Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İmanın Gereği

S Çevrimdışı

selefi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İman, yüce Allah'ın yeryüzündeki kullarından birine bahşedeceği en büyük nimettir.

Rızık, sıhhat, hayat ve çeşitli yararlı şeylerin dışında kulun sahip olduğu en büyük nimet...

Evet, insan varlığına ayırıcı bir gerçeklik kazandıran ve kainat içinde oldukça büyük ve esaslı bir rol yükleyen ilahi bir bağıştır iman...

Bir kalpte yerleştikten sonra imanın insan varlığında gerçekleştirdiği ilk değişiklik o kişinin varlık hakkında kapsamlı bir düşünce edinmesi, çevresindeki varlıklarla ilişki kurması, varlıktaki rolünü bilmesidir.

Çevresindeki değerler, eşya, şahıslar ve olaylar hakkında sıhhatli bir düşünce edinmesi, Allah'a kavuşuncaya kadar yeryüzündeki seyahatinde güven içinde olmasıdır.

Çevresindeki her şeyle, kendisinin ve her şeyin yaratıcısıyla ünsiyet kurması, kendi değerlerini ve yüceliğini idrak etmesi, Allah'ın hoşnut olduğu yüce görevi üstlenebileceğini hissetmesi ve içinde bulunduğu varlık aleminde iyiliğin gerçekleşmesini sağlayabileceğini anlamasıdır.

İnsan, düşüncesinin genişliği ve her şeyi kuşatıcılığı sayesinde, zaman ve mekanla sınırlı küçük varlığını ve zaif gücünü aşar. İçinde gizlenmiş kuvvet ve sırlarla bütün varlığı ihata eder. Artık hiçbir kayıt ve sınır onu durduramaz. Hemcinsleri arasında, bir merciye bağlanmasıyla, insaniyet bakımından farklıdır. Bu kök, insanlığını Allah'ın ruhundan ve bu evren ilahi nura bağlayan yüce nefhadan kazanmaktadır. Yere, göğe sığmayan, son ve öncelikle sınırlanmayan bu şeffaf nur için, zaman ve mekan itibariyle de bir kayıt bulunmaz. İşte bu latif unsur, beşer denen mahluktan insan denen şerefli varlığı meydana getirir.

Bu düşüncenin insan kalbinde iyice yer etmesi, insanın kişisel görüşünde yükselmesi ve yüceliğini hissetmesi için kafidir. Bundan sonra insan kalbi nurdan kanatlarla, kendisine bu hayatı bahşeden nurun kaynağına doğru uçar.

O, içinde yaşadığı topluluğa kıyasla mü'min ümmetin bir ferdidir. Bütün zamanları aşıp gelen bir tek ümmet..

Başını, Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed ve enbiyadan diğer kardeşlerinin çektiği, o şerefli yüce kervana intisap etmiştir. Böylesine yüksek, temiz, uzun kökü derinlerde, dalları yükseklerde ve göğe yükselmiş bir ağacın dalı olduğunu düşünmesi hayatından lezzet alması için yeterlidir. İnsanın böyle bir şuura varmasında hayatın tadı bambaşka olur. Yaşadığı hayat bu soylu nesebe uzanan daha şerefli bir hayat eklenir.

Bundan sonra düşüncesi genişledikçe genişler, artık kendisini, milletini ve sonunda bütün insanları aşacak boyuta ulaşır. Artık bütün varlık alemini kuşatır. Kendisiyle beraber varlıklarını Allah'tan alan varlıklar alemini...

İmanı ona, bu varlıkların tümünün diri olduğunu, canlı bir kainatı oluşturduklarını, her şeyde bir ruh olduğunu ve bu kainatın da bir ruhunun olduğunu öğretir. Aynı şekilde, bütün eşyanın ruhları ve kendi ruhu da dahil olmak üzere kainatın ruhu, Yüce Yaratıcıları'na dua ve teşbihle yönelip hamd ve itaatle emrine icabet ederek teslimiyet ve boyun eğmekle ona döndüklerini bilir. O, bu varlık içinde bir vücud ve bütünün bir parçasıdır. Ayrılmaz ve parçalanmaz. Yaratıcısından sadır olmuş, ruhuyla O'na yönelmiş ve sonuçta O'na dönecektir. O, sınırlı kişiliğinden daha büyüktür. Korkunç varlık alemi hakkındaki düşüncesi nisbetinde büyüktür. Çevresindeki bütün ruhlarla ünsiyet peyda ederek topyekün Allah'ın bahşettiği ilahi ruhla ünsiyet kurarlar...

Aynı şekilde insan; bu kapsamlı ve geniş düşünce neticesinde, eşyanın olayların şahısların değerlerin ve gayelerin, hakikati için yeni ölçüler edinir. Bu varlıktaki gerçek rolünü ve hayattaki önemini görür. Bu kainatta yüce Allah'ın bir kaderinin ürünü olmakla kendisinden isteneni gerçekleştirmeye çalışır. Adımları sağlam, programı belli ve kalpleri birbirine ısındırılmış bu ulu kervan çizgisinde yeryüzündeki yolculuğunu sürdürür.

Çevresindeki varlıkların hakikati, kendisine biçilen rolün ve bu rolü yerine getirmesi için kendisine verilen enerjinin hakikatini bilmekle, çevresinde olup biten, kendi başına gelen vakıalara karşı, güven, huzur ve rahatlık bulur.

Nereden geldiğini, niçin geldiğini, nereye gideceğini ve burada bulunmasının sebebinin ne olduğunu bilir artık.

Hayatın bir hedefinin olduğunu, olup bitenlerin bu mukadder hedefin tamamlanması doğrultusunda gerçekleştiğini bilir.

Dünyanın, ahiretin tarlası olduğunu, büyük-küçük her şeyden hesaba çekileceğini, boşuna yaratılmadığını, başı boş bırakılmadığını ve yalnız olmadığını bilir.

Bu bilgi sayesinde, varlığının kaynağını ve sonunu bilmemekten, yakın aşamalarını görmemekten, gelişinin-gidişinin ve bu yoldaki seyahatinin ardındaki gizli hikmeti bilememekten kaynaklanan sıkıntı, şüphe ve şaşkınlıktan kurtulur.

Mü'min, mutmain bir kalp, rahat bir vicdan ve müjdelenmiş bir ruhla bilir ki, her şey üzerinde mutlak tasarrufu bulunan hikmet sahibi ve her şeyden haberdar yüce Allah'ın takdir buyurduğu ömür kisvesini giyinmiştir. Ömrü takdir eden yüce Allah, insana danışmasına gerek kalmayacak kadar üstün bir hikmete ve yüce bir merhamete sahiptir.

Yüce Allah, bu kainatta insana özel bir rol yüklemiştir. İnsan, kainatta bulunan her şeyle karşılıklı etkileşim içinde bulunduğundan, kainatta bulunan her şeyle ve bu şeylerin rolleriyle kendisi ve rolü başlangıçtan kıyamete kadar hep uyum içinde olmuştur.

O halde insan, bu dünyaya niçin geldiğini, ve sonunda nereye varacağını bilirse, değişik fikirlerin etkisinde kalıp şaşkın bir hale gelmez. Güven, bağlılık ve yakinî bilgi içinde seyahatini tamamlar, rolünü hakkiyle yerine getirir, İmani marifetle yücelere erişir, kainatta üstlendiği rolü, sevinç hürriyet ve mutluluk içinde yerine getirerek bağışlanan ömrün güzelliğini ve şerefliliğini idrak eder.

Şüphesiz bu gücü, çok yüce, mennan cemal sahibi, latif, vedud ve rahim olan Allah bağışlamıştır. Üstlendiği rol, ne kadar meşakkatli olursa olsun sonuçta kendisini Rabbine kavuşturacak kadar güzel ve şerefli bir roldür.

Allah'a hamd olsun, hiçbir çabanın kayb olmayacağını bütün çabaların karşılık göreceğini, hiçbir yorgunluğun zayi olmayacağını, mutlaka semeresini vereceğini ve varılacak sonun kesinlikle razı olunacak bir sonuç olacağını biliyorum.

Çünkü herşey Adil ve kullarına acıyan yüce Allah'ın elindedir. Allah'a sonsuz hamdu sena olsun, şu anda, kainatın amaçsız olmadığını, kainatın ruhunun Alemlerin Rabbi olan Allah'a inandığını, O'na yöneldiğini ve hamd ile O'nu tesbih ettiğini hissediyorum.

Kainat, itaat, hoşnutluk ve teslimiyet içerisinde kendisi için tayin edilen yasa doğrultusunda hareket etmekte olduğunu biliyorum.

Şüphesiz bu akide, beden ve sinirler için büyük bir kazanç olduğu gibi, şuur ve düşünce alemi için de büyük bir kazançtır. Aynı zamanda karşılıklı etkileşim ve çalışma düzenine getirdiği güzellik açısından da büyük bir kazançtır.

İman, büyük bir kuvvet ve enerjidir.

Bir kalbe tam anlamıyla yerleştiğinde, amellere yansıması, pratik hayatta gerçekleşmesi ve vicdanlarda gizli şekliyle davranışlardaki zahiri şekli arasında bir paralelliğin olması kaçınılmaz olur.

İman, beşerin bu hareketlerine kaynaklık ederek, yolunda istikrar bulmasını sağlar.

İşte bu, akidenin ruhlar üzerindeki gücünün ve ruhların akideden neş'et eden kudretinin sırrıdır.

Akidenin yeryüzünde gerçekleştirdiği ve daha nicesini gerçekleştireceği mucizesinin sırrıdır bu. Bu mucizeler, hayatın çehresini günbegün değiştirmekte ferdin ve cemaatin fani ömürlerini, ebedi bir hayat için harcama aşamasına gelmesini sağlamakta ve zayıf; gücü az bir ferdin iktidar, mal, demir ve ateşin gücü karşısında direnmesine yardım etmektedir.

Mü'min ferdin ruhunda gizli bu güç bir de bakarsınız bütün sultaları, güçleri ve eziyetleri bertaraf etmiştir. Şüphesiz, bütün bu güçleri, bu sınırlı, fani kişi alt etmemiştir. Tüm bu sultaları yenen bitmez, ve sınırlanmaz yüce kuvvete dayanan bu ruhtur.

Akide'nin fert ve toplum hayatında gerçekleştirdiği bu harikalar, hurafe, korku ve efsanelere dayanmamaktadır. Onlar, idrak edilen sebeplere ve değişmez ilahi kurallara dayanmaktadırlar.

Akide insanı, kainatın gizli ve açık kuvvetlerine bağlamakta ve ruhu güven ve bağlılık içerisinde sağlamlaştırmaktadır. Zafere olan kesin inanç ve Allah'a tam güvenmekten kaynaklanan üstün güçle, zayıf kuvvetlere ve boş tehditlere aldırış etmemektedir, mü'min.

Akide, insana çevresindeki insanları ve olayları yorumlamakta, hedefini, yöneleceği merciyi ve yolunu açıklamakta ve bütün gücünü, enerjisini bu yöne harcamasını sağlamaya yardımcı olmaktadır. Bütün gücünü bir noktada toplayarak, bir yöne yönelerek ve güven, bağlılık ve yakin içinde aydınlanmış hedefine doğru yol alır insan...

Kainatın gizli ye açık güçleriyle paralel hareket ettiğini düşünmesi gücüne güç katmaktadır. Çünkü kainatta gizli olan bütün güçleri imandan kaynaklanan bir şevkle aynı merciye yöneltmektedir. Mü'min yol boyunca, onlarla karşılaşmakta ve hakkın batıla galip gelmesi için onlardan yararlanmaktadır. Gerçekten de batıl, görünüş itibariyle ne kadar güçlü görünse bile aslında hakkın karşısında son derece zayıftır.

"Müslüman olduk diye sana minnet ediyorlar. De ki, müslüman olmanızla minnet etmeyin. Sizi imana hidayet etmekle Allah size minnet ediyor; eğer doğrulardan iseniz."

Gerçekten de bu, Allah'tan başka kimsenin malik olamadığı ve başlayamadığı büyük bir minnettir.

O halde, bu hakikatler, idrakler, yüksek manalar ve hislerle ünsiyet kuran, onlar içinde, onlarla beraber yaşayan bu gezgendeki seyahatini onların gölgesinde ve rehberliğinde sürdüren insan ne kaybeder?

Bunları kaybeden yiyip, içip,yararlanıp hayvanlar gibi geçici nimetlere gark olsa bile ne kazanır?...

İçgüdüsüyle imanı bilmesi ve Rabbine yönelmesiyle hayvan ondan daha üstündür.
 
Üst Ana Sayfa Alt