Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Kabirperest Vesveselerine İlaç - Türbe Tevessülcülerine Reddiye!

ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
KABİRPEREST VESVESELERİNE İLAÇ

CÜBBEEE.png
Kabirseviciler, vefatından sonra Peygamber (s.a.v.) ile tevessülde bulunmanın hatta ona seslenip dua etmenin ve istiğasede bulunmanın caiz olduğunu ileri sürmektedirler.

1. ZULUM

Âmâ Hadisi

Sunen-i Tirmizi, Nesai ve diğer kaynaklar tarafından Osman bin Huneyf el Ensari r.anh'ten sahih olarak rivayet edilen şu hadisi delil olarak göstermektedirler.

ثنا محمود بن غيلان حدثنا عثمان بن عمر حدثنا شعبة عن أبي جعفر عن عمارة بن خزيمة بن ثابت عن عثمان بن حنيف أن رجلا ضرير البصر أتى النبي صلى الله عليه وسلم فقال : ادع الله أن يعافيني قال إن شئت دعوت وإن شئت صبرت فهو خير لك قال فادعه قال فأمره أن يتوضأ فيحسن وضوءه ويدعو بهذا الدعاء اللهم إني أسألك وأتوجه إليك بنبيك محمد نبي الرحمة إني توجهت بك إلى ربي في حاجتي هذه لتقضى لي اللهم فشفعه في قال هذا حديث حسن صحيح غريب لا نعرفه إلا من هذا الوجه من حديث أبي جعفر وهو الخطمي وعثمان بن حنيف هو أخو سهل بن حنيف
قال الترمذي : حسن صحيح غريب
قال الشيخ الألباني : صحيح

Hadiste râvi şöyle anlatmaktadır:

Âmâ bir adam Peygamber (s.a.v.)'e gelerek "bana sıhhat ve afiyet vermesi için Allah'a dua et" dedi.
Rasulullah (s.a.v.) : "istersen senin için dua ederim. Ama dilersen sabredersin. Bu senin için daha hayırlıdır" buyurunca, adam: Dua et dedi.
Peygamber (s.a.v.) 'de güzelce abdest almasını ve şu şekilde dua etmesini emretti:
"Allahım senden istiyorum ve rahmet peygamberi olan peygamberin Muhammed ile Sana yöneliyorum. Ben şu ihtiyacımı gidermesi için seninle Rabbime yöneldim. Allahım, O'nu benim için şefaatçi kıl"

(صحيح sahih hadis)
Ahmed (4/138) Tirmizi : No 3578) Nesai es Sunenu'l Kubra (No 10419 10420) İbn Mace (No 1385) İbn Huzeyme-es Sahıhun (No 1219) Taberani el,Mu'cemu'l-kebir (9/No 8311-rivayetin merfu olan son bölümü)
el-Mucemu,s-sağır, (er Ravdu-d Dani No :508 rivayetin merfu olan son bölümü)


Kabirperest tasavvufçular, bu hadisin vefatından sonra Rasulullah (s.a.v.) araçılığıyla dua ve tevessülde bulunmaya dalalet ettiğini iddia etmektedirler.

1. ZULUM'E REDDİYE

Bu hadiste (Âmâ Hadisi) , vefatından sonra Peygamber (s.a.v.)'e seslenib dua etmenin ve kendisi ile tevessülde bulunmanın caiz olduğuna dair herhangi bir delil bulunmamaktadır.


Sebebi :

1- Hadiste ifade edilen Peygamber (s.a.v.)den istiğase değil bilakis Peygamber (s.a.v.) ile Allah'a yönelmektir. İsteme makamı Peygamber (s.a.v.) değil Allah'tır….

2- Hadiste anlatılan ama kimse Peygamber (s.a.v.)in zatı ile değil duası ve şefaati ile Allah'a yönelmektedir. Rasulullah'tan kendisi için dua etmesini istemiştir. Bu sebeble de O'nu benim için şefaatçi kıl" demiştir. Bu da Rasulullah'ın onun için şefaat yani (dua) ettiğini göstermektedir. Yoksa öncesinde Peygamber (s.a.v.)den herhangi bir dua ve şefaat etme olmamış olsa "Onu benim için şefaatçi kıl" sözünün hiç bir anlamı olmazdı.

Ashabı Kiram'ın örfünde, onların bildiği şekliyle Peygamber (s.a.v.) ile tevessülde bulunmak bu biçimdedir. Yani sahabi Peygamber (s.a.v.)'e gelir, O'ndan kendisi için dua etmesini ister ve sonra duasının kabul olunmasını Allah'tan dilerdi.

Sahih-i Buhari'de sabit olan bir hadis bu konuya delil teşkil etmektedir.
Buna göre Ömer r.anh (23/644), kıtlık zamanında yağmur yağması için Abbas b. Abdulmuttalib (32/652) r.anh ile yani onun duası ile tevessülde bulunur ve "Allahım biz sana (Hayatta iken) peygamberin ile tevessül ederdik de yağmur yağdırırdın. Şimdi de peygamberinin amcası ile tevessülde bulunuyoruz, bize yağmur nîmetini bahşet"

(صحيح sahih hadis - Buhari (No: 1010, 3710) Enes b Malik r.anh den) derdi ardından yağmura kavuşurlardı.

3- Eğer onların söylediği gibi Rasulullah (s.a.v.)'in zatı ile tevessül etmek caiz olsaydı ama zat Peygamber (s.a.v.)'in huzuruna gitmeye ihtiyaç duymaz, aksine kendi evinde Rasulullah (s.a.v.) ile tevessül etmek suretiyle dua ederdi.

Âmâ olan Sahabi Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e, sadece kendisine dua etmesi için geldi. "Allah'a dua et de gözlerimi iyileştirsin" diye dua etmesi bunu gösteriyor.

Yani O, Allah Azze ve Celle'ye, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in duasıyla tevessülde bulunmuştu. Çünkü O kimse biliyordu ki, Rasulullah (s.a.v.)'in duası, diğerlerinin duasına nazaran daha çok kabule layıktı. Eğer âmânın amacı Rasulullah (s.a.v.)'in makamına tevessül etmek olsaydı, kalkıp Rasulullah'ın yanına gelerek O'ndan dua istemezdi; buna gerek de kalmazdı. Evinde oturup, "Allah'ım, Nebi'nin senin katındaki makamı ve yerinin yüceliği ile sana yöneliyorum. Sana yalvarıyor, bana şifa verip gözümü açmanı istiyorum" diye dua ederdi. Fakat o bunu yapmadı. Neden ?

Çünkü O bir Arab'dı ve Arab dilinde tevessülün ne anlama geldiğini çok iyi anlıyordu.
Biliyordu ki, bu duayı ancak çok şiddetli ihtiyacı olan biri söyler ve kendisine tevessül ettiği insanın adını anar. Bu duanın aksine, kesin bir şekilde kendisinde Kitab ve Sünnet ilmi bulunan salih bir kimseye gidilib istenmesi gerekir.

İşte bu durum onun Rasulullah (s.a.v.)'in huzuruna sadece Rasulullah (s.a.v.)'in kendisi için dua etmesi gayesiyle gittiğini açıkça göstermektedir.


4- Vefatından sonra Peygamber (s.a.v.)'in zatı ile tevessülde bulunmak caiz olsaydı, sahabe böyle bir uygulamada bulunurdu. Ashabın böyle bir uygulamayı güç yetirdikleri ve gereklilik bulunduğu halde terk etmiş olmaları bu tür bir tevessülün sonradan ortaya çıkarılmış bir bid'at olduğunu göstermektedir.
Bu nedenden ötürü kıtlık zamanlarında sahabe-i kiram Abbas b. Abdulmuttalib (r.anh)'ın duası, Muaviye b. Ebi Sufyan ile ed-Dahhak b. Kays (r.anh) , Yezid b. el-Esved el-Cureşi'nin duasıyla tevessülde bulunmuşlardır.

Şubhe sahiblerinin biri çıkıb istidrakte bulunarak Beyhaki'nin aynı hadisi rivayet ettiğini ve bu hadiste Osman b. Huneyf r.anh'ın, Osman b. Affan r.anh zamanında yani, Peygamber (s.a.v.)'in vefatından sonra sözü geçen ama hadisine dayanarak bir adama bu şekilde dua etmesini emrettiği ifade edilmektedir ( ضعيف الإسناد Zayıf Eser- Taberani el Mu'cemu'l-Kebir (9/No:8311) El Muce's-Sağir (Er-Ravdu'd-Dani No: 508) Beyhaki Delailu'n Nubuvve (6/168) şeklinde bir itirazda-bulunursa cevaben şöyle denir.

İlk olarak bu ziyade munkerdir, mahfuz değildir. Şebib b. Said el Habati adındaki bir râvi tarafından teferrüden rivayet edilmiştir. Bu râvinin çok sayıda munker rivayeti bulunmaktadır. En düzgün hadisi oğlunun kendisinden Yunus b Yezid el Eyli nushasından Zuhri kanalıyla yapmış olduğu rivâyettir. Konu edilen hadis ise bu nushadan bile değildir.

Ayrıca işaret edilen râvi kendisinden daha sika olan Şu'be ve Hammad b. Seleme'ye muhalefet etmektedir. Çünkü bu iki ravi sözü edilen ziyadeyi zikretmemektedirler. Dolayısıyla bu ziyadenin Şebib b Sa'id el-Habati'nin munkerlerinden olduğu anlaşılmaktadır.

İkinci olarak bu gibi rivayetler, kıssa sahih olsa bile bu, şer'i bir hususun subutu için yeterli sayılmaz.
İbadet, ibaha, vucub veya tahrim ile alakalı bir şeyde sahabilerin birinden rivayet edilib de diğer sahabilerin muvafakat göstermediği ve Peygamber (s.a.v.)'den sabit olanın da ona muhalefet edib muvafakat etmediği durumda da aynısı geçerlidir.
Böyle bir uygulama Müslümanlar tarafından uyulması zorunlu olan bir sünnet kapsamında değerlendirilemez.


5- Rasulullah Sallallhu Aleyhi ve Sellem, hem âmâya dua edeceğini vaadetmiş, hem de ona, nasıl dua edeceğini öğretmiştir.
"Dilersen sana dua ederim, dilersen sabredersin ve bu senin için daha hayırlı olur."

Bu ikinci emir, Rasulullah (s.a.v.)'in, Rabb'inden rivayet ettiği bir hadistir:
"Ben kulumu iki sevgilisiyle (gözüyle) imtihan ettiğimde sabrederse, Cennet'te onun karşılığını ona veririm"

(Buhari, Enes'ten rivayet etmiştir. El-Ehadis es-Sahiha: 2010)

6- Âmânın ısrarla "bana dua et" demesi, Rasulullah (s.a.v.)'in ona dua ettiğini gösterir. Zira O, vaad edenlerin en hayırlısıdır.
Biraz Önce geçtiği üzere Rasulullah (s.a.v.) onun için dua edeceğine söz vermişti. Âmâ ise duada ısrar ediyordu. Rasulullah (s.a.v.) de bu ısrar karşısında ona dua etti. Böylece âmânın muradı oldu.
AllahRasulu (s.a.v.) merhametinden ötürü âmâya yapması gerekeni ısrarla gösterdi ki, Allah Azze ve Celle onun duasını kabul etsin. Meşru olan ikinci tür tevessüle başvurmasını ona tavsiye etti. Bu ikinci tür tevessül, daha önce açıkladığımız gibi, salih amel ile tevessülde bulunmaktır.
Rasulullah (s.a.v.), bununla ona daha büyük bir hayrın ulaşmasını diliyordu. Bunun için de ona abdest almasını, iki rekat namaz kılarak kendisi için dua etmesini söyledi. Bu amellerin hepsi Allah Subhanehu ve Tealaya itaattir.

Allah Rasulu Sallallahu Aleyhi ve Sellem dua etmeden o bu ameli işliyor. Bu amel de "O'na vesileyi arayınız" hükmüne dahildir.


İşte böylece Rasulullah (s.a.v.) sadece âmâya dua etmekle yetinmedi, üstelik onu Allah Azze ve Celle'ye itaat ve yakınlık ifade eden amellerle meşgul etti.
Böylece mesele her yönüyle tamamlanarak, Allah Teala'nın rızasına daha yakın olmasına çalışılmıştır. Böyle olunca da onların zannettiklerinin aksine, olayın tamamı "dua" etrafında dolaşmaktadır.

Hadisi çarpık itikad sahibi tasavvufçulara uygun hale getirmeye çalışan Şeyh el-Gimari ya gafildir, ya da gafil gibi davranmaya çalışıyor.
Çünkü el-Misbah adlı eserinde (sh. 24) şöyle diyor: "Dilersen dua ederim, dilersen senin edebileceğin bir duayı sana öğreteyim."


Bu tevil, hadisin başı ile sonunun uyuşması için gereklidir."
Ben de bu tevilin batıl olduğunu söylüyorum. Çünkü batıl oluşunun birçok yönü vardır.

Temiz Akıl sahibleri Dikkat edelim:

Âmâ kişi O'ndan kendisi için dua etmesini ister. Kendisine dua etmeyi öğretmesini değil!..
Rasulullah (s.a.v.) ona "dilersen sana dua ederim" dediğine göre, Rasulun ona dua etmesi kesinlik kazanmış oluyor. Bu, hadisin sonuyla uyuşan bir anlamdır.

Yine görüyoruz ki, el-Gimari, hadisin sonundaki "Allah'ım! O'nu bana şefaatçi kıl, beni de O'na şefaatçi kıl!" sözüne hiç değinmiyor. Zira bu ifade daha önce de söylediğimiz gibi, Rasulullah (s.a.v.)'in duasına tevessülün apaçık bir isbatıdır.


Rasulullah (s.a.v.) 'in âmâya öğrettiği dua : "Allah'ım! Onu benim için şefaatçi kıl." (Bu cümle Ahmed b. Hanbel'in Musned'indedir. El-Hakim de onu nakleder. İsnadı sahihtir.)
Bu ibareyi, Rasulullah (s.a.v.)'in zatına, makamına veya haklarına hamletmek mümkün değildir. Çünkü bu cümledeki anlam; "Allah'ım, benim hakkımda gözlerimin iyileşmesi için O'nun şefaat ve dualarını kabul et" şeklindedir.

Şefaat, lugatta dua demektir.
Bu da hem Rasulullah (s.a.v.), hem de diğer rasuller için kıyamet günü sabit olan şefaattir. Bu da bize göstermektedir ki, şefaatten daha özel birşeydir.
Şefaat ise, ancak iki kimsenin olmasını gerektirir. Bu da, birisinin diğerinden, kendisine şefaatçi olması için dua etmesini istemesidir. Bu, başkasına şefaat etmeyen kimsenin haline benzer. Lisanu'l-Arab'da şöyle denir;

"Şefaat; şefaatçi olacak olanın, bir sultana veya padişaha, bir başkasının ihtiyacının görülmesi için aracılık etmesidir. Başkası için şefaat taleb eden kimse, bununla, istenen şeyin elde edilmesine vasıta olur. Denilir ki, falan kimse, falan için falancanın şefaatini diledi, o da ona şefaatte bulundu ve beni şefaatçi kıldı."
Bununla, Âmânın, Rasulullah (s.a.v.)'in zatına değil, duasına tevessül etmiş olduğu anlaşılmaktadır.


Rasulullah (s.a.v.)in âmâya öğrettiği "beni de O'nun için şefaatçi kıl", yani "benim de O'nun hakkındaki şefaatimi kabul et" sözü (Bu cümle hadiste sahih olarak varid olmuştur. Ahmed ve el-Hakim bunu rivayet etmişler ve ez-Zehebi de sahih olduğuna muvafakat etmiştir. Bu, tek başına bile kesin bir huccettir. Zat ile tevessül hakkında hadisi yorumlamak batıldır. Ancak, bazı yazarlar son zamanlarda zat ile tevessüle cevaz verirler. Anlaşılan odur ki, onlar bu gerçeği bilmelerine rağmen, bu kanaati zikretmektedirler.
Ayrıca onlar, hadiste bundan önceki "Allah'ım, O'nu benim için şefaatçi kıl" cümlesini naklettiler. Bu da onların nakildeki güvenilirliklerinin delilidir. Onlar bu cümleyi zat ile tevessüle delil göstermektedirler. Ancak, okuyuculara bunun nasıl delil olduğunu açıklamaktan kaçınıyorlar.) "O'nun benim gözümün iyileşmesi hakkındaki duasını kabul et" demektir.

İşte böyle bir bir mana taşıdığından dolayı, bize muhalif olanların bu cümleye uzaktan veya yakından temas etmediklerini görürsünüz. Çünkü bu cümle, onların düşüncelerini temelden yıkmakta, kökünden sökmektedir.

Bunu onlara söylediğiniz zaman size bayılacakmış gibi bakarlar. Çünkü Rasulullah (s.a.v.), âmâ hakkındaki şefaati anlaşılan bir şeydir; ancak âmânın Rasulullah hakkındaki şefaat; nasıl olur? Bu sorunun onların yanında asla cevabı yoktur.

Onların bu cümleyi anlamadıklarına dair delile ve onların batıl tevillerini anlamaya gelince; onların dualarında, "Allah'ım, Nebi'ni benim için şefaatçi kıl, beni de O'nun hakkında şefaatçi kıl" cümlesini söylemediklerini görürsünüz.

Sonra el-Gimari şöyle der:
"Allah Rasulu'nun âmâya dua ettiğini düşünsek bile bu, hadisin başkasına da genellenmesine engel değildir."

Bu apaçık bir saçmalıktır. Çünkü hadisin, dua halinde âmânın dışındaki kimseler için genellenmesine bir engel olmadığını inkar eden kimse yoktur.
Ancak, Rasulullah (s.a.v.)'in, ölümünden sonra kendisine ihtiyaçları için tevessülde bulunanlar hakkında dua bilinmediği için, onlar bu şekilde doğrudan doğruya Rasulullah (s.a.v.)'in duasına tevessül etmiş olmamaktadırlar. Bundan dolayı, hükümde ihtilaf söz konusudur.
EI-Gimari'nin bunu söylemesi, onun aleyhinde bir huccettir.

7- Bu hadisi alimler, Rasulullah (s.a.v.)'in mucizelerinden olarak görürler.
Rasulullah (s.a.v.)'in kabul edilen bir duasını beyan eden hadis, Allah Azze ve Celle'nin, O'na duasıyla ne harikulade işlerin kolaylaşmasını ikram ettiğini de göstermektedir. İnsanların O'nun duasıyla hastalıklardan iyileşmesi gibi.
Allah Teala, O'nun duasıyla âmânın gözlerini de iyileştirmiştir.

Bu nedenle "Delailu'n - Nubuvve" adlı kitabında el-Beyhaki ve diğer bazı alimler, bunu böyle rivayet etmişlerdir. Bu da âmânın şifa bulmasının sırrının, ancak Rasulullah (s.a.v.)'in duasıyla olduğuna delildir.
Körlerden Allah Azze ve Celle'ye ihlasla dua ederek şifa isteyib de herhangi birinin şifa bulub bulmamasına bakılırsa, dediklerimizin doğruluğu anlaşılır. Bugün herhangi bir körün bu yöndeki bir duası kabul olmamaktadır. Bu da, hadiste geçen âmânın gözlerinin iyileşmesinin, Rasulullah (s.a.v.)'in duasıyla olduğunu gösterir. Yoksa, âmânın gözlerinin iyileşmesindeki sır O'nun, Rasulullah (s.a.v.)'in zatına, Allah-Azze ve Celle katındaki makamına veya hakkına tevessül değildir. Eğer zata tevessülden dolayı iyileşmiş olsaydı, ondan başka körlerin de Rasulullah (s.a.v.)'in makamına, haklarına veya zatına tevessül etmelerinden dolayı gözlerinin iyileşmesi gerekirdi.


Böyle bir görüşü savunanlar kimi zaman da diğer bütün Peygamberlerin, velilerin, şehidlerin, salihlerin ve Allah Teala'nın katında bir makam ve değer sahibi olan herkesin, ayrıca meleklerin, insan ve cinlerin hepsine tevessülü de buna eklemektedirler.
Şimdiye kadar biz böyle birşey bilemediğimiz gibi; herhangi bir kimsenin de Rasulullah (s.a.v.)in ölümünün üzerinden bunca asır geçmiş olmasına rağmen, böyle bir şeyin meydana geldiğini bildiğini zannetmiyoruz.

Eğer kıymetli araştırıcı kardeşler izah etmeye çalıştığımız âmâ hadisinin sadece Rasulullah (s.a.v.)'in duasına tevessülle ilgisi olduğu, kesinlikle zata tevessülle bir ilgisi olmadığı anlaşılırsa; âmânın, "Allah'ım, ben senden diliyorum ve senin Nebin Muhammed ile sana tevessülde bulunuyorum" sözünün anlamının ve maksadının da "sana Nebin Muhammed'in duasıyla tevessülde bulunuyorum" demek olduğu anlaşılacaktır.


Bu, kendisine izafe edilen cümlenin hafzı demek olub, Arab dilinde bilinen bir şeydir. Tıpkı, Kur'an'da geçen "istersen bulunduğun köye ve beraber olduğumuz kafileye sor" ayetinde olduğu gibi.
Yani, "köyün ahalisine" ve "kervanın sahiblerine" demektir.
Biz ve bize muhalif olanlar, cümlede "tamamlayan"ın kaldırılmış olduğunda hemfikiriz. Bu da tıpkı, Ömer Radıyallahu Anh'ın, Abbas Radıyallahu Anh'ın duasına tevessülü gibidir.
Ancak, bu hadisteki anlamın; "ben sana, Nebi'n Muhammed'in (makamı) ile yöneliyorum" veya "Ey Muhammed, ben senin zatın veya makamın ile Rabb'ime yöneliyorum" şeklinde yorumlanması yanlıştır.
Hadisteki anlamın, "Rabb'im, ben sana Nebi'n Muhammed'in duası ile yöneliyorum" veya "ey Muhammed, ben senin duan ile Rabb'ime yöneldim" sözlerinden birisi olduğunu, bu hadis veya bir başka hadisin delil oluşundan ötürü kabul etmemiz gerekir.
Zira, bu sözün siyakında Rasulullah (s.a.v.)'in makamına açıkça işaret eden veya buna delâlet eden herhangi bir şey yoktur.

Onların "makam ile tevessül" şeklindeki düşünce ve yorumlarına ne Kuran'dan, ne Sünnet'ten ve ne de Sahabe'nin sözlerinden bir tek delil vardır. Böylece, onların tercih edilecek bir yeri olmayan takdir ve yorumların kendiliğinden sakıt olmaktadır.

Burada hatırlatılması gereken bir diğer mesele de; eğer o kör (ama) Sahabi hadisi, olduğu gibi zahirine hamledilse bile, ki bu da Rasulullah (s.a.v.)'in zatına tevessüldür, bu ifade kendisinden sonra gelen "Allah'ım, O'nu bana şefaatçi kıl, beni de Ona şefaatçi kıl" cümlesini ibtal edib anlamsız kılar.
Bu da, bilindiği gibi câiz değildir. Öyleyse geriye, bu cümle ile ondan önceki cümlenin arasını bulmak kalıyor.
Bu da olsa olsa, ancak tevessülün dua ile olduğunu ortaya koyar. Böyle bir durum, hadisten anlaşılan şeyin ne olduğunu bize isbat etmiş olur. Dolayısıyla, hadisi zat ile tevessüle delil göstermeye çalışanların delillendirmeleri geçersiz kalmış olur.

Buna rağmen diyorum ki, ama'nın Rasulullah (s.a.v.)'in zatına tevessül etmesi sahih olsa bile, bu ancak O'nun zatına özgü bir hüküm olmuş olur. Ne Peygamberlerden, ne de salihlerden hiç kimse, Onun bu durumuna ortak olamaz.
Onları AllahRasulü(s.a.v.)'in hükmüne dahil etmeyi, doğru ve sağlıklı olan bir düşüce kabul etmez. Çünkü O, onların seyyidi ve en faziletlilerindendir.

Birçok salih haberde bize geldiği gibi, bu özellik, Allah Subhanehu ve Teala'nın, Rasulullah (s.a.v.)'i diğer Peygamberlere karşı faziletli kıldığı bir şey olabilir ilgili meselelere kıyas müdahale edemez.
Kim körün Rasulullah (s.a.v.)'in zatı ile Allah Azze ve Celle'ye tevessül ettiğini söylüyorsa, yapması gereken, orada durmaktır.
İmam Ahmed ve İz b. Abdusselam'dan da benzeri sözler nakledilmiştir.
İşte bu, bilimsel araştırmanın insafla beraber gerektirdiği şeydir. Doğruya eriştiren Allah Azze ve Celle'dir.

Bir Uyarı

Âmâ hadisiyle ilgili olarak bazı rivayet yollarında iki ziyade vardır. Bu ziyadelerin zayıflığını ve garibliğini açıklamak bir zorunluluktur. Ta ki okuyan kimse bu iki ziyade hakkında bilgi sahibi olsun ve bununla gerçeğin ve doğrunun aleyhine delil getirmek isteyenlere aldanmasın.

Hadisteki 1. Fazlalık:

Hammad b. Seleme'nin ziyadesidir.
Hammad b, Seleme diyor ki; "Ebu Cafer el-Hatmi bunu bize rivayet etti."
Tıpkı Şu'be'nin rivayetine benzer bir şekilde isnadından söz etti. Hakeza metin de böyledir. Ancak o kısmen de olsa metni kısaltmıştır. Hadisin sonundaki "Nebini gözümün bana geri verilmesinde şefaatçi kıl" lafzından sonra ziyade olarak, "eğer herhangi bir İhtiyaç olursa bunun gibi yap" lafzı vardır. Bunu Ebi Bekir b. Hayseme "Tarih"inde rivayet eder. Bunu kendisine Muslim b. İbrahim'in, ona da Hammad b. Seleme'nin söylediğini yazar.

