Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Günahtan Tevbenin Şartları (Soruya Cevab)

ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
GÜNAHTAN TEVBENİN ŞARTLARI (Soruya Cevab)

Demir1;115536' Alıntı:
Arkadaşlar ben ilkdefa yazıyorum gerçekten sohbetler, konuşmalar, sorular ve yanıtlar çok güzel. Gerçekten çok anlamlı cevaplar verilmiş sorulara. Bende küçük yaşımdan beri sürekli Kur' an okuyan ve camilere giden bir insanım. Fakat aklıma takılan bir soru var!
Peygamber Efendimiz bir hadisi şerifinde: Cimrilik edenler, aldatanlar, İhanet edenler( hainler) ve kötü huylu olanların cennete giremeyeceğini buyurmuştur.. Bunları biliyorum ama peki Alkol alanlar da cennete girebilecekler mi?. Biryerden duymuştum ben, içki içenlerin cennete giremeyeceğini. Bu nekadar doğrudur?. Ben Alkol kullanmıyorum ama alkolü, günah olduğunu bile bile, bir arkadaşım 1 defa kullanmış. Şuan çok pişman olduğunu söylüyor ama "acaba Rabbim beni affeder mi?" diye bana soruyor. Bende çok tevbe et Allah' tan ümidini kesme dedim. Ama bu günahın affı varmıdır, yani bile bile işlenmiş bir günahın affı varmıdır.? Gerçekten benimde aklıma çok takıldı arkadaşlar. Eğer aranızda bu soruyu yanıtliyabilicek biri varsa cavabı bekliyorum? Çok sevinirim gerçekten. Şimdiden çok teşekkürler
zmra15.jpg
Haşr 9. Ve Onlardan önce o yurda yerleşen imana sarılanlar kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte Onlar umduklarına erenlerdir.
وعن أبي بكر الصديق رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ] قَالَ رَسُولُ اللّهِ
النَّارُ قَرِيبَةٌ مِنْ كُلِّ خِبٍّ بَخِيلٍ مَنَّانٍ؛
وفي رِوَايَة : َ
يَدْخُلُ الْجَنَّةَ خِبٌّ، وََ بَخِيلٌ وََ مَنَّانٌ
أخرجه الترمذي
20. (5891)- Ebu Bekr es-Sıddîk (radıyallahu anh) anlatıyor;
"Rasulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Cehennem, bozguncu, cimri ve başa kakıcı her insana yakındır."
Bir rivayette de şöyle buyrulmuştur. "Cennete ne bozguncu, ne cimri, ne de başa kakıcı giremez."
(Tirmizî, Birr 41, (1964). [91)
(Cimri, günahının cezasını çekmedikçe Cennete giremez anlamındadır)

وعن جابر بن عبداللّه ا‘نصاري رَضِيَ اللّهُ عَنهما قال : ] قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أتَّقُوا الظُّلْمَ، فإنَّ الظُّلْمَ ظُلُمَاتٌ يَوْمَ الْقِيَامَةِ، وَاتَّقُوا الشُّحَّ فإنَّ الشُّحَّ أهْلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ، حَمَلَهُمْ عَلى أنْ سَفَكُوا دِمَاءَهُمْ وَاسْتَحَلُّوا مَحَارِمَهُمْ
أخرجه مسلم
13. (5884)- Cabir İbnu Abdillah el-Ensarî (radıyallahu anh) anlatıyor;
"Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "
Zulûmden kaçının. Zira zulüm, kıyamet günü karanlıklar olacaktır. Cimrilikten de kaçının, zira cimrilik, sizden öncekileri helak etmiş, onları birbirlerinin kanlarını dökmeye, haramlarını helal addetmeye sevketmiştir."
[Muslim, Birr 56, (2578).] [İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/357]

AÇIKLAMA:
1- Bazı âlimler, hadisin zâhirî manasının esas olduğunu söylemiş, dolayısıyla yapılan zulümlerin, kıyamette zalimin karşısına karanlıklar şeklinde çıkacağını, mûminlerin önü ve yanları nurlu ve aydınlık olduğu halde, zalimin karanlık içinde kalıp yolunu bulamayacağını belirtmiştir.
Nevevî, bunun kıyamet gününün şiddetleri olması ihtimalinden de bahseder ve: "Karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarır." (En'am 63) ayetinin bu şekilde tefsir edildiğini belirtir.

İbnu´l Cevzî, zulmün iki şekilde yapılabileceğini belirtir ve bu konuda şu açıklamayı yapar: "Biri haksız yere başkasının malını almaktır. Diğeri de adaleti emreden kimseye karşı gelmektir. İkincisi birincisinden daha kötüdür."
İbnu´l-Cevzî, zulmün kalbdeki kararmanın sonucu olduğunu, iman nuruyla aydınlanan bir kalbin, zulmün akibetini düşünerek zulme meydan vermeyeceğini söyler.

