Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İSLAMDA HALİFELİĞİN ÖNEMİ OKUMADAN GEÇMEYİN....

M Çevrimdışı

muaz talha

Üye
İslam-TR Üyesi
ŞİKÂYET EDECEK BİR MAKAM VAR MI Kİ DERDİMİZİ ŞİKÂYET EDELİM?!

Öyle bir zamanda dünyaya gelmişiz ki; hiç bir şeyin değerinin olmadığı zalimlerin mazlumlara zulmettiği güçlünün güçsüzü yok ettiği bir hayatta yaşıyoruz. İnananların hayvanlardan daha değersiz görüldüğü, zenginin fakiri, büyük balığın küçük balığı yuttuğu, kadınları insan saymayan, yalnız reklâm aracı ve içgüdülerini tatmin edici bir meta sayan küfür nizamı demokrasinin baskısı altında yaşıyoruz.
3.3.1924’de Müslümanların liderliği ve Müslümanları temsil eden devletlerinin yok edilmesiyle ve halifelerinin de yurt dışına sürülmesiyle İslam’ın ve Müslümanların değerlerine saldırılar başlamıştır.

İslam beldeleri işgal edilmiş, topraklarımız elimizden alınmış, kadınlarımızın ve kızlarımızın namusları kirletilmiş ve de kirletilmeye ve iffetleri yok edilmeye devam edilmektedir.
İşte, böyle bir dünyada yaşamaktayız, bizim değer yargılarımız değişmiş, menfaatler ölçümüz olmuş, helalin ve haramın yerini menfaatçilik almış, İslami değerlerin kaybolduğu, tamamen İslam kültürünün yerini batı kültürünün aldığı bir dünyada yaşamaktayız.

İşte, böyle bir dünyada derdimizi anlatacak, bizleri dinleyip şer-i hükümlerle cevap verecek, Allah’ın hükmüyle hükmedecek olan devletten yoksun yaşıyoruz. Kış günü güneş vardır ama güneşin ısısı/sıcaklığı yoktur. Bu güneşin insanlara ısı yönünden hiç faydası dokunmaz, her yer soğuktur çünkü güneş dünyaya uzaktadır. İnsanlar da günümüzde İslam’a karşı aynen; kışın güneş altındaki soğuğu gibi davranıyorlar. İslam dininin mensupları, Müslüman olmalarına rağmen insanlar İslam’a çok çok uzak duruyorlar. İslam’ın insanlığa getirmiş olduğu bunca kıymetli nimetlerden faydalanılmaya yanaşmıyorlar. Nedeni ise; ‘inandık iman ettik’ diyenlerin iman vakıasını tam anlamıyla idrak edememelerinden kaynaklanıyor. İmâni noktada aydın düşüneceklerine yüzeysel bir şekilde tasdiklerini/kabullendiklerini görüyoruz. İşte, böyle olunca da kâfirler Müslümanlar üzerinde yol bulmuşlardır. Oysaki Allah (cc) bu konuda şöyle buyuruyor:


“…Artık Allah kıyamet gününde aranızda hükmedecektir ve kafirler için müminler aleyhine asla bir yol vermeyecektir.” (Nisa 141)

Bizim yaşadığımız zaman dilimi içerisinde de elbette ki gerçekten delile dayalı vakıaya uygun iman edenler de mevcuttur. Ama çoğunluk taklidi iman esaslarına göre iman etmişlerdir. İnsanların hayatlarında bundan dolayıdır ki İslam’a göre yaşantı yoktur. Tabii ki bu hiç yok anlamına gelmez. Vardır, ama öylesine!
Var olan İslam dışı yönetim biçimi Allah(cc) ile açıkça savaş halindedir. Gözükmekte ki demokrasiyi savunanlar, cennetin kapısının önüne oturmuş, kimseye geçit vermiyorlar, insanları cehennemlik amellerle meşgul ettiriyorlar. (Allah onlara lanet etsin!)
İşte, böyle bir dünyada doğmuşuz ve bundan başkasını da görmedik. İslam’ın geçmiş şanlı tarihine baktığımızda, iyi bir yönetim biçiminin var olduğunu görüyoruz. Yaşanmış tarihler ve insanlardan görgü şahitleri de bunu tasdik ediyor.

Bunları duydukça, bu konuda haber aldıkça ve de Dinimizin emretmiş olmasına, dünyada milyonlarca Müslüman’ın bulunmasına rağmen Müslümanların bir devletinin olmaması anlaşılır gibi değildir. Oysa akidemiz düşünce ve metottan ibarettir, hem dünyayı hem de ahireti alakadar eden bir dindir. İşte, bu gerçek unutulduğu için bizi savunacak, koruyacak ve kollayacak olan bir devletimizin varlığından pek bahsedilmiyor.

Hatta yönetimin adının RAŞİDİ HİLAFET olduğu duyulduğu halde insanlar ona kulak tıkamakta. İşte o devlet ki 1296 sene dünyada hayat sürmüş, mazlumun yanında zalime karşı durmuş, tebaasına karşı adaletli davranmış, herkese şer-i hükümleri uygulamış, kendi ideolojisi olan İslam’ı âleme cihat yoluyla taşımış, İslam’ın tatbikini 3 MART 1924’e kadar getirmiştir. Ondan sonraki Müslümanlar dinlerinde gevşek davrandıklarından, yeterli anlayamadıklarından olsa gerek ki günümüzde bu noktaya gelinmiştir. Ne yazık ki şu an eşkıya dünyaya hükümdar olmuş ve büyük bir kitle ona boyun eğmiş yaşamını sürdürmektedir.



Yine; günümüzde Müslümanların devleti olmadığını, bu devletlerin İslam’ı esasları ölçü almadığını yani bizi temsil etmediğini, Müslümanların derdiyle dertlenmediğini, ancak temsil ettiği ideolojiyi koruduğunu, yalnız içte ve dışta sömürgecilere hizmet ettiğini, bizim değerlerimizi yok edip namuslarımızı kirlettiğini, topraklarımızı sömürgecilere peşkeş çektiğini, kısacası temsil ettiği dine hizmet ettiğini gördük ve öğrendik.


Evet, bizimde bir devletimiz olsaydı bizi şemsiyesi altına alırdı ve yazda kışta korurdu. Çünkü

Resul (sav) buyuruyor:
“Muhakkak ki imam (halife) kalkandır. Onunla savaşılır ve korunulur.” (Müslim)
Yaptırıcı ve caydırıcı güce sahip olana devlet denir. Günümüzde nasıl ki küfür devletler kendine sadık olanları/koruyup kolluyorsa; İslam devleti Hilafet olsaydı o da kendi tabasını yazda kışta korur ve kollardı. Hatta bu koruma küfür devletlerinin menfaatçi koruması gibi değil İslam’ın hükümleri çerçevesinde adaletli bir koruma olurdu.

Müslümanları temsil eden devlet olsaydı muhakkak ki günümüzdekilerden yüzlerce defa daha iyi olurdu. Hatta kıyaslanamayacak şekilde. Çünkü o devletin ölçüsü kitap ve sünnettir. İşte, devlet budur!

Resullullah (sav) şöyle buyuruyor:
“Dininizin başlangıcı nübüvvet, rahmettir sonrada nübüvvet minhacı/yolu üzerine hilafet olacaktır daha sonrada nübüvvet yönetimi üzerine hilafet tekrar gelecektir buyurmaktadır.” (Musned)
İnandığımız ve iman ettiğimiz dinimizi âleme taşıyacak olan, soğukta ve sıcakta koruyacak olan, hatalarımızı görüp günahlardan önleyecek, dertlerimi şikâyetlerimizi dinleyecek, şer-i hükümler çerçevesinde bütün problemlere çare olacak devlettir o.
Aynı zamanda her kesimin şikâyet makamı olduğunu bizlere inandığımız kitabımız ve bizlere hayatta her şeyi ile örnek olan Resul (sav) haber veriyor. Böyle bir Merciinin varlığını, yani aradığımız makam olan, ümmetin ve bütün insanlığın kurtuluşunu sağlayıp, zalime karşı mazlumun yanında yer alan Hilafetten bahsediyor. O devlet ki küfrün hiçbir fikrine, hadaratına, müsaade etmeyecektir.


Evet, elbette ki küfür nizami olan kapitalizm her zaman için doğruların karşısında durmaktadır. Çünkü kuruluş amacı; insanları yegâne bir eşyadan farklı görmemesindendir. Bundan dolayı İngilizler Lozan’da sömürgelerini kolaylaştıran kararların anayasaya konulmasını, bununla birlikte o kararlara dokunulmamasını veya teklif dahi edilmemesini şart koşmuştur. Mesela şu kararlar gibi;

1) Hilafet tam manasıyla ilga edilecek, halife ülke sınırları dışına sürülüp tüm servetlerine el konulacaktır.
2) Türkiye hilafet taraftarlarının yürüttüğü her hareketi yok etmeyi taahhüt edecektir.
3) Türkiye İslam ile bağını koparacaktır.
4) Türkiye İslam şeriatından elde edilmiş anayasasının yerine laik bir anayasa benimseyecektir.
İşte, bu kararları aldıran İngilizler ve bütün sömürgeciler, aldırmış oldukları kararlarını Cemiyet-i afkâm (o günün Birleşmiş Milletleri) kuruluşuna onaylatmışlardır. Bu belirlenmiş yasalar çerçevesinde sömürgeci devletlerin sömürgeleri veya geri dönüşleri meşrulaştırılmış/yasal hak kabul edilmiştir. Onun içindir ki bu yasalar Türkiye cumhuriyetinin dokunulmazlarındandır çünkü bu yasaların kaldırılması demek İngilizlerin savaş açması manasına gelmektedir.


Düşünün, bu şekilde bir anayasa benimseyen, Müslümanların dinlerini yaşamaya ve hayata geçirmeye engel olan bir devlet hiç İslam’a ve Müslümanlara yardım eder mi? Bu cumhuriyetin İslam’a hiç faydası olur mu? Çünkü bu devletlerin varlığı İslam’a karşı kurulmuş olmalarıdır. Kukla bir yapısı bulunan bu devlet İslami olan birçok kavramı kaldırdı veya değiştirdi. Örneğin; cihad kavramı gibi. Oysa cihad; İslam’ın bir emridir ve de daveti taşıma metodudur. Cihad; daveti taşırken önünde bulunan maddi engelleri kaldırmaktır.

Bu kavramın değiştirilmesi veya içerisinin boşaltılmasında sömürgeci devletler ve bunun başını çeken İngilizlerin parmağı vardır.
Sömürgeciler bu dini ümmetten uzaklaştırmaya ve göstermemeye var güçleri ile çalıştılar. Oysa (ümmetin uzak kaldığı) bu din her meseleye çözüm getirmiş, hiçbir eksik bırakmamıştır. Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:


“…Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.” (Maide 3)

Dinin çözümün kaynağı olduğunu anlayan sömürgeciler insanları dinden uzaklaştırarak problemlerle boğuşmaya terk etmişlerdir. Böyle olunca da insanlar çaresizlik içerisinde kıvranıp durmaktadır.

Dini anlamak; çözümü, fikrini ve metodunu bulmak demektir. Anlamazlıktan gelerek, duyarsız davranarak, dini problemlerin kaynağı yapmak güzelliklerden uzaklaşmak demektir. Güzellikler dinin kendisindedir. Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“And olsun, Allah’ın Resulünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab 21)



Bu ayetler ve bu minvalde gelen birçok hadis-i şerif inananlara yön çizmektedir.
Evet, her ne kadar kâfirlerin baskısı, hain idarecilerin saptırmaları olsa da burada Müslümanların dinlerini anlayış, itaat ve uygulama noktasında çok eksiklerinin varlığını ortaya çıkartmaktadır. Şunu da belirtelim ki kâfirlerin ve hain idarecilerin baskılarının olması dini eksik anlamanın mazereti olamaz. Bu olsa olsa Müslümanların imanlarının gereği olanı dinlerine sahip çıkmadıklarının bir semeresi olsa gerek. Küfür sistemleri içerisinde yaşıyor olmamız dinden soyutlanmak anlamına gelmez. Aksine daha sıkı bir şekilde sahiplenmeyi gerekli kılar. Bu konuda en güzel örnek Resulullah (sav)’in müşrik düzen içerisinde davası için gösterdiği çabadır.
Resul (sav) İslam’la görevlendirildiği zaman aynı günümüz cahiliye hükümlerinin hâkim olduğu bir düzenle karşı karşıya gelmişti. O gün bu günden daha şedit ve daha zalimceydi.

Çok az sayıda Müslüman’la bu dinin/İslam’ın hem fikrini hem de hayatını yeşertiyordu. Dar-ul küfürden Dar-ul İslam’a geçiş için bütün zorluklara direnerek, taviz vermeden çalışmasını devam ettirdi. İşte o şanlı Resul (sav) Mekke’de ne yapmışsa bize örnek teşkil etmektedir. Çünkü yüce Allah’a imana ve onun dinini yaşamaya davet ediyordu. O en güzel örneklerle donatılmıştı.

Her işimizde O’na uymakla emir olunduk. Buna uyan Müslüman; cumhuriyet, laiklik, kapitalizm ve demokrasinin küfür sistemi olduğunu anlar onlardan elini, desteğini çeker.


Elbette ki küfür sistemleri böylesi bir yönelişin önüne setler çekeceklerdir. Birçok kurumlar, istekleri doğrultusunda çalışan partiler, teşkilatlanmalar ve bunlar yolu ile bir çok İslam’danmış gibi gösterilen yanlış fikirler Türkiye gibi bütün İslam memleketlerinde, Ümmetin beyninde bir ur olarak inşa edildi. Bu teşkilatlardan birçoğu devlet tarafından her şeyiyle desteklenmektedir.
Her ne olursa olsun Resulün yolu bizim yolumuzdur. O, böylesi ortamlarda nasıl hareket edileceğini çok açık bir şekilde ümmetine göstermiştir. Mekke’deki çalışmasıyla sahabeyi kiramı yetiştirmesi bunun açık bir örneğidir. Ve yine küfrün cazip tekliflerini geri çevirmesi ve yüzlerine çarpması bugün içinde geçerlidir.


Hak ve batıl kavgası!
Evet, müşriklerle her alanda çatışma yaşanmıştır. Bugün de küfür sistemleriyle her alanda bir çatışma vardır. Onlar ibadetlerimize dokunmadıklarını, dinin vicdani bir konu olduğunu, herkesin inançlarında serbest olduklarını söyleyip duruyorlar. Yalan söylüyorlar! Çünkü onlar İslam’ın hiçbir şeyine tahammül edemezler. Dini fertlerin vicdanlarına hapsetmek isteyen onlar, İslam’ın bir hayat sistemi olduğunu birçok Müslüman’dan daha iyi biliyorlar.

Evet, İslam dini ferdiyetçi bir din anlayışından çok çok uzaktır. Yalnız ruhani bir dinde değildir. Çünkü İslam dini fertle olduğu gibi toplumla da ilgilenir. Bu onun yapısında vardır. Zira İslam bir ideolojidir. Hayatla alakası olduğu gibi Ahiret ile de alakası vardır. İslam dini; insanın Rabbiyle, nefsiyle ve insanlarla olan alakaları da kapsar, bunlara çözümler getirir.
İşte asıl kavga/hak-batıl kavgası bunun içindir. Hâkimiyet, hükmetme kavgasıdır. Allah (cc) şöyle buyuruyor:


“…Hüküm ancak Allah’ındır...” (Yusuf 40)



Daha önce de var olan Hak-batıl mücadelesi, İslam dininin geldiği andan itibaren de kendini göstermiştir ve de kıyamete kadar devam edecektir. Bunun için Resulullah (sav) cahiliye döneminde yanlış fikir ve düşüncelerin yerine Hak’tan gelen doğru fikir ve düşünmelerin hâkim olması için mücadele vermiştir. Günümüzde de olması gerekli olan böylesi bir çalışmadır. Çünkü vaka itibariyle arada bir benzerlik vardır. O gün kavga müşriklerle idi bugünse kâfirler ve de kendisini Müslüman sanıp da küfre/demokrasiye, cumhuriyete, laikliğe davet edenler arasındadır. Mekke’yle tek farkımız; o gün müşrikler vardı bugünse onların zihniyetini taşıyan torunları var.


Evet, Resul (sav)’in çalışması önce fikirler üzerinedir çünkü Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Rad 11)
O zaman, önce fikri bir ihtilal yapıldı fikri bir değişim yaşandı. Bu günde yapılması gereken budur.
Tarih tekerrür etmiştir, yani dünya dar-ul küfre ve dar-ul müşrikine geri dönmüştür. Bunu tekrar dar-ul İslam’a döndürmek için çalışmak Müslümanlara farz-ı ayn’dır.


Allah (cc) Şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler Allah ve Resulü sizi size hayat verene davet edince ona icabet edin...” (Enfal 24)


Allah’ım sabır kalelerimizi sağlamlaştır, Allah’ım bizlere bir vücudun azaları gibi olma bilincini bahşet, Allah’ım bu ümmete zalimlerin kâfirlerin ve işbirlikçilerin tasallutundan kurtulup tek bir devlet, tek bir halife etrafında (daha önce başardığı gibi) dünya sahnesinde izzet ve şeref dolu, senin rızana layık tekrar bir tarih yazmayı lütfet. Âmin.
 
TUVEYLİB Çevrimdışı

TUVEYLİB

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bu Hızbut tahrirciler anlamak mümkün değil. Senelerdir Hilafet diyorlardı Allah kendilerini imtihan etti, Allah hilafet verdi ancak onlar sınıfta kaldılar, Samimi olmadıkları anlaşıldı...
 
Üst Ana Sayfa Alt