Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale Islâm Davetçisinin Yanında Ölüme Hazır Olanlar Yer Alır!

ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İslâm Davetçisinin Yanında Ölüme Hazır Olanlar Yer Alır!




Üstad Muhammed Necip el-Muti, Üniversite'de derslere giriyordu. Karşılaştırmalı İslâm Fıkhı kitabının müellifi. İslâm hukukunda ehliyetli âlimlerdendir. Vefatından iki yıl önce Cidde'de bulunurken bana Mısır'daki tutuklanışını anlatmıştı: Bir gün muhaberattan evime baskın yaptılar ve beni iki yıl ifadesiz içeride bıraktılar. Beni neden tutukladıklarını sorduğumda ise: "Komşun Müslüman Kardeşler Cemaatine dahil olan birinden bir araba satın aldı." Ben de: "Peki, bundan bana ne?" dedim. Onlar sözlerine şöyle devam ettiler "O adam sana selam verdi, sen de selamını aldın." Ben de: "Yani, ne yapmam lazımdı?" dedim. Onlar:
"Mescidin kapısında onunla karşılaştınız ve selamlaştınız. Bunu bize haber vermen gerekirdi" dediler. Ben de: "Ne yani, her sabah karşılaştığım adamlar için telefona sarılıp: "Alo! Bana istihbaratın müdürünü bağlar mısınız", dersem, telefonun beş-altı saat açık kalması lazım. Ta ki komşum buradan geçti ve bana selam verdi diye bilgi verebileyim."

Bunu anlatan, vallahi dürüstlüğüne inandığım âlim bir insandır. Konulduğu zindanı ise şöyle anlatıyor: "İki yıl kaldığım zindanda büyük bir yılan üzerimde gezerdi. Bunun nedeni ise, komşum Müslüman Kardeşlere mensub birinden araba satın almış ve bana selam vermiş, ben de selamına karşılık vermişim"
Evet, böyle bir ortamda senin yanında durmaya kim cesaret edebilir? Buna kim güç yetirebilir? Tabi, Allah için şahadete hazır olanlar dışında hiç kimse, hiç kimse... Bunun örnekleri çoktur, saymakla bitmez.



Kuveyt'te bir kardeş anlatmıştı: Mısır'da, Müslüman Kardeşler tutuklanmaya başladığında Müslüman Kardeşlerden biri 1954 yılından beri bizde çalışıyor ve kendini gizliyordu. Mısır'da tutuklamalar başlayınca bu müslüman Mısır'ın güney kesiminde Said bölgesine giderek ziraatla uğraşmaya başlar. Ailesi ise onun tutuklandığını ve uzun zaman geçmesine rağmen hiçbir haber alınamadığı için zindanda öldüğünü zannederler. Ancak her gün istihbarat tarafından evine baskın yapılmaktadır. Yoğun baskı ve tacize dayanamayan babası İslâmî kıyafetini atar ve İslâm dininden çıkar. Gizlice bir rahipten randevu alır ve döner. Döndüğünde gizlenen oğlunun hanımına ve çocuklarına der ki "yarın inşallah sizi piknik yapmaya çıkaracağım" der. Ertesi günü oğlunun hanımı ve çocuklarıyla birlikte taksiye biner ve şoföre; "falanca kiliseye çek" der. Oğlunun hanımı ve çocukları şaşırmıştır. Kilise'ye vardıklarında önceden randevu aldığı rahip kendilerini beklemektedir. Rahibi gören çocuklar ve oğlunun hanımı ağlayıp feryad etmeye başlarlar

. Rahip: "Ne oluyor? Mesele nedir?" der. Oğlanın babası da: "Oğlum seneler önce 1954 yılında kayboldu. Müslüman Kardeşlerden biriydi. Ondan, bu zamana kadar hiçbir haber alamadık.
Fakat, devlet hâlâ onu aramakta ve bu nedenle bizlere her gün baskın düzenleyip tacizde bulunmaktadır. Artık buna tahammül edemiyorum. Devletin baskısından kurtulmak için bunları hristiyan yapmak istiyorum" der. Bu adam 18 sene ortadan kaybolur. Saçı sakalı ağarır. Yüzü kırışır. Tarlalarda işçi olarak çalışır (Enver Sedat 1972 yılında genel af çıkartır. Bu affa 1974 Affı denilir. Bu affın gereği bazı insanlar ortaya çıkarlar) Bu adam da Enver Sedat'ın af kararını duyunca evine döner, kapıyı çalar. Çocuklar dışarı çıkar. (18 sene... Dile kolay, çocuklar artık üniversiteye başlamışlar, büyümüşler... Bir yaşında bıraktığı çocuğu üniversite birinci sınıfa gidiyor. Yedi yaşında bıraktığı Yirmibeş yaşına ulaşmış). Evet kapıya bir genç çıkar.

Adam önce: - "Çocuğum, annen evde mi?" der.
Çocuk: - "Ondan ne istiyorsun? Annem erkeklerle görüşmez," der.
Adam: - "Onu görmek istiyorum."
Çocuk: - "Hayır, olmaz," der.
Adam: - "Onu mutlaka görmem gerekir," der. Hülasa adamla oğlu arasında büyük mücadeleden sonra adamın içeri girmesine müsaade edilir.
Adam ona: - "Ben senin babanım,"
Çocuk: - "Babam onsekiz sene önce öldü", der. İçeriye girer, annesine: "Anne, bu benim babam olduğunu söylüyor, hâlbuki sen babamın çoktan öldüğünü söylüyordun." Kadın ona dikkatle bakar ve kocası olduğunu anlar.


Daha önce hadisesini anlattığım ve yanında yirmi altı polis köpeğinin kaldığını söylediğim Muhammed el-Uden'in hapsedilmesi hususunda ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum ama bir kardeş bana şunları anlattı: "Müslüman Kardeşlerden aile nafakalarını temin edenler hapsedildiği için bu zat, kardeşlere mensup bir aileye on kuruş yermiş. Müslüman Kardeşlerden herhangi birinin ailesine bir şey veren muhakeme edilir ve hapse atılırdı. Bundan daha da ileri gidilmişti. Bir tarihte Mısır'da İslâmî Harekete karşı nasıl savaşılacağına dair bir kararname çıkarılır. Kararnameye Hasan et-Tehami, ABD konsolosu, İsrail başbakan temsilcisi ve ABD dış işleri müsteşarı da kararnameyi imzalarlar. Kararnamede şu ifadeler zikredilir: İhvanı Müslimin'e üçüncü dereceden yakın akrabalarını da devlet vazifelerinden atmamız gerekir." Bunun anlamı şudur:

Birinci dereceden akraban annen, baban. İkinci derecedeki akraban; kardeşlerin. Üçüncü derecedeki akraban; amcan ve yeğenlerindir. Evet, Müslüman Kardeşlerin yeğenleri dahi devlet vazifesinden atılmıştır. Bütün bunlardan dolayı bir dava adamı olarak kimse seninle beraber olamaz.
Mesela şimdi birçok devlet tüccarlara; "Afganlılara bir şey vermeniz yasaktır" diyor. Buna rağmen hangi tüccar ne veriyor? Devlete karşı gelmeyi göze alan dışında hiçbir tüccar bir şey veremez. Tüccarlar devamlı silkelenirler. Milyonları gider. Onlardan ithalat belgesi alınır.

Bugün devletler herhangi bir yardımda bulunmamaktadırlar. Siz sanıyor musunuz ki bugün buraya gelebilen bazı tüccarlara devlet göz yummasa onlar buraya gelip bir kuruş öderler. Eğer korksalar ne gelirler, ne de bir şey öderler. Zor durumlarda ancak erler seninle beraber olur. Onlar da pek azdır. İnanç erleri, ideal sahipleridir. Konumuza dönelim:
Allah Rasulü (sav) Kureyş'le barış antlaşması yapmasıyla birlikte insanlar İslâm'a girmeye başladılar. İki yıldan az bir süre içerisinde 8500'e yakın kimse İslâm'a girdi. Hicretin sekizinci yılı Ramazan ayında Kureyş'in daha sonra aynı yılın Şevval ayında Hevazin'in yenilgisiyle birlikte, Huneyn de artık tüm Arap Yarımadası'ndan heyetler gelmeye ve Allah'ın dinine akın akın girmeye başlarlar.

"Allah'ın yardımı ve fethi geldiğinde, insanların bölük bölük Allah'ın dinine girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile teşbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir." (en-Nasr, 1-3)

Etrafını saran muazzam cahiliye ile karşı karşıya bulunduğun zor şartlarda insanların çağrım kabul edip davetinin içerisine girmelerini bekleme. Çünkü canları dahil sahip oldukları her şeyi feda etmeye hazır kimseler dışında davetini kabul eden bulunmaz.
Kureyş ve Hevazin Hicretin sekizinci yılında bitip tükenmişti. Hicretin onuncu yılında yani iki sene sonra Rasulullah (sav) kendisi ile birlikte yüzyirmidörtbin müslüman ile hacc etti. Mekke feth edildiğinde kaç kişiydiler? Onbin kişi. Demek ki iki yıl içinde ancak bu toplumun özü, ekseni ve çekirdeği Uhud'a katılmış bin kişi veya Rıdvan Bey'atında bulunan bindörtyüz sahabe oluşturuyordu. Bu insanları ortadan kaldırdın mı iş biter. Toplum tümü ile çöker. İslâm'a savaş açmış tağutlar bu hakikati çok iyi bilmektedirler. Bu tağutlar, gelip toplumun tamamını öldürmelerine gerek olmadığını, bilakis onlara o ruhu veren, İslâmî önder kadronun öldürülmesinin yeterli olacağını çok iyi kavramışlardır. Beş, altı veya yedi kişilik İslâmî önder kadronun ortadan kaldırılması, o kalabalığın dağılması ya da gerilemesi için yeterlidir.

Çünkü toplumu ayakta tutan temel direk ve cevheri bu öz grup oluşturmaktadır. Tağutlar bu öz grubtakileri idam ederek, "5–6 kişinin idamına hükmettik" diye ilan ederler. Aslında onlar bu altı kişiyle bir toplumu, bir ümmeti idam etmişlerdir.
"Şüphesiz İbrahim bir ümmetti." (Nahl, 120)
Nice yiğitler vardır ki binlerce kişilere bedeldir. Ve nice binlerde vardır ki, bir kişi bile değildir


Durum böyle değil mi? Tıpkı "benimle beraber senin gibi bin kişi bulunsa ben mahvoldum" diyen darbı mesele benzemiyor mu? Yani senin gibi binlerce kişinin bir kişilik kadar bir faydası yoktur. Çünkü senin gibiler, selin üzerindeki köpüğü andırırlar. Selin üzerindeki köpüğün faydası ne? İslâm daveti, ameli bir davettir. Aziz ve Celil olan Allah'ın dini de aşamalı bir davettir. Çünkü toplumlar kaşla göz arasında değişmez. Yetişene kadar, İslâmî Hareket gelişimini tamamlayana kadar sabretmek zorundasınız. Diğer taraftan geçerli bir takım yasalar vardır. Herhangi bir devlete karşı on Kişi ile savaş açmanıza imkan yoktur. Sabırlı bir şekilde eğitimi sürdürmek kaçınılmazdır. İbn Teymiye'nin veya başka bir alimin okuduğun fetvasını göz önünde bulundurarak Afganistan'a cihada gelip de ertesi günü tüm insanların melek gibi tertemiz olmalarını bekleyemezsin. Koynunda tılsımlı muska taşıyan veya sakalını kesen ya da afyon çeken kimselerin başına kıyameti kopararak bunlar şöyle bid'at ehli, bunlar şöyle şirk ehli vb. sözler sarf etmen senin daha çocuk olduğunu, Allah'ın dinine davetin üslubunu bilmediğini gösterir.


