Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İsra Suresi İniş Sebebi

Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبي الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
17- İSRÂ' SÛRESİ

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs ve İbnu'z-Zubeyr'den rivayetle tahricine göre Sûre'nin tamamı Mekke'de nazil olmuştur. Bu cumhurun da görüşüdür.
İki âyeti (73 ve 76. âyetleri) bundan mustesnadır, denilmiştir.[1] Bunlardan 76. âyetin, Sakîf hey'eti'nin bir takım istisna istekleri ile Medîne'ye gelmeleri ve Yahudilerin "Medîne'nin değil de Şam'ın peygamberler yurdu olduğunu söylemeleri üzerine nazil olduğu rivayet edilir[2] ki ilerde yerinde geniş olarak gelecektir.
Bu iki âyete ilâve olarak 60 ve 80. âyetlerinin de Medenî olduğu söylenmiştir.[3]
Mukâtil bu dört âyete ilâve olarak 74, 75 ve 107. âyetlerinin de Medîne'de nazil olduğu görüşündedir.[4]
Hasen'den 26, 32, 33, 57 ve 78. âyetler olmak üzere beş âyetinin Medenî olduğu rivayet edilmiştir
Katâde, 73. âyetten başlayarak sekiz âyetinin Medîne'de nazil olduğunu söylemiştir.[5]
Sûre'ye adını veren İsrâ' hadisesi'nin vakti konusunda Hicretten 18 ay önce Ramazan’ın 17. günü, bir sene önce 17 Rebîulevvel, 6 ay önce Ramazan'da, 8 ay önce 27 Receb rivayetleri vardır.[6]
Nuzûl sırası itibariyle Kasas Sûresinden sonra nazil olmuştur.[7]

1. Subhândır O Allah ki kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan, çevresini mubarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götürmüştür. Bir kısım âyetlerimizi ona gösterelim diye. Muhakkak ki O'dur O Semî', Basîr.
Ebu'l-Kasım Suleyman el-Ensârî'den rivayette o şöyle demiştir: Rasûlullah (sas), (İsrâ' ve Mi'râc'da) yüksek derecelere, yüce makamlara ulaştığında Allah Tealâ (cc) ona vahyetti: "Ey Muhammed, seni ne ile şereflendireyim?" Peygamber (sas): "Sana kul olmam nisbetiyle (Sana kul olma şerefiyle şereflendir) Rabbim." dedi de bunun üzerine Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[8]

11. İnsan, hayır istiyormuşçasına şer ister ve insan esasen çok acelecidir.
Bu âyet-i kerimenin de "Ey Allah’ım, şayet bu, senin katından gelen bir gerçek ise gökten başımıza taş yağdır veya bizim başımıza elîm bir azâb getir." diyen en-Nadr ibnu'l-Hâris hakkında nazil olan âyetlerden olduğu söylenmiştir.[9]

15. Kim hidâyete ererse kendi nefsi için hidâyete ermiş olur. Kim de dalâlete düşerse kendi nefsi aleyhine dalâlete düşmüş olur. Hiç kimse bir başkasının yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azâb ediciler değiliz.
İbn Abdi'l-Berr'in zayıf bir sened ile Aişe'den rivayetinde o şöyle demiştir: Hadice, Rasûlullah (sas)'a muşriklerin çocuklarının âhirette durumlarının ne olacağını) sormuş da Allah'ın Rasûlü (sas): "Onlar babalarındandır, babalarına tâbidir." buyurmuşlar. Daha sonra aynı şeyi Rasûlullah'a (sas) ben de sordum, "Onların (yaşasalardı) ne yapacak olduklarını en iyi elbette Allah bilir." buyurdular. Daha sonra ve İslâm yerleşip sağlamlaştıktan sonra tekrar sordum da "Hiç kimse bir başkasının yükünü yüklenmez..." âyet-i kerimesi nazil oldu ve Rasûl-i Ekrem (sas): "Onlar fıtrat üzeredirler." veya "Onlar cennettedirler." buyurdu.[10]
İbn Abbâs'tan rivayete göre ise "Bana tabi olun ve Muhammed'i inkâr edin. Eğer bir günahı varsa benim boynuma." diyen el-Velîd ibnu'l-Muğîra hakkında nazil olmuştur[11] ki âyetin Mekkî oluşuna uygun olan sebeb de budur.[12]

28. Şayet Rabbından umduğun bir rahmeti arayarak onlardan yüz çevirmek zorunda kalırsan o halde onlara tatlı ve yumuşak bir söz söyle.
Saîd ibn Mansûr'un Atâ el-Horasânî'den rivayetinde o şöyle demiştir: Muzeyne'den bazı kimseler (Tebuk Ğazvesine çıkmak üzere hazırlık yapılırken) Peygamber'e (sas) gelerek kendilerine binit verilmesini istediler. Peygamber de (sas): "Sizi bindireceğim bir şey (binit) bulamıyorum." buyurdular. Üzüntüden gözlerinden yaşlar akarak geri döndüler. Sanıyorlardı ki Allah'ın Rasûlü (sas), onlara kızdığından böyle söylemiştir. İşte bunun üzerine Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[13] Alûsî, sûrenin Mekkî olması; içindeki Medenî âyetler meyanında bu âyetin sayılmaması sebebiyle bu sebebi vârid görmemektedir.[14]
İbn Cerîr'in Dahhâk'ten rivayetine göre ise Peygamber'den (sas), kendilerine (sadaka nev'inden) bir şeyler verilmesini isteyen bazı yoksullar hakkında nazil olmuştur.[15] Mukâtil'den gelen rivayette bu yoksullar içinde "Habbâb, Bilâl, Ammâr ve Mihca' gibi yoksul muslumanların isimleri de verilmektedir.[16]
Peygamber (sas), yanında olmayan bir şey kendisinden istenildiğinde yüzünü isteyenden başka tarafa çevirir ve susar, olumlu ya da olumsuz bir cevab vermezlerdi. İşte âyet bunun üzerine nazil olmuştur.[17]

29. Ve elini boynuna asılı kılma. Onu büsbütün de açıp durma. Yoksa kaybedenlerden ve kınanlardan olursun.
Vâhidî'nin kendi isnâdıyla Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Rasûlullah'a (sas) bir çocuk geldi ve: "Annem, senden şunu şunu istiyor." dedi. Allah'ın Rasûlü (sas): "Bugün yanımızda size verecek bir şey yok." buyurdular. Çocuk: "O halde gömleğini bana giydir." diyor." dedi. Allah'ın Rasûlü (sas) üzerindeki gömleği çıkarıp çocuğa verdi ve kendisi de evde gömleksiz olarak oturdu da işte bunun üzerine Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[18]
Câbir ibn Abdulhh'tan gelen bir rivayet biraz daha ayrıntılı: Allah'ın Rasûlü (sas) bir gün ashâbı arasında otururken bir çocuk kendisine geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, annem kendisine bir zırh giydirmenizi istiyor." dedi. Rasûlullah'ın (sas) ise o gün sadece üzerindeki gömleği vardı. Çocuğa: "Bir saatten bir saate bakarsın bir şey gelir. Başka bir vakitte tekrar gel." buyurdular. Çocuk annesine döndü. Annesi: "Rasûlullah'a (sas) git ve de ki: "Annem, üzerindeki gömleği kendisine giydirmeni istiyor." Rasûlullah (sas) evine girdi, gömleğini çıkarıp çocuğa verdi ve kendisi de evde çıplak olarak oturdu. Bilâl namaz için ezan okuduğunda Rasûlullah'a (sas) bir gömlek gelmemişti ki giysin de namaza çıksın. İnsanlar Efendimiz'i (sas) namaz için beklediler, çıkmayınca da durumu nedir acaba diye şubhelendiler. İçlerinden birini gönderdiler. Efendimiz'in (sas) yanına girdi ve gördü ki gömleği yok, o halde oturuyor. İşte bunun üzerine Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[19]
Ebu Umâme'den rivayete göre Peygamber (sas) bir gün Aişe'ye "Elimde ne varsa infak eyle, sadaka olarak dağıt." buyurmuşlardı. Aişe: "O zaman elimizde hiçbir şey kalmaz." dedi de Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[20]
Saîd ibn Mansûr ve İbnu'l-Munzir'in Seyyâr Ebu'l-Hakem'den rivayetlerine göre bir gün Peygamber'e (sas) Irak'tan bir mikdar elbise kumaş gibi şeyler gelmişti. Allah'ın Rasûlü (sas), kendisine gelen şeyleri hemen dağıtır, ashâbına verirdi. Nitekim bu gelenleri de hemen insanlara dağıttı. Bu arada Peygamber'e (sas) bir şeyler geldiğini duyan bazı arablar: "Gidelim Peygamber'den (sas) biz de isteyelim." dediler ve geldiler bir de baktılar ki gelenler dağıtılıp bitmiş. İşte Allah Tealâ (cc) bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi indirdi.[21]
Bu rivayetlere göre âyet-i kerime Medîne-i Munevvere'de nazil olmuştur.[22]

45. Sen Kur'ân'ı okuduğun zaman seninle, âhirete iman etmeyenlerin arasına gizli bir perde çekeriz.
46. Onların kalbleri üzerine onu iyice anlamalarını engel perdeler gerer, kulaklarına bir ağırlık veririz. Sen, Kur'ân'da Rabbını bir tek olarak andığın vakit onlar ürkek ürkek arkalarını çevirip giderler.
Bu âyet-i kerimelerin nuzûl sebebinde iki rivayet vardır:
l. Kelbî der ki: Allah'ın Rasûlü (sas) Kur'ân okuduğunda ona eziyet eden bir grup muşrik hakkında nazil olmuştur ki bunlar: Ebu Sufyân, en-Nadr ibnu'l-Hâris, Ebu Cehl, Ebu Leheb'in karısı Ummu Cemil'dir. Allah Tealâ (cc), Peygamber (sas) Kur'ân okurken onunla bunlar arasına bir perde koymuştu ki onun yanına gelirler, ona uğrarlar ama onu görmezlerdi (İbnu'l-Cevzî, age. v,41). Kurtubî bunlara en-Nadr ibnu'l-Hâris ve Huvaytıb'ı da ilâve eder.[23]
2. Peygamber Kureyş muşriklerine Kur'ân okuyup onları Allah'a çağırdığı zaman onunla alay etme kabilinden olarak: "Bizi çağırdığına karşı kalblerimiz bir kılıf içinde, söyledikleriniz kalblerimize ulaşmıyor ki söylediğini anlayalım. Kulaklarımızda da bir ağırlık var, söylediklerini duymuyoruz. Seninle aramızda bir perde var ki aramızda engel oluşturuyor. Sen yaptığını yapmaya, biz de üzerinde olduğumuz halde kalmaya devam edelim. Bizim, senin söylediklerinden bir şey anlamaya hiç niyetimiz yok." derlerdi. İşte onların bu sözlerinin hikâyesi olarak Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeleri indirdi.[24]

47. Biz, onların seni dinledikleri zaman neye kulak verdiklerini çok iyi biliriz. Gizli toplandıkları zaman da hani o zâlimler: "Siz sadece büyülenmiş bir adama tabi oluyorsunuz. " diyorlardı.
48. Bak, sana nasıl misaller veriyorlar? Bunun için dalâlete düşmüşler ve bir daha yol bulamamaktadırlar.
1. Daha önce "Gerçekten Biz biliyoruz ki söylemekte oldukları seni üzüyor. Ama gerçekte onlar seni yalanlamıyorlar. Fakat o zâlimler Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar." (En'âm Sûresi'nin 33. âyeti)'nin nuzûl sebebinde de zikredildiği üzere Muhammed ibn Muslim ibn Şihâb ez-Zuhrî'den rivayetle Muhammed ibn İshâk şöyle anlatıyor: Bir gece Ebu Cehl, Ebu Sufyan Sahr ibn Harb ve el-Ahnes ibn Şerîk (Şurayk) birbirlerinin varlığından habersiz olarak Peygamber'in (sas) Kur'ân okumasını dinlemeye gelmişlerdi. Peygamber (sas) geceleri evinde namaz kılardı. Her biri gelerek ayrı bir yere oturmuş, o gece sabaha kadar Efendimiz'in (sas) Kur'ân okumasını dinlemiş, şafak sökünce de dağılmışlar, ancak yolda birbirlerini görmüşlerdi. Her biri diğerine "Neden geldin?" diye sormuş ve yine her biri niçin geldiğini söylemiş; geldikleri Kureyşli gençler tarafından duyulur da onların Kur'ân dinlemeye gelmiş olmaları gençleri fitneye düşürür korkusuyla bir daha asla gelmeyeceklerine dair bir birlerine söz vermişler. Fakat o gün gece olunca nasıl olsa verdiği sözde durup diğer iki arkadaşı gelmez zannıyla her bireri tekrar Peygamber'in (sas) Kur'ân okumasını dinlemeye gelmiş. Sabah yaklaşıp da Kur'ân dinledikleri yerden ayrılırken yolda yine karşılaşıp birbirlerini kınamış ve artık bir daha gelmeyeceklerine dair birbirlerine söz vermişler. Ama üçüncü gece olunca tekrar dayanamamış üçü birden ayrı ayrı Peygamber'in (sas) Kur'ân okumasını dinlemeye gelmişler; sabah olunca karşılaştıklarında yine birbirlerine bir daha oraya dönmeyeceklerine dair söz vermişler.
Sabah olunca Ahnes ibn Şerîk asasını almış ve Ebu Sufyân'ın evine gelmiş, ona: "Ey Ebu Hanzala, Muhammed'den duyduğun hakkında fikrini bana söyle." demiş. Ebu Sufyân: "Ey Ebu Sa'lebe, Allah'a yemin olsun ben ondan bildiğim ve kendisiyle ne kasdedildiğini de anladığım şeyler de işittim, ne manâsını ne de ne kasdedildiğini anlamadığım şeyler de işittim." demiş. Ahnes de: "Ben de senin yemin ettiğine yemin ederim ki aynı durumdayım." demiş.
Sonra Ahnes, Ebu Sufyân'ın yanından çıkıp bu sefer Ebu Cehl'in evine gelmiş, yanına girmiş ve ona: "Ey Ebu'l-Hakem, Muhammed'den işittiklerin hakkında fikrin nedir?" diye sormuş. Ebu Cehl: "Ne mi işittim?" deyip şöyle devam etmiş: "Biz ve Abdimenâf Oğulları şerefte yarıştık; yedirdiler, yedirdik, taşıdılar taşıdık, verdiler verdik. Ama tam dizleri üzeri çökmüş yarış atları gibi başabaş gelmiştik ki "Bizden kendisine gökten vahy gelen bir peygamber var." deyiverdiler. Biz bunda onlara ne zaman ve nasıl yetişeceğiz? Allah'a yemin ederim ki asla ona iman etmeyeceğiz ve asla onu tasdik etmeyeceğiz." Bunu duyan Ahnes kalkıp ondan ayrılmış.[25]
İbn Kesîr'in, bu âyet-i kerimelerin tefsirinde İbn İshâk'tan rivayetle anlattığı bu kıssada bu âyet-i kerimelerin nuzûl sebebi olduğu tasrih edilmemekle birlikte, bu hadise üzerine nazil oldukları açıkça anlaşılmaktadır.
2. Bunun yanında "Bak, sana nasıl misaller veriyorlar?..." âyet-i kerimesinin, Mucâhid'den rivayete göre el-Velîd ibnu'l-Muğîra ve arkadaşları hakkında nazil olduğu da söylenir.[26]
3. "Biz, onların seni dinledikleri zaman neye kulak verdiklerini çok iyi biliriz..." âyet-i kerimesinin nuzûl sebebinde Alûsî biraz daha farklı bir hadise anlatır. Şöyle ki: Rasûlullah (sas) (Mescid-i Harâm'da namaza kalktığında) sağına Abduddâr Oğullarından iki kişi, soluna da yine onlardan iki kişi kalkar ve el çırparak, ıslık çalarak, şiirler okuyarak onun okumasını karıştırmak isterlerdi, işte âyet-i kerime bunun üzerine nazil olmuştur.[27]
4. Kurtubî de râvisini zikretmeden bu âyet-i kerimenin nuzûl sebebinde şöyle bir olay nakleder: Utbe'nin, bir yemek yaparak Kureyş ileri gelenlerini davet ettiği sırada nazil olmuştur. Peygamber de (sas) onların yanına girmiş; onlara Kur'ân okumuş ve onları Allah'a çağırmıştı. Kendi aralarında gizli gizli konuştular; "Bu adam büyücü, bu adam deli." diyorlardı.
Başka bir rivayete göre ise Peygamber (sas), Ali'ye yemek yaparak Kureyş muşriklerinin ileri gelenlerini davet etmesini emretmiş. O da Peygamber'in (sas) emrini yerine getirmiş. İşte o zaman Allah'ın Rasûlü (sas) yanlarına girmiş, onlara Kur'ân okumuş ve onları Allah'ı birlemeye davet edip: "Yegâne ilâh Allah'tır deyiniz ki arablar size itaat etsin, arab olmayanlar da size boyun eğsin." buyurmuşlar. Onlar Peygamber'i (sas) dinlerken kendi aralarında: "Bu adam büyücü, bu adam büyülenmiş." diye fısıldaşıyorlarmış.[28]
İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette de şöyle denilmekte: Ebu Sufyân, en-Nadr ibnu'l-Hâris, Ebu Cehl ve başkaları Peygamber'le (sas) oturur ve onun konuşmalarını dinlerlerdi. Bir gün Nadr: "Muhammed ne diyor anlamıyorum, o sadece dudaklarını oynatıyor." dedi. Ebu Sufyân: "Ben onun söylediklerinin bir kısmını doğru buluyorum." dedi. Ebu Cehl: "O delidir."; Ebu Leheb: "O kâhindir."; Huvaytıb ibn Abdu’l-Uzzâ da: "O bir kâhindir." dedi de bu âyet-i kerime nazil oldu.[29]

53. Kullarıma söyle: "En güzel olanı söylesinler. Doğrusu şeytan onların aralarını açmak ister. Zira şeytan, insan için apaçık bir düşman olmuştur.
Umer ibnu'l-Hattâb hakkında nazil olmuştur. Kâfirlerden bir arab ona sövmüştü. Bunun üzerine Umer ibnu’l-Hattâb, o adamın üzerine hucuma davranırken Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirerek onu affetmesini emretmişti. Bu, Mukâtil'den rivayet edilmiştir.
Kelbî ve İbn Abbâs'tan rivayetle Ebu Sâlih derler ki: Muşrikler Mekke'de gerek sözlü ve gerekse fiilî olarak Rasûlullah'ın (sas) ashâbına eziyet ediyorlardı. Gelip Rasûlullah'a (sas) şikâyette bulundular. Peygamber (sas): "Henüz savaş ile emrolunmadım." buyurdu ve bunun üzerine Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[30]

56. De ki: "O'ndan başka taptıklarınızı çağırın, sizin sıkıntınızı gidermeye de değiştirmeye de güçleri yetmez. "
57. Onların taptıkları da "Hangisi Rablarına daha yakın olacak?" diye vesile arıyorlar ve O'nun rahmetini umuyorlar, O'nun azabından korkuyorlar. Çünkü Rabbının azabı gerçekten korkunçtur.
Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayette o şöyle demiştir: "Onların taptıkları da "Hangisi Rablarına daha yakın olacak?" diye vesile arıyorlar..." âyet-i kerimesi cinlerden bir gruba tapan bir grup arab (ya da bazı insanlar) hakkında nazil oldu. Onların tapınmakta oldukları cinler musluman oldular. Onlara tapınan o arablar ise tapınmakta oldukları cinlerin musluman olduklarından habersiz onlara tapınmaya devam ettiler de bu âyet nazil oldu.[31]
Diğer bazı rivayetlerde cinlere tapınmakta devam eden bu insanların Huzâa'dan bir grup olduğu ayrıntısına da yer verilmiştir.[32]

59. Bizi, mu’cizeler göndermekten alıkoyan ancak onlardan öncekilerin o mu’cizeleri yalanlamış olmalarıdır. Semûd'a da gözleri göre göre bir dişi deve vermiştik de, onunla kendilerine zulmetmişlerdi. Biz Azîmuşşân, âyetleri ancak korkutmak için göndeririz.
Daha önce (Ra'd Sûresi'nin 31. âyetinin nuzûl sebebinde) de geçtiği üzere Vâhidî'nin kendi isnâdiyla Zubeyr ibnu'l-Avvâm'dan rivayetinde Zubeyr şöyle anlatıyor:
Kureyş muşrikleri bir gün Peygamber'e (sas) geldi ve şöyle dediler: Sen, kendisine vahy gelen bir peygamber olduğunu iddia ediyorsun. Suleyman'a rüzgâr, Musa'ya deniz musahhar kılınmıştı. İsa, Ölüleri diriltirdi. Sen de Allah'a dua et de şu dağları yürütüp bizden uzaklaştırsın ve yerden bize nehirler akıtsın da ziraat yapalım mahsullerinden yiyelim. Yok bunu yapamazsan dua et bizim için ölülerimizi diriltsin biz onlarla, onlar bizimle konuşsunlar. Yok bunu da yapamazsan Allah'a dua et şu altındaki kayayı altına çevirsin, ondan yontup yontup alalım ve yaz kış seferlere çıkmaktan kurtulup onunla geçinelim. Değil mi ki sen de o peygamberler gibi bir peygamber olduğunu iddia ediyorsun."
Biz de Peygamber'in (sas) etrafında idik ki o sırada ona vahy gelmeye başladı. Biraz sonra açıldı ve: "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki istedikleriniz bana verildi. Ben dileseydim hemen o anda olacaktı. Fakat (Rabbım) beni muhayyer bıraktı: Ya rahmet kapısından girecektiniz de mu'minleriniz iman edecekler, ya da kendiniz için seçtiğinize bırakılacaksınız da rahmet kapısını bulamayıp dalâlette kalacaktınız. Ben, rahmet kapısını tercih ettim. Rabbım bana haber verdi ki istediklerinizi size vermemden sonra da kufurde devam etmeniz halinde size öyle bir azâb edecekti ki sizden önce hiç kimseye öyle azâb etmemiştir." buyurdu ve işte bunun üzerine bu: "Bizi, mu’cizeler göndermekten alıkoyan ancak onlardan öncekilerin o mu’cizeleri yalanlamış olmalarıdır." ve "Bir Kur'ân ki eğer onunla dağlar yürütülseydi..." (Ra'd, 13/31) âyet-i kerimeleri nazil oldu.[33]
Hafız Ebu Ya'lâ'nın Musned'inde yine Zubeyr ibnu'l-Avvâm'dan rivayet olunan haber daha ayrıntılı ve ayrıntılarda bir takım farklılıklar arzetmektedir ve olay, sadece bu âyet-i kerimenin değil, peşpeşe üç âyet-i kerime ile Ra'd Sûresinin 31. âyetinin de inmesine sebeb olmuştur. Şöyle ki:
"En yakın akrabalarını inzâr et..." (Şuarâ', 26/114) âyet-i kerimesi nazil olduğunda Rasûlullah (sas), Ebu Kubeys dağına çıkıp "Ey Abdimenâf ailesi, ben uyarıcıyım!" diye bağırdı. Bu seslenme üzerine Kureyş oraya geldiler. Peygamber (sas) onları (iman etmedikleri takdirde onları beklemekte olan azâb ile) korkuttu ve uyardı. "Sen, kendisine vahy gelen bir peygamber olduğunu iddia ediyorsun. Rüzgâr ve dağlar Suleyman'ın buyruğuna verilmişti. Deniz Musa'nın buyruğu altına verilmişti. İsa ise ölüleri diriltirdi. Şimdi sen de (eğer iddia ettiğin gibi bir peygamber isen) Allah'a dua et de şu dağları yerinden yürütüp bizden uzaklaştırsın, bize yerden nehirler çıkarıp akıtsın da toprağı sürelim, ziraat yapalım ve elde edeceğimiz ürünlerden yiyelim. Yok eğer bunu yapamazsan Allah'a dua et de bizim için ölülerimizi diriltsin; biz onlarla konuşalım, onlar bizimle konuşsunlar. Yok eğer bunu da yapamazsan Allah'a dua et de şu altındaki kayayı altına çevirsin, ondan yontup altın alalım; şu (ticaret yapmak için çıktığımız ve bizi çok yoran) yaz ve kış seferlerinden bizi kurtarsın. Madem ki sen, o peygamberler gibi olduğunu iddia ediyorsun; bunları yap da görelim!" dediler.
Zubeyr ibnu'l-Avvâm anlatmaya şöyle devam eder: Bizler de Peygamber'in (sas) çevresinde idik. Birden ona vahy gelmeye başladı. Vahy bitip de Efendimiz (sas) açılınca buyurdu ki: "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki sizin istedikleriniz bana verildi. Dilemiş olsaydım hemen meydana gelecekti. Fakat "Rahmet kapısından girmeniz ve iman edeceklerinizin iman etmesi ile kendiniz için seçtiğinizin size verilmesi, rahmet kapısını bulamamanız ve sizden kimsenin iman edememesi arasında muhayyer bırakıldım da rahmet kapısını ve sizden iman edeceklerin iman etmesini seçtim. Ayrıca bana haber verdi ki bu istediklerinizi size verdiği ve siz de iman etmediğiniz takdirde size öyle azâb edecekti ki şimdiye kadar o azabı âlemlerde kimseye yapmamıştır." Ve râvi: "Bizi, mu’cizeler göndermekten alıkoyan ancak onlardan öncekilerin o mu’cizeleri yalanlamış olmalarıdır..." âyetleri nazil oldu deyip üç âyet-i kerimeyi okudu Ve "Bir Kur'ân ki eğer onunla dağlar yürütülseydi veya yer onunla parça parça edilseydi, yahut onunla ölüler konuşturulsaydı..." (Ra'd, 13/31) âyet-i kerimesi de nazil oldu, dedi.[34]
İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Mekke halkı Peygamber'den (sas), Safa tepesini altına çevirmesini, yerlerinin genişleyip ziraat yapabilmeleri için dağlan kendilerinden uzaklaştırmasını istemişlerdi. Peygamber'e (sas): "Dilersen onlara muhlet verelim, belki içlerinden seçeceklerimiz (ve iman edecekler) çıkar; dilersen istediklerini verelim ama inkâr ederlerse kendilerinden öncekilerde olduğu gibi onlar da helâk olunurlar." denildi de Peygamber: "Bilâkis onlara muhlet verip te'hir eyle." dedi ve bunun üzerine Allah Tealâ (cc): "Bizi, mu’cizeler göndermekten alıkoyan ancak onlardan öncekilerin o mu’cizeleri yalanlamış olmalarıdır." âyet-i kerimesini indirdi.[35]
Katâde'den rivayete göre Mekke halkı Peygamber'e (sas) gelmişler ve: "Eğer söylediklerin gerçek ve bizim sana iman etmemiz seni sevindirecekse Safa tepesini bizim için altına çevir." demişler de hemen Cibrîl gelmiş ve: "Eğer dilersen kavminin istediği olacak, meydana gelecek ama eğer bu durumda iman etmezlerse kendilerine hiç muhlet verilmeyecek ve helâk olunacaklar. Dilersen de kavmine muhlet vereceğim ve nfk ile muamele edeceğim." demiş. Peygamber'in (sas): "Bilâkis kavmime nfk ile muamele etmeni ve muhlet vermeni isterim." demesi üzerine de Allah Tealâ (cc): "...Semûd'a da gözleri göre göre bir dişi deve vermiştik..." âyeti ile "Onlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir memleket halkı iman etmedi de şimdi bunlar mı iman edecekler?!" (Enbiyâ, 21/6) âyet-i kerimesini indirdi.[36]

60. Hani sana demiştik ki: "Rabbın gerçekten insanları kuşatmıştır. " Sonra sana göstermiş olduğumuz ruyayı sadece insanlar için bir imtihan kıldık. Kur'ân'da lânetlenmiş olan ağacı da. Biz onları korkutuyoruz ama bu, onlara büyük bir azgınlık vermekten başka bir şeyi artırmıyor.
l. Sehl ibn Sa'd'den, o şöyle anlatıyor: Allah’ın Rasûlü (sas) bir gün ruyasında filân oğullarının minberi üzerinde maymunlar gibi zıpladıklarını görerek bunu hayra yormamış ve ölünceye kadar da bir daha gülmemişti. İşte onun gördüğü bu ruya üzerine Allah Tealâ (cc): "Sonra sana göstermiş olduğumuz ruyayı sadece insanlar için bir imtihan kıldık." âyet-i kerimesini indirmiş.[37]
İbn Ebî Hatim, İbn Merdûye, Beyhakî ve İbn Asâkir'in Saîd ibnu'l-Museyyeb'den rivayetle tahric ettikleri haberde, bu filân oğullarının Umeyye Oğulları olduğu tasrih olunmuştur.[38]
İbn Ebî Hâtim'in Ya'lâ ibn Murra'dan rivayetinde o şöyle diyor: Allah'ın Rasûlü (sas): "Ruyada Umeyye Oğullarını yeryüzü minberlerinin üzerinde gördüm. Onlar size krallar olacaklar ve siz onları kötülüklerin erbabı bulacaksınız." buyurdu ve bundan dolayı kederlendi de Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[39]
2. Suyûtî, bu âyet-i kerime ile isrâ' ve mi'râc hadisesi arasında irtibat kuruyor ve Ummu Hânî'den şöyle bir haber rivayet ediyor:
Allah'ın Rasûlü (sas) Mescid-i Harâm'dan Mescid-i Aksa'ya geceleyin götürüldüğünde bunu Kureyş'ten bazılarına anlatmış ve onlar da kendisiyle alay ederek kendisinden bir âyet (gittiğini iddia ettiği Mescid-i Aksâ'yı kendilerine anlatmasını) istemişlerdi. Allah'ın Rasûlü de (sas) onlara Beytu'l-Makdis'i vasfedip yolda rastlamış olduğu bir kervanın o gece nerede olduğunu haber vermiş, el-Velîd ibnu'l-Muğîra da: "Bu adam bir büyücü." demiş ve işte bunun üzerine Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.
el-Huseyn ibn Ali'den gelen başka bir rivayette de Peygamber (herhalde isrâ' ve mi'râc hadisesinin akabinde kavminin onun bu mu’cizesini yalanlaması üzerine) kederli bir halde iken ashâbı: "Ey Allah'ın elçisi, neden üzülüyorsunuz. Bakın biz hiç üzülmüyoruz. Çünkü bu (isrâ' ve mi'râc) onlar için bir fitne olmuştur." demişler de bunun üzerine Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirmiş.
Ancak Suyûtî, bu iki haberi ve değişik kanallardan gelen rivayetlerin senedlerini zikrettikten sonra senedlerinin zayıf olduğunu kaydetmektedir[40] ki isrâ' ve mi'râcı basit bir ruyaya indirgemesi ve dolayısıyla bu husustaki sahih rivayetlerle çelişmesi de zaten bu iki rivayetin doğru olmadığını göstermektedir.
3. İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor: Bu âyet-i kerimedeki ruya, Rasûlullah'ın (sas), Hudeybiye senesi Mekke'ye girdiklerini gördüğü ruyadır. Ancak muşrikler tarafından Mekke'ye giremeden geri çevrilince bazı muslumanlar bununla fitneye duçar kalmış (Peygamber'in (sas) davetinin hak olup olmadığında şubheye kapılmış). Bu cumleden olarak meselâ Umer ibnu’l-Hattâb, Ebu Bekr'e: "Allah'ın Rasûlü (sas) bize, Beytullah'a gireceğimizi ve onu tavaf edeceğimizi söylemedi mi?" demiş, Ebu Bekr de: "Bunu bu sene yapacağımızı haber vermedi. Onu başka bir sene yapacağız." diye cevab vermiş ve işte ashâbdan bazısının bu şekilde şubheye kapılması üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur. Ancak bir sonraki sene Rasûlullah (ve ashâbı) Mekke'ye girmişler ve bunun üzerine de Allah Tealâ (cc): "Andolsun ki Allah, Rasûlü'nün ruyasını doğru çıkardı..." (Feth, 48/27) âyet-i kerimesini indirdi. Kurtubî, bu ruyanın, bu âyet-i kerimenin iniş sebebi olmasını uzak görür. Çünkü âyet (ona göre) Mekke'de inmiş, halbuki Efendimiz'in (sas) bu ruyası Medîne-i Munevvere'de olmuştur.[41]
4. Vâhidî'nin, kendi isnâdıyla İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle diyor: Allah Tealâ (cc) Kur'ân-ı Kerim'de Zakkum'u zikredip Kureyş'ten olan bu kabile onunla korkutulunca Ebu Cehl: "Biliyor musunuz, Muhammed'in sizi korkutmakta olduğu zakkum nedir?" diye sordu. "Hayır, bilmiyoruz." dediler. "O tereyağlı tiriddir. Ama vallahi eğer ondan elimize geçerse mutlaka ondan zakkumlanacağız." dedi de bunun üzerine Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[42]
İbn Abbâs'tan rivayete göre ise bu hadise aynı zamanda "Ki tomurcukları şeytanların başları gibidir." (Sâffât, 37/65) âyet-i kerimesi[43] ile "Hiç şubhesiz zakkum ağacı; o günaha çok düşkün olan günahkârın yemeğidir." (Dühân, 44/43-44) âyet-i kerimelerinin de[44] nuzûlüne sebeb olmuştur.[45]

73. Onlar neredeyse sana vahyettiğimizden ayırıp başka bir şeyi Bize karşı uydurman için seni fitneye düşürecekler ve işte ancak o zaman seni dost edineceklerdi.
74. Şayet sana sebat vermemiş olsaydık andolsun ki neredeyse az da olsa onlara meyledecektin.
75. Ve o zaman Biz sana hayatın da kat katını, ölümün de kat katını tattırırdık. Sonra Bize karşı sana bir yardımcı da bulamazdın.
Bu âyet-i kerimelerin biri Mekke-i Mukerreme'de, biri de Medîne-i Munevvere'de nuzûlüne işaret eden nuzûl sebebleri rivayet edilmiştir. Şöyle ki:
l. Sa'd'den rivayette o şöyle anlatıyor: Bir gün Peygamber (sas) Haceru'l-Esved'i istilâm ederken Kureyş muşrikleri gelip onu bundan alıkoydular ve: "Küçücük de olsa bizim tanrılarımıza ilgi göstermedikçe onu Haceru'l-Esved'i istilâm etmeye bırakmayacağız." dediler. Peygamber de (sas) içinden geçirdi ki: "Mademki beni Haceru'l-Esved'i istilâm etmeye bırakacaklar kerhen onların tanrıları ile ilgilensem ne olur? Herhalde benim bunu kerhen yaptığımı Allah bilip dururken bana bir zararı olmaz." Ancak Allah Tealâ (cc) bunu kabul etmeyerek "Onlar neredeyse sana vahyettiğimizden ayırıp başka bir şeyi Bize karşı uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi...." âyet-i kerimesini indirdi.[46]
Saîd ibn Cubeyr der ki: Muşrikler Peygamber'e (sas): "Bizim tanrılarımıza velev parmağının ucuyla olsa ilgi göstermedikçe sana karşı çıkmaktan vazgeçmeyeceğiz." dediler. Peygamber (sas): "Allah benim hak üzere olduğumu biliyorken bunu yapıversem herhalde bana bir zararı olmaz." diye düşünmüştü ki Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeleri indirdi.[47]
Suyûtî olaya karışanları zikredip olayı daha muşahhas hale getirir ve İbn Abbâs'tan rivayetle şöyle anlatır: Umeyye ibn Halef, Ebu Cehl ibn Hişâm ve Kureyş'ten diğer bazıları Rasûlullah'a (sas) gelerek: "Ey Muhammed, gel, bizim tanrılarımızı bir kerecik meshediver ki biz de seninle birlikte senin dinine girelim." dediler. Peygamber (sas), kavminin İslâm'a girmelerini çok istiyordu. Onların İslâmına sebeb olacağı için neredeyse bu isteklerine meyletmek üzereydi ki Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeleri indirdi. Bu âyet-i kerimelerin nuzûl sebebinde rivayet edilenlerin en sahihi bu olup isnâdı ceyyiddir ve bunu destekleyen başka rivayetler de vardır.[48]
Katâde isim vermeden ve sadece hadiseyi Kureyş muşrikleriyle ilişkilendirerek yukardakinden biraz daha farklı şekilde şöyle anlatır: Bir gece Kureyş muşrikleri sabaha kadar Peygamber'le (sas) birlikte yalnız kalarak onunla konuştular, ona saygılarını gösterdiler, onun efendileri olduğunu, onun akrabaları olduklarını söylediler ve: "Ey efendimiz, sen bizim efendimizken insanlardan hiç kimsenin getirmediği bir şey getirdin." dediler. Böyle konuşmaya devam ettiler ve sonunda O'nu, neredeyse istediklerinden bazısına yaklaştırdılar da Allah Tealâ (cc) O'nu bundan korudu ve bu âyet-i kerimeyi indirdi.[49]
Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den gelen bir rivayette de bu âyet-i kerimelerin nuzûlü Ğarânîk olayı ile ilişkilendiriliyor. O şöyle anlatıyor: Bir gün Peygamber (sas) muşriklere Necm Sûresini okuyordu. "Lât ve Uzzâ'yı gördünüz mü?..." (âyet: 19) âyet-i kerimesine ulaşınca şeytan "Onlar beyaz yüce kuğulardır ki şefaatleri umulur." sözünü atıverdi ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerimeler nazil oldu. Peygamber (sas) "Biz, senden evvel hiçbir rasûl, hiçbir nebî göndermedik ki o bir şey arzu ettiği zaman şeytan onun dileği hakkında ille bir fitne ortaya atmış olmasın. Nihâyet Allah, şeytanın atacağı o fitneyi giderir, iptal eder..." (Hacc, 22/52) âyet-i kerimesi nazil oluncaya kadar üzüntüden kendini kurtaramadı.[50]
Bu rivayetler âyet-i kerimelerin Mekke-i Mukerreme'de inmiş olduğuna delâlet etmektedir. Bunların yanında Medîne-i Munevvere'de inmiş olduğu intibaını veren ve İbn Abbâs'tan gelen rivayetler de vardır:
2. İbn Abbâs'tan rivayetle Atâ der ki: Sakîflilerden gelen hey'et hakkında nazil oldu. Bu hey'et haddi aşan isteklerde bulundular ve: "Bir sene Lât'a tapınmamıza izin ver. Mekke'yi haram kıldığın gibi bizim vadimizi de ağacıyla, kuşuyla vahşi hayvanlarıyla haram kıl." dediler. Peygamber onlardan yüzünü çevirip cevab vermeyince umutlanarak isteklerini artırmaya başladılar: "Arabların, bizim onlardan üstün olduğumuzu bilmelerini isteriz. Eğer söylediklerimizden hoşlanmadıysan ve arabların: "Bize vermediğini onlara neden verdin." demelerinden korkuyorsan "Bunu bana Allah emretti." dersin." dediler. Rasûlullah (sas) yine onlara cevab vermedi. Efendimiz'in (sas) susmasından daha da umutlanmışlardı ki Umer ibnu’l-Hattâb bağırdı: "Getirdiğiniz isteklerinizden hoşlanmadığı için Rasûlullah'ın (sas) size cevab vermediğini görmüyor musunuz?" dedi. Rasûİullah (sas), onlara, istediklerini vermeye niyyetlenmişti ki Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[51]
Yine İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette de Sakîflilerin: "Bize bir sene musaade et; tanrılarımıza gelmesini beklediğimiz hediyyeler var. O hediyeleri aldıktan sonra musluman olalım ve tanrılarımızı biz kendimiz kıralım." dedikleri ve Peygamber'in (sas) de onlara bir yıl süre vermeye niyyetlenirken Allah Tealâ'nın (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdiği belirtilmektedir.[52]
Bu nuzûl sebebi Zemahşerî tarafından râvisi belirtilmeden, bunlardan daha geniş ve ayrıntılarda bir takım farklarla verilmiştir. Şöyle ki:
Sakîfliler Peygamber'e (sas) dediler ki: "Arablara karşı övünebileceğimiz bir takım hasletleri bize tanımadıkça senin emrine girecek değiliz: Bizden öşür alınmayacak, cihâda çıkmamız istenmeyecek (veya zekâtımızı edâ etme zamanı bir yerde toplanmamız istenmeyecek zekât memurları ayağımıza gelecekler), namazda ruku’ve secde bize farz kılınmayacak (veya bizi namaz emrinden muaf tutacaksın), bizim alacağımız faizler yine bizim olacak (onları vadesi geldiğinde alacağız), bizim vereceğimiz faizler ise affedilecek (ve vadesi geldiğinde o faizleri ödemeyeceğiz), Lât (adlı putumuz hemen kırılmayacak ve) bir sene daha bizde kalacak ve bir senenin sonunda biz onu ellerimizle kırmayacağız, bizim vadimizi de (Mekke gibi) kuşlarıyla, ağaçlarıyla haram ilân edeceksin. Arablar "Bunu onlara neden verdin?" diyecek olurlarsa "Bunları bana Rabbım emretti." dersin."
Bunları yazmaları için kâtiblerini de getirdiler ve yazmaya başladılar: "Rahmân Rahîm Allah'ın adıyla. Bu, Allah'ın Rasûlü Muhammed'den Sakîflilere mektubtur: Onlardan öşür alınmayacak, cihâda çıkmayacaklar..." onlar: "Namazda ruku’ ve secde etmeyecekler." yaz, dediler, Rasûl-i Ekrem sustular. Onlar tekrar kâtibe: "Yaz: Namazda ruku’ ve secde etmeyecekler." dediler. Kâtib, Böyle yazayım mı? der gibi Rasûlullah'a (sas) baktı. Umer ibnu’l-Hattâb yerinden kalktı, kılıcını çekti ve: "Ey Sakîf topluluğu, Peygamberimizin kalbini tutuşturdunuz (onun kalbini incittiniz), Allah sizin de kalblerinizi ateşle doldursun." dedi. Sakîfliler: "Biz seninle konuşmuyoruz, biz ancak Muhammed'le konuşuyoruz." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.
Yine rivayete göre Kureyş muşrikleri Peygamber'e (sas): "Rahmet âyetini azâb âyeti, azâb âyetini de rahmet âyeti yap ki sana iman edelim." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[53]
Ancak Suyûtî'nin işaret ettiği üzere bu rivayetin isnâdı zayıftır.[54]

76. Yakında seni, neredeyse bu yerden çıkarmak için herhalde rahatsız edecekler. Fakat bu takdirde kendileri de arkandan çok az kalacaklardır.
l. Suddî'den rivayete göre Allah Tealâ (cc), Mekke muşriklerinin Peygamber'i (sas) Mekke'den çıkarmak istemeleri hakkında bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[55] Bu; Mucâhid, Katâde ve Hasen'den de rivayet edilmiştir.[56] Buna ek olarak Katâde der ki: "Onlar, Peygamber'i (sas) Mekke'den çıkarmaya niyyet ettiklerinde eğer bunu gerçekleştirmiş olsalardı kendileri de orada fazla kalamazlar ve kendilerine muhlet verilmezdi. Fakat onlar Peygamber'i (sas) çıkarmadan önce Allah Tealâ (cc), Rasûlü'ne (sas) çıkmasını ve hicret etmesini emretti de Rasûlü (sas) bu emre imtisalen oradan çıktı.[57]
2. Bunun yanında âyet-i kerimenin Medîne'de nazil olduğu anlamına gelecek bazı rivayetler de vardır.
Meselâ bunlardan birisinde İbn Abbâs şöyle diyor: Yahudiler Peygamber'in (sas) Medîne'de kalmasını kıskandılar ve: "Peygamberler Şam'da çıkmışlardır. Eğer sen de gerçekten peygamber isen oraya katıl. Sen oraya çıkarsan o takdirde seni tasdik eder ve sana iman ederiz." dediler. Onların musluman olmalarını istediği için bu hususta Peygamber'in (sas) kalbine bir şeyler girdi ve Medîne'den bir merhale (bir konak) mesafeye kadar çıkmışken Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[58]
Başka bir rivayette de yine yahudiler: "Ey Ebu'l-Kasım, Şam, mukaddes bir yerdir; Orası peygamberler toprağıdır. Oraya çıkmış olsan sana iman ederdik. Biz biliyoruz ki sen, Rumlardan korkuyorsun. Eğer gerçekten peygamber isen oraya çık. Allah, senin dışındaki peygamberleri koruduğu gibi muhakkak seni de koruyacaktır." dediler. Peygamber de (sas) onların bu sözleri üzerine çıktı ve ordugâhını Zulhuleyfe'de kurup ashâbını beklemeye başladı da bu âyet-i kerime nazil oldu ve Rasûl-i Ekrem (sas) Medîne’ye döndü ve çok geçmeden onlardan Kurayza Oğullarını katledip Nadîr Oğullarını sürgün etti.[59]
Alûsî bu rivayeti verdikten sonra zayıf olduğunu, sîret kitâblarında veya itimad edilecek kitâblardan herhangi birinde yer almadığını ve ayrıca Zulhuleyfe'nin de Medîne-Şam yolu üzerinde olmadığını da not etmiştir. İbn Kesîr de âyet-i kerimenin Mekkî olduğu gerekçesiyle, Medenî olduğu intibaını veren bu rivayetlerde ifadesini bulan görüşün zayıf olduğunu kaydeder.[60]
Başka bir rivayette de hadise Tebuk Ğazvesi ile ilişkilendirilerek Peygamber'in (sas), yahudilerin "Eğer sen gerçekten peygamber isen Şam'a katıl, oraya git. Çünkü Şam toprağı haşir ve neşir yeridir, peygamberler toprağıdır." demeleri üzerine onların sözünü doğru bularak Tebuk Ğazvesine çıktığı, bu ğazveden ğayesinin Şam'a ulaşmak olduğu, ancak Tebuk'e ulaşınca kendisine Allah Tealâ'nın (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdiği söylenmekte[61] ise de bu iki rivayetin gerçekle ve âyet-i kerimenin nuzûlü ile bir ilgisi yoktur ve bu husustaki rivayetlerin senedleri, Suyûtî'nin de işaret ettiği üzere zayıf, bir kısmı da murseldir.[62]

80. Ve de ki: "Rabbım, beni doğruluk yerine koy ve doğruluk yerinden çıkar ve katından, bana destekleyecek bir kuvvet ver.
İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle demiştir: Peygamber (sas) Mekke'de idi. Sonra hicret etmekle emrolundu da kendisine: "Ve de ki: "Rabbım, beni doğruluk yerine koy ve doğruluk yerinden çıkar ve katından, bana destekleyecek bir kuvvet ver." âyet-i kerimesi nazil oldu.[63]
Hasen'in söyledikleri İbn Abbâs'ın bu sözlerine biraz daha açıklık getiriyor. O şöyle demiştir: Kureyş kâfirleri Peygamber'i (sas) bağlamak veya Mekke'den çıkarmak istediklerinde Allah Tealâ da (cc) Mekkelilerin (helâk olunmayıp) kalmalarını murâd edip peygamberine muhâcir olarak Medîne'ye çıkmasını emretti ve bu âyet-i kerime nazil oldu.[64]
Biraz önce geçen "Yakında seni, neredeyse bu yerden çıkarmak için herhalde rahatsız edecekler..." âyet-i kerimesinin nuzûlünü Tebuk Ğazvesi ile ilişkilendiren rivayetlerin birisinde Peygamber'in (sas) Tebuk'ten dönüşünde bu âyet-i kerimenin nazil olduğunu ifade eden bir fazlalık vardır. Şehr ibn Havşeb kanalıyla Abdurrahmân ibn Ğunm'dan rivayet edilen bu haberin bu âyet-i kerimenin nuzûlü ile ilgili kısmı şöyledir: Allah Tealâ (cc), "Yakında seni, neredeyse bu yerden çıkarmak için herhalde rahatsız edecekler." âyet-i kerimesini indirip Medîne-i Munevvere'ye dönmesini Rasûlü'ne emredince Cibrîl ona: "Rabbından iste. Kuşkusuz her peygamberin Rabbından istediğinde icâbet olunacağı bir isteği vardır." dedi. Peygamber (sas): "Ne istememi emredersin?" diye Cibrîl'e sordu da o: "Rabbım, beni doğruluk yenine koy ve doğruluk yerinden çıkar ve katından, bana destekleyecek bir kuvvet ver, de." dedi. İşte bu sözler, Peygamber (sas) Tebuk'ten dönüşünde (veya Tebuk'ten dönüşü hakkında) nazil olmuştur.
Bu rivayet mursel olup isnâdı da zayıftır.[65]

83. İnsana nimet verdiğimiz vakit yüz çevirir ve yan çizer. Başına bir kötülük gelince de şiddetle ye 'se, umutsuzluğa düşen olur.
84. De ki: "Herkes yaratılışına göre hareket eder ve Rabbınız, kimin yol bakımından daha doğru olduğunu en iyi bilendir.
Ayet-i kerimede zikredilen vasıflara sahip olan el-Velîd ibnu'l-Muğîra hakkında nazil olduğu söylenir.[66] Bu nuzûl sebebi Mehdevî tarafından zikredilmiştir.[67]

85. Sana ruhu soruyorlar; de ki: "Ruh, Rabbımın emrindendir ve size ilimden pek az bir şey verilmiştir.
1. Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayet ediliyor: Rasûlullah (sas) ile birlikte Medîne tarlalarında yürüyorduk. Allah'ın Rasûlü (sas) bir hurma dalına yaslanmış dururken yahudilerden bir grup yanımıza uğradı, birbirlerine: "Şuna ruhu sorun." dediler. Bir kısmı: "Sizi bu soruyu sormaya iten nedir? Sakın karşınıza hoşunuza gitmeyecek bir şey çıkmasın!" dedilerse de diğerleri yine "Soralım." dediler ve içlerinden birisi kalkıp yanımıza geldi ve: "Peygamber'e ruhu sordu. Peygamber sustu (veya düşünür gibi başını yere eğdi), cevab vermedi. Ben anladım ki kendisine vahiy geliyor, kalktım yerimde dikildim ve ayakta durdum. Vahiy nazil olup bitince Allah'ın Rasûlü (sas): "Sana ruhu soruyorlar; de ki: "Ruh, Rabbımın emrindendir ve size ilimden pek az bir şey verilmiştir." buyurdular. Bunun üzerine yahudiler birbirlerine: "Biz size sormayın demedik mi?" dediler.[68]
İbn Abbâs'tan gelen bir rivayet, ayrıntılarda farklar ihtiva ediyor. Şöyle ki: Yahudiler, Peygamber'e (sas): "Bize ruhu haber ver; ruh nedir ve ruh, Allah'tan bir şey iken cesedde olan ruha nasıl azâb olunur?" diye sordular. O zamana kadar Peygamber'e (sas) bu hususta bir şey nazil olmamış olduğu için Efendimiz (sas) bir cevab vermediler. Bunun üzerine Cibrîl geldi ve "Sana ruhu soruyorlar, de ki: Ruh, Rabbımın emrindendir ve size ilimden pek az bir şey verilmiştir." dedi. Peygamber de (sas) onlara bunu haber verdi, yahudiler: "Bunu sana kim getirdi?" diye sordular. Peygamber (sas) onlara: "Allah katından bunu bana Cibrîl getirdi." deyince onlar: "Vallahi bunu sana ancak bizim düşmanımız söylemiş." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ (cc): "De ki: Kim Cebrail'e düşman olursa (bilsin ki) kendinden evvelkileri tasdik edici ve mu'minler için bir hidâyet ve müjde olan Kur'ân'ı Allah'ın izni ile senin kalbine o indirmiştir." (Bakara, 2/97) âyet-i kerimesini indirdi.[69]
Abdullah ibn Mes'ûd'dan gelen başka bir rivayette ise yahudilerin ruhla ilgili bu âyet-i kerimenin nuzûlü üzerine herhangi bir itirazlarına yer verilmeyip "Evet, biz de kitâbımızda böyle bulmaktayız." dedikleri[70] kaydedilmektedir.
2. Tirmizî'de İbn Abbâs'tan rivayetle tahric olunan bir hadiste ise Peygamber'e (sas) ruhu sorarak bu âyet-i kerimenin nuzûlüne sebeb olanlar yahudiler değil Kureyş muşrikleridir ve bu rivayete göre hadise şöyle olmuştur: Kureyş muşrikleri yahudilere: "Bize bir şeyler verin de şu adama soralım." dediler. Yahudiler de: "Ona ruhu sorun." dediler. Kureyş muşrikleri de gelip Peygamber’e (sas) ruhu sordular da bunun üzerine Allah Tealâ (cc): "Sana ruhu soruyorlar; de ki: "Ruh, Rabbımın emrindendir ve size ilimden pek az bir şey verilmiştir." âyet-i kerimesini indirdi. Yahudiler "size ilimden pek az bir şey verilmiştiri duyunca: "Bize çok ilim, Tevrat verilmiştir. Kime Tevrat verilmişse elbette ona çok hayırlar verilmiştir." dediler de "De ki: Rabbımın kelimelerini yazmak için denizler murekkeb olsa ve bir o kadarını da imdad olmak üzere ona ilâve etsek daha Rabbının kelimeleri bitmeden denizler biter tükenirdi." (Kehf, 18/109) âyet-i kerimesi nazil oldu.[71]
İkrime'den gelen bir rivayette de yahudilerin, kendilerine Tevrat verilmekle çok ilim verildiği iddiaları üzerine Kehf 109 âyeti yerine "Eğer yeryüzündeki her bir ağaç kalemler olsa, deniz de, arkasından yedi deniz daha kendisinden sonra yardım ederek murekkeb olsa yine Allah'ın kelimeleri tükenmez..." (Lokman, 31/27) âyet-i kerimesinin nazil olduğu kaydedilmiştir[72] ki aslında mazmunları itibariyle aralarında büyük bir fark yoktur ve her iki âyet-i kerimenin de aynı hadise üzerine nazil olduğunu söylemek mumkindir.
Katâde'den gelen rivayetten de yahudilerin sadece ruhu değil başka şeyleri de (meselâ Ashâbu'l-Kehf’i ve Zulkarneyn'i) sordukları ve bu soruları ile de ilgili âyetlerin (Kehf Sûresi'nin) indiği[73] anlaşılmaktadır ki inşaAllah yerinde tekrar temas edilecektir.
Yukardaki rivayetlerden Abdullah ibn Mes'ûd rivayeti âyet-i kerimenin Medîne'de inmiş olmasını gerektirirken ikinci İbn Abbâs rivayetine göre âyet-i kerime Mekke'de nazil olmuştur ki meşhur olan da budur ve Peygamber'e (sas) yahudiler ruh'u dolaylı olarak; Mekke muşriklerine akıl vermek suretiyle sormuşlar demektir.
Ancak Suyûtî bu rivayetlerden İbn Mes'ûd'a varanı "İbn Mes'ûd olayı, olayın içinde olarak" anlattığı için diğerine tercih etmektedir ki bu durumda âyet-i kerimenin Medîne-i Munevvere'de nuzûlü ona göre kesindir. Ancak İbn Abbâs'tan gelen rivayet de sahih olmakla iki rivayet arasını cem kabilinden bu âyet-i kerimenin bir kere Mekke'de ve bir kere de Medîne'de olmak üzere iki kere nazil olmuş olması da ihtimal dahilindedir. Nitekim İbn Kesîr ve İbn Hacer bu görüşe meyletmişlerdir.[74]

88. De ki: "İnsanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek için toplansalar ve birbirlerine yardımcı olsalar yine de onun bir benzerini getiremezlerdi.
Bu âyet-i kerimenin, bir grup yahudi hakkında ve Kureyş muşriklerinden bir grup hakkında nazil olduğuna dair iki rivayet vardır. Şöyle ki:
1. İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Mahmud ibn Şahhân, Umer ibn Esân, Bahrî ibn Amr, Uzeyr ibn Ebî Uzeyr ve Selâm ibn Mişkem adlı yahudiler Rasûlullah'a (sas) geldiler ve: "Ey Muhammed bize haber ver; şu senin getirdiğin gerçekten Allah katından getirdiğin bir hak mıdır? Çünkü biz onun, Tevrat gibi âyetlerinin birbiriyle uyumlu olduğunu görmüyoruz." diye sordular. Rasûlullah (sas) onlara: "Allah'a yemin olsun ki sizler bunun Allah katından olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Çünkü onu, yanınızda (ki Tevrat'ta) yazılı olarak bulmaktasınız. İnsanlar ve cinler, onun bir benzerini getirmek üzere bir araya gelseler yine de onu getiremezler" buyurdu. Finhâs ve Abdullah ibn Sûriyâ, Kinâne ibn Ebi'l-Hukayk, Eşya' ve Ka'b ibn Esed, Semev'el ibn Zeyd ve Cebel ibn Amr adlı yahudiler de oradaydılar. Efendimizin bu sözü üzerine bu sefer hepsi birden söze karışıp: "Ey Muhammed, ne insanların, ne cinlerin bunu getiremeyeceklerini sana kim öğretiyor?" dediler. Efendimiz: "Allah'a yemin ederim siz onun Allah katından olduğunu, benim de muhakkak Allah'ın elçisi olduğumu pek alâ bilmektesiniz ve bunları yanınızdaki Tevrat ve İncil'de yazılı olarak da bulmaktasınız." buyurdu. "Ey Muhammed, Allah bir peygamber gönderdi mi ona dilediğini yaptırır ve onu dilediğine muktedir kılar. O halde bize okuyacağımız ve tanıyacağımız bir kitâb getir. Değilse şu getirmiş olduğun kitâb gibisini biz sana getiririz." dediler. İşte bunun üzerine Allah Tealâ (cc) onlar ve söyledikleri bu sözler hakkında "De ki: "İnsanlar ve cinler bu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek için toplansalar ve birbirlerine yardımcı olsalar yine de onun bir benzerini getiremezlerdi." âyet-i kerimesini indirdi.[75] Ancak İbn Kesîr "Sûrenin Mekkî olması, akışının bütünüyle Kureyş'le ilgili olması; yahudilerin de Peygamber'le munasebetlerinin daha ziyade Medîne-i Munevvere'de olması" gerekçeleriyle bu görüşü zayıf kabul eder.[76]
2. Başka bir rivayette de Kureyş'ten bir topluluğun: "Ey Muhammed, bu Kur'ân'dan başka, ğarib (bilmediğimiz) bir âyet (mu’cize) getir. Çünkü biz de bunun benzerini getirebiliriz." demişler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş[77] "İstesek biz de bunun bir benzerini getirebiliriz." diyen en-Nadr ibnu'l-Hâris hakkında nazil olduğu da tefsirlerde zikredilmektedir.[78]

90. "Bizim için şu yerden bir pınar akıtmadıkça sana asla iman edecek değiliz. " dediler.
91. "Yahut senin hurmalıktan, bağdan bir bahçen olsun da aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtasın,
92. Yahut iddia ettiğin gibi gökyüzünü üstümüze parça parça düşüresin veya Allah'ı ve melekleri kefil getiresin,
93. Yahut altından bir evin olsun, yahut göğe çıkasın. Gerçi ona çıktığına da asla inanmayız ya. Tâ ki üstümüze, okuyacağımız bir kitâb indiresin." De ki: Rabbımın şânı çok yücedir. Ben ancak bir beşer, bir elçiyim.
Abdullah ibn Ebî Umeyye'nin, bu âyetlerde ifadesini bulan isteklerini havi sözleri üzerine Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeleri indirdi.[79]
Hadiseyi Vâhidî daha ayrıntılı olarak İkrime'den o da İbn Abbâs'tan şöyle naklediyor: Rabîa'nın Oğulları Utbe ve Şeybe, Ebu Sufyân ibn Harb, en-Nadr ibnu'l-Hâris, Ebu'l-Bahterî, el-Esved ibnu'l-Muttalib, Zem'a ibnu'l-Esved, el-Velîd ibnu'l-Muğîra, Ebu Cehl ibn Hişam, Abdullah ibn Ebî Umeyye, Umeyye ibn Halef, el-As ibn Vâil, Haccâc'ın Oğulları Nebîh ve Munebbih ve sair Kureyş ileri gelenleri güneş battıktan sonra Ka'be'de toplandılar ve birbirlerine: "Muhammed'e birini gönderip çağırın, onunla konuşun, onunla hasımlaşın ki ona yapacaklarınızda mazur olasınız (onun özrünü kaldırasınız)." dediler ve ona birisini göndererek "Kavminin ileri gelenleri seninle konuşmak için toplandılar." diye haber gönderdiler. Kendisi hakkında yeni bir görüş ortaya çıktı herhalde diye Allah'ın Rasûlü (sas) hemen yanlarına geldi. Onların musluman olmalarını çok arzuluyor, ruşde ulaşmalarını istiyor, inatlarında ve inkârlarında devam etmeleri ise ona ağır geliyordu. Geldi ve yanlarına oturdu. "Ey Muhammed" dediler; "Arablardan senin kavmin arasına soktuğun fitneyi kavmine sokan başka birini bilmiyoruz. Atalara sövdün, dini ayıpladın, ruyalarımızı aşağıladın, ilâhlara sövdün ve cemaati dağıttın. Seninle aramızda getirmediğin kötülük kalmadı.
Eğer bu getirdiğinle bir mal kazanma peşindeysen mallarımızdan sana, en zenginimiz olacağın kadar mal verelim. Eğer içimizde şerefli olma peşindeysen seni efendimiz yapalım, krallık peşindeysen seni kralımız yapalım. Eğer şu senin gözüne görünen şey bir cin ise ve sana ğâlib gelmiş, seni etkisi altına almışsa seni tedavi ettirmek için ne sarfetmek gerekiyorsa harcıyalım, ta ki sen iyileş veya senden özrü kaldıralım (bu cinlerin tasallutu altına girmiştir ve mukellef değildir) diyelim."
Rasûlullah şöyle buyurdu: "Sizin söylediklerinizin hiçbiri bende yoktur. Size şu getirdiklerimi mallarınızı istemek için, içinizde şerefli olmak için, kralınız olmak için getirmiş değilim. Fakat Allah beni size bir elçi olarak gönderdi, bana kitâb indirdi ve bana, size müjdeleyici, uyarıcı olmamı emretti. Ben de Rabbımın mesajını size ilettim, size öğüt verdim. Şayet şu getirdiğimi benden alır kabul ederseniz bu sizin dunya ve âhirette payınız olur. Ama kabul etmez bana geri çevirirseniz Allah'ın emrine, benim hakkımdaki hukmünü verene kadar sabrederim."
"Ey Muhammed, sana arzettiklerimizi kabul edecek değilsen o takdirde biliyorsun ki insanların yer bakımından en dar, mal bakımından en az ve geçim açısından en sıkıntılı olanları biziz. O halde seni bunlarla gönderen Rabbından iste; bizim arazimizi daraltan şu dağları yerlerinden yürütüp uzaklaştırsın ve ülkemizi genişletsin, ülkemizde Şam ve Irak nehirleri gibi nehirler akıtsın, geçmiş atalarımızdan bazılarını bizim için diriltsin; dirilttikleri içinde Kusayy ibn Kilâb da olsun. O, çok doğru sözlü bir şeyh idi. Ona soralım bakalım: Senin söylediklerin gerçek mi yoksa bâtıl mı? Eğer senden bu istediklerimizi yapacak olursan ve o dirilttiklerin seni tasdik ederlerse biz de seni tasdik ederiz ve senin Allah katındaki yerini, söylediğin gibi seni gerçekten elçi olarak göndermiş olduğunu anlarız." dediler.
Rasûlullah (sas): "Ben bununla, bunları yapmak için gönderilmedim. Fakat ben, beni kendisiyle gönderdiği peygamberliği size getirmiş bulunuyorum. Benimle gönderilen mesajı sizlere ulaştırdım. İster kabul edersiniz ve bu sizin dunya ve âhiretteki payınız olur, ya da reddedersiniz ve ben Allah benimle sizin aranızdaki hukmünü verinceye kadar Allah'ın emrine sabrederim." buyurdu.
"Eğer bu söylediklerimizi yapamadıysan haydi Rabbından kendin için iste; seni tasdik edecek ve senin yerine bize cevab verecek bir melek göndersin. O'ndan iste; senin bağların bahçelerin, hazinelerin, altından ve gümüşten sarayların olsun ve seni içinde görmekte olduğumuz fakir halden kurtarıp zengin kılsın. Baksana sen de bizim gibi çarşı pazar çalışıp hayatını kazanmaya çalışıyorsun. Eğer iddia ettiğin gibi Allah'ın elçisi isen bunları yaparsın biz de senin Rabbın katındaki dereceni anlamış oluruz." dediler.
Allah'ın Rasûlü (sas): "Elbette ben, Rabbından bunları isteyecek kişi değilim ve size bununla da gönderilmedim. Rabbım beni ancak bir uyarıcı ve müjdeci olarak gönderdi. Size getirdiklerimi ister kabul edersiniz ve bu sizin dunya ve âhiretteki payınız olur, ya da reddedersiniz ve ben Allah benimle sizin aranızdaki hukmünü verinceye kadar Allah'ın emrine sabrederim." buyurdu.
"İddia ettiğin gibi gökten üzerimize parçalar düşür (gökyüzü parçalanıp üzerimize düşsün, ya da gökten üzerimize azâb indir). Rabbın dilerse bunu yapabilir." dediler.
Rasûlullah (sas): "Bu Allah'a ait bir şeydir, dilerse yapar." buyurdu.
"Ey Muhammed, Rabbın bilmiyor muydu ki biz seninle oturacağız, sana bu soruları soracağız ve senden bu isteklerde bulunacağız? Önceden sana vereceğin cevabları öğretseydi ve bu isteklerimizi kabul etmemen halinde sana yapılacakları da sana haber verseydi ya! Bize ulaşan bilgilere göre sana bunları Yemâme'de Rahmân denilen bir adam öğretiyormuş. Biz, Allah'a yemin ederiz ki o Rahmân'a asla iman edecek değiliz ve artık bundan sonra sana yapacaklarımızda biz mazuruz ve ya sen bizi, ya da biz seni helâk edinceye kadar seni de getirip bize tebliğ ettiğini de kendi halinize bırakacak değiliz." dediler.
İçlerinden birisi: "Allah'ı ve melekleri karşımıza getirinceye kadar sana asla iman edecek değiliz." dedi. Rasûlullah (sas), yanlarından kalktı, onunla beraber Peygamber’in (sas) halası Atike bint Abdulmuttalib'in oğlu olan Abdullah ibn Ebî Umeyye el-Mahzûmî de kalktı ve Efendimiz'e: "Ey Muhammed, kavminin sana arzettiklerini kabul etmedin, senin Allah katındaki dereceni anlamak üzere kendileri için bir şeyler istediler bunları da yapmadın, sonra kendilerini korkutmakta olduğun azâbı hemen getirmeni istediler onu da yapmadın.
Bütün bunlardan sonra sen, göğe bir merdiven edinip benim gözümün önünde ona çıkmadıkça, oradan beraberinde yazılı bir kitâb, senin söylediklerine şehâdet edecek bir grup (veya dört) melekle geri gelmedikçe sana asla iman edecek değilim. Allah'a yemin olsun ki bunları yapsan bile artık seni tasdik edeceğimi hiç sanmıyorum." dedi ve Efendimiz’in (sas) yanından ayrılıp gitti.
Allah'ın Rasûlü (sas), kavminin, kendisine tâbi olma fırsatını kaçırmış olmalarından dolayı üzgün bir halde oradan ayrılıp ailesine döndü. Onların kendisinden uzaklaşmalarını görünce" Allah Tealâ (cc): "Bizim için şu yerden bir pınar akıtmadıkça sana asla iman edecek değiliz." dediler...." âyet-i kerimelerini İndirdi.[80]
Peygamber (sas) onların yanından ayrıldıktan sonra Ebu Cehil söz alıp dedi ki: "Ey Kureyş topluluğu, görüyorsunuz ki Muhammed dinimizi ayıplamada, atalarımıza sövmede, ruyalarımızı aşağılamada, tanrılarımıza sövmede ısrar ediyor. Allah'a ahdim olsun ki yarın burada, taşıyabileceğim kadar büyük bir taşla oturup Muhammed'i bekliyeceğim ve (buraya Ka'be'ye) gelip secde ettiğinde de başını o taşla ezeceğim."[81]

96. De ki: "Allah, benimle sizin aranızda şâhid olarak yeter. Muhakkak ki O, kullarına Habîr'dir, Basîr'dir.
Bu âyet-i kerimenin de, biraz önce geçen "Ben ancak bir beşer, bir elçiyim." âyet-i kerimesini duyan Kureyş kâfirlerinin: "Peki o halde senin Allah'ın elçisi olduğuna kim şehâdet eder?" demeleri üzerine nazil olduğu rivayet edilmiştir.[82]

100. De ki: "İster Allah'a dua edin, ister Rahmân'a dua edin (ister Allah diye çağırın, ister Rahmân diye çağırın). En güzel isimler O'nundur." Namazında pek bağırma, sesini o kadar kısma da. İkisinin arasında bir yol tut.
l. İbn Abbâs der ki: Allah'ın Rasûlü (sas) bir gece Mekke'de teheccud kılıyordu. Secdesinde: "Ey Rahmân ey Rahîm!" demeye başladı. Bunu duyan muşrikler: "Muhammed (veya İbn Ebî Kebşe) bir tanrıya dua ederdi. Şimdi ise iki tanrıya dua ediyor: Allah'a ve Rahmân'a. Biz Rahmân olarak ancak Yemâme'nin Rahmân'ını biliyoruz." dediler. Yemâme'nin Rahmân'ı ile Museylimetu'l-Kezzâb'ı kasdetmekteydiler. İşte onların bu sözleri üzerine Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[83]
İbn Merdûye ve başkalarının İbn Abbâs'tan rivayetlerinde Yemâme'nin Rahmân'ı söz konusu edilmeksizin hadise şöyle anlatılıyor: Bir gün Rasûlullah (sas) Mekke'de namaz kıldı ve dua etti. Duasında: "Ya Allah, ya Rahmân!" dedi. Bunu duyan muşrikler: "Şu sâbiîye bakın! Bize iki tanrıya dua etmeyi yasaklıyor ama kendisi iki tanrıya dua ediyor!" dediler de bunun üzerine Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[84]
2. Sa'd'den rivayette o şöyle anlatır: Peygamber (sas), Mescid-i Harâm'da namaz kılarken açıktan Kur'ân okurdu. Kureyş muşrikleri: "Açıktan okuma; tanrılarımıza bu kıraatinle eziyet veriyorsun. Eğer böyle açıktan okumaya devam edecek olursan biz de senin Rabbını hicvederiz." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ (cc): "Namazında pek bağırma, sesini o kadar kısma da. İkisinin arasında bir yol tut." âyet-i kerimesini indirdi.[85]
Mukâtil der ki: Bir gün Peygamber (sas) Safâ'nın yanında namaz kılıyordu. Kıldığı namaz sabah namazıydı ve O, namazında cehren Kur'ân okuyordu ki bunu gören Ebu Cehl: "Allah'a iftira etme." dedi, bunun üzerine Peygamber (sas) sesini alçalttı da o, muşriklere: "Gördünüz mü İbn Ebî Kebşe'ye ne yaptım, onu (Ku'ân'ını) okumaktan men'ettim." dedi ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[86]
3. Meymûn ibn Mihrân da der ki: "Bu mektub Suleyman'dandır ve Rahmân Rahîm Allah'ın adıyladır." (Nemi, 27/30) âyet-i kerimesi nazil olmadan önce Peygamber kendisine vahyolunanların başına "Bismike Allahumme = Senin adınla ey Allah’ım" yazardı. Bu âyet nazil olunca "Rahmân Rahîm Allah'ın adıyla" şeklinde besmele yazınca arab muşrikleri: "Bu Rahîm'i biliyoruz. Peki Rahmân ne?" dediler de bunun üzerine Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[87]
4. Dahhâk der ki: Rasûlullah'a (sas): "Sen çok az Rahmân'ı zikrediyor, çok az Rahmân diyorsun. Halbuki Allah Tevrat'ta bu ismi çokça zikretmekteydi." denildi de bunun üzerine Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.
5. İbn Abbâs'tan rivayette o "...Namazında pek bağırma, sesini o kadar kısma da. İkisinin arasında bir yol tut." âyeti hakkında şöyle demiştir: Bu âyet-i kerime, Peygamber (sas) Mekke-i Mukerreme'de davetini açıktan yapmadığı zamanda nazil olmuştur. Muşrikler, Peygamber’in (sas) Kur'ân okumasını işittikleri takdirde hem Kur'ân'ı indirene, hem Kur'ân'a ve hem de Peygamber'e sövüyorlardı. Allah Tealâ (cc), Rasûlü'ne, duyup da Kur'ân'a, Allah'a ve Rasûlü'ne sövmesinler diye muşriklerin işitmiyeceği şekilde alçak sesle, ama ashâbının duyup öğrenecekleri kadar yüksek bir sesle Kur'ân okumasını Rasûlü'ne (sas) emretti.[88]
6. Ayet-i kerimenin "...Namazında pek bağırma, sesini o kadar kısma da. İkisinin arasında bir yol tut." kısmının nuzûl sebebinde, bu âyet-i kerimenin Medîne-i Munevvere'de nazil olduğu vehmini veren rivayetler de vardır:
Aişe demiş ki: Bu âyet-i kerime namazın sonundaki teşehhud hakkında nazil oldu. Bedevî açıktan "Tahiyyât Allah'ındır, salavâtlar da temiz şeyler de..." der ve sesini yükseltirdi. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime indi.
Abdullah ibn Şeddâd ise biraz daha husûsileştirerek Temîm Oğulları'ndan bazı bedevîlerin, Peygamber namazından selâm verince yüksek sesle "Ey Allah’ımız bize mal (develer) ve evlâd ver." demeleri üzerine Allah Tealâ'nın (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdiğini söyler.[89]
Aişe'den gelen başka bir rivayete göre ise âyet-i kerime dua hakkında nazil olmuştur.[90]

111. Ve de ki: "Hamd O Allah'a mahsustur ki bir çocuk edinmemiş ve O'nun mulkünde bir ortak bulunmamıştır. Düşkünlükten dolayı O'nun bir yardımcısı olmamıştır ve O'nu tekbir et.
İbn Cerîr'in Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den rivayetle tahricinde o şöyle demiştir: Yahudi ve Hristiyanlar: "Allah çocuk edindi." dediler. Arablar (telbiyelerinde): "Lebbeyk (Buyur Rabbımız), senin ortağın yok. Bir ortağın mustesna ki zaten sen hem ona, hem de onun sâhib olduklarına sâhibsindir." dediler. Sâbiîler ve Mecûsîler: "Şayet Allah'ın dostları olmasaydı o muhakkak zelîl olurdu." dediler de bütün bunlar üzerine Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[91]

[1] Alûsî, age. XV,2.
[2] Kurtubî, age. X,134.
[3] Alûsî, age. XV,2.
[4] İbnu'l-Cevzî, age. v,3.
[5] Alûsî, age. XV,2
[6] Mahmûd Es'ad Seydişehrî. Tarih-i Dîn-i İslâm. Sadeleştirip yayına hazırlayanlar: Ahmed Lutfi Kazancı ve Osman Kazancı, Marifet yayınları, İstanbul 1983, s. 507.
[7] Râzî, age. XX,145.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/558.
[8] AIûsî, age. XV,4.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/558-559.
[9] Kurtubî, age. X,148.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/559.
[10] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, i,227.
[11] Kurtubî, age. X,151; Alûsî, age. XV,35.
[12] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/559.
[13] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,227-228.
[14] Alûsî, age. XV,64.
[15] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,228.
[16] İbnu'l-Cevzî, age. V,29.
[17] Alûsî, age. XV,63.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/560.
[18] Vâhidî, age. s. 202
[19] Vâhidî, age. s. 202.
[20] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,229.
[21] Alûsî, age. XV,66.
[22] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/560-561.
[23] Kurtubî, age. X,176.
[24] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,316.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/561-562.
[25] İbn Kesîr, age. III,246; V,81
[26] Taberî, age. XV,68.
[27] Alûsî, age. XV,89.
[28] Kurtubî, age. X,176-177.
[29] Râzî, age. XX,221.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/562-563.
[30] Vâhidî, age. s. 202; İbnu'l-Cevzî, age. 46; Kurtubî. age. X,180.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/564.
[31] Muslim, Tefsîr, 28-30; Taberî, age. XV,72. Bu haber, nuzûl kaydı olmaksızın Buhârî'de de yer almaktadır. Bak: Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 17/7,8.
[32] Alûsî, age. XV,97.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/564.
[33] Vâhidî, age. s. 192.
[34] İbn Kesir, V.88.
[35] Ahmed ibn Hanbel, Musned, 1,258; Taberî, age. XV,74.
[36] Taberî, age. XV,74-75.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/565-567.
[37] Taberî, age. XV,77.
[38] Alûsî, age. XV,107.
[39] Alûsî, age. XV,107.
[40] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,231
[41] Râzî, age. XX,236; Kurtubî, age. X,183.
[42] Vâhidî, age. s. 203.
[43] Taberî, age. XV,78.
[44] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,232.
[45] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/567-568.
[46] Taberî, age. XV,88.
[47] Vâhidî, age. s. 204.
[48] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,232.
[49] Vâhidî, age. s. 204.
[50] Suyûtî, Lubâbun-Nukûl, 1.233.
[51] Vâhidî, age. s. 203-204.
[52] Taberî, age. XV,88.
[53] Mahmûd ibn Umer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâiki't-Tenzîl ve Uyûni'l-Ekavîl fi Vucûhi't-Te'vîl, Beyrut tarihsiz, 11,460.
[54] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,234.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/569-571.
[55] İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, III,586.
[56] Vâhidî, age. s. 204.
[57] İbnu'l-Cevzî, age. V,70.
[58] Vâhidî, age. s. 204.
[59] Alûsî, age. XV, 130-131.
[60] İbn Kesîr, age. V,97.
[61] Vâhidî, age. s. 204; Alûsî, age. XV,130.
[62] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,234-235.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/571-572.
[63] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 17/9, hadis no: 3139; Ahmed ibn Hanbel, Musned, 1,223.
[64] Vâhidî, age. s. 204-205.
[65] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,234.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/572-573.
[66] Alûsî, age. XV,147.
[67] Kurtubî, age. X,209.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/573.
[68] Buhârî, Tefsîru'l-Kurân. 17/13; Tevhid, 28; Muslim, Sıfatu'l-Munâfikîn, 32-34; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 17/11, hadis no: 3141; Ahmed ibn Hanbel, Musned, 1,389, 444-445.
[69] Taberî, age. XV,105.
[70] Taberî, age. XV,105.
[71] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 17/10, hadis no: 3140.
[72] Taberî, age. XV,104.
[73] Taberî, age. XV,105.
[74] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,236.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/573-575.
[75] Taberî, age. XV,106-107.
[76] İbn Kesîr, age. V.115.
[77] Alûsî, age. XV,147.
[78] İbnu'l-Cevzî, age. V,84.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/575-576.
[79] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,309.
[80] Taberî, age. XV,110-111; Vâhidî, age. 206-207; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,236-239.
[81] Taberî, age. XV,111.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/577-579.
[82] Kurtubî, age. X,215.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/579.
[83] Taberî, age. XV,121; Vâhidî, age. s. 207.
[84] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,239.
[85] Taberî, age. XV,123.
[86] İbnu'l-Cevzî. age. V,99-100.
[87] Vâhidî, age. s. 207.
[88] Buhârî, Tevhîd, 34; Tefsîru'l-Kur'ân, 17/14; Muslim, Salât, 145; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 17/15-16, hadis no: 3145, 3146; Ahmed ibn Hanbel, Musned, 1,23,215.
[89] Vâhidî, age. s. 208; İbn Kesîr, age. V,128.
[90] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 17/14; Muslim, Salât, 146; Vâhidî, age. s. 208.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/579-581.
[91] Taberî, age. XV,126; İbn Kesîr, age. V,129; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,240.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/581.
 
Üst Ana Sayfa Alt