2- Cimriliğin sebeb olduğu helakin, hem dünya hem de ahiret helaki olabileceğini söylemiştir. Zaten hadis, dünya helakini, dünyada bu sebeble birbirlerinin kanını döktüklerini, haramları bu yüzden, helal addettiklerini belirtmektedir. Bu tasvir, sadece dünya helakinin değil, ahiret helakinin de tasviridir.


Bakara 9 “Onlar Allah’ı ve inananları aldatmaya çalışırlar, oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değildirler.”
FATIR 40- De ki: "Gördünüz ya, Allah'ı bırakıp da tapmakta olduğunuz ortaklarınızı! Gösterin bana, yer yüzünden neyi yaratmışlardır?" Yoksa onların gök yüzünde bir ortaklığı mı var? Yoksa biz kendilerine bir kitab vermişiz de ondan bir delil üzerinde mi bulunuyorlar? Hayır O zalimler, birbirlerine aldatmadan başka bir vaadde bulunmuyorlar.

Şubhesiz aldatan şahıs iman etmemiş (kafir) ise yada iman edenleri aldatmak için iman ediyormuş rolüne soyunan biri (münafık) ise bu kişi ebedi cehennemliktir. Bunların yapacağı iyi ameller de boşa çıkacaktır .
ZUMER 65- Andolsun ki, sana da, senden öncekilere de şu vahyedildi: "Yemin ederim ki, eğer şirk koşarsan bütün çalışmaların boşa gider ve mutlaka kendine yazık edenlerden olursun."

Beşer olmamız hasebiyle samimi şekilde iman etmiş olsak da zaman zaman bazı yanlışlarımız olabilmektedir. Fakat özellikle dikkat etmemiz ve sakınmamız istenen hatalara daha çok ihtimam göstermeliyiz. Allah muhafaza böyle bir hataya düşmüşsek de farkına vardığımız gibi bir an önce tevbe edip samimi şekilde Allahtan afv dilemeli , bir daha yapmayacağımız şuurunda olmalı, bu yanlıştan dolayı kalbden pişmanlık hissedilmelidir. Aksi taktirde tekrar tekrar bu yanlışlara düşülmesi devam edecektir ki böylece de afv olunması zorlaşacaktır .

وَعَنْ أبي هُرَيرةَ رضي اللَّه عَنه أنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قَالَ : « … مَنْ غَشَّنَا فَلَيْسَ مِنَّا
Ebû Hurayra’den (r.anh) rivayet edildiğine göre;
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Bizi aldatan bizden değildir.”
[Muslim, Îmân 164, Fiten 16]

Bir gün Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) pazarda bir buğday sergisine uğradı. Elini buğday yığınının içine daldırınca parmakları ıslandı.
Bunun üzerine satıcıya; “Bu ıslaklık ne?” diye sordu.
Adam; ‘Ey Allah’ın Rasûlu! Yağmur ıslattı, dedi.
Kutlu Nebî; “İnsanların görüp aldanmaması için o ıslak kısmı ekinin üstüne çıkarsaydın ya!karşılığını verdi. Ardından da;Bizi aldatan, bizden değildir.” buyurdu.
[Muslim, Îmân 164]


Aldatma ve hile sadece alış verişte değil, hayatın her alanında olabileceği için, Peygamber’in, “Bizi aldatan bizden değildir ifadesi son derece anlamlı ve önemlidir. Bu sebeple aldatma ve hile, bir müslümanın mal ve hak kaybının yanı sıra canına bile mal olabilir.
Yalan, aldatma ve hilenin olduğu yerde, adalet ve hukuk olmaz. Bu sebeble hile ve aldatma, her türlü olumsuzluğa neden olabilir. Bu yüzden hile ve aldatma, Müslüman olmayanların ancak yapabileceği bir davranıştır. Çünkü müslümanın malı da canı da dokunulmazdır; bir başka müslümana haramdır.

İbn Hacer bu hadisi şerh ederken şu ifadeleri kullanmıştır:
Bizi aldatan, bizden değildir.”[Muslim, Îmân 164] ifadesi tekfir anlamında olmayıp, işin çirkinliğini ve böyle bir zulmün büyüklüğünü göstermeye yöneliktir. Çünkü, Müslüman’ın görevi, Müslüman kardeşinin hak ve hukukunu savunmak, ona yardım etmek, kâfirlerin ve zalimlerin zulmünden onu korumak olduğu halde, sadece korkutmak niyetiyle dahi olsa ona karşı kırıcı, yaralayıcı, öldürücü herhangi bir silah çekmek, silah doğrultmak büyük bir vebaldir. Bu tür İslam'a uygun olmayan davranışların çirkinliğini zihinlere yerleştirmek için kullanılan ağır bir azarlama üslubudur. Nitekim diğer bir hadis-i şerifte -mealen- şu ifadeye yer verilmiştir:
Sizden biriniz kardeşine silahla işaret etmesin/ona silah doğrultmasın, çünkü, bilmeden, şeytan onun elinden bir kaza çıkartabilir ve sonra da o kişi cehennemin çukuruna düşebilir
(Buhârî, Fiten 7; Muslim, Birr 126).

Demek ki bu işin şakası bile olmaz.

Nitekim, Ebû Hurayra radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bize silah çeken bizden değildir. Bize hile yapıp aldatan da bizden değildir."
(Muslim, Îmân 164, Fiten 16 , Ebû Dâvûd, Buyû 50; Tirmizî, Buyû 72; İbni Mâce, Ticârât 36)


Enam 158-(İnanmak için) illa meleklerin gelmesini, yahut Rabb'inin gelmesini, ya da Rabb'inin bazı âyetlerinin gelmesini mi bekliyorlar? Ama Rabbinin (azab) işaretlerinin geldiği gün, daha önce iman etmemiş, yahut imanında bir hayır kazanmamış kimseye, artık inanması bir fayda sağlamaz. De ki: "Bekleyin; biz de beklemekteyiz."

Kişinin ölmeden önce pişman olup tevbe etme imkanı vardır . Tabi bunu ne kadar erken yapması o kadar iyidir. Çünkü Allah çok bağışlayan , afv edicidir.
“O iyi davranış gösteren kullar, çirkin bir günah işlediklerinde veya kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe – istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler. (Âl-i İmrân, 135-136)


Güneş batıdan doğduğu zaman herkse iman edecek. Ama artık irade ve ihtiyarın bir anlamı kalmadığı için, tevbe kapısı da kapanmış olacaktır. O zaman, daha önce iman etmemiş olan kimselerin, o gün iman etmesi veya ibadete yönelmesi, yapacağı hayır ve hasenatlar kabul edilmeyecek ve hiçbir değer taşımayacaktır.
Kişi tevbe etmekte acele etmelidir , Nitekim hadiste:
Mûmin günah işlediğinde, kalbinde siyah bir leke olur. Tövbe eder, günahı terk eder ve istiğfar ederse, bu siyahlıktan kurtulur, günah artarsa siyahlık da artar...” (İbn Mâce, Zuhd 29) buyurulmaktadır.

Tövbe için geçerli olan zamanın son sınırı hakkında şu hadis bize bir fikir vermektedir:
Allah kulunun tövbesini, can boğaza gelmedikçe kabul eder.” (Tirmizî, Deavât 100; İbn Mâce, Zuhd 30)

Ölüm kesinleşip, can boğaza geldiğinde ise, tövbe kabul edilmeyecektir.

Bir hadisi şerifte
Ben Allah-u Tealaya günde yetmiş defadan daha fazla tövbe edip beni afvetmesini istiyorum.” (Buhari)


Allah Rasulu (s.a.v.), kullarının tövbesi karşısında Allah’ın ne kadar hoşnut olacağını şöyle bir örnekle anlatmaktadır:
Allah’ın kulunun tövbesine sevinmesi şuna benzer: Bir insan azığını, su tulumunu bir deveye yüklemiş, sonra yolculuğa çıkmıştır. Nihayet çorak bir yere vardığında uykusu gelmiş, devesinden inerek bir ağacın altında istirahata çekilmiştir. Kalktığında devesinin kaybolduğunu görmüş ve değişik tepelere koşarak onu aradığı halde bulamamış ve yorgun bir vaziyette, ağacın altına yatmıştır. Tekrar uyandığında devesini yanı başında durduğunu görüp de yularından yapışıp, son derece sevinerek, yanlışlıkla; “Ey Allah! Sen benim kulumsun, ben senin Rabb'inim.”
(Buhârî, Deavât 4; Muslim, Tevbe 3) demiştir.

İşte Yüce Allah, kendisine tövbe eden kuluna, devesini kaybettikten sonra bulan adamdan daha fazla sevinir.

Tevbe edib afv dilemeye peygamberlerden de misaller verebiliriz:
Yunus (a.s) balığın karnında ve denizin karanlıklarında; “Ya Rabbi Sensin ilah, Senden başka ilah yoktur, Subhansın, bütün noksanlıklardan munezzehsin, Yücesin. Doğrusu ben kendime zulmettim, yazık ettim. Afvını bekliyorum Rabb'im!” (Enbiyâ, 87) deyip, en faziletliyi yapabilecek iken faziletli olanı yaptığından ötürü Allah’tan af dilemiştir. Allah da onu afvetmiştir. (Taberî, Ebu Cafer Muhammed b.Cerir, Câmiu’l-Beyân an Te’vili’l-Kur’an, Beyrut 1988, XVII, 80)

Yine bilindiği gibi Âdem ve Havva (a.s.), cennette yasak meyveden yiyerek, Allah’ın emrine karşı gelmişlerdi. Cennetten çıkarılıp, dünyada epey muddet dolaştıktan sonra Arafat meydanında “Rahmet Dağı” denen bir dağın başında yaptıkları hatadan dolayı Allah’a tövbe etmişler; “Rabb'imiz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, muhakkak ki zi yana uğrayanlardan oluruz” (A’raf, 23) diyerek Yüce Allah’a yalvarmışlar ve af dilemişler, Cenab-ı Hak da onları afvetmiştir.


إِلَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلاً صَالِحاً
فَأُوْلَئِكَ يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللَّهُ غَفُوراًرَّحِيماً {70
FURKAN 70- Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışlarda bulunanlar başka; Allah Onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.

TEVBE 27- Sonra bütün bu olup bitenlerin arkasından Allah, dilediğine tevbe nasib eder. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
İSRA 25- Rabb'iniz içinizden geçenleri çok iyi bilir. Eğer iyi kimseler olursanız elbette Allah çok tevbe edenleri bağışlayıcıdır.
NİSA 99- Umulur ki, Allah bu kimseleri afveder. Allah çok afvedici, çok bağışlayıcıdır.


Nevevi şöyle der: "İşlenen günahların insanoğlu ile ilişkisi varsa o takdirde tevbenin şartı; hak sahibinin hakkının ödenmesidir. Mal ve benzeri bir şeyse, şart, onun sahibine iadesidir."
Bicûrî şöyle der: "İşlenen günahın insanoğlu ile ilişkisi varsa tevbenin şartı, hak sahibine hakkının ödenmesi ya da onun hakkından vaz geçmesidir. Kişinin buna gücü yetmez ve üzerindeki haklar çok olursa o takdirde ihlaslı olması, Allah'a çok yalvarması gerekir ki bu sayede belki kıyamet günü alacaklılar ondan hoşnut olabilir."
İbni Kayyim şöyle der: Günahta insan hakkı varsa kişinin, tevbesinde o hakdan ya geri vererek ya da helallik alarak kurtulması gerekir.


DUADA ÖLÇÜ
1_
Allaha dua edilmeli.
Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
"(Ey Muhammed!) Kullarım sana beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki, doğru yolu bulalar." (Bakara 186)

Ebu Musa eI-Eş'ari (r.anh) anlatıyor:

Peygamberimiz Hayber'e savaşa giderken askerler bir vadiye geldiklerinde yüksek sesle "Allah Ekber, Allahu Ekber, Lailahe illAllah-Allah uludur, Allah uludur. Allah'tan başka ilah yoktur diye tekbir almışlardı.
Bunun üzerine Peygamberimiz askerlere:
"Kendinize acıyınız (yavaş tekbir getiriniz) çünkü, siz ne sağır çağırıyorsunuz, ne de gaibe (burda olmayana) sesleniyorsunuz. Kuşkusuz siz iyi işiten ve size çok yakın olan Allah'a dua ediyorsunuz. O, her zaman (ve her yerde) sizinle beraberdir" buyurdu.
(Buhari, Mağazî, 38; Muslim, Zikr, 13)


Peygamberimiz de: "Siz ne bir sağıra, ne de bir orada olmayana dua ediyor değilsiniz, şubhesiz bir işitene ve yakına dua ediyorsunuz"
(Buharî, Meğazî, 38; Muslim, Zikir, 44, 45; Ebû Davud, Vitir, 26; Tirmizî, Daavat, 57) buyurmuştur.
"Rabb'ini, yüksek sesle olmaksızın sabah akşam, yalvara yakara ve gizlice içinden zikret! Sakın gafillerden olma!” (A’raf: 205)

Riya olmasın diye gizlice dua etmek, daha efdaldir. Ancak, hacdaki telbiye veya bayramlardaki tekbir duaları gibi, topluca dua edilmesi gereken yerlerde yüksek sesle dua etmek, meşrûdur. Çünkü böyle yerlerde, riya söz konusu olmaz. Allah (c.c), Zekeriya (a.s.)’nın kendisine gizlice dua etmesini överek şöyle buyurmuştur:
Kef, he, ye, ayn, sad. (İşte bu), senin Rabb'inin, kulu Zekeriya’ya rahmetinin zikridir. Hani o, Rabb'ine gizlice seslenmişti...” (Meryem: 1-3)

“Enes (r.anh) şöyle demiştir:
Allah (c.c)’a gizlice dua etmek, açık dua etmekten yetmiş defa daha efdaldir.

(Ebu Şeyh İbni Hayyan el-Ensari rivayet etti.)

İbn Ömer dua ederken ellerini kaldıran bir topluluıa uğraynca: "Bu topluluk niye el uzatıyor? Vallahi, eğer en uzun dağın başında
olsalar Allah'a bundan daha fazla yakın olamazlar" dedi.
Katâde devamla şöyle der: "Allah'a, Ona itaat ederek yaklaşılır. Allah'a dua edeceğiniz zaman, sukun, vakar, güzel bir hâl ve sözlerle ediniz."
İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, ibn Mâce, ibn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Muğaffel, oğlunun: "Allahım! Cennete girdiğim zaman, senden Cennetin sağındaki beyaz köşkü istiyorum" dediğini duyunca: "Evladm! Allah’tan cenneti iste, cehennemden Allah’a sığın. Ben, Rasûlullah'ın (s.a.v.): «Bu ummette, duada ve temizlikte haddi aşan bir topluluk olacaktır» buyurduğunu duydum" dedi.
bn Ebî Şeybe (10/288), Ebû Dâvud (96), İbn Mace (815), ibn Hibban (6763, 6764), Hâkim (1/162, 540) ve Beyhakî (1/196, 197). Sahih hadistir : Elbânî, Sahîh Sünen Ebî Dâvud, 87)

İbn Cerîr ve Ebu' Şeyh'in bildirdiğine göre ibn Cureyc, bu âyeti (Âraf 55) açıklarken şöyle dedi: “Duada haddi aşmak: Sesi yükseltmek ve bağırıp çağırarak dua etmektir. Halbuki dua, boyun eğerek sukunet içinde yapılmalıdır." (İbn Cerîr , 10/249)

Dua, yüce yaratıcıya yönelerek O'ndan istek ve dilekte bulunmaktır. O'ndan başkasından dilekte bulunulmaz. Kulun isteklerine O'ndan başkası cevab veremez. Çünkü her şeyi gören, işiten ve her şeye gücü yeten yalnız O'dur. Bu sıfatlar O'ndan başkasında bulunmaz. Dua, aynı zamanda ibadettir. Nitekim Peygamberimiz: "Dua, ibadetten ibarettir" (Tirmizî, Dua, 1; İbn Mace, Dua, 1) buyurmuştur.
Bir başka ayette de: "Bana dua edin kabul edeyim" (Mu'min 60) buyuruyor.
Enes (r.anh) Peygamberimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Şubhesiz Allah Teala haya ve kerem sahibidir. Bir kimse ellerini kendisine doğru kaldırıp dua ettiğinde onları boş döndürmekten haya eder."
(Ebû Davud, Salât, 358; Tirmizî, Daavat, 105)
Allah Teâlâ buyuruyor: "(Ey Muhammed) De ki duanız olmasa Rabb'im Size ne diye kıymet versin?" (Furkan 77)

Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadis-i şeriflerinde:

Bütün Âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir.” (İbn Mâce, Zuhd, 30) buyurmaktadır.

Başka bir hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz: Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.
(Muslim, Tevbe, 9, 10, 11) buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz,Günahtan tam dönen ve tövbe eden, o günahı hiç işlememiş gibidir.” (İbn Mace, Zuhd 30) buyurur.
Yüce Allah kullarını tövbeye çağırmakta ve şöyle buyurmaktadır:
"Yine onlar, bir kötülük işlediklerinde ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının afvedilmesini dilerler. Günahları Allah`tan başka kim afvedebilir? Onlar işledikleri günahlarda bile bile ısrar etmezler." (Âl-i İmran-135)
Ey mûminler! Hepiniz toptan Allah’a tövbe ediniz ki, felaha edesiniz.” (Nur,31)

2_
Duanın kabul olmasını, olmamasını ya da hemen, sonra olmasına en çok etkileyen sebeb kişinin kazancıdır. Helal lokma duanın kabulü için gereklidir.
Ebû Hurayra anlatıyor:
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar! Allah tayyibdir (her türlü noksanlıklardan münezzehtir) temiz ve helal olanı ancak kabul eder. Allah (c.c.), mûminlere de peygamberlere emrettiği şeyleri emretmiş ve: "Ey Peygamberler! Helal olan şeylerden yiyin ve salih -iyi işler- yapın. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı bilirim." (Mûminûn, 51)
Mûminlere de şöyle emretmiştir: "Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların helal ve temiz olanlarından yiyin. Eğer yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız O'na şükredin."(Bakara, 172).
Sonra Peygamberimiz konuşmasını şöyle sürdürmüştür: "Bir kimse (hac gibi) uzun yolculuğa çıkar, saçları dağılmış, toz toprak içinde kalmış bir halde ellerini semaya kaldırarak; "Ey Rabbim, ey Rabb'im" diye dua eder (ve dileklerde bulunur). Halbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram ve haramla beslenmiş, böylesinin duası nasıl kabul edilir?"

(Muslim, Zekat, 20; Tirmizî, Tefsiru'I-Kuran, 3.)

İbn Abbas (r.anhuma) anlatıyor. Peygamberimizin yanında: "Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yiyin." (Bakara, 168) ayet-i kerimesi okunduğunda, Sâd b. Ebî Vakkas ayağa kalkarak:
- Ey Allah'ın Rasûlu, Allah'a dua et, beni duası kabul olanlardan kılsın, dedi.

Peygamberimiz: "Ey Sâ'd! Yiyeceğini helal olandan seç, duan kabul olur. Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, kul, haram Iokma yediği zaman kırk gün duası kabul olmaz. Haramla beslenen vücut ateşi hakeder" buyurdu.
(Et-Tergib, ve't- Terhib, II/547 (Hadisi Taberani "Evsat"inde rivayet etmiştir)
Müslüman, kazancının helaldan mı haramdan mı olduğuna dikkat etmelidir.

3_
Dua için özel vakitler fırsat bilinmelidir. Dua için seher, Cumua ve arafe gibi mubârak vakitleri seçmek. Dua her zaman için yapılabilirse de bazı vakitlerde yapılması, duanın daha çabuk kabul görmesini sağlar.
Bu vakitlerden birisi seher vaktidir. Allah Teâlâ, geceleri dua, ibadet ve istiğfar ile meşgul olanları Kur'an-ı Kerim'de övüyor ve şöyle buyuruyor:
"Şubhesiz ki Allah, isyandan sakınanları, Rabb'lerinin kendilerine verdiğini alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunacaklar. Kuşkusuz onlar bundan önce dünyada güzel davrananlardı. Geceleri pek az uyurlardı. Seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi."(Zariyat, 15-18)

Ebû Hurayra (r.anh) anlatıyor. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
"Gecenin üçte ikisi geçip de son üçte biri kaldığında yüceler yücesi olan Rabb'imiz, dünyanın semasına iner ve: "Bana kim dua eder ki onun duasına icabet edeyim, benden kim ister ki dileğini vereyim, benden kim mağfiret diler ki onu bağışlayayım" buyurur.
(Buhari, Teheccud, 14; Muslim, Kitabu Salati'l-Musafirine ve Kasriha, 24; Tirmizî, Salat, 329)

Ebû Umame (r.anh) şöyle demiştir:
Peygamberimize: -Ey Allahın Rasûlu, hangi dua daha makbuldur? diye sorulmuş,
Peygamberimiz: "Gece yarısı ve farz namazlardan sonra yapılan duadır" buyurmuştur.
(Tirmizî, Daavat, 79.)

Cabir (r.anh) de şöyle demiştir:
Peygamberimizin şöyle buyurduğunu işittim: "Gecede duanın kabul olacağı bir saat vardır ki, her hangi bir müslüman ona rastlar da dünya ve ahirete dair Allah'tan hayır dilerse, muhakkak Allah dilediğini yerine getirir. Bu saat her gecede vardır."
(Muslim, Kitabu Salati'I-Musafirine ve Kasriha, 23)

Cumua gününde de duaların kabul olacağı bir saat vardır. Kim o saate denk getirir ve Allah'tan bir dilekte bulunursa, Allah Teâlâ onun dileğini kabul eder.
Ebû Hurayra (r.anh) Peygamberimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Cumua gününde bir saat vardır ki, müslüman o saate rastlar da Allah'tan bir şey dilerse, Allah onu kendisine mutlaka verir."
(Buhârî, Cuma, 37; Muslim, Cuma, 4; Tirmizî, salat, 354)

4_
Allah'tan (c.c.) meşru olmayan, haram bir dilekte bulunmamak.
Ubade b. es-Samit (r.anh) Peygamberimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Yeryüzünde hiçbir müslüman yoktur ki bir günahı veya akraba ile ilişiği kesmeye "vesile" olacak bir dilekte bulunmadığı sürece, her hangi bir dua ile dua etsin de Allah Teâlâ ona istediğini vermesin veya o duasına karşılık bir kötülüğü ondan uzaklaştırmasın."
Dinleyenlerden birisi: - Öyle ise biz de çok dua ederiz, deyince,
Peygamberimiz: "Allah'ın lutuf ve ihsanı istediğinizden daha çoktur" buyurdu. (Tirmizî, Dua, 9)

5_
Kişi günahlarından tevbeye acele etmeli fakat duasında (yanıtta) aceleci davranmamalı, hayırlısını istemelidir. Çünkü her şeyin belli bir zamanı vardır, o zamanı beklemek gerekir.
عن أنس بن مالك رضي الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : «للَّهُ أَفْرَحُ بِتَوْبَةِ عَبْدِهِ مِنْ أَحَدِكُمْ، سَقَطَ عَلَى بَعِيرِهِ، وَقَدْ أَضَلَّهُ فِي أَرْضِ فَلاَةٍ». وفي رواية: «لَلَّهُ أَشَدُّ فَرَحًا بِتَوْبَةِ عَبْدِهِ حِينَ يَتُوبُ إِلَيْهِ، مِنْ أَحَدِكُمْ كَانَ عَلَى رَاحِلَتِهِ بِأَرْضِ فَلَاةٍ، فَانْفَلَتَتْ مِنْهُ وَعَلَيْهَا طَعَامُهُ وَشَرَابُهُ، فَأَيِسَ مِنْهَا، فَأَتَى شَجَرَةً، فَاضْطَجَعَ فِي ظِلِّهَا، وقَدْ أَيِسَ مِنْ رَاحِلَتِهِ، فَبَيْنَا هُوَ كَذَلِكَ إِذَا هُوَ بِهَا، قَائِمَةً عِنْدَهُ، فَأَخَذَ بِخِطَامِهَا، ثُمَّ قَالَ مِنْ شِدَّةِ الْفَرَحِ: اللهُمَّ أَنْتَ عَبْدِي وَأَنَا رَبُّكَ! أَخْطَأَ مِنْ شِدَّةِ الْفَرَح»
Enes Bin Malik (radıyallahu anh)’dan merfû olarak rivayet edildiğine göre Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: «Kulunun tövbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu memnuniyet, sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden çok daha fazladır.»
Başka bir rivayeti de şöyledir: «Herhangi birinizin tövbesinden dolayı Allah’ın duyduğu hoşnutluk ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceği ile birlikte devesini kaybetmiş ve tüm ümitlerini de yitirmiş halde bir ağacın gölgesine uzanıp yatan, derken devesinin yanına dikiliverdiğini gören ve yularına yapışarak aşırı sevincinden dolayı ne söylediğini bilmeyerek, Allah’ım! Sen benim Rabb'im, ben de Senin kulunum diyeceği yerde, Sen benim kulumsun ben de Senin Rabb'inim diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır
(Buhari ; Muslim, Tevbe, 1, 7,8)
Bütün günahlardan tevbe etmek, hemen yapılması gereken bir farzdır. Küçük olsun, büyük olsun günahlardan tevbeyi geciktirmek asla câiz değildir.


Peygamberimiz buyuruyor: "Bir kul günahı veya akrabası ile dargınlığa vesile olacak bir şey dilemedikçe ve bir de acele etmedikçe duası kabul olunur."
Peygamberimize: -Ey Allah'ın Rasûlu, duanın kabulüne engel olan acele etmek ne demektir? diye soruldu .
Peygamberimiz: "İnsan, çok dua ettim de kabul edilmedi, der. Dileğinin gecikmesinden dolayı duayı terk eder. İşte acele etmek bu demektir" buyurdu.
(Buharî, Daavat,22; Muslim, Zikir ve Dua, 25)

Görülüyor ki, İnsan Allah'tan bir dilekte bulunduğu zaman kabul edilmesi gecikirse acele edip de, "işte dua ettim de kabul olmadı" diye duadan vaz geçmesin, duasına devam etsin. Çünkü Allah Teâlâ dua edenin duasına icabet buyuracağını Kur'an-ı Kerim'de vâ'detmiştir.

6_
Dua ederken ihlaslı, samimi, içten dua ederek yaptığı duanın kabul edileceğine inanmalıdır. Duam kabul edilir mi, edilmez mi gibi bir tereddütle yapılan dua makbul olmaz.
-Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabb'iniz sizin kötülüklerinizi örter, Peygamber'i ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Çünkü onların nurları, önlerinde ve yanlarında koşar da, "Ey Rabb'imiz! Nurumuzu tamamla, bizi bağışla, çünkü sen her şeye kâdirsin." derler. (Tahrim 8)

Ebu Hurayra (r.anh) anlatıyor:
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Dualarımızın kabul edileceğine inandığınız halde Allah'a dua edin. İyi biliniz ki Allah, gafil olan ve gönlü Allah'tan başka bir şeyle meşgul bulunan kimsenin duasını kabul etmez."
(Tirmizî, Daavat, 66)

7_
Dua eden kimse korku ve derin bir saygı içerisinde bulunmalı, bağırarak yalvarmaktan sakınmalıdır. Dua, küçüğün büyükten, acizin güçlüden ihtiyacını ciddi olarak istemesi demek olduğuna göre duada yalvarma halinde bulunmamak, ufak da olsa bir saygısızlık etmek, dua sınırını aşarak iltimas sınırına geçen bir haddini aşma olayı olduğu gibi, gizli bir şekilde yapmamak bağırıp çağırmak da ihlas sınırından gösterişe geçen bir hadsizliği kapsar.
Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de kendisine nasıl yalvaracağımızı bildiriyor ve şöyle buyuruyor:
"Rabb'inize dua edin, yalvararak ve gizli olarak. Muhakkak ki O, haddi aşanları sevmez." (A'raf 55)

Duada fazla söz söyleme ve uzatma da bir nevi haddi aşmadır.

Ebû Umame (r.anh) den rivayete göre, Abdullah b. Muğaffel oğlunun, "Allah'ım, Cennete girdiğimde sağ tarafındaki beyaz köşkü senden isterim" diye dua ettiğini işitince:
"Oğlum, Allah'tan Cenneti iste ve ateşten O'na sığın. Ben Allah'ın Rasûlunden dinledim, şöyle buyurdu: "Bir topluluk gelecek, duada haddi aşacaklar."
(Ebû Davud, Vitir, 23; İbn Mace, Dua, 12)

8_
Dua edecek kimsenin abdest alması ve kıbleye dönmek.
Böyle olmak duanın adabındandır. Böyle yapması duasının çabuk kabul olmasına sebebdir.

9_
Duadan önce Allah'a hamd etmek, Peygamberine salât ve selam getirmeli.
Fudele b. Ubeyd (r.anh) anlatıyor:
Biz Peygamberimizin yanında oturuyorken bir adam içeri girdi, namaz kıldı. Sonra da:
-Allah'ım, beni bağışla ve bana merhamet eyle, diye dua etmeye başladı.
Peygamberimiz bu adama: "Acele ettin, ey namaz kılan, namazı kılıp da oturduğunda önce Allah'a layık olduğu şekilde hamd et, bana salat ve selam et, sonra da dua et" buyurdu.
Bundan sonra bir adam namaz kıldı. Namazdan sonra Allah'a hamdetti, Peygamber (s.a.v.)'e salât ve selam etti.
Bunun üzerine Peygamberimiz kendisine: "Ey namaz kılan, şimdi dua et, duan kabul olunur" buyurdu.
(Tirmizî, Daavat, 65; Ebû Davud, Salat, 358)

10_
Mucahidlere yardım etmek, Allah yolunda mucâdele eden mucâhidleri donatmak, yoksul, yetim ve öksüz çocuklara sadaka verip yardım etmek. Hak sahibleri ile helallaşmak.
Böylece hazırlıklı olarak Allah'a yalvarmalı ki Allah Teâlâ kendisine yapılan duayı kabul buyursun. Sonunda da: "Subhane Rabbike Rabbi'l-İzzeti amma yesıfûn ve selamun alel-murseline ve'lhamdulillahi Rabbi'l-alemin" diyerek duayı tamamlamak.

11_
Kul, Allah'tan (c.c.) hiç bir zaman umudunu - ümidini kesemez.
Yusuf suresinde Yakub (a.s.) , oğullarına Yusuf'u arayın sorun diye istekte bulunduğunda , çocukları:
"Yusuf'un kemikleri bile kalmadı sen hala Yusuf diye sayıklıyorsun, hala boşuna umud ediyorsun" dediklerinde şöyle demişti :
"Ey oğullarım, gidin, Yusuf'u ve kardeşini araştırın. Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin; zira kâfir kavimden başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez." (Yusuf 87)

Başka bir ayette ise Yüce Allah, Peygamberine şöyle buyurur:
De ki: “Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah dilerse bütün günahları mağfiret eder. Çünkü O, çok afvedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır.” (Zumer, 53)

- Melekler: "Seni gerçekle müjdeliyoruz. Sakın Allah'ın rahmetinden ümidini kesenlerden olma!" dediler. - İbrahim dedi ki: "Rabb'imin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?" (Hicr 55 - 56)

Sonuç ; Haramlar günahlar işleyince tevbe etmek , pişmanlık duymak Allah'ın istediği müslümanın yapması gereken amellerdendir. Kul samimi oldukça Allahı afv edici bulacaktır . (inşeAllah )
Muaz İbn Cebel (r.anh) diyor ki: "Bir gün Peygamberimiz elimden tuttu ve:
"Ey Muaz! VAllahi ben seni severim. Her namazın sonunda: "Allah'ım, seni zikretmek, sana şükretmek, sana güzelce ibadet etmek hususunda bana yardım et, duasını bırakmamanı tavsiye ederim" buyurdu.
(Ebû Davud, Salât, 361)


ÖNEMLİ UYARI :

Allah (c.c.) haram ettiği , günah diye belirlediği bir suçu (zina bile olsa) başka bir kimsenin afv etme , bağışlama , helal kılma imkanı yoktur. Her ne kadar bazı efendi hazretleri diye tanınan meşhur kişiler tefsirlerinde böyle deseler de bir gerçekçiliği yoktur.

Ruhul furkan tefsiri , bakara 179 ayet tefsiri , sayfa 246
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Bu da ne demek oluyor haşa "Ey Allah! Sen benim kulumsun , ben senin rabbin. Bi yanlışlık mı var yoksa ben mi yanlış anladım.

Sen yanlış anlamışsın :

Allah Rasulu (s.a.v.), kullarının tövbesi karşısında Allah’ın ne kadar hoşnut olacağını şöyle bir örnekle anlatmaktadır:
Allah’ın kulunun tövbesine sevinmesi şuna benzer: Bir insan azığını, su tulumunu bir deveye yüklemiş, sonra yolculuğa çıkmıştır. Nihayet çorak bir yere vardığında uykusu gelmiş, devesinden inerek bir ağacın altında istirahata çekil miştir. Kalktığında devesinin kaybolduğunu görmüş ve değişik tepelere koşarak onu aradığı halde bulamamış ve yorgun bir vaziyette, ağacın altına yatmıştır. Tekrar uyandığında devesini yanı başında durduğunu görüp de yularından yapışıp, son derece sevinerek, yanlışlıkla; “Ey Allah! Sen benim kulumsun, ben senin Rabbinim.” demiştir."

(Buhârî, Deavât 4; Muslim, Tevbe 3)
 
Üst Ana Sayfa Alt