Daha çok süt içmen gerektiğini gösterir. Ne zamana kadar sütten kesilebilirsin? Sen herhangi bir müslümün toplumun küfre boyun eğmemesini çok mu görüyorsun? Bütün dünyada küfrün karşısında böyle bir tavır takınan başka bir müslüman toplum nerede var? "Sen de mi Brütüs?" onların arkasına takılmış kovalıyorsun. Buradan başka la ilahe illallah diyerek ve lailahe illallah adına silah taşıyan, la ilahe illallah adına küfre karşı savaşan ve lailahe illallah uğrunda ölen insanların bulunduğu bir başka bölge var mıdır? Buranın dışında böyle bir bölge var mı? Söyle bana, senin ülkenin durumu ne? Oradakiler kadayıf yemekten, tatlıları midelere indirmekten, "tencerelerle boğuşmaktan, gün boyunca güzel yemekler yemekten başka ne yapıyorlar? İşte bundan dolayı Araplar, yahudilerin önünde ancak üç gün durabildiler.

Bunlar ise komünizmin karşısında on yıldır ayakta durmaktadırlar. İşte şu anda dokuzuncu yıldadırlar. Sen ise gelmiş onları kovalıyorsun. Kardeşim, bırak onları kendi hallerine...
Atın yok hediye edecek malın da yok Durumun el vermiyorsa dilin el versin bari
Şu zavallı, şu anda bütün yeryüzünde küfrün korkusundan titrediğini, Afganistan'ın içinde savaşın neticesini gözetleyip durduğunu bilmiyor. Yüce Allah'ın: "Siz önceden de böyleydiniz. Allah size lütuf ve ihsanda bulundu. O halde iyice araştırın" (en-Nisa, 94) buyruğunda ifade ettiği gibi daha dün tevbe etti. Bu kimsenin tevbe etmeden önce, dört ay öncesinde Mekke içerisinde eroin içtiğini, Mekke içinde uyuşturucu aldığını, porno filmlerle uğraşıp bunların dağıtımını yaptığını görebilirsin.


Allah'a yemin ederim, onlardan biri bana şöyle demişti: Ben videoculuk yapıyordum, ancak pis işlere bulaşıyorduk... İşte bu kişi tevbe etti ve geldi. Allah seni dilinin altında törpü gibi, testere gibi, tömbek bulunan Afganlı halkın yerine koymasın. "Giderken, gelirken yediği odur." Çocuklar... Toplumların değişmez sünnetlerini bilmiyorlar. Toplumların değişmesi için uzun bir sabır dönemine, uzun yıllara ihtiyacı vardır. Bu cihadın Afgan halkının ruhi yapısını, aklî yapısını, akidesini, Allah'a yönelişini değiştirdiğini bilmiyor bu çocuklar.
Arap kardeşlerden birisi Afganistan içlerindeki meşhur kumandanlardan

Ahmed Şah Mesud'a dedi ki:
"Ey Ahmed Şah!"
"Efendim"
"Niçin tevhid sancağını kaldırmıyor ve tevhide çağrıya başlamıyoruz? Ve şu kabirleri yıkmıyoruz?..." vb şeyler.
Zannederim Ahmed ona şu cevabı verdi:

"Sen savaşta hadlerin -kendisine had uygulanan kimse kafirlere katılmasın diye uygulanmayacağını, böylelikle kafirlere katılan bu kimsenin önce yarım müslüman sonra da kafir olmasının önlenmek istendiğini bilmiyor musun? O bakımdan bize süre tanı. Biz Allah'ın izni ile öğretim, eğitim ve programlar çerçevesin de değişiklikler yapacağız. Şimdi senin istediğini yaparak şu kabirlerden birisini yıkmaya kalkışacak olursak halk tümü ile komünist devletin yanında yer alır."

Senin gibi cihad edenler, aynı senin taşıdığın inancı taşıyorlar. Fakat onların ufku geniş, uzak görüşlüler. Senin aklın ise iğnenin deliğinden daha küçük ve dar. O kadar küçük ki iki ayağının arasından başka bir şey görmüyor. Bu cihadın sonucunu ve geriye bırakacağı izleri idrak edemiyor. Cihadın tesiri altında memleketini terk edip geldiğini anlayamıyor. Şimdi cihadın Müslümanlara yeryüzünde cihad inancını tekrar iade ettiğini algılayamıyor. Bugün İslâm âleminde müslümanlar cihad haberleri üzerine gelişiyor ve yetişiyorlar. Şimdi biz burada oturuyoruz ama Mekke'deki, Paris'teki, Yunanistan'daki ve Amerika'daki gençler cihadı ve Müslümanların bir binanın kerpiçleri gibi kenetleştiklerini, başından sonuna kadar basından okuyor ve izliyorlar.


Evet. Bu gibi ufku dar olan insanlar cihadın bir kısım insanlara tekrar imanı nasib ettiğini, görülen kerametlerin imanlarını bütünleştirdiğini bilemiyorlar. Nice insanlar var ki cihadda görülen kerametleri okuyunca Allah'ın her şeye kadir olduğuna yeniden iman eder oldular.

Tekrar ayete dönersek yüce Mevlanın; "müşriklerin Allah ve Rasulü katında nasıl antlaşmaları olur ki" buyurduğunu düşünürüz ve görürüz ki oradaki soru red mahiyetindedir. Yani artık sizlerin müşriklerle antlaşma yapmanız için herhangi bir gerekçe kalmamıştır. Artık antlaşma işi bitmiştir. Çünkü Allah'ın dini zafere ulaşmış, ne müşriklerin ne de şirkin devamı için herhangi bir sebeb kalmamıştır. Artık müşriklerle olan ilişkileri sona erdirin. Sonra onlara karşı savaşa girin.

Şimdi biri diyebilir ki; Allah Teala bundan iki ayet öncesinde "ancak antlaşma yaptığınız müşriklerden antlaşmada hiçbir eksiklik yapmayanlar ve aleyhinizde hiçbir kimseye yardım etmeyenler müstesna. Bunlarla yaptığınız antlaşmayı müddeti bitinceye kadar yerine getirin. Şüphesiz ki Allah takva sahiplerini sever" buyurmuştur

Sonra dönüp izah etmekte olduğumuz âyetin devamında; "ancak Mescid-i Haram çevresinde kendileri ile antlaşma yaptıklarınız müstesnadır. Onlar size doğru davrandıkça siz de onlara doğru davranın. Şüphesiz ki Allah takva sahiplerini sever" buyurmuştur.
Bu tekrarın sırrı nedir?

Bir kısım müfessirler bu âyet-i kerimenin birinci âyeti pekiştirmek maksadı ile tekrar ettiği kanaatindedirler. Diğer bir kısım müfessirler ise, bu âyet-i kerimede zikredilen topluluğun diğer âyette zikredilen topluluktan başka bir topluluk olduğu kanaatindedirler. Vakıa her iki âyetin kast ettiği topluluk aynı topluluktur. Bunlar da - Allah daha iyisini bilir ya -Damreoğullarıdır. O halde bu tekrarın hikmeti nedir? Bize göre bunun hikmeti şudur:


Allah Teala Müslümanları; "Bu müşriklerin Allah ve Peygamberi katında nasıl bir antlaşmaları olabilir?" âyeti ile harekete geçirdikten sonra, bir kısım müslümanlar âyetin bu bölümünün daha önce geçen dördüncü âyetteki; "ancak antlaşma yaptığınız müşriklerden antlaşmada hiçbir eksiklik yapmayanlar ve aleyhinizde hiçbir kimseye yardım etmeyenler müstesnadır" âyetini nesh ettiğim zannetmiş olabilirlerdi. Bu sebeple tekrar bu metnin açıkça iade edilmesi gerekti. Bu yeni metinde de geçen âyete ilaveten yeni bir şart ilave edildi. O da; "onlar size doğru davrandıkça" ifadesidir. Önceki ayette "antlaşmada hiçbir eksiklik yapmayanlar ve aleyhinizde hiçbir kimseye yardım etmeyenler" kaydı getirilmişti. Bu kayıt müşriklerin geçmişteki halleri ile ilgiliydi. Bu ayetteki dürüst davranmaları şartı ise gelecekle ilgilidir. Müşriklerin gelecekte mü'minlere karşı dürüst davranmaları beklenildiği taktirde onlarla antlaşma yapılabileceğine yol bulunduğu ifade edilmektedir.

Âyet-i kerimenin sonunda "şüphesiz ki Allah takva sahiplerini sever" buyrulmaktadır. Evet... Takva antlaşmalarım koruyanların şiarıdır.


Sonra aziz ve celil olan Allah, yine red ifade eden bir soru ile gelen sekizinci âyete başlıyor ve buyuruyor ki: "Evet, Allah ve Resulü yanında onların nasıl bir antlaşması olabilir ki? Şayet onlar size galip gelecek olsalar ne akrabalık gözetirler, ne de verdikleri sözü..." Ayet-i kerimede geçen ve "verdikleri söz" diye tercüme edilen "zimmeten" kelimesi, bazı âlimler tarafından mealde de verildiği gibi antlaşma olarak izah edilmiş, müşriklerin muahedelerine bağlı kalmayacakları beyan edildiği zikredilmiştir.


Öyleki onlar zayıf olduklarında antlaşma yaparlar, güçlendiklerinde ise müminlerin kökünü kurutmaya çalışırlar. Diğer bir kısım âlimler ise buradaki "zimmet" kelimesinden maksat; çekinmek manası olduğunu söylemişlerdir. Yani müşrikler sizi öldürmekten, kökünüzü kurutmaktan ve sizi imha etmekten çekinmezler, denildiği ifade edilmiştir.

Gerçekten tarihi olaylar müşriklerin Müslümanlara karşı olan antlaşmalarını yerine getirmediklerini, müşrik oldukları sürece mü'minlerden razı olmalarının mümkün olmadığını ortaya koymaktadır. Müşrikler Allah'a ortak koştukları sürece İslâm'a karsı içlerinde kin beslemeleri ve İslâm'a tahammül edemedikleri muhakkaktır.
Aziz ve celil olan Allah'ın bizlere indirdiği bu temel esas ne değişir ne de zaman ve yere göre bir takım kayıt ve şartlarla kısıtlanır.

Allah Teala; "... kafirlerin gücü yetse sizi dininizden döndürünceye kadar durmadan sizinle savaşırlar..." (Bakara, 217)

Kâfirlerin Müslümanları öldürmeleri hiç durmaz, devam eder. Çünkü kalpleri Müslümanlara karşı kinle doludur. Acaba bunun sebebi nedir? Bunun tek sebebi bizlerin mü'min olmamızdır. Evet. Onlar bize sadece mümin olduğumuz için kin beslerler. Allah'a ortak koşan müşrikler, ehli kitab olan yahudi ve hristiyanlar, ateşperest olan mecusiler ve diğer tüm kâfirler sadece mümin olduğumuz için bizlere karşı kin beslerler. Nitekim Buruc Sûresi'nde şöyle buyrulmaktadır:

"Onların müminlere kin bağlamalarının sebebi sadece mü'minlerin her şeye galip, övülmeye layık, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'a iman etmeleridir. Allah her şeye şahid dir." (Buruc, 8-9)

Bu âyetler Uhdud"halkını beyan etmektedir. Peki Firavun'un idam hükmü verdiği sihirbazlar ona ne demişlerdir. "Bizden sadece bize gelen Rabbimizin âyetlerine iman ettiğimiz için intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz bize bol sabır ver ve bizi müslüman olarak öldür." (A'raf, 126)


Aziz ve celil olan Allah kâfirlerin bize kin beslemelerinin ve bizden intikam alma duygularının temel iki sebebi olduğunu, bunlardan birinin yoldan çıkmaları, diğerinin de bizim iman etmemiz olduğunu beyan ediyor ve buyuruyor ki; "Ey Muhammed de ki: Ey Kitap ehli, sadece Allah'a, bize indirilen ve daha önce indirilenlere iman ettiğimizden ve sizin de çoğunuzun yoldan çıkanlar (fasıklar) olduğunuzdan dolayı mı bize öfkeleniyorsunuz? (bizden intikam almaya kalkışıyorsunuz)." (Maide, 59)

Peki kendilerinin yoldan çıkmaları bizim de iman etmemiz sebebi ile bize kızan bu müşrikler, bizden ne zaman razı olurlar? Tabiî ki bizim imanımızı bırakmamız, onların da yoldan çıkmalarından vazgeçmeleri ile olur. Bu ise gerçekleşmesi mümkün değildir. Zira onlar yoldan çıkmalarını bırakırlarsa bunun anlamı müslüman olmuşlar demektir. Artık savaş biter. Şayet biz İslâm'ı bırakacak olursak (neuzubillahi teala) müşrik oluruz. Bu ikisi de olmadığı takdirde savaş devam edecektir.

"Ey Muhammed de ki: Ey Kitap ehli, sadece Allah'a, bize indirilen ve daha önce indirilenlere iman ettiğimizden ve sizin de çoğunuzun yoldan çıkanlar (fasıklar) olduğunuzdan dolayı mı bize öfkeleniyorsunuz? (bizden intikam almaya kalkışıyorsunuz)." (Maide, 59)

Onların yoldan çıkmaları; bizim imanımız, kâfirlerin bize karşı kinlerinin nedeni olduğundan Amerika'nın veya Rusya'nın yahut İngiltere'nin ya da İslâm âleminde bulunan herhangi bir zalim ve tağutun bir müslümandan memnun olduklarını görürseniz onun imanından ve Müslümanlığından şüphe edin. Ne dediğim anlaşıldı mı?!

Çünkü aziz ve celil olan Allah, hiç değişmeyen ezeli bir esasını indirmiş ve şöyle buyurmuştur: "Kendi dinlerine uymadıkça yahudi ve hristiyanlar senden asla razı olmayacaklardır..." (Bakara, 120) Yahudilerin Enver Sedat'tan razı olduklarını görürseniz bilin ki Sedat müslüman değildir, yahudiler Sedat'ı öldürdüğü için Halid İsiamboli'nin idam edilmesini istiyorlarsa bilin ki Sedat yahudi yanlısıdır. Diğer yandan bir kısım insanlar Kaddafi'nin doğulu bir insan, komünizme yönelik bir kişi olduğunu sanırlar. Hâlbuki Kaddafi'nin iktidarı her sarsıldığında Amerika suni davranışlarla onu kurtarmaktadır. Mesela Amerika uçakları Libyayı bombalar, bir kısım Libyalıları (niyetleri ne ise ona göre) öldürür. Bütün bunların temelinde kahramanı kurtarma yatar. Sosyalizm, diğer izmler... Bütün bunlar Amerika'nın öğretileri ve talimatlarıdır. Böylece Arap, milliyetçi, müslüman görünümlü bir kahraman icad etsinler.

Haliz Esad, “Müslüman Kardeşler'e karşı toplu imhaya giriştiğinde, koltuğu sallanınca, ya İsrail ya da Amerika onu kurtarmak için yapmacık girişimlerde bulunmuştur. Örneğin, Lübnan'da bulunan Suriye füzeleri me'selesi; Golan Tepeleri meselesi tamamen yapmacık çıkışlardan başka bir şey değildir. Bu çıkışlarla sahte kahramanlar oluşturulmak istenmektedir. Golan tepelerinin İsrail tarafından işgal edildiğini ilan etmesi için dışişleri bakanı Begin hastaneden getiriliyor ve ilan ettiriliyor. Peki, uzun zamandan beri işgal edilmiş olan Golan tepelerini gündeme getiren ve hatırlatan şey ne olmuştur? Füzeler! İsrail, Lübnan'daki füzelerin çekilmesinde ısrar ediyor, Hafız Esad'da kalmasına dair tüm dünyada bir gürültü ve yaygara koparıyor. Neticesinde, Hafız Esad bölgedeki tek kahraman, yiğit ve tek kavmiyetçi lider görünümüne geliyor. Müslüman Kardeşler ise İsrail'in uşakları görünümünde!

Çünkü İsrail yahudileri karşısında dikilen tek kavmiyetçi, kahraman (!) lidere karşı mücadele ediyorlar! Kaddafi, devamlı Enver Sedat aleyhinde konuşur ve ona göndermelerde bulunurdu. Enver Sedat, Libya lideri Kaddafi'yi Carter'a, bölgedeki "huzuru bozan ve fitne çıkaran şer birisi olduğu" şeklinde şikâyette bulunur. Carter'in Enver Sedat'a cevabı ise; "Kaddafi bölge dengesini sağlayan biridir" şeklindedir. Enver Sedat şaşırmıştır. Zavallı Enver, Amerika dostu (!) olarak sadece kendisini zannetmekte. Ama kendisine; "bölge dengesinin Kaddafi tarafından sağlandığı" söylenmiştir.

Aslında hepsinin yuları Amerika'nın elindedir. Amerika uzaktan hedef gösteren efendi durumundadır. Tekrar konuya dönelim: Allah Teala buyuruyor ki:
"Allah ve Rasulü yanında onların nasıl bir antlaşması olabilir ki? Size galip gelecek olsalar ne akrabalık bağını gözetirler ne de verdikleri sözü." (Tevbe, 8)
Üstad Seyyid Kutub -Allah rahmet etsin- Fizilal'de bu ayetin tefsirinde şöyle diyor: "Kur'an-ı Kerim'in bu ifadelerinin gerçek anlamının ortaya çıkması, tarih boyu kâfir ve müslüman ilişkilerinin nasıl olduğunun anlaşılması için, müşriklerin müminlere karşı nasıl bir tavır takındıklarını çok iyi incelememiz gerekir. Kâfirlerin bu tutumu Arap Yarımadası açısından malumdur. Çünkü meşhur Siyret kitapları onların bu davranışlarını bizlere anlatmaktadır..."


Fizilâl'il Kur'an'dan naklettiğimiz bu alıntı bile müşriklerin müminlere karşı süregelen davranışlarının nasıl olduğunu tasvire yeterlidir. Müşriklerin, İslâm davetinin ilk Mekke'de çıkışı tarihinden itibaren Kur'an'ın beyan ettiği bu nasların yaşanıldığı bu güne kadar tutumları izah edilmektedir. Aslında İslâm ile yahudiler ve hristiyanlar arasındaki savaşın süresi, İslâm ile müşrikler arasındaki savaşın süresinden daha uzundur. Fakat bu durum, devamlı olarak müşriklerin Müslümanlara karşı tavırlarının sûrenin bu bölümündeki âyetlerin tasvir ettiği şekilde olduğuna ters düşmez.
"Allah ve Rasulü yanında onların nasıl bir antlaşması olabilir ki? Size galip gelecek olsalar ne akrabalık bağını gözetirler ne de verdikleri sözü." (Tevbe, 8)


Müşriklerin ve ehli kitabın Müslümanlara karşı takınmış oldukları tavır, tarih boyunca hep böyle olmuştur. Yahudiler ile hristiyanların tutumundan bu surenin ikinci bölümünde yeri geldiğinde anlatacağız. Müşriklere gelince onların insanlık tarihi boyunca Müslümanlara karşı takındıkları tutum bu minval üzere devam etmiştir. İslâm'ın Muhammed (sav) ile başlamadığını, bilakis Peygamberimiz (sav) ile ilahi risaletin mesajının son bulduğunu göz önünde bulundurduğumuz zaman görürüz ki, müşriklerin her peygambere ve her ilahi mesaja karşı takınmış oldukları tutum, genel anlamda müşrikliğin yüce Allah'ın dini karşısındaki tutumunu yansıtır. Konuya tüm yönleriyle bakınca aradaki savaşın boyutları gerçek suretiyle ortaya çıkar ve hükümleri ebediyen geçerli olan Kur'an ayetlerinin tasvirini yaptığı hakikatler, istisnasız bütün insanlık tarihini kapsayan bir gerçeği ortaya koyar.
 
Ömer2 Çevrimdışı

Ömer2

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Kıssalar hisseler
 
Üst Ana Sayfa Alt