Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İbadet Dili

I Çevrimdışı

islami bilgiler

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
بســـم الله الرحمن الرحيم


İbadet Dili


Ayrıca namazdaki zikirler arapçadan başka bir dille söylenebilir mi, yoksa söylenemez mi meselesi de alimler arasında tartışmalıdır. Namazdaki zikirler bu bakımdan üç sınıfa ayrılırlar:

1 - Birinci kategoriy i namazda okunan Kur'an ayetleri meydana getirir.

2 - İkinci sırada Kur'an ayetleri dışında kalan vacip zikirler gelir. Alimlerin görüş birliği ile giriş tekbiri ile çıkış selamları ve vacip sayanlara göre Teşehhüd sırasındaki zikir cümleleri gibi.

3 - Üçüncü sırada vacip olmayan dua, tesbih ve zikirler yer alır. Şimdi bu zikir kategoril erini, arapçadan başka bir dille okunup okunamaya cakları açısından ele alalım:

1 - Her şeyden önce Kur'an ayetleri namazda arapçadan başka bir dille okunamaz. Fıkıh alimlerin in ezici çoğunluğuna göre namaz kılanın arapça anlayıp anlamaması bu bakımdan birdir, farketmez . Bu hüküm şüphe götürmez bir gerçektir. Hatta bazı alimlere göre Kur'an'ın bir suresi veya bir sure kadar kısmı başka bir dile tercüme edilemez. Fakat Ebu Hanife ve arkadaşlarının iyi arapça bilenleri n Kur'an-ı Kerimi başka bir dile çevirip çeviremeyecekleri konusunda farklı görüşleri vardır.

2 - Vacip zikirlere gelince Kur'an-ı Kerim'in arapça bilmeyen ve öğrenmeye de gücü yetmeyenl er için tercüme edilmesin in yasak olup olmadığı hususunda farklı görüşler vardır. Bu konuda Ahmed-i Hanbelî ile arkadaşlarına iki değişik görüş malediliy or. Bu görüşlerin onun diğer sözleri ile daha uyumlu olanı, bu tercümenin yapılamayacağı şeklinde olanıdır ki, bu aynı zamanda Malik'in ve İshak'ın görüşüdür. İmam-ı Ahmed'e dayandırılan ikinci görüş bu tercümenin yapılabileceği şeklindedir ki, bu da aynı zamanda Ebu Yusuf, Muhammed ve Şafiî tarafından paylaşılan görüştür.

3 - Namazdaki diğer zikirlere gelince yukarıdaki tarafların her ikisine göre de bunlar namazda başka bir dile çevrilerek söylenemezler. Malik, İshak ve Şafiî'nin bir kısım arkadaşlarına göre böyle bir şey yapan kimsenin namazı bozulur. Fakat Şafiî'nin kendisine göre bu zikirleri arapçadan başka bir dille söylemek mekruhtur, fakat bu yüzden namaz bozulmaz. Bizim bazı arkadaşlarımız da arapça konuşamayan bir kimsenin namaz kılarken bu zikirleri başka bir dille söyleyebileceğini ileri sürmüşlerdir.

Namaz, Kur'an okumak, zikir, Telbiye, hayvan keserken besmele çekme gibi ibadetler ile evlenme, boşanma ve lian (lânetleşme) gibi sözleşmelerde arapçadan başka bir dil kullanmanın hükmü fıkıh kitaplarında ayrıntılı biçimde belirtilm iştir.

Zorunlulu k olmadığı halde insan ve ay isimlerin i acemce söylemek, söylenen isimlerin anlamı bilinmediği takdirde kuşkusuz sakıncalıdır. Söylenen isimlerin anlamları bilindiği takdirde de Ahmed-i Hanbelî'ye göre bu mekruhluk hükmü yine geçerlidir. Çünkü bilindiği gibi, o, “Azermah” ve “Deymah” gibi ay isimlerin i kullanmayı, bu isimler haram bir mana taşımadıkları halde, mekruh saymıştır. Kesin olmayan bilgileri me göre ona namazda farsça dua etmekle ilgili olarak ne düşündüğü sorulduğunda böyle bir şeyi de “O kötü bir dildir” diyerek mekruh saymıştır. Onun bu konudaki başlıca dayanağı Hz. Ömer'in -Allah ondan razı olsun- yukarda açıkladığımız:

“Acemlerin dillerini konuşmaya ve onların bayram törenlerine katılmayı yasaklaya n” sözleridir. Malikî'nin görüşü de aynıdır. Çünkü o “Acemce dili ile niyet edilerek ihrama girilmez, dua edilmez ve yemin edilmez” dedikten sonra “çünkü Hz. Ömer, bozguncul uk olacağı gerekçesi ile acemlerin dillerini kullanmayı yasaklamıştır” diyerek sözlerini bağlıyor.

Öte yandan Hafiz-ı Selefi'ye göre İmam-ı Şafiî bu konu ile ilgili olarak şöyle diyor:

“Cenab-ı Allah (c.c.) alış-veriş yolu ile kendi fazlını arayanlar a tüccar adını verdi. Araplar da öteden beri böylelerine tüccar derlerdi. Arkasından Peygamber imiz de bu zümreyi Allah'ın kendileri ne taktığı ada uyarak arapça dili ile tüccar adı ile anmıştır. (Aynı anlama gelen) simsar ismi ise acem kaynaklı bir kelimedir . Buna göre arapça bilen ve konuşan bir kimsenin ticaret ile uğraşan kimselere tüccar demesini ve arapça konuşurken acemce isimler kullanmam asını ister, doğru görürüz.

Çünkü Allah arapçayı diğer diller arasından seçerek Kur'an'ı bu dille indirmiş ve bu dili Peygamber inin dili yapmıştır.

Bu yüzden elinden gelen herkes arapça öğrenmelidir.

Zira bu dil en imrenilec ek ve en özenilecek dildir. Fakat böyle derken hiç kimseye acemce konuşmayı yasaklama k gibi bir görüşü de onaylamıyoruz.”

Görüldüğü gibi, İmam-ı Şafiî, arapça bilen bir kimsenin konuşurken başka bir dilin isimlerin i kullanmasını veya kendi diline yabancı kelimeler karıştırmasını mekruh görüyor. Bu görüşünü belirten sözlerini az önce hep birlikte okuduk.

İşte mezhep imamlarının bu konuda sahabîlerin ve bir sonraki kuşaktan (tabiin) kaynaklan an görüşleri bunlardır. Daha önce de Hz. Ömer ile Hz. Ali -Allah her ikisinden de razı olsun- gibi iki büyük sahabinin konu ile ilgili düşüncelerini de öğrenmiştik. Bu arada Ebu Bekir b. Şeybe'nin “Musannaf” adlı eserinde yine bu konuda Hz. Ömer'in şu sözünü okuyoruz:

“Farsça öğrenen kimse aldatıcı ve iki yüzlü olur. Aldatıcı ve iki yüzlü kimsenin ise mertliği eksilir”

Öte yandan İsmail b. Ulye'nin bildirdiğine göre Saad b. Vekkas'ın oğlu Muhammed bir gün farsça konuşan bir gurupla karşılaşınca “Hak dinden sonra bu mecusîlik (ateşperestlik) de neyin nesi oluyor?” diye memnuniye tsizliğini belirtti.

Ayrıca iki ayrı rivayet kanalından Hz. Ömer'e ve oğluna dayandırılarak bildirild iğine göre Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) bu yabancı dil konusunda şöyle diyor:

“Kim arapça konuşabiliyorsa farsça konuşmasın. Çünkü farsça konuşmak münafıklığa yol açar.” (Hakim, El-Müstedrek, c. 4, s. 87, hadisin ravilerin den İmran b. Harun, Metruktür.)

Bu söz Peygamber e maledilme kle birlikte Hz. Ömer'in sözüne benziyor. Peygamber e isnad edilmesi, açıklığa kavuşturulması gereken bir konudur.

Yalnız ilk müslümanlardan bazılarının zaman zaman bir kaç kelime tutarında acemce konuştukları olmuştur. Bunun böyle olduğunu Ebu Halde ile Münzir-i Sevri'nin rivayetle rinden öğreniyoruz. Bunun sebebini anlamak zor değildir. Bunu böyle yapanlar ya acem asıllı olan veya sonradan acemce konuşmaya alışan bir kimseye söylediklerini anlatabil mek için bu yola baş vuruyorla rdı.

(Ebu Halde; Halit b. Dinar El-Temimi, El-Sa'dî, Ebu Halde, El-Basrî, El-Hayyad, beşinci kuşaktan doğru sözlü, Buhari, El-Nesaî, Ebû Davud ve Tirmizi nin kendisind en hadis tahrirind e bulundukl arı bir ravidir. Takrib c. 1, s. 213, biy. No: 26.)

(Münzir-i Sevri; El-Münzir b. Yala, El-Sevrî, Ebû Yala El-Kûfî, altı ünlü hadis kitap yazarının hadis kaydettiği, altıncı kuşaktan güvenilir bir ravidir. Takrib, c. 2, s. 275, Biy. No: 1376.)

Nitekim Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) de babasının göçmenlik döneminde Habeşistan'da doğan küçük yaştaki Ümm-ü Halid'e yeni bir elbise giydirdiğinde “güzel” kelimesin i habeşçe söyleyerek “Ya Ümm-ü Halid, bu elbise güzel” diye iltifat etmiştir.

(Bu hadis, Buhari'nin Kitap: Giyim, Bab: Yeni elbise giyen kimseye dua etme, H. No: 845'de kaydettiği uzunca hadisin bir parçasıdır. Bkz. Feth El-Bâri, c. 10, s. 303.)

(Ümm-ü Halid; Büyük hanım sahabiler dendir. Asıl adı Ümüh'tür. Ne var, ümm Halit künyesiyle ünlüdür. Buhari yukarda zikredile n bu hadisi ondan tahriç ediyor. Bkz. El-İsâbe, c. 4, s. 238, Biy. No: 82, Hanımlar bölümü.)

Fakat İslâmiyetin sembolü ve Kur'an'ın dili olan arapçanın dışındaki bir dili konuşmayı yaygın bir alışkanlık haline getirmek, bu alışkanlığı şehirde, evlerde, arkadaşlar arası konuşmalarda, pazar esnafı arasında, devlet adamları seviyesin de, resmî dairelerd e ve ilim çevrelerinde yaygınlaştırmak, hiç şüphesiz “Acemlere özenme” kapsamına giren, mekruh bir tutumdur.

Bu böyle olduğu içindir ki, ilk dönem müslümanları gerek halkının anadili rumca olan Şam ve Mısır'a, gerek yerli dili farsça olan Irak ve Horasan'a ve gerekse halkı berberice konuşan Kuzey Afrika'ya (Mağrib'e) yerleştikleri zaman bu yörelerin halkına arapça öğreterek bu dilin oraların müslümân olan ve olmayan kesimleri nde egemen olmasını sağlayabilmişlerdi. Söylediğimiz gibi önceleri Horasan'da da bu başarı elde edilmişken sonraları müslümanların arapça öğretme işini ihmal etmeleri sonucu tekrar farsça konuşma adeti hortlamış ve zamanla yaygınlaşarak çoğu müslümanın arapçadan uzaklaşmasına yol açmıştır. Hiç şüphesiz böyle bir sonuca yol açmak mekruhtur .

Dil konusunda en doğru yol, arapça konuşmayı alışkanlık haline getirmekt ir.

Böylece çocuklar, daha küçük yaşlarında evlerde ve okullarda bu dili öğrenme imkânına kavuşurlar ve sonuç olarak İslâmın ve müslümanların bu kültürel sembolü yaygınlaşıp egemenliğini perçinlemiş olur.

Bu durumda müslümanların Kur'anın, sünnetin ve ilk dönem müslümanlarının (selef) sözlerini daha kolay anlamalarını sağlar. Buna karşılık eğer insan önce bir dil öğrenir de sonra başkasına geçmek isterse bu iş kendisine çok zor gelir.

Ayrıca bilinmeli dir ki arapça öğrenmek aklı geliştirir, ahlâkı güzelleştirir ve din duygusunu güçlendirir. Bunlar yanında bu ümmetin öncüleri olan sahabiler e ve onlardan sonraki nesle (tabiin) benzemeyi sağlar. Onlara benzemekd e aklı geliştirir, ahlâkı güzelleştirir ve din duygusunu güçlendirir.

Bunlar bir yana, arapça İslâmiyetin ayrılmaz bir parçasıdır ve onu öğrenmek farzdır. Çünkü kur'anı ve sünneti öğrenip anlamak farzdır ve bunlar da ancak arapça aracılığı ile anlaşılabilirler. O halde farzın gerekli aracı olan şeyde farzdır. Fakat bu dili öğrenmek kimi durumlard a teker teker her kese farz iken (farz-ı ayn) kimi zaman da bazılarının öğrenmesi ile diğerlerinden yükümlülüğü düşüren bir farzdır. (Farz-ı Kifaye)

İşte Ebu Bekir b. Şeybe'nin, İsa b. Yunus'a dayanarak naklettiği Amr b. Yezid'in şu sözleri bu gerçeği vurguluyo r:

“Hz. Ömer -Allah ondan razı olsun- eyalet valilerin den Ebu Musa el-Eşari'ye şöyle bir yazı yazmıştı:

“İmdi, sünnet öğreniniz, arapçayı öğreniniz, Kuranı arapça olarak okuyunuz, çünkü o arapçadır.”

Hz. Ömer'in aynı konudaki bir başka yazısı da şöyledir:

“Arapçayı öğreniniz. Çünkü arapça öğrenmek dininizin ayrılmaz bir parçasıdır. Farzları da öğreniniz. Çünkü farzları öğrenmek de dininizin ayrılmaz bir parçasıdır.”

Hz. Ömer'in bu genelgesi nde belirtile n arapça öğrenme ve şeriatı öğrenme görevleri, müslümanlar için gerekli olan amaçları bir araya getiriyor . Çünkü;

Din; bir takım sözlerle bir takım davranışları öğrenmeyi gerektiri r. Öyle olunca;

- Arapça öğrenmek, dince gerekli sözlerin öğrenilmesini ve

- Sünneti öğrenmek de yapılması gereken davranışların öğrenilmesini sağlar.



 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt