Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü İslam Devletinde Gayr-i Muslimlerin Hak ve Davaları Nasıldır?

ي Çevrimdışı

يَعْقِلُونَ

Üye
İslam-TR Üyesi
islam devletinde gayrimuslimler yahudiler, hristiyanlar, diğer dinden olanlar ve dinsiz olanlara ne ile hüküm verilir? Kuran ile mi yoksa herkese kendi kitabı ile mi hüküm verilir?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
İslam devletinin hakimiyetinde olduğu dönemlerde, kafirlerin konumu şu üç halde olur:

1- İslam devletiyle savaş halinde olanlar,
2- İslam devletiyle andlaşma (Muste'men) yapanlar ve,
3- Zımmiler - ehl-i zimme (Cizye vererek İslam devletinin hakimiyetini ve yasalarına uymayı kabul ederek İslam devleti içinde yaşayan gayri muslimler)

Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Kendilerine kitab verilenlerden Allah'a ve ahirat gününe inanmayan, Allah'ın ve elçisinin haram kıldığını haram saymayan ve gerçek dini din edinmeyen kimselerle küçülüp boyun eğerek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın." (Tevbe 29) Mecusîler de bu kapsamda sayılmıştır.

Mâlikî'lerin meşhur görüşüne göre cizye bütün küfür ehlinden alınır. Kitab ehli olup olmamasına bakılmaz. (İbn Abidîn, Reddu'l-Muhtar, III, 293)
Delil şu hadistir:
Peygamber bir ordu komutanı tayin edince kendisine şu talimatı verirdi. "Muşriklerden olan düşmanla karşılaştığın vakit Onları üç şeyden birisini kabul etmeye çağır. Bunlardan birisini kabul ederlerse onlara dokunma. Onları İslâm'a davet et. Eğer yüz çevirirlerse cizye ödemelerini söyle. Bunu da kabul etmezlerse onlarla savaş.. "
(Muslim, Cihad, 3; İbn Mace, Cihad, 3)

Zimmet sözleşmesi yapılacak kimsenin murted (dinden dönen) kimselerden olmaması gerekir. Çünkü İslâm'da murtedle ilgili başka hükümler vardır. (Buharî, Cihad, 149; Ebu Davud Hudud, 1; Bilmen, İstilahat-ı Felahiyye Kamusu, III, 423 )

İbn Hâcer (rahimehullah) şöyle der: "Zimmet ehlinin kanının helal olması yanlış bir anlayış, onun kanını helal yapan küfürdür, ancak zimmilik bir andlaşmadır ve öldürme sebebi onda hala mevcud olsa bile (yani küfrü) bu andlaşma onu öldürmeden korur" (Fathu'l-Ba'ri 12/326)

İslam devleti ile bir andlaşması olmayıp savaş halinde olanlarla savaşmak bir mecburiyettir.

İslam ülkesine itaat etmeye, sadık kalmaya ve itaat edeceğini söyleyip ikamet etmek isteyen gayr-ı muslimlere (kafirlere) “Zımmi” denir. İslam, bütün (mûmin-kafir) vatandaşlara, yaşamlarının, bedenlerinin, mallarının, kültür, inanç ve namuslarının korunacağına dair bir otoritedir. Bu sebeble kafir mûmin ayırımı yapmadan ülke (şeriat) kanunları uygulanır ve bütün sosyal meselelerde eşittirler.

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmakta : "Dikkat ediniz! Kim bir zımmîye haksızlık eder veya onun haklarını eksiltir yahud Ona gücünün üstünde yük yükler veyahut da ondan rıdası dışında bir şey alırsa, kıyamet gününde onun karşısında hasmı ben olurum." (Ebu Davud, İmare, 33)

Zimmet ehlinin bulunduğu yerlerde eskiden beri var olan kilise, havra gibi ibadet yerlerine dokunulamaz. Bunlar harab olmuşsa onarılmasına engel olunmaz. Ancak gayr-ı muslimlerin yeni kilise veya havra yapmalarına veya eskiden var olanların yerlerini değiştirmelerine izin verilmez. (Ömer N. Bilmen, İstilahat-ı Felahiyye Kamusu, III, 426, 427)

Zımmî, müslümanın menkûl veya gayrimenkulunu satıp, bağış, ariyet veya vedia yoluyla alabileceği gibi, kira akdi ile de tutabilir. Ancak Onun bu şekilde kiralayacağı müslümana ait mülkü, İslâm toplumuna veya İslâm'a zarar verebilecek şekilde kullanmaması gerekir. Meyhane veya kumarhane olarak kullanması gibi." (es-Serahsi, el-Mebsut, XVI, 38; el-Kasanî, a.g.e, IV, 176)


Dâru'l İslam'da bulunan muslim veya gayr-ı muslim, vatandaş veya yabancı bütün insanlar Dâru'l İslam'ın yargı sistemine ve kanunlarına tâbidir.

Bununla birlikte İslâm’ın gayr-ı muslimlere tanıdığı inanç özgürlüğünün bir gereği olarak aile, şahıs, miras ve borçlar hukuku gibi dinî inançla yakından ilgili konularda kendilerine adlî ve hukukî muhtariyet tanınmış, Hanefî fakihlerinin tabiriyle bu konuda “Onları kendi inançlarının gereğiyle baş başa bırakma” ilkesi benimsenmiştir. (İmam Serahsî, el-Mebsûŧ, XI, 102; Kâsânî, II, 311)

İslâm’ın getirdiği bu hukukî çoğulculuk, dinî-kültürel çoğulculuğu koruyarak gayr-i muslimlerin asırlar boyunca İslâm toplumu içinde varlıklarını sürdürmelerine imkân sağlamıştır.

Gayr-ı muslimler, kendi aralarındaki hukukî ihtilâfları kendi mahkemelerine götürme hakkına sahib oldukları gibi İslâm mahkemelerinde de dava açabilirler.
Gayr-ı muslim cemaatlerin kendi bünyesinde baş gösteren sorunları, çok hukuklu sistem çerçevesinde bizzat kendileri tarafından atanan veya belirlenen yargıçlarınca, kendi dini kuralları çerçevesinde çözülmüştür. Devlet, bir hukuki prensip olarak zimmilerin kendi din adamlarını seçme ve yetiştirme haklarını tanımış, onlar tarafından belirlenen temsilciyi meşru temsilci olarak görmüş, dolayısıyla verdiği hükümleri de meşru hükümler kategorisinde saymıştır.


Bununla birlikte zımmilerin Müslüman kâdıya başvurabilme haklarını da saklı tutmuştur. Böylesi durumlarda Müslüman kâdıların özellikle de toprak anlaşmazlığı gibi davalara baktığı görülmektedir. (Vekî', Muhammed b. Halef b. Hayyân, (306/918), Ahbâru'l-Kudât, I-III, Beyrut, trs.,III, 88; II , 281)

Taraflardan birinin müslüman olması halinde davaya bakmaya yetkili tek merci İslâm mahkemesidir.

Gayr-i muslimler ile devlet veya gayr-i muslimler ile Müslümanlar arasında meydana gelen anlaşmazlıklarda ise (dinî bir kural olarak) Müslüman kâdılar yetkili kılınmıştır. Böylesi hadiselerde, yargıçlar bir prensip olarak, Muslim-Gayr-ı muslim ayırımına bakmaz, tarafları hukuk karşısında eşit kabul ederler.

Nitekim, İslamın ilk dönemlerinde Müslüman hakimlerin bir çok hadisede Gayr-i muslimlerin lehine karar verdiğine dair örnekler pek çoktur. Bu bağlamda devlet başkanı (halife) Ali' (r.anh)'ı kâdı Şureyh'e şikayet eden Yahudinin hikayesini burada zikredebiliriz.

Davacı Yahudi ile davalı devlet başkanı, Kufe kâdısı Şureyh tarafından idare edilmekte olan Meclisu'l-Kadâ'ya gelirler. Halife, kâdının yanına oturmak ister; yargıç Onu uyarır ve davacının yanında oturtur. Hatta bir rivâyete göre bu davada halifenin aleyhine hükmeder.
Yine aynı kâdı'nın zimmî komşusu tâlib olduğu halde evini başkasına satan Müslümanın şuf'a hakkına riayet etmediği gerekçesiyle satışı ibtal etmesi ve evi zimmiye satmış olması bunlara örnek olarak verilebilir.
(Vekî', II , 389)

Her iki tarafın da Gayr-ı muslim olması ve İslâm mahkemesine başvurulması durumunda mahkemenin bu davaya bakmakta serbest olup olmadığı fâkihler arasında tartışmalıdır.

Hanefîler’e göre, tarafların zimmî veya muste’men olduklarına bakılmaksızın açılan davanın görülmesi ve sonuçlandırılması gerekir; mahkemenin seçim hakkı yoktur.

Mâlikî ve Hanbelîler’e göre ise mahkeme davaya bakmakta muhayyerdir; tarafların zimmî veya muste’men (pasaportlu Gayr-i muslim yabancı), aynı veya ayrı dinlerden olmalarının önemi yoktur. Ahmed b. Hanbel’den, zimmîlerin davalarına bakılması gerektiğine dair bir görüş de rivayet edilmiştir.

Şafiî mezhebine göre tarafların her ikisi de muste’mense hâkim muhayyerdir; tarafların birinin veya her ikisinin zimmî olması durumunda ise kuvvetli görüş davaya bakılması gerektiği yönündedir.


Mahkemenin davaya bakmakta muhayyer olduğunu ileri sürenler,
Eğer sana gelirlerse ister aralarında hükmet ister onlardan yüz çevir. Kendilerinden yüz çevirirsen sana hiçbir şeyle zarar veremezler. Eğer hükmedersen aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah adalet sahiblerini sever (Mâide 42) mealindeki âyeti delil gösterirken,
diğerleri,
Aralarında Allah’ın indirdiği şeyle hükmet ve onların arzularına uyma (Mâide 49) mealindeki âyeti esas alırlar ve bu âyetin öbürünü nesh ettiğini ileri sürerler.

Bu gruptaki hukukçulardan bazıları da burada neshin söz konusu olmadığı, ilk âyetin muste’menlerle, diğerinin zimmîlerle ilgili olduğu görüşündedirler.

Muste’menlerin davalarına bakma konusunda mahkemenin serbest olduğunu söyleyen hukukçular ayrıca bunların eman akdiyle İslâm ahkâmına uymayı, İslâm devletinin de onların birbirine karşı haksızlıklarını önlemeyi taahhüt etmediğini söylerler.

Diğer hukukçular ise zimmîler gibi muste’menlerin de İslâm devletinin himayesi altında olduklarını, devletin onlara yapılacak haksızlıkları önlemesi gerektiğini belirtirler.


Mahkemenin davaya bakması için her iki tarafın da rıdâsının şart olup olmadığı yine tartışma konusu olmuştur.

Hanefîler’e göre gerek zimmî gerek muste’men olsun taraflardan yalnız birinin dava açması yeterlidir. Mâlikîler’e göre iki tarafın da rıdâsı şarttır.

Şafiî ve Hanbelî mezhebleri ise zimmîlerde yalnız bir tarafın, muste’menlerde iki tarafın rıdâsını gerekli görürler.

Bu konudaki ihtilâflar, genel olarak bir tarafın başvurmasıyla diğer tarafın kendi inancına aykırı bir hükümle mecbur tutulup tutulmayacağı hususuna dayanmaktadır.

İslâm mahkemesinin Gayr-ı muslimlerin davasına bakması halinde onların kendi hukukları değil İslâm hukuku uygulanır. Bu konuda çeşitli âyetleri delil gösteren İslâm hukukçuları (meselâ Mâide 42, 44, 48) görüş birliği içindedir.


Genel kural olarak Gayr-ı muslimlere uygulanacak kanun hükmü müslümanlara uygulanacak hükmün aynıdır. Ancak inançları gereği meşru saydıkları domuz ve şarap gibi mallarla ilgili tasarrufları ve yine kendilerince meşru kabul edilen diğer bazı hususlarda farklı hükümlere tabidirler. Bu konularla ilgili olarak hukukçular arasında da farklı görüşler mevcuddur. (Ahmed Özel, İslâm Hukukunda Ülke Kavramı, İstanbul 1991, s. 355-364)

Gayr-ı muslimlere hukuk davaları için tanınan adlî ve hukukî muhtariyet ceza davaları için söz konusu değildir. Bu bakımdan İslâm ülkesinde suç sayılan bir fiili işlediklerinde kural olarak onlara da İslâm ceza hukuku hükümleri uygulanır. Ancak kendilerine tanınan inanç hürriyeti gereği bu genel kuralın bazı istisnaları vardır. Meselâ içki içtiklerinde had cezası uygulanmazsa da kamu düzenini ihlâl etmeleri halinde ta’zîr cezası verilir.

Ayrıca mezheblere göre farklılık göstermekle birlikte bazı suçların teşekkülüyle ilgili olarak aranan şartların gayr-ı muslimlerde bulunmaması sebebiyle de bu suçlar için tesbit edilen cezaya çarptırılmazlar. Meselâ Ebû Yûsuf dışındaki Hanefî âlimlerine göre recm cezasında aranan ihsan şartı için müslüman olmak gerektiğinden zina yapmaları halinde zimmîlere recm değil celde cezası uygulanır.

Zimmîlerin aksine muste’mene ceza hukukunun uygulanması konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Ebû Yûsuf, zimmîlerde olduğu gibi muste’menlere de bütün ceza hukuku hükümlerinin uygulanacağını belirtirken aralarında farklı değerlendirmeler bulunmakla birlikte diğer hukukçular suçları Allah (toplum) hakkına veya kul hakkına yönelik olmasına göre grublara ayırmakta ve genel olarak toplum hakkının gâlib bulunduğu hadlerin muste’mene uygulanmayacağını söylemektedirler.
Bu konudaki ihtilâf, İslâm ülkesinde geçici olarak bulunan muste’menin hangi hükümlere uymaktan sorumlu olduğu noktasında toplanmaktadır (Özel, Sf: 369-372; TDV İslam Ansiklopedisi, Gayr-ı muslim, Zimmi md.)
 
Üst Ana Sayfa Alt