Şeyhu'lİslam İbn-i Teymiyye, "el-Kaidetu'l-Celiyye"de (sf: 102) bu ziyadenin illetli olduğunu söyler. Sebebi de, Hammad b. Seleme'nin bu hadisi tek başına rivayet etmesi ve Şûbe'nin rivayetine de muhalif olmasıdır. Şûbe ise, bu hadisi rivayet eden ravilerin en güvenilirlerindendir. Hadisteki bu illetin tesbiti hadis kaidelerine uygun olub, kesinlikle aykırı değildir.

El-Gimari'nin "eI-Misbah"da (sf: 30) Hammad b. Seleme için "O Sahih'in ricalindendir. Sikadır. Sikanın hadiste zikrettiği ziyade makbuldür" demesi, ya onun hadis ıstılahında belirtilmiş olan şeyden gafil olmasından, veya kasıtlı olarak bilmiyor gibi davranmasındandır. Zira hadis ıstılahında bilinen bir şart vardır, o da râvinin kabulü için, kendinden daha güvenilir râviye muhalefet etmemesi gerekir.
İbn-i Hâcer "Nuhbetu'l-Fiker" adlı eserinde, "hadiste fazlalık, ravinin kendisinden daha güvenilir olanın rivayetine aykırı olmadığı zaman makbuldür. Daha tercih edilene aykırı olursa, tercih edilen, daha iyi korunan rivayettir. Bunun karşıtı da "söz" olur." der. İşte bu şart, burada sözü edilen ziyade için yoktur.
Çünkü Hammad b. Seleme, Muslim'in ricalinden olsa bile, onun hadis ezberinde Şûbe'den daha zayıf olduğunda şubhe yoktur. Bunu daha iyi anlamak için, alimlerin bu konuda yazdıkları kitablara bakmak yeter.

Birincisini ez-Zehebi, "el-Mizan"da zikretti.

Ez-Zehebi, ancak kendileri hakkında konuşulmuş olanları ve sika (güvenilir) oldukları halde rivayetlerinde evham bulunanları zikreder. Halbuki O, kitabında Şûbe'ye kesinlikle yer vermemiştir.
Öte yandan, Hammad ile Şûbe'nin hayatı hakkında İbn-i Hâcer'in "eI-Takrib"de yazdıklarını iyice düşünenler, aradaki farkı daha iyi anlarlar.

O diyor ki; "Hammad b. Seleme güvenilir ve ibadet sahibi olan bir kişidir. Güvenilir olanların en güveniliridir. Hayatının sonunda hıfzı değişmiştir."
Sonra şöyle devam ediyor:
"Şûbe İbnu'l-Haccac güvenilir, hafız ve hadisi çok iyi bilen bir insandır. Es-Sevri, O'na, "hadiste emiru'l-mûminin" derdi. Irak'ta ilk kez hadis ricali hakkında araştırmada bulunan ve Sünnet'i savunan O'dur. İbadet ehli bir İnsandı."

Bu bilgilere sahib olduktan sonra anlarız ki, Hammad b. Seleme'nin bu hadiste Şûbe'nin aksine olarak zikrettiği ziyadesi makbul değildir. Çünkü onun bu rivayeti, kendisinden daha güvenilir olan ravinin rivayetine aykırıdır. Böylece bu, şaz bir rivâyet olmaktadır. Tıpkı İbn-i Hâcer'in biraz yukarıda işaret ettiği gibi. Olabilir ki, Hammad bu ziyade lafzı ezberinin zayıfladığı bir dönemde rivayet etmiştir. Dolayısıyla hataya düşmüştür.

Ahmed b. Hanbel de rivayetinde sanki bu fazlalığa değinmiş gibi. O bu hadisi Muemmel (İsmail) yoluyla Hammad'dan rivayet etmektedir.
Bunu Şûbe'nin rivayetinden sonra zikretmesine rağmen, hadisi lafzıyla ele almamıştır. Aksine, doğrudan doğruya Şûbe'nin rivayet ettiği lafzı esas alıyor.
Hadisi zikrettikten sonra şöyle diyor: "Muemmel'in Hammad'dan rivayetinde fazlalık olması muhtemeldir."
Bunun için İmam Ahmed de, diğer hafızların âdeti olduğu gibi, bu rivayeti diğerine havale ettiğinde, havale edilen rivayetteki fazlalığı belirttiği gibi, işaret etmedi.

Sözün Özü şudur:
Hadisteki ziyade şâz olduğundan dolayı sahih değildir. Olsa bile, Rasulullah (s.a.v.)'in doğrudan zatına tevessüle delil olamaz. Çünkü, "bunun gibi yap" sözünün anlamının, "hayatında iken yine çıkıb Rasulullah (s.a.v.)'e gelmesi, O'ndan dua isteyib tevessül etmesi, sonra da abdest alıb Allah Rasulü (s.a.v.)'in kendisine emrettiği gibi namaz kılıb dua etmesi" şeklinde olması da muhtemeldir. Allah Subhanehu ve Teala daha iyi bilir.

Hadisdeki 2. Fazlalık :

Osman b. Afvan Radıyallahu Anh'a tevessül edib ihtiyacını gören bir kimsenin durumunu anlatan bu ziyadeyi Taberani "el-Mu'cemu's-Sağir"de (sf: 103-104) ve "el-Mu'cemu'l-Kebir'de rivayet etmiştir. Rivayet zinciri şöyledir:


KFDk3lt.jpg



Taberani, Abdullah b. Vehb'den, O Şebib b. Said el-meki'den, O Ruh İbnu'I-Kasım'dan, O Ebu Ca'fer el-Hatmi el-Medeni'den, O Ebu Umame b. Sehl b. Hanifden, o da amcası Osman b. Haniften rivayetle şöyle diyor:
Bir adam vardı. Sık sık Osman'a gelir, fakat Osman onun ihtiyacına bakmazdı. Adam, Osman b. Hanif'Ie karşılaşınca durumu O'na şikayet etti.
Osman b. Hanif O'na, abdest yerine gidib abdest almasını, sonra mescide gidib iki rekat namaz kılmasını, sonra da; "Allah'ım, ben seni diliyor ve senin Nebi'n, rahmet Nebi'siyle tevessülde bulunuyorum. Ey Muhammed, ben seninle, Rabb'im Azze ve Celle'ye ihtiyacını görmesi için yöneldim" diye dua ederek ihtiyacını zikretmesini söyledi.
Adam da bunu yerine getirdi.
Sonra O'na dedi ki; "benimle beraber gel, Osman'a gidelim." O adam da Osman b. Hanif'le beraber Osman b. Afvan'ın kapısına geldi.
O'nu gören kapıcı, geldi, elinden tutub Osman'ın yanına götürdü ve minderin üstüne oturttu.
Osman b. Afvan O'na, "ihtiyacın nedir?" diye sordu.
Adam da ihtiyacını O'na söyledi. Osman da onun ihtiyacını giderdi. Sonra adama, "bu ana kadar senin ihtiyacını görmeyi hatırlayamadım. Eğer bundan sonra bir ihtiyacın olursa bize gel" dedi.
O adam Osman b. Afvan'ın yanından ayrılınca Osman b. Hanif'le karşılaştı. O'na, "Allah senden radı olsun! Sen O'nunla konuşuncaya kadar O bana hiç bakmıyor ve ne demek istediğimi anlamıyordu" dedi.
Osman b. Hanif, "vallahi ben O'nunla konuşmadım" dedi. Sonra şöyle devam etti:

- Ben Allah Rasulu zamanında O'na kör bir adamın gelib şikayetlendiğini, sonra da iyileştiğini gördüm.
Allah Rasulü sana dediğimi ona söyledi, o da bunu yaptı ve gözleri iyi oldu.
O adam Allah Rasulune, "ey Allah'ın Rasulü! Ben kör bir insanım. Elimden tutup bana yol gösterecek olan kimsem yok. Çok zorlanıyorum" dedi. Rasulullah (s.a.v.)de ona şöyle söyledi.
"Abdest alma yerine git, abdest al. Sonra iki rekat namaz kıl. Sonra şu dualarını et."

Osman b. Hanif bu olayı anlatırken diyor ki; "vallahi biz daha oradan ayrılmamış ve aradan fazla vakit geçmemişti ki, o adam yanımıza sanki hiç kör değilmiş gibi çıkageldi."

Taberani diyor ki: "Bunu Ruh İbnu'l-Kasım'dan Şebib b. Said, O'ndan da Ebu Said el-Mekki rivayet etmiştir. Güvenilirdir.
Ahmed b. Şebib ve babasından, Yunus b. Yezid el-Eyli'den hadis rivayet eden O'dur. Bu hadisi Ebu Ca'fer et-Hutami'den (adı Umeyr b. Yezid'dir) Şu'be rivayet etmektedir.
O güvenilirdir. Şube'den de bunu tek başına Osman b. Ömer b. Faris rivayet etmiştir. Hadis sahihtir."

Bu hadisin sahih olduğunda şek yoktur. Ancak burada söz konusu olan, et-Taberani'nin de dediği gibi, Şebib b. Said'in naklettiği kıssadır.
Şebib denen bu adam, hakkında konuşulmuş bir kimsedir. Özellikle İbn Vehb'in ondan rivayetinde... Ancak, onu Şebib yoluyla İsmail ve Ahmed (Şebib b. Said'in oğulları) tâkib etmişlerdir. Yalnız bu İsmail denen kimseyi tanımıyorum ve ondan söz eden bir kimseyi de görmedim. Hatta öyle ki, babasından hadis rivayet edenler arasında bile sayılmadı. Ancak onun kardeşi Ahmed doğru birisidir.
Babası Şebib'e gelince, onun hakkında söylenen sözün özü;
"o güvenilirdir, yalnız ezberinde zayıflık vardır." şeklindedir.
Sadece oğlu Ahmed'in ondan ve Yunus'tan rivayeti huccettir. Ez-Zehebi "el-Mizan"da, "O saduktur, garib hadisler rivayet eder" der.
İbn-i Adiyy de el-Kamil'de; "Onun Yunus b. Yezid'den rivayet ettiği düzgün bir nüshadır. İbn Velid bazı munker rivayetlerin yanında ondan da hadis nakleder" der.
İbnu'l-Mediyni diyor ki; "Mısır'a ticaret için gidib gelmekteydi. Onun nüshası (kitabı) sahihtir, Onu oğlu Ahmed'den alarak yazdım."
İbn-i Adiyy de şöyle der: "Şebib hıfzından konuştuğu zaman hem karıştırıyor, hem de hata ediyordu. Dilerim ki bunu kasıtlı olarak yapmamıştır. Oğlu Ahmed, Yunusun hadislerini ondan rivayet ettiğinde, sanki Yunusmuş gibi güzelce rivayet eder."

Bu sözlerden anlaşıldığına göre, Şebib'in rivayeti iki şartla kabul edilir:

Birinci Şart: Rivayetin, oğlu Ahmed'in ondan yaptığı rivayet olması gerekir.

İkinci Şart: Şebib'in Yunus'tan yaptığı rivyet olmasıdır. Bunun sebebine de gelince; yanında Yunus b. Yezid'in kitaplarının bulunmasıydı.

İbn Ebi Hatim, "Ec-Cerhu ve't-Ta'dil" adlı kitabında onun babası için şunu söyler:

"O, kitaplarından hadis söylediğinde güzel hadis rivayet eder. İbn Adiyy'in dediği gibi, ezberinden konuştuğunda ise, İbn-i Vehb'in değil, oğlu Ahmed'in rivayeti olması şartıyla, rivayetinde herhangi bir sakınca yoktur."

İbn-i Hacer' de "et-Takrib" adlı eserinde onun hayatını anlatırken böyle söyler. Zira o tartışmalıdır. Çünkü o, oğlu Ahmed'in babasından hadis rivayetinde "kesinlikle bir sakınca olmadığı"nı söylemekle vehimde bulunmuştur. Aslı böyle değildir. Aksine, Ahmed'in böyle bir rivayetinin sahih olabilmesi için, mutlaka kendisinin bizzat Yunus'tan rivayet etmesi şartı vardır. Bu şartı, İbn-i Hâcer'in işaretiyle anlıyoruz. Zira İbn-İ Hâcer, Şebib'i Buhari'nin tenkit edilen râvileri arasında saymıştır.

(Fethu'l-Bari, Mukaddime, 5:133)
Daha sonra, İbn-i Adiyy'in de onun hakkındaki sözlerini naklederek, onun güvenilir olduğunu söylemiş ve Onu tenkitten kurtarmak istemiştir.
Diyor ki; "Buhari, oğlunun ondan ve Yunus'tan yaptığı rivayetleri kabul etmiştir. Ancak, Yunus'tan, başkasından rivayet ettiği hadislerini almadığı gibi, îbn-i Vehb'in de ondan rivayetlerini almamıştır."
Bu şekilde onun tenkidi, Yunus'tan başkasından rivayet etmesi şartına bağlanmıştır. Velev ki oğlu Ahmed yoluyla gelmiş olsa da. Biraz önce değindiğimiz gibi, doğru olan da budur.

Bu noktada, İbn-i Hacer'in "et-Takrib"deki her iki sözünün arasındaki çelişkinin kaldırılması, bu sözlerin arasının bulunması gerekmektedir. Bundan da, hem bu kıssanın, hem de onu delil göstermenin zayıflığı ortaya çıkmış oluyor.

Bunun ardından, rivayet hakkında bir diğer illetle karşılaştım. O da, rivayet konusunda Ahmed'in de tartışılmasıdır.
İbnu's-Sunni bu rivayeti, "Amelu'l-Yevmi ve'l-Leyf'de (sh. 202), el-Hakim "el-Mustedrek"te d/562), Şebib'in oğlu Ahmed'den üç yolla rivayet etmektedir.

Ayrıca Avn b. Umare el-Basri diyor ki, "İbnu'l-Kasım bunu bize rivayet etti." (El-Hakim rivayeti) Fakat Avn denen bu kişi zayıftır. Ancak rivayeti, Şu'be, Hammad b. Seleme ve Ebu Ca'fer el-Hutami yoluyla gelen rivâyete uygun olması nedeniyle daha iyidir.

Sözün özü, bu kıssa gerçekten üç sebepten dolayı zayıf ve çirkindir:

1-
Bu hadisi tek başına rivayet eden kimsenin zayıflığı,

2- O'nun hakkında ihtilaf edilmiş olması,

3- Hadisi rivayet edenlerin, güvenilir hadis ravilerinin rivayetlerine aykırı hadis rivayet edb, onun adını zikretmemeleri.

Bu nedenlerden bir tanesi bile, sözkonusu rivayetin kabul edilmemesi için yeter.

Ne garib bir taassub veya hataya uymaktır ki; Şeyh El-Gimari bu rivayetleri "el-Misbah" adlı eserinde (sh. 12,17) Beyhaki'nin "Delailu'n-Nubuve"sine ve et-Taberani'ye atıfta bulunarak nakletmiştir. Daha sonra da bir kez olsun bu rivayetlerin sahihliği veya zayıflığı üzerinde tek bir söz bile söylememiştir. Nedeni gayet açık. Bu rivayetleri sahih göstermeye gelince, bunun imkanı yoktur. Ancak, rivayetlerin zayıflığını ibtal mümkündür.

Ancak, "el-İsabe" (sh. 21-22) hakkında konuşanlar da bu rivayet hakkıda doğruyu bulamamışlardır. Buna rağmen, "bu hadis, et-Taberani, el-Mu'cemu's-Sağir ve el-Kebir'de sahihtir" diyebilmişlerdir. Bu söz önemsiz olmasına rağmen, birkaç yönden cehaletle doludur:

1-Taberani, bu hadis için "sahih" dememiştir. Aksine, sadece "es-Sağir"de böyle demiştir. Onlar hadis ilmini bilmedikleri için, vasıtalar aracılığıyla hadisi rivayet etmektedirler. Biz ise, hadisi doğrudan doğruya kaynağından aldık. "Kim denize ulaşırsa, su çeken dolaplara muhtaç olmaz."

2- Taberani bu kıssaya değil, sadece hadise "sahih" demiştir. Daha önce buna değinmiştik. "Şûbe de bu hadisi rivayet etmiştir. Hadis sahihtir" sözüyle, Şûbe'nin hadisini kastetmiştir. Şûbe ise bu kıssayı rivayet etmemiştir. Öyleyse et-Taberani kıssayı sahih görmemiştir. Bu nedenle hüccet olamaz.

3- Osman b. Hanif'in kıssası sabit olsa bile, Osman b. Hanif o adama kıssadan anlaşıldığı kadarıyla nasıl dua edeceğini tam olarak öğretmemiştir. Zira o duadan, "Allah'ım, O'nu bana şefaatçi kıl, beni de O'na şefaatçi kıl" sözünü çıkarmıştır.
Zira o, Arabca bilgisi gereği biliyordu ki, Rasulullah (s.a.v.), o duayı yalnız o kör adam için yapmıştı. Bu adam için aynı dua söz konusu olmadığına göre, bu cümleyi zikretmedi.

Şeyhulislam İbn-i Teymiyye şöyle diyor:
"Bilinen bir şeydir ki, bir kimse Allah Rasulunün ölümünden sonra, "Allah'ım, O'nu bana şefaatçi kıl, beni de O'na şefaatçi kıl" dese bile, Rasulullah bu kimse için herhangi bir duada bulunmamıştır. Öyleyse, onların sözleri batıldır.
Osman b. Hanif o kimseye Allah Rasulü'nden birşey istemesini söylemediği gibi, "O'nu buna şefaatçi kıl" demesini de istememiştir. Daha doğrusu, bu rivayet edilen duayı olduğu gibi okumasını ona söylememiştir. Ancak bu duanın sadece bir kısmını okumasını söylemiştir.
Burada Nebi'den ne bir şefaat söz konusudur ve ne de şefaat zannedilen bir şey vardır. Velev ki o, "O'nu bana şefaatçi kıl" dese bile, bunun bir anlamı yoktur. Bunun için Osman, bunu emretmedi. Onun o adama söylediği dua, Allah Rasulunden gelen dua değildir. Böyle şeylerle Şer'i olan bir amel kanıtlanamaz. Tıpkı bazı Sahabilerden gelen, ancak diğer Sahabilerin muvafakat etmedikleri, ibadetlerin güzelliği, mubah, vâcib veya haram olan ameller hakkındaki haberler gibi."

Bu da yine, Rasulullah (s.a.v.)'den rivayet edilenlere aykırı olan bir haber olması şartına bağlıdır. Böyle olunca da bu şekilde bir davranış, müslümanların hepsinin uyması gereken bir amel değil, aksine gayesi ictihad olan ve ümmetin üzerinde tartıştığı bir şeydir. Bunun da Allah Azze ve Celle'ye Ve Rasulullah (s.a.v.)'e götürülmesi gerekir.

Biz de biliyoruz ki, Ömer Radıyallahu Anh ve Sahabenin büyükleri, hayattayken kendisine tevessül ettikleri Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve's sellem'e öldükten sonra tevessülde bulunmadılar. O ölünce O'na tevessül etmediler. Bilakis kuraklık yılında kıtlık çok şiddetli bir şekilde bastırınca Ömer Radıyallahu Anh, tüm ilim ehlinin de bildiği gibi ve Ensar ve Muhacirin'in de şahid olmasıyla, insanların eline yiyecek bir şeyler geçinceye kadar yağlı yemek yemeyeceğine dair yemin etmiştir. Sonra da "istiska"da bulunmak için Abbas Radıyallahu Anh'a başvurunca şöyle dua etmiştir:

"Allah'ım! Biz kuraklık gördüğümüzde senin Nebi'n ile sana tevessülde bulunuyorduk, sen de bize yağmur gönderiyordun. Şimdi ise senin Nebi'nin amcası Abbas ile sana tevessülde bulunuyoruz. Bize yağmur ver!"

Allah Teala da onlara yağmur göndermiştir. Bütün Sahabenin kabul ettiği ve meşhur olması nedeniyle hiçbirisinin inkar etmediği dua budur. Bu, icma edilen konuların en meşhurlanndandır.

Muaviye b. Ebu Sufyan da Hilafeti döneminde böyle dua etmiştir. Eğer onlar, Rasulullah (s.a.v.)'in ölümünden sonra tevessül etmek hayattayken tevessül etmek gibi olsaydı, "nasıl olur da Abbas ve Yezid İbnu'l Esved'e ve başkalanna tevessülde bulunuyoruz da insanların en faziletlisi olan Rasulullah (s.a.v.)'e tevessülü terk ediyoruz? Halbuki O'na tevessül, tevessüllerin en faziletlisi ve en büyüğüdür." diyerek Sahabe bunu icra ederdi. Ancak, bu sözü onlardan hiç kimse demediği ve hayattayken Rasulullah (s.a.v.)'in duasına ve şefaatına tevessül edildiği gibi, O Öldükten sonra O'ndan başkasının duasına ve şefaatına tevessül ettikleri bilindiğine göre; onlar nezdinde meşru olan tevessülün kişinin zatıyla değil, duasıyla olan tevessül olduğu da bilinmiş olur.

Bununla beraber bu kıssada, düşünen akıllı bir insanın rahatlıkla görebileceği gibi, Osman Radıyallahu Anh gibi bir Halife'nin faziletine gölge düşüren bir cümle vardır. O da, Raşid Halife'nin, ihtiyacı olan bir adama hiç yüz vermemesidir. Bu ifade, Rasulullah (s.a.v.)'in kendisinden meleklerin bile haya ettiğini söylediği ve özellikle yumuşaklığı, iyiliği ve insanlara karşı hoşgörülülüğü ile tanınmış Osman Radıyallahu Anh'ın ahlakıyla uyuşmamaktadır. İşte bu durum, kıssanın sıhhatli olması ihtimalini tamamen uzak görmemize neden olmaktadır. Zira bu, Osman Radıyallahu Anh'ın ahlakına ters düşen bir zulümdür.
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
2. ZULUM

Ölülerle istiğase bulunmanın cevazına dair:
"Kendi tarafından olanı, düşmana karşı ondan yardım diledi" (Kasas 15) ayetini ve kıyamet günündeki şefaata dair uzunca rivayet edilen bir hadisi delil olarak ileri sürmekteler.

Bu hadiste insanların Allah nezdinde kendilerine şefaat dilemesi için Peygamber (s.a.v.)'den istiğasede bulundukları anlatılmaktadır. (SAHİH MUTEVATİR HADİS- Ahmed (2/435-436) Buhari (3340-336), Muslim-(194) Tirmizi (2434) ve diğerleri Ebu Hurayra r.anh'den Ahmed (3/116-244-247-248) Buhari (44-4476-6565-7410-7440-7509-7510-7516))

Ayrıca Buhari tarafından rivayet edilen İbrahim ile Hacer a.s. kıssasında Hacer a.s.'ın "Sende bir hayır ya da ğivas (yardım edecek bir şey) varsa (yardım et)" (SAHİH HADİS- Buhari (3364) Abdullah b.Abbas r a dan) sözünü delil olarak göstermektedirler.




2. ZULUM'E REDDİYE

1- Sözü edilen istiğase ve yardım dileme, ölüden ya da üçünçü bir şahıstan değil, hayatta ve hazır bulunan kimseden istenmektedir. İsrailoğullarından olan mezkur şahsın Musa a.s.'ın yardımını istemesi onu gördüğü anda gerçekleşmiştir.

Aynı şekilde Hacer a.s.' da duyduğu bir ses üzerine işaret edilen sözünü söylemiştir

İnsanların kıyamet gününde Rasulullah (s.a.v.)' den istiğasede bulunmaları da onun hazır bulunduğu ve Allah'a dua ve şefaat isteğinde bulunmaya muktedir olduğu bir durumda gerçekleşecektir. Hayat ile ölümü birbirine denk tutmak en çirkin batıl iddialardandır.


2- Zikredilen ayette İsrailoğullarına mensub bir şahıs hakkında bir bilgi ve haber verilmektedir. Ayrıca bu şahıs uygulamaları delil olarak alınacak bir kimse değildir. Çünkü Musa a.s. kendisine "Sen besbelli bir azgınsın" (Kasas, 18) demiştir. (Taberi Tefsiru't Taberi (10/42-47) İbn Kesir Tesiru'l-Kur'ani'l Azim(3/394)
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
3. ZULUM ve REDDİYE



Osman (r.anh) Dönemindeki Hadise

أن رجلا كان يختلف إلى عثمان بن عفان رضي الله عنه في حاجة له فكان عثمان لا يلتفت إليه ولا ينظر في حاجته فلقي عثمان بن حنيف فشكا ذلك إليه فقال له عثمان بن حنيف
ائت الميضأة فتوضأ ثم ائت المسجد فصلي فيه ركعتين ثم قل اللهم إني أسألك وأتوجه إليك بنبينا محمد صلى الله عليه وسلم نبي الرحمة يا محمد إني أتوجه بك إلى ربك ربي جل وعز فيقضي لي حاجتي وتذكر حاجتك ورح إلي حتى أروح معك
فانطلق الرجل فصنع ما قال له عثمان ثم أتى باب عثمان فجاء البواب حتى أخذ بيده فأدخله عثمان بن عفان فأجلسه معه على الطنفسة وقال حاجتك فذكر حاجته فقضاها له ثم قال له ما ذكرت حاجتك حتى كانت هذه الساعة وقال
ما كانت لك من حاجة فأتنا ثم ان الرجل خرج من عنده فلقي عثمان بن حنيف فقال له جزاك الله خيرا ما كان ينظر في حاجتي ولا يلتفت إلي حتى كلمته في فقال عثمان بن حنيف والله ما كلمته ولكن شهدت رسول الله صلى الله عليه وسلم وأتاه ضرير فشكا عليه ذهاب بصره فقال له النبي صلى الله عيه وآله وسلم أفتصبر فقال يا رسول الله إنه ليس لي قائد وقد شق علي فقال له النبي صلى الله عليه وسلم
إيت الميضأة فتوضأ ثم صل ركعتين ثم ادع بهذه الدعوات قال عثمان فوالله ما تفرقنا وطال بنا الحديث حتى دخل علينا الرجل كأنه لم يكن به ضرر قط
Osman Bin Huneyf (radıyallahu anh)’den;
Bir adam, bir haceti için Osman Bin Affan (radıyallahu anh)’a gelir, giderdi. Fakat Osman radıyallahu anh, ona aldırış etmezdi. Derken adam, Osman Bin Huneyf ile karşılaşır ve durumu ona arz eder. Bunun üzerine Osman Bin Huneyf, ona şunları söyler;
“Su kabını getir ve abdest al. Sonra mescide git ve iki rekât namaz kıl. Sonra da; “Allah’ım! Peygamberimiz, rahmet Peygamberi Muhammed (s.a.v.) ile senden istiyor ve sana yöneliyorum. Ya Muhammed! Seninle hacetimin yerine getirilmesi için rabbime yöneliyorum” diye söyle ve ihtiyacını arz et. Sonra bana gel ve beraber Osman radıyallahu anh’ın yanına gidelim.”
Nihayet adam gitti ve söylenileni yaptıktan sonra Osman Bin Affan radıyallahu anh’ın kapısına geldi.
Kapıcı gelip adamın elinden tutarak, Osman (r.anh)’ın huzuruna götürdü ve onu sergi üzerine, Osman (r.anh)’ın yanına oturttu.
Osman Radıyallahu anh; “Nedir hacetin?” diye sordu.
Adam hacetini söyledi ve Osman Radıyallahu anh da onun işini gördü… Adam sonra Osman Bin Huneyf Radıyallahu anh ile karşılaştı ve ona; “Allah seni hayırla mukâfatlandırsın! Benim hakkımda sen Osman ile konuşana kadar işime bakmıyordu” dedi.
Osman Bin Huneyf Radıyallahu anh de; “Vallahi senin hakkında Osman (Radıyallahu anh) ile görüşmedim. Ancak a’ma bir adamın Efendimiz (s.a.v.)’e gelerek duyduğu rahatsızlıktan şikayeti üzerine Rasulullah (s.a.v.) ona; Sabreder misin? dediğine şahid oldum.
Adam; “Ya Rasulullah! Yanımda (elimden tutarak) beni götürecek kimse yok! Bu ise benim için zor oluyor.” dedi.
Bunun üzerine buyurdu ki; Su kabını getir ve abdest al. Sonra iki rekât namaz kıl. Daha sonra da şu şekilde dua et” ;
Vallahi biz aramızdaki konuşmanın uzaması sebebiyle henüz ayrılmamıştık, O a’ma zat, sanki daha önce hiçbir rahatsızlığı yokmuş gibi, şifa bulmuş olarak geldi.”
(Taberani(9/30) Taberani Sağir(1/306 no;508) Tergib(1/273) Beyhaki Delail(6/168) Mecmauz Zevaid(2/279) Gımari Misbah(s.21) İbni Sunni Amelul Yevm(s.202) Muhammed Nasib er Rıfai Tevessül(s.237) Gımari İrgamul Mubtedi(s.11) Muhammed Bin Alevi el Maliki Fi Sebilil Hedyi Ver Reşad(s.135)

Bu hadise, Rasulullah (s.a.v.)’in vefatından sonra da Onunla tevessül edilmesi hususunda bunun cevazına delil gösterilmektedir.
Taberani bu rivayetin hemen ardından bunun başka bir tarikle geldiğini ancak onda Osman Bin Ömer Bin Faris bin Şube’nin teferrüd ettiğini, hadisin ise sahih olduğunu belirtmiştir. (Taberani, Mûcemu's Sağir, 1/306)


Taberani’nin bahsettiği diğer tarik, merfu olarak rivayet edildiği tariktir. Bu da, onun sadece merfu rivayete sahih dediğinin delilidir. Ancak hala bu sahih hükmünün, sadece hadisin merfu kısmına değil, Osman radıyallahu anh’ın hilafeti zamanında geçen hadiseyi de kapsadığını iddia edenler vardır.
Şimdi bunu inceleyelim;
Taberani bunu; Abdullah Bin Vehb – Şebib Bin Said el Mekki – Ruh Bin el Kasım – Ebu Cafer el Hutami el Medeni – Ebu Umame Sehl Bin Huneyf – Amcası Osman Bin Huneyf Radıyallahu anh senedi ile rivayet etmiştir.
Bu isnad, İbni Vehb’in Şebib bin Said’den rivayeti olması sebebiyle münkerdir. Benden öncekilerin değinmediği bir illet daha vardır ki, İbni Vehb’in güvenilir olmakla birlikte hadis ahzında gevşek oluşu ve müdellis oluşudur. (İbni Hacer Tehzibut Tehzib(6/66) İbni Hacer Tabakatul Mudellisin(s.22) Nesai ve Sâcî onun hadis ahzında mutesahil olduğunu belirtmişlerdir)

Bu rivayeti de tedlis sigası olan “an’ane” ile yapmıştır. Rivayet her bakımdan zayıf olub, delil olamaz.
Şebib hakkında; Ebu Hatem ve Ebu Zura; “beis yok, salihul hadis” dediler. (EbulVelid el Baci Tadil ve Tecrih(3/1159) İbni Ebi Hatem Cerh ve Tadil(4/359 no;1572)
İbni Hibban, İbnul Medini, Mizzi; “güvenilir” dediler.(İbni Hibban Sukat(8/310 no;13614) Zehebi Mizanul İtidal(3/362 no;3663) Mizzi Tehzibul Kemal(12/360 no;2690)
Hakim; “güvenilir, me’mun”,(Hakim Mustedrak(1/526) Zehebi; “saduk” dedi.(Zehebi Kaşif (1/479 no;2235) Zehebi Mizan(3/361) bkz. İbni Adiy(4/30 no;891)
İbni Ebi Hatem, Şebib’in Ruh Bin el Kasım, Yunus Bin Yezid ve Muhammed Bin Amr’dan rivayette bulunduğunu zikreder.
İbni Adiy Kamil’de şöyle der; “Onun yanında Yunus Bin Yezid’in Zuhri’den rivayet ettiği düzgün bir nusha vardı. İbni Vehb ondan munker rivayetler nakletmiştir. Sanki o, Mısır’a gelince ezberinden rivayet ederek hata ve vehmiştir. Umarım ki kasten yalan söylememiştir. Oğlu Ahmed ondan rivayet ettiğinde sanki başka bir Şebib’den bahseder gibidir. Zira o, isnadı güzelleştirmeye çalışırdı.” (İbni Adiy Kamil(4/30) Mizanul İtidal(3/362)
Şebib Bin Said; Buhari Ricalindendir. (Hakim Tesmiye(s.137) Tehzibul Kemal(12/360) Tadil ve Tecrih(371159) Ancak Buhari ondan rivayetini bahsi geçen düzgün nushasından olmak üzere tek bir yerde mutabi olarak yapmıştır.
İbni Hacer Takrib’de ve İbni Adiy Esamî’de derler ki; İbni Vehb’in Şebib’den rivayeti munkerdir. (Kitabu Esami Men Rava Anhum Buhari(s.77) Takrib(1/263)
İbni Hacer, Fethul Bari Mukaddime’sinde der ki; “Buhari, İbni Şebib’in Yunus’tan rivayetini, İbni Vehb dışındaki rivayet yoluyla tahric etmiştir.” (Hedyus Sari(Fethul Bari Mukaddimesi s.409)
Bu sözlerden anlaşıldığına göre, Şebib’in rivayeti iki şartla kabul edilir; birincisi; rivayetin, oğlu Ahmed’in ondan yaptığı rivayet olması, ikincisi; Şebib’in Yunus’tan yaptığı rivayet olmasıdır… (Elbani Tevessul(s.121-124))
İbni Ebi Hatem, babasından naklen Şebib’in Ruh Bin Kasım’dan rivayetini, merfu olarak şahid göstermek için rivayet etmiştir ve onda kıssa zikredilmemiştir. (İlelu İbni Ebi Hatem(2/190)
İbni Hayseme Tarih'inde; Muslim Bin İbrahim – Hammad Bin Seleme – Ebu Cafer el Hutami – Umara Bin Huzeyme – Osman Bin Huneyf radıyallahu anh senedi ile rivayet ediyor;
“Bir âma adam Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve gözü için kendisine dua etmesini istedi. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Git abdest al, iki rekat namaz kıl ve sonra da şöyle söyle; “Rahmet peygamberin olan Muhammed ile senden istiyor ve sana yöneliyorum! Ey Muhammed! Rabb'imden seninle gözüme şifa taleb ediyorum. Allah’ım! Duamı kabul et ve gözümün şifa bulması hakkında Peygamberin duasını da kabul eyle!” buyurdu. Ne zaman bir haceti olursa böyle yapar!” (Gımari İrgamul Mubtedi (sf:17); Misbahuz Zucace (sf: 30)

Bu rivayetin isnadı sahihtir. Ancak son cümlenin ravinin ifadesi olduğu anlaşılmaktadır.
Elbani ve İbni Teymiye bu son rivayetteki ziyade kısım hakkında şaz olduğunu belirtmişlerdir; zira güvenilir bir ravi olan Hammad Bin Seleme, kendisinden daha güvenilir olan Şûbe’nin rivayetine muhalif bir ziyade ile rivayet etmiştir.

KFDk3lt.jpg
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
4. ZULUM ve REDDİYE

Abbas (r.anh) ile ilgili Tevessul

Enes Bin Malik radıyallahu anh’den;
“Halk kıtlığa maruz kaldığı zaman Ömer Bin Hattab radıyallahu anh, Abbas radıyallahu anh ile istiskada bulunarak;
Allah’ım! Peygamberimiz ile sana tevessül ederdik de bize yağmur verirdin. (şimdi ise) Peygamberimizin amcası ile sana tevessül ediyoruz, bize yağmur ver!” dedi. Bunun üzerine yağmur yağar ve halk suya kavuşurdu.”
(Buhari(istiska,3) Hakim(2/32,3/334) FethulBari(2/413) İbni Huzeyme(2/337) Kenzul Ummal(9/5) Kurtubi(6/159) Ayni Umdetul Kari(3/437) Kirmani Şerhu Buhari(5/103) Kastalani İrşadus Sari(2/228) Neylul Evtar(4/32) İbni Abdilberr İstiab(2/815) Temhid(23/434) İbni Hibban(7/111) Zübeyr Bin Bekkar Ensab(2/166) Taberani(84) Taberani Evsat(3/49) Mizzi Tehzib(14/228) Begavi Şerhus Sünne(1165) İbni Kesir Şemail(s193) İbni Hacer Buluğul Meram(540) İbni Kudame elMuğni(16/295) Cem’ül Fevaid(2085) İbni Sa’d(3/321) Nebhani ŞevahidulHak(s.137) İbni Mulakkin Bedrul Münir(639) İbni Hacer TelhisulHabir(2/101) İbni Teymiye Kaidetul Celile(s.140) Mevahibul Celil(3/265) Hattabi elGunye(1/8) Tuhfetul Ahvezi(10/27) Zehebi Siyer(2/91,93) Sehavi Tuhfetul Lutfiye(2/14) Ahmed Bin Hanbel Fadailus Sahabe(2/932))

Bu hadis ittifakla sahihtir. Ancak âlimler, hadisin metninde geçen; “bi nebiyyina” (peygamberimiz ile) ve “bi ammi nebiyyina” (peygamberimizin amcası ile) ibarelerine, dua ve şefaat kelimelerini takdir etmişler, bunun; “peygamberimizin amcasının duasıyla…” manasına geldiğini, bu yüzden de Ömer radıyallahu anh’ın Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem‘i bırakarak, amcası Abbas radıyallahu anh’ı vesile ettiğini ve bunun zat ile değil, dua nitelikli bir tevessül çeşidi olduğunu belirtmişlerdir.
(İbni Teymiye Kaidetul Celile(s.49,64) Elbani Tevessul(s.93) Hattabi elGunyetu Anil Kelam Ve Ehlihi(1/52)

Bu hadis, vefatından sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile tevessül edilemeyeceğine dair bir delildir.
Zat ile tevessülü savunanlar şöyle bir delil getirdi;
İbni Abdilberr’in birçok tarikten geldiğini belirttiği rivayette; “Ömer radıyallahu anh, istiskada bulunmak üzere Abbas’ı da yanına alarak (musalla’ya) çıktı ve şöyle dedi; “Allah’ım! Biz, peygamberimizin amcası ile sana yaklaşıyor ve Onun şefaatçi olmasını diliyoruz. Peygamberin için Onu gözet. Nitekim sen, ana babasını iyilik ve salahı sebebiyle iki (yetim) çocuğu gözetmiştin. (Kehf; 82)
Biz, istiğfar ve istişfa ederek Onu sana aracı kıldık.” Sonra Ömer radıyallahu anh, insanlara yönelerek şöyle seslendi;
Rabbinizden mağfiret dileyin. Zira O, çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) üzerinize bol bol yağmur yağdırsın, mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın!” (Nuh; 10-12)
Sonra da Abbas radıyallahu anh ayağa kalkarak dua etti. Abbas radıyallahu anh’ın gözleri yaşlarla doluydu. (bu vesile ile Allah’ın yağmur vermesinden sonra) halk; “Seni tebrik ediyoruz ey Harameyn sakisi!” diyerek Abbas’a ellerini sürmeye başladılar.”
Buradaki “Peygamberin için onu gözet” ibaresini zat ile tevessüle delil getirmiştir. Ancak burada terceme hatası olduğu için önce Arapça metni veriyorum;
İbni Kuteybe’nin metni;

وقال عمر رضي الله عنه في خطبته يوم استسقى بالعباس اللهم إنا نتقرب إليك بعم نبيك صلى الله عليه وسلم وبقية آبائه وكبراء رجاله فإنك تقول وقولك الحق وأما الجدار فكان لغلامين يتيمين في المدينة وكان تحته كنز لهما وكان أبوهما صالحا فأراد ربك أن يبلغا أشدهما ويستخرجا كنزهما فحفظتهما لصلاح أبيهما فاحفظ اللهم نبيك في عمه فقد دلونا به إليك مستشفعين ومستغفرين

Buradaki doğru terceme şu şekilde olacaktır;
“Ey Allah’ım! Amcası hakkında peygamberini(n şerefini ve izzetini) koru! Nitekim biz onunla (amcası Abbas radıyallahu anh ile) bize şefaat etmesini ve bağışlanma dilemesini isteyerek sana yaklaşmaya vesile ettik.” (İbni Kuteybe Te’vilul Muhtelef(s.253 tercemesi; s.386)


İbni Abdilberr’in metni şöyle;
اللهم إنا نتقرب إليك بعم نبيك ونستشفع به فاحفظ فيه نبيك كما حفظت الغلامين لصلاح أبيهما وأتيناك مستغفرين مستشفعين
“Allah’ım! Şüphesiz bizler, sana peygamberinin amcasından şefaat etmesini isteyerek yaklaşıyoruz. Onun hakkında peygamberini(n şerefini), babaları sebebiyle koruduğun iki genci koruduğun gibi koru. Bağışlanma ve şefaat isteyerek sana geldik.” (İbni Abdilberr Temhid(23/434) İbni Abdilberr el İstiab(2/815)

Görüldüğü gibi burada Abbas r.a.’ın duası ile tevessül sözkonusudur.
Mervezi, Müsned-i Ebubekr’de; Ahmed Bin Ali – Osman Bin Ebi Şeybe ve Ebu Hayseme – Yezid Bin Harun – Hammad Bin Seleme – Ali Bin Zeyd – Kasım Bin Muhammed – Aişe r.a. senediyle rivayet ediyor;
Aişe radıyallahu anha dedi ki;

“Ben babam Ebu Bekir halife iken, şu beyti okudum;


وأبيض يستسقى الغمام بوجهه
ثمال اليتامى عصمة للأرامل
“Beyazdır, yüzü suyu hürmetine yağmur istenir.
Yetimlerin sığınağı, dul kadınların koruyucusudur.”

Ardından Ebu Bekr radıyallahu anh dedi ki; “O, Rasulullah (s.a.v.)dir”
(Ahmed(1/7) Bezzar(1/128,185) Mervezi Musnedi EbuBekr(s.91, no;39) İbni Ebi Şeybe(5/279) Mecmauz Zevaid(8/272) Mizanul İtidal(5/158) beyit Ebu Talib’e aittir. Ahmed(2/93) İbni Mace(1272) Ramehurmuzi Emsal(s.47) İbni Asakir Tarihu Dımeşk(3/356,66/315) İbni Abdilberr Temhid(22/65) el İsabe(7/235)

İbni Ebi Şeybe Yezid Bin Harun’dan aynı isnad ile rivayet eder. Heysemi bunu Ahmed ve Bezzar’a isnad edip ricalinin güvenilir olduğunu söylemiştir. Lakin Ali Bin Zeyd bin Cudan zayıf olup bu rivayetlerde tek kalmıştır.
İbnu Ömer r.a de yağmur duasından sonra bol yağmur yağması üzerine, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yüzüne bakıp bu beyti hatırladığını söylemiştir. (Ahmed(2/93) İbni Mace (1272) Fethul Bari(2/494)
Ancak bunda tevessüle delil olacak bir yön yoktur.
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
5. ZULUM ve REDDİYE

Ömer (r.anh) Döneminde Kabr-i Şerif İle Tevessul
1_

İbnu Ebi Şeybe şöyle demiştir:
حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ، عَنِ الْأَعْمَشِ، عَنْ أَبِي صَالِحٍ، عَنْ مَالِكِ الدَّارِ، قَالَ: وَكَانَ خَازِنَ عُمَرَ عَلَى الطَّعَامِ، قَالَ: أَصَابَ النَّاسَ قَحْطٌ فِي زَمَنِ عُمَرَ، فَجَاءَ رَجُلٌ إِلَى قَبْرِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، اسْتَسْقِ لِأُمَّتِكَ فَإِنَّهُمْ قَدْ هَلَكُوا، فَأَتَى الرَّجُلَ فِي الْمَنَامِ فَقِيلَ لَهُ: " ائْتِ عُمَرَ فَأَقْرِئْهُ السَّلَامَ، وَأَخْبِرْهُ أَنَّكُمْ مُسْتَقِيمُونَ وَقُلْ لَهُ: عَلَيْكَ الْكَيْسُ، عَلَيْكَ الْكَيْسُ "، فَأَتَى عُمَرَ فَأَخْبَرَهُ فَبَكَى عُمَرُ ثُمَّ قَالَ: يَا رَبِّ لَا آلُو إِلَّا مَا عَجَزْتُ عَنْهُ
Ömer radıyallahu anh’ın haznedarı Malik ed Dar Radıyallahu anh anlatıyor;
“Ömer radıyallahu anh’ın zamanında halk şiddetli bir kıtlığa maruz kalmıştı.
Derken bir adam Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrine gelerek; “Ya Rasulullah! Ummetin için yağmur iste! Zira onlar helak oldular.” dedi.
Bunun üzerine adama ruyasında şöyle buyruldu; “Ömer’e git, ona selam götür, halkın suya kavuşacağını haber ver ve ona şunu söyle; “Senin vazifen, iyi muamelede bulunmak, ölçülü ve güzel hareket etmektir”
Adam derhal giderek durumu Ömer radıyallahu anh’e bildirdi.
Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh ağladı ve; “Rabbim! Üstesinden gelemediğim şeyler hariç, çaba sarf etmekten geri durmuyor ve elimden geleni yapıyorum!” dedi.
(İbn Ebi Şeybe, el-Musannef, C. 6, Sf: 356, 32002; Fethul Bari (2/397,495) El İsabe(3/484) İbni Abdilberr İstiab(3/1149) Kastalani, Mevahib(2/365) Kenz(4/289) Halili İrşad(1/313-314) Şerhu Süneni İbni Mace (Suyuti-Abdulgani-FahrulHasen Dehlevi şerhi s.99) İbni Kesir Bidaye(7/149-151) Tarihut Taberi(3/192) Munziri, Tergib(2/41) Şevahidul Hak (s.137) Hayatus Sahabe(4/470) Futuhatur Rabbaniye(5/35) Mecma(3/125) Zürkani Şerhul Mevahib(8/80) Beyhaki Delail(7/47) İbni Asakir(53/294)


Hafız İbni Hacer, Ebu Salih es Semman’a kadar olan isnadının sahih olduğunu belirtmiş, kabre gelen adamın Bilal Bin Haris olduğunu belirtmiştir. (Fethul Bari(2/412)
Elbani , üç gerekçe öne sürerek bu rivayeti kabul etmemiştir;

1- Ravi Malik ed Dar’ın zabt ve adaleti maruf değildir, o mechul bir ravidir. İbni Hacer, Malik’in mechul oluşuna işaret etmiştir.

2- Hadisin metni şeriatta mustehab olan istiska namazına ve bazı aqyetlerin ifade ettiği dua ve istiğfara aykırıdır.


3- Rivayetin sahih olduğu kabul edilse bile bu konuda hüccet olamaz. Çünkü rivayet ismi bilinmeyen bir adama dayanmaktadır. O da mechuldur. Seyf’in rivayetine dayanarak onun adının Bilal olduğunu söylemekte bir şey ifade etmez, zira seyf Bin Ömer et Temimi ittifakla zayıf bir ravidir…”


İbni Sa’d der ki; “Malik ed Dar, Ömer Bin Hattab’ın azatlısıdır. Cublan’lı, Himyer kabilesindendir. Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma’dan hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de Ebu Salih es Semman rivayette bulunmuştur. O maruf idi.” (İbni Sad Tabakat(5/12)



İbni Hibban, onu güvenilir ravilerin ismini saydığı Sükat adlı eserinde zikretmiş, İbni Sa’d’ın verdiği bilgileri vermiş, hakkında menfi bir söz söylememiştir. (İbni Hibban Sukat(5/384 no;5312)
Lakin İbni Hibban hakkında cerh varid olmamış meçhul ravileri güvenilir saydığından, buna itibar edilmemektedir.
Hafız İbni Hacer de şunları söyler; Malik ed Dar diye bilinen zat, Malik Bin Iyad’dır ve Asrı seadete yetişmiştir. Muaz ve Ebu Ubeyde’den rivayetleri vardır. Kendisinden iki oğlu; Avn ve Abdullah rivayette bulunmuştur. Buhari Tarih’te Ebu Salih Zekvan tarikiyle Malik ed Dar’dan, Ömer radıyallahu anh’ın kıtlık senesindeki sözünü (muhtasar olarak) rivayet etmiştir. (Buhari Tarihu Kebir(7/304)

Aynı rivayeti tafsilatlı olarak İbni Ebi Hayseme de tahric etmiştir… İbni Sad onu Medineli tabiilerin ilk tabakası içinde zikretmiştir. Ömer ve Osman radıyallahu anhuma onu mali işlerde görevlendirmiş ve bu yüzden de ona Malikud Dar adı verilmiştir. Ali İbnul Medini’den rivayete göre o, Ömer radıyallahu anh’ın haznedarı idi.” (İbni Hacer, El İsabe, (6/274)

İbni Ebi Hatem der ki; “Malik ed Dar, Ömer radıyallahu anh’ın azadlısıdır. Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayeti vardır. Ondan da Ebu Salih es Semman rivayette bulunmuştur. Bunu babam(Ebu Hatem)dan böyle işittim.” (İbni Ebi Hatem, Cerh ve Ta’dil (8/213, no;944) Mizzi Tehzibul Kemal(22/624)
Malik ed Dar’ın meçhulul aynlık vasfı kalkmış, lakin meçhulul hal (mestur) sıfatı devam etmektedir. Nitekim Hafız Munziri de; “Malik ed Dar’ın durumunu bilmiyorum” der. (Tergib(2/29) Böyle bir ravinin rivayeti zayıf hadisler kapsamındadır.
Muhammed Bin Yahya ez Zuheli der ki; “Meçhul ravi, kendisinden iki veya daha fazla kimselerin rivayette bulunması ile meçhullükten kurtulur.”(İbni Raceb elHanbeli Şerhu İlel(1/82)

Hatib el Bağdadi de der ki; “Meçhul olan bir ravi, ilimle şöhret kazanmış iki ve daha fazla kimsenin kendisinden hadis rivayet etmesi halinde meçhul olmaktan kurtulur.” (Hatib el Kifaye Fi İlmir Rivaye (s.89) İbnu Salah Ulumul Hadis(s.113) Talat Koçyiğit Hadis Terimleri Sözlüğü(s.260)

Bu durumdaki bir ravi, meçhulul ayn olmaktan kurtulur, fakat meçhulul hal (mestur) olma vasfı devam eder
Bazıları, Ömer radıyallahu anh’ın onu mali işlerde görevlendirmesini, Malik ed Dar’ın hıfz ve adalet bakımından güvenilir oluşuna delil getirmek istemiştir. Lakin bu rivayetin metninde de belirtildiği gibi, o sadece yiyecek dağıtımında görevlendirilmişti.
Nitekim İbni Kuteybe der ki; Ömer Bin Hattab’ın azatlılarından biri de Malik ed Dar idi. Ömer radıyallahu anh ona bir ev vermişti ki, o bu evde halk arasında bir şeyler bölerdi.” (İbni Kuteybe Maarif s.129)

Ebu Ya’la el Halili de, “Malik ed Dar’ın kadim bir Tabii oluşunda ittifak edilmiştir” der ve Tabiin’in ondan övgü ile bahsettiklerini belirtir. Sonra bu rivayeti aktararak Ebu Salih’in Malik ed Dâr’dan rivayetinin mursel olduğunu söyler. (Ebu Ya’la elHalili, el İrşad Fi Marifeti Ulemail Hadis, C. 1, Sf: 313-316)

Nitekim Ebu Salih bunu tahdis sigası ile değil, an’ane ile rivayet etmiştir. Yani Ebu Salih’in Malik ed Dar’dan hadis işittiği şüphelidir.

Ayrıca Rasulullah (s.a.v.)’in kabrine gelen zatın ismi de bilinmemektedir. Bu şahsın hakkında Bilal b. Haris el-Muzeni r.a. olduğu yolunda beyan edilen görüşler sahih değildir. Çünkü bu konuda rivayet , el Futuh'ta (ibn Hacer "Fethul Bari 2/575) zikredilen Seyf b. Ömer et-Temimi yoluyla gelmektedir. Bu ziyadeyi teferruden rivayet etmiş olan Seyf b. Ömer ise , muhaddislerin ittifakı ile zayıf bir ravidir. Hatta hadis uydurduğu ve zındıklıkla itham edildiği de söylenmektedir.

(Zehebi "Mizanu'l İtidal (2/255-256, No:3637; el- Kaşif (1/476,No: 2224) İbn Hacer "Tehzibu't-Tehzib" (4/268-269, No:2819); "Takribu't Tehzib" (s.428, No:2739), el-Elbani "et-Tevessul" (s.133); Mu'cemu Esami'r-Ruvati'llezine Terceme lehumu'l-Allame Muhammed Nasıruddin el-Elbani Cerhan ve Ta'dilen"(2/269)

İbni Hacer tarafından bu kişinin Seyf Bin Ömer’in rivayetine dayanılmasına gelince, asıl itibarıyla rivayetin sahih olarak tesbiti konusunda Seyf’in alakası yoktur.
Seyf Bin Ömer, sadece gelen zatın kim olduğu sualine cevap ararken devreye girmektedir. Lakin yine de bu adamın kim olduğu önemlidir. Zira kabre gidip yağmur duası istemek söz konusudur.
Mesela Buhari’nin Tarihul Kebir’de Ebu Salih Zekvan tarikiyle Malik ed Dar’dan rivayetinde sadece; Ömer radıyallahu anh’ın kıtlık senesinde; “Rabbim! Üstesinden gelemediğim şeyler hariç, çaba sarfetmekten geri durmuyor ve elimden geleni yapıyorum!” dediğini rivayet etmiş, kıssadan bahsetmemiştir. (Buhari Tarihu Kebir(7/304)


Rivayet sahih olsa bile ileri sürdükleri görüşler için delil olmaz. Çünkü hadiste mezkur şahsın Peygamber(s.a.v.) den yağmur duası istediğini Ömer (r.a.)a bildirdiği yer almamaktadır.

Söz konusu kıssa , kabirperestlerin kendi aleylerine delildir. Çünkü kıssada zikredilen şahıs, Peygamber (s.a.v.)'den ummeti için dua istediğinde "ben sizin için dua edeceğim " dememiş (!), aksine meşru ve sünnet kılmış olduğu bir uygulamayı, yani Allaha dua edip yağmur yağdırmasını dilemeyi emretmiştir.
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
6. ZULUM ve REDDİYE

Kabr-i Şerif İle Tevessul 2_


Ebul Cevza Evs Bin Abdullah radıyallahu anh’den;
İmâm Hafız Dârimî (v. 255/869), Sünen’inde “Allah’ın, Peygamberimiz’e vefatından sonra verdikleri” başlığıyla açmış olduğu babta şöyle demiştir: “Ebû Nûman, Said b. Zeyd’ten, o, Amr b. Mâlik en-Nekri’den, o da Ebû’l-Cevza Evs b. Abdullah’tan şunu rivâyet etmiştir:
قحط أهل المدينة قحطا شديدا فشكوا إلى عائشة رضى الله عنها فقالت: انظروا إلى قبر رسول الله صلى الله عليه وسلم فاجعلوا منه كوة إلى السماء حتى لا يكون بينه وبين السماء سقف ففعلوا فمطروا حتى نبت العشب وسمنت الإبل حتى تفتقت من الشحم
“Medine halkı şiddetli bir kıtlığa maruz kalmıştı. Onlar Aişe radıyallahu anha’ya gelerek durumdan yakındılar. Bunun üzerine Aişe radıyallahu anha;
Peygamber (s.a.v.)’in kabrine bakın, ondan semaya doğru bir delik açın. Onunla sema arasında bir engel bulunmasın!” dedi.
Onlar da hemen dediğini yaptılar. Bunun üzerine bize öyle bol yağmur yağdı ki, otlar yeşerdi, develer yağdan çatlarcasına semizleşti. Bundan dolayı o yıla; “çatlama - yarık - yağ yılı” denildi.”
(İbni Cevzi, el Vefa, (1534); Dârimî, Mukaddime, 15, no: 92 - 93, 1/47; Delaili nubuvvet, 12, es-Sunen, I, 56; Suyûti, Hasais, 2/280 ; Nebhani, Huccetullah, sf: 1090; Zurkani, Şerhu'l Mevahib, 8/801; Zubeydi Tacul Arus, 13/388; İbni Esir, Nihaye, 3/409; Behcetu'l Mehafil, 2/129; Aliyyu'l Kâri, Mirkat, 10/290, Mişkatul Mesabih, 5950, Mevahibu'l Leduniye, 2/365, Cem’ul Fevaid, 2086, Şevahidul Hak, sf: 160; İbn-i Teymiye, el İstiğâse fi'r Reddi ale'l Bekri, sf: 265, Ziyareti'l Kubur, sf: 32; İbn-i Kesir, Telhisu'l İstiğâse fi'r Reddi ale'l Bekri, sf: 28 - 30; İbni Merzuk Beraatul Eşari, sf: 357, Gımari İrgam, sf: 24; İsmail Bin Mahfuz, Mesaf, sf: 187; el Elbâni, et Tevessul, sf: 140 - 142, 178; Ahkâmu'l Cenâiz, sf: 335, 1 nolu dipnot; Amr AbdulMun'im Hedmu'l -Menâr limen Sahhaha Ehadise't Tevessuli ve'z Ziyâra, sf: 208- 224)

Zayıf Hadis.



1- Bu kıssa sahih değildir. Çünkü râvileri arasında Hammad bin Zeyd'in (179/795) kardeşi Sa'id Bin Zeyd el Ezdi (167/784) bulunmaktadır. Sa'id Bin Zeyd'de zaaf vardır. Kendisini Yahya bin Sa'id (198/813), İbrahim bin Yakub es Sâdi el Cevzecâni (259/873), Nesai ve diğerleri zayıf görmüş (Zehebi, Mizânu'l İtidal, C. 2, 138-139, No: 3185), İbni Hacer hakkında "Sadûk olub, evhâmı vardır." demiştir. (İbn Hacer, Takribu't Tehzib, sf: 378, No: 2325; Tehzibu't Tehzib, 4/29, No: 2405)


2- Ashab-ı kiram'dan sabit olduğuna göre onlar kıtlıkla karşılaştıklarında ya mescidde (Buhari, no : 932, 933, 1013, 1019i1021,1029,1033, 3582, 6093, 6342; Muslim, no: 897 Enes bin Mâlik radıyallahu anh'den) ya da açık arazide (musallâ) (Buhari, no: 1027- 1028; Muslim, no: 894, Abdullah bin Zeyd el Ensâri radıyallahu anh'den) Allah'a dua ederek yağmur yağdırmasını dilerlerdi. (İbn Kesir, Telhisu'l İstiğâse fi'r Reddi ale'l Bekri, sf: 28)

3- Buhari tarafından rivâyet edilen; "Peygamber (s.a.v.) ikindi namazını güneş benim hucremde iken ve gölge henüz yayılmadan kılardı." (Buhari, no: 546, 522, 544 - 545; Muslim, no: 611 Aişe radıyallahu anha'dan) hadisinde de görüldüğü üzere Aişe (57/677) (radıyallahu anha)'nın odasının tavanının bir kısmı kapalı değil, açıktı. Bu rivâyet Aişe (radıyallahu anha)'nın evinin tavanının bir bölümünün açık olduğunu ve buradan güneşin girdiğini göstermektedir. Aişe (radıyallahu anha)'nınhayatı boyunca da evin bu şekli bozulmamıştır. Binaenaleyh evin çatısına bir delik açılmasına nasıl gerek olabilir? Bu da kıssanın bâtıl olduğuna işaret etmektedir. (İbn Kesir, Telhisu'l İstiğâse fi'r Reddi ale'l Bekri, sf: 29 - 30)


4- Meşrû olsun ya da olmasın sözü edilen fiil, anlaşmazlık hususunda delil olamaz. Çünkü böyle bir uygulama, yağmurun Rasulullah'ın kabri üzerine yağmasını istemek demektir. Allah'u Teala zaten rahmetini peygamberlerinin ve salih kullarının kabirlerine indirmektedir. Söz konusu eserde ölümlerinden sonra onlardan bir istekte bulunmaya, bir şey taleb etmeye ve istiğâsede bulunmaya dâir en küçük bir işaret yoktur. (İbn Kesir, Telhisu'l İstiğâse fi'r Reddi ale'l Bekri, sf: 30)
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
7. ZULUM ve REDDİYE

Ravzayı Şerif İle Tevessul
1_
İbnus Sem’ani, Delail’de; Ebubekr Hibetullah Bin el Ferec(güvenilir bir ravidir. Es Sem’ani Et Tahbir Fil Mu’cemil Kebir(2/364) – Ebul Kasım Yusuf Bin Muhammed Bin Yusuf el Hatib (Hatibul Bağdadi Tarihu Bağdat(14/327) – Ebul Kasım Abdurrahman Bin Ömer Bin Temim el Mueddib – Ali Bin İbrahim Bin Allan – Ali Bin Muhammed Bin Ali – Ahmed Bin el Heysem et Tai – babasından – dedesinden – Seleme Bin Kuheyl – Ebu Sadık – Ali Bin Ebi Talib radıyallahu anh senedi ile rivayet ediyor;

“Biz Rasulullah (s.a.v.)’i kabri şerifine koyduktan sonra yanımıza bir bedevi geldi. Kendisini kabre atarak toprağından başına saçmaya başladı ve şöyle dedi;
Ya Rasulullah! Sen söyledin, biz de işittik. Sen Allah’tan alıp anlattın, biz de senden öğrendik. Allah sana indirdiği ayette şöyle buyurdu;
Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasul de onlar için istiğfar etseydi, Allah’ı çok fazla affedici ve esirgeyici bulurlardı.” (Nisa; 64)
Ben de nefsime zulmettim ve sana geldim. Benim için bağışlanma dile!”
Bunun akabinde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrinden; “Şubhesiz sen bağışlandın!” diye bir nida geldi.”
(Tefsiru Kurtubi(5/265-266) Tefsiru Nesefi(1/340) Suyuti elHavi Lil Fetavi(2/315) Suyuti Tenvirul Halek(s.31) Nebhani Huccetullah(2/1061) Şevahidul Hak(s.161) Futuhatur Rabbaniye(5/39)

Ebu Sadık, Ali Radıyallahu anh’den işitmemiş olup, mursel olarak rivayet etmiştir. (Zehebi elMuğni(7533) Mizan(7/382) Lisan(7/469) İbni Ebu Hatem Cerh ve Tadil(8/199 no;875) Tehzibut Tehzib(12/143) Takrib(1/649) Zehebi Kaşif(2/435) Tehzibul Kemal(33/412)
Hakkında cerhte bulunanlar da vardır. Bazı muhaddisler Ali r.a.’den rivayet ettiğini söylerken, işittiğini tasrih etmemişlerdir. (Zehebi ElMuktena Fi Serdil Kuna(1/311 no; 3104) İbni Hibban Sukat(5/41 no; 3753) Hatibul Bağdadi Tarihu Bağdat(14/363)
Hadisin isnadı meçhuller zinciri olup, asla delil olamaz.
Birisi, «Allah Rasûlu’nun (s.a.v.)inkabrine gelip benim için istiğfarda bulunmasını ve Allah katında bana şefaat etmesini istesem bu caiz olur mu?» şeklinde bir soru yöneltse verilecek cevap «Caiz değildir.» olacaktır.
Bunun üzerine «Allah şöyle buyurmuyor mu?» diyerek Şu aşağıdaki âyeti okusa:
«Nefislerine zulmettiklerinde sana gelip Allah’tan bağışlanma dileselerdi Rasûl de onlar için bağışlanma dileseydi Allah’ı, tevbeleri çokça kabul eden, merhametli bulacaklardı (Nisâ, 4/64)
Ona, «Evet. Allah böyle söylüyor. Ancak dikkat edilirse (zulmettiklerinde) diyor.
Buradaki (iz) Arapçada geçmiş zaman zarfıdır. (İz) yerine gelecek zaman bildiren (iza) zarfı kullanılsaydı, anlam (zulmederlerse) olacaktı ki bu durumda Allah Rasûlu’nun (s.a.v.)in vefatından sonrası için de bağışlanma isteme söz konusu olabilecekti.
Ancak (iz) kullanılmak suretiyle bağışlanma isteği Allah Rasûlu’nun (s.a.v.) yaşadığı dönem ile sınırlanmış olmaktadır.

Ayrıca Ebu Hurayra (r.anh)'den rivayet edildiğine göre;
Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "
İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer, şu üç şey haricinde ölmüş kimsenin amel defteri kapanır. Sadaka-i Cariye, faydalanılan ilim ve kendisine duâ eden salih bir evlât"
(Muslim, Vasiyyet 14; Ebû Dâvûd, Vasâya 14; Tirmizi, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ, 8)

Dolayısıyla ölmüş bir kimsenin başkası için bağışlanma talebinde bulunması mümkün değildir. Kaldı ki amel defteri kapanmış olduğundan kendisi için bile bağışlanma isteyemez.
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
8. ZULUM ve REDDİYE

Kabr-i Şerif Yanında Salat-u Selam

2_

Ebu Hurayra radıyallahu anh’den merfuan;
Kim kabrimin yanında bana salât getirirse, onu bana tebliğ etmek üzere bir melek gönderilir, onun dünya ve ahirat işi görülür. Ben kıyamet gününde onun için şahid ve şefaatçi olurum.”
(Kadı Iyad Şifa (2/63 tercemesi; s.487) Suyuti, Menahilus Safa (sf: 70), Durru'l Mensur (1/570), Camius Sağir(8812) Feyzul Kadir(6/170) İbni Suyuti Şerhu Suneni Nesai(4/110) Mizanul İtidal(6/328) Leknevi er Raf’u vet Tekmil(s.151) İbni Cevzi el Vefa(1554) Zubeydi İthaf(3/289) İbni Adiy Kamil(6/351) Beyhaki Şuabul İman(1583,4156) Tefsiru İbni Kesir(3/516) Ebuş Şeyh Kitabus Salati Alen Nebi İbni Kayyım Cilaul Efham(s.46,54) Elbani Daife(203) İbni Şem’un Emali(2/193) Hatib Tarihu Bağdat(3/291) İbni Asakir(56/302) Suyuti Lealiul Masnua(1/146) Beyhaki Hayatul Enbiya (sf: 104 no;18) Mişkat(934) Tergib(1665) Ukayli Duafa(4/136) İsmail Bin Mahfuz Mesaf (sf: 425) Nevafihul Atira(2210) Suyuti Hasais(2/489, tercemesi; 2/550) Mevahibu Leduniye(2/184) Azimabadi Avnul Mabud(6/21-22)

Ukayli; “A’meş’ten aslı yoktur, mahfuz değildir. İsnadındaki İbni Mervanı destekleyen olmamıştır.” der. Muaviye bin Mervan es-Suddi yalancı bir ravidir.
İbni Hacer, Ebuş Şeyh’in Savab’ından bunu nakletti ve isnadı ceyyiddir dedi. (Fethul Bari(6/488)
İbni Teymiye de bu hadis hakkında; “leyyin” demiştir. (İbni Teymiye Fetaval Kubra(4/361)

Ebuş Şeyh’in isnadı şöyle; Abdurrahman Bin Ahmed el A’rec – Hasen Bin es Sabbah – Ebu Muaviye – A’meş – Ebu Salih – Ebu Hüreyre radıyallahu anh.
Elbani der ki; “Bu senedde el A’rec dışındaki bütün ravileri maruf ve güvenilirdir. Zahir şu ki, el A’rac; Kadı Abdurrahman Bin Ahmed et Taberi’dir. Ebuş Şeyh, ondan iki hadis yazmış (Ebuş Şeyh Tabakatul Muhaddisiyne Bi Esbehan(3/541 bkz.;3/13), cerh ve ta’dil olarak bir şey zikretmemiştir. O mechuldur. İbni Hacer Fethul Bari’de senedi ceyyiddir der. Bu kabul edilemez.” (Elbani Daife, 1/240)
Elbani, Ebu Salih Abdurrahman Bin Ahmed el A’rec’in, Kadı Abdurrahman olduğunu zannetmekle hata etmiştir.
Ebuş Şeyh, onun tercemesini Abdurrahman Bin Ahmed ez Zuhri maddesinde verir ve Künyesinin Ebu Salih olduğunu, h.300 yılında vefat ettiğini kaydeder. Ondan dört rivayeti vardır. (Ebuş Şeyh Tabakatul Muhaddisiyn (3/13, 122, 541)
Ebu Nuaym da Hilye’de Ebu Ahmed Muhammed Bin Ahmed Bin İbrahim tarikiyle ve Ahbaru İsbehan’da O’ndan rivayet etmiştir. (Ebu Nuaym Hilyetul Evliya(6/373) Ahbaru İsbehan(1/292, 2/113)
Ayrıca Ebu Tahir es Silefi’nin Mu’cemus Sefer’deki rivayetine göre, el Hasen Bin Abdullah Bin Said en Nahvî de Ebu Salih’ten rivayette bulunmuştur. (Ebu Tahir es Silefi Mucemus Sefer(s.377 no;1271)
Sonuçta mezkûr ravi mestur (meçhulul hal) olmaktan kurtulmamıştır.
Daha sonra Elbani, İbnu Abdilhadi’den naklen; “Ebu Muaviye; - ki o; Muhammed Bin Mervan es Suddi'dir - Bu rivayette teferrud etti” diyor. Zira bu hadisi Beyhaki, Şuabul İman’da İbni Mervan(Ebu Abdurrahman) ile A’meş’e ulaştırmıştır. Ebuş Şeyh’in isnadı ise; Ebu Muaviye ile A’meş’e ulaşır.
Ebu Muaviye; el A’meş’ten rivayette bulunanların en sağlamlarından, güvenilir, mutkin bir ravi olan Muhammed Bin Hazim ed Darir’in lakabı olup, meşhurdur. (Buhari Tarih(1/74) Suyuti Tabakatul Huffaz(1/128-129) İbni Ebi Hatem Cerh ve Tadil(7/246-247) İbni Hibban Meşahirul Ulema(1/172) Sükat(7/441) Lisanul Mizan(7/356) Takribut Tehzib(1/475) Ricalu Müslim(2/176) Zehebi Kaşif(2/167) Zikru Esmait Tabiin(1/322) Kuna vel Esma(1/759) Tabakatul Müdellisin(1/36)
Muhammed Bin Mervan’ın kunyesi ise, - Beyhaki’nin iki tarikten rivayetinin birinde belirttiği gibi; - 'Ebu Abdurrahman'dır. (Beyhaki Hayatul Enbiya(s.104) Şuabul İman(no;1583)
Ayrıca Hasen Bin Muhammed es Sabbah’ın, Muhammed Bin Mervan’dan rivayeti olmayıp, Ebu Muaviye ed Darir’den rivayeti vardır. (Mizzi Tehzibul Kemal(6/311) İbni Asakir Tarihu Dımeşk(42/273, 55/255)
Dolayısıyla Ebu Abdurrahman Muhammed Bin Mervan es Suddi ile Ebu Muaviye aynı kişi değildir. Lakin bu rivayet de, mutabaat için kullanılamaz. Zira bu rivayette sadece “Kim kabrimin yanında bana salât getirirse, onu bana tebliğ etmek üzere bir melek gönderilir.”
(Fethul Bari(6/488) Teymiye Mecmuul Fetava, sf: 319; İbni Teymiye, Fetaval Kubra, 4/361; Sehavi Kavlul Bedi, sf: 16; Ebu Bekr El Hısni Def’u Şebeh sf: 96)
Lafzıyla zikredilmiş olub, “Dünya ve ahiret işleri görülür” kısmı sadece kezzab ravi Suddi yoluyla geldiği için munkerdir, uydurmadır.

Ayrıca hadis-i şerifte zikredilen :
"Allah'ın yeryüzünde dolaşan melekleri bulunmaktadır. Ummetimin selamlarını bana ulaştırırlar"

(Sahih Hadis ; Ahmed b. Hanbel : 1/ 387; Nesai ,1283; Darimi, 2816; İbn Hibban "elMusnedu's- Sahih" (el-ihsan No 914) ve diğerleri Abdullah b Mes'ud r.a.'den. el-Elbani, Sahihu'l Cami'i's-Sağir (No 2174); Mişkatu'l-Mesabih Tahkiki (924); et-Tevessul(s.64); el-Ayatu'l-Beyyinat (s. 80); Sahihu Maverdi'z-Zam'an(No 2031).


1. Rasulullah'ın kabrinde bilinen manada canlı ve diri olduğu şu ayet-i kerimeyle çelişmekte ve aykırılık arzetmektedir :
"Sen elbette öleceksin, onlar da elbette öleceklerdir." (Zumer 30)
"Ey Muhammed! Senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, sen ölürsün de onlar baki kalır mı? Senin ölmenle rahata kavuşacaklarını mı sanıyorlar?" (Enbiya 34)


"Her canlı ölümü tadacaktır. Kıyamet günü ecirleriniz size eksiksiz olarak verilecektir" (Al-i İmran 185)

2. Peygamber kabrinde, ruhun bedende bulunması, bedeni idare etmesi, ruhla beraberken bedenin yemeye, içmeye , giyinmeye, evlenmeye vs. şeylere ihtiyaç duyması şeklinde alışılagelmiş biçimde dünyevi diriliğe sahib değildir. Aksine kabirde berzah hayatına sahiptir. Ruhu da refik-i a'la 'dadır. (Buhari 4437, 4440,5674 ,6348,6510; ve Muslim 2191,2444/85,87 : Aişe r.a.nha'dan)
Diğer peygamberlerin durumu da aynıdır. ( İsra hadisi. Buhari 3207, 3887 ve Muslim 164: Enes, Malik ve Malik b. Sa'sa r.a.'dan)
Ruhlar berzahta bulıundukları yer bakımından çok farklı derecelere sahibdir. Ana karnında bulunan ceninin hayatı ile dünya hayatı ve ahiret hayatı birbiriyle kıyaslanamadığı gibi aynı şekilde dünya hayatı ile berzah hayatı arasında da kıyas yapılamaz. Bir hayat türünün diğer bir hayat türüyle kıyaslanması gerçersiz ve batıldır.



3. Peygamber (s.a.v) dilekte bulunanın isteğini duyabilecek ve duasına karşılık verebilecek şekilde diri olmuş olsaydı, imani kurallar çerçevesinde ashabına fetva verir ve ashabını sıkıntıya sokan birçok meselede ümmetini rahatlatırdı.
Nasıl olur da ashabının görüş ayrılıklarını, savaşa varan anlaşmazlıklarını görür de cevapsız ve çözümsüz bırakır?
Nasıl olur da anlaşmazlıklar ve çekişmeler meydana gelirken hiç kimse Peygamberin kabrine gitmez de ondan yardım etmesini ve yol göstermesini istemez ?
İddia ettikleri gibi Rasulullah kabrinde diri değil mi ?


Ömer r.anh Buharinin rivayet ettiğine göre şöyle demiştir :
"Dedenin ve kelalenin (ölüb geride baba ya da oğul bırakmayan kimse) mirası ile faizle ilgili bazı hususları Peygamber (s.a.v.)'e sormuş olmayı temenni ederdim."
(Sahih hadis: Buhari 5588 ve Muslim 3032/32-33. Abdullah b. Ömer r.anhuma'dan)
Ashab-ı kirama ne oluyor ki Peygamber yanı başlarında canlı(!) duruyorken gidib Abbas r.anhuma'nın duasını vesile kılarak yağmur dileğinde bulunuyorlar !?
Niçin peygambere gidib ondan yağmur yağması için yardım dilemiyorlar?
Tüm bunlar, ileri sürülen iddianın batıl ve asılsız olduğunun apaçık belgesidir.
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
9. ZULUM ve REDDİYE

Geçmiş Peygamberler İle Tevessul





Enes Bin Malik radıyallahu anh’den;
“Ali Bin Ebu Talib radıyallahu anh’ın annesi Fatıma Binti Esed radıyallahu anha vefat ettiğinde… Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, kabrin içine girdi ve yan yatarak buyurdu ki;
الله الذى يحيى ويميت وهو حى لا يموت اغفر لامى فاطمة بنت اسد ولقنها حجتها ووسع عليها مدخلها بحق نبيك والانبياء الذين من قبلى فإنك ارحم الراحمين."
Dirilten ve öldüren Allah’tır. O Hiç ölmeyen diridir. Rabbim! Annem Fatıma Binti Esed’i mağfiret eyle! Huccetini (Kelime-i Tevhidi) ona telkin et ve onun kabrini geniş eyle. Peygamberinin ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için duamı kabul buyur. Şubhesiz sen merhametlilerin en merhametlisisin!
Nihayet Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, cenaze için dört tekbir getirdi ve onu kendisi, Abbas ve Ebu Bekr radıyallahu anhuma kabre koydular.”
(Taberani(24/351) Taberani Evsat(191) Mecmauz Zevaid(9/257) Ebu Nuaym Hilye(3/121) Hakim(3/116) Nebhani Huccetullah(2/1097) Şevahidul Hak(s.153) İbni Cevzi İlel(1/270) İbni Abdilberr İstiab(4/1891) Muhibbut Taberi Rıyadun Nadra(2/202) İbni Esir Usdül Gabe(7/217) Şeblenci Nurul Ebsar(s.85) Kenzul Ummal(5/279) İsmail Çetin Mesaf(174) Elbani Daife(1/32)


Heysemi der ki; Ravilerinden Ravh Bin Salah, İbni Hibban ve Hakim tarafından güvenilir görülmüştür. Ancak onda zayıflık vardır. Diğer raviler sahih ricalidir.”
(Heysemi Mecma(9/257)

İbni Adiy Ravh Bin Salah’ı zayıf addetmiş, Zehebi ve İbni Cevzi bunu İbni Adiy’den naklen belirtmişlerdir.
(İbni Adiy Kamil(3/146, no;667) Zehebi el Muğni(2139) İbni Cevzi Duafa(1243) İlelul Mutenahiye(1/270)

İbni Hibban onu, meçhul ravileri de güvenilir saydığı kitabı; es Sukat’ta zikretmiştir. (İbni Hibban Sukat(8/244 no; 13240)
Zehebi, Mizanul İtidal’de; onu İbni Adiy’in zayıf saydığını, İbni Hibban’ın Sükat’ta zikrettiğini, Hakim’in onun hakkında; “Güvenilir”, dediğini nakleder.(Zehebi Mizan(3/87 no;2804)
İbni Hacer de bu bilgilere ilaveten şunları söyler;
“İbni Yunus onu Tarihul Guraba’da zikretti ve dediki; “Musul ehlindendir. Mısır’a gelmiş ve orada hadis rivayet etmiştir. Ondan munker hadisler rivayet edilmiştir. Nisbeti İbni Siyabe’dir. Darakutni onun hakkında; “Hadiste zayıftır”, İbni Makula; “Onu zayıf saydılar” demişlerdir… İbni Adiy ondan iki hadis naklettikten sonra der ki; “Onun birçok hadis rivayeti vardır, bazı rivayetinde münkerlik vardır.

(İbni Hacer Lisanul Mizan(2/540 no;3433)

Ravh Bin Salah bu rivayette teferrud etmiştir. Rivayet zayıftır. Delil olamaz.
Şu var ki, Elbani, bu hadis hakkında Taberani ve Ebu Nuaym’ın, zayıf hükmü verdiğini söyleyerek vehmetmiştir.(Elbani, Tevessül s.144)

Halbuki her iki muhaddis de böyle bir hüküm belirtmemiş, sadece Ebu Nuaym, hadisin Ravh Bin Salah’ın teferrüdü (tek kalması) ile geldiğini söylemiştir. Şayet Elbani; “Zayıf olduğuna işaret ettiler” deseydi daha doğru olurdu.
İbni Hibban ve Hâkim’in tesahül (ravilerin değerlendirilmesinde gevşeklik) ile meşhur oldukları bilinmektedir. Ayrıca İbni Hibban’ın cerhte (ravi hakkındaki olumsuz eleştiride) muteşeddid olduğu söylenmekle ( Zehebi Mizan(2/253, 3/45, 1/274) Leknevi erRaf’ vetTekmil(177-179,203-204,208) Tehanevi Kavaid(180-6) Ali Özek Hadis Ricali(s.132) Kevseri Fıkhu Ehli Irak(s.77) birlikte mechulul hal olan ravileri güvenilir saydığı da malumdur. Yani hakkında cerh ve tadil bilinmeyen raviler hakkında hüsnü zan kaidesi ile hareket etmiştir. Lakin Ruh bin Salah’ı muhaddis imamlar cerhetmiş olduğundan, İbni Hibban’ın husnu zannı bu rivayette bir şey ifade etmemektedir.
Önceki peygamberler ile ilgili bazı zayıf rivayetler daha vardır; İbni Ebid Dünya, Ahkamul Kubur’da (Ebu Bilal Muhammed Bin Haris Bin Abdullah Bin Bürde Bin Ebu Musa el Eşari – Ebu Muhammed el Kasım Bin Abdullah – Anbese Bin Said senedi ile);
Ebu Musa el Eşari Radıyallahu anh, Tuster şehrini fethettiğinde Danyal’ı bir tabutta buldu. Danyal ile birlikte bir Mushaf ve içinde yağ, dirhemler ve yüzük bulunan bir çömlek görmüştü. Ebu Musa bu durumu, Ömer radıyallahu anh’e bir mektupla bildirmişti. Ömer Radıyallahu anh, cevap olarak yazdığı mektupta şöyle diyordu; “Mushafa gelince, onu bize gönder. Yağın bir kısmını bize gönder, kalan kısmıyla da Müslümanlara, onunla şifa talep etmelerini emret. Dirhemleri onlara taksim et. Yüzüğü de sana ganimet olarak verdik.”
(İbni Kesir Bidaye(2/41 tercemesi;2/70) Tarihu Taberi(2/505) Sa’lebi Arais(s.258) Kettani Teratibul İdariye(2/67) Siyretul Halebiye(1/35), İbni Kuteybe Maarif(s.41) İbni Ebi Şeybe(7/4)

Benzerini İbni İshak, Megazi’de ve Yunus Bin Bukeyr, Ziyadat’ta rivayet ettiler. (Siyreti İbni İshak(1/44) İbni Kesir Bidaye(2/40) İbni Kayyım İğasetul Lehfan(1/209, tercemesi; 1/514) Hidayetul Hıyara(1/84) Fevaid(2/21) İbni Teymiye Ziyaretil Kubur(s.33) Dekaikut Tefsir(2/151) Reddu Alel Bekri(1/92, 528) İktiza(s.339) Mecmuul Fetava(15/154, 17/463, 27/121,171) Fetaval Kubra(4/364) Cevabus Sahih(5/281)

Bu rivayette Ömer radıyallahu anh’ın Danyal aleyhisselam’ın kimsenin bilmediği bir yere gömülüp kabrini gizlemesi tavsiyesi de vardır.
Ancak İbni İshak ve Yunus Bin Bukeyr’in Ebul Aliye’den yaptıkları bu rivayetin tamamı dikkate alınırsa, orada; insanların, Danyal aleyhisselam’ın cesedini dışarı çıkararak onunla tevessul etmeleri sebebiyle onun cesedinin gizlenmek istendiği görülür. Yani Ömer radıyallahu anh, cesedinin çıkarılarak yanlış bir uygulama yaptıkları için, Onun kabrini gizlemek istemiştir! Bu da böyle bir tevessülün caiz olmadığına delildir.
Batıl bir rivayet şu şekildedir; Ali radıyallahu anh dedi ki; “Bir vadide yırtıcı hayvanlardan korkarsan de ki; “Korkaklıktan ve arslanın şerrinden Danyal’ın Rabbine sığınırım” buyurmuştur. (ed Dubbi Kitabud Dua(s.236) İbni Kesir Bidaye(2/344 tercemesi;2/530) Dumeyri Hayatul Hayevan(s.33) Kenzul Ummal(4997) Bursevi Tuhfetul Aliye(s.241) Bursevi Şerhu Nuhbetil Fiker(v.202/a)

Bu rivayetin tevessul ve istigase ile alakası yoktur. Ancak bu rivayet istinsah hatası olarak bazı kitaplarda “aslanın şerrinden Danyal’a sığınırım” şeklinde geçmiştir. Aşırı sapkın sufilerden İsmail Hakkı Bursevi de bunu fırsat bilerek şirkine delil getirmeye çalışmıştır.
Bu rivayeti İbni Sunni ve Havatıful Cann’da Harâitî; (İbrahim Bin İsmail Bin Ebi Habibe – Davud Bin el Husayn – İkrime – İbni Abbas – Ali radıyallahu anhum senedi ile ) rivayet ettiler.
Söz konusu rivayette zayıf bir ravi olan İbrahim bin İsmail bin Ebi Habibe’nin Davud bin el Husayn’dan rivayetleri, buradaki örnekte olduğu gibi hadis imamları tarafından özellikle münker olarak değerlendirilmiştir. (Buhari Tarih(1/271) Cerh ve Ta’dil(2/83) İbni Adiy(1/233-235,3/92) Mizan(1/135)

İbnul Medini ve Ebu Davud derler ki; “Davud ibnul Husayn’ın İkrime’den rivayetleri munkerdir.
İbni Uyeyne; “Davud bin Husaynın rivayetinden sakınırız” dedi. (Cerh ve Ta’dil(3/408) el Mugni Fid Duafa(1987) Men Tekelleme Fih(s76) Siyeri A’lamin Nubela(6/106)

Ebu Abdurrahman Muhammed Bin Fudayl Bin Gazvan(vefatı h.195) bunu Kitabud Dua’da; Ebu Hazma Sabit es Sumali – Ebu Miskin Mevla Ali – Ali radıyallahu anh isnadıyla rivayet etti.
Ebu Hamza Sabit es Sumali metruktur. (Cerh ve Tadil(2/450) İbnul Cevzi Duafa(1/158)
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
10. ZULUM ve REDDİYE

Peygamberler ve Salih Kişilerle Tevessul

Yediyüz onbir yıllarında Mısır'da bulunduğum sırada Peygamber (s.a.v.) ile tevessül konusunda benden fetva istemişlerdi. Tafsilâtlı bir cevap yazmıştım. Faydalı olur diye onu burada nakletmeyi uygun gördüm. Zira:

Tevhid konusunun iyice yerleştirilmesi, şirk ve aşırılık telâkkilerinin kökünün kurutulması ile ilgili esaslar ne kadar anlatılır ve tekrar izah edilirse, nurun âlâ nur olur.
Yardım Allah'tandır.

Soru: Saygıdeğer ulemâ ve din büyüklerimizden, peygamberler ve sâlih kullardan şefaat dileme ve tevessülde bulunmanın caiz olup olmadığını açıklamalarını rica ediyoruz.

Cevap:
Âlemlerin Rabbine hamdederim.
Peygamber (s.a.v.)'in, kıyamet gününde, insanlar gelip kendisine müracaat ettikten ve Cenâb-ı Hak izin verdikten sonra halka şefaat edeceğinde müslümanların icmaı vardır.

Sonra, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat, Allah onlardan razı olsun, Sahabenin ittifak ettikleri ve hadislerin ifade ettiği şu hususta birleşmişlerdir ki, Peygamber (s.a.v.) ümmetinden büyük günah işlemiş olanlara ve aynı şekilde umumi olarak herkese şefaat edecektir.
Peygamber (s.a.v.)'in, diğer peygamberlere ve salih kullara verilmeyen, sırf kendisine has şefaatleri vardır; bir de diğer peygamber ve salihlerle müşterek şefaatleri vardır; fakat bunda da, O'na ait olanların diğerlerininkine üstünlüğü vardır. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), mahlûkatın en üstünü ve Rabbi nezdinde yaratılmışların en değerlisidir. Allah'ın, diğer peygamberlerden mümtaz kıldığı birtakım üstünlükleri vardır. Burası, onları uzun uzadıya anlatmanın yeri değildir.
"Makam-ı Mahmûd" O'na has üstünlüklerdendir. Ki, ona herkes gıpta etmektedir. Şefaatle ilgili hadisler çoktur, mutevatirdir. Sahîhayn'da bunun müteaddit örnekleri vardır. Sünen ve Musnedlerde ise çok sayıda mevcuttur.
Hâricilerden Vâidiyye fırkası ile Mutezile, şefaatin bazı dereceleri yükseltmek için sırf müslümanların salih olanlarına has olduğunu iddia etmişler, bazıları, şefaati temelden reddetmişlerdir.
İlim ehlinin, Sahabenin, sağlığında ve huzurunda Hz. Peygamberle tevessül ettikleri ve O'nunla (Allah'tan) şefaat diledikleri konusunda görüş birliği vardır.

Nitekim, Buhâri'nin Sahihinde Enes b, Mâlik'ten rivayet edildiği üzere, kuraklık olduğunda Hattâb Oğlu Ömer (r.anh), Abbas b. Abdulmuttalib ile istiska ederdi (Cenâb-ı Haktan yağmur isterdi); derdi ki:

"Allah'ım! Kuraklık zamanlarında, Peygamberimizle sana tevessül eder, sen bize yağmur verirdin. Şimdi de, Peygamberimizin amcası ile sana tevessül ediyoruz; bize yağmur ver". Ve yağmur yağardı
(Buhârî, İstiska 3)

Yine Buhâri'nin rivayetine göre İbn Ömer demişti ki:
"Şairin şu sözünü zaman zaman hatırlarım ve o dem, Peygamber (s.a.v.)'in yağmur duası esnasındaki mubarek simaları gözlerimin önüne gelir; öyle ki, yağmur olukları doldurup taşırarak bardaktan boşanırcasına inerdi.
Şâirin şu sözünü:
- Bembeyaz sima! Bulutlardan O'nunla su beklenir Yetimlerin yardımcısı, dulların sığınağıdır O...
(İbn Mâce 154; İbn Hanbel 1,7 II, 93)

Ömer'in sözünü ettiği Peygamberimizle tevessül meselesi, "istiska" (yağmur duasına çıkma) ile ilgili diğer hadislerde açıklanmıştır. Bu, (Allah'tan), Peygamberle şefaat isteme kabilinden olup, O'ndan (s.a.v.) dua ve şefaat etmesini isteyip Allah Teâlâ'dan Peygamberin bu dua ve şefaatini kabul buyurmasını niyaz etmektir. Yani, bizim için şefaatçi ve isteyici olarak O'nu, öne sürmüş oluruz; anam babam O'na (s.a.v.) feda olsun...

Muaviye b. Ebû Sufyan da, aynı şekilde, Şam'da, halk kuraklık sıkıntısına düştüğünde, Yezîd b. el-Esved el-Cureşî ile tevessül ederek:

"Allah'ımı Hayırlımızla senden şefaat istiyor ve tevessül ediyoruz" diye yağmur duası yapmış ve "kaldır ellerini ey Yezid!" demiş, O da, diğer müslümanlar da ellerini kaldırıp dua etmişler, nihayet yağmur yağmıştı.
Bunun içindir ki, âlimler şöyle demişlerdir:
"Dindar ve salih kimselerle yağmur duası yapmak mustehabdır. Hz. Peygamberin ehl-i beytinden olursa daha iyi olur"

İşbu şefaat (yardım) isteme ve tevessül etmenin hakikati, ilgili şahsın duasıyla tevessülde bulunmaktır. Çünkü o şahıs, tevessülde bulunan ve şefaat (yardım) isteyen kimse için dua eder ve insanlar da onunla birlikte dua yaparlar.

Nitekim müslümanlar asr-ı saadette kuraklığa duçar olmuşlardı; bir a'râbî, Hz. Peygamberin huzuruna girdi ve şöyle dedi:
"Ey Allah'ın Rasulu! Mallar helak oldu, çaresiz kaldık; Allah'a dua et de bize yağmur versin".
Bunun üzerine Allah'ın Rasulu (s.a.v.) ellerini kaldırdı, şöyle dua etti:
"Allahım bize yağmur ver"
"Allahım bize yağmur ver"
"Allahım bize yağmur ver"
Gökte en küçük bir bulut yokken, sahil yönünden bulutlar peydah oldu; bir hafta yağmurlar yağdı; gökyüzünde güneşi göremediler.
Nihayet, aynı a'râbî - veya bir başkası - gelerek :
"Ey Allah'ın Rasulu! Çaresiz kaldık; evler yıkılıyor! Allah'a dua et, bu yağmuru bizden alsın" dedi.

Hz. Peygamber ellerini açarak :
"Allahım! Üzerimize değil, etrafa! Derelere, tepelere, korulara yâ Rab!"
Bunun üzerine, bulutlar, elbisenin yırtılıp dağıldığı gibi kaybolup gitti"
(Buhârî, îstiska 6, 7, 9, 12; Muslim, İstiska 8)

Bu, Buhârî, Müslim ve diğer hadis kitablarının rivayet ettikleri meşhur bir hadistir.
Sunen'inde Ebû Dâvûd ve diğerleri, başka bir hadis rivayet etmişlerdir. Bir adam gelerek Hz. Peygamber'e şöyle dedi:
"Ey Allah'ın Rasulu! Allah'tan seninle şefaat (yardım) istiyoruz ve senden Allah ile şefaat diliyoruz"
Bunun üzerine Hz. Peygamber, "fesubhanallah!" demeye başladı.
O kadar ki, durumun vehameti Ashabın yüzünden belli oluyordu.
Nihayet Hz, Peygamber(s.a.v.)şöyle buyurdu:
"Yazıklar olsun sana! Allah'ı bilmiyor musun sen? Yaratıklarından hiç kimseden, Allah'a şefaat istenmez. Allah'ın şanı böyle bir şeyden münezzeh ve yücedir"
(Ebû Dâvud, Sunnet 19)

Bu açıkça gösteriyor ki:
Hz. Peygamber ve Ashabın sözlerinde geçen "bir kimseyle şefaat istemenin" anlamı:
"O kimsenin dua ve şefaati vesilesiyle (Allah'tan) şefaat istemektir"
Yoksa o şahsın zâtıyla istemek değildir. Şayet zâtıyla olmuş olsaydı, yaratıklardan Allah Teâlâ ile istemek, Allah'tan yaratıklarla istemekten daha evlâ olurdu.
Gerçek "tevessül", birincisi olduğundan dolayıdır ki, Peygamber (s.a.v.), bedevinin yukarıda geçen "senden Allah ile şefaat istiyoruz" sözünü reddetmiştir. Çünkü şefaatçi, şefaat merciinden, hacet sahibinin isteğini yerine getirmesini ister.
Allah Teâlâ ise, hiçbir kulundan, yaratıklarının hacetini yerine getirmesini istemek durumunda değildir.
Her ne kadar bir şair:
- Yâ Rasûlâllah! Senin nezdinde benim şefaatçim, Rabbu'l-âlemîn olan Allah'tır. Artık böyle bir şefaatçiyi reddetmek kabil mi? diyerek:
Peygambere karşı Allah'ın şefaatçiliğinden söz etmiş ise de, bu "munker" (çirkin, gayr-i meşru) bir sözdür ve hiçbir âlim böyle bir şey söylememiştir.

Yine, Vahdet-i Vucutçulardan biri, Allah Subhânehû ve Teâlâ aracılığıyla Peygamber (s.a.v.)'den şefaat dilediğini zikretmiştir.
Bu her iki söz de, hata ve sapıklıktır.

Hakikatte Allah Teâlâ, göklerde ve yerde, herkesin kendisinden istekte bulunduğu yegâne hacet ve dua merciidir. Allah (c.c.), kullarına emreder, onlar da O'na itaat ederler.

Kendilerine itaat edilmeleri gereken yaratıklara gelince: Bu, Allah Teâlâ'ya itaat olduğu için vacib kılınmıştır.
Meselâ peygamberler, Allah Teâlâ'nın emirlerini tebliğ ederler; bundan dolayı da, onlara itaat eden, Allah'a itaat etmiş ve onlara biat eden Allah'a bîat etmiş olur.
Allah Teâlâ buyurmuştur ki:

"Biz her rasulu ancak Allah’ın izni ile kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan hemen bağışlanma dileseler, rasul de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici ve esirgeyici bulurlardı." (Nisa 64)
"Kim rasule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince seni onların başına bekçi göndermedik." (Nisa 80)

İlim ehline ve emir (yönetici) lere itaat de, ancak, onlar Allah'a ve Rasûlu'ne itaati emrettikleri sürece vâcibdir.

Peygamber (s.a.v.)'in hadislerinde buyurmuşlardır ki:
"Müslüman kişi, Allah'a isyanla emrolunmadıkça, sıkıntılı halinde de ferahken de, her zaman (emirini) dinlemek ve (ona) itaat etmekle mükelleftir. Allah'a isyan ile emrolununca, ne dinlemek vardır, ne itaat etmek"
(Buhârî, Ahkâm 4, Cihad 108; Muslim, İmaret 38; Ebû Dâvud, Cihad 87)

Yine şöyle buyurmuşlardır:
"Yaradana isyan olan yerde, yaratılana itaat yoktur"
(Muslim, İmaret 39; Ebû Dâvud, Cihad 87; İbn Hanbel 1, 94, 409)

Şefaatçi, sadece ister (şefaat eder); fakat, ne kadar büyük olursa olsun, şefaat konusundaki isteğinin muhakkak yerine getirilmesi ve kendisine itaat edilmesi gerekmez.
Sahih hadiste varit olduğu üzere :
"Peygamber (s.a.v.), cariyelikten âzad edilen Berire'den, kocasıyla evliliğine devam etmesini istemişti.
Peygamber tarafından muhayyer bırakılan Berire, kocasından ayrılmayı tercih etti.
Kocasıysa onu çok seviyordu; ağlamağa başladı. Peygamber (s.a.v.), Berire'den, kocasıyla evliliğine devam etmesini tekrar isteyince, Berîre sordu:
- Emrediyor musun yâ Rasulâllah?
Peygamber: - "Hayır, ben ancak şefaatçiyim, karşılığını verdi"
(Neseî, Kuzât 28)

Peygamberin emrine itaat etmenin vacib olduğu, müslümanlar arasında iyice yerleşmişti; fakat şefaati böyle değildi. Zira, şefaatinin ille de kabulü vacib değildi.
Bundan dolayıdır ki, şefaatini kabulden kaçındığı için Berîre'yi kınamadı. Hal böyle olunca, herhangi bir başka yaratığın şefaatinin kabulü, haydi haydi vacib değildir.
Yüce Yaratıcı (c.c.), herhangi bir yaratık nezdinde birine şefaatçi olmak gibi bir durumdan yüce ve uzaktır. Aksine O (c.c.), izni olmadan hiç kimsenin kimseye şefaat edemeyeceği sânı yüce Allah'tır.
Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
"Rahman(olan Allah) çocuk edindi" dediler. O, (bu yakıştırmadan) yücedir. Hayır, onlar ikrama layık görülmüş kullardır. (melekler)
"Onlar sözle (bile olsa) O'nun önüne geçmezler ve onlar O'nun emriyle yapıp-etmektedirler."
"O, önlerindekini de, arkalarındakini de bilmektedir; onlar şefaat de etmezler; (kendisinden) hoşnut olunandan başka. Ve onlar, O'nun haşmetinden içleri titremekte olanlardır."
"Onlardan her kim ki: "Gerçekten ben, O'nun dışında bir ilahım" diyecek olsa, bu durumda biz onu cehennemle cezalandırırız. Zalimleri biz böyle cezalandırmaktayız." (Enbiyâ 26-29)

Yukarıda geçen hadis-i şerif şunu göstermektedir ki:
Peygamber (s.a.v.)'den, Allah Teâlâ yanında şefaatçi olması istenir. Yani O'ndan (s.a.v.), dünya ve âhirette şefaat etmeyi Rabbinden istemesi talep edilir.
Âhirette insanlar, Allah Teâlâ'nın, kendileriyle ilgili hükmü vermesi ve Cennete girebilmeleri için O'ndan (s.a.v.)şefaat isteyeceklerdir.
O, ummetinden büyük günah işlemiş olanlara şefaat edecek, Cehennemi haketmiş olan bazı kulların ateşe girmemeleri ve girmiş olan bazılarının da oradan çıkarılmaları hususunda şefaatte bulunacaktır.

Peygamberin, sevabı haketmiş olan itaatkâr insanlara da şefaat etmesinin caiz olduğu hususunda, ümmetin cumhuru arasında bir ihtilâf yoktur.
Fakat, birçok bid'at ehli, Haricîler ve Mu'tezile, O'nun (s.a.v.), büyük günah işlemiş olanlara şefaatini inkâr etmişler ve demişlerdir ki:
"Peygamber, büyük günah sahiplerine şefaat etmeyecektir".
Onlara göre, "kebîre" (büyük günah) sahiplerine Allah Teâlâ mağfiret etmez ve onları, cehenneme girmelerinden sonra, ne şefaatle, ne de başka bir vesileyle cehennemden âzâd etmez.

Halbuki, sahabe, tabiîn, müslümanların imamları ve diğer ehl-i sünnet ve'l-cemaat mensublarının mezhebi şudur ki,
Peygamber (s.a.v.), kebîre sahiblerine şefaat edecek, îman ehlinden hiç kimse ateşte ebedî kalmayacak, aksine, kalbinde zerre kadar imanı olan cehennemden çıkacaktır.
Ancak, işbu "istiska" (yağmur isteme), "istişfa" (şefaat isteme), O'nunla (s.a.v.) ve bir başkasıyla tevessül, O'nun (ve ilgili diğer şahısların) hayatında olur.

Şu anlamda ki, insanlar O'nun dua etmesini isterler, O da onlara dua eder. Yani onların "tevessülleri" O'nun duasıyla olur.

"istişfaları" da, O'nun (s.a.v.) şefaatçi olmasını istemeleridir ki, "şefaat" de dua demektir.
O'nun (s.a.v.) yanında veya O yokken, yahut da ölümünden sonra, O'nun zatıyla tevessül etmeye gelince, O'nun veya diğer peygamberlerden birinin zatıyla yemin etmek veya dualarıyla değil de zatlarıyla Allah'tan istemek de bunun gibidir - böyle bir şey, Sahabe ve Tâbiin'ce bilinen bir husus değildir.
Aksine Ömer b. Hattâb (r.anh) ve Muâviye b. Ebî Sufyan (r.anh) ve onlarla beraber bulunan diğer sahabe ve sahabenin yolunda yürüyen tabiin, yıllar kurak gittiğinde, meselâ Abbas ve Yezid b. el-Esved gibi, yaşayan (salih) insanlarla yağmur duasına çıkarlar, onlarla "tevessül" ve "istişfa'da" bulunurlardı.

Onlar, böyle durumlarda ne Rasûlullah (s.a.v.)'in, ne de bir başkasının kabri başında "tevessül", "istişfa" (s.a.v.) ve "istiska" (yağmur isteme) yapmamışlardır. Bunun yerine, Peygamber (s.a.v.)'in yerine (bedel olarak) Abbas ve Yezid b. el-Esved gibi (muhterem zevata) müracaat etmişler, hattâ dualarında Rasûlullah (s.a.v.)'e salât ve selâmda bulunmuşlar ve Ömer şöyle demiştir:

- "Allahım! Huzuruna, Peygamberimizle tevessül ederek gelirdik ve bize yağmur verirdin. (Şimdi de), Peygamberimizin amcasıyla tevessul ederek sana geldik; bize yağmur ver."

Onlar için Peygamber hayattayken yaptıkları meşru tevessul yapma imkânı kalmayınca, onun yerine böyle yapmışlardı. Yoksa onların, Peygamberin kabri başına giderek O'nunla tevessülde bulunmaları veya sahraya çıkarak yaptıkları dualarında Rasûlullah'ın canını (yüce mevkiini) ve buna benzer hususiyetlerini dile getirerek, yaratık adına Allah'a yemin etme ve bununla istekte bulunmayı içine alan sözlerle dua etmeleri:

"Allah'ım! Peygamberinle ve Peygamberinin câhı ile senden istiyor ve sana karşı bununla yemin ediyoruz" demeleri ve bugün bazı insanların yaptıklarını yapmaları pekâlâ mümkündü.
Bazı cahiller, Rasûlullah'tan şöyle bir hadis rivayet ederler:
"Allah'tan bir şey isteyeceğinizde, benim câhım (Allah yanındaki yüce mevkiim) ile isteyiniz. Çünkü benim Allah yanındaki cahım pek büyüktür".
Bu söz (hadis) uydurmadır.
Hadis ehlinin güvendiği hiçbir kitabda olmadığı gibi, hadis âlimi hiçbir kimse tarafından da zikredilmemiştir.
Gerçi, Hz. Peygamberin Allah yanındaki câhı (mevkii) bütün nebi ve rasullerinkinden büyüktür. Allah Subhanehû ve Teâlâ, Musa ve İsa (aleyhimesselâm)'ın, Allah katında saygın (vecih: muteber) olduklarını haber vermiş ve buyurmuştur ki:

"Ey iman edenler, Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın; ki sonunda Allah onu, demekte olduklarından temize çıkardı. O, Allah katında vecihti."( Ahzab 69)

"Melekler şöyle demişlerdi: "Ey Meryem! Allah seni kendisinden bir kelimeyle müjdeliyor. İsmi Meryem oğlu İsa Mesih'tir. (O) dünya ve ahirette şanı yüce ve Allah'a yakın olacaklardandır." (ÂI-İ İmrân 45)
Musa ve İsa (a.s.) Allah (c.c.) yanında saygın iki nebî olunca, öncekilerin ve sonrakilerin imrendikleri Makam-ı Mahmûd'un, Kevser'in ve kenarındaki kâseleri gökteki yıldızlar adedince, suyu sütten beyaz, baldan tatlı olan, bir içenin bir daha susamayacağı "havz"ın sahibi, Âdem neslinin efendisi Muhammed (s.a.v.)'in Allah katındaki itibarını artık düşünün!
Kıyamet günü, Adem (a.s.)'in ve ulu'l-azm olan Nuh, İbrahim, Musa ve İsa'nın (Allahın salât ve selâmı hepsi üzerine olsun) geri durdukları bir sırada şefaatin gerçek sahibi ve gerçek ehli O'dur.
O gün şefaat için öne çıkacak olan, "Liva"(sancak)'nın sahibi de O...
Âdem (a.s.) ve diğerleri O'nun sancağı altındadırlar o gün!
O, Âdem evlâdının efendisi ve Rab Teâlâ yanında herkesin en şereflisidir. Bir araya toplandıklarında peygamberlerin lideri (imamı), hepsinin sözcüsüdür. Allah'ın salât ve selâmı üzerine olsun, büyük makam sahibidir O...
Ancak... yaratığın yaratan yanındaki yeri, yaratığın diğer bir yaratık yanındaki yerine benzemez. Şöyle ki, hiçbir yaratık, O'nun (c.c.) izni olmaksızın şefaat edemez:
"Göklerde ve yerde olan (herkesin her şeyin) tümü. Rahman (olan Allah)'a, yalnızca kul olarak gelecektir."
"Andolsun, onların tümünü kuşatmış ve onları sayı olarak da saymış bulunmaktadır." (Meryem 93-94)

"Mesih (İsa), Allah’a kul olmaktan asla çekinmez. Yakın (mukarreb) melekler de... Kim Allah’a kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa, (Allah) onların hepsini huzurunda toplayacaktır."
"İman edip salih amel işleyenlere gelince... Onlara ücretlerini eksiksiz ödeyecek ve onlara kendi fazlından daha da arttıracaktır. (Allah’a kulluk etmekten) kaçınan ve büyüklük taslayanlara gelince... Onlara çok acı bir şekilde azab edecektir. Onlar kendileri için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır." (Nisa 172-173)

Bir yaratık, bir başka yaratık yanında, berikinin izni olmadan şefaatçilik yapabilir; çünkü istenenin hasıl olması konusunda onunla ortak (musâvi) dir.
Halbuki, Allah Teâlâ'nın ortağı yoktur. O (c. c.) buyurmuştur ki:

"Müşriklere de ki; "Allah dışında ilâh olduklarını sandığınız putları imdada çağırınız bakalım. Onlar ne göklerde ve ne de yeryüzünde zerre kadar bir şeye sahip değildirler. Gökler ile yeryüzü üzerinde hiçbir ortaklıkları olmadığı gibi onların hiçbiri Allah'ın yardımcın da değildir."
"Allah katında O'nun izin verdiği kimseler dışında hiç kimse şefaat, aracılık edemez. Bu konuda izin bekleyenlerin yüreklerini ürperten korku yatıştırılınca biribirlerine "Rabb'iniz ne dedi?" diye sorarlar.
Cevap verenler "O gerçeği söyledi, O yüce ve büyüktür" derler." (Sebe' 22-23)

Peygamber (s.a.v.)'in, kabirlerin mescid haline getirilmesini yasakladığı, böyle yapanları lanetlediği, kendi kabrinin çok gidilip gelinen bir yer (id) haline getirilmesinden sakındırdığı konusunda epeyce hadis vardır. Çünkü, insanlar arasındaki şirk, ilk kez Nuh (a.s.)'ın kavmi içerisinde ortaya çıkmıştır.
(Şeyhul İslam İbni Teymiyye’nin Mecmuul Fetava cilt 1. Şirk Ve Tevessul)

İbn Teymiye şöyle der;
"Her kim Allah ile mahlukatı arasında -hükümdar ve teba'ası arasındaki aracılar gibi- aracılar oluşturursa, kişi kafir ve müşriktir. Öyle ki; kulların sorunlarını onlar Allah (c.c.)'a iletiyorlar, Allah (c.c.)'da kullarını onların aracılığıyla hidayete erdiriyor ve rızıklandırıyor. Halk önce onlardan dilekte bulunuyor, onlar da Allah (c.c.)'dan diliyorlar. Kralların yanındaki aracılar gibi. Onlar halka (da) yakın oldukları için ihtiyaçları krallara onlar dile getirirler. Halk da edep göstererek kraldan dileklerini onların yapmalarını isterler. Veya halkın onlardan (önce) dilekte bulunması, belki direkt kraldan dilekte bulunmalarından daha faydalı olabilir. Çünkü o aracılar ihtiyaçlı (sıradan halk)'dan daha krala yakındır (dosttur). Her kim bu tarzda aracılar oluşturursa o kişi kâfirdir, müşrikdir. Ondan tevbe etmesi istenir eğer tevbe etmezse öldürülür" (Mecmu'ul-Fetâvâ, I/126).

İşte bu önceki müşriklerin şirkinin aynısıdır.

Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurur:
"Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve "Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır" diyorlar" (Yunus, 10/18).


Kuran ve sünnet ile haşir neşir olan muvahhidlerin çok iyi bildiği meselelerden biri de "Halk arasında Evliya , salih kimseler diye bilinen kimseler hakkında aşırıya gidildiği" için, dünyada ilk şirk ortaya çıkmasıdır.
Rabbimiz şöyle buyurmuştur :

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لاَ تَغْلُواْ فِي دِينِكُمْ وَلاَ تَقُولُواْ
عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقِّ
Ey kitab ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin ve Allah hakkında ancak doğru olanı söyleyin! .... (Nisa 171)

وَقَالُوالَا تَذَرُنَّ آلِهَتَكُمْ وَلَا تَذَرُنَّ وَدّاً وَلَا سُوَاعاً وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْراً
Dediler ki: "Sakın ilahlarınızı bırakmayın, ne Vedd'i, ne Suva'ı ve ne de Yeğus'u, Yeûk'u ve Nesr'i." ( Nuh 23)


Bu ayeti kerimelerin tefsirlerinde İbn Abbas (r.anhuma) diyor ki:
"Vedd, Suva, Yeğus, Yeuk ve Nasr, Nuh kavminde yaşıyan salih kişilerin adları idi. Bunlar ölünce şeytan, insanlara bunların hatıralarını devam ettirmek için yaşadıkları yerlere heykellerini dikmelerini ilham etti. Onlar da bunu yaptılar ve diktikleri heykellere onların isimlerini verdiler. Önceleri bunlara tapan yoktu; fakat onları dikenler öldükten sonra zamanla haklarındaki bilgiler ve heykellerin dikiliş gayeleri unutuldu ve insanlar bunlara tapmaya başladılar."
(Sahih Buhari 4920 ; Buhari Tefsir: 71/3)

İbni Kayyım sahabenin pek çoğunun bunlar hakkında:
"Bu salih kişiler öldükten sonra insanlar bunların kabirlerinde ibadet etmeye başladılar. Sonra unutulmasın diye heykellerini diktiler, resimlerini yaptılar. Bir süre sonra bunlara tapmaya başladılar." dediklerini naklediyor.
Ömer (r.anh)'den Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Hristiyanların İbni Meryem'i batıl üzere övdükleri gibi siz de beni övmekte aşırı gitmeyin. Şubhesiz ki ben bir kulum. Öyleyse benim için Allah'ın kulu ve Rasulü deyin." (Buhari Enbiya: 48. Darımi Rıkak: 6S. Ahmed: 1/21-24. 47.)

İbni Mesud'un rivayet ettiği hadiste Rasulullah (s.a.v.):
"Aşırı gidenler mahvoldular" buyurmuş ve bunu üç defa tekrar etmiştir.
(Nesai Menasık: 217. İbn Mace Menasik: 63. Ahmed Musned: 1/215. 347. İbn Hıbban Mevarid. 1011. Hakim Mustedrek: 1/466. Elbani Ahadisussahiha: 1283.)

İbni Abbas'ın rivayet ettiği hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sakın aşırı gitmeyin. Sizden öncekilerin helak olmalarının sebebi aşırı gitmeleri olmuştur."
(Muslim İlim: 7. Ahmed: 1 386. Ebu Davud Sunnet: 5.)

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Allah'ım! Benim kabrimin tapılan bir put haline getirilmesine müsaade etme. Allah'ın gazabı, peygamberlerinin kabrini mescid edinenlere çok şiddetli olur."
(Malik Muvatta Sefer: 85. Ahmed Musned: 2/246 Ebu Nuaym Hilye: 7/317.)

İbni Cerir de, Mucahid (r.anh)'in; "Şimdi haber verin Lat ve Uzza'dan ve üçüncü put Menat'tan..." (Necm: 19)ayeti kerimesinde geçen Lat putu için şöyle dediğini bildiriyor:
"Lat, dağıtıcı manasına gelir. Hacc için gelenlere aş dağıtan salih bir kimse bu lakapla şöhret bulmuştu. O öldükten sonra insanlar onun kabrinde ibadet etmeye başladılar."
Ebu'l Cevza, aynı şeyi İbni Abbas'dan şöyle rivayet etti:
"Lat, aslında hacılara aş dağıtan bir kimse idi."
(Nesai Cenaiz: 104-106. Tirmizi Salat: 121. İbn Mace Cenaiz: 49. Ahmed: 2/337-356, 1/229. 287. 324. 337. 3/442-443. Hakim Mustedrek: 1/3,4. Elbani. İrvaul Ğalil: 761-774.)
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
11. ZULUM ve REDDİYE


Kabirdeki Ölülere ve Fail-i Meçhul Dirilere Tevessul

Kabirsevici tasavvuf ehli, Kabirdeki ölülere ve nerde olduğu bilinmeyen diri kullara dua edilip seslenilebileceğine dair ebu Ya'la, Taberani ve ibnu's-Sunni'den gelen bir rivayeti delil olarak göstermektedirler.
Bu rivayetlere göre Peygamber (s.a.v.) in şöyle dediği iddia edilmektedir:


"Birinizin hayvanı ıssız bir yerde bağı çözülüp kaybolduğunda , "Ey Allahın kulları , tutun ! Ey Allahın kulları tutun! disye seslensin. Çünkü Allahın yeryüzünde hazır bulunan kulları vardır. Hayvanınızı sizin için tutarlar"
(Zayıf Hadis : Ebu Ya'la "el Musned" No 5269 ; Taberani "el Mu'cemu'l Kebir" 10/ No : 10518; İbnu's-Sunni "Amelu'l Yevm ve'l-Leyle" No: 508 : Abdullah b. Mesud r.a.'dan ; Heysemi "Mecmu'u'z-Zevaid" 10/132; İbn Hacer "el Metalibu'l-Aliye" 3/239, No:3375; el-Elbani "Silsiletu'l Ehadisi'd-Da'ife" No 655 ; Da'ifu'l-Cami'is's-Sağir No:404; El Kelimeu't-Tayyib Tahkik," No 177; Amr Abdulmun'im "Hedmu'l-Menair limen Sahhaqha Ehadise't-Tevessuli ve'z-Ziyara" s.177-178)


Bu rivayetin senedinin üzerinde dönüp dolaştığı ravi Ma'ruf b. Hassan olduğundan dolayı hadis sahih değildir.
Söz konusu ravi hakkında Ebu Hatim er-Razi "meçhul" derken (İbn Ebi Hatim er-Razi "el-Cerh ve't-Ta'dil" (8/232), İbn Adiyy "munkeru'l Hadis" demiştir. (İbn Adiyy "el Kamil fi Du'afai'r-Rical" (6/2326) ; Zehebi "Mizanu'l-İ'tidal" (4/143-144, No: 8654) ; İbn Hacer "Lisanu'l Mizan" (6/61 No: 231)


(Ebû Ya’lâ “el-Musned” (No:5269); Taberânî “el-Mu’cemu’l-Kebîr” (10/No:10518); İbnu’s-Sunnî “‘Amelu’l-Yevm ve’l-Leyle” (No: 508) Abdullah b. Mes‘ûd radiyallâhu anh’den:
İsnadinda Maruf b. Hassan es-Semerkandi adlı ravi var…… ibn Bureyde ile ibn Mesud arasında da kopukluk var! (el Albani: S. Daife : No: 655)


Ma'ruf b. Hassan, İbn Adiyy'in dediği gibi munkeru'l Hadistir. Bunun sonucu olarak bu rivayet zayıftır. Bunun neticesinde de reddedilir.


Ashab-ı kiram ne bu tür bir uygulamada bulunmuş ne de böyle bir şeyi emretmiştir.
Tabiin ve imamların da bu şekilde uygulamada bulundukları, bunu emir ve tavsiye ettikleri konusunda sahih bir nakil yoktur. Rasulullah (s.a.v.) in zamanında da kaybolan devesini uzun bir müddet bulunamamış , Rasulullah ta zikredilen hadiste böyle bir söz söylememiştir!

Böyle bir bilgiye selefin değil de daha sonra gelen tasavvuf ehline ulaşması oldukça manidardır...
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
12. ZULUM ve REDDİYE

Amellerin Kabir Ehline Sunulması (!)
İmam Ahmed; Abdurrezzak – Sufyan – Enes Radıyallahu anh’den işiten birisi – merfuan tariki ile rivayet ediyor;

Şubhesiz amelleriniz akrabalarınızdan ve aşiretlerinizden olan ölülere arz edilir. Eğer hayırlı ise müjdeleşirler, hayırlı değilse şöyle derler; “Allahım! Bizi hidayet ettiğin gibi onları da hidayet etmedikçe onları öldürme!”
(Ahmed(3/164) Suyuti elHavi(2/206) İbni Kesir(2/388) Abdullah Bin Ahmed esSünne(2/612) Mecmauz Zevaid(2/328) Hakiym et Tirmizi Nevadir(2/260) Keşful Hafa(2/481)


Bu rivayette ismi belirtilmeyen bir ravi vardır. Ancak Ebu Davud et Tayalisi, Müsnedinde; es Salt Bin Dinar – el Hasen – Cabir Bin Abdullah radıyallahu anh senedi ile merfuan şu rivayeti verir;
Şubhesiz amelleriniz akrabalarınızdan ve aşiretlerinizden olanlara kabirlerinde sunulur. Eğer hayırlı ise onunla müjdeleşirler, hayırlı değilse derler ki; “Allahım! Onlara senin taatin ile amel etmeyi ilham eyle!
(Tayalisi(1/248) İbni Kesir(2/388) Suyuti el Havi(2/206)


Bu rivayette Said Bin Dinar zayıftır. Zehebi, Ebu Zura ve Ebu Hatem onun leyyin olduğunu söylediler.
(Mizzi Tehzibul Kemal(13/224) Ahmed Bahrud Dem(s.214) Ahmed İlel(1/326) Ahvalur Rical(s.122) Buhari Tarihu Sağir(2/134) Tarihu Esmais Sukat(s.119) Zehebi elMuğni(1/310) İbni Cevzi Duafa(2/57) Mizanul İtidal(3/436) Ukayli Duafa(2/209) Tehzibut Tehzib(4/381) elKaşif(1/504)


Bu manada Taberani el Evsat’ta; Mesleme Bin Ali – Zeyd İbni Vakıd ve Hişam Bin el-Gâz – Mekhul – Abdurrahman Bin Selame – Ebu Ruhm – Ebu Eyyub el Ensari radıyallahu anh – merfuan senedi ile rivayet ediyor;
Mu'minin ruhu kabzedildiğinde Allah’ın rahmet ehlinden olan kulları onu, tıpkı dünyada bir müjdeciyi karşıladıkları gibi karşılarlar.
Derler ki; “Arkadaşınızı bırakın da rahatlasın zira o şiddetli bir üzüntüdedir.”
Sonra “Falan ve filan ne yaptı? Evlendi mi?” diye sorarlar.
Eğer ondan önce ölmüş birini sorarlarsa der ki; “O benden önce ölmüştür” bunun üzerine derler ki; “Şubhesiz bizler Allah’tan geldik ve dönücüleriz. O cehennem çukurlarının anası olan haviye’ye götürülmüştür. O ne kötü bir ana ve ne kötü bir terbiyecidir.”

Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Şubhesiz amelleriniz ahiret ehlinden olan akrabalarınıza ve aşiretlerinize sunulur. Hayırlı ise ferahlanır ve müjdelenirler ve derler ki; “Allahım! Bu senin fazlın ve rahmetindir. Ona nimetini tamamla ve bu hal üzere öldür.” Onlara kötü ameli arz olunduğunda derler ki; “Allahım! Ona senin razı olduğun ve sana yaklaştıracak Salih ameli ilham eyle!
(Taberani Evsat(1/53) Musnedi Şamiyyin(2/383) Taberani Kebir(4/129) Mecmauz Zevaid(2/327) Suyuti elHavi(2/206) Iraki elMuğni(4456) Gazali İhya(4/482) İbni Hibban Mecruhin(1/339) İbni Adiy Kamil(3/301) İbni Cevzi İlel(2/910)


Bu rivayette Mesleme Bin Ali zayıftır. Mecruhin’de İbni Hibban ve el Kamil’de İbni Adiy bunu; Selam et Temimi(zayıf bir ravidir) – Sevr Bin Yezid – Halid Bin Ma’dan – Ebu Ruhm – Ebu Eyyub – Merfuan isnadı ile de rivayet etmişlerdir.

Taberani bunu Kebir’de; Amr Bin İshak Bin İbrahim Bin A’la Bin Zibrik el Humusi – Muhammed Bin İsmail Bin Iyaş – İsmail Bin Iyaş – Damdam Bin Zür’a – Şureyh Bin Ubeyd – Abdurrahman Bin Bil’icma – Ebu Ruhm – Ebu Eyyub – merfuan senedi ile rivayet etmiştir.
(Taberani Kebir(4/130) )


Ayrıca İbni Ebid Dunya, Kitabu'l Menamat’ta; Muhammed Bin Huseyn – Muhammed Bin İshak – Abdullah Bin Mubarek – Sevr Bin Yezid – Ebu Rühm – Ebu Eyyub radıyallahu anh’ten mevkuf isnadı ile rivayet etmiştir. (Suyuti elHavi(2/206) Şerhus Sudur(s.428) Iraki elMuğni(2/1234)
Iraki bunun isnadının ceyyid olduğunu söyler.


Hakiym et Tirmizi, Nevadirul Usul’de; Abdulgafur Bin Abdulaziz – babası – dedesi – merfuan tariki ile rivayet ediyor;
Ameller pazartesi ve Perşembe günleri Allah’a arzedilir. Cuma günü de peygamberlere, anne ve babalara arzedilir. Onun hasenatı ile sevinirler, yüzlerinin aklığı artar ve parlar. Allah’tan korkun ve ölülerinize eza vermeyin!”
(Hakiym etTirmizi(2/260) Suyuti elHavi(2/206) Şerhus Sudur(s.429) Nevafihul Atira(538) Camiüs Sağir(3316) Feyzu'l Kadir(3/251) Keşful Hafa(1/365) Elbani Zaiful Cami(2446) Daife(1480)


Bu hadis hakkında Suyuti, Camius Sağir’de; “hasen” hükmü verirken, Münavi sükût etmiş, Elbani uydurma olduğunu belirtmiştir.
İbni Ebid Dunya, Kitabul Menamat’ta; el Kasım Bin Haşim ve Muhammed Bin Rızkullah – Yahya Bin Salih el Vahazi – Ebu İsmail es Sükuni – Malik Bin Ed da’ – Numan Bin Beşir – merfuan senedi ile;

Kabirlerdeki kardeşleriniz için Allah’tan sakının. Zira amelleriniz onlara arz edilir.”
(Hakim(4/342) Beyhaki Şuab(7/261) Hakiym Tirmizi(2/259) Deylemi(526) Buhari elKuna(s.8 no;47) İbni Ebu Hatem Cerh ve Ta’dil(9/336) Buhari Tarih(9/8) Dürrül Mensur(3/238) Zubeydi İthaf(10/385) Lealiül Masnua(1/67) Suyuti Şerhus Sudur(s.429) Suyuti elHavi LilFetavi(2/207) Iraki elMuğni(4453) Gazali İhya(4/481)


Hakim “sahih” demiştir. Buhari, el Kuna’da bunu Ebu İsmail es Sukuni’den bahsederken verir ve rivayet hakkında sükût eder. Malik Bin Ed Da’ hakkında Ebu Hatem; “mechul” demiş, İbni Hibban onu es Sükat’ta zikretmiştir. Zehebi ve İbni Hacer de tevsik edildiğini belirttiler.
(Mizanul İtidal(6/3) Lisanul Mizan(5/3) Cerh ve Tadil(8/203) Zehebi elMuğni(5133) İbni Hibban esSukat(5/388)


Ancak onu sadece İbni Hibban tevsik etmiş olup, onun tevsikine itibar edilmez.

Yine İbni Ebid Dunya; Abdullah Bin Şebib – Ebu Bekr Bin Şeybetul Hazami (ya da el Harrani) – Fuleyh (ya da Fuleyc) Bin İsmail – Muhammed Bin Cafer Bin Ebi Kesir – Zeyd Bin Eslem – Ebu Salih ve el Mukberi – Ebu Hureyre radıyallahu anh – merfuan senedi ile rivayet ediyor;
Amellerinizin kötülüğü ile ölülerinizi utandırmayın. Zira amelleriniz kabir ehli dostlarınıza arz edilmektedir.”
(Suyuti Şerhus Sudur(s.430) El Havi(2/207) Deylemi(7357) Zuherul Firdevs(4/185) İhya(4/481) Keşful Hafa(2/481) Iraki elMuğni(4454) İbnul Cevzi el Hadaik(3/494) Iraki, İbni Ebid Dunya ve el Mehamili’ye isnad edip zayıf olduğunu söylemiştir.)


Bu hadisin isnadı hakkında Hafız Iraki “zayıftır.” Dedi.
Bezzar, Ebu Hureyre radıyallahu anh’den merfuan rivayet ediyor;

“…mu’minin ruhu semaya yükselir ve ona diğer müminlerin ruhları gelip dünya ehlinden tanıdıklarının haberlerini sorarlar. “falan dünyada kaldı” derse sevinirler, “falan öldü” derse; “bizim yanımıza gelmedi” derler.”
(Suyuti elHavi(2/210) Mecmauz Zevaid(3/52) Abdullah Bin Ahmed(2/608,609) İbni Kesir Tefsir(2/535)


Bu konudaki zayıf rivayetler buraya alamayacağımız kadar çoktur.
İbni Kayyım der ki; “Ruhlar iki kısımdır; nimet gören ruhlar ve azap gören ruhlar. Azap görenler, görüşüp ziyaretleşemezler. Nimet görenler ise serbesttirler, görüşüp ziyaretleşirler. Dünyadaki eski hatıralarını birbirlerine anlatırlar. Her ruh aynı meslekte olan arkadaşı ile bulunur. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in ruhu ise Refik-i A’la’da bulunur.

Allah Teala buyuruyor; Kim Allah’a ve Rasulune itaat ederse, onlar, Allah’ın nimetlendirdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve Salihlerle beraber olur. Onlar arkadaş olarak ne iyidirler. (Nisa, 69)
Bu beraberlik, dünyada, berzahta ve ahirette sabittir. İnsan bu üç diyarda sevdiği ile beraber olur.” (İbni Kayyım ErRuh(s.27) Suyuti Şerhus Sudur s.336)
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
KABİR ZİYARETLERİ

Müslümanların kabirleri ziyaretleri iki şekilde olur:

Şer'i ziyaret ve bid'at olan ziyaret.


Şer'î ziyaret, cenaze namazındaki amaç, nasıl onun için dua etmek ise, kabri ziyaretteki amaç da o kabirdeki ölü için dua etmektir. Kabri başında durmak da, cenaze namazını kılmak türündendir. Yüce Allah münafıklar hakkında şöyle buyurmaktadır:

«Ve onlardan ölen birine asla namaz kılma, onun kabri başında da durma»(Tevbe 81)
Böylece yüce Allah, Peygamberini, munafıkların cenaze namazlarını kılmaktan ve kabirleri başında durmaktan sakındırmaktadır. Çünkü onlar, Allah ve Rasulune inanmamış; kâfir olarak ölmüşlerdir.
Bu illetten, yani kâfir olmalarından dolayı cenaze namazlarını kılmayı da, kabirleri başında durmayı da yasaklayınca, bu, şuna işaret eder ki, bu illet ortadan kalkınca yasaklama da kalkmaktadır.
Yasaklamanın onlara tahsis edilmesi, başkalarının namazlarının kılınacağını ve kabirleri başında durulacağını gösterir. Çünkü hiç kimse hakkında kabir ziyareti meşru olmasaydı, yasaklama onlara hâs kılınmaz ve bunun nedeninin, kâfir oluşları olduğu belirtilmezdi.
İşte bu nedenledir ki, mü'minlerin cenaze namazlarını kılmak ve kabirleri başında durmak, mütevatir sünnettendir. Nitekim Peygamber (s.a.v.) müslüman ölülerin cenaze namazlarını kılmış ve bunu ümmetine teşri buyurmuştur. Ümmetinden biri defnedildiğinde kabri başında durur ve :
«Onun için sebat isteyiniz. Çünkü şimdi o, sorguya çekilmektedir» buyurmuştur. (Ebû Dâvud, Cenâiz 69).

Yine Baki' mezarlığını ve Uhud'taki şehidleri ziyaret ediyor ve ashabına, kabirleri ziyaret ettiklerinde şöyle demelerini öğretiyordu :

«Selâm size ey mumin ve müslüman diyarın ehli. înşâallah bizler de size ulaşacağız. Allah, sizden ve bizden öncekilere ve sonrakilere merhamet etsin. Allah'tan, bize ve size afiyetler dileriz. Ecirlerinden bizi mahrum etme ve onlardan sonra bizi imtihan etme Allah'ım
(Nesâî, Cenâiz 103; Muslim, Cenâiz 103; İbn Mâce, Cenâiz 36).

Muslim'in Sahîh'inde Ebû Hurayra' den yapılan bir rivayete göre de Rasûlullah (s.a.v.) mezarlığa gitmiş ve şöyle buyurmuştur :

«Selâm size ey mu'minler topluluğunun diyarı, înşâallah bizler de size ulaşacağız»
(Muslim, Cenâiz 102; Ebû Dâvud, Cenâiz 79).

Bu konudaki hadîsler sahih ve malûmdur. Mu'minlerin kabirlerine yapılan şer'î ziyaretten maksat, onlar için dua etmektir.

Bu ziyaret, ortak noktaları olan kâfirlerin kabirlerini ziyaret etmekten farklıdır.
Nitekim Muslim'in Sahîh'i ile Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce'de Ebû Hureyre'nin şöyle dediği nakledilmektedir:

Rasûlullah (s.a.v.) annesinin kabrine geldi. Kabri başında ağladı. Bu yanındakileri de ağlatmıştı. Sonra şöyle buyurdu:

«Ona (anneme) mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, izin verdi. Kabirleri ziyaret edin, çünkü onlar size âhireti hatırlatır»
(Muslim, Cenâiz 105,, 108; Ebû Dâvûd, Cenâiz 77)

Kabirdeki kâfir bile olsa, bu tür ziyaret ölümü hatırlatması bakımından yararlı ve meşrudur. Ama, ölü için dua etmek amacıyla ziyaret böyle değildir. Bu, yalnızca mu'minin kabrini ziyaret hakkında meşrudur.


Bid'at olan ziyarete gelince,

Ölüden ihtiyacını gidermesini istemek, ondan dua ve şefaat beklemek, ya da kabri başında dua etmenin icabete daha şayan olacağı düşüncesiyle yapılan ziyarettir.
Bu düşüncelerle yapılan ziyaretlerin hepsi sonradan uydurulmuş bid'atler olup Peygamber (s.a.v.) böyle bir şeyi teşri etmemiş ve sahabe de, Peygamber (s.a.v.)'in veya bir başkasının kabrini bu şekilde ziyaret etmemişlerdir. Bu, bir tür şirk veya şirke götüren yollardandır.
Onlara dua etme, ya da onların yanında dua etme düşüncesini taşımadan, peygamberlerin ve salih kimselerin mezarları yanında namaz kılacak olursa, meselâ kabirlerini mescid edinirse, bu, haram olup yasaklanmıştır. Bunu yapan kişi, Allah'ın gazap ve lanetine uğramıştır.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
«Peygamberlerinin kabirlerini mescid edinenler için Allah'ın gazabı çetin oldu».
Yine şöyle buyurmaktadır: «Allah yahudi ve hıristiyanları kahretsin. Çünkü onlar, peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler»
(Buhârî, Salât 48, Cenâiz 69, 96; Muslim, Mesâcid 19)

Bu gibi sözleriyle Peygamber (s.a.v.), bizleri onların yaptıklarından sakındırmaktadır.

Yine şöyle buyurmaktadır:
«Sizden öncekiler, kabirleri mescid ediniyorlardı. Kabirleri mescid edinmeyin. Sizi bundan sakındırıyorum, bilesiniz»
(Muvatta', Kasru's-Salât fi's-Sefer 85)

Böyle davranmak haram ve Allah'ın gazap ve lanetine sebep olunca, artık ölüye yalvaran, ya da yanında veya onunla dua eden ve bunun, duasına icabet edilmesine, isteklerine nail olmasına ve ihtiyaçlarının yerine getirilmesine sebep olacağına inananın durumu nasıldır?

Nûh'un kavminde şirkin ve putlara tapma sebeplerinin ilki buydu.
İbn Abbas şöyle demektedir:
«Âdem ile Nuh arasında on nesil vardı. Hepsi de islâm üzereydi. Sonra aralarındaki salih kimseleri tazim etmeleri nedeniyle şirk ortaya çıktı

Buhari 'nin Sahîh'i ile tefsir ve peygamber kıssalarıyla ilgili kitablarda İbn Abbas ve başkalarından nakledilen müstefiz haberlerde, «Dediler ki: 'İlahlarınızı bırakmayın, ne Vedd'i, ne Suva'ı, ne de Yeğüs'u, Ye'uk'u ve Nesri bırakmayın» (Nuh, 23) âyetiyle ilgili olarak Şöyle denilmektedir:

Âyette adı geçenler, Hz. Nuh kavminden salih kimselerdi. Öldüklerinde sık sık kabirlerinin başında toplanır oldular. Sonra da heykellerini yapıp onlara ibadet ettiler. İbn Abbas diyor ki: Daha sonra bu putlar Arap kabilelerinde de yaygınlaştı. (Buhari, tefsir babı)

Materyalist ve mulhid filozoflardan bir grup zamanla yeni bir tür şirk icat ettiler. Bunu, kabirleri ziyaret konusunda zikrettiler Nitekim İbn Sina ve «el-Kutub el-Maznûn bihâ», adlı eserin sahibi gibi İbn Sina 'nın peşinden gidenler bunu söz konusu etmiş ve şefaate kendi metodlarına uygun bir anlam vermişlerdir. Onlar Allah'ın gökleri ve yeri altı günde yarattığını, cuz'iyyâtı bildiğini kullarının seslerini duyduğunu ve dualarına icabet ettiğini kabul etmektedirler.

Onlara göre Peygamber ve salihlerin şefaati, îman ehlinin bildiği gibi, salih kişinin yaptığı bir dua olup Allah'ın da onun bu duasına icabet etmesi şeklinde değildir. Yine onlara göre, Peygamber ve salih kimselerle istiskâ yapılıp onların duasına icabet sebebiyle yağmurun yağması mümkün değildir.
Aksine onlar, tabiat olaylarında etkili olan nefsânî kuvvetlerin atmosfer olayları veya tabiat kuvvetleri olduğunu ileri sürerler.
Derler ki: Kişi, ölmüş olan salih birini severse, özellikle kabrini ziyaret ettiğinde ruhu ile ölen kişinin ruhu arasında bir ilişki meydana gelir. Onlara göre akl-ı faal'dan, ya da felekî nefsten ayrılan o ölmüş kimsenin ruhu, Allah'ın bilgisinin dışında - hatta ziyaretçi ruhun da farkına varmayacağı bir şekilde - şefaat dileyen ziyaretçinin ruhuna feyiz saçar.
Buna örnek olarak da şunu söylerler:
Güneşe karşı bir ayna tutulduğunda, ayna güneşin ışınlarını alır. Sonra o aynanın karşısına başka bir ayna tutulursa bu ikinci ayna, ışınlarını birincisinden alır. Bu aynanın karşısında da bir duvar ya da su bulunacak olsa, ışınları bunlara iletir. Onlara göre şefaat de işte böyledir. Ziyaretçi bu şekilde yararlanır. Bu söylenenler üzerinde düşünen herkes küfür türlerini açıkça görür.

İnsanın sapıtmasına sebep olarak putların yanında şeytanların bulunması, oraya gelenlere hitapları ve birtakım tasarruflarda bulunmaları şüphe götürmeyen bir vakıadır.

Kabirlerin put edinilmeleri de, şirkin ilkidir. İşte bu sebepledir ki, bazı kimselere kabirlerin yanındayken sesler gelir; onlara birileri görünür ve birtakım garip tasarruflara tanık olurlar. Böylece bu şeyleri o ölünün yaptığını sanırlar. Oysa onları yapanlar cin ve şeytanlar olabilir.
Meselâ, kabrin yarıldığını, içinden ölünün çıktığını, kendileriyle konuşup kucaklaştığını görürler. Bu, diğerlerinin kabirleri yanında olabileceği gibi peygamberlerin kabirleri yanında da olur. Oysa kabirden çıkan şeytandır. Şeytan, insanın suretine girerek, kendisinin peygamber ya da falan şeyh olduğunu söyler. Halbuki o, yalancıdır.

Bu konuda o kadar çok olay vardır ki, burada hepsini zikretmek mümkün değildir. Cahil kişi, kabirden çıkıp kendisiyle kucaklaşan ya da konuşanın, o kabirde yatan kişi ya da peygamber veya salih kişi olduğunu sanır.

Ama (ilim sahibi) îmanı kuvvetli mu'min, onun şeytan olduğunu bilir.
Bunun şeytan olduğu şu özelliklerle bilinir:

1 - Gören kişi samimiyetle ve doğru olarak Âyete'l-Kursî'yi okumasıyla. Böylece görünen şahıs hemen yok olur. Veya yere gömülür. En azından görünmez olur. Eğer o kişi gerçekten salih biriyse, ya da bir melek ve mu'min bir cin ise, Âyete'l-Kursî ona zarar vermez. O, ancak şeytanlara zarar verir.

Nitekim Buhari'nin Sahîh'inde anlatıldığı şekliyle cinlerden biri, Ebû Hurayra'ye: «Yatağına girdiğinde Âyete'l-Kursî'yi oku. O zaman Allah'tan bir koruyucu seni korur; sabaha kadar hiçbir şeytan sana yaklaşamaz» demişti. Olayı duyan Rasûlullah (s.a.v.), Ebû Hureyre'ye
«O, bir yalancı olduğu halde sana doğruyu söylemiştir» demiştir.
(Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'an 3; Ahmed İbn Hanbel 423)

2 - Şeytanlardan Allah'a sığınmasıyla.


3 - Bu konudaki diğer şer'î duaları okuyarak sığınmasıyla.

Şeytanlar, peygamberlerin hayatlarında karşılarına çıkar ve onlara eziyyet etmek, ibadetlerini bozmak isterlerdi. Nitekim bir defasında Peygamber (s.a.v.)'e cin gelmiş ve bir ateş aleviyle onu yakmak istemişti. Bunun üzerine Cebrail, Ebu't-Tayyah' tan rivayet edilen hadîsin ihtiva ettiği meşhur sığınma duasını getirdi.
Ebu't-Tayyah diyor ki: Birisi, yaşlı ve Peygamber (s.a.v.)i görmüş olan Abdurrahman b. Hubeyş'e sordu; Şeytanlar Rasûlullah (s.a.v.) 'e komplo hazırladığında Rasûlullah ne yaptı?
Abdurrahman dedi ki: Şeytanlar, çukur ve vadilerden çıkıp Rasûlullah'a doğru akın etmeye başladılar. Rasûlullah korktu; ne yapacağını şaşırmıştı. Bunun üzerine Cebrail geldi ve ona: «Ey Muhammed, söyle» dedi. Rasûlullah: «Ne söyliyeyim?» diye sordu.
Cebrail: Şöyle söyle, dedi:
«Allah'ın yaratıp çoğalttığı ve kendilerine bir düzen verdiği şeylerin şerrinden, gökten inenin ve ona tırmananın şerrinden, yerden çıkanın ve ona girenin şerrinden, gece ve gündüzün fitnelerinin şerrinden, iyilikle gelen hariç ansızın gece gelenin şerrinden, ne iyi ve ne de kötünün aşamadığı Allah'ın mükemmel kelimelerine (kanunlarına) sığınıyorum, Ya Rahman!»

Buhari ve Muslim'de Ebû Hurayra'nin şöyle bir hadîsi mevcuttur:

Peygamber Efendimiz buyurdular:
«Dün gece namazımı kesip bana kötülük etmek üzere cinden bir ifrit geldi. Fakat Cenâb-ı Hak ona karşı bana güç verdi de onu defettim. Sonra onu yakalayıp sabahleyin siz kalktığınızda bakasınız diye Mescid'in bir direğine bağlamak istedim. Ama Suleyman (a. s,)'ın: 'Rabbim beni yarlığa ve bana benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir hükümranlık ver'(Sa'd 35) şeklindeki ilticasını hatırlayıp bundan vazgeçtim. Böylece Cenâb-ı Hak onu hakir ve kovulmuş bir şekilde defetti»
(Buhârî, Salât 75; Muslim, Mesâcid 39)

Aişe'den şöyle rivayet olunmuştur:

Peygamber (s.a.v) namaz kılıyordu. Şeytan gelip O'na musallat oldu. Peygamber Şeytan'ı yakalayıp yere çaldı ve boğazını sıktı. Rasûlullah Efendimiz buyuruyorlar :
«...o kadar ki dilinin serinliğini elimin üzerinde hissettim. Suleyman (a.s.)'ın duası olmasaydı insanların görmesi için onu bağlamak da mümkündü
Bu hadîsi, Nesâî tahric etmiş olup el-Hakim'in «Sahîh»inden daha güvenilir olan «Muhtar» 'ında Ebû Abdillâh el -Makdisî'nin zikrettiği gibi, isnadı İmam Buhârî'nin şartlarını hâizdir.

Ebû Said el-Hudrî' den ise şunlar rivayet edilmiştir:

«Peygamber sabah namazını kılıyordu; Ebû Said de, hemen O'nun arkasındaydı. Peygamber kıraati karıştırdı. Namazını tamamlayınca buyurdular ki :
«Benimle İblis'i bir görseydiniz! Elimi uzattım ve derhal boğazını sıktım. O kadar ki, salyasının serinliğini - baş ve işaret parmaklarını göstererek - şu iki parmağımda hissettim. Şayet kardeşim Suleyman'ın duası olmasaydı, inanın onu Mescid'in direklerinden birine bağlardım; Medine'nin çocukları da gelip onu oyuna alırlardı. Artık kim kendisi ile kıble arasına hiç kimsenin girmemesine güç yetirebilirse bunu sağlasın»
(İbn Hanbel 3 / 82-83).
Bu hadîsi İmâm Ahmed «Msned» 'inde, Ebû Dâvud «Sunen»'inde rivayet etmiştir.

Muslim'in Sahih'inde Ebu'd-Derdâ'nın şöyle dediği nakledilir:

«Peygamber namaz kılmak üzere kalmıştı. O'nun şöyle dediğini işittik:
'Senden Allah'a sığınırım'. Sonra üç defa da: 'Allah'ın lânetiyle lanet sana!' dedi ve sanki bir şeyi tutarmış gibi elini uzattı.
Namazını bitirince biz sorduk;
Yâ Rasûlâllah! Namazda bir şeyler söylediğini işittik; bunları daha önce senden hiç duymamıştık. Elini uzattığını da gördük? Buyurdular ki:
«Allah'ın düşmanı İblis, yüzüme çarpmak için bir ateş alevi getirdi. Ben hemen üç defa: 'Senden Allah'a sığınırım' dedim ve ekledim: 'Allah'ın tüm lânetiyle seni lanetlerim'. Bunun üzerine İblis geriledi. Sonra ben onu yakalamak istedim. Kardeşimiz Suleyman'ın ilticası olmasaydı şüphesiz İblis, Medine çocuklarının oynayacağı şekilde bağlanmış olurdu»
(Muslim, Mesâcid 40).

Bütün bu rivayetlerden anlaşıldığı üzere şeytanlar, eziyet vermek, ibâdetlerini ifsâd etmek için peygamberlere bile gelip musallat olduğuna ve Cenâb-ı Hak, peygamberleri te'yid ettiği dua, zikir, ibadet ve elle cihâd gibi şekillerle bu şeytanları defettiğine göre, peygamberlerden daha aşağı seviyede olan insanlar haydi haydi şeytanlarla mubtelâdır.

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ins ve cin şeytanlarını, Cenâb-ı Hakk'ın kendisini onunla desteklediği çeşitli bilgiler ve en faziletlisi namaz ve cihâd olan amellerle zelîl kılıp reddetmiştir.
Peygamber'in hadîslerinin pek çoğu namaz ve cihâdla ilgilidir. Kim peygamberlerin yolundan giderse Allah ona, peygamberlere yardım ettiği şeyle yardım eder.
Kendileri için meşru kılınmamış bir din ihdası ile, emrolundukları ortağı bulunmayan tek Allah'a ibadeti ve ümmetine teşri buyurduğu hususlarda Rasulune uymayı bırakan, peygamberler ve sâlih kişiler hakkında aşırılık ve onlarla şirk koşma bid'atını uyduranlara gelince, işte bunları şeytanlar oyuna alır.
Nitekim Cenâb-ı Hak buyurur:
«Gerçek şu ki Şeytan'ın inananlar ve yalnız Rablerine güvenenler üzerinde hiç bir nufuzu yoktur. Onun nüfuzu sâdece, onu dost edinenler ve Allah'a ortak koşanlar üzerindedir» (Nahl 99-100) .

Yine Allah Teâlâ buyurmaktadır:

«Kullarım üzerinde senin (ey Şeytan) bir nufuzun olamaz. Ancak sapıklardan sana uyanlar müstesna» (Hicr 42) .
Musallat olanın şeytan olduğunu bilmenin yollarından birisi de, böyle bir şey gören kimsenin, durumu aydınlığa kavuşturması için Rabbine dua etmesidir.

Bir başka usûl, bu görünen şahsa: «Sen falancasın öyle mi?» diye sorup ona karşı büyük yeminler vermesi, Kur'ân'da mezkûr tehdit ihtiva eden âyetleri okuyup hatırlatması ve şeytanlara zarar veren buna benzer diğer yollara başvurmasıdır.


Yine bu türden olmak üzere birçok kişi Kabe'nin kendisini tavaf ettiğini görür; üzerinde muazzam bir şekil bulunan büyük bir arş görür, inip çıkan birtakım varlıklar muşahede eder ve bunları melekler, bu muazzam şekli de -hâşâ Cenâb-ı Hak zanneder; oysa bu Şeytan'dır.
Birçok kişinin başından böyle olaylar geçmiştir. Bunlardan bir kısmını Allah Teâlâ korumuş, onlar da görünenin Şeytan olduğunu anlamışlardır.

(Şeyhu'l İslam İbni Teymiyye’nin Mecmuul Fetava cilt 1.)
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
KABİR AZABI
VE
KABİR SUALİ


ÖLÜNÜN 7. , 40. , 52. ve SENE-İ DEVİRLERİNE ÖZEL KURAN OKUTMAK , MEVLİD DÜZENLEMEK

ÖLÜDEN YARDIM İSTEMEK VE
ÖLÜ ARACILIĞI İLE İSTEKTE BULUNMAK:
TEVESSÜL, İSTİĞASE VE ŞEFAAT


ÖLÜYE (KABİR BAŞINDA) KUR'AN OKUNMASI

SEVGİDE ŞİRK : ALLAH'I SEVER GİBİ SEVMEK VE VAHDET-İ VUCUD

TASAVVUF BÜYÜKLERİNİN KENDİ ESERLERİNDEN KÜFÜR AKİDELERİ !

KALABALIKLAR DİNİNİN SEVAP KAYNAKLARINA REDDİYE

KABİRPEREST VESVESELERİNE İLAÇ

UÇMAYA KAÇMAYA - IŞINLANMAYA KLONLANMAYA SON
İNSAN AYNI ANDA İKİ (FARKLI) YERDE BULUNAMAZ

CAİZ VE ŞİRK OLAN
TEBERRUK
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Cezekallahu Hayran akxi Barekallah

Ne kadar Güzel hazırlanmış Arşivlerinize alın Müslümanlar bu bilgileri !!
 
mücaşi Çevrimdışı

mücaşi

Üye
İslam-TR Üyesi
ŞEYHUL İSLAM İBNİ TEYMİYEDEN KABİRPERESTLERE REDİYE

İbni Teymiyenin Kabirciler Hakkındaki Görüşü


Şeyhülislam'a soruluyor:

Kabir ehlinden medet uman, ondan acılarının yok edilmesini isteyen, kabri selamlayan, yüzünü ve gözünü kabre süren

"Ey Efendim! Ben sana kaldım!",

"Dileklerim Allah'ın ve Şeyh'in bereketiyle yerine getirildi" ve buna benzer şeyler söyleyenler hakkında İslam alimlerinin görüşü nedir?


Cevap:

Alemlerin Rabbi olan Allah-u Teâlâ'ya hamdolsun.

Rasullerini gönderdiği hak din için de O'na hamdolsun.

Kitaplarını onlara indirdi ki, burada bir tek Allah-u Teâlâ'ya ibadet emredilmektedir. O'nun ortağı da yoktur. Yardım O'ndandır. Yalnız O'na tevekkül ve dua edilir. Yarar sağlamak ve zararların giderilmesi için sadece O'ndan istekte bulunulur.

Nitekim O, şöyle buyurur:

"Biz sana Kitabı hakla indirdik. Öyle ise dini Allah için halis kılarak O'na ibadet et. Dikkat edin, halis din Allah'ındır. Allah'ı bırakıp O'ndan başka dostlar edinenler: 'Onlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz' derler. Doğrusu Allah ayrılığa düştükleri şeylerde hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola eriştirmez." (Zümer: 39/2-3)

"Mescitler Allah'ındır. Öyleyse oralarda hiçbir şeyi Allah'a eş koşmayın." (Cin: 72/18)

"De ki: "Rabbim adaleti emretti, her mescitte yüzünüzü O'na döndürün ve dinde samimi olarak O'na yalvarın. Sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz." (A'raf: 7/29)

"De ki: " Allah'tan başka ilah olduğunu sandıklarınızı çağırın; sizin bir sıkıntınızı gidermeye ve onu değiştirmeye güçleri yetmez." (İsra: 17/56)
Seleften bazıları der ki:

"Bazı kavimler Mesih'e, Uzeyr'e ve meleklere dua ediyorlardı. Allah-u Teâlâ, onlar hakkında şöyle buyurdu:

(Tıpkı sizin Benim rahmetimi umduğunuz, Benim azabımdan korktuğunuz gibi)

"Bu kullarım da benim rahmetimi umarlar ve benim azabımdan korkarlar." (İsra: 17/57)

Peygamberlere ve meleklere dua edenlerin durumu böyle olunca, onlardan daha aşağı derecedeki kimselere dua edip yakaranların hali nasıl olur?

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"İnkar edenler, beni bırakıp da kullarımı dost edinmelerini yeterli mi sandılar? Doğrusu biz Cehennemi inkarcılara konak olarak hazırladık." (Kehf: 18/102)

"De ki: 'Allah'ı bırakıp da göklerde ve yerde zerre kadar bir şeye sahip olmadığı, her ikisinde de bir ortaklığı bulunmadığı ve hiçbiri Allah'a yardımcı olmadığı halde ilah olduklarını ileri sürdüklerinizi yardıma çağırsanıza!' Allah katında, kendisine izin verilenden başka kimse şefaat edemez. Sonunda, gönüllerindeki korku giderilince birbirlerine 'Rabbiniz ne söyledi?' diye sorarlar. 'Hak söyledi' derler. O, yücedir, büyüktür." (Sebe: 34/22-23)

Her şeyden münezzeh olan Allah'u Teala, meleklere, insanlara ve bunlar gibi hiçbir şeye malik olamayan ve zerrece bir şey başaramayan kimselere dua ederek, Allah-u Teâlâ'nın mülkünde O'ndan başkalarından isteyenlerle ilgili durumu açıklamıştır. Muhakkak ki, Allah-u Teâlâ'nın mülkünde ortağı yoktur.

"Göklerde ve yerde bulunanlar Allah'ı tesbih ederler. Hükümranlık O'nundur, övülmek O'na mahsustur. O her şeye kadirdir." (Teğabun: 64/1)
Allah-u Teâlâ'nın, (haşa) kralların yardımcıları ve bakanları gibi bir yardımcıya ihtiyacı yoktur. O'nun katında, ancak O'nun kendisinden razı olduğu kimseler şefaat edebilirler.

Bu konuda dört ihtimal vardır:

Allah'tan başka dua edilerek kendisinden istekte bulunulan;

- malik,

- malik değilse mülkte ortak,

- ortak da değilse yardımcıdır.

- Dördüncüsü ise, bunlardan ayrı olup Allah-u Teâlâ'nın iznine bağlıdır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Allah, O'ndan başka ibadete layık ilah olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yarattıklarını gözetip durandır. Göklerde ve yerde olan ancak O'nundur. O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir. Dilediğinden başka ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Kürsü'sü gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi O'na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür." (Bakara: 2/255)

"Allah, dilediğine ve hoşnut olduğuna izin vermedikçe, göklerde bulunan nice meleklerin şefaati bir şeye yaramaz." (Necm: 53/26)

"Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Onlar bir şeye sahip olmadıkları, akıl da edemedikleri halde mi şefaat edecekler?" De ki: "Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra O'na döneceksiniz." (Zümer: 39/43-44)

"Rablerine toplanacaklarından korkanları Kur'an'la uyar. O'ndan başka bir dost ve şefaatçileri yoktur. Umulur ki Allah'tan sakınırlar." (En'am: 6/51)

"Hiçbir insanın, Allah'ın kendisine kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra insanlara: 'Allah'ı bırakıp bana ibadet edin' demesi mümkün değildir. Bilakis şöyle demesi gerekir: 'Öğrettiğiniz ve öğrenmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe halis kullar olun.' Size: 'Melekleri ve peygamberleri ilahlar edinin.' diye de emretmez. Müslüman olduktan sonra hiç size kafirliği emreder mi?" (Al-i İmran: 3/79-80)

Allah-u Teâlâ, tüm bu ayetlerde melekleri ve peygamberleri rab edinenlerin kafir olduklarını açıklamıştır. Durum böyle olunca, bunlardan daha alt derecede olan şeyhleri ve başkalarını rab edinenler için ne denir?

Bir meleğe, peygambere ya da (ölü yada diri) şeyhe;

"Benim günahlarımı bağışla, düşmanlarıma karşı bana yardım et, hastama şifa ver" veya benzeri şeyler söylemek kesinlikle caiz değildir.

Her kim bu gibi şeyleri bir mahluktan isterse, kendisinden istenenin durumu ne olursa olsun, Allah-u Teâlâ'ya şirk koşmuş olur.

Bunun durumu da meleklere, peygamberlere ve timsallere tapanlardan farksızdır. Göğüslerine timsaller resmedenler de adeta Mesih'e ve annesine tapan hrıstiyanlar gibidir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Allah: 'Ey Meryemoğlu İsa! İnsanlara: 'Beni ve anamı, Allah'tan başka iki ilah bilin' diye sen mi dedin?" buyurduğu zaman o; şöyle dedi: "Haşa! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim Sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin. Halbuki ben Senin zatında olanı bilemem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca Sensin?" (Maide: 5/116)Eğer bir kimse:

"Ben ondan istiyorum; çünkü o bana göre Allah-u Teâlâ'ya daha yakındır. Nasıl bir sultan, ya da devlet başkanına yaklaşmak için, onun yakınlarından bilini vesile ediyorsak, ben de bunu Allah-u Teâlâ'ya vesile ediyorum" derse, bunun müşriklerle hristiyanların fiillerinden olduğu bilinmelidir. Çünkü bunlar da, alimlerini ve rahiplerini isteklerinin yerine getirilmesi için kendileri adına şefaatçi kılıyorlardı.

Allah-u Teâlâ, müşriklerin şöyle dediklerini bildiriyor:

"Dikkat edin halis din Allah'ındır. Allah'tan başka dostlar edinenler: 'Onlara bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz' derler. Allah ihtilafa düştükleri şeylerde hükmünü verecektir. Şüphesiz ki Allah yalancı ve inkarcı kimseyi hidayete erdirmez." (Zümer: 39/3)

"Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Onlar bir şeye sahip olmadıkları, akıl da edemedikleri halde mi şefaat edecekler?' De ki: 'Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. O'na döneceksiniz." (Zümer: 39/43-44)

"Gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Sizin O'ndan başka dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. Düşünmüyor musunuz?" (Secde: 32/4)

"Allah, O'ndan başka ibadete layık ilah olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yarattıklarını gözetip durandır. Göklerde ve yerde olan ancak O'nundur. O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir. Dilediğinden başka ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi O'na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür." (Bakara: 2/255)

Allah-u Teâlâ kendisiyle yarattıkları arasındaki farkı açıklamıştır.

Halk, genel olarak bir büyükten bir şey isterken, onun yanında makbul olan birilerinin aracılığıyla ona yaklaşmak ister.

Bu kimse, istenecek şeyleri onlar adına bu büyükten ister, o da isteyenin ihtiyacını sevgisi, birtakım korkuları yada utanması sebebiyle veya başka bir sebeple yerine getirir.

Allah-u Teâlâ katında ise, Allah-u Teâlâ izin vermedikçe hiç kimse kendi başına şefaat edemez.

Allah-u Teâlâ dilediği kimse için şefaat etme ve şefaat edilme izni verir.

Bu bakımdan şefaatçinin şefaati Allah-u Teâlâ'nın iznine bağlıdır. Çünkü her şey Allah-u Teâlâ içindir, her emir O'na bağlıdır.


Rağbet'in (arzu ve istek) mutlaka O'na olması gerekir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Öyleyse, bir işi bitirince diğerine giriş ve yalnız Rabbine rağbet et!" (İnşirah: 94/7-8)

Korku da Allah'tan olmalı, sadece O'ndan korkulmalıdır.

"Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın ve ahdimi yerine getirin ki, ben de yerine getireyim. Yalnızca benden korkun." (Bakara: 2/40)
"Doğrusu biz yol gösterici ve nurlandırıcı olarak Tevrat'ı indirdik. Kendisini Allah'a teslim etmiş peygamberler, Yahudi olanlara onunla hükmederlerdi. Rabbaniler ve bilginler de Allah'ın kitabından elde kalanla hükmederlerdi ve Tevrat'a şahittiler. O halde insanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi hiçbir şeyle değiştirmeyin. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerdir." (Maide: 5/44)


Allah-u Teâlâ dua eden kimsenin Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'e salavat getirmesini emretmiş, bunu duaların kabulüne bir vesile kılmıştır.

Sapıklar;

"Bu kişi, Allah-u Teâlâ'ya benden daha yakındır ve ben ona göre uzağım.",

"Arada bu aracı olmaksızın dua etmemiz mümkün değildir." şeklinde sözler söyleyerek (onları duaların kabulü için vesile edinir) dururlar.

Bu tür sözler, müşriklerin sözlerindendir.

Oysa Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Kullarım sana beni sorarlarsa, bilsinler ki şüphesiz ben onlara yakınım. Bana dua edenin duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar." (Bakara: 2/186)
Rivayet edildiğine göre sahabeler:

"Ey Allah'ın Rasulü! Rabbimiz bize yakınsa, biz ona sessizce mi yakaralım, yoksa sesli mi yalvaralım?" demişler, bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil olmuştur.

(Tirmizi Tefsir: (Bakara ve Mü'minun sureleri, Sure: 85): 1, Deavat: 78, 81, 26, Salat: 211, Nesai Cuma: 45, 114, Darimi Salat: 168, İbni Hibban Sahih (Duanın fazileti): 3828.)
Allah-u Teâlâ, tüm kullarına, namaz kılmalarını ve kendisine:

"Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım dileriz" (Fatiha: 1/4) diye dua etmelerini emretmiştir.


Daha sonra bu kişiye şöyle denir:

"Sen, o kimseyi çağırıp, ondan istekte bulunduğun zaman, onun senin halini gerçekten bildiğine, senin isteğini vermeye kadir olduğuna inanıyor musun?

O kimse sana karşı Allah-u Teâlâ'dan daha mı merhametlidir?

Doğrusu bu, cehalet, sapıklık ve küfürdür.

Eğer sen, Allah-u Teâlâ'nın her şeyi en iyi bildiğini, her şeye kadir olduğunu ve merhamet edenlerin en merhametlisi olduğunu biliyorsan, neden Allah-u Teâlâ'dan istemek yerine başkasından istiyorsun?"


Sen, o kimsenin Allah-u Teâlâ'ya senden daha yakın olduğunu biliyorsan ve Allah-u Teâlâ katındaki derecesinin seninkinden daha üstün olduğuna inanıyorsan, bu yaptığın; kendisiyle batıl aranan bir haktır.


Eğer o kimse gerçekten Allah-u Teâlâ'ya senden daha yakınsa ve derecesi de senden üstünse, bunun anlamı şudur:

Allah-u Teâlâ onu ödüllendirmiş ve istediğini ona vermiştir.

Yoksa bu, o kimseye dua ettiğin takdirde, bu isteğinin Allah-u Teâlâ'dan istemekten daha önce yerine getirileceği manasına gelmez.

Böyle bir düşünce ve inanç yanlıştır.

Çünkü eğer sen cezalandırılmaya hak kazanmışsan ve duan kabul edilmeyecekse, ister peygamber ister salih biri olsun Allah-u Teâlâ'nın istemediği bir şeyde asla saha yardımcı olamazlar.

Nitekim, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in müşriklere mağfiret dilemekten men edilmesi, İbrahim'in Aleyhisselam babası için mağfiret dilemekten men edilmesi, Nuh'un Aleyhisselam oğluyla olan durumu ayetlerde açık bir şekilde ortadadır.

Dolayısıyla böyle yapan yanlış yapmış olur.

Bunun için, Allah'ın gazabını çekecek bir tavır içine girilmemelidir. Çünkü yüce Allah-u Teâlâ merhamet etmeye ve duayı kabul etmeye en layık olandır.


Eğer:

"Bu kişi, Allah-u Teâlâ'ya dua edince duası hemen kabul edilenlerdendir. Oysa ben öyle değilim." diyecek olursan.

Bu, bir şeyin yapılmasını o kimseden istemek ve ona dua etmekle değil, o kimseden kendisi için dua etmesini istemekle olur.

Yaşayan bir kimseye, "Benim için dua et" demek gibi...

Nitekim sahabeler de, Rasulullah'tan SallAllahu Aleyhi ve Sellem kendileri için dua etmesini istemişlerdir. Bu, henüz hayatta olan birinden istendiği için meşrudur.

Ancak ölmüş olan peygamber, salih kimse veya başka bir kimseden isteniyorsa, meşru değildir. Yani şöyle demek meşru değildir:

"Ey burada yatan zat! Bizim için Rabbine dua et, bizim için Rabbinden şunu iste..."

Çünkü ne bir sahabi, ne de bir tabiin böyle bir şey yapmamışlar, müçtehit imamlardan herhangi biri de böyle bir şey emretmemiştir. Böyle yapılacağına dair hiçbir hadis de yoktur.

Ancak sahabeler, Ömer RadıyAllahu Anhu devrinde kıtlığa düştükleri zaman Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in amcasını vesile yaparak yağmur duasına çıkmışlar ve Ömer RadıyAllahu Anhu:

"Allah'ım! Biz kuraklık çektiğimizde, nebimizi vesile yaparak yağmur isterdik de bize yağmur verirdin. Şimdi biz nebimizin amcasını vesile ediyoruz, bize yine yağmur ihsan et." demiştir. (Buhari, İstiska: 3, Fadailü Eshabi'n-Nebi: 11.)Yoksa onlardan hiçbiri Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in kabrine gidip de:

"Ey Allah'ın Rasulü! Bizim için Allah-u Teâlâ'ya dua et, ya da bizim için yağmur iste, biz başımıza gelenler yüzünden sana şikayete geldik." dememişler, ashaptan hiç kimse asla kabir başına giderek böyle bir şey söylememiştir.

Böyle bir davranış bid'attır.


Sahabeler, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in kabri başına geldiklerinde, ona selam verirlerdi.

Dua etmek istediklerinde, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in kabrine değil, kıbleye dönerek başka yer ve zamanlarda dua ettikleri gibi ortağı olmayan Allah-u Teâlâ'ya dua ederlerdi.

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

"Allah'ım! Kabrimi tapınılan bir put durumuna getirme. Peygamberlerinin kabirlerini mescide dönüştüren kavme Allah'ın gazabı şiddetlidir." (Muvatta Seferde Namazın Kısaltılması: 85, Müsned: 2/246, Ebu Nuaym Hilye: 7/317.)

Sünenlerde de şöyle geçmektedir:

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki:

"Kabrimi bayram yerine dönüştürmeyin. Nerede bulunursanız bulunun, bana salavat getirin. Kesinlikle salavatınız bana ulaşır." (Ebu Davud Menasik: 96, Müsned: 2/367.)

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, ölümüyle sonuçlanan hastalığı sırasında şöyle demiştir:

"Allah Yahudi ve hristiyanlara lanet etsin. Çünkü onlar peygamberlerinin kabirlerini mescitlere dönüştürdüler." (Buhari, Enbiya: 50, Müslim, Mesacid: 22, Nesai, Mesacid: 13, Darimi, Salat: 120, Ahmed: 6/220, 275.)

Aişe RadıyAllahu Anha şöyle diyor:

"Eğer böyle olmasaydı, kabri yükseltilirdi. Ancak mescit edinilmesinden korkuldu."

(Buhari Salat: 48-52, Teheccüd: 37, Cenaiz: 62, 96, Enbiya: 50, Meğazi: 83, Müslim Mesacid: 19-23, Ebu Davud Cenaiz: 72-73, Nesai Mesacid: 13, Cenaiz: 104-106, İbni Mace Cenaiz: 49, Tirmizi Salat: 121, Cenaiz: 61, Darimi Salat: 120, Muvatta Medine: 17, Müsned: 1/218, 229, 287, 324, 337, 2/260, 284, 285, 337, 356, 366, 454, 518, 5/184, 186, 204, 6/34, 80, 121, 146, 229, 252,255, 274, ve 275.)


Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

"Allah kabir ziyaretçisi kadınlara lanet etsin, kabirlerin üzerine mescit yapan ve orada kandil yakanlara da lanet etsin" (Önceki kaynaklar)

İşte bunun için İslam alimleri, kabirler üzerine mescit bina edilmesini caiz görmemişlerdir.

Bu hususta şöyle derler:

"Kabre adak adamak caiz değildir, kabirlerin çevresindekilere de para, yağ, mum, hayvan ve başka bir şey adanmaz. Bütün bu adaklar, haram olan adaklardır."

Müçtehit imamlardan herhangi biri, kabir ve benzeri yerlerde namaz kılmanın müstahaplığını, oralarda dua etmenin faziletli olduğunu ifade etmemişlerdir.

İttifak ettikleri nokta; kabir ve türbelerde namaz kılmanın caiz olmadığı, böyle yapıldığı takdirde oranın mescit edinilmiş olacağı, yapılan ibadetlerin de kabirde yatana has kılınarak Allah-u Teâlâ'ya şirk koşulmuş olacağıdır."


Allah-u Teâlâ, türbe ve benzeri yerlerde değil, mescitlerde namaz kılmayı meşru kılmıştır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Allah'ın mescitlerinde O'nun isminin anılmasını yasak eden ve oraların harap olması için çalışan kimseden daha zalim kim vardır? Onların oralara korkarak girmeleri gerekir. Dünyada rezillik, ahirette de büyük azap onlaradır." (Bakara: 2/114)

"De ki: "Rabbim adaleti emretti, her mescitte yüzünüzü O'na döndürün ve dinde samimi olarak O'na yalvarın. Sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz." (A'raf: 7/29)

"Allah'ın mescitlerini ancak, Allah'a ve Ahiret Gününe inanan, namaz kılan, zekat veren ve yalnız Allah'tan korkan kimseler onarır. İşte onlar doğru yolda bulunanlardan olabilirler." (Tevbe: 9/18)

Buhari, Taberi ve başkaları:

"İlahlarınızı sakın bırakmayın, Vedd, Suva', Yeğus, Yeuk ve Nasr'dan asla vazgeçmeyin" dediler." (Nuh: 71/23) ayetiyle ilgili olarak şöyle demişlerdir:

"Bu isimler, Nuh'un Aleyhisselam kavminden bazı salih kimselerin adlarıdır. Bunlar ölünce, insanlar bunların kabirleri üzerinde ibadet eder oldular. Aradan uzun zaman geçince de, onların timsallerini put edindiler." (Buhari Nuh Suresi Tefsiri: 40.)

Kabirler üzerinde ibadet etmek, el-yüz sürerek onları meshetmek, öpmek, oralarda dua etmek şirkin temelini oluşturmuş, putperestliğin aslını meydana getirmiştir.

Bu bakımdan İslam alimleri; Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in, başka bir peygamberin veya salihlerden birinin kabrini ziyaret ederken, bunların meshedilmemesinde, öpülmemesinde ittifak etmişlerdir. Dinde onların öpülmesini meşru kılan bir esas yoktur. Sadece Hacerü'l-Esved öpülür.

Ömer b. Hattab RadıyAllahu Anhu şöyle demiştir:

"VAllahi, senin zarar ve fayda vermeyen bir taş olduğunu kesin olarak biliyorum. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in öptüğünü görmeseydim, seni öpmezdim." (Buhari Hacc: 60, Müslim Hacc: 249-251, Nesai Menasik: 148, Muvatta Hacc: 115, Müsned: 1/21, 26, 34, 35, 39, 46, 51; 53, 54, Tirmizi Hacc: 37, İbni Mace Menasik: 27.)
İşte bu bakımdan, Hacerü'l-Esved'i izleyen ve beytin iki rüknü olan yerlerin öpülmesi ve istilamı sünnet olarak görülmüştür.

Bu açıdan Beytullah'ın duvarları, Makam-ı İbrahim, Kudüs'teki kaya ve salih bir kimsenin kabri de öpülmez.


Şeyhülislam İbni Teymiyye Rahimehullah, Bekri'nin daha önce geçen bir sözünü cevaplarken der ki:

"Yalnızca Allah'ın yapmaya kadir olduğu şeylerden birisini medet umarak veya sebep edinerek yaratılmışlardan isteyen kimdir?

Peygamber veya bir başkası olsun, ölü ya da gaib olan bir beşerden medet bekleyen, bunun rızık kazanılmasına yardımcı olduğuna, hidayete ve sadece Allah-u Teâlâ'nın kadir olduğu bir şeye kadir olduğuna inanan kimdir?

Bütün bunların meşruluğunu kabul edip emreden kimdir?

Peygamberlerden, sahabeden ve tabiinden kim bunları yapmıştır?


Bu husus iki şekilde ele alınmalıdır:

Birincisi: Bütün bunlar ancak Allah'ın elindedir, O'ndan başkası bunlara asla kadir değildir.

İkincisi: Bu sebepler meşrudur, yapılması haram değildir. Çünkü bu, kevni olan her sebebin alınıp verilmesi, teatisi caiz değildir... diye devam, eder ve der ki:

"İşte bu müşriklerin sapıklıklarının ortaya çıktığı bir durumdur. İster yaratma ister emir açısından olsun bu böyledir. Onlar:

"Allah, yarattığı kulları için ölüden veya gaibten istekte bulunmayı, medet beklemeyi meşru kılmıştır. Bu, o kimsenin kabri başında olsun ya da olmasın, caizdir." diye bir hüküm bildirilmesini istiyorlar.
Biz ise şunu söylemekteyiz:

"Peygamber olsun veya olmasın herhangi bir ölü veya gaibten istekte bulunmak, tüm müçtehit imamlarca reddedilmiştir ve haramdır. Bunlar İslam dininde bilinmesi zorunlu olan gerçeklerdir.

Ne Allah ve Rasulü bunu emretmişler, ne de ashab veya tabiinden biri böyle bir iş yapmıştır.

Müçtehit imamlardan herhangi biri de böyle bir şeyin müstahaplığından söz etmemiştir.

Onlardan hiçbirisi başlarına bir sıkıntı, bir bela geldiğinde veya bir ihtiyaçları olduğunda ölülere veya gaiblere:

"Ey falan efendi! Ben sana muhtacım"

ya da:

"Benim ihtiyacımı gider" diye dua etmemişlerdir.

Sahabelerden hiçbirisi, ölümünden sonra Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem'den ya da başka bir peygamberden yardım istememişler, onların kabirlerinin yanında böyle bir şey yapmamışlardır.

Onlardan uzakta oldukları bir zamanda da böyle bir girişimleri olmamıştır.

Aksine asla bir mahluku, Allah-u Teâlâ'nın yanında bir yetki sahibi kabul ederek onlara yemin etmemişler, peygamberlerin veya başkalarının kabirleri yanında, onlardan istekte bulunmamışlar ve oralarda namaz kılmamışlardır.

İmam Malik ve başka alimler;

bir kimsenin Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in kabri yanında kendisi için dua etmesini bid'at kabul etmişler ve buna seleften kimsenin böyle bir şey yapmadığını delil getirmişlerdir."


"O kabir, meşhur bir kabirdir, (orada yatan) bilinen biridir.",

"O tecrübe edilip denenmiştir.",

"Falancanın kabri yanında dua edilir." şeklindeki sözler ve kimi şeyhlerin:

"Eğer bir ihtiyacın olursa, benden yardım iste" ya da;

"Kabrimin yanma gelip benden yardım iste" gibi sözleri, son devirde ortaya çıkan sözlerdir.

Bütün bunlar, o altın çağın ardından gelen bid'at ve uydurmalardır.

Nitekim kabirler üzerine yapılan mescit ve ziyaretgahlar, buralara yapılan seferler tümüyle sonradan uydurulan şeyler olup, bid'attir. Bunların hiçbirisi üç altın devir olan, Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve ashabı, tabiin, tebei tabiin devirlerinde olmayan şeylerdir.

Nitekim Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ölmeden beş gün önce şöyle buyurmuşlardır:

"Sizden öncekiler kabirleri mescit ediniyorlardı. Kabirleri mescit edinmeyin. Sizi böyle bir şeyden menediyorum."

(Buhari Salat: 48-52, Teheccüd: 37, Cenaiz: 62, 96, Enbiya: 50, Meğazi: 83, Müslim Mesacid: 19-23, Ebu Davud Cenaiz: 72-73, Nesai Mesacid: 13, Cenaiz: 104-106, İbni Mace Cenaiz: 49, Tirmizi Salat: 121, Cenaiz: 61, Darimi Salat: 120, Muvatta Medine: 17, Müsned: 1/218, 229, 287, 324, 337, 2/260, 284, 285, 337, 356, 366, 454, 518, 5/184, 186, 204, 6/34, 80, 121, 146, 229, 252,255, 274, ve 275.)

Yine Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem:

"Allah Yahudi ve hristiyanlara lanet etsin. Peygamberlerinin kabirlerini mescit (ibadet edilen yer) haline getirdiler." buyurarak, onların yaptıkları bu kötü işler konusunda uyarıda bulunuyordu. (Buhari, Enbiya: 50, Müslim, Mesacid: 22, Nesai, Mesacid: 13, Darimi, Salat: 120, Ahmed: 6/220, 275.)

Hz. Aişe RadıyAllahu Anha diyor ki:

"Eğer bu yasak olmasaydı, kesinlikle Rasulullah'ın kabri yükseltilirdi. Ancak, onun mescit edinilmesini hoş görmedi

(Buhari Salat: 48-52, Teheccüd: 37, Cenaiz: 62, 96, Enbiya: 50, Meğazi: 83, Müslim Mesacid: 19-23, Ebu Davud Cenaiz: 72-73, Nesai Mesacid: 13, Cenaiz: 104-106, İbni Mace Cenaiz: 49, Tirmizi Salat: 121, Cenaiz: 61, Darimi Salat: 120, Muvatta Medine: 17, Müsned: 1/218, 229, 287, 324, 337, 2/260, 284, 285, 337, 356, 366, 454, