bir parmak üzerinde tutar, sonra: Ben melik olanım der. Yedi gök O'nun avucu içerisinde, kulun avucundaki bir hardal tanesi gibidir. O her şeyi kuşattığı halde hiçbir şey O'nu kuşatamaz. O, mahlukatını, etrafını sarıp, sayılarını bildiği halde kimse O'nun etrafını saramaz. O onları idrak eder, onlar O'nu
idrak edemez. Eğer Adem'den itibaren bütün insanlar sonuncularına kadar bir tek saf halinde dursalar yine O'nu kuşatamazlar.
Bundan sonra Yüce Allah'ın ilminin her bilgi sahibinin üstünde olduğunu müşahede eder. Kudreti ile her güç sahibinin üstünde olduğunu, cömertliği ile her cömertin üstünde olduğunu, rahmeti ile her rahmetlinin üstünde,
güzelliği ile her güzelin üstünde olduğunu müşahede eder. Hatta bütün yaratılmışların güzelliği tek bir kişide toplansa, sonra da bütün mahlukata bu güzelliğin bir misli verilecek olsa o güzelin güzelliğinin, Yüce Rabbinin güzelliğine (cemâline) nispeti oldukça cılız bir kandilin ışığının, güneşin ışığına nispeti gibi olur.

Bütün yaratılmışların gücü onlardan tek bir kişide toplansa, sonra da onların her birisine o gücün bir misli verilse, bu güçlerin Onun gücüne nispeti hiç şüphesiz sivri sineğin gücünün, arşın taşıyıcılarının gücüne nispetinden daha düşük olacaktır.
Şifâu'l-Alîl fî Mesâili'l-Kadâ ve'l-Kader ve'l-Hikme ve't-Ta'lil
 
Üst Ana Sayfa Alt