Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

***HUTBELER***

ibnikayyim Çevrimdışı

ibnikayyim

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
y1pTgm-8baXN0ETg4MqLBZM-NuF2PsY13oN5c_WChqgmidRx5YrqoaIubDbsOQ9x8Dukz_LXxNHZqw

بسم الله الرحمن الرحيم
تَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِير ٌالَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ {2}
قال النبي صلي الله عليه وسلم:
يُبْعَثُ كُلُّ عَبْدٍ عَلىَ مَا مَاتَ عَلَيْهِ {3}
“ÖLÜME HAZIR OLMAK”
Aziz Mü’minler!

Hepimiz biliyoruz ki, her başlangıcın bir sonu, her canlının bir ömrü ve her ömrün bir ölü-mü vardır. Kâinatı var eden Allah, onu emrine râm etmiş, fıtrat kanunlarına uymaya, zamanı gelince de ölüme mahkûm etmiştir.
Kâinatın özü insan da zamanı gelince elbet ölecektir. Hayat kadar gerçek olan ölümü kabul-lenmemek mümkün mü? Ölüm bu hayatın sonu olmakla birlikte insan için bir son değil, fani âlemden ebediyet yurduna geçiştir. Yunus:
“Ölümden ne korkarsın,
Korkma ebedî varsın,”
derken, bunu anlatmış, merhum Necip Fazıl da :
“Ebedî gençlik ölüm desem kimse inanmaz.
Taş ihtiyarlar, servi çürür, ölüm yıpranmaz.”
dizeleriyle bunu ifade etmiştir.
Ölüm, yerin üstünde görüp geçirdiğimiz rüya gibi hayatın yerin altında gerçeğe dönüşerek devam etmesidir denilebilir.
Kur’ân, ölüm ve sonrasındaki gerçekler-den şöyle bahseder:
“Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile.” “Her canlı ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz ve siz ancak bize döndürüleceksiniz.” Ve “Kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size mutlaka tastamam verilecektir.”[1]

Değerli Mü’minler!

Ömür; doğumla başlayıp mezara kadar de-vam eden bir yolculuktur. Önemli olan; nerede, ne zaman, nasıl ve ne şekilde karşılaşacağımızı bilmediğimiz ölüme hazır olmaktır. Her an bekle-diğimiz misafire evimizi nasıl hazırlarsak, ölüme de kendimizi hazırlamalıyız. Görüyoruz ki, bunun bir sırası yoktur. Bin bir hayalle yatıp gözünü öteki dünyada açanları düşünelim. Madem ki yolcuyuz ve her an çağrılacak durumdayız, neden çantamız hazır, amellerimiz derli toplu değil? Neden içimizdeki kin ve nefreti silip sevgi ve merhametle doldurmuyor, amel defterlerimizi gözden geçirip, eksiklerimizi tamamlamıyoruz?

Değerli Kardeşlerim!

Bu gerçeğe hazır olmak, onu her an hatır-lamakla olur. Bu da; Kurân’a sarılmak ve her an birimizi alıp götüren ölümü düşünmekle müm-kündür. Geçici zevkler bizi aldatmasın. Ölümü hatırlamak ta bizi korkutmasın. Çünkü ömrünü ve rızkını tamamlamadan hiç kimse ölmez.
Ölümü hatırlamak; yani ilahî huzurda he-sap verme düşüncesi, geçici zevklere aldanmayı önler. Allah'a isyana engel olur, gönlümüzü yu-muşatır. Şımarıklığı giderir, haksızlıkları, hasedi, kin ve nefreti silip dünya sıkıntılarını hafifletir ve ömrü değerlendirir. Unutmayalım ki, değerlendi-rilmeyen ömür boşa harcanmış bir servettir.
Hutbenin başında okuduğum âyette Allah (cc), hayat ve ölüm gerçeğini şöyle ebedileştirir:
“Mutlak hükümdarlık elinde olan Allah yüceler yücesidir ve O’nun her şeye gücü yeter. O, hanginizin daha güzel davranacağını sına-mak için ölüm ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” [2]

Muhterem Müslümanlar!

Bir imtihanda olduğumuzu, iki melek tara-fından, kameraya alınır gibi tüm davranışlarımı-zın tespit edildiğini, bunların bir gün önümüze konulacağını biliyoruz. O halde, doğru ve yanlı-şın ortaya çıktığı gün, utanıp pişman olacağımız işlerden kaçınalım. Sevgili Peygamberimiz (sav)’in:
“Her kul öldüğü hal üzere diriltilir”[3] sözünü unutmayalım. Allah’ın rızası üzere yaşa-yıp O’na iyi kul olarak kavuşmaya gayret edelim.
_____________________________
[1] Nisâ, 4/78; Enbiyâ, 21/35; Âl-i İmrân, 3/185.
[2] Mülk, 67/1-2.
[3] Müslim, Sahîh, “Cennet”, 83.
 
ibnikayyim Çevrimdışı

ibnikayyim

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Haftanın hutbesi.....Rabbim Cumamızı ümmete mubarek kılsın ........

 
ibnikayyim Çevrimdışı

ibnikayyim

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Mü'minlerin Onurlu Duruşları

Bir mü'min için galip gelmek veya mağlup olmak, hizmet hayatında onurlu bir belgedir. Yeter ki mü'min, korkak olmasın, pısırık olmasın. Yeter ki mü’min Allah yolunda ve Allah’ın rızasına uygun şekilde mücadelesine devam etsin. Allah’a pazarlıksız iman etsin ve imanının gereklerini yerine getirsin. Allah’la pazarlığın bir istisnasına, Tevbe Suresi 111. ayetine değinmeden geçemeyeceğim:

“Muhakkak ki Allâh, mü'minlerden canlarını ve mallarını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır. Allâh yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allâh'ın, Tevrât'ta, İncil'de ve Kur'ân'da üstlendiği gerçek bir sözdür! Kim Allah'tan daha çok sözünde durabilir? O halde O'nunla yaptığınız bu alışverişinizden ötürü sevinin. İşte o büyük kurtuluş budur.”

Aslında burada da sözkonusu olan bir pazarlık değil, şartlarını Allah’ın belirlediği bir kutlu, bir karlı, en karlı alış-veriştir.

Mü'min kullar olarak verdiğimiz kulluk mücadelemizde, Rabbimize, dolayısıyla O'nun hüküm ve ölçülerine ters düşmemek için hassas düşünmeli, hassas hareket etmeliyiz.

Mü'minler olarak Rabbimize verdiğimiz sözü, “yalnız sana ibadet eder, ancak senden yardım dileriz” sözünü hiçbir zaman geri almayacağız. Verdiğimiz o sözün içinde namaz da var, zekât da. Tesettür de var, anne ve babaya iyilik de. Zalimin zulmune engel olmak da var, mazlumun hakkını zalimden almak da. Dua ile Allah’a iltica etmek de var, maddi-manevi, iktisadi-askeri, sosyal-ferdi, kısacası her türlü donanım ile ve teyakkuz halinde olmak da. Verdiğimiz bu sözün içinde sabır, sebat, direniş de var, koşullar uygun olduğu zaman hak edenlere karşı güç kullanmak da var. Bu ince ve hassas noktayı biraz daha iyi anlayabilmemiz için aşağıdaki İlahi Mesajları hatırlamak ve hatırlatmak istiyorum:

"Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. sabredenleri sever." (Âl-i İmran Sûresi/146)

Yani, nice peygamberlerle birlikte birçok dostları savaştılar. yolunda, İslâm hayatı yaşarlarken, başlarına gelenlerden dolayı yılgınlık göstermediler. Zaafa düşmediler. Boyun eğmediler. , sabrederek mücadeleye devam edenleri sever.

"Allah, sağlam sözle (kelime-i tevhid) iman edenleri; hem dünya hayatında, hem de ahirette sapasağlam tutar. Zâlimleri ise sapıtır. dilediğini yapar." (İbrahim Sûresi/27)

Yani, , gönüllere yerleşen Kelime-i Şehadetle, benliklerini oluşturan sağlam temelleri olan, Kur'an ile iman edenleri, dünya hayatında cesur, güçlü, itibarlı ve devletli hale getirerek ayaklarını yere sağlam bastırır.

Kabirdeki sorgu sırasında, mahşerde, ahiret hayatında ise, korkudan emin olmalarını sağlar, itibarlarını yüceltir, makamlarını, mevkilerini ebedileştirir.

İnkârda, isyanda ısrar eden, baskı, zulüm ve işkenceyle hak ve hürriyetleri, yolunu, yolundaki faaliyetleri engelleyen zalimlerin de hak yoldan uzaklaşıp dalaleti tercihlerine özgürlük tanır. Onların bu tutum ve tercihlerinin cezasının dilerse bir kısmını dünyada iken verir. ahrette görecekleri ceza ise daha feci ve daha acıdır. "Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz" (Âl-i İmran Sûresi/139)

Yani, düşmana karşı zaaf göstermeyin, gevşemeyin, mağlup olduk diye mahzun da olmayın. Hâlâ siz yüce, üstün kişilersiniz. Siz samimi mü'minler olduğunuz sürece, sonunda galip geleceksiniz.

"Ey Musa! Korkma; çünkü Benim huzurumda peygamberler korkmaz. Ancak, kim haksızlık eder, sonra, işlediği kötülük yerine iyilik yaparsa, bilsin ki Ben (ona karşı da) çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim." (Neml Sûresi/10)

Yani, ey Musa, korkma, Ben varım. Özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere görevlendirilen peygamberler Benim huzurumda korkmazlar.
Ancak haksızlık edenler, zulmedenler, dinimin yükselişinin, dindar kullarımın ilerlemesinin önünü kesme planları yapıp uygulayanlar korkar.
Zulümden, haksızlıktan sonra, kötülüğün peşinden, onun yerine iyilik yapıp tövbe etmiş olan da bilsin ki, Ben çok bağışlıyıcı, engin merhamet sahibiyim.
Hayatı, inanmak ve inancının gereğini yaşamak olarak geçen bütün mü'minlere selâm olsun.


Haftanın hutbesi.....Rabbim Cumamızı ümmete mubarek kılsın ........


السلام عليكم ورحمة الله
 
ibnikayyim Çevrimdışı

ibnikayyim

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi

إِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَارَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِي




Muhterem Mü’minler!


İslam inancının temelini teşkil eden “tevhid”in sosyal karşılığı “vahdet”, tevhidin zıddı olan “şirk”in sosyal karşılığı da “tefrika”dır Vahdete bugün hergünkünden daha muhtaç olan İslam ümmeti, paramparça yapısıyla, hiç de Kur’an’ın:



وَإِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِي

“İşte bu ümmetiniz bir tek ümmettir, ben de (bir tek) Rabbinizim O halde bana ittika edin” (Müminun Suresi,52 ) uyarısına kulak vermiş görünmüyor

İslâm, mensuplarını güçlü bir ortak kimliğe kavuşturmuş ve tümünü birden kardeş ilan etmiştir İslâm literatüründe bu dine mensup olanların tümüne birden "ümmet" sıfatı verilmiştir Ümmet kelimesi ise, Arapça "umm" yani "anne" kelimesinden türemedir Yani aynı anneden, aynı soydan gelme bir topluluk gibi Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de Müslümanların tek bir ümmet olduklarını özellikle vurgulayarak şöyle buyurur:



إِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَارَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِي

"İşte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir Ben de sizin Rabbinizim Öyleyse bana ibadet edin" (Enbiya, 21/92)

Aziz Kardeşlerim!
İslâm özü itibariyle bir adalet nizamıdır İnsanlardan istediği de aralarında adaleti hâkim kılmalarıdır Müslümanlardan da bir vasat ümmet olarak insanlar arasında adaleti hâkim kılmaları ve onlar için bu konuda gözcü olmaları istenmiştir Yüce Allah bu konuda da şöyle buyurur:



وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا

"Böylece sizi, insanların üzerine şahit olmanız ve peygamberin de sizin üzerinize şahit olması için orta bir ümmet kıldık" (Bakara, 2/143)

Yine Rabbimiz, bu konuda, alimlerin üzerine yüklenen sorumluluk hakkında şöyle buyurmaktadır:




كَذَلِكَ إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ

"Kulları içerisinde, hakkıyla, ancak alimler Allah'tan korkarlar Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır " (Fatır, 28)

Bu ayette Rabbimiz, "ancak alimlerin hakkıyla Allah'tan korktuğunu" dile getiriyor Tabi, bu ayetteki alim, bizim gündelik dilde kullandığımız "kavramlaşmış" ve bir "cins isim" halini alarak "unvan"a dönüşmüş "alim" değil; bir "sıfat" ve "özellik" olarak "bilginin faziletiyle donanıp cehaletin rezaletini kendisinden uzaklaştırmış kişi" anlamındadır
Korkularının tutsağı olmuş bir 'alim', korkularının tutsağı olmuş bir cahilden çok daha zararlı ve tahripkardır Çünkü, cahillerin yaptığını cahiller bile "huccet" kabul etmezken, şecaat fukarası, gösteriş tutkunu 'alimlerin' yaptığını bırakın cahiller, hormonlu aydınlar bile 'huccet' kabul edebilmektedirler
“Hasmın kadı olursa yardımcın Allah olsun” diye boşuna dememiş atalar İlim ciddiyet ister, İslamı hiç kimse istediği kılıf ve modelle insanlara pazarlama yetkisine sahip değldir Alim pazarlamacı değil, görevinin ciddiyetini bilen Allah’tan gayrısından korkmayan, kişilik ve kimlik sahibi olduğunu her yer ve mekanda ispatlayan Allah’ın özel övgüsüne muhatab, kul olmayı şeref bilenlerdir

Sevgili Kardeşlerim!
Filistin kan gölü olmuş, ama hocaların gündeminde Siyonistlerin katliamı yok Ama hala daha Takvadan bahsedebiliyorlar

Takva Allah’tan korkmaktır! Kaçmak, kaçınmak demektir; ama meydandan kaçmak değil, Allah’ın gazabından kaçmak, kaçınmak demektir Takva; inattır, mücadeledir, hiçbir kınayıcının kınamasından ve Allah’tan gayrı kimseden korkmadan Hakk’ı haykırmaktır; meydandan kaçmak ve dilsiz şeytanlık yapmak değil!

Aziz Cemaat!
Sonuç itibariyle şunu ifade edelim ki, günümüzde Müslümanların emperyalist politikalara göre çizilmiş sınırları aşarak, Yüce Allah'ın: "Mü'minler ancak kardeştirler" hükmüne kulak vererek kardeşlik temelli bir birliktelik oluşturmaya, bu birliktelikten doğacak gücü de tüm insanlık üzerinde adaleti hâkim kılma yolunda değerlendirmeye ihtiyaçları vardır Bunu başarabilmek için tarihte fitnenin kaynağı olarak kullanılmış birtakım ayrımcı zihniyetlerden kurtulup, birleştirici, yaklaştırıcı sebeplere yapışmak gerekir Adaleti hâkim kılma konusunda Resulullah (sas)'ın ortaya koyduğu örneği dikkatle incelemeli, tarihte kazanılmış tecrübeleri de bu örneğe göre değerlendirmelidir Üstünlüğün şu veya bu unsura mensup olmakta değil takvada yani Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınma konusundaki hassasiyette aranması gerektiği de asla unutulmamalıdır

Sözlerimi, İslam davasının şehidlerinden, Şehid İmam Hasan el-Benna’nın şu sözleriyle bitiriyorum:

"Beytu'l Makdîs'in koruyucuları ve Muhammed(sas)'in ordusu olan ey aslan Filistinliler!

Güzelce sabredin Çok çalıştınız ve çok kazandınız Yapmış olduğunuz mübarek kıyamınızın neticesi, eğer sadece Müslümanların kalplerine çekilen teslimiyet perdesini veya zillet örtüsünü kaldırmak ve İslam halklarına güzel bir ölümün sanatını göstermeye sebeb olmak olsa bile, sizler bu kıyamınızla kazanmış olanlardansınız!

Ey yeryüzünün bütün Müslümanları!
Filistin savunmanın ilk hattıdır Mallarınızla, canlarınızla gücünüzün yettiği kadar bu davaya katılın Bu hususta hiçbir mazeret geçerli olamaz Bu alandaki çalışmada, İman zayıflığından başka hiçbir şey engel değildir Helak olmayı hak etmeyeni, Allah helak etmez!"
 
ebu el-fadl Çevrimdışı

ebu el-fadl

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
abi hakkını helal et.... o tarihten sonra bi süre bilgisayar kullanamamıştım ve öyle kaldı.. sonra dan da unuttum... inş...fırsat buldukca buraya eklerim.... hatırlattığın için Allah razı olsun

'' HAFTANIN HUTBESİ ''

“Umurumuzda değil, hayatımız Allah’ın elindedir”



TAĞUT'A ASKERLİK


By Muvahhid on 06 Ekim 2011

HUTBETU'L HACEبِسْمِاللّهِالرَّحْمَنِالرَّحِيمِإِنَّالْحَمْدَلِلَّهِ،نَحْمَدُهُ،وَنَسْتَعِينُهُ،وَنَسْتَغْفِرُهُ،وَنَعُوذُبِاللَّهِمِنْشُرُورِأَنْفُسِنَا،وَمِنْسَيِّئَاتِأَعْمَالِنَا،مَنْيَهْدِهِاللَّهُفَلاَمُضِلَّلَهُ،وَمَنْيُضْلِلْفَلاَهَادِيَلَهُ،وَأَشْهَدُأَنْلاَإِلَهَإِلاَّاللَّهُوَحْدَهُلاَشَرِيكَلَهُ،وَأَشْهَدُأَنَّمُحَمَّدًاعَبْدُهُوَرَسُولُهُ.يَاأَيُّهَاالَّذِينَآمَنُوااتَّقُوااللَّهَحَقَّتُقَاتِهِوَلاتَمُوتُنَّإِلاَّوَأَنْتُمْمُسْلِمُونَ.يَاأَيُّهَاالنَّاسُاتَّقُوارَبَّكُمْالَّذِيخَلَقَكُمْمِنْنَفْسٍوَاحِدَةٍوَخَلَقَمِنْهَازَوْجَهَاوَبَثَّمِنْهُمَارِجَالاكَثِيرًاوَنِسَاءًوَاتَّقُوااللَّهَالَّذِيتَتَسَاءَلُونَبِهِوَالأَرْحَامَإِنَّاللَّهَكَانَعَلَيْكُمْرَقِيبًا.يَاأَيُّهَاالَّذِينَآمَنُوااتَّقُوااللَّهَوَقُولُواقَوْلاسَدِيدًا . يُصْلِحْلَكُمْأَعْمَالَكُمْوَيَغْفِرْلَكُمْذُنُوبَكُمْوَمَنْيُطِعْاللَّهَوَرَسُولَهُفَقَدْفَازَفَوْزًاعَظِيمًا.أمابعد :فإنأصدقالحديثكتابالله،وخيرالهديهديمحمد،وشرالأمورمحدثاتها،وكلمحدثةبدعة،وكلبدعةضلالة،وكلضلالةفيالنار

Muhakkak ki hamd Allah’adır! O’na hamdeder, O’ndan yardım diler, O’nun bağışlamasını isteriz. Nefislerimizin şerrinden, kötü amellerimizden O’na sığınırız. Allah-u Teâlâ kime hidayet ederse onu saptıracak, kimi de saptırırsa ona hidayet edecek yoktur. Şehadet ederim ki; Allah-u Teâlâ‘dan başka ibadete layık ilah yoktur. O tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki; Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem O’nun kulu ve rasulüdür.
"Ey iman edenler! Allah’tan korkulması gerektiği gibi korkun ve sizler ancak müslümanlar olarak ölün!" (Ali İmran: 102)
"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının! Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allahtan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten sakının! Şüphesiz Allah sizin üzerinize gözetleyicidir." (Nisa: 1)
"Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve sözün en doğrusunu söyleyin ki Allah, amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve rasulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur." (Ahzab: 70-71)
En doğru söz,Allah-u Teâlâ'nın kitabı ve en hayırlı yolu gösteren Rasulünün sünnetidir. En şerli şey,bid’at olan şeydir. Her bid’at dalalettir;Her dalalet ateştedir.

Günümüzde insanların en büyük sorunu, iman küfür sınırlarını bilmemeleri dolayısıyla müslüman ve kafir ayrımını yapamamalarıdır.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Zulmedenlere (la terkenu) meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin için Allah’tan başka dost yoktur. Sonra yardım da görmezsiniz.” (Hud: 113)
Ayette geçen “terkenu” hafif bir meyil manasındadır. İbn-i Abbas (r.a) ayetteki “la terkenu” lafzını “meyletmeyin” olarak açıklamıştır.
İmam Sevri şöyle dedi: “Kim onlara bir mürekkep veya bir kâğıt verir veya bir kalem açarsa onlara meyletmiş ve bu ayetin hükmüne muhatap olmuş olur.” (Mecmuatit Tevhid, Evsuk Uri’l İman Risalesi)
Şeyh Abdullatif Abdurrahman:
“Eğer seni sağlam tutmamış olsaydık, neredeyse onlara azıcık meyledecektin.” (İsra: 74) ayetini açıklarken şöyle dedi:
“Bu ayeti tefsir eden müfessirlerin sözlerine dikkatle bak! Bu ayet, şirk işlemeleri için şirk koşanlara bir mürekkep vermeyi veya bir kalem ucu açmayı dahi onları desteklemek olarak nitelendirmiştir.” (Ed-Durerus seniye cihad bölüm s: 161)

Şeyh Abdurrahman b. Eşşeyh şöyle demiştir:
“Bir kelimeyle olsa bile bir müslümanın öldürülmesine yardım eden kimsenin ahiret gününde büyük azab göreceğini bildiren hadisler vardır. Hal böyleyken acaba müslümanlara ve İslam’a karşı savaşma konusunda yardım edenin akibeti nasıl olur?” (Ed’durerus Seniye s: 126 cihad bölümü)
İmam İbni Teymiye’ye zalimlere veya Allah (c.c)’ın düşmanlarına yardım eden kimseler hakkında soruldu. Buna şöyle cevap verdi:
“Zalimlere yardım eden, zalim hükmünü alır. Allah (c.c)’ın düşmanlarına yardım eden, bu kimselerin hükmünü alır.İmam Ebu Hanife, Malik, Ahmed ve Şafii’ye göre; herhangi bir konuda bir kimseye yardım eden, o ameli işleyen hükmündedir.” (Mecmu’ul Fetava c: 3 s. 11)
İmam İbni Teymiye, yesağın kulları olan tatarların yanına kaçan ve onların ordusuna katılan kimseleri onlar gibi mürted saymıştır. Bu konuyla ilgili olarak şöyle demiştir:
“Zahiren İslam’ını açıkladığı halde mürted olan tatarların ordusuna katılan, ancak ya bir münafık ya bir zındık veya facir olan bir fasıktır.” (Mecmu'ul Fetava c: 28 s: 535)
İmam İbni Teymiye bir başka yerde şöyle demiştir:
“Müslüman askerlerden, emir olsun başkası olsun kim tatarların ordusuna katılırsa onun hükmü, tatarların hükmü gibidir. Onlar İslam’dan irtidat etmeyi gerektirecek her ne yapmışlarsa onlar da onu yapmış sayılırlar. Selef-i salihin; namaz kıldıkları, oruç tuttukları, müslüman cemaate karşı çıkmadıkları halde zekat vermeyenlere mürted hükmünü vermiştir. Hal böyleyken Allah (c.c) ve Rasulünün düşmanlarıyla beraber Müslümanlara karşı savaşan kişinin durumu acaba nasıl olur?” (Mecmu'ul Fetava c: 28 s: 530)

Abdullah b. Abdullatif, İngilizlere bağlanan devletler hakkında şöyle demiştir:
“Kim İngilizlere boyun eğer ve onlara dostluk gösterirse işte o, Allah (c.c)’a ve Rasulüne savaş açmış, İslam milletinden dönmüş ve irtidat etmiştir.” (Ed-Durerus’seniye s: 11 cihad bölümü)

Bir hadisi şerifte Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Sizin başınıza bazı liderler gelecek ki bu liderler şerli insanlara yakın olacaklar ve namazları vakitlerinden geciktirerek kılacaklar. Kim bunların zamanında yaşarsa onlara asker de olmasın, polis de, vergi tahsildarı da olmasın, haznedar da." (Sahih İbni Hibban c. 10, sf. 446)
Yine Kur´an-ı Kerim´de tağutun askeri olmanın hükmünü açığa çıkaran ayet-i kerimelerden birisi de şudur: “İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler de tağut yolunda savaşırlar. O halde siz şeytanın taraftarlarına (askerlerine) karşı savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır!“ (Nisa, 76)
Bu ayet-i kerimede Allahu Teâlâ iki tane askerlik iki tane mücadele yolu belirlemiş:
Biri Allah (c.c.) yolu ki, iman edenlerin yolu bu yoldur; diğeri de tağut yolu ki kâfirlerin yolu da bu yoldur.
Allah (c.c.)´ın karşısında, İslam´ın ve müslümanların karşısında bulunan her ordu tağuti bir ordudur. Şeriat´ı ortadan kaldıran ve Hilâfet´i lağveden ve gelmemesi için savaşan bir ordu tağuti bir ordudur.
Dolayısıyla mevcud tağuti rejime ve rejimlere askerlik yapmak küfürdür! Askerlik yapan insan da Nisa Suresi´nin 76. ayeti kerimesi mucibince kâfirdir!
Seyyid Kutub bu ayet-i kerimenin tefsirinde şöyle der: “Mü´minler Allah (c.c.) yolunda onun hayat metodunu gerçekleştirmek, şeriatını yerleştirmek ve Allah adına ´insanlar arasında´ adaleti uygulamak için savaşırlar, başka isim altında değil. Kâfirlerse tağut uğrunda Allah´ın metodunun dışında değişik hayat metodlarını gerçekleştirmek, -Allah (c.c.)´ın izin vermediği- değişik şeriatları yerleştirmek ve yine Allah (c.c.)´ın izin vermediği değişik değerleri oturtmak ve Allah´ın nizamı dışında değişik ölçüler dikmek için savaşırlar.
Şimdi, bugün müslümanlık iddiasında bulunan bazıları,tağuta karşı savaşması gerekirken, tağutun safında gidip yer alıyor, savaşıyor ve askerlik yapıyor. Parasıyla destek oluyor! O zaman Rabb´imizin Kur´an-ı Kerim´de yahudi sıfatlarından bahsederken şöyle buyurduğu insanlar zümresine girmiş olur (Allah muhafaza):”Bunun üzerine o zulme devam edenler sözü değiştirdiler, onu kendilerine söylenildiğinden başka bir şekle soktular. Biz de kötülük yaptıkları için o zalimlere murdar bir azap indirdik!“ (Bakara, 59)
Bir başka açıdan bakacak olursak, askere zorla gittiğini iddia eden insanların durumu yine aynıdır; yani kâfir olur. Sadece hicret etmeye ya da kaçmaya gücü yetmeyip de zorla götürülen insanın durumu müstesnadır! O şahıs küfre girmez, Allah (c.c.) nazarında mazurdur!
Bakınız; önceki kavimlerden Firavun kavminin zamanı bu zamandan aşağı kalmaz. Yani o zaman nasıl bir tağuti sistem hâkim idiyse bu zamanki laik sistem de aynı şekilde bir tağuti sistemdir ki.Kur´an-ı Kerim´de Kasas Suresi´nin 4. ayet-i kerimesinde Rabb´imiz şöyle buyurur: “Çünkü Firavun(Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını parça parça etmişti. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Belli ki o bozgunculardandı.“
Firavun´un ne derece zalim,ne kadar azgın olduğu ve ne derece tağut ve zorba olduğu bu ayette açık bir şekilde ifade ediliyor;Hatta bizim şu zamanımızdaki tağutlardan daha da zalim ve daha çok sınırları zorlayan bir tağut.
Rabb´imiz Zuhruf Suresi´nin 54. ayet-i kerimesinde “Firavun kavmini küçümsedi. Onlar da ona itaat ettiler. Çünkü onlar fâsık bir kavimdi!“ diye buyuruyor. Bugün ki tağutlar da halklarını küçümsemiş, halkına istediği zaman işkence eder, cezalandırır ve kendine bu askerlik yoluyla itaat ettirir hale gelmiş. Bakınız Allahu Teâlâ, Firavun ile zorla askerliğe aldığı askerlerini ve ordusunu sonuç itibarıyla aynı kefeye koyuyor. Hepsine aynı hükmü veriyor ve Kasas Suresi´nin 8. ayetinde şöyle buyuruyor: “Şüphesiz Firavun ile Hâmân ve askerleri hatalıydı!“ Allah c.c.,Firavun ile askerlerini aynı saymış, askerleri Firavun´dan ayırmamıştır ve yine Kasas Suresi´nin 40. ayetinde şöyle buyurmuştur: “Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bir bak, zalimlerin sonu nice oldu!“ İşte bu ayet-i kerimede de Allahu Teâlâ cezalandırma konusunda da Fiarvun´la askerlerini birbirinden ayırmadan hepsine birden aynı cezayı veriyor.
Rabb´imiz (c.c.) bunları dünyevi hükümde ayırmadığı gibi uhrevi hükümde de ayırmıyor. Bakınız,Hud Suresi´nin 98-99 ayetlerinde nasıl buyuruluyor: “Kıyamet günü, (Firavun) kavminin önüne düşer. Artık o bunları ateşe götürmüştür. O varılan yer, ne kötü bir yerdir. Hem burada, hem de kıyamet gününde lânetle izlendiler. Onlara verilen bu karşı destek ne fena bir destektir!“
Bu karşılaştırma Firavun dönemi ile ilgili olduğu gibi,aynı olayın bir benzeri Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında da gerçekleşmiştir. Resulullah (s.a.v.) Mekke´den Medine´ye hicret ettiği zaman bazı kişiler hicret etmeyip Mekke´de kaldılar. Bunun üzerine Mekke müşrikleri Bedir savaşına giderken o müslümanları da zorla savaşa götürmüşlerdir. Bunlardan bazıları müşriklerin saflarında iken öldürülmüş ve bunun üzerine Nisa Suresi´nin 97. ayeti nazil olmuştur: “Melekler, kendilerine zulmeden kişilerin canlarını aldıklarında, onlara´Ne işte idiniz?´ derler. Onlar da: ´Biz yeryüzünde zayıf kimselerdik.´ derler. Melekler: ´Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi, siz de orada hicret etseydiniz ya?´ derler. İşte bunların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü gidiş yeridir!“
Bir hadisi şerifte Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Sizin başınıza bazı liderler gelecek ki bu liderler şerli insanlara yakın olacaklar ve namazları vakitlerinden geciktirerek kılacaklar. Kim bunların zamanında yaşarsa onlara asker de olmasın, polis de, vergi tahsildarı da olmasın, haznedar da." (Sahih İbni Hibban c. 10, sf. 446)
Bu hadisi şerifte sarahaten ifade edildiği gibi bir müslüman muvahhidin bırakın tağuti sisteme askerlik yapmasını, namazlarını geciktiren, şerli insanlarla irtibata giren ve onlara yakınlık gösteren sisteme askerlik bile yapması caiz değildir!
HUCCETULLAHİ’L- BALİĞA ADLI ESERİNDE ŞAH VELİYYULLAH DİHLEVÎ ŞÖYLE DER
Rasûlullah (s.a.), kertenkelenin öldürülmesini emret¬miş ve onu "fâsık" olarak nitelemiş, onun Hz. İbrahim'in (s.a.) ate¬şine üflemiş olduğunu( ) belirtmiştir. Bir hadisinde de şöyle buyur¬muştur:
"Her kim bir kertenkeleyi ilk vuruşta öldürürse, ona şu ve şu kadar sevap vardır Ve her kim onu ikinci vuruşta öldürürse, birinciden aşağı olmak üzere şu kadar sevap vardır. Ve her kim onu üçüncü vuruşta öldürürse, ona da ikinciden aşağı olmak üzere şu kadar sevap vardır.” ( )
Bazı hayvanlar yaratılıştan muzırdır;ondan hep şeytanî fiil ve davranışlar sadır olur.Şeytana benzerlik bakımından hayvanlar içinde en yakını, onun vesveselerine en açığı olur. Rasûlullah (s.a.), kertenkelenin onlardan olduğunu görmüş ve bu¬na, onun tabiî yapısı itibariyle şeytanın vesvesesine uyarak Hz. İb¬rahim'in (s.a.) ateşine üflemiş olduğunu ifade ederek dikkat çek¬miştir. Gerçi onun ateşe üflemesinin bir yararı olacağı yoktur, ama içindeki muzırlık onu buna sevketmektedir. Rasûlullah (s.a.), onun öldürülmesini iki sebepten dolayı teşvik etmiştir:
1. İnsana eza veren muzır yaratıkların öldürülmesi, böylece zararlarının ortadan kaldırılması. Bu, memleketteki zehirli ot ve ağaçların kesilmesi gibi müslümanların genel yararına olan bir şe¬ye benzer.
2. Onu öldürmek, şeytanın askerlerinin azalması, vesvese yuvalarının ortadan kaldırılması demektir. Bu ise, Allah ve mukarreb melekleri katında sevimli bir şeydir. İlk vuruşta öldürmenin, ikinci vuruşta öldürmeden daha sevaplı olması, birincide atış bece¬risinin bulunmasından ve hayra koşma anlamı taşımasındandır. Allah'u a'lem!(3)
(1- bkz. Buhârî, Enbiyâ, 8 (4/112).
2 -Müslim, Selâm, 146.
3-Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/577-578.)

Öyle ki kertenkele Nemrud’un tarafını tuttuğu ve İbrahim’in ateşine üflediği için şeytanın askeri sayılıyor; İslam’a karşı tağutun safında yer alan tağutun askeri ne olur acaba. Şu bilinsin ki her tağut yapmış olduğu tuğyanı askerlerinin yardımı ve desteği ile yapmıştır. Firavun buna açık bir örnektir.Rabbimiz Kasas suresinde Firavun’un askerlerinin desteği ile neler yaptığını bizlere bildirmiştir.Firavun’a asker olanları Firavun’dan ayırmamıştır. Allah c.c buyuruyor ki:
“Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve oranın halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardandı.”( Kasas 4)
Bilindiği gibi Firavun, yeryüzünde büyüklük taslayıp halkları fırkalara ayırırken ve İsrail oğullarının erkeklerini boğazlayıp kadınlarını sağ bırakırken bunu kendisi tek başına yapmıyordu; yapamazdı da zaten. Bu bozgunculuğu, tağutluğu ve tuğyanı yaparken Firavun’a asker olmakta bir sakınca görmeyen Haman ve onun askerlerinin desteği vardı. Bu askerlerin hepsi de Firavun’a severek asker olmamıştı bir kısmı bunu caiz hatta gerekli görürken bir kısmı da “caiz değil ama başkaca bir seçeneğimiz yok” diyordu. Yani “haram ama biz mecburuz bu sebeple bizi Allah affeder” diyorlar ve bu şekilde Firavun’a asker oluyorlardı. Ama öyle ya da böyle Firavun’un küfrüne ve zulmüne ortak oluyorlardı. İşte Allah c.c onları bu sebeble beraber helak etti. Allah c.c şöyle buyuruyor:
“Biz de onu ve askerlerini yakaladık ve onları denize attık (orada boğuldular). Zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bak!” (Kasas 40 )
Bu ayetin zahirinden anlıyoruz ki orada bulunan askerleri, Firavun gibi kafir ve zalim hükmündedir. Allah c.c.bunların içinde farklı düşüncede olanlar ya da bir teville bu orduya katılanlar var mıdır, yok mudur ayırımı yapmadan beraber helak etti. Şimdi “Firavun askerlerinin içinden taviz vermeyenler vardı, onların yaptıklarının zulüm ve haksızlık olduğunu bilenler vardı ve bu sebeple o askerlerin içinden bazıları müslümandı” diyen biri var mıdır? Tabii ki yoktur! Aklı başında olan kime sorsanız “Firavun da, onun safında yer alan askerleri de ne sebeple orada olduklarına bakılmaksızın kafirdir” diyecektir. Yani Firavun da onun generali Haman da ve Haman’ın askerleri de kafirdi. Yaptıkları da yanlıştı; onlar hata yapıyorlardı ve bilmiyorlardı ki kendilerinin bir planı varsa Allah’ın da başka bir planı vardı. Allah c.c şöyle buyuruyor:
“Biz ise istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım.” ( Kasas 5)
“Yeryüzünde onları kudret sahibi kılalım ve onların eliyle Firavun’a, Hâmân’a ve ordularına çekine geldikleri şeyleri gösterelim.”( Kasas 6)
“Nihayet Firavun ailesi kendilerine düşman ve üzüntü kaynağı olacak olan o çocuğu bulup aldı. Şüphesiz Firavun, (veziri) Hâmân ve onların askerleri hata yapıyorlardı.” (Kasas 9)
Haddi aşan Firavun’un destekçisi ve onun sistemini ayakta tutanlar, daima onun generali Haman ve Haman’ın askerleri olmuştur. Nasıl ki Musa (a.s) Firavun’dan Haman’ı,Hamandan da askerlerini ayırtetmedi ise, yani “şu taviz vermiyor,bu bazen taviz verse de Firavunu da sistemini de sevmiyor; her ne kadar şu an Firavun’un askeri ise de aslında o benim askerimdir” demeyerek birini diğerinden ayırmadı.Musa (a.s) da Muhamed (s.a.s) de ve Ebu Bekir (r.a) da firavunların tarafında olanları,onların safından yer alanları onlardan saymıştır. Firavunun askeri Firavun safında, İslam askeriyse İslam safındadır. Bunun aksini iddia edenler şu ayet karşısında ne cevap verecekler acaba..?

اَلَّذٖينَاٰمَنُوايُقَاتِلُونَفٖىسَبٖيلِاللّٰهِوَالَّذٖينَكَفَرُوايُقَاتِلُونَفٖىسَبٖيلِالطَّاغُوتِفَقَاتِلُوااَوْلِيَاءَالشَّيْطَانِاِنَّكَيْدَالشَّيْطَانِكَانَضَعٖيفًا
“İman edenler Allah yolunda savaşırlar; inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli düzeni pek zayıftır.”(Nisa 76)
Bu ayette Allah c.c iki askerden bahsediyor; biri iman edenlerin emri altında Allah yolunda, Firavun’a ve onun gibi tağutlara karşı savaşan İslam erleri…Bunlar ne pahasına olursa olsun firavunlara,tağutlara boyun eğmezler, onların hışmından korktukları için Allah’ın dininin hükümlerini esnetmeye çalışmazlar. Diğeri de tağutların, firavunların emri altında hamanlara itaat ederek İslam’a ve müslümanlara karşı mücadele eden ordularda yerini alır… Bu askerler hangi safta iseler o safın, o ordunun hükmünü alırlar. Buna sahabenin icmasından bir örnek verelim: Sahabelerin, mürtedlerle yapılan savaşlarda Müseyleme’nin, Sicah’ın, Tuleyha’nın kavimlerine ve zekatı vermeyenlere karşı gösterdikleri tavırları buna apaçık delildir.
Her kim, gerek onlarla aynı fikre sahib olması, gerek akrabalık bağından dolayı ve gerekse aynı kabileden olması sebebiyle onların tarafına geçmişse veya onlarla beraber savaşa katılmışsa, işte o kimseyle diğerleri arasında hiç bir fark gözetmemiş ve haklarında araştırma yapmaksızın hepsine aynı hükmü vermişlerdir.
Bu ise; sahih inanca göre müslümanlara karşı savaşan kafirlere yardım eden, onların safında yer alan kimsenin kafir olduğunu göstermektedir; bu, sahabelerin inancında bir temel teşkil etmekteydi.
Mürtedlere yardımcı olanlar arasında onları destekleyen avamlar, kandırılmış ve cahil olanlar ve onların gerçek yüzünü bilmeyenler vardı elbette. Fakat sahabeler, onlara bilerek katılan ile bir te’vile dayanarak veya cehaletinden dolayı katılan arasında bir fark gözetmediler. Hepsine aynı hükmü verdiler ve onların kafir olduklarına hükmederek onları öldürdüler ve onlardan ölenlerin cehennemlik olduklarına şehadet ettiler. Ebu Bekir (r.a)’in mürtedlere takındığı tavır bunu apaçık göstermektedir. Firavunların gücünü ve desteğini bu askerlerden aldığını şu ayetler bize göstermektedir:
“Firavun, “Ey ileri gelenler! Sizin benden başka bir ilâhınız olduğunu bilmiyorum. Ey Hâmân! Benim için bir ateş yakıp tuğla pişir de bana bir kule yap! Belki Mûsâ’nın ilâhına çıkar bakarım(!) Şüphesiz ben onun mutlaka yalancılardan olduğunu sanıyorum” dedi.”(Kasas 38 )
“O ve askerleri yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar. .” (Kasas 39 )
Allah (c.c) Firavun ve askerlerinin şımarık, büyüklük taslayan müstekbirler olduğunu beyan ettikten sonra onların ateşe,cehenneme çağıranlar olduğunu bize şu ayetinde açıklıyor:
“Biz onları, ateşe çağıran öncüler kıldık. Kıyamet günü de kendilerine yardım edilmeyecektir.” (Kasas 41)
“Bu dünyada onları lânete uğrattık. Kıyamet gününde de onlar iğrenç kılınmış kimselerden olacaklardır.” (Kasas 42 )
Bu ayet-i kerimelerde kıyamet günü Firavun ve askerlerine yardım edilmeyeceğini, onların bu dünyada lanetlendiğini ve kıyamet günü de onların iğrenç kimselerden olacağını öğreniyoruz. Çünkü o firavunlar aynı zamanda birer tağutturlar; firavun da tağut ta ilahlık taslayan puttur; yani birer sahte ilahtır onlar. Bu sahte ilahlardan bir menfaat bekleyerek onların askeri olanların halini bize şu ayetler açıklıyor:وَاتَّخَذُوامِنْدُونِاللّٰهِاٰلِهَةًلَعَلَّهُمْيُنْصَرُونَ
“Belki kendilerine yardım edilir diye Allah’ı bırakıp da ilâhlar edindiler.”(yasin 74 )لَايَسْتَطٖيعُونَنَصْرَهُمْوَهُمْلَهُمْجُنْدٌمُحْضَرُونَ
“Onların (o ilahların) kendilerine yardım etmeye güçleri yetmez; oysa kendileri onlar için hazır bulundurulmuş askerlerdir.” (Yasin 75)
Dikkat edelim! O ilahlık taslayan tağutların, firavunların, nemrutların kendilerine hizmet eden askerleri olmadan insanlara zulüm etmek için bir gücü, Allah’ın dininden men etmek için bir kuvvetleri yoktur.O sahte ilahları büyüten, güçlendiren, şımartarak müstekbirleştiren şu ya da bu bahaneye sarılarak onların askeri olanlardır. Çeşitli bahanelerle firavunların saflarına katılarak onların askeri olanların durumunu bize şu ayet-i kerime bildirmektedir:اِنَّالَّذٖينَتَوَفّٰيهُمُالْمَلٰئِكَةُظَالِمٖیاَنْفُسِهِمْقَالُوافٖيمَكُنْتُمْقَالُواكُنَّامُسْتَضْعَفٖينَفِىالْاَرْضِقَالُوااَلَمْتَكُنْاَرْضُاللّٰهِوَاسِعَةًفَتُهَاجِرُوافٖيهَافَاُولٰئِكَمَاْوٰیهُمْجَهَنَّمُوَسَاءَتْمَصٖيرًا

“Melekler, nefislerine zulmeden kimselerin canlarını aldıklarında (onlara) derler ki: “Ne işte idiniz?” Onlar da derler ki: “Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmış kimselerdik.” (Melekler) derler ki: “Allah’ın yeryüzü geniş değil miydi, oraya hicret etseydiniz ya? İşte onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü dönüş yeridir!”(Nisa: 97)
Nüzul Sebebi:
Bununla kastedilenler, İslâm'a girmiş, Peygamber (sav)'a iman ettiklerini izhar etmiş Mekke’li bir topluluktur. Peygamber (sav) hicret edince, kavim¬leriyle birlikte kalmaya devam ettiler. Onlardan bir kısmı ise dinleri dolayı¬sıyla fitneye (azap ve işkenceye) maruz bırakıldılar ve onlar da bu hususta istenilenlere cevap verdiler(yani ikrah altında kaldılar). Bedir savaşı sırasında onlardan bir topluluk kâ¬firlerle birlikte savaşa katıldı. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.
Şöyle de denilmiştir. Bu kimseler, müslümanların sayılarını az görünce din¬leri hususunda şüpheye düştüler ve irtidat ettiler. İrtidat ettikleri için de öl¬dürüldüler. Müslümanlar ise: “bizim şu arkadaşlarımız müslümandılar. Müş¬riklerle birlikte çıkmak için zorlandılar. O bakımdan onlara mağfiret dileyin” dediler. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. Ancak birincisi daha sa¬hihtir.(Kurtubi tefsiri)
Buhârî de Muhammed b. Abdurrahman'dan şöyle dediğini rivayet etmek¬tedir: “Medine’lilerden savaşa katılmak üzere belli miktarda asker gönderme¬leri istendi. Ben de gönderilecek bu askerler arasına yazıldım. İbn Abbas'ın azadlısı İkrime ile karşılaştım. Ona durumu bildirince, bu işten elinden gel¬diğince beni de alıkoymaya çalıştı;sonra şöyle dedi: İbn Abbas bana şunu haber verdi: Müslümanlardan bazı kimseler, müşriklerle birlikte olup Rasûlullah (sav) döneminde müşriklerin kalabalığını artırıyorlardı. Atılan bir ok gelir,onlardan birisine isabet eder, onu öldürürdü. Yahut da ona bir darbe indirilerek o kimselerden birisi öldürülebiliyordu. İşte bunun üzerine yüce Allah: "Nefislerine zulmedenler olarak canlarını alacağı kimselere melek¬ler... " âyetini indirdi.” ( Kurtubi tefsiri)
Meleklerden kastın ölüm meleği olduğu söylenmiştir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "De ki size vekil kılınan ölüm meleği ruhunuzu ala¬caktır." (es-Secde, 32/11)
Meleklerin: "Ne işte idiniz" şeklindeki soruları ise bir azar ve sitem yoluy¬la sorulacak bir sorudur. Yani sizler, Peygamberin ashabı arasında mıydınız, yoksa müşrik miydiniz? Onların: "Biz yeryüzünde mustaz'af kimselerdik" şeklindeki sözleri ise, “biz Mekke'de idik” anlamındadır. Fakat bu, doğru ol¬mayan bir özürdür. Zira bunlar, hicret etmeye bir çare bulabiliyor, yol bula¬biliyorlardı. Daha sonra melekler: "Allah'ın arzı geniş değil miydi..." söz¬leriyle dinlerinin gereği olarak yapmaları gereken işi onlara bildirmektedir. Böyle bir soru ve cevap onların hicreti terk etmek suretiyle nefislerine zul¬meden müslümanlar olarak öldüklerini ifade etmektedir. Aksi takdirde kâ¬fir olarak ölmüş olsalardı, bu kabilden onlara bir söz söylenmezdi. (Kurtubi tefsiri)
Bu konuda alimlar arasında ihtilaf vardır. Bazı alimler, “müslümanlara karşı müşrikler safında yer alan ve bu ayetin nuzulüne sebeb olan kimseler ikrah altındaydılar, bu sebeble müslüman sayılırlar derken, bazıları da “onlar ikrah altında idi ama yine de mazur değillerdi; çünkü hicret etmeye imkanları var iken hicret etmediler” demişlerdir. Yani hiçbir alim ikrah hali olmaksızın tağutların safında yer almayı caiz kabul etmemiştir. Bu ayetin nuzülüne sebeb olanların ikrah altında oraya gittikleri hususunda ihtilaf yoktur ihtilaf hicret farz kılındıktan sonra hicret etmeyip orada kaldıkları için bu duruma düştüler bu durumda mazurmudurlar yoksa mazur değiller midir konusudur. Bilindiği gibi “masiyet işleyen kimse masiyet halindeyken ruhsatları kullanmaya hak sahibi midir, değil midir” konusu alimler arasında ihtilaflıdır. Bazıları “masiyet işleyen kişinin işlediği masiyetin günahı vardır ama Allah azze ve cellenin vermiş olduğu ruhsatı bu haldeyken de kullanmaya hakkı vardır” derken diğerleri “hayır! bu kimse masiyet işlediği için masiyet halindeyken ruhsatı kullanma hakkına sahip değildir” demişlerdir. İşte bu ihtilafın sonucu olarak Bedir savaşında müşrikler safında yer alan müslümanlar, bir görüşe göre mürtettir, diğer bir görüşe göre de hicret etmedikleri için günahkar müslümandır. Kurtubi şöyle diyor:
“Böylelerinin ashab-ı kiram arasında anılmayışlarının sebebi ise, karşı kar¬şıya kaldıkları işin ağırlığı ve muayyen olarak onlardan herhangi bir kimse¬nin iman ettiğinin ortada olmaması ve irtidat etmiş olma ihtimalinin bulun¬ması dolayısıyladır.”(Kurtubi tefsiri)
Alimler, haklarında Nisa: 97. ayet-i kerimesi inen, müslümanlara karşı kafirlerin safında savaşa çıkan, böylece kafirlerin topluluğunu arttıran ve bu savaşta ölen müslümanların günahkar olarak mı yoksa mürted olarak mı öldükleri konusunda ihtilaf ettiler.
Bütün alimler, yaptıkları amelin küfür olduğunda ve savaşta zahiren kafirler gibi muamele edilmeleri gerektiğinde ittifak etmişlerdir. Fakat bazı alimler, onları ikrah altında görerek ahirette mazeretli olabileceklerini söylemişlerdir. Zira küfürde ikrah özürdür. Alimlerin çoğu ise onları mazeretli görmemiş ve şöyle demişlerdir: “Bu kimseler her ne kadar ikrah altında savaşa çıkmışlarsa da hicret etmeye güçleri olmasına rağmen kendi istekleriyle hicret etmediler ve bu ikraha hicret etmedikleri için düştüler. Bu nedenle ikrah altına girmelerinin sebebi kendileri olup mazeretli değildirler.”
İkrah altında olmadıkları halde müslümanlara karşı kafirlere yardım eden, onların safında yer alarak onların sayısını artıran kimselere gelince... Bu kimselerin kafir ve mürted olduklarında kesinlikle şüphe yoktur. Böyle bir amelden Allah’a sığınırız.
İbni İshak ve başkaları şöyle bir rivayet zikrettiler:
“Yezid b. Ruman, Urve’den, o da Zühri’den, o da isimlerini zikrettiği bir topluluktan şöyle dediklerini rivayet etti:
“Kureyş, Rasulullah (s.a.s)’dan Bedir esirlerini fidye ile kurtarmak istediğini haber verdi. Her kavim kendi mensuplarından esir düşmüş kimseler için fidye verdi. Abbas (r.a) da zorla katıldığı Bedir savaşında müslümanların eline esir düştü. Abbas (r.a) Rasulullah (s.a.s)’a şöyle dedi:
“Ey Allah’ın rasulü! Ben esir düşmeden önce de müslümandım.” Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s) ona dedi ki:
“Senin müslüman olup olmadığını Allah bilir. Eğer söylediğin doğru ise Allah (c.c) mutlaka sana karşılığını verecektir. Fakat senin hakkında zahirine göre hüküm vereceğim. Sen bize savaş açan, saldıran kafirlerin askerleriyle beraberdin. Yani zahiren bize karşıydın. Bu yüzden hem kendin için hem de elimize esir düşen kardeşinin iki oğlu için fidye ver.”
Bu rivayetten anlaşılıyor ki Abbas (r.a) müslümanlara karşı savaşan müşrik askerleriyle birlikte zorla Bedir savaşına çıktığı halde Rasulullah (s.a.s) onun zahirine bakarak ona beraberlerinde çıktığı müşriklerin hükmünü vermiştir.
Öyleyse zorla değil de kendi isteğiyle müslümanlara karşı müşriklerin safında yer alan, onları destekleyen kimsenin hali nasıl olur acaba?
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Onlara, kendisine ayetlerimizi verdiğimiz, onlardan sıyrılan, böylece şeytanın kendisini peşine taktığı, sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku!” (Araf: 175)
İbni Abbas (r.a) dedi ki:
“Musa (a.s) ve onunla beraber olan müslümanlar Cebbarin kavminin bulunduğu yere gelince, Cebbarinlerden olan Bel’am’ın amcaoğulları ve kavmi Belam’a gelerek şöyle dediler: “Musa çok kuvvetli bir adamdır ve beraberinde çok sayıda askerle gelmiştir. Eğer bizi yenerse hepimizi yok eder. Allah (c.c)’a dua et ki Musa ve onunla beraber olanları geri çevirsin. Bel’am onlara şöyle dedi: “Eğer ben Musa ve beraberindekileri geri çevirmesi için Allah (c.c)’a dua edersem hem dünyam hem ahiretim yok olur.” Onlar isteklerinde ısrar ettiler. Nihayet Bel’am, Musa ve beraberindekileri geriye döndürmesi için Allah (c.c)’a dua etti. Bunun üzerine Allah (c.c) ona verdiği ikramı sıyırıp aldı ve onun hakkında şöyle buyurdu:
“Onlara, kendisine ayetlerimizi verdiğimiz, onlardan sıyrılan, böylece şeytanın kendisini peşine taktığı, sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku!” (Araf: 175)”(Taberi tefsiri: c:9 s: 123)
Bel’am’ bir dua ettiği için hali bu ise bizzat bedeni ile, canı ile tağutu destekleyenin hali ne olur acaba?
Semure b. Cündüb (r.a.)’dan Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle dediği rivayet olunmuştur:
“Kim müşrik bir kimseyle haşir neşir olur veya onunla oturursa o da aynen onun gibidir.” (Ebu Davud ve başkaları rivayet ettiler.)
Bu rivayete göre dinine girmese ya da görüşünü kabul etmese bile her kim müşrik bir kimseyle haşir neşir olur ve onunla oturursa aynen onun gibi olmuştur. Müslümanlara karşı müşriklere asker olup onların safında yer almak ise müşriklerle haşir neşir olmaktan ve onlarla oturmaktan daha büyük bir meseledir.
İmam el-Menavi hadiste geçen “o da aynen onun gibidir” sözünü şöyle açıklamıştır:
“Allah (c.c)’ın düşmanıyla haşir neşir olmak, onunla dost olmak Allah (c.c)’tan yüzçevirmeyi gerektirir. Her kim Allah (c.c)’tan yüz çevirirse şeytan onun dostu olur ve onu küfre götürür.”
Zemahşeri şöyle dedi:
“Bu akla uygun bir açıklamadır. Çünkü hem bir zatla hem de onun düşmanıyla dostluk kurmak birbirine zıttır ve aynı anda bir kişide bulunması mümkün değildir.”
(Fath’il-Kadir c: 6 s: 111)
Sahabe Sözlerinden Deliller:
Müslümanlara karşı kafirler safında yer alan kişinin küfre girdiğine dair, sahabelerden çok rivayetler vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
1 - Abdullah b. Hamid, Huzeyfe (r.a.)’dan şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Hissetmeden yahudi ve hristiyan olmaktan korkun.” Onu dinleyenler şöyle dediler: “Anladık ki o: “Ey iman edenler! Yahudi ve hristiyanları dostlar edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardan olur. Muhakkak ki Allah, zalim kavme hidayet etmez.” (Maide: 51) ayetini kastediyor.”
2 - Mürtedlerle yapılan savaşlarla ilgili olarak siyer kitaplarında geçen Halid b. Velid ile Mecea b. Marara arasında geçen hadisedir;
Halid b. Velid (r.a) mürted olan Beni Hanife kabilesine saldırdığında askerleri, içlerinde Mecea b. Marara’nın da bulunduğu Beni Hanife’den bir grubu tutukladılar. Mecea, Halid b. Velid’e şöyle dedi: “(Müseyleme’yi kastederek) Ben O’na tabi olmadım. Ben müslümanım.” Halid b. Velid ona: “Eğer müslümansan ve Müseyleme’ye tabi olmamışsan niçin gelişimi duyunca bana gelmek için yola çıkmadın veya Sümame b. Esel’in onu açıkça reddettiği gibi reddetmedin.” dedi.
Bu rivayete göre Halid b. Velid, Mecea’nın mürtedlerle kalmasını, zahire göre onların yaptığını kabul etmesi olarak değerlendirdi ve ona, buna göre muamele etti.

3 – Sahabelerin, mürtedlerle yapılan savaşlarda Müseyleme’nin, Sicah’ın, Tuleyha’nın kavimlerine ve zekatı vermeyenlere karşı gösterdikleri tavırları buna apaçık delildir.
Her kim, gerek onlarla aynı fikre sahib olması, gerek akrabalık bağından dolayı ve gerekse aynı kabileden olması sebebiyle onların tarafına geçmişse veya onlarla beraber savaşa katılmışsa işte o kimseyle diğerleri arasında hiç bir fark gözetmemiş ve haklarında araştırma yapmaksızın hepsine aynı hükmü vermişlerdir.
Bu ise; sahih inanca göre,müslümanlara karşı savaşan kafirlere yardım eden kimsenin kafir olduğunu göstermektedir ve bu, sahabelerin inancında bir temel teşkil etmekteydi.
Mürtedlere yardımcı olanlar arasında onları destekleyen avamlar, kandırılmış ve cahil olanlar ve onların gerçek yüzünü bilmeyenler vardı elbette. Fakat sahabeler, onlara bilerek katılan ile bir te’vile dayanarak veya cehaletinden dolayı katılan arasında bir fark gözetmediler. Hepsine aynı hükmü verdiler ve onların kafir olduklarına hükmederek onları öldürdüler.Onlardan ölenlerin cehennemlik olduklarına şehadet ettiler. Ebu Bekir (r.a)’in mürtedlere takındığı tavır bunu apaçık göstermektedir.
Muhammed b. Ebi’l Vehhab mürtedlerden gerek Müseyleme’ye gerek diğerlerine tabi olanlar hakkında şöyle diyor:
“Cahil olsalar bile mürtedlere tabi olanlara mürted hükmü verilmesi konusunda bütün alimler ittifak etmişlerdir.”
(Ed-Düreru’s-Seniyye c: 8 s: 118)

Kıyastan Deliller:
1 - Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Her kim Allah (c.c) yolunda olan bir gaziyi techiz ederse işte o kimse,sanki gaza yapmış gibi olur. Her kim de Allah (c.c) yolunda savaşan bir gazinin ailesine ve çocuklarına güzelce bakarsa işte o kimse de Allah (c.c) yolunda gaza etmiş sayılır.”
(Buhari Müslim)
Rasulullah (s.a.s) bu hadiste, oturduğu ve savaşmadığı halde Allah (c.c) yolunda bir gaziyi techiz eden kişiye gazaya katılan hükmü vermiştir.
Rasulullah (s.a.s), buna benzer olarak bir başka hadiste şöyle demiştir:
“Allah (c.c) bir okla üç kişiyi cennete sokar. Hayır isteyerek onu yapanı, onu atanı ve atan kimseye vereni.”
(Ahmed, Nesei, Tirmizi rivayet etti ve hasen dedi)

Bu rivayetler; Allah (c.c) yolunda bir gaziye herhangi bir konuda yardım eden kimsenin onun cihadına iştirak etmiş olduğunu gösteriyor. Bu durumun aksine kıyas yapılacak olursa, müslümanlara karşı savaşan kafirlere herhangi bir yardımda bulunan kimsenin, tağut yolunda savaşan kafirlerin yaptığı bir savaşa iştirak ettiğine ve onlar gibi kafir olduğuna hüküm verilir.
2 - İslam şeriatında fiili yapan ile fiile yardımcı olanın hükümleri aynıdır. Çünkü fiili yapan ancak kendisine yardım eden vasıtasıyla fiilini yapabilme imkanı bulur.
İbni Teymiyye şöyle diyor:
“Savaş açan hırsızlar bir grup ise, o grubta öldürme fiilini işleyen bir kişidir. Diğerleri ise ona yardımcıdırlar.”
Alimlerden bazılarına göre sadece öldürme filini işleyen kişi ceza olarak öldürülür. Fakat alimlerin çoğuna göre yüz kişi olsalar bile hepsi ceza olarak öldürülür. Çünkü onları öldürme fiilini işleyenle ona yardım edenin hükmü aynıdır.
Bu hüküm hulefa-i raşidinin verdiği hükümdür. Ömer b. Hattab, müslümanlara savaş açan kimseler için yüksek yerde bulunup gözcülük yapan kimse hakkında savaş açanların hükmünü vererek onu öldürmüştür. Çünkü savaşta öldürme fiilini gerçekleştiren kimse ancak gözcünün yardımıyla bu fiili yapabilir.
Birbiriyle yardımlaşanlar sevap ve günahta ortaktırlar. Tıpkı mücahitlere yardım edenin mücahitler gibi sevap alması gibi...
Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Müslümanların kanları eşittir. Onların en düşüğü onların adına söz verebilir;ve kafirlere karşı bir el gibidirler. Bir seriyyenin elde ettiği ganimetten o seriyyeye katılmayan, oturan erlere de pay düşer.”
(Ebu Davud, İbni Mace)
Bu hadis gösteriyor ki müslüman ordusundan bir grup (seriyye), bir yere gidip oradan ganimet alırsa bütün ordu bu ganimete ortak olur. Çünkü bu seriyyenin ganimet elde etmesi, ordudan aldığı destek ve koruma iledir. Fakat ganimet elde eden seriyyenin dışında kalan ordunun diğer fertlerine verilen pay nefil payıdır. Aynı şekilde ordu bir ganimet elde ederse seriyyeye de pay verilir. Çünkü seriyye, ordunun menfaati için yola çıkmıştır. Rasulullah (s.a.s) Bedir savaşında elde edilen ganimetten savaşa katılmadıkları halde Talha ve Zübeyr’e pay vermiştir. Çünkü onları ordunun maslahatına olan bir görevle yollamıştı.
Bir taifeye yardım eden o taifenin hükmünü alır ve ondan sayılır. Aynı şekilde hiç bir te’vili olmaksızın batıl yolunda çarpışanların yardımcıları da onların hükmünü alır. Tıpkı cahiliye adeti üzere savaşan Yemen ve Kays kabileleri, ırk için, kabile için savaşanlar gibi...
Cahiliyye adetleri ve ırk ya da kabile için savaşan iki taifenin ikisi de zalimdirler.
Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle dediği rivayet olunmuştur:
“İki müslüman, kılıçlarıyla birbirlerine karşı çıkarlarsa öldüren de öldürülen de cehennemdedir.” Sahabeler: “Ya Rasulullah! Öldüreni anladık. Fakat öldürülene ne oluyor?” diye sordular. Rasulullah (s.a.s) onlara şöyle cevab verdi: “Çünkü o da kendisini öldüreni öldürmek istedi.”
(Buhari, Müslim)
Aynı şekilde her grup, faili belli olmasa bile fertlerinin nefse ve mala verdiği zararı tazmin eder. Çünkü bir grup birbirini destekleyen şahıslardan meydana gelir...”
(Fetvalar c: 28 s: 533)

Tarihten Deliller:
İslam tarihinin değişik dönemlerinde, kendilerinin müslüman olduklarını iddia eden bir takım kimselerin müslümanlara karşı kafirler safında yer alıp onlara yardım ettikleri görülmüştür. Bu dönemlerde yaşayan İslam alimleri müslümanlara karşı kafirler safında yer alıp onlara yardım etmenin hükmünü açıklamışlardır.
Bunlardan bazılarını nakledelim:
Birinci Hadise: Hicri 11 Senesinde:
Rasulullah (s.a.s)’ın vefatından sonra bazı müslümanlar İslam’dan döndüler. Bunun üzerine Ebu Bekir (r.a) ve sahabeler onlara karşı savaş açtılar. Bu sırada her kim mürtedlerin tarafına geçmiş ve onlarla birlikte müslümanlara karşı savaşmışsa işte o kimsenin onların hükmünü aldığı ve mürted olduğu konusunda icma edildi.
İkinci Hadise: Hicri 201 Senesinin Başında Gerçekleşen Bir Hadisedir:
Hicri 201. senenin başında Babek el-Harmi, müşriklerin diyarında müşriklerle beraber müslümanlara savaş açmıştır. O zamanın alimi olan İmam Ahmed ve diğer alimler, müşriklerle beraber müslümanlara savaş açtığından dolayı Babek el-Harmi’nin irtidadına hüküm verdiler.
Meymuni, İmam Ahmed’den şöyle bir rivayet nakletti:
“İmam Ahmed, Babek el-Harmi hakkında şöyle dedi: “Adam şirk diyarında ikamet ediyor ve bize karşı savaş açmıştır. Hükmü nedir? Bu durumda elbette mürted olmuştur.”
(El-Furu’ c: 6 s: 163)

Üçüncü Hadise: Hicri 480 Senesinden Sonra Olmuş Bir Hadisedir:
Bu senede Endülüs krallarından Şibilya hakimi olan El-Mu’temed b. Abbad müslümanlara karşı hristiyanlardan yardım istedi. O zamanın oradaki Maliki alimleri bu yaptığından dolayı irtidat ettiğine fetva verdiler.
(El-İstiksa c:2 s: 75)

Dördüncü Hadise: Hicri 661 Senesinde Olan Bir Hadisedir:
Kerak kralı olan El-Muğıs Ömer b. Adil, Hulaku ve tatarların diğer liderlerine bir mektub yazarak onlar için Mısır’ı alabileceğini kendilerine bildirdi. Bunun üzerine o zamanın müslüman hakimi olan Ez-Zahir Pipars, devrin alimlerinden bunun hükmünü sordu. O zamanın alimleri görevinden azledilip öldürülmesi gerektiğine hüküm verdiler. Bu fetvaya dayanarak onu görevinden azledip öldürdü.
(El-Bidaye ve’n Nihaye c: 13 s: 238 Eş-Şezerat c: 6 s: 305)

Beşinci Hadise: Hicri 700 Senelerinde Gerçekleşen Bir Hadisedir:
Bu senede tatarlar Şam’a ve İslam diyarlarına saldırdı. Müslüman olduklarını iddia eden bazı kişiler, onlara yardım etti. Bunun üzerine İbni Teymiyye, tatarlara yardım edenlerin kafir olduklarına dair fetva verdi.
(Fetvalar C: 28 S: 530)

Altıncı Hadise: Hicri 980 Senesinde Olan Bir Hadisedir:
Bu senede, Merrakeş krallarından olan Muhammed b. Abdillah es-Sa’di, amcası Ebu Mervan el-Mu’tasım Billah’a karşı kafir olan Portekiz kralından yardım istedi. Bundan dolayı devrin Maliki alimleri irtidad ettiğine dair fetva verdiler.
(El-İstiksa c: 2 s: 70)

Yedinci Hadise: Hicri 1226 ile 1233 Seneleri Arasında Gerçekleşen Bir Hadisedir:
Kafir orduları bu senelerde tevhid davetini yok etmek için Necd topraklarına saldırdılar. İslam’a mensub olan kimselerden bazıları da bu kafir ordusuna yardım ettiler. O zamanki Necd alimleri müslümanlara karşı kafirlere yardım eden kimselerin irtidat ettiklerine dair fetva verdiler.
Bu hadiseden dolayı Şeyh Süleyman b. Abdillah al’eş-Şeyh; “Ed-Delail” adında bir kitap yazdı. Bu kitapta,muvahhidlere karşı kafirlere yardım eden müslümanların mürted olduklarını isbat etti ve bu meseleye dair 21 delil zikretti.

Sekizinci Hadise: Bir Önceki Hadiseden 50 Sene Sonra Gerçekleşen Bir Hadisedir:
Bundan önce zikrettiğimiz hadiseden 50 sene sonra onun gibi bir hadise daha olmuştur. Bunun üzerine Necd alimleri, müşriklere yardım edenlerin irtidat ettiklerine dair tekrar fetva verdiler.
Bu konu hakkında Şeyh Hamed b. Atik; “Sebiylu’n Necati ve’l Fekaki Min Muvalati’l-Mürteddiyn ve Eh-li’l İşrak” (Müşrikleri ve Mürtedleri Dost Edinmekten Kurtulma Yolları) adında bir kitap yazdı.
Kurtubi şöyle dedi:
“Allah (c.c)’ın: “Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardandır.” (Maide: 51) ayetinin manası şudur:
Kim müslümanlara karşı kafirleri desteklerse hükmü onların hükmü gibidir, yani mürdet olmuştur. Bir müslüman mürted olduğunda, diğer müslümana mirasçı olamaz. Kafirleri destekleyen ise İbni Ubey b. Selül idi. Bu ayetin hükmü kıyamete kadar bakidir ve kafirlere dostluğu kesen kesin bir hükümdür.”
(Kurtubi Tefsiri )
İmam el-Berzeli’nin “El-kada” kitabında şöyle geçmektedir:
“Müslümanların emiri olan Yusuf b. Taşfiyn Ellemtuni, Şibilya hakimi olan İbni Abbad el-Endulisi’nin müslümanlara karşı yardım istemek için kafirlere yazmış olduğu mektubla ilgili hükme dair zamanındaki alimlerden fetva istemiştir. Zamanındaki bütün alimler böyle yapması sebebiyle onun irtidat edip kafir olduğuna dair hüküm verdiler. Bu olay yaklaşık hicri 480 senelerinde gerçekleşmiştir.”
(El İstiksa Liahbar Duvel El-Mağrip El-aksa c: 2 s: 75)

Hicri 984 senesinde buna benzer bir hadise daha cereyan etmiştir. Merrakiş hakimi olan Muhammed b. Abdullah es-Sadi, müslüman olan amcası Ebu Mervan el-Mutasım Billah’a karşı kafir olan Portekiz kralından yardım istedi. Kafirden müslümana karşı yardım istediğinden dolayı o zamanın bütün Maliki alimleri onun küfrüne ve irtidadına hükmettiler.
(El İstiksa Liahbar Duvel el-Magrip el-Aksa c:2 s:70)

Meşhur büyük bir alim olan ve Ebu Abdullah Ahmed b. Muhammed Şeyh Alliş diye bilinen alime şöyle bir soru soruldu:
“Kafirler bir müslüman ülkesini işgal ettiklerinde hicret etmeyip orada kalan müslümanın hükmü nedir?” Bu alim kendisine sorulan soruya uzunca bir cevap verdi. Cevabında şöyle geçmektedir:
“İslam’ın aziz olduğu ilk yıllarda şirk olan böyle bir dostluk yoktu. Kafirlere gösterilen bu dostluk ancak yüzlerce sene sonra İslam imamlarının ve müctehidlerinin ortadan kalktığı zamanda vuku bulmuştur. Bu sebeble İslam müctehidleri bu meselenin hükmüne hiç değinmemişlerdir. Bu tür dostluk hicri 500 yılında ve ondan sonra mel’un olan hristiyanların (Allah onları yok etsin) Sıkılya adasını istila etmesiyle vuku bulmuştur.”
(Fethu’l Aliy El-Malik c: 1 s: 375)
Fas alimlerinden olan Ebu el-Hasan Ali b. Abdusselam et-Tesavvuli’ye,cihat çağrısına icabet etmeyip Fransızlara müslümanların haberini veren, bazen hristiyanlarla birlikte müslümanlara karşı savaşa katılan Cezayir’deki bazı kabilelerin hükmü hakkında soruldu. O şöyle cevap verdi:
“Vasfettiğiniz kişilerle aynen kafirlerle şavaşıldığı gibi savaşılır. Çünkü kafirlerle dost olan kimseler aynen onlar gibi kafir olurlar. Zira Allah (c.c) bu konuda şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Yahudi ve hristiyanları dostlar edinmeyin! Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardandır. Muhakkak ki Allah, zalim kavme hidayet etmez.” (Maide: 51)
Kafirlere meyletmemeleri, müslümanlara karşı onları desteklememeleri ve müslümanların haberini onlara ulaştırmamaları şartıyla cihad çağrısına icabet etmeyecek olurlarsa bu durumda onlara sadece bağiye taifesi gibi savaş açılır.”
(Ecvibet et-Tesevvuli Ala Meseil el- Emir Abdulkadir el-Cezairi s: 21)

Hafız İbni Kesir şöyle dedi:
“Allah (c.c), müslümanları bırakıp kafirlere sevgi göstermeleri suretiyle onları dost edinmelerini mü’min kullarına yasaklamış, daha sonra böyle yapan kimseleri şöyle tehdit etmiştir:
“Kim böyle yaparsa Allah’la arasında bir bağlantısı kalmamıştır...”(Ali İmran: 28)
Yani Allah (c.c) yasakladığı halde yine de mü’minleri bırakıp kafirleri dost edinenler Allah (c.c)’tan beri olmuş olurlar.”(İbni Kesir Tefsiri c: 1 s: 358)
İbni Hacer El-Askalani İbni Ömer (r.a)’in aşağıdaki hadisini şöyle açıklamıştır:
“İbni Ömer (r.a)’den Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Eğer bir kavme bir azab isabet edecek olursa bu azab onların hepsine isabet eder. Sonra da kıyamet gününde herbiri yaptığı amellere göre hesap verirler”
Bu hadisten şöyle bir hüküm çıkar: “Kafirlerin ve zalimlerin bulunduğu yerden uzaklaşmak gerekir. Zira onların arasında ikamet etmek nefsi tehlikeye atmak demektir. Tabii ki bu, onlara yardım edilmediği ve onların amellerine rıza gösterilmediği taktirde böyledir. Onlara yardım edildiği veya amellerine rıza gösterildiği taktirde onlardan olunur.”
(Feth’ul Bari c: 13 s: 61)
İbni Teymiyye şöyle dedi:
“Asker emirlerinden veya bunlardan başka her kim tatarların safına geçerse işte o kimse tıpkı onların hükmünü alır. Onlar İslam şeriatinden her ne kadar uzaklaşıp irtidat etmişlerse o kimse de aynen onlar gibi irtidat etmiştir. Sahabeler zamanında namaz kılan, oruç tutan ve müslüman cemaate savaş açmayan bir topluluğa sırf zekat vermemeleri sebebiyle sahabeler mürted hükmü vermişlerdir. Buna göre Allah (c.c) ve rasulünün düşmanlarıyla beraber müslümanlara karşı çarpışan ve müslümanları öldüren kimselere nasıl davranırlardı acaba?”
(Fetvalar c:28 s: 530)
İbni Kayyım şöyle dedi:
“Allah (c.c), kafirleri (yahudi ve hristiyanları ) dost edinen kimsenin onlardan olacağına ve imanın ancak onlardan beri olmakla gerçekleşeceğine hüküm vermiştir. Dostluk beri olmanın zıddıdır. İkisi aynı anda hiçbir zaman birarada bulunmaz. Bir kişiyi dost edinmek onu aziz kılmak demektir. O halde kafiri zelil etmekle onu dost edinmek aynı anda asla gerçekleşmez.”
(Ahkamu Ehli’z Zimme c: 1 s: 242)
Bir başka yerde şöyle diyor:
“Allah (c.c)’ın hükmünden daha iyi bir hüküm yoktur. Allah (c.c) yahudi ve hristiyanları dost edinenin onlardan olacağına hüküm vermiştir. Allah (c.c) bu konuda şöyle buyuruyor: “Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardandır.” (Maide: 51)
(Ahkamu Ehli’z Zimme c: 1 s: 195)

Muhammed b. Abdul Vehhab İslam’ı bozan meseleler hakkında şöyle dedi:
“İslam’ı bozan sekizinci mesele: Müslümanlara karşı kafirleri desteklemek ve onlara yardım etmektir. Bunun delili ise Allah (c.c)’ın şu ayetidir:
“Ey iman edenler! Yahudi ve hristiyanları dostlar edinmeyin! Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardandır. Muhakkak ki Allah, zalim bir kavme hidayet etmez.”(Maide: 51)
(Ed-Dureru’s-Seniye c: 10 s: 92)
Bu konuda Hanbeli olan Necd alimlerinin fetvaları.
Bunlardan bazıları şöyledir:
1 - Şeyh Süleyman b. Abdullah b. Şeyh Muhammed b. Abdulvehhab şöyle dedi:
“Allah (c.c) sana rahmet etsin!İnsan müşriklere ve dinlerine buğzetmesine rağmen, onlardan korkması, onları idare etmek istemesi, onların şerlerini defetmek için zahiren müşriklerin dinini kabul ettiğini göstermesi neticesinde,velev ki İslam dinini ve müslümanları seviyor olsun yine de onlar gibi kafir olur. Hatta sadece kafirlerin dinlerini zahiren kabul ettiğini gösterse bile yine de kafir olur. İslam diyarında olmasına rağmen kafirlerin itaatine giren, batıl olan dinleri kabul etttiğini gösteren, onların dinlerine malıyla ve gücüyle yardımcı olan, mü’minlerle dost olmayıp kafirlerle dost olan, tevhid ve ehlinin askeri iken şirk ve şirk ehlinin askerlerinden olan kişinin durumu acaba nasıl olur? Hiç bir müslüman onun Allah (c.c) ve rasulünün en şiddetli düşmanı olduğunda şüphe etmez.
Ancak ikrah altında olan hariç. Müşrikler tarafından tutuklanan ve ikrah altında olan kişi, kendisine küfür olan şeylerden; “şunu söyle, bunu yap, eğer yapmazsan, söylemezsen seni öldürürüz” diye söylendiği veya onların istediklerini verinceye kadar şiddetli işkenceye tabi tutulduğu zaman, işte bu durumdayken kalbi imanla dolu olduğu halde müşriklerin istediğini diliyle kabul edebilir.
Küfür kelimesini şaka yoluyla söyleyen kişinin küfre gireceğinde bütün alimler icma etmişlerdir. Acaba korktuğundan dolayı ve dünya metaı elde etmek için küfür işleyen kişinin durumu nasıl olur? (Elbette daha kafirdir.)
(Ed-Delail Kitabının Başında, Ed-Düreru’s-Seniye c: 8 s: 121)
Bir başka yerde şöyle diyor:
“Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dostlar edinmeyin! Siz onlara karşı sevgi gösteriyorsunuz. Oysa onlar size gelen hakkı inkar etmişlerdir. (Ayrıca) Rabbiniz (olan) Allah’a iman etmeniz sebebiyle rasulü ve sizi (yurtlarınızdan) çıkarıyorlardı. Şayet siz benim yolumda cihad etmek ve benim rızamı kazanmak amacıyla çıktınızsa (nasıl olur da) onlara karşı hala (içinizde bir) sevgi gizlersiniz. Ve ben, sizin gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilirim. Sizden her kim onu yaparsa, elbette o doğru yoldan sapmış olur.” (Mümtehine: 1)
Allah (c.c) bu ayette akrabaları ve arkadaşları olsa bile Allah (c.c)’ın düşmanlarını dost edinen kimsenin doğru yoldan ayrıldığını ve sapık yola düştüğünü bildirmiştir. Her kim böyle yapan kimsenin doğru yolda olduğunu ve sapık yola düşmediğini iddia ederse işte o kimse Allah (c.c)’ı yalanlamış olur. Her kim de Allah (c.c)’ı yalanlarsa işte o kimse kafir olur. Ayrıca Allah (c.c)’ın haram kıldığı kafirleri dost edinme amelini helal kılmıştır. O halde her kim Allah (c.c)’ın haramını helal kılarsa işte o kimse kafir olur.”
(Ed-Düreru’s Seniye c: 8 s: 141)
2 - Şeyh Muhammed b. Ahmed El-Hıfzi şöyle dedi:
“Büyük günahlardan daha büyük ve daha çok tehlikeli olan meselelerden bazıları şöyledir:
Her kim kafirleri dost edinmeye rıza gösterir veya onlarla dost olmaya karar verir ya da nefsiyle, malıyla veya diliyle onlara yardımcı olursa işte bu kimse büyük günahlardan daha büyük olan en büyük suçu işlemiştir. Allah (c.c) bir müslümanın öldürülmesine bir kelimeyle bile olsa yardım eden kişinin şiddetli cezaya uğrayacağını bildirmiştir. Durum böyle iken İslam’a ve müslümanlara karşı savaşanlara yardım eden kişinin durumu nasıl olur acaba?”
Sonra sözlerinin devamında şöyle dedi:
“Bahsedilen bu meselelerde ikrah durumu söz konusu olmazsa şayet, bu meselelerin her biri kişinin imanını zedeler,İslamını da yok eder. Bundan tevbe etmeyip inad eden kişi İslam’dan irtidat etmiş sayılır. Gizlice yapan ise dinde nifak işlemiştir.”
(Ed-Düreru’s Seniye c: 8 s: 257)
3 - Şeyh Abdurrahman b. Hasan şöyle dedi:
“Tevhidi bozan meselelerin en büyüğü üç tanedir:
üçüncüsü: Müşriklere karşı dostluk göstermek, onlara meyletmek, onlara elle, dille veya malla yardımcı olmak. Allah (c.c)’ın: “O halde kesinlikle kafirlere arka olma.” (Kasas: 86) ayetinde buyurduğu gibi...
Allah (c.c) bir başka ayette şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki Allah, sizinle din konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım eden kimseleri dost edinmenizi size yasaklar. Her kim onları dost edinirse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Mümtehine: 9)
Allah (c.c)’ın bu sözü İslam ümmetinden olan mü’minleredir. Ey bu hitabı duyan kimse! Bu hitaba göre durumunun ne olduğunu ve bu ayetin hükmünün neresinde olduğunu iyice bir düşün!”
(El-Mevrid el-Adebu’z-Zulal s: 237-238)
Yasakladığı amelleri işleyen ve böylece muvahhidlerin yolundan başka bir yol tutan kimse hakkında Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Onlardan çoğunun küfredenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendilerine sunduğu şey ne kötüdür! Allah onlara gazab etmiştir. Onlar azabta temellidirler.” (Maide: 80)
Allah (c.c),bu ayette kafirlere dostluk gösterenleri kötülemekte ve onların Allah (c.c)’ın gazabını ve de cehennemde sonsuza kadar kalmayı hakkettiklerini bildirmektedir. Bunu iki şekilde te’kid etmiştir. Sonra ise kafirleri dost edinmenin Allah (c.c)’a, nebisine ve nebisine inenlere iman etmeye zıt olduğunu bildirmiştir. Bu ayete benzer şöyle bir ayet-i kerime vardır:
“Münafıklara, gerçekte kendileri için acı verici bir azab olduğunu müjdele! Mü’minlerden başka kafirleri dostlar edinen o kimseler onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Şüphesiz ki bütün izzet sadece Allah’ındır. Allah size kitapta: “Allah’ ın ayetlerinin inkar edildiğini veya onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar onlarla oturmayın. (Böyle yaparsanız) elbette siz de onlar gibi olursunuz” diye bir hüküm indirdi. Muhakkak ki Allah münafıkları ve kafirleri cehennemde biraraya toplayacaktır.”(Nisa: 138-140)
(Ed-Düreru’s Seniye c: 8 s: 173)
Şeyh Abdullatif b. Abdurrahman b. Hasan şöyle dedi:
“Kafirleri yüceltmek ve onlara saygı göstermek mertebelidir. En büyük mertebe; onların şanını yüceltmek, İslam’a ve müslümanlara karşı onlara yardımcı olmak ve sahip oldukları küfür ideolojiyi ve sapık dinlerini doğrulamaktır. Bu ve bunlar gibi olan şeyleri yapmak küfürdür, kişiyi İslam’dan küfre döndürür. Bunlardan daha aşağı olan ve müslümanı kafir yapmayan mertebeler vardır. Bunlardan bazıları; küfre kadar ulaşmayan basit meselelerde onlara saygı göstermek, küfür olmayan yazıları yazmaları için mürekkeb vermek v.b. gibi.”
(Ed-Dürerü’s-Seniye c: 8 s: 360)
Şeyh Hamed b. Atik şöyle dedi:
“Müslümanlara karşı müşriklere yardım etmek, müslümanların gizli hallerini onlara söylemek veya müşrikleri dille savunmak ya da bulundukları duruma rıza göstermek küfür olan amellerdir. Müslümanlardan her kim bunlardan herhangi birisini ikrah altında olmaksızın yaparsa, kafirlere buğzediyor ve müslümanları seviyor olsa bile mürted olur.”
(Ed-Difa an Ehli’s Sünne s: 31)
Bir başka yerde şöyle diyor:
“Kafirlere zahiren rıza göstermenin üç durumu vardır. (Birinci durumu söyledikten sonra) şöyle diyor:
İkinci durum: Kafirlerin hükmü altında olmadığı, hatta batınen onlara karşı olduğu halde mal, mevki, vatan veya çocukları için ya da ileride olacak olaylardan korktukları için zahiren onlara itaat eden kimseler mürted olurlar. Onların, kafirleri batınen sevmiyor olmaları kendilerine hiçbir fayda vermez.”
(Sebiylu’n-Necati ve’l-Fekek s: 89)
- İbni Hazm şöyle diyor:
“Allah (c.c) Kur’an’ı Kerim’de,kendilerine ilerde bir zarar gelmesinden korktukları için kafirlere yardım eden, onlara doğru hızla koşan bir topluluktan haber veriyor ve mü’minlerin kafirlere şöyle dediklerini haber veriyor:
“İman edenler derler ki: “Sizinle beraber olduklarına dair bütün güçleriyle Allah’a yemin edenler bunlar mıdır?” (Maide: 53)
Bu ayette mü’minlerin kasdettikleri kişiler, kafirlere doğru hızla koşanlardır. Onlar hakkında Allah (c.c), devamla şöyle buyuruyor:
“Onların amelleri boşa çıkmış ve hüsrana uğrayanlardan olmuşlardır.”(Maide 53)
Bu ayet ancak kafirlere karşı meyleden kimseler hakkında nazil olmuştur. Böylece bu kimseler yaptıkları bu amelleri sebebiyle kafirlerden olmuş ve amelleri boşa çıkmıştır.”
(El-Muhalla c:11 s: 204)
Bir başka yerde,kendi isteğiyle müslümanlardan ayrılan ve daru’l harbe geçen kimsenin ya da müslümanlara karşı kafirleri destekleyen fakat İslam diyarından ayrılmayan kimsenin mürted olup olmadığı meselesi hakkında şöyle dedi:
“Her kim kendi isteğiyle daru’l harbe geçer ve müslümanlara karşı savaşırsa işte o kimse bu fiiliyle mürted olmuştur. Bu kimse mürtedin hükmünü tamamıyla haketmiştir. Bu durumda öldürülme imkanı olduğu anda hemen öldürülür. Ayrıca bu kimsenin malı helal olmuş, nikahı bozulmuştur. Bununla birlikte bu kimse mürtedlerle ilgili diğer hükümleri de hakketmiştir. Çünkü Rasulullah (s.a.s) asla hiç bir müslümandan beri olmamıştır...”
Sözlerinin devamında şöyle dedi:
“....Müslüman toprağına geçme imkanı olduğu halde müslümanlara karşı kafirlere hizmetle veya yazıyla yardımcı olursa, velev ki dar’ul harpte ikamet sebebi dünya metaını kazanmak olsun, yine de kafir olur. Böyle bir durumda o kimse, kafirlere nisbetle zımmi gibidir. Küfürden de uzak değildir. Zira bir özre sahip olduğunu görmüyoruz. Allah (c.c) bu durumdan bizi korusun.”
(El-Muhalla c: 12 s: 126)
İbni Cerir et-Taberi ,Allah (c.c)’ın: “Mü’minler mü’minleri bırakıp da kafirleri veliler edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah’la arasında bir bağlantısı kalmamıştır. Ancak onlara (karşı) takiyye uygulamanız müstesnadır. Allah kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş Allah’adır.” (Ali-imran 28) ayetinin manası hakkında şöyle diyor:
“Bu ayetin manası şöyledir:
“Ey müminler! Kafirlere dinleri konusunda yardımcı olmayın; mü’minleri bırakıp da müslümanlara karşı kafirlere destek olmayın; mü’minlerin gizli hallerini onlara anlatmayın! Sizden her kim böyle yapacak olursa Allah (c.c)’tan bekleyeceği hiçbirşey yoktur. Çünkü o Allah (c.c)’tan, Allah da ondan beri olmuştur. Böylece dininden irtidat etmiş ve küfre girmiştir.
“Ancak onlara (karşı) takiyye uygulamanız müstesnadır.” (Ali İmran: 28)
Yani; kafirlerin hükmü altında bulunduğunuzda onlardan size bir zarar gelmesinden korkarsanız, kalbinizin onlara karşı düşmanlıkla dolu olması şartıyla dilinizle zahiren onlara dostluk gösterisi yapabilirsiniz. Fakat böyle bir durumda onların küfürlerine destekçi olunmamalı ve hiçbir fiille müslümanlara karşı onlara yardım edilmemelidir.”
(İbni Cerir Tefsiri c:3 s: 228)
G) Bazı Muteahhirin Alimlerinin Sözleri:
a) Şeyh Cemalleddin el-Kasımi ,Allah (c.c)’ın: “Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardandır.” (Maide: 51) ayetini şöyle açıklamıştır:
“Her kim onlara dostluk gösterirse onların toplumundan olur. Onların dinlerine girmediğini ve dinlerine muhalefet ettiğini iddia etse bile onların hükmünü alır. .
(El-Kasımi Tefsiri c: 6 s: 240)
b) Şeyh Ahmet Şakir; “Özel Olarak Mısır Ümmetine, Genel Olarak Arap ve İslam Ümmetine Bir Bildiri” ismi altında, müslümanlara karşı ingilizlere ve fransızlara yardımcı olanların hükmünü anlatan uzun bir fetva verdi. Bu uzun olan fetvada şöyle dedi:
“İster az, ister çok olsun ingilizlere herhangi bir yardım yapmak açık bir irtidattır ve küfürdür. Bu amelde özür kabul olmaz, te’vil fayda vermez. Ne ahmakça bir ideoloji olan ırkçılık, ne de bozuk olan siyaset irtidat hükmünden bir kimseyi kurtarır. Münafıklık hareketi olan yağcılık da artık fayda vermez. Bu ameli ister fertler, ister hükümetler, ister liderler yapsın hepsi aynı hükmü alır, küfre ve irtidata girerler.
Cehaleti ve hatası sonucu böyle bir ameli yaptıktan sonra kendi yaptığının gerçeğini anlayan ve böylece siyaset ve insanlar için değil de sırf Allah (c.c) rızasını elde etmek için ihlaslı bir şekilde Allah (c.c)’a tevbe eden ve böylece müslümanların yoluna giren kimsenin tevbesini Allah (c.c) belki kabul eder.
İngilizlerle savaşmanın ve hangi şekilde olursa olsun onlara yardım edenin hükmünü, yeryüzünün neresinde yaşarsa yaşasın, hangi seviyede olursa olsun arapça bilen her müslümanın anlayabileceği apaçık bir üslubla beyan ettiğimi zannediyorum. Böylece yazdığımı okuyan herkes şüphe etmeden bu meselenin hükmünü anlar.
Yeryüzündeki bütün müslümanlara göre Fransızların durumu tıpkı İngilizlerin durumu gibidir. Yani hiçbir okuyucu bu konuda şüphe etmez. Çünkü Fransızların müslümanlara karşı olan düşmanlığı, İslam’ı yok etmek için çalışmaları ingilizlerin düşmanlığından kat kat daha fazladır. Hatta İslam’a karşı olan düşmanlıkta adeta ahmakça bir tavır göstermektedirler. Çünkü onlar hakim oldukları her yerde kardeşlerimizi öldürmekte, onlara karşı her türlü eziyetleri yapmaktadırlar. Hatta öyle eziyetler yapıyorlar ki ingilizlerin müslümanlara karşı yaptıkları eziyetler bunların yanında hafif kalmaktadır. Onun için onların hükmü ingilizlerin hükmü gibidir. Kanları malları her yerde mübahtır. Yeryüzünde nerede olursa olsun hiçbir müslümanın onlara herhangi bir yardım yapması caiz değildir. Kim onlara herhangi bir meselede yardımcı olursa ingilizlere yardım edenin hükmünü alır, İslam’dan irtidat eder ve kafir olur...”
Sözlerinin devamında şöyle dedi:
“...Yeryüzündeki her müslüman şunları bilmelidir:
“Her kim müslümanları köleleştiren ve İslam’a düşman olan İngilizlere, Fransızlara, onların destekçilerine ve onlar gibi olanlara herhangi bir konuda yardımcı olur veya onlara karşı barış ilan ederek gücü nisbetinde onlarla savaşmazsa işte o kimse söz veya amelle müslümanlara karşı onlara yardımcı olmazsa bile bu fillerden herhangi birini yapmakla bilsin ki namaz kıldığında namazı, abdest, gusül ya da teyemmüm yaptığında temizliği, farz veya nafile oruç tuttuğunda orucu, haccettiğinde haccı, zekat verdiğinde zekatı, sadaka verdiğinde sadakası batıl olur. Bu kimse Allah (c.c)’a hangi ibadeti yaparsa yapsın bilsin ki yaptığı her ibadet batıl olur ve Allah (c.c) katında herhangi bir mükafat alamaz. Bilakis günah ve ceza alır...
Her müslüman şunları bilmelidir:
Her kim müslümanlara karşı İngilizlere ve Fransızlara yardımcı olur ve gücü nisbetinde onlara karşı savaşmazsa işte o kimsenin yaptığı tüm amelleri boşa gider. Allah (c.c)’a ve rasulüne iman eden hiçbir müslüman asla bu duruma razı olmaz. Çünkü her ibadetin kabulü ve sahih oluşu imana bağlıdır. Bu, bütün müslümanlar tarafından bilinen apaçık bir meseledir.
Allah (c.c) bu konuda şöyle buyuruyor:
“Kim imanı inkar ederse, onun ameli boşa gitmiş ve ahirette hüsrana uğrayanlardan olur.” (Maide: 5)
“Şayet onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan (asla) geri kalmazlar. Öyleyse sizden her kim dininden döner ve kafir olarak ölürse, işte onların işledikleri (bütün) amelleri dünyada ve ahirette boşa gitmiştir. İşte onlar, cehennem ehlidirler ve onlar orada sonsuza kadar kalacaklardır.” (Bakara 217)
“Ey iman edenler! Yahudi ve hristiyanları dostlar edinmeyin! Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardandır. Muhakkak ki Allah, zalim bir kavme hidayet etmez. Kalplerinde hastalık olanların: “Bize bir kötülük isabet etmesinden korkuyoruz” diyerek onlara koştuklarını görürsün. Umulur ki Allah, katından bir fetih veya bir emir getirir de onlar nefislerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar. İman edenler derler ki: “Sizinle beraber olduklarına dair bütün güçleriyle Allah’a yemin edenler bunlar mıdır?” Onların amelleri boşa çıkmış ve hüsrana uğrayanlardan olmuşlardır.”(Maide: 51-53)
“Muhakkak ki, kendilerine hidayet belli olduktan sonra gerisin geri eski (küfür) hallerine dönen kimseleri şeytan (böyle yapmaya) teşvik etmiş ve onları uzun emellere sürüklemiştir. İşte bu, elbette onların Allah’ın indirdiğini beğenmeyenlere: “(İleride) bazı işlerde size itaat edeceğiz” demelerindendir. Oysa Allah, onların (içlerinde) gizlediklerini biliyor.Öyleyse melekler onların yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıklarında (halleri) nasıl olacak? İşte bu, elbette onların Allah’ı kızdıracak şeylere uymalarından ve O’nu razı edecek şeyleri çirkin görmelerindendir. Böylece (Allah) onların amellerini boşa çıkardı. Yoksa kalplerinde hastalık olan o kimseler, Allah’ın onların kinlerini (ortaya) çıkarmayacağını mı sandılar? Şayet dileseydik onları sana elbette gösterirdik. Böylece onları simalarından tanırsın. Öyle ki sözün söyleniş tarzından da onları tanırsın. Allah, amellerinizi bilir. Sizleri, sizden (Allah yolunda) cihad edenlerle, sabredenleri bilinceye kadar imtihan edeceğiz ve sizin haberlerinizi (ahiret günü sizlere) haber vereceğiz. Muhakkak ki inkar edenler, Allah yolundan engelleyenler ve kendilerine hidayet açıkça belli olduktan sonra rasulün yolundan başka bir yol seçenler kesinlikle Allah’a hiçbirşeyle zarar veremezler. Öyle ki (Allah) onların amellerini boşa çıkaracaktır. Ey iman edenler! Allah’a itaat edin ve rasule de itaat edin. Sakın amellerinizi boşa çıkarmayın! Muhakkak ki inkar eden, Allah yolundan alıkoyan, sonra da kafirler olarak ölenleri, elbette onları Allah asla bağışlamayacaktır. O halde siz, sakın gevşemeyin ve üstün olduğunuz halde (onları) sakın barışa çağırmayın! Şüphesiz ki Allah sizinle beraberdir ve sizin amellerinizi asla eksiltmeyecektir.” (Muhammed: 25-35)
Her müslüman erkek ve kadın şunları bilmelidir:
Müslümanların düşmanlarına yardım edenler mürted olmuşlardır. Her kim onlarla evlenirse, onun evliliği batıldır, gerçek değildir. Evlilikten meydana gelen herşey de batıldır. Bununla neseb sabit olmaz, miras da düşmez. Eğer onlardan birisi tevbe edip dinine geri döner, İslam düşmanlarına karşı savaşır ve İslam ümmetine yardımcı olursa, o kimsenin irtidatı sebebiyle önceden evli olduğu hanımı artık hanımı sayılmaz. Ancak irtidatından tevbe ettikten sonra şeriate göre yeni akit yapmalıdır. Onun için yeryüzünün herhangi bir yerinde bulunan müslüman bir kadın, evleneceği kişiyi, evlenmeden önce dikkatli bir şekilde araştırmalı ve onun hakkında iyi bir tahkikat yapmalıdır. Müslümanlara karşı İngilizlere ve Fransızlara yardım eden mürtedlerle sakın evlenmesinler. Eğer nefislerini ve ırzlarını korumak istiyorlarsa aslında İslam’a göre koca sayılmadıkları halde böyle kişileri koca zannedip onlarla sakın evlilik hayatı yaşamasınlar. Çünkü böyle bir evlilik Allah (c.c)’ın dinine göre yapılan bir evlilik değil, batıl bir evliliktir. Bu gibi kocalara mübtela olan müslüman kadınlar bilsinler ki nikahları bozulmuş, bu erkeklere karşı haram olmuşlardır. Çünkü bu kimseler artık onların kocaları değildir. Ta ki bu kimseler sahih bir tevbeyle tevbe edinceye ve bu tevbeyi destekleyen sahih amelleri yapıncaya kadar... İşte ancak o zaman sahih olan dini bir akitle yeniden evlenebilirler.
Bütün müslüman kadınlar bilsinler ki her kim bu gibi erkekleri koca olarak kabul eder ve irtidadını bildiği halde onunla evlilik hayatına devam etmeye rıza gösterirse işte o kimsenin hükmü de aynen onun hükmü gibi mürted olmasıdır. Müslüman kadınlar nefislerini, ırzlarını, çocuklarını ve dinlerini korumak için asla böyle bir duruma rıza gösteremezler.
Bu mesele basit ve hafife alınacak bir mesele değildir. Bilakis çok ciddi bir meseledir. İslam düşmanlarına yardım edenlerin cezası hakkında çıkan kanunlar ise asla fayda vermez. Zira bu kanunların cezalarından kurtulmak için hileler çoktur. Uydurulmuş bir şüphe veya iyi müdafa yapan bir avukatla bu kanunların cezalarından kolaylıkla kurtulmak mümkündür.
İşte bu yüzden İslam ümmeti, dinini ikame etmek için sorumluluk altındadır. Bu nedenle her zaman ve her yerde İslam dininin muzaffer olması için çalışmalıdır. Kıyamet gününde bütün fertler ellerinin işlediği amellerden ve kalblerinde bulunanlardan sorumludurlar. O halde herkes nefsine dikkat etsin, hainlerin saptırma emellerinden kendini korusun. Ayrıca her müslüman İslamını muhafaza etme konusunda en uç sınırda olduğunu bilsin. Bu sebeble koruduğu bu yerden İslamına zarar gelmemesi için dikkatli olsun! Zafer Allah (c.c)’tandır. Şüphesiz ki Allah (c.c) İslam dininin koruyucularını muzaffer kılar.”
(Kelimetü’l Hak s: 126-137)

“Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır.”(enfal 25)

Kendileri için hidayet yolu belli olduktan sonra gerisingeri dönenleri, şeytan aldatıp peşinden sürüklemiş ve kendilerini boş ümitlere düşürmüştür(Muhammed 25)

Bu, münafıkların, Allah’ın indirdiğini beğenmeyen kimselere, “Bazı işlerde size itaat edeceğiz” demelerindendir. Allah, onların gizlice konuşmalarını bilir.(Muhammed 26)
Melekler, onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken hâlleri nasıl olacak? (Muhammed 27)

EBU MUHAMMED














Kafirler olmasaydı biz imanın tadına varamazdık. Acı olmasaydı balın tadı bilinmezdi. Karanlık olmasaydı aydınlığın farkına varılmazdı.

Kafirlerin milyonlarca Müslüman'ı katletmesi en demokrat devlet diye gösterilen kafir devletlerin sömürü adı altında devletler arası hırsızlık yapmaları olmasaydı imanın ve adaletin adı yüreklerde, gül yağının gül yaprağında yürümesi gibi yükselebilir miydi?

Onun için kafirlere dafa fazla acıyıp küfrün karanlığından kurtulmaları için kuyuya düşmüş koyunu veya kediyi kurtaran İtfaiye görevlisinden daha hassas bir gönül ipiyle onları o kafirlik çukurundan kurtarmak için daha fazla çalışmalıyız.

Bunun için de merhamet damarlarımızı rahmet ayetleriyle sulayıp yumuşatmamız gerekir ki gülümseyen bakışlarla güven verebilelim.

Gül gibi yüzle insanlara gülümsersen cennet güllerini koklarsın.

Bal gibi sözlerle insanların gönlünü tatlandırırsan cennette misk kokulu cennet şarabını içersin.

"Biz bu dünya tarlasını ekmeye geldik."

Bu dünyada ektiklerimizi ahirette biçeceğimizi biliyoruz.

Ektiğimiz yerden dikenler çıkıyor ve bizi yaralıyor diye ekmekten vazgeçmeyiz.

Şair:

"Yar için ağyara minnet ettiğim aybeyleme

Bağban bir gül için bin har'a hizmetkar olur"

Yani: Yâr için, dost için düşmanlara minnet ediyorsam ayıplama, bahçıvan, bir gül için bin dikene hizmet etmektedir diyor.

Peygamber efendimiz Ebu Leheb ve diğerlerine ziyafetler veriyor, yemekler yediriyor, yoluna dikenler diken Ebu Leheb'in karısına İslamı arz ediyor.

Diken dikene gül gösteriyor.

Ama alev babası manasına gelen Ebu Leheb "Tebbet /defol, kahrol, yok ol" demeye devam ediyor.

Yollarına güller döksek hakkını ödeyemeyeceğimiz Efendimizin yoluna diken dökmeye devam ediyor.

Dikeni sert olan yerin gülü de güzel olurmuş.

Ebu Cehil dikeninden Rabbimiz İkrime gülünü çıkarmıştır Rabbimiz.

Doğru yolda Yusuf güzelliğiyle yürü.

Kurtlaşmış kardeşlerin, dünyanın her tarafında İslama saldırsalar aldırma.

Yusuf gibi onları afvedebilecek gönül genişliğine erişirsen dünyaya sultan olursun ve onlar da sana boyun eğerler.

Şeyh Galip:

"Meydandaki baş içindir efser

Ser ver olasın bu yolda server"

Yani: Bu yola baş koyanlar başkan olur. Meydanda er gibi dolaşanların başına taç olur.

Safa Tepesi'nden Mekkelilerin şahsında kıyamete kadar gelecek insanlığa efendimiz seslendiğinde Ebu Leheb gibi siyasetin babaları "Tebbet/kahrolasıca, defol, yok ol" diye bağırmışlardı.

Kendileri yok olup gittiler.

Ekonomik güçleri o nurun yayılmasına engel olamadı.

Günümüzde meydanlar ve tepeler değişti.

Hz. İsa'nın dağdaki vaazı,

Hz. Musa'nın Tur Dağı,

Peygamber Efendimizin Safa Tepesi'nden ve Arafat Dağı'ndan yaptığı konuşmalar günümüzde gazete, radyo, televizyon, internet, mektuplaşma, mailleşme, fax yoluyla devam etmeli.

Efendimiz "Burada olanlar olmayanlara ulaştırsın" buyurmuş.

Ağzı hastalar tatlı suyu bilmezler. Gözü hastalar güneşten rahatsız olurlar, gıdasız kalanlar yağlı yemekleri kusarlar.

Ebu Cehiller cehalet babaları da aydınlıktan, ilimden, imandan kaçarlar. Kaçsınlar biz arkalarından koşacağız.

Gülşende bülbülü zar eden Allah

Dost ile düşmanı yar eden Allah

Alemleri yoktan var eden Allah

Bizim de aramızdaki kini dine, düşmanlığı dostluğa çevirir ve onlarla sıcacık bir dost oluveririz.

İşte bu dostluğu ümit ettiğimizden dost olduğumuzda utanacağımız sözleri düşmanken de söylemeyiz.

Buna rağmen kurtlar gibi üzerimize saldırırlarsa, Ebu Leheb'in karısı gibi yollarımıza mayın döşerler, Nemrut gibi ateşe atmak isterlerse biz yine de yolumuza devam ederiz.

Biz, peygamberlerin hayatından gördük ki Mevla'nın mabedinde zikir çekenin tespihi zincirden olur.

Altın, ezilerek tezhipte halkari olur.

Elmas, kesilerek kıymetlenir.

Aslana zincir vururlar.

Mum gibi yakarlarsa dosta düşmana ışık veririz.

Öd ağacı gibi yanarken güzel kokular saçarız.

Büruc suresinin tefsirinde bir gencin öldürülmesi esnasında binlerce kafirin imana gelerek bir ölüp bin dirilişimizi Efendimizin dilinden dinle. (Bak, ŞİFA TEFSİRİ 8/23)

Peygamber amcası olmak Ebu Leheb'e fayda vermedi. Kendisini müftü çocuğu, vaiz oğlu, hacı kızı, şeyh torunu diye takdim edenler!

Siz kendiniz lale olun sümbül olun.

Aslınızın soğan olması zarar vermez.

Siz zehirseniz toplumu zehirliyorsanız aslınızın panzehir olması size fayda vermez.

Aydınlıkla karanlık, ilimle cehalet, imanla inkar, hak ile batıl kıyamete kadar devam eder.

Zıtların çatışmasında biz, aydınlığın, ilmin, imanın, hakkın yanında yer alalım.

Akrabalık bağlarının bizi yanlış yerlere çekmesine izin vermeyelim.


By Muvahhid on 06 Ekim 2011

HUTBETU'L HACEبِسْمِاللّهِالرَّحْمَنِالرَّحِيمِإِنَّالْحَمْدَلِلَّهِ،نَحْمَدُهُ،وَنَسْتَعِينُهُ،وَنَسْتَغْفِرُهُ،وَنَعُوذُبِاللَّهِمِنْشُرُورِأَنْفُسِنَا،وَمِنْسَيِّئَاتِأَعْمَالِنَا،مَنْيَهْدِهِاللَّهُفَلاَمُضِلَّلَهُ،وَمَنْيُضْلِلْفَلاَهَادِيَلَهُ،وَأَشْهَدُأَنْلاَإِلَهَإِلاَّاللَّهُوَحْدَهُلاَشَرِيكَلَهُ،وَأَشْهَدُأَنَّمُحَمَّدًاعَبْدُهُوَرَسُولُهُ.يَاأَيُّهَاالَّذِينَآمَنُوااتَّقُوااللَّهَحَقَّتُقَاتِهِوَلاتَمُوتُنَّإِلاَّوَأَنْتُمْمُسْلِمُونَ.يَاأَيُّهَاالنَّاسُاتَّقُوارَبَّكُمْالَّذِيخَلَقَكُمْمِنْنَفْسٍوَاحِدَةٍوَخَلَقَمِنْهَازَوْجَهَاوَبَثَّمِنْهُمَارِجَالاكَثِيرًاوَنِسَاءًوَاتَّقُوااللَّهَالَّذِيتَتَسَاءَلُونَبِهِوَالأَرْحَامَإِنَّاللَّهَكَانَعَلَيْكُمْرَقِيبًا.يَاأَيُّهَاالَّذِينَآمَنُوااتَّقُوااللَّهَوَقُولُواقَوْلاسَدِيدًا . يُصْلِحْلَكُمْأَعْمَالَكُمْوَيَغْفِرْلَكُمْذُنُوبَكُمْوَمَنْيُطِعْاللَّهَوَرَسُولَهُفَقَدْفَازَفَوْزًاعَظِيمًا.أمابعد :فإنأصدقالحديثكتابالله،وخيرالهديهديمحمد،وشرالأمورمحدثاتها،وكلمحدثةبدعة،وكلبدعةضلالة،وكلضلالةفيالنار

Muhakkak ki hamd Allah’adır! O’na hamdeder, O’ndan yardım diler, O’nun bağışlamasını isteriz. Nefislerimizin şerrinden, kötü amellerimizden O’na sığınırız. Allah-u Teâlâ kime hidayet ederse onu saptıracak, kimi de saptırırsa ona hidayet edecek yoktur. Şehadet ederim ki; Allah-u Teâlâ‘dan başka ibadete layık ilah yoktur. O tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki; Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem O’nun kulu ve rasulüdür.
"Ey iman edenler! Allah’tan korkulması gerektiği gibi korkun ve sizler ancak müslümanlar olarak ölün!" (Ali İmran: 102)
"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının! Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allahtan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten sakının! Şüphesiz Allah sizin üzerinize gözetleyicidir." (Nisa: 1)
"Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve sözün en doğrusunu söyleyin ki Allah, amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve rasulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur." (Ahzab: 70-71)
En doğru söz,Allah-u Teâlâ'nın kitabı ve en hayırlı yolu gösteren Rasulünün sünnetidir. En şerli şey,bid’at olan şeydir. Her bid’at dalalettir;Her dalalet ateştedir.

Günümüzde insanların en büyük sorunu, iman küfür sınırlarını bilmemeleri dolayısıyla müslüman ve kafir ayrımını yapamamalarıdır.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Zulmedenlere (la terkenu) meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin için Allah’tan başka dost yoktur. Sonra yardım da görmezsiniz.” (Hud: 113)
Ayette geçen “terkenu” hafif bir meyil manasındadır. İbn-i Abbas (r.a) ayetteki “la terkenu” lafzını “meyletmeyin” olarak açıklamıştır.
İmam Sevri şöyle dedi: “Kim onlara bir mürekkep veya bir kâğıt verir veya bir kalem açarsa onlara meyletmiş ve bu ayetin hükmüne muhatap olmuş olur.” (Mecmuatit Tevhid, Evsuk Uri’l İman Risalesi)
Şeyh Abdullatif Abdurrahman:
“Eğer seni sağlam tutmamış olsaydık, neredeyse onlara azıcık meyledecektin.” (İsra: 74) ayetini açıklarken şöyle dedi:
“Bu ayeti tefsir eden müfessirlerin sözlerine dikkatle bak! Bu ayet, şirk işlemeleri için şirk koşanlara bir mürekkep vermeyi veya bir kalem ucu açmayı dahi onları desteklemek olarak nitelendirmiştir.” (Ed-Durerus seniye cihad bölüm s: 161)

Şeyh Abdurrahman b. Eşşeyh şöyle demiştir:
“Bir kelimeyle olsa bile bir müslümanın öldürülmesine yardım eden kimsenin ahiret gününde büyük azab göreceğini bildiren hadisler vardır. Hal böyleyken acaba müslümanlara ve İslam’a karşı savaşma konusunda yardım edenin akibeti nasıl olur?” (Ed’durerus Seniye s: 126 cihad bölümü)
İmam İbni Teymiye’ye zalimlere veya Allah (c.c)’ın düşmanlarına yardım eden kimseler hakkında soruldu. Buna şöyle cevap verdi:
“Zalimlere yardım eden, zalim hükmünü alır. Allah (c.c)’ın düşmanlarına yardım eden, bu kimselerin hükmünü alır.İmam Ebu Hanife, Malik, Ahmed ve Şafii’ye göre; herhangi bir konuda bir kimseye yardım eden, o ameli işleyen hükmündedir.” (Mecmu’ul Fetava c: 3 s. 11)
İmam İbni Teymiye, yesağın kulları olan tatarların yanına kaçan ve onların ordusuna katılan kimseleri onlar gibi mürted saymıştır. Bu konuyla ilgili olarak şöyle demiştir:
“Zahiren İslam’ını açıkladığı halde mürted olan tatarların ordusuna katılan, ancak ya bir münafık ya bir zındık veya facir olan bir fasıktır.” (Mecmu'ul Fetava c: 28 s: 535)
İmam İbni Teymiye bir başka yerde şöyle demiştir:
“Müslüman askerlerden, emir olsun başkası olsun kim tatarların ordusuna katılırsa onun hükmü, tatarların hükmü gibidir. Onlar İslam’dan irtidat etmeyi gerektirecek her ne yapmışlarsa onlar da onu yapmış sayılırlar. Selef-i salihin; namaz kıldıkları, oruç tuttukları, müslüman cemaate karşı çıkmadıkları halde zekat vermeyenlere mürted hükmünü vermiştir. Hal böyleyken Allah (c.c) ve Rasulünün düşmanlarıyla beraber Müslümanlara karşı savaşan kişinin durumu acaba nasıl olur?” (Mecmu'ul Fetava c: 28 s: 530)
 
ebu el-fadl Çevrimdışı

ebu el-fadl

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
CUMA HUTBESİ

30/06/2011

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Hamd, Âlemlerin Rabbi Allah'a Mahsustur...


Salat ve Selâm olsun Rasullullah'a, Âline, Ashabına ve Kıyamete kadar O'nun izinden giden muvahhid mü'minlere...

Ben, şahadet ederim ki, Allah'dan başka hiç bir ilâh, rab, ve kanun koyucu melik yoktur ve yine şahadet ederim ki, Muhammed (s.a.s.) Allah'ın kulu ve Rasulü, muvahhid mü'minlerin yegâne Önderi ve örneğidir...

Müstekbir tağutların egemen oldukları ve cahiliyyenin hükmüyle hükmettikleri, dünya sevgisiyle heva ve hevesine kapıldığı modern çağ, her şeyi ile şirkin koktuğu cahiliyye ve küfür çağıdır.

Asr-ı Saadet öncesi cahiliyyenin tüm özellikleri, gelişmiş ve fazlalaşmış haliyle bu çağa hükmetmiş ve yaşanmaktadır... İslâm'ın tüm özellikleriyle,akidetüttevhid ve amelî tüm boyutlarıyla, kurum ve kuruluşlarıyla, bilinmesine rağmen, egemen tağutlar ve ehli küffar uşakları, cahiliyyenin hükmü ile hükmediyor, Allah'ın hükümlerini istemedikleri gibi, onunla savaşıp onları hapishane ve siccinhanelere atıp türlü türlü işkencelere maruz bırakıyor...

"Onlar, hala cahiliyye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Yakîn (ile iman) eden bir kavim için Allah'dan daha güzel hüküm veren kim olabilir?.MAİDE.50.

"O zaman inkâr edenler, kalblerine taassubu, cahiliyye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da Rasulü'ne ve mü'min-lere sükunet ve güveni indirdi. Onları takva sözü üzerinde durdurdu. Zaten onlar, buna pek layık ve ehil kimselerdi. Allah, her şeyi bilendir.FETİH.26.

O günkü cahiliyye ne ise, bugünkü cahiliyye de aynıdır... Küfür cephesinde yeni bir şey olmadığı gibi, her zamanda ve her mekânda küfür, tek millet olup değişmez bir karaktere sahihtir...

Kalblerine Keiime-i Tevhid, yani Lailahe illallah kelimesi yerleşen ve İliklerine kadar nüfuz edilen mü'min müslümanlar, hayatlarının en küçük biriminde bile bu kelimenin gereğini yerine getirirler... Böylece cahiliyyenin tüm özelliklerinden sıyrılır, İslâm'ın özelliklerine bürünürler... Cahiliyyenin hükmünü reddeder, "Hükmün, hakimiyetin yalnız ve yalnız Allah'a aid olduğuna inanır ve bu uğurda canları pahasınada olsa cihadı kendisine şiar bilip şeriat yolunda şehadet yarışına kendisini hazırlar ve allahın kılıcını küffara karşı yer yüzünde arındırılmış bir kalple,cennet kılıçların gölgesi altındadır,dusturunu menhec bilip şeytanın yandaşları olan tağutlara karşı sallar. Bu da onun için izzet ve şereftir...Ne mutlu o şerefli erlere,;

Hüküm, yalnızca Allah'ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Doğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler. Yûsuf 40 ve 67, En'âm 57

"Mülk elinde bulunan (Allah) ne yücedir. O, her şeye ;güç yetirendir. Mülk 1

"De ki: 'Ey mülkün sahibi Allah'ım, dilediğine mülkü 'erirsin ve dilediğinde mülkü çekip alırsın, dilediğini aziz

kılar, dilediğini alçaltirsın. Hayır senin elindedir. Gerçekten sen, her şeye güç yetirensin.Âi-i İmrân 26

"Haberiniz olsun, şübhesiz göklerde kim var, yerde kim var tümü Allah'ındır. Allah'tan başkasına tapanlar bile, şirk koştukları varlıklara ve güçlere (gerçekte) uymazlar. Oniar, yalnızca bir zanna uyarlar ve onlar, ancak zan ve tahminde bulunarak yalan söylemektedirler. Yûnus 66

Muvahhid mü'min müslümanlar, bu hakikate iman etmiş ve imanına zulmü karıştırmamış, yani şirki, küfrü, bid'at ve hurafeyi karıştırmadan katıksız ve emredilen gibi iman etmişlerdir...ÇÜNKÜ ONLAR ALLAHIN DİNİNE BİR BÜTÜN OLARAK giren kimselerdir.

Yaratma ve emrin yalnız ve yalnız Alemlerin yegâne Rabbi Allah'a aid olduğunu bilip imân ettikleri için Al-lah'dan başka hiç bir kimsenin emrine, hükmüne ve isteğine tabi olmaz, itaat etmezler...

Haberiniz olsun, yaratmak da emir de (yalnız)

O'nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir. A'râf54

Rabbimiz Allah (c.c.) tarafından yeryüzünün varisleri olarak tayin edilen salih mü'minler, miraslarına sahib çıkmalı ve onu, zalim tağutlara kaptırmamalıdırlar..:

"Andolsun Biz, Zikir'den sonra Zebur'da da: 'Hiç şübhesiz, Arz'a salih kullarım varis olacaktır' diye yazdık. Enbiya105

Muvahhid mü'minler, hangi ırktan, hangi dilden, hangi renkten ve hangi bölgeden olurlarsa olsunlar, şübhesiz ki birbirilerinin kardeşleridirler... "Mü'minler, ancak kardeştirler. Hucurât 10

Mü'min kardeşler bir araya gelecek, takva üzere kalbler ve bedenler birbirilerine kenetlenecek, İslâm topraklarını işgal eden müstekbir egemen tağutların zalim pençesinden miras haklarını kurtaracaklardır... Özgürlük ve bağımsizhğın başka bir yolunun olmadığı şübhesizdir... Yol, katıksız iman ve salih amel ile EHLİ SÜNNET VEL CEMAAT ilkesi üzere birleşmek, Kitab ve Sün-net'in emirlerince hareket etmektir!..

"Ey iman edenler, hepiniz topluca barış ve güvenliğe (Silm'e/İslâm'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.Bakara 208

İslâm topraklarını yüz yıla yakın bir zamandır işgal e-den müstekbir egemen tağutlar, muvahhid mü'min müslümanların miras hakkını gasbettikleri gibi, Âlemlerin Rabbi Allah'ın da egemenlik hakkını gasbetmİş, Allah'ın hükümlerini bir yana bırakmış, İslâm'ı devre dışına çıkarmış ve heva-u heveslerinden kaynaklanan kanunları yürürlüğe koymuşlardır... Bu müşrik ve kâfir sömürücü tağutlardan gasbettikleri Allah'ın yeryüzündeki egemenlik hakkını ve muvahhid mü'minlerin mirasını tekrar geri almak ve sahiplerine iade etmek vazgeçilmez bir vazifedir...

Egemen tağutların işgal ettikleri toprakları yer altı ve yer üstü servetleriyle sömürmeye devam ederken, mü'min müslümanları mahkum etmiş ve kanlarının son damlasına kadar sömürmüşlerdir... Maddî ve manevî sömürünün devam ettiği bu topraklarda yaşamaya mahkum edilmiş mü'min müslümanlar, din, can,akıl, nesil ve mal emniyetlerini yitirmişlerdir... Diğer bir anlatımla müstekbir egemen tağutlar, mü'min müslümanların emniyetlerini gasbetmişlerdir...

Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını çiğnerse, gerçekten o, kendi nefsine zulmetmiş demektir.Talak 1

"Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Rasulü'ne itaat ederse onu, altından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. Nisa 13


EBU ESLEM ELESERİ
 
ebu el-fadl Çevrimdışı

ebu el-fadl

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
18 Ocak 2009 Pazar
(Namaz Zamanı) Cuma Hutbesi - Cihad

وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلّه

Hz. Allah'ın dini yücelsin diye Allah yolunda cihad etmek farzdır. Yüce Allah şöyle buyurur:Hoşunuza gitmese de düşmanla savaşmak üzerinize farz kılındı. (Bakara, 216)Allah yolunda gerektiği gibi cihad edin(Hac,78) Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın.(Bakara,190) Sizinle toptan savaştıkları gibi siz de topyekûn müşriklerle savaşınız. (Tövbe, 36). Hz. Peygamber de şöyle buyurur: Cihad kıyamete kadar devam edecek bir farzdır. (Bu hadisi Ebû Davûd rivayet eder) Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz. ( Bu hadisi Müslim rivayet eder) Şüphesiz ki mümin kılıcı ve dili ile cihad eder. (Bu hadisi İbn Hanbel rivayet eder) En faziletli amel, İman ve Allah yolunda cihad'dır. (Bu hadisi Buhari rivayet eder) Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyiniz. Mecbur kaldığınız zaman da sabır ve sebat ediniz. Allah'tan daima barış ve esenlik dileyiniz. Ancak tüm çabalarınıza rağmen savaşa mecbur kalırsanız sabır ve sebat ediniz; şunu biliniz ki, Cennet kılıçların gölgesi altındadır. (Bu hadisi Buhari ve Müslim rivayet eder)

Aziz Cemaat! İslam'da cihadın gayesi, yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve hakkı yüceltmektir. İslâm'da cihad, ne intikam, öldürme, yağma, baskı, zulüm ve toprak elde etme, ne de kimseyi zorla Müslüman yapmak içindir. Yüce Allah şöyle buyurur: Rabbin isteseydi, yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı. O halde sen mi insanları inanmaları için zorlayacaksın? (Yunus, 99) Dinde zorlama yoktur. (Bakara, 256) Dileyen iman etsin, dileyen de inkar edebilir. (Kehf, 29 )

Cihad, başkalarını öldürüp Cehenneme göndermek için değil, kendimizi ve diğer insanları Cehennemden kurtarmak için yapılır. Savaş da olsa bu iş bir ibadet anlayışıyla yapılır. Hz. Peygamber şöyle buyurur: "İnsanların savaşmaktan en çok çekineni, savaşmak mecburiyetinde kaldığında bile insan onur ve nezaketini zedelemeden savaşan (müsle yapmayan) ehl-i imandır." (Bu hadisi Ebu Davud rivayet eder) Müsle, maktulün burnunu, kulağını ve diğer azalarını kesmektir. İslam'da bu yasaktır. Yine Peygamberimiz savaşlarda kadınların, çocukların, yaşlıların, işçi ve hizmetçilerle din Adamlarının öldürülmesini yasaklamııştır. (Bu hadisi Buhari, İmam Ahmed ve Ebu Dâvud rivayte eder)

Dolayısıyla böyle ulvî bir gaye taşımaksızın sadece ülkeler fethetmek, insanlara hükmetmek ve lüks içinde yaşamak gibi fâni hedeflere yönelik savaşlar "fisebilllah" şartını taşımadıkları için cihat değildirler. Hz. Peygamber şöyle buyurur: Ganimet elde etmek, şan ve şöhrete ulaşmak, mevki ve makam elde etmek için yapılan savaş cihad değildir. Asıl cihad, Yüce Allah'ın adının yüceltilmesi(İ'lây-ı kelimetullah) için yapılan savaştır. (Bu hadisi Buhari ve Müslim rivayet eder)

Aziz Kardeşlerim! Hz. Peygamber bir hadis-i şerifinde rahmet ve savaş kelimelerini bir arada kullanarak şöyle buyurmaktadır: Ben rahmet peygamberiyim, ben savaş peygamberiyim. (Bu hadis İmam Ahmed rivayet eder) Bu iki kelimeyi bir arada kullanması O'nun savaşlarının bile bir rahmet olacağına işarettir. O'nun katıldığı savaşlar "Adil savaş", diğer savaşlar ise bir yıkımdır, ölümdür ve felakettir. Hz. Peygamber, 10 yıl Medine döneminde ortalama senede iki defa sefere, yani savaşa çıkmıştır. Bu savaşlarda ölen düşman sayısı 250, şehid olan Müslüman sayısı da 150 civarındadır.(İslam Peygamberi, Hamidullah, 14-15) Demek ki savaşla imha etmek değil, ihya etmek, onları İslâm'a kazandırmak hedeflenmiştir. Bir de dün ve bu gün kâfirlerin savaşına bakın, geride milyonlarca ölü, harabeye dönmüş mekânlar. İşte hayalet bir şehre dönen GAZZE!

Kıymetli Müminler! Dünya durdukça savaşlar kaçınılmazdır. Yüce Allah şöyle buyurur: İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tâğut (batıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır. (Nisa, 76)Bazı kötülükler vardır ki, zor kullanmadan önlemek mümkün değildir. Harici ve dâhili tecavüzleri defetmek, fitne ve fesadın önünü kesmek gibi önemli maslahatlara binaen bazen fiili cihad kaçınılmaz olur. Kur'an-ı Kerim münkerata "fitne ve fesat" ismini vererek bunlarla savaşmayı emreder: Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (Enfal, 39)

Aziz Cemaat! Dünyanın değişik yerlerinde özellikle Filistin'de, Mücahitlerin haklı cihadını terör olarak yansıtmaya çalışan bir kısım medya hepinizin malumudur. Kâfirler, Radikal ve Ilımlı İslam kavramlarını üreterek İslam'daki cihad anlayışını baltalamaya çalışmaktadırlar. Radikal İslam'la, İslam'da olmayan terörü cihada benzeterek İslam'ı karalarken, yine kendi uydurduğu ılımlı İslam modelini görücüye çıkartarak kendine yeni bir orta doğu stratejisi oluşturmaya çalışmaktadırlar.

Aziz Müminler! Bugün Allah'ın kutsal topraklarının yeniden İslâmi kimliğine kavuşturulması için verilen mücadelenin terör olarak adlandırılması, geçmişte Allah'ın peygamberlerinin deli, büyücü gibi adlarla adlandırılmasına benzer bir anti-propaganda operasyonudur. Dün Yunanistan'da 17 Kasım, İspanya'da ETA, Almanya'da neo-Naziler, İtalya'da Kızıl Tugaylar ve daha pek çok örgüt, terör ve şiddet yöntemiyle seslerini duyururken bunların hiç birine Hıristiyan ve Yahudi Terörü denmiyordu. Bu gün de Amerikanın Afganistan ve Irakta ve İsrail'in de Filistin'de yaptıkları halen terör diye anlatılmıyor. Peki, neden Müslüman mücahitlerin müdafaası terör diye anlatılıyor. Din düşmanları, Müslümanların cihatlarını "terör" olarak adlandırırken kendi politikalarını uyguluyorlar. Peki, bunlara çanak tutan Müslümanlara ne oluyor. Esas şeytanlık buradadır. Unutmayalım ki, bu topraklarda asıl cihad anlayışı terk edileli çok şey değişti ve değişmektedir.

Hutbemi bir ayet mealiyle bitiriyorum: Siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve cihad için atlar hazırlayın ki, onlarla hem Allah'ın düşmanlarını, hem de kendi düşmanlarınızı, ayrıca Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz daha başkalarını korkutasınız.(Enfâl, 60)
 
ebu el-fadl Çevrimdışı

ebu el-fadl

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
DÜNYANIZ ALLAH'TAN VE PEYGAMBERİNDEN DEĞERLİYSE !

﴿قُلْ إِنْكَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَآؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْوَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُتَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُم مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍفِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ وَاللَّهُ لاَ يَهْدِيالْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ ﴾

... إِنَّ الدُّنْياَ حُلْوَةٌ خَضِرَةٌ ، وَ إِنَّ اللهَ مُسْتَخْلِفُكُمْ فِيهَا فَناَظِرٌ كَيْفَ تَعْمَلُونَ-

Muhterem Müslümanlar !

Bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm mahlûkatı yaratıp, terbiye ve kontrolü altına alan yüce Rabbimiz, Tevbe suresinin 24. ayetinde şöyle buyurur:

"Onlara de ki; Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabalarınız, aşiretiniz, kazandığınız mallar, zarara uğramasından korktuğunuz ticari (alış verişler), hoşlandığınız evler ve meskenler size Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihattan daha sevimli (daha kıymetli) ise; Artık Allah'ın emri (sizin hakkınızdaki hükmü, cezası, azabı, ölümü) gelinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez."

Kıymetli cemaat!

İslâmı yaşamanın hangi aşamasında olursak olalım, bu ayet hepimizi çok yakından ilgilendiriyor. Çünkü bu ayet açıkça diyor ki;

“Allah'ın hatırı âlidir, hiç bir hatırla değiştirilemez.”

Eğer ki Allah'ın hatırını ikinci plâna alır da, dünya ve dünyalıklara daha çok önem verirseniz bu durum Allah'ın hoşuna gitmez ve sizi cezalandırır.

Eğer babalarınız, dedeleriniz, büyükleriniz, amirleriniz, saygı duyduğunuz kimseler, dayılarınız, vekilleriniz, ağalarınız, beyleriniz, efendileriniz... Size Allah'ın hoşuna gitmeyecek, Allah'ın kanunlarına aykırı emirler verir ve siz de bu emirleri yerine getirirseniz, fasıklar topluluğuna girersiniz...

Eğer oğullarınızı, gençlerinizi, memurlarınızı, küçüklerinizi, torunlarınızı, elinizin altındaki insanları; günaha, kötülüklere, veya kirli emellerinize sevk ederseniz, ya da onların, dininize uymayan arzularını yerine getirirseniz fasıklar topluluğuna girersiniz...

Eğer ki; kardeşleriniz, arkadaşlarınız ve dostlarınızla Allah ve Resulünün istediği bir hayattan uzak kalırsanız ve hele hele Allah ve Resulünün yollarına engeller koyarsanız, kendi ellerinizle kendi ipinizi çekmiş olursunuz .

Eğer eşleriniz, kızlarınız ve gencecik yavrularınız, sizlerden İslâm’a uymayan isteklerde bulunuyorlarsa; ve bunlarda sizin hoşunuza gidiyorsa veya çarşı pazar ve toplantılarda Müslüman kadına, Müslüman kıza yakışmayan hareketlerde bulunuyorlarsa ve bu durum sizi ilgilendirip etkilemiyorsa fasıklar topluluğuna imzanızı atmışsınız demektir.

Eğer hısım ve akrabalarınızın, komşularınızın gönülleri kalmasın diye, gösteriş için, desinler için çalgılı danslı düğünler yapıyorsanız, çoluk çocuğunuzun ihtiyacı varken gösteriş uğruna israf ediyorsanız, komşularınızı çatlatmak için komşuluk haklarını çiğniyorsanız, fasıklar topluluğuna aday olmuşsunuz demektir.

Eğer ki; aşiretinize, kabilenize, ırkınıza, milliyetinize güvenerek zulüm yapıyorsanız, güçsüzü ezip güçlünün karşısında susuyorsanız, adetleri; ayetlerin önüne geçiriyorsanız, Müslüman kardeşliği yerine, milliyetçiliği tercih ediyorsanız, ümmetçiliği kaldırıp aşiretçiliği yerleştiriyorsanız, Allah'a tek tek hesap vereceğiniz günde, sizi hangi aşiret kurtaracak dersiniz.?

Eğer kazandığınız mallar, cebinizdeki, kasanızdaki paranız, maaşınız, yatırımlarınız veya tüm mal varlığınız; sizi Allah'a, peygamberine ve Allah yolundaki mücadeleye sevk etmiyorsa, dininize mi, yoksa paranıza mı daha çok kıymet verdiğinizi iyi düşünün.!

Eğer ki; “Zekât ve sadaka verirsem malım azalır” diyorsanız, “müşteri kaçırırım” diye namaza gitmiyorsanız, “Allah yolunda olursam ticaretimde zarar ederim” diyorsanız, dünyanın geçici yatırımını, ahiretin sonsuz yatırımına tercih ediyorsanız, makamınıza, mevkiinize zarar gelir diye imanınızı saklıyorsanız, ananın evladını bırakıp kaçacağı kıyamet gününde sizi hangi makam, hangi ticaret kurtaracak dersiniz?...

Eğer, yerleştiğiniz yurtlar, oturduğunuz evler, bağlar, bahçeler, tarlalar, araziler, sizi Allah'tan, Resulünden ve Allah yolunda hizmetten uzaklaştırıyorsa, dünya ve dünyalıklar, ahiret hayatınıza zarar veriyorsa, cihat ruhundan uzak olarak gaflet içerisinde yaşıyorsanız, din iman ve mukaddes değerler diye bir endişeniz yoksa, her halinizle nefsinizin heva ve heveslerine meyletmişseniz!...

O halde babalarınızın, oğullarınızın, kardeşlerinizin, eşlerinizin, hısım ve akrabalarınızın, aşiretinizin, mallarınızın, ticaretinizin, evlerinizin, sürü ve arazilerinizin size hiç bir faydası dokunmayacağı günü bekleyin.

Eğer böyle giderseniz, Allah'ın sizin üzerinize göndereceği hükmü, azabı, ölümü ve felâketleri bekleyin. Artık, o gün size hiç bir şeyin faydası dokunmayacak ve karşınızda hesap görücü olarak yalnızca Allah olacaktır.

Bütün yaptıklarınızdan dolayı, tek tek, bir tek O'na hesap vereceksiniz. Güvendiğiniz dünyalıklar sizi terk edecek ve her şey O'na dönecektir.

Peygamberimiz efendimiz de: “Dünya, tatlı ve hoştur. Allah sizi ona varis kılacak ve nasıl hareket edeceğinize bakacaktır. Öyle ise Dünyadan sakının…” buyurarak dünya fitnesine saplanmamak için bizleri uyarmıştır.

Kıymetli Müslümanlar!

Aslında Allah, kullarını çok seviyor ve azap etmek istemiyor. Tevbe edenin tevbesini kabul ediyor. Ancak kendisinin yolunda olmanızı ve kendi sistemini hiç bir şeye değiştirmemenizi istiyor. Bu gayeyle Allah'ın rahmet ve rıza kapısını çalarsanız, kesinlikle boş dönmeyeceksiniz...

Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun...
 
Üst Ana Sayfa Alt