Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Hayata Bir de Asiyece Bakmak

lost Çevrimdışı

lost

Üye
İslam-TR Üyesi
“Zalim bıkmaz yapar zulmünü, kafir bıkmaz kusar küfrünü…” Evet! Hep böyleydi. Dünya yaratıldığından beri zalim zulmünü yapmaktan, iman edenler ise bu sultaya karşı çıkmaktan hiç bıkmadı. Dava hep bu şekilde sürdü. Sünnetullahtı bu… Tevhid ve Şirk Adem (a.s) den günümüze dek savaştı ve savaşmaya da devam ediyor… Bir yanda nemrutlar, firavunlar, putlaştırılmış insanlar, azmış kavimler diğer yandan da İbrahimler, Nuhlar, Musalar, Muvahhidler… Hak ve Batıl savaşı !




Bu savaşın içerisinde bir kişi çarpıyor gözüme.. Bir kadın: ASİYE! Hani şu Firavun’un eşi olan Asiye. Hani koskoca sarayda bir tek kendisi iman etmiş olan kadın.

Hep tarihin aralarına sıkışmıştır aslında Asiye. Herkes onu bilir fakat çok da konuşulmaz halk arasında. Birazcık tefekkür edince onun hayatını, aslında günümüzün en çok konuşulması gereken şahsiyetlerinden biri olduğunun kaçınılmazlığını görürüz. Ama tefekkür etmek bir yana akledemeyen bir topluluk haline geldiğimiz belki de getirildiğimiz için Asiye’yi de unuttuk işte… Ben biraz düşünmek istiyorum Asiye’yi:

Firavun’u düşünüyorum önce. İlk olarak her insanı cezbedecek sarayını, ihtişamını, servetini, imkanlarını…. İnsanoğlunun fıtratında olan mala karşı düşkünlüğünü düşünüyorum. Firavun’unun servetinin günümüzdeki bir çok “ben müslümanım” diyen şahsiyetlerin imanını satın alabileceği gerçeğini düşünüyorum.

Ama Asiye… Asiye dimdik duruyor bunların karşısında, imanından ve karakterinden ödün vermeden… İster istemez gülümsüyorum.. Aklıma türlü türlü şeyler geliyor: Mesela bir zamanlar meydanlarda tozu dumana katıp “cenk cihad şehadet” naraları atan Müslümanlar beliriyor düşüncelerimde.. Allah kendilerine mülkünden ihsan edince nasıl da soyutlandıklarını düşünüyorum… Parayı sonradan bulmalar bile bu kadar çabuk vazgeçebiliyorken Asiye gibi bir saray kadınının o lüksün içerisinde nasıl da iman ettiğini anlamaya çalışıyorum 21. yy’da…

Hani “kadınlar zayıf yaratıklardır” diye meşhur bir söz vardır ya işte Asiye sanki bu sözü diyenlerin inadına bir çok erkekten daha erkekçe hareket ediyor Firavun’un sarayında… Şimdiki erkeklere bakıyorum da... Yok yok en iyisi bakmayayım.. Kaldığım yerden devam edeyim ben.

Küfrün merkezinde tek başına kalmışlık neler yaşatır insana ? Etrafını kafirlerin sardığı bir mü’minin kalbi ne kadar dayanabilir ki bu acıya ? Söz konusu Asiye olunca artık ilginç gelmiyor bana nedense.. Asiye işte :) Şimdi de yok mu sanki Asiye gibi olanlar ? Guantanamo’da kardeşlerim var ve Ebu Gureyb de ve her yerde…

Her şeyi kendi içinde yaşıyor Asiye. İmanını, sevgisini,nefretini, kinini her şeyi… İnsanın bilipte söyleyememesi ne kadar acı bir durum. Bu acıyı sonuna kadar yaşıyor Asiye.. Rabbini çok seviyor, küfürden de kendini ilah ilan edenlerden de nefret ediyor. Ama söyleyemiyor… Söyleyemiyor işte ne yapsın? Henüz vakti gelmemiş. Bekliyor, bekliyor, bekliyor Asiye… Çaresizce, tek başına bekliyor.. Kimse Asiye’yi anlamıyor.. Bir tek Rabbi var durumundan haberdar olan.. Bu Asiye’ye yetiyor işte… Her Muvahhidin dediği gibi o da: “Allah bana yeter O ne güzel vekildir” diyor lisanı diliyle adeta…

Günler böylece akıp gidiyor.. Asiye onca lüksün içerisinde bir taraftan heyecanla diğer taraftan da acıyla yaşamaya devam ediyor. Kahramanımız heyecanlı çünkü içinde kula kulluktan vazgeçip tek olan Allah’a kul olmanın verdiği özgüven ve sevinç var. Diğelerinden farkı var.. Etrafındaki herkes Firavun’u ilah edinmişken O Musa’nın Rabbini tercih ediyor… Asiye’yi ayakta tutan da bu işte.. Çünkü aynı zamanda acı içinde yaşıyor. Nasıl acı çekmesin ki ? İman ettiği Rabbi ona küfrün en büyük temsilcisini eş olarak seçmiş. Ona bu denli ağır bir imtihan vermiş. Ama Asiye sabrediyor…

Bir müddet daha böyle devam ederken zamanın geldiğini hissediyor Asiye… Artık haykırması gerekiyor imanını. İşte Asiye tam karşısında Firavun’un.. Dimdik !!! “Ben Müslümanlardanım, Alemlerin Rabbine iman ediyorum” diyor… Gerisi bildiğiniz gibi işte.. Tarih boyunca müslümanım diyenlere ne yapılmışsa Asiye’ye de aynısı yapılıyor. Karşındaki eşi bile olsa küfür tek millet.. Hiç fark etmiyor… Başına geleceklerden haberdar. Firavun ellerini ve ayaklarını kazığa bağlıyor. Göğsüne ise koca bir taş koyup öylece güneşe bırakıyor bunca yıllık karısını.. Asiye ise “ Rabbim bana katında cennette bir ev yap, beni Firavun’dan ve onun kötü işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar” diye dua ediyor… Asiye dua ederde Rabbi icabet etmez mi ? En güzel şekilde icabet ediyor hemde.. Rabbi sabır yağdırıyor üzerine Asiye’nin ve ona şehadeti nasip ediyor… Artık Asiye için ne gam var ne de keder…

Asiyece baktım hayata.. Biraz zor geldi. Biraz mı ? Çok zor geldi aslında.. Ama dedikleri gibi “Cennet ucuz değil”…
 
F Çevrimdışı

fe eyne tezhebun

Üye
İslam-TR Üyesi
hayata hz asiyece hz aişece hz haticey le hz zeynepce bakmak kadar güzel birşey var mı ? acaba o zaman hayatı ne güzel anlarız.
 
F Çevrimdışı

fe eyne tezhebun

Üye
İslam-TR Üyesi
HZ. AİŞE-İ SIDDÎKA’nın hayatı-1





Peygamberimizin (s.a.v.) mübârek zevcelerinden. İsmi Aişe binti Ebû Bekir’dir. Yani Ebû Bekir (r.a.)’ın kızıdır. Annesi Ümmü Ruman binti Âmir İbni Uveymir’dir. Künyesi Ümmü Abdullah, lâkabı Sıddîka, unvanı Ümm-ül-Mü’minindir. Hz. Âişe’nin çocuğu yoktu. Bunun için künyesi de yoktu. Araplarda künyeye çok ehemmiyet verilirdi. Bunun için Hz. Aişe üzülürdü. Birgün Hz. Peygambere bunu arz etmiş ve Peygamberimiz (s.a.v.) de “Sen yeğenin Abdullah bin Zübeyr’i kendine evlâd edinirsin, Onun ismine izafeten de künye alırsın.” Bundan sonra Hz. Aişe yeğeni Abdullah bin Zübeyr’e izafeten Ebû Abdullah diye künyelendi.
Hz. Aişe, Hicret’ten sekiz sene önce Mekke-i Mükerreme’de doğdu. (m. 614). 57 (m. 676) senesinin Ramazan ayının 17. Salı günü Medine-i Münevvere’de vefât etti. Namazını Medine valisi olan Ebû Hureyre (r.a.) kıldırdı. Vasiyyeti üzerine geceleyin Baki Kabristanına defn edildi.
Hz. Aişe validemiz küçük yaşta iken okuma-yazma öğrenmiş olup, çok zekî ve kabiliyetli idi. Her bir hâdise üzerine hemen bir şiir söylemesi onun zekâsına bir delildir. Öğrendiği ve ezberlediği bir şeyi katiyyen unutmazdı. Çok akıllı, zekî, âlime, edibe ve afife ve sâliha idi. Hâfızası pek kuvvetli olduğu için, Eshâb-ı kirâm, birçok şeyleri ondan sorup öğrenirdi. Âyet-i kerîme ile medh edildi.
Resûlullah (s.a.v.) ikinci defa olarak, ellibeş yaşında iken, Ebû Bekir’in (r.a.) kızı; Aişe (r.anha) ile evlendi. Bunu, Hadîce-i kübrânın vefâtından bir yıl sonra, Allahü teâlânın emri ile nikâh eylemişti, ölünceye kadar, sekiz sene onunla yaşadı. Peygamberimizin Hz. Aişe ile evlenmelerinde en önemli husus nikâh akdinin Hz. Peygamberin arzusuyla değil, Allahü teâlânın emri ile olmasıdır. Buhârî ve Müslim’in rivâyetlerinde ve Mevâhib-i Ledünniyye’de Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Aişe’ye şöyle buyurdu: “Seni üç gece rüyada gördüm. Bir melek ipek kumaşa sarmış (Bu senin hatunundur) dedi. Ben de yüzünü açtım ve “Eğer Allah tarafından ise Cenâb-ı Hak imza eylesin” dedim. Ya’ni eğer rüya rahmani ise Allahü teâlâ müyesser kılsın demektir. Tirmizî’nin beyanına göre: Cebrâil (a.s.) Peygamberimize yeşil bir ipek içinde Hz. Âişe’nin suretini getirdi ve “Bu senin dünyâda ve âhirette hatunundur” buyurdu.


Hz. Âişe’nin bildirdiğine göre: Peygamberimiz (s.a.v.) hergün ya akşam ya sabah vakitlerinde Hz. Ebû Bekir’in evine uğraması âdet-i şerîfleri idi. (Müşrikler Dar’ün-Nedvede toplanmışlar, şeytan Necdli bir şeyh kılığında gelmiş; müşriklere Hz. Peygamberi öldürmelerini tavsiye etmiş ve Hz. Peygamberi (s.a.v.) öldürmek üzere karar almışlardı. Cebrâil (a.s.) bunu Hz. Peygambere (s.a.v.) haber verdi ve hicretine Allahü teâlânın müsâde buyurduğunu bildirdi.) Hz. Peygamber hicretine müsaade buyurulduğu gün; öğle vakti sıcakta hiç gelmediği bir saatte başını sarmış olduğu halde Hz. Ebû Bekir’in evine geldi ve Hz. Ebû Bekir’e Allahü teâlânın hicret için izin verdiğini ve Hz. Ebû Bekir’in de kendisi ile beraber olacağını haber verdi. Bu haber üzerine Hz. Ebû Bekir sevincinden ağladı. Hz. Aişe o güne kadar sevincinden ağlayan hiç bir insan görmediğini söylemiştir.
Yine Hz. Aişe buyuruyor ki: “Resûlullah Medine’ye hicret ettiği zaman bizi ve kızlarını geride Mekke’de bırakmıştı. Medine’yi şereflendirince azadlı kölesi Zeyd bin Hârise ile Ebû Râfi’i iki deve ve ihtiyaçları olabilecek şeyleri satın almak üzere 500 dirhem harçlıkla bize gönderdi. Hz. Ebû Bekir de Abdullah bin Ureykıt’ı iki üç deve ile onların yanına katıp, hanımı Ümmü Rumân ve beni ve kız kardeşim Esmâ’yı develere bindirerek göndermesini, oğlu Abdullah bin Ebû Bekre mektûb yazarak emretti. “Hz. Aişe, annesi Ümmü Rumân ve Resûlullahın kerîmelerinden Hz. Zeyneb hariç diğerleri ile kafile olarak yola çıktı. Kubeyd mevkiinde Hz. Zeyd 500 dirhemle üç deve daha satın aldı. Kafileye Talha bin Ubeydullah (r.a.) da katıldı. Mina mevkiinden Beyd’a denilen yere ulaştıkları zaman Hz. Âişe’nin devesi kaçtı. Hz. Aişe buyuruyor ki: “Devem kaçtı. Ben Mahfe’nin içindeydim. Annem de yanımdaydı. Annem “Eyvah kızcağızım, eyvah gelinciğim” diyerek çırpınıyordu. Allahü teâlâ devemize sükûnet verdi ve bizi kurtardı. Nihayet Medine’ye geldik. Ben Hz. Ebû Bekir’in ev halkı ile birlikte indim.” O zaman Mescid-i Nebevî ve etrafındaki odalar yapılmıştı.
Abdülhak-ı Dehlevî, (Cezb-ül-kulûb) kitabında, fârisi olarak diyor ki, (Mescid-i şerîf) yapılırken, Aişe ve Sevde (r.anha) için birer oda yapıldı. Sonra, ihtiyaç oldukça bir oda yapılarak, adedleri dokuz oldu. Odalar, Arab âdeti üzere, hurma dalından idi. Üstleri kıldan keçe ile örtülü idi. Kapılarında yalnız perde asılı idi. Odalar mescidin cenûb, şark ve şimal taraflarında idi. Kerpiçden yapılmış olanı da vardı. Çoğunun kapısı mescide açılırdı. Tavanlarının yüksekliği, orta boylu insan boyundan bir karış fazla idi. Hz. Fâtıma ile Hz. Âişe’nin odaları arasında kapı vardı. Resûlullah (s.a.v.) vefâtından birkaç gün önce, Hz. Ebû Bekir’den başka Eshâb odalarının mescide açılan kapılarını kapattırdı. Mekke’den gelen Resûlullahın ev halkı kendi odalarının önünde indi. Hz. Âişe validemiz Hz. Ebû Bekir’in evinde bir müddet ikâmet buyurdular. Hz. Ebû Bekir bir gün Resûlullaha “Yâ Resûlallah ehlinle evlenmekten seni alıkoyan nedir?” diye sordu. Resûlullah “Mehirdir” buyurdu. Hz. Ebû Bekir, Resûlullaha mehr parası gönderdi. Bunun üzerine Resûlullah Hz. Âişe ile nikâhlarının vuku bulduğu Şevval ayı içerisinde evlendi.


__________________
Hz. Âişe validemiz buyuruyor ki: “Medine’ye hicret edip geldiğimiz zaman burası hastalığı bol olan bir yer idi. Bütün Eshâb-ı kirâm hastalığa tutuldular. Bu hastalıktan ancak Resûlullah (s.a.v.) Allahü teâlânın korumasıyla kurtuldu.” Hz. Âişe de hastalandı. Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Âişe’ye “Sende gördüğüm nedir” diye sorunca Hz. Âişe “Anam Babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah hummadır. Allah onu kahretsin” dedi. Peygamberimiz: “Hayır ona kötü söyleme. O, vazifelidir, istersen sana bir duâ öğreteyim. Onu okuduğun zaman Allahü teâlâ onu senden giderir.” buyurdu. Hz. Âişe, “Öğret, yâ Resûlallah” dedi. Hz. Peygamber duâyı öğretince humma geçti. Hz. Âişe validemiz hasta yatarken babası Hz. Ebû Bekir, Onu yanağından öptü: “Sevgili yavrucuğum nasılsın” diye halini sordu.
Hz. Âişe validemiz Medine’de Resûlullah’ın (s.a.v.) gazalarına katılmış diğer Sahâbî hâtûnları gibi yaralıların tedavisi ve onların bakımıyla meşgul olmuş, büyük hizmetler görmüştür. Cephelerde eline kılıç alıp, çarpışmayı istemiş ise de Resûlullah (s.a.v.) buna müsâde buyurmamıştır. Meselâ Uhud günü Hz. Peygamber (s.a.v.) yaralanmış, mübârek yüzü müşriklerin attığı taşla yaralanıp, kan içinde kalmıştı. Hz. Fâtıma validemiz, Resûlullahın mübârek yüzünü yıkamış, kan durmayınca yünden hasır yakmış ve külünü âlemlere rahmet olarak gelen Peygamberimizin mübârek yüzüne basarak, kanı durdurmuştu. Hz. Âişe validemiz de sırtında yiyecek ve içecek su taşıyarak Uhud’a gelmişti. Hz. Âişe ve Ümmü Süleym kırba ile su taşıyorlar, Hamne (r.a.) ise susuzlara su veriyordu. Enes bin Mâlik (r.a.) diyor ki, “Uhud gazasında müslümanlar bozulup, Resûlullahın yanından dağıldıkları zaman, Hz. Âişe ile Ümmü Süleym bint-i Milhân’ı gördüm. Arkalarında kırbalarla koşa koşa su taşıyorlar, yaralıların ağızlarına boşaltıyorlardı. Kırbaları boşaldıkça koşarak gidiyor doldurunca koşarak geliyor yine yaralılara su veriyorlardı.” Kadınların Uhud Savaşına katılmasına müsaade edilmesinin sebebi yaralıları tedavi için idi.
Hz. Âişe validemiz, Benî Mustalık (veya Müreysi) gazasına da katılmıştı. Bu gazada kendilerine yapılan iftira ile ilgili olarak Hz. Âişe buyururdu ki: (Bana karşı yapılan iftiranın yalan olduğu Allahü teâlâ tarafından bildirildi). Hatta bunu söyleyerek öğünürdü. Allahü teâlâ, Nur süresindeki onyedi âyeti göndererek, Âişe’ye iftira edenlerin Cehenneme gideceklerini bildirdi. Hz. Âişe’nin izzeti ve şerefinin yüksekliği bu âyet-i kerîmelerle de anlaşıldı.
Hz. Âişe’ye iftira, Hicret’in beşinci yılında (Müreysi) gazvesinde olmuştu. Bu muharebeye (Beni mustalık) gazvesi de denir. Resûlullah, bu gazaya bin kişi ile gitmişti. Hz. Âişe ile Ümmü Seleme’yi de götürmüştü. Ganimete kavuşmak için, çok sayıda münâfık da gelmişti. Resûlullah (s.a.v.) askerin önüne Hz. Ömer’i koydu. Kanlı savaşdan sonra beşbin koyun ile onbin deve ve yediyüzden ziyade esir alındı.


__________________
 
Üst Ana Sayfa Alt