İslamda itibar son haledir. Yâni kişi hayatı boyunca kafir olarak yaşasa da, ölümüne yakın musluman olması durumunda geçmişi silinir ve cennet ehlinden dolabileceği gibi bunun tam tersi de mumkûndur. Kişi musluman olarak doğub, musluman oalrak yaşayıb son halde irtidat ederek kâfir olarak ölmesi de mumkûndur.
Hadis-i şeriflerde şöyle buyurulur:
Ebu Said el-Hudrî rivayetle dedi ki: Bir öğleden sonra Peygamber (s.a.v.) bize bir hutbe verdi. Olacak bazı şeyleri söz konusu ederken dedi ki:
"İnsanlar çeşitli hal ve vasıflarda dünyaya gelirler. Kimisi mûmin olarak doğar, mûmin olarak yaşar, mûmin olarak ölür. Kimisi kâfir olarak doğar, kâfir olarak yaşar, kâfir olarak ölür. Kimisi mu'min olarak doğar, mûmin olarak yaşar fakat kâfir olarak ölür. Kimisi de kâfir olarak doğar, kâfir olarak yaşar ve fakat mûmin olarak ölür."
(Ahmed bin Hanbel, Musned, II, 61)
îbn Mesud dedi ki: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah Firavun'u annesinin kamında dahi kâfir olarak yarattı. Zekeriyya oğlu Yahya'yı da annesinin karnında mûmin olarak yarattı."
(Abdullah b. Adiyy, el-Kâmil fi Duafâi'r-Ricâl, Beyrut 1409/1911, VII, 33; hadisin ravilerindenNasr h Tarifin durumu için hk. aynı eser, VII, 30 vci)
Sahih'te İbn Mesud'un rivayet ettiği hadiste şöyle buyurulmaktadır:
"Ve şubhesiz sizden herhangi bir kimse cennet ehlinin ameliyle amel eder ve o kadar ki; kendisi ile cennet arasında ya bir arşın yahut bir kulaç kalır. Kitab (da takdim edilen) onun aleyhine olmak üzere ileri geçer, bu sefer cehennemliklerin ameli ile amel eder ve oraya girer. Ve yine sizden herhangi bir kimse cehennem ehlinin ameli ile amel eder. Nihayet onun ile cehennem arasında bir kulaç yahud bir arşın kalmışken kitab (da takdir edilen) onun bu haline rağmen ileriye geçer ve cennet ehlinin ameli ile amel eder ve oraya girer."
(Buhari, III, 1212, VI, 2433; Muslim, IV, 2036; Tirmizi, IV, 6; İbn, Mâce. I, 29; Musned, 1, 112, 430)
Bundan dolayı Muhammed (a.s.) iman üzerine, sırat-ı mustakim üzere öl(ebil)mek için sık sık aşağıdaki şekillerde dua ederdi:
Şehr b. Havşeb (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir:
Ummu Seleme (r.anha)’ya; “Ey Mûminlerin anası! Rasûlullah (s.a.v.), senin yanında olduğu zaman en çok yaptığı duâ ne idi?”
Dedi ki: “Çoğunlukla yaptığı duâ şuydu: “Ey kalbleri bir halden bir hale çeviren Rabbim, benim kalbimi de dinin üzere sabit kıl.”
Ben kendisine: “Ey Allah’ın Rasûlu! Niçin bu duâyı yapıyorsunuz?” diye sordum.
Şöyle buyurdular: “Hiçbir kimse yoktur ki onun kalbi Allah’ın parmakları arasında olmuş olmasın. Dilediğini düzeltir, düzgün yola kor dilediğini ise kalbini kaydırarak yoldan çıkarır.”
Sonra Âl-i İmrân sûresi 8. ayetini okudu: “O derin kavrayış sahibleri şöyle yakarırlar: “Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalblerimizi bu gerçeklerden bir daha saptırma, katından bize rahmet ver, şubhesiz bağışı en çok olan sensin sen.”
(Tirmizi, Dua, Bab 90, Hadis no: 3522, Hasen hadis; Musned: 25210)
Tirmizî: Bu konuda Âişe’den, Nevvâs b. Sem’an’dan, Enes, Câbir, Abdullah b. Amr ve Nuaym b. Ammâr’dan da hadis rivâyet edilmiştir.