Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu İslam'da Kerâmet

Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
İslamda Kerâmet





Kerâmet Nedir ?

Allah (c.c.), velîlerine zaman zaman ikramlarda bulunur; Kâinatın işleyişinde kudretine perde yaptığı sebepleri onlar için bir derece ortadan kaldırıp, normal sıradan insanlara olağanüstü gelen bazı fiilleri veli kullarının elinden gösterebilir; bu tür ikramlara İslamî terminolojide 'keramet' denmektedir ki, en büyük keramet de Sırat-ı Mustâqim üzerinde sapmadan gidebilmektir.
İslam'daki Veli kavramını, tasavvufun miskin, bid'atçi, cahill şeyhleri zannedenler muthiş bir yanılgıdadır. Allah'ın dostlarıyla şeytanın dostlarını karıştıranlar, uçurdukları zatların ellerinde görülen sıradan olayları her fırsatta Keramete bağlamayı alışkanlık haline getirir, abartma ve şişirmeler o dereceye varır ki, Veli'sinin "üzerlerine yağmur bile düşmüyor" lanetini, Allahın bir lutfu sanarak uydurup, anlatma yoluna girerler.

Zaman zaman şâbeze (gözbağcılık), sihir, nîrencat. meharîk. falcılık, kahinlik, muneccimlik gibi şeylerin kerametle karıştırılması tabiat kanunlarına güveni sarsmış, bu durum birçok bâtıl inancın, hurafenin, hayal ürünü hususların yayılmasına ve toplumu olumsuz yönde etkilemesine sebeb olmuştur. Baştan beri keramet konusuna ulemanın ihtiyatlı yaklaşmasının sebebi budur.
İbnu'l-Cevzî, keramet olarak gösterilen bazı şeylerin şeytanın oyunu olduğunu, bunların bir kısmının saf kişilerin olağan hadiseleri olağan üstü olarak algılamalarından kaynaklandığını, bazen da tesâdufen vukua gelen olayların kerâmet şeklinde anlaşıldığını, bazı kurnaz kişilerin birtakım sahtekârlıklarla bu tür olayları keramet olarak takdim edib halkı sömürdüklerini
anlatır.(Telbisu İblis, sf: 364-373)


Salih bir kimsenin eli üzere bir harikuladeliğin yani kerametin vuku bulması mümkündür. Ancak kerametin hak olması, her velinin bu türden kerametlerinin mevcud olmasını gerektirmez. Velâyet, bu tür bir olağan üstünlüğe muhtaç değildir (İbn Ebi'l-Izz el-Hanefî, Şerhu Akide fi't-Tahâviyye, Beyrut 1392 s. 561).

Kerâmet hak olmakla birlikte, halkın bu tür olaylara aşırı merak duymaları ve kimi çevrelerin şeyhlerinin propagandası için kerâmet konusunu basamak olarak kullanmaları, kerâmeti olduğundan farklı sınırlara taşımıştır. Gerek Kur'an'dan ve gerek Sünnet'ten keramete delil olarak zikredilen nasslar incelendiğinde bu tür olağanüstülüklerin, ancak salih kişinin bir sıkıntıyla karşı karşıya kalması durumunda söz konusu olabildiği, her zaman böyle bir şeyin vuku bulmadığı görülecektir.

Kerâmet ; kerâmetin vuku bulması, salih kişinin ne iradesi ve ne de bilgisi dahilinde olan bir husustur, çoğu zamanda kerameti fark etmez, diğer insanlar fark eder. Kendisine gösterdiği kerametten bahsedilince mahcub olur, onu kendinden bilmez. İlâhî bir lutuf olmakla beraber keramete mazhar olan bir velî kendisinden böyle bir hal zuhur ettiği için bu halin bir mekr, istidrâc ve ibtilâ olmasından korkar. Bu ihtimali dikkate alan velî kerâmetle denenmek istendiğini düşünerek endişe eder. Bir yandan Allah'ın lutfuna nail olduğu için O'na şükreder, daha çok bağlanır, öte yandan da bunun sorumluluğundan ve getireceği sonuçlardan kaygılanır. Bundan dolayı kendisinden zuhur eden hali ifşa etmez ve bu hal sebebiyle insanların gösterdiği teveccuhun nefsini şımartabileceğini hesaba kadar.

İmam-ı Azam'ın el-Fıkhu'l-Ekber adlı eserinde yer alan, "Evliyanın kerameti haktır" ifadesi Hanefî fakihleri ve Maturîdî kelâmcıları tarafından tekrarlanmıştır. Hanbelîler ve Selef mezhebi mensubları da kerametin hararetli savunucuları olmuşlardır. (İbn Teymiyye, el-Furkan beyne Evliyai'r-Rahmân ve Evliyâi'ş-Şeytan, S. 77)


Mucize, peygamberin peygamberliğini isbat ettiğinden yapılması gerekli olduğu halde, keramette aslolan gizlenmesi ve açığa vurulmamasıdır (Kuşeyri, er-Risâletu'l-Kuşeyriye, Mısır (t.y.), II, sf: 660). Veli ise, gösterdiği harikuladeliğin kerâmet olduğunu iddia edemeyeceği gibi başkası da kesin olarak‚ "bu kerâmettir" diyemez. Zira bu meydana gelen harikuladelik bir aldatmaca olabilir (Kuşeyri, er-Risâletu'l-Kuşeyri , II, 661)
Vukû bulduğunda da, salih kişinin o sıkıntısını hafifletmek veya yok etmek; o sıkıntıyı atlatmak için bir çıkış yolu şeklindedir.

Alim denilen şahıs, istediği zaman istediği kerameti! yapıyorsa bu keramet değil, sihirdir! Bir kişi istediği zaman istediğini yapıyorsa bu göz boyamacılığı/sihirden başka bir şey değildir! Çünkü kerâmet, şahsa kendinden menkul olan bir vasıf değildir. Bilhassa ehli tasavvufta, keramet konusunda sapmalar bu konudan gelmektedir.

Âlimler, özellikle Meryem suresinin 24-26. âyetlerini, Kehf sûresinin 16-17. âyetlerini ve Âl-i İmrân sûresinin 37. âyetini kerâmete delil olarak zikrederler. (Râzî, et- Tefsiru'l Kebîr, Tahran (t.y), VIII, 30; Ebu's Suûd, İrşâdu'l-Aklı's-Selîm, Kahire (t.y), II, 31; Tabatabâî, el-Mizân fi Tefsîri'l-Kur'an, Kum (t.y), III, 174-175)

Suleyman (a.s.)'ın vezirlerinden birinin Belkıs'ın tahtını Yemen'den Filistin'e göz açıb kapamadan getirmesi (Neml, 40), Kehf suresinde anlatıları ashâb-ı kehf kıssası salih insanların kerâmetine örnektir (Kehf, 9-25). Meryem suresinde Meryem'in kuru hurma ağacını sallaması sonucu yaş hurmaların düşmesi hadisesi de Meryem'in kerâmetlerindendir. (Meryem, 19)

Hadis-i şeriflerde bu konudaki rivayetler ise şöyledir: Abd b. Cuveyîn henüz beşikte olan bir çocukla konuşması (Buhârî, Enbiyâ, 48). Sahibiyle konuşan inek kıssası (Buhâri, Enbiya, 54). Ömer'in Medine'den Nihavend'deki İslam ordusunun kumandanı Sariye "dağa çık diye seslenmesi" ve Sariye'nin bunu duyması (İbn-i Hacer, el-İsâbe, II, 3)

Mûcize kerâmet için asıl, keramet ise mûcizenin bir fer'idir. Kişinin eli üzere kerametin zuhur etmesi, o kişinin peygambere ittibâının bereketiyledir. Böylece kerâmetler, aslında peygamberlerin mucizelerine dahildirler. (İbn Teymiyye, el-Furkan beyne Evliyai'r-Rahmân ve Evliyâi'ş-Şeytan, Beyrut 1390 h. sf: 124)

Bu sebebledir ki kerâmet, ancak şerîata bağlı kimselerden sadır olur. Şerîata bağlı olmayan kimselerin gösterdiği harikulâdelikler keramet değildir. Ayrıca kerâmetin kendisi, mubah olan şeyler cinsinden olmalıdır. Keramette şerîatın emirlerine muhalif unsurlar bulunamaz.
Keramet, ilmin yollarından sayılmaz ve başkalarına delil olamaz. Hele onu, kişinin masumiyetine ve söylediği herşeyin doğruluğuna yormak, İslam'ın prensipleriyle taban tabana zıttır (İbn Teymiyyle, el-Furkan beyne Evliyai'r-Rahmân ve Evliyâi'ş-Şeytan, Beyrut 1390 h. sf: 48-49)


Buharî'nin kaydettiği, Ebu Hurayra'den gelen bir rivayette Ebu Hurayra (r.anh) dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) on kişilik bir seriyye'yi (düşmanı) gözetlemek üzere gönderdi. Onların başlarınada Ömer b. el-Hattab (r.anh)'ın oğlu, Âsım'ın dedesi olan Âsim b. Sabit el-Ensarî'yi (Âsim b. Sabit, Âsim b. Ömer in dayımıdır; dedesi değildir, (İbn Hâcer. Fethu'l-Bârî, VII, 361) emir tayin etti. Usfân ile Mekke arasında bir yer olan el-Hed'e'ye kadar yol aldılar.

Orada bulundukları bir sırada Lihyânoğulları diye anılan Huzeylli'lerden bir takım kimselere kendilerinden süz edildi. Lihyânoğulları hepsi de iyi ok atıcısı olan ikiyüz kişi dolaylarında bir süvari birliği ile üzerlerine gittiler, izlerini tâkib ettiler. Sonunda (seriyyedekilerin) Medine'den azsk olarak beraberlerinde aldıkları, yedikleri hurma artıklarını buldukları bir yere kadar gittiler. Bunun üzerine: Bu Yesrib hurmasıdır, diyerek izlerini takip etmeye devam ettiler. Âsim ve beraberindekiler onları görünce Fedfed diye bilinen yüksekçe bir tepeye sığındılar. Gelen süvariler etraflarını kuşattı ve onlara; İnin, bize teslim olun. Sizden hiçbir kimseyi öldürmeyeceğimize dair söz ve teminat veriyoruz, yemin ediyoruz, dediler. Seriyyenin kumandanı Âsim b. Sabit dedi ki: Allah'a yemin ederim ki ben bugün bir kâfirin himayesine sığınarak buradan inmeyeceğim. Allah'ım sen bizim durumumuzu peygamberine haber ver. Lihyanoğullarından olan okçular, ok atmaya başladılar ve yedi ok ile Asım'ı öldürdüler. Onlardan üç kişi söz ve ahidlerine güvenerek indiler. Bu üç, kişi ensardan olan Hubeyb, İbnu'd-Desinne ve bir başka kişi idi. Onları ellerine geçirdikten sonra yaylarının kirişlerini çözüp, onları bağladılar. Üçüncü kişi: İşte bu, verilen sözü bozan ilk harekettir. Allah'a yemin ederim, ben sizinle birlikte olmam. -Şehid edilenleri kastederek- Bunlar bana örnektir, dedi. Beraberlerinde götürmek üzere, onu çekip sürüklemek istedilerse de kabul etmedi ve sonunda onu da öldürdüler.
Hubeyb ve İbnu'd-Desinne'yi beraberlerinde götürdüler ve Bedir vakasından sonra bunları Mekke'de sattılar. Hubeyb'i, Haris b. Âmir b. Nevfel b. Abdimenafoğulları satın aldı. Bedir günü Haris b. Amir'i öldüren, Hubeyb idi. Hubeyb yanlarında esir kaldı.
Ubeydullah b. İyad'ın dediğine göre, Haris'in kızı kendisine şunu anlatmış: "Onu (öldürmek üzere) karar verdikleri için Haris'in kızından (etek) traşı olmak üzere bir ustura istedi, O da bu usturayı ona verdi. Farkında olmadığım bir sırada, onun yanına gitmiş bulunan oğlumu aldı. Kadın dedi ki: Ustura elinde bulunduğu halde oğlumu baldırının üstünde oturtmuş olduğunu gördüm. Öyle bir dehşete kapıldım ki korktuğumu Hubeyb de yüzümden anlamıştı.
Onu öldüreceğimden mi korkuyorsun? Asla böyle bir şey yapacak değilim, dedi.
Haris'in kızı der ki: Allah'a yemin ederim, Hubeyb'ten daha hayırlı hiçbir esir görmüş değilim. Allah'a yemin ederim, bir gün elinde bir üzüm salkımı bulunduğunu ve ondan yemekte olduğunu gördüm. Bu sırada kendisi zincirlere bağlı idi ve Mekke'de de meyve namına bir şey yoktu. Haris'in kızı derdi ki: Hiç şubhesiz o yüce Allah'ın Hubeyb'e gönderdiği bir rızıktı. Hubeyb'i öldürmek üzere onu Harem'in dışına çıkarttıkları vakit, Hubeyb onlara: Bırakın iki rek'at namaz kılayım, dedi.
İki rek'at namaz kılmasına musaade ettiler. Sonra dedi ki: Eğer benim ölümden korktuğumu zannetmeyecek olsaydınız daha da kılardım.
Sonra şöyle dua etti: "Allah'ım onların hepsini tek tek tesbit etmişsindir. Onların herbirisini layık olduğu şekliyle arka arkaya öldür. Onlardan geriye kimseyi bırakma."
Daha sonra da dedi ki:
Müslüman olarak öldürüldükten sonra aldırış etmem,

Allah yolunda hangi yanıma düşüp öldüğüme.
Bu ölüm Allah için olmuşsa eğer, dilerse O;

Azaları parça parça edilmiş bir vücudun eklemlerini mubârak kılar."
Harisoğulları -sonra- onu öldürdüler.
Bu şekilde idam edilen herbir müslüman için iki rek'at namaz kılma sünnetini ilk başlatan Hubeyb oldu.
Yüce Allah öldürüldüğü günü Âsım'ın duasını kabul buyurdu. Peygamber (s.a.v.) ve ashabına onların durumları ve karşı karşıya kaldıkları haller haber verildi.
Âsım'ın öldürüldüğü kendilerine haber verilen Kurayş kâfirlerinden bazıları O'na ait olduğunu bilecekleri vücudundan bir parça getirsinler diye bir takım şâhıslar gönderdiler. Çünkü Âsim, Bedir günü onların ileri gelenlerinden birisini öldürmüştü. Yüce Allah Âsım'ın üzerine adeta bîr gölge, bir bulut gibi eşek arısı sürüsü gönderdi ve arılar Kurayş'in gönderdikleri adamlara karşı Âsım'ı korudular, onun etinden bir parça kesme imkânını bulamadılar
. (Buhari, Cihâd 170, Meğâzî, 10, 28; Musned, II, 294, 3, II)

İbn İshâk bu kıssa ile ilgili olarak der ki: Âsim b. Sabit öldürüldüğünde Kuzeyli'ler, Sa'd b. Şubeyd'in kızı Sulâfe'ye salmak maksadıyla onun başını almak istediler. Çünkü Sulâfe'nin, Uhud'da iki oğlu öldürülünce; eğer onun başını eline geçirecek olursa kafatası ile şarap içeceğine dair adak adamıştı. Ancak gönderilen arılar onun kafasını almalarına imkan vermemişti.
Bu arılar onlara engel olunca kendi aralarında: Akşam oluncaya kadar ona ilişmeyin, dediler. Akşam olunca arılar yanından uzaklaşacak, biz de kafasını alırız. Daha sonra yüce Allah vadide bir sel baskını gönderdi, bu sel Âsım'ı alıp gitti. Âsim yüce Allah'a hiçbir muşrike el değdirmemek ve hayatta kaldığı sürece hiçbir muşrikin kendisine elinin dokunmasına imkân vermemek üzere süz vermişti. Yüce Allah da hayatında kabul etmediği bu işi vefatından sonra da engelledi.

Rasûlullah (s.a.v.)'ın tek başına gözcü olarak gönderdiği Amr b. Umeyye ed-Dami'den şöyle dediği nakledilmektedir: Hubeyb'in idam edildiği dar ağacının yanına vardım, üzerine çıktım. Bununla birlikte çevredeki gözcülerden korkuyordum, hemen onu çözdüm, yere düştü. Sonra aşağı indim, bir süre bekledim. Ona doğru baktım, adeta yer onu yutmuştu.
Bir başka rivayette şöyle denilmektedir: Şu ana kadar biz Hubeyb'in cesedinin ne olduğunu bilmiyoruz. Bunu Beyhakî zikretmiştir. (İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 11/84-88)


İmamiyye Şîa'sı da kerâmeti savunur. Bu mezhebe göre on iki imamdan her birinin kerametleri, hatta mucizeleri vardır. Ehl-i sünnet, peygamberlerden zuhur eden harikulade hallerin dışında mûcize tabirini kullanmadığı halde Şîa özellikle masum imamların kerâmet ve mûcizeleri bulunduğunu kabul eder. (Şeyh Mufîd, sf: 77, 79) Şîa'ya göre sefir ve bab denilen Şiî din adamlarından da mucizeler zuhur edebilir.
Kuleynî, imamların gösterdikleri kerâmetlere ve mûcizelere örnekler verir. (el-Uşûl mine'l-kâfi, I, 231, 256-260) İkindi namazını geçiren Ali (r.anh)'nin bu namazı vaktinde kılması için batan güneşin geri geldiği Şîilik'de mutevâtir bir haber olarak kabul edilir.



Keramet ve Mucize Arasındaki Fark
Kerâmet ile mûcize arasında birtakım farklar bulunur. Kerâmet ve Mûcizenin biribirine karıştırmak mümkün değildir. Aralarındaki farklar ise, özet olarak şöyledir:
1- Mûcize, peygamberin peygamberliğini isbat ettiğinden yapılması gerekli olduğu halde kerâmette aslolan gizlenmesi ve açığa vurulmamasıdır. (Kuşeyri, er-Risâletu'l-Kuşeyriye, Mısır (t.y.), II, 660)
Keramet ile mucize arasındaki farka gelince, kerametin şartlarından birisi gizii tutulmasıdır. Mucizenin şartlarından birisi ise açığa çıkarılmasıdır. Bir görüşe göre keramet ortada bir iddia olmaksızın görülen haldir. Mucize ise peygamberlerin peygamberlik davası ile birlikte çıkan bir haldir. Onlardan peygamberliklerine dair delil istenir ve bunun akabinde mucize ortaya çıkar.

2- Peygamber, mûcizesini, mûcize olarak takdim eder ve ona kesin olarak inanmak gerekir. Veli ise, gösterdiği harikuladeliğin kerâmet olduğunu iddia edemeyeceği gibi başkası da kesin olarak 'bu kerâmettir' diyemez. Zira bu meydana gelen harikulâdelik bir aldatmaca olabilir (Kuşeyri, er-Risâletu'l-Kuşeyriye, Mısır (t.y.), II, 661).
3- Mûcize, kerâmet için asıl; keramet ise mûcizenin bir fer'idir. Kişinin eli üzere kerâmetin zuhur etmesi, O kişinin peygambere ittibaının bereketiyledir. Böylece kerametler, aslında peygamberlerin mucizelerine dahildirler (Ibn Teymiyye, el-Furkan beyne Evliyai'r-Rahmân ve Evliyâi'ş-Şeytan, Beyrut 1390 h. Sf: 124)

Bu sebebledir ki kerâmet, ancak şerîata bağlı kimselerden sadır olur. Şerîata bağlı olmayan kimselerin gösterdiği harikuladelikler keramet değildir. Ayrıca kerâmetin kendisi, mubah olan şeyler cinsinden olmalıdır. Kerâmette şerîatın emirlerine muhalif unsurlar bulunamaz.

Kerâmet, ilmin yollarından sayılmaz ve başkalarına delil olamaz. Hele onu, kişinin masumiyetine ve söylediği herşeyin doğruluğuna yormak, İslam'ın prensipleriyle taban tabana zıttır. (Ibn Teymiyye, el-Furkan beyne Evliyai'r-Rahmân ve Evliyâi'ş-Şeytan, Beyrut 1390 h. Sf: 48 49)

Keramet ve İstidrac Arasındaki Fark
İstidrac ; mûmin olmayanların, kainattaki kanunlara aykırı olarak, keramet gibi sahibinin haberi olmadan ve zamanın belli olmadığı gibi değil, aksine İstidracı gösteren kafir / fâsık istediği zaman istediği yerde gösterdikleri hârikulade hallere de istidrac denilir.
Mesela; Hind fakirlerinin uzun süre aç durmaları, ateşte yürümeleri, vucutlaarına şiş değil kılıç sokmaları ve su içinde uzun süre havasız durabilmeleri gibi hallerdir.

121379-8850.jpg
Allah'ın kendilerine verdiği büyük nimetleri, sıhhat, kabıliyet, başarı, makam ve mevkileri; dünya hayatında çıkardıkları her türlü fısk, fitne ve fesatlarına, isyan ve fucurlarına rağmen başlarına ilahî felaketlerin gelmemesini, daha doğru deyişle gecikmesini haklarında hayır sanan Şeytan'ın velileri azgınlıklarında daha da ileri giderler ve sonunda helaktan kurtulamazlar. Fakat, helaklerine kadar içinde bulundukları durum, Allah'ın onları aslında derece derece helake götürmesinden başka bir şey değildir; yani sadece‚ istidrac'tır.
"Ayetlerimizi yalanlayanlar(a gelince); Biz, onlar bilmedikleri yönden istidraca tabi tutarız (derece derece helake götürürüz) (A'râf, 192)

Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâla'nın bir kula günah işlemesine rağmen dünyada sevdiği şeyleri ihsanda bulunduğunu görürseniz bilin ki o istidracdır."
Peygamber sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: "Kendilerine hatırlatılanları unuttuklarında onlara her şeyin kapısını açtık. Nihayet kendilerine verilen nimetlere sevinip zevke dalınca onları azabımızla ansızın yakalayıverdik. Hemen ümitsizliğe kapılıb şaşkına döndüler." (En'am, 44) (Ahmed b. Hanbel, IV, 145)

"Bir kişinin havada uçtuğunu, denizde yürüdüğünü veya ağzına ateş koyup yuttuğunu görseniz, fakat dine uymayan bir iş yapsa, keramet ehliyim dese de, onu büyücü, yalancı, sapık ve doğru yoldan saptırıcı bilin!" (El-Munire)

İstidrac hali görünen kafirin, hilesinin ortaya çıkıp rezil olmasına "ihanet" denir. Uluhiyyet veya nubuvvet iddiasında bulunan veya büyü yapan bir kimsenin, misyonunu yalanlayacak olaylarla karşılaşabilir. Başka bir ifadeyle; kafirin elinde iddiasının aksini kanıtlayan harikuladelerin vuku bulmasıdır (Tehanevî, "hârik" md.].
Nubuvvet iddiasında bulunan Museylimetu'l Kezzâb'ın tek gözü kör olan birini iyileştirmek isterken diğer gözünü de kör etmesi, az olan kuyu suyunu çoğaltmak isterken suyun tamamen çekilmesine sebeb olması gibi olaylar ihanete örnek olarak zikredilir (Bâcûrî, s. 298-299).



Kerâmet ve Keşiflerin Kabulünde Ölçü

Bunlardan çoğu, şayet incelenirse, şu itikad üzere oldukları görülür:
Bazı konularda kendilerinden mukâşefe sadır olur veya insanların çoğunun yapamadığı harikuladelikler gösterir. Mesela:
İşaretle bir şahsı öldürüvermesi, vasıtasız bir şekilde havalarda uçması. Olduğu yerde görünmesine rağmen, aynı zamanda Mekke ve benzeri yerlerde de görünmesi, su üstünde yürümesi, tasını boşlukta tutarak içine su doldurması, bilinmeyen yerlerden gıda alması, zaman zaman insanların gözlerinin önünden yok olması, uzaklardan kendisini yardıma çağıranın yardımına, bulunduğu yerden yardım etmesi, çalınan bir malın nereye saklandığını hiç aramadan haber vermesi, gibi, harukulade şeyler.
Bütün bu saydığımız şeyleri yapmakta olmaları, yapanların veli olduğunu göstermez, ispatlamaz. Gerçek evliyanın kanaati odur ki:
Bir kimse havada uçsa, su üstünde yürüse gene de aldatıcı olabilir ve arkasından kayıtsız şartsız bir biçimde gidilmez. Fakat bu fevkaledikleri göstermenin yanında, Allah Rasulüne itaat ettiği de açıkça görülüyorsa, onun yasak ve emirlerini olduğu gibi yerine getiriyorsa, böylesinin bir veli olduğuna inanılabilir ve sözleri yerine getirilmeye değer bulunabilir.
Gerçekte, velinin kerametleri yukarda saydıklarımızdan daha da büyüktür. Zira yukarıda saydığımız işleri, Allah dostları yapabileceği gibi, Allah düşmanı kimseler de yapabilir. Harika olaylar, her türlü insanlar arasında olagelmektedir. Bid'at ehli şeytanlar da böyle harikuladeliklere sahip olabilir.
Demek ki kendisinde harikuladelikler görünen herkesi, Allah dostu bir veli olarak görmek ve inanmak lazım gelmez. Her şeyden evvel, insanın yaptıklarına ve söylediklerine bakmalıdır. Yaptıkları ve söyledikleri Kur'an ve sünnete uygun düşüyorsa, ne kadar güzel.
Zira veliler, imanlarının nuruyla, batini gerçeklerin yüze vurmasıyla, İslam şeriatına sımsıkı sarılmalarıyla bilinir ve tanınırlar.
Anlatmaya çalıştığımız meseleler ve benzerleri bazı kişilerde mevcud olabilir. Fakat onlardan öyleleri vardır ki, ne abdest alır, ne de farz namazları kılar. Tersine, üstü başı leş gibi pislik içinde, köpeklerle bir arada bulunur. Hamam köşelerinde, çöplüklerde yatar kalkar. Üstü başı leş gibi kokar. Hasılı şeriatın istediği temizliğe asla itibar etmez. Bunların hiçbir dinde yeri yoktur.
Nitekim Allah'ın Rasulu buyuruyor:
“İçinde, cenabet kişinin, köpeğin bulunduğu eve melek girmez.”
“Şu iki habis (pis kokulu) bitki olan soğan ve sarımsaktan yiyen koku saça saça bizim mescidimize yaklaşmasın. Çünkü melekler insanların eziyet duyup ikrah ettiği kokulardan eza ve ızdırab duyarlar.”
“Yüce Allah temizliği sever, temiz şeylerden başkasını da kabul etmez.”
“Beş şey zararlıdır. Bunlar ev içinde de, ev dışında da öldürülür. Yılan, fare, karga, dolangaç, saldırgan köpek ve akreb.”
“Kim ziraatını ve hayvanını korumak maksadı dışında köpek beslerse, o, her gün için onun amelinden bir miktar eksilmesine sebep olur.”
“Yanında köpek taşıyan kimselere melekler arkadaşlık etmez.”
“Herhangi birinizin kabını bir köpek yaladığı zaman, bir keresi toprakla olmak üzere, o kabı yedi kere yıkayınız.”

Yüce Allah buyuruyor ki:
Azabıma dilediğim kimseyi uğratırım, rahmetim her şeyi kaplamıştır. Bunu Allah'dan sakınanlara, zekat verenlere, ayetlerimize inanıp, yanlarındaki İncil'de, Tevrat'da yazılı buldukları, haber getiren, okuyup yazması olmayan Rasulumüz Muhammed'e uyanlara yazacağız. O Rasul onlara uygun şeyleri emreder, fenalıktan men eder, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılar, onların yüklerini hafifletir, ağırlıkları kaldırır. Bu Rasule inanan, hürmet ve yardım eden, onunla indirilen nura inananlar; işte onlar saadete erenlerdir.”(A'raf: 157)

Bir insan pis ve kir içinde yaşar, şeytanın emrettiği kötü işleri yapar ve hamam ve çöplüklerde vakit geçirirse; yılan, akrep, arı, köpek kulağı gibi şeyleri yer; sidik ve benzeri necis ve pis şeyleri içerse; Allah'dan başkasından yardım diler veya şeyhine doğru yönünü çevirerek secde eder ve alemlerin Rabbi olan Allah'a ait kılmazsa; Kur'an dinlemekten hoşlanmaz da, diğer çalgı ve müzikleri, şiirleri dinlerse, şeytanın sazını Allah'ın sesine tercih ederse, böylesi bir kişi, gerçekten sapmış olan şeytanın yolundan ve izinden gitmiş olur ve onun dostu sayılır. Velilik ondan, o velilikten uzaktır.

İbni Mesud diyor ki:
Sizden her biriniz kendi nefsinden değil de, Kur'andan sorumlu tutulacak. Ona duyulan ilgiliden mesul olacak. Kur'anı seven Allah'ı seviyor demektir. Kur'andan hoşlanmıyorsa, Allah'dan ve Rasulunden hoşlanmıyor demektir.”

Osman (r.anh) da diyor ki:
Şayet kalbleriniz temizlenmişse, siz hiç bir zaman Allah'ın kitabı Kur'andan doymazsınız.”

Yine İbni Mesud diyor ki:
Su baklayı yeşerttiği gibi, zikir de imanı kalbde öyle yeşertir. Saz, şarkı ve diğer taganiciler kalbe ancak nifak ilkah eder. İnsan, imanın batini gerçeklerinden haberdarsa, rahmani hal ile; şeytani hali birbirinden ayırt edebiliyorsa, Allah onun kalbine kendi nurundan akıtır.”

Nitekim Yüce Allah buyuruyor ki:
Ey Muhammed! İşte sana emrimizle birlikte Cebrail'i gönderdik. Sen, kitap nedir, iman nedir daha önce bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi onunla doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şubhesiz sen de insanlara, göklerde olanlar, yerde olanlar kendisinin olan Allah yolunu, doğru yolu göstermektesin. İyi bilin ki, işler sonunda Allah'a döner.”(Şûra: 52)

Ayette geçen nura ulaşanlardan maksad, Tirmizi'nin rivayet ettiği hadisde övülen kimselerdir:
Mûminin feraset kuvvetinden, sezişinden, gücünden korkun. Çünkü o, her şeye Allah'ın nuru ile bakar.”

El Furkan Beyne Evliyai'r-Rahman Ve Evliyai'ş-Şeytan : İbn Teymiyye


agac1.jpg
 
İZZETLİ Çevrimdışı

İZZETLİ

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
benim bir arkadaşım galibi ( kadiri ) takılıyor onlarda bu dönemlerde yapmıyorlar ama eskiden şis sokma tarzında onlar buhran diyorlar bir takım ainler varmış ben kendisinn bunun dinde yeri olmadığını anlattığım zaman dediği şey bu bizim efendinin kerametidir değip sanki bir üstünlük gibi adlandırıyor garip ama gerçek ozaman da aklıma hep şu geliyor deccal dünyaya geldiği zaman ölüyü bile diriltecek güce sahip olacağını düşünürsek bu taifeler Allah cc koruduğu haric hepsi sanki deccalin kerametlerinden ötürü ona iman edecekleridir
 
Üst Ana Sayfa Alt