Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Islam’ın Korunmuşluğu Bağlamında Cerh-ta’dîl Usûlüne Umumî Bir Bakış

F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Konuya girmeden önce Muhaddis Raviyet'ül Asr Alleme Kevseri'den bir alıntı yapalım....(Ferdiosman)

‘Cerh, ta’dilden önce gelir’ diyenlerin sözü -zayıf (bir kanaat ve ictihâd) olmasına rağmen- (cerh ve tâ’dîl’in) terâzideki denklikleriyle (aynı ağırlıkta olup) teâruz ettikleri (çeliştikleri) zamandadır. Bunun isbâtının önünde ise birçok uçurumlar vardır. (İsbâtı zor, hattâ neredeyse imkânsız bir şeydir.) İşte bu yüzd...en bid’atçilerin, ehl-i hadîs’in, sağlamlığın kendi katlarında ağırlık kazanmasıyla sağlam bulduğu râvîlerin rivâyetiyle sâbit olan hadîsleri reddetmek içün bu (‘cerh, ta’dilden önce gelir’) sözü(nü) mesned edinmelerinin imkânı yoktur.(Alleme İmam Zahid el-Kevseri)

Bu imkansızlıklar içinde Ebu Hanife'yi cerhe tabi tutanlara Allah'u alem İmam şu şekilde yaklaşır..Bir defasında münazara yaptığı bir kişi kendisine “Ey bidatçi, Ey zındık!” diye hitap etti. O (r.a.) ise adama şöyle karşılık verdi: “Allah Teala seni affetsin. O, iddia ettiğin gibi olmadığımı biliyor. Zira tanıyandan beri bir an dahi Onu (c.c.) terk etmedim. Sadece Rabbim’in mağfiretini umarım. Yalnız Onun azabından korkarım.” -Azap kelimesini telaffuz ederken gözlerinden yaşlar boşandı.-

İfadeler karşısında sarsılan adam, Ebu Hanife’ye: “Söylediklerimden dolayı beni bağışla, bana hakkını helal et” diye ricada bulundu.

O şöyle karşılık verdi: “Cahillerden kim hakkımda hoş olmayan şeyler söylerse onlara hakkım helal olsun. Fakat hakkımda olumsuz yargıda bulunan kişiler ulemadan olurlarsa onları mazur görmüyorum. Darlıkta kalsınlar. Zira alimlerin yaptıkları gıybet kişinin ardında kalıcı iz bırakır.”(Şihabuddin Ahmed b. Hacer el-Mekki, Hayratu’l-Hısan, Daru’l-Erkam, Beyrut, ty. s. 40; Ebu Zehre, a.g.e., s. 53.)

İslam’ın Korunmuşluğu Bağlamında Cerh-Ta’dîl Usûlüne Umumî Bir Bakış

Hadis ilimleri İslamî ilimler içindeki seçkin mevkiinin yanında İslam’ın diğer dinlere karşı medar-ı iftiharı olması bakımından da hayli mühimdir. İslam öncesi semavî dinlerin esasını oluşturan rivayetlerin günümüze gelişi güvenilir bir sistem dâhilinde olmamıştır. Daha ilk yüzyıllardan itibaren bu dinlerin orijinal ilahî kitapları ortadan kaybolmuş, yerlerine Tevrat ve İncil yazarlarının anlatım ve yorumlarını muhtevi yazılar Kutsal kitap kabul edilmiştir. Böylelikle Cenab-ı Allah katından inen gerçek tevhîd dini tahrif edilerek yerine tarihî, beşerî ve kültürel dinler ikame edilmiştir.İslam dini için böyle bir tahriften söz etmek mümkün değildir. İlk olarak Hz. Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) şahsında örneklenen ve sahabe ve tabiinin öncülüğünde şekillenen sıkı zapt sistemi tahrif tehlikesinin önündeki en büyük manidir. Henüz Hz. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) hayattayken inen ayetler bir yandan ezberlenir, diğer yandan vahiy kâtipleri tarafından kayda geçirilirdi. Ayrıca Hz. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) her sene Ramazan ayında o vakte kadar inen ayetleri Hz. Cebrail’e okur, böylece hıfzındaki ayetleri tekrar tekrar Cenab-ı Allah’a tescil ettirirdi. Bu okuma faaliyeti son sene hemen bütün Kuran-ı kerim ayetlerini içine alacak şekilde iki defa yapılmıştır. Hz. Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra aynı hassasiyet sahabe tarafından da gözetilmiştir. Hz. Ebubekir’in (radıyallahü anh) hilafeti döneminde Kuran-ı kerim titiz bir çalışmayla Mushaf haline getirilmiş, Hz. Osman (radıyallahü anh) döneminde de çoğaltılarak başlıca İslam memleketlerine dağıtılmıştır. O günden bugüne nâzil olduğu gibi muhafaza edildiğinden, Kutsal Kitap’ta olduğu gibi Kuran-ı Kerim’in yer yer birbirleriyle çelişen farklı ifadelerinden ya da birbirlerine alternatif muhtelif nüshalarından söz etmek tarihin hiçbir döneminde mümkün olmamıştır.
Kuran-ı Kerim’in lafız itibarıyla tahrif edilmeden günümüze kadar ulaştırılması kadar mühim bir diğer husus da Kuran-ı kerim’in mana ve mefhum itibarıyla da orijinal haliyle muhafaza edilmiş olmasıdır. Gerçekten Kuran-ı kerim’in lafzı değişmediği gibi, manası, mefhumu ve ifade ettiği dinî hükümler de değişmemiştir. Bunlar ilk gün ne ise bugün de odur. Kuran-ı kerim ayetlerinde açıkça ifade edilen salât, savm, zekat, ribâ, nikah, talak, şirk, nifak, küfür, birr, sadaka, takva, cihad vb. kavramlar Allah Resûlü’nün (sallallahü aleyhi ve sellem) gözetiminde ilk muhatap nesil/sahabe tarafından nasıl doğru telakki edildiyse bugüne kadar ulaşan sahih İslamî kaynaklarda da aynı şekliyle muhafaza edilmiştir.
İşte burada şu mühim soruyu sorabiliriz. Kuran-ı kerim’in mana ve mefhum olarak korunmuşluğunu temin eden şey nedir? İlk bakışta böyle bir soru garip karşılanabilir. Ama Kuran-ı kerim ayetlerinin icmalî ve umûmî anlatımı ve çoğunluk konunun ayrıntılarına girmeyen genel ifadeleri göz önünde bulundurulursa bunun gayet yerinde bir soru olduğu anlaşılacaktır. Çünkü Kuran-ı kerim lafızlarına hiç dokunulmadığı halde, sadece umumî ifadelerin keyfekeder tahsis edilmesi, icmalî anlatımlara yerli yersiz detaylar eklenmesi ve mutlak Kuran-ı kerim hükümlerinin konjonktüre göre orijinal halinden çıkartılıp saptırılması pekâlâ mümkündür. Nitekim tesettür tartışmaları bağlamında günümüzde bunun trajikomik örneklerini sıklıkla müşahede etmekteyiz. Şu halde Kuran-ı kerim lafızlarına dokunmadan Kuran-ı kerim’in anlamı üzerinde zamanla gerçekleşmesi muhtemel olan bu tahrifin önündeki mani nedir? Şüphesiz bu soruya verilecek cevap sünnet olacaktır. Zira ayetler Allah Resülü (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından ilk defa müşahhas bir anlatıma kavuşmuş; onun söz ve uygulamalarıyla mücmel ayetler mufassal, mutlak ayetler mukayyet, umumî ayetler gerçek hususî anlamına ulaşmışlardır. Hz. Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yine söz ve uygulamaları sayesinde yukarıda misallerine yer verdiğimiz İslamî kavramlar somut bir yapıya kavuşmuş, artık herhangi bir kurum veya kişinin bunları yeniden anlamlandırarak Kuran-ı kerim’in manasına müdahale edebilme imkanı kalmamıştır.
Kuran-ı Kerim’in korunmuşluğu bağlamında burada ikinci mühim soruyu sorabiliriz. Kuran-ı kerim’in korunmuşluğunun teminatı olan sünnet ne kadar korunmuştur? Bugün muteber hadis kitaplarında yazılı bulunan sünnet birikimi gerçekten Hz. Peygamber efendimize mi (sallallahü aleyhi ve sellem) aittir? Tarihte hadis uydurma faaliyetleri olduğunu biliyoruz. Buna rağmen önümüzdeki bir hadis metninin Hz. Peygamber efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) aidiyetine ne kadar güvenebiliriz? Bu sorular çoğaltılıp bütün bir hadis müktesebatının gerçekliğine dair kuşkular gündeme getirilebilir. Sonuç olarak bu sorulara verilecek muknî cevap hadis ilimlerinin gövdesini oluşturan sened sisteminde gizlidir. Evet, muteber hadis kitaplarında tashih edilen hadisler Hz. Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) aittir, uydurma değildir. Çünkü bu hadisler mezkûr kaynaklara kaydedildiği döneme kadar mutemed bir râvi silsilesi/sened eşliğinde nakledilmiştir. Bu râvilerin yalan söylemiş olmaları ihtimali, doğru söylemiş olmaları ihtimali karşısında çok zayıftır. Böyle bir ihtimal, dini doğru anlama ve gereğince yaşama hedefinin çok uzağında, sadece kafa karıştırma amacına matuf ucuz bir spekülasyon malzemesi olabilir. Şimdi konumuzu ilgilendiren üçüncü mühim soruyu sorabiliriz. Kuran-ı kerim’in manaca korunmuşluğu sünnete, sünnetin korunmuşluğu râvilerin güvenilirliğine bağlandı. Peki, hadis senetlerinde yer alan râvilerin güvenilirliği neye göre tespit edilmiştir, onların güvenilir kimseler olduğunu bize temin eden şey nedir? İşte bu sorunun cevabı doğrudan konumuzla alakalıdır. Senet sistemi nasıl hadis metinlerinin teminatı ise bu sistemin önemli bir parçası olan cerh ve ta’dil sistemi de senet sisteminin teminatıdır. Tarih boyu muhaddis ve fakihlerden oluşan cerh ve ta’dil ulemasının kahir ekseriyetinin bu alanda ortaya koyduğu çaba ve dirayet tashih edilen senetlere güvenmemiz için yeterli delili teşkil etmektedir.Yazının bu kısmından itibaren ilgili âlimlerin cerh ve ta’dil alanında tesis ettikleri sistemi ana başlıklar halinde ele alacağız. Ancak konuya girmeden önce cerh ve ta’dil kelimelerinin ne anlama geldiğini görelim.
a-) Birer Istılâh/Kavram Olarak Cerh Ve Ta’dîl
Cerh kelimesi sözlükte yaralamak anlamında kullanılır. Ancak buradaki yaralamak fizikî olabileceği gibi manevî de olabilir. Nitekim kelime silahla bir kimseyi yaralamak anlamında kullanıldığı gibi, bir kişiye sövmek ve hakaret etmek suretiyle manevî anlamda yaralama için de kullanılabilir. Bu kelimenin Arap dilinde “ceraha şâhiden” (Şahidin adaletini düşürdü) cümlesinde olduğu gibi bir kimsenin güvenilir biri olmadığını ispatlamak için de kullanıldığı vakidir[1] . Bu son kullanım manevi anlamda yaralamayla irtibatlandırılabilir.
Cerh kelimesi bir kavram olarak, ispat edildiğinde, râvî veya şahidin sözlerine itibar edilmeyip gereğince hareket edilmemesini sağlayan bir vasıf anlamına gelir. Bunun gibi cerh kelimesinin, bir raviyi, adalet veya zaptını ihlal edecek biçimde kötülemek, aleyhinde konuşmak anlamına geldiği de belirtilmiştir.
Ta’dil kelimesi sözlükte zulmün karşıtı olarak adl kökünden gelmektedir. Bu bakımdan kelime “addele fülanen” cümlesinde olduğu gibi bir kimsenin doğru ve salih biri olduğunu söylemek, onu tezkiye etmek anlamına gelir. “Addele’l-mîzane” cümlesinde olduğu gibi düzeltmek anlamında kullanıldığı da vakidir[2] .
Ta’dil kelimesi bir kavram olarak, ispat edildiğinde râvi veya şahidin sözlerine itibar edilip gereğince hareket edilmesini sağlayan bir vasıftır. Bunun gibi, bir râvinin doğru ve zapt ehli bir kimse olduğunu söyleyerek onu tezkiye etmek anlamına geldiği de söylenebilir.[3]
Sonuç olarak cerh ve tadil; râvi ve şahitlerin, özellikle rivayet ve şahitliklerini ilgilendiren konular itibarıyla hallerini ortaya koymak, onların bu işe liyakatleri olup olmadığını açıklamak anlamına gelir. Konunun şahitlerle alakalı olan kısmı munhasıran fakihlerin ilgi alanına girerken, râvilerle alakalı olan kısmı ise müştereken muhaddisleri ve fakihleri ilgilendirmektedir. Zira bir fakih, karşılaştığı bir hadis rivayetinin dinde delil olmaya elverişli olup olmadığını tespit edebilmek için senedinde yer alan râvilerin güvenilir olup olmadıklarını bilmek zorundadır. Nitekim ilk devir fakihlerinin/müçtehitlerin özellikle ahkâm alanıyla ilgili hadis rivayetlerinin râvileri hakkında görüş belirttikleri bilinen bir husustur. Biz konunun hadis rivayetleriyle alakalı boyutunu incelediğimiz için konunun şahitleri ilgilendiren kısmı mevzunun dışında tutulacaktır.
b-) Cerh Ve Tadil Hangi Ölçülere Göre Yapılır?
Cerh ve tadil işi sonuçta râvinin rivayet ettiği hadisi gerçekten naklettiği gibi işitip işitmediğini tespit etmek için yapılır. Bunu şu iki soruyla biraz açabiliriz. Birincisi, râvi, rivayet ettiği şeyi gerçekten sözünü ettiği kimseden/merviyyün anhtan işitmiş midir? İkincisi, gerçekten işitmiş olsa bile işittiği şeyi doğru anlamış ve doğru nakletmiş midir? Birinci sorunun cevabı râvinin ahlakı ve diyanetiyle ilgilidir. Burada söz konusu râvinin doğru sözlü, dürüst bir kimse olduğunu tespit etmek gerekiyor. Ayrıca konu, dinin temelini oluşturan hadis rivayetiyle ilgili olduğundan râvinin dinî durumu da göz önünde bulundurulmalıdır. Zira gayr-i Müslim bir kimsenin sırf İslam’ı tahrif amacıyla duymadığı bir şeyi rivayet etmesi mümkündür. Râvinin ahlakı ve diyanetiyle alakalı olan bu araştırmayı genel olarak konunun uzmanları “adalet” başlığı altında ele almışlardır. İkinci sorunun cevabı râvinin hafızası ve muhakemesiyle ilgilidir. Duyduğu bir sözü doğru anlamak, belki yıllar sonra onu aynen duyduğu gibi aktarmak belli bir hafıza gücüne sahip olmayı gerekli kılar. Hafızası zayıf, anlayışı kıt, muhakemesi yetersiz olan bir kimsenin özelikle ahkâma taalluk eden hadisleri yanlış anlaması, hadisin belki bir harfinde gizlenen inceliği fark edememesi pekala mümkündür. Bu bakımdan hadislerin Allah resülünden sadır olduğu gibi muhafazası râvilerin bu yönlerden de incelenmesini gerektirmektedir. Konunun ilgilisi âlimler bu yönde yapılan râvi tahkikatını da başlıca “zapt” başlığı altında icra etmişlerdir. Şu halde cerh ve ta’dil işinin başlıca adalet ve zapt alanlarında yapıldığını söyleyebiliriz.
Cerh ve ta’dil âlimlerinin bu iki alanda yaptıkları tahkikat yine bu alanlara ilişkin belli kriterler üzerinden yürütülmüştür. Bu kriterlerin adaletle ilgili olanları bulunduğu gibi zaptla ilgili olanları da vardır.
Adaletle ilgili cerh ve ta’dil kriterleri başlıca şu beş şeydir: Müslüman olmak, buluğa ermiş olmak, akıllı olmak, fâsık olmamak ve mürüvvete muhalif hallerden uzak olmak.
Zaptla ilgili cerh ve tadil kritlerleri de başlıca şu beş şeydir: Sika râvilere muhalif olmamak, hafızası zayıf olmamak, aşırı derecede yanılmamak, çok unutan biri olmamak, fazlaca vehme düşen biri olmamak .[4]
Buna göre bir râvî yukarıda belirtilen şartlardan birine uygun vasıflarda olmadığı takdirde cerh ve ta’dil ehli tarafından cerh edilir. Artık söz konusu râvinin rivayetlerine ihtiyatla yaklaşılır.
Yukarıda adalet ve zapt açısından râvilerde bulunması gereken şartları gördük. Şimdi bir râvinin bu şartları haiz olup olmadığının yani adalet ve zapt vasfının nasıl tespit edildiği konusuna geçebiliriz.
c-) Bir Râvinin Adalet Ve Zapt Sahibi Olduğu Nasıl Tespit Edilir?
Hadis rivayet eden bir kimsenin adalet sahibi olduğunu tespit için iki yol vardır. Birinci yola göre, muteber hadis imamlarının en azından birinin o kimse hakkında tezkiye/ta’dilde bulunmuş olması gerekir. Aksine bir beyan/cerh olmadıkça hakkında âdil/salih olduğuna dair velev bir âlimin de olsa beyanı bulunan râvi âdil kabul edilir. İkinci yola göre bir râvi ümmet içinde adaletle şöhret bulduysa artık bu kimsenin âdil olduğuna hükmedilir .[5] Rivayetlerine şüpheyle yaklaşmak doğru olmadığı gibi onun hakkında âlimlerin hususi bir tezkiyesi de aranmaz. Dört mezhep imamı ve büyük hadis imamlarının adaleti bu ikinci yolla sabittir.
Bir râvinin zaptı güçlü bir kimse olup olmadığının tespiti ise onun rivayetlerinin durumuna bağlıdır. Çoğunluk rivayetleri sika râvilerin rivayetlerine uygun ise bu râvinin zâbıt/zaptı güçlü olduğuna hükmedilir. Aksine sika râvilere muhalefeti çok olduğunda bu râvinin zabtında bir halel bulunduğu anlaşılır ve rivayetlerine ihtiyatla yaklaşılır.
Bir râvinin âdil olduğuna dair beyanın müfesser/gerekçeli olması gerekmez. Fakat cerh bundan farklıdır. Râvi hakkında yapılan cerhin mutlaka gerekçesiyle birlikte zikredilmiş olması gerekir. Bir râvinin adalet sahibi olmasının göstergesi olarak sayılması gereken vasıflar çoktur. Muaddilden[6] bunların hepsini saymasını beklemek doğru olmaz. Ancak cerh için bir vasıf da bulunsa kâfidir. Bu sebeple cârihten[7] , râvinin cerhine medar olan hususu açıklamasını beklemek yanlış olmaz. Ayrıca cerh sebepleri yerine göre izafilik arz edebilir. Kimine göre cerh sebebi olan husus, diğerlerine göre cerh sebebi olmayabilir. Bu bakımdan da mutlaka râvide cerhi gerektiren hususun belirtilmesi gerekir.
Bir kimsenin âdil veya mecrûh kabul edilebilmesi için hakkında cerh veya ta’dilde bulunan kimselerde sayı şartı aranmamaktadır. Ta’diline itibar edilen kimse olduktan sonra bir kişinin ta’diliyle bir râvî âdil sayıldığı gibi, -sahih kabul edilen görüşe göre- cerhine itibar edilen kimse olduktan sonra bir kişinin cerhiyle de bir râvi mecrûh olabilir.
Bir râvi hakkında hem ta’dil hem de cerh beyanı bulunduğunda cerhin durumuna bakılır. Eğer cerh müfesser ise ta’dile tercih edilir. Aksi takdirde ta’dil muteberdir.
Yukarıda da belirtildiği gibi fısk bir râvinin adaletine mani bir vasıftır. Ancak fâsık olduktan sonra bir râvi samimiyetle tevbe ederse bu kimsenin rivayetleri kabul edilir. Ancak hadiste yalan söylemiş olmak bundan müstesnadır. Hadiste bir defa yalan söylediği tespit edilen kimse tevbe etmiş bile olsa onun hadislerine itibar edilmez.
d-) Kimlerin Cerh-Ta’dîline İtibar Edilir?
Hadis rivayeti dinî hükümlere temel teşkil ettiğinden güvenilir olmayan râvilerin tespiti dinî bir sorumluluk olduğu gibi, haksız yere bir râvinin güvenilir olmadığına hükmetmek de hem bir sorumluluk hem de onun kanalıyla gelecek rivayetler açısından bakıldığında bir mahrumiyettir. Bu bakımdan râvilerde bir kısım şartlar arandığı gibi râviler hakkında konuşan kimselerde de bir kısım şartlar aranır. Ancak bu şartları haiz olan bir kimsenin râvilerle ilgili sözleri itibara alınır. Bu şartların başlıcalarını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
Cârih ve muaddilin cerh ve tadil sebeplerini bilmesi gerekir.
Cârih ve muaddilin âdil ve bu konuda dikkatli ve titiz davranan bir kimse olması gerekir.
Taassuptan uzak olması gerekir.
Arap dilini incelikleriyle bilmesi gerekir.
Bu şartları haiz olmayan kimsenin çok defa haksız yere ve haddi aşan beyanatlarda bulunması mümkündür. Nitekim cerh ve tadil geleneğinde zaman zaman haksız yere ve ölçüsüz cerhlerin yapıldığını muhakkık âlimler tespit etmiştir. Bunun gibi zaman zaman şahsi geçimsizlikler ya da kıskançlık vesilesiyle bazı râvilerin cerh edildiğine de şahit olunmuştur. Bu sebeple muhakkık hadis âlimleri genelde akranların birbirleri hakkındaki cerhlerine ihtiyatla yaklaşmışlardır. Cârih ve muaddilde aranan şartlar içinden taassuptan uzak olma şartı pek anlamlıdır. Nitekim büyük imamların bile sırf meşrep ve anlayış taassubuna bağlı olarak ta’n edildiğini yine muhakkık hadis âlimleri tespit etmiş, bu konuda orta yolu belirlemişlerdir.
>e-) Cerh Ve Ta’dîl İlminde Sıkça Kullanılan Tabirler Ve Cerh Ve Ta’dîl Mertebeleri
Cerh ve ta’dil edebiyatında zamanla râvilerin hallerini farklı yönlerden ve muhtelif dozlarda anlatan deyimler oluşmuştur. Bu deyimlerin bir kısmı cerh için kullanılırken bir kısmı ta’dil ve tevsîk için kullanılmıştır. Hatta râvilerin rivayet konusundaki mevsûkiyeti, haklarında kullanılan bu deyimlerin durumuna göre farklı mertebelere tekabül etmektedir.
Büyük cerh ve ta’dil imamı İbn-i Ebî Hatim, “el-Cerhu ve’t-ta’dil” adlı eserinde cerh ve tadil mertebelerinin her biri için dört mertebe tayin etmiştir. Daha sonra gelen âlimler her ikisine de ikişer mertebe ekleyerek her biri altı mertebe olmak üzere cerh ve tadil mertebelerini toplam on iki mertebeye çıkarmışlardır. Bu mertebeler aşağıda anlatıldığı gibidir:

  1. Tevsik konusunda mübalağa bildiren bir cümleyle veya ism-i tafdil kalıbı kullanılarak yapılan ta’diller. Mesela “fülanün ileyhi’l-münteha fi’t-tesebbüt”, “fülanün esbetünnasi” gibi ta’dil ifadeleri böyledir.
  2. Tevsik sıfatlarından bir veya iki tanesi zikredilerek te’kitli yapılan ta’diller. Mesela “sikatün sikatün”, “sikatün sebtün” gibi deyimler bu mertebeye işaret eder.
  3. Herhangi bir te’kit olmaksızın doğrudan râvinin mevsukiyetine delalet eden kelimelerle yapılan ta’diller. Mesela “fülanün sikatün”, “fülanün huccetün” gibi ifadelerle yapılan ta’diller gibi.
  4. Râvinin zaptına temas edilmeden sadece adaletine delalet eden lafızlarla yapılan ta’diller. Mesela “fülanün sadûkun”, “fülanün mahallühü’s-sıdku”, “fülanün la be’se bihi” gibi ta’diller bu kabildendir. Ancak sonuncu ta’dil tabirini Yahya bin Maîn, râvinin sika olduğunu bildirmek için kullanmıştır.
  5. Râvinin tevsik veya tecrihine delalet etmeyen mutlak ifadelerle yapılan ta’diller. Mesela “fülanün şeyhun”, “fülanün ravâ anhü’n-nâsü” gibi ta’diller böyledir.
  6. Tecrih ima eden ta’diller. Mesela “fülanün sâlihu’l-hadis”, “fülanün yüktebü hadisühü” gibi ta’diller bu kabildendir.
Bu mertebelerden ilk üçüne giren râvilerin rivayetleri, aralarında kuvvetçe fark olmakla beraber delil kabul edilir. Dördüncü ve beşinci mertebelere giren râvilerin rivayetleri delil kabul edilmez. Fakat bunların hadisleri yazılır ve rivayetleri takip edilir. Eğer rivayetleri sikaların rivayetlerine uygun çıkarsa hadisleri delil kabul edilir. Aksi takdirde kabul edilmez . Altıncı mertebeye giren râvilerin rivayetleri delil kabul edilmez.[8] Onların rivayetleri ancak itibar[9] amacıyla yazılır.
Cerh mertebeleri:

  1. Telyîne delalet eden cerhler. Mesela “fülanün leyyinü’l-hadis”, “fülanün fîhi makâl” gibi ifadeler yapılan cerhler böyledir.
  2. Rivayetiyle ihticac olunamayacağı gibi anlamlara gelen sözlerle yapılan cerhler. Mesela “fülanün la yuhteccü bi hadisihi”, “fülanün zaîfün”, “fülanün lehû menâkîru” gibi cümlelerle yapılan ta’nlar böyledir.
  3. Hadisinin yazılamayacağı gibi ifadelerle yapılan cerhler. Mesela “fülanün lâ yüktebü hadisühü”, “fülanün la tehıllü’r-rivayetü anhü”, “fülanün zaîfün cidden” gibi cümlelerle yapılan cerhler böyledir.
  4. Yalancılık ve benzeri vasıflarla itham edildiğini bildiren tabirlerle yapılan cerhler. Mesela “fülanün müttehemün bi’l-kezibi”, “fülanün müttehemün bi’l-vad’i”, “fülanün yesriku’l-hadise”, “fülanün sâkıtun”, “fülanün metrûkun”, “fülanün leyse bi sikatin” gibi tabirlerle yapılan cerhler bu kabildir.
  5. Doğrudan yalancılık ve benzeri şeylerle vasıflayan ifadelerle yapılan cerhler. Mesela “fülanün kezzâbün”, “fülanün deccâlün”, “fülanün vaddâun”, “fülanün yekzibü” ve “fülanün yedau” gibi cümlelerle yapılan cerhler bu türdendir.
  6. Yalancılıkta mübalağa bildiren lafızlarla yapılan cerhler. Mesela “fülanün ekzebünnasi”, “fülanün ileyhi’l-müntehâ fi’l-kezibi”, “fülanün ruknü’l-kezibi” gibi deyimlerle yapılan cerhler bu kısma girer.
Cerh mertebelerinden ilk iki mertebeye giren râvilerin rivayetleri delil kabul edilmez. Lakin bunların hadisleri i'tibâr maksadıyla yazılır. Geriye kalan mertebelere giren râvilerin hadisleri ne delil olarak alınır ne de itibar için yazılır. Bunların hadisleri hiçbir surette dikkate alınmaz .[10]
f-) Başlıca cerh ve ta’dîl kitapları
Cerh ve ta’dil konusu hadislerin tashih ve taz’îfinde önemli bir yer işgal ettiğinden ilk devirlerden itibaren muhakkık âlimler bu alanda eserler vermiş, konuyla ilgili müktesebatı muhafaza etmişlerdir. Nitekim senet incelemeleri genelde bu kitaplarda kaydedilen raporlara göre yapılmıştır. Bu alanda kaleme alınan başlıca eserlerin listesi aşağıda verilmiştir:
et-Târîhu’l-kebîr Bu kitap sika ve zayıf râvileri konu almaktadır ve İmam Buharî (v. 256h.) tarafından kaleme alınmıştır.
el-Cerhu ve’t-ta’dîl Bu kitap da hem sika hem zayıf râvileri ele almaktadır. İbn-i Ebî Hatim (v. 327h.) tarafından yazılmıştır.
es-Sikât Sadece sika râvileri konu edinir. İbn-i Hibbân (v. 354h.) tarafından kaleme alınmıştır.
el-Kâmil fi’d-duafâ İbn-i Adiyy (v. 365h.) tarafından kaleme alınmıştır ve sadece zayıf râvileri içerir.
el-Kemâl fî esmâi’r-ricâl Abdulganî el-Makdisî (v. 600 h.) tarafından yazılmış olup hem sika hem de zayıf râvileri içerir. Ancak içerdiği râviler kütüb-i sitte râvileriyle sınırlıdır.
Mîzânü’l-itidâl Kabul edilsin ya da edilmesin, geçmişte hakkında cerh bulunan râvileri konu edinmektedir. Eser Hafız Zehebî’ye (v. 748h.) aittir..
Tehzîbü’t-tehzîb Eser İbn-i Hacer el-Askalânî’ye (v. 852h.) aittir. Yukarıda ismi geçen el-Kemâl fî esmâi’r-ricâl üzerine Hafız el-Mizzî tarafından yapılan Tehzîbü’l-Kemâl isimli kitaba yapılan bir tehzîb[11] çalışmasıdır
Sonuç olarak cerh-ta’dîl usulü İslamî ilimlere kaynaklık teşkil eden bilumum rivayetlerin güvenilirliğinin en büyük teminatıdır. Bu sadece hadis ilimleri için değil, nakle dayalı bütün siyer-tarih vb. ilimler için de mevzu bahistir.
Buraya kadarki anlatılanlar da gösteriyor ki cerh-ta’dîl usûlü kendi içinde son derece tarafsız, tutarlı ve gerçekçi kıstaslar üzerine oturmaktadır. Bu kıstaslar ve üzerine ibtinâ eden cerh-ta’dîl müktesebâtı mevcut hadis rivayetlerinin sahih olanlarını zayıf olanlarından ayırt etmek için muhaddislerin en sık başvurduğu bilgi kaynaklarındandır. Şurası bir gerçek ki, tarih içinde bazı râvîler haksız ya da abartılı tenkitlere maruz kalmıştır. Ama muhakkık hadis âlimleri bu kıstaslardan hareketle bu gibi arızaları tespit etmiş ve mezkûr râvîlerin itibarlarını iade etmiştir. Şu halde hadis tarihindeki bir iki uç misali gözde büyüterek top yekûn cerh-ta’dîl müktesebâtını gölgelemeye kalkışmak adalet ve insaf ölçülerine sığmaz.
Dipnotlar:

  1. el-Kâmûsü’l-muhît, c. 1, s. 328.
  2. el-Kâmûsü’l-muhît, c. 2, s. 1321.
  3. Dr. Nurettin el-Itr, Usulü’l-cerhi ve’t-ta’dîl, s. 7.
  4. Tahhân, Usûlü’t-tahrîc ve dirâsetü’l-esânîd, s. 141.
  5. A.g.e., s. 141.
  6. Bir râvînin âdil olduğunu beyan eden kimse.
  7. Bir râvînin âdil ya da zâbıt olmadığını beyan eden kimse.
  8. Allame Mahmut et-Tahhân, hakkında “sadûk” denen ravilerle ilgili olarak İbn-i Hacer’in kendine has bir değerlendirmesinin olduğunu bildirir.
  9. İtibar, tek bir râvi tarafından rivayet edilen bir hadisin farklı tariklerini arayarak bu rivayette ona müşareket eden birinin olup olmadığını tespit etmeye çalışmaktır.
  10. Tahhân, Usûlü’t-tahrîc ve dirâsetü’l-esânîd, s. 144-146.Tehzîb, önceden yazılmış bir kitaba, ihtisar, düzenleme ve gerek görüldüğünde tashih ve ziyadeler yapmak suretiyle kitabın fâidesini itmama yönelik bir nevi telif çalışmasıdır.
  11. Tehzîb, önceden yazılmış bir kitaba, ihtisar, düzenleme ve gerek görüldüğünde tashih ve ziyadeler yapmak suretiyle kitabın fâidesini itmama yönelik bir nevi telif çalışmasıdır.
 
Üst Ana Sayfa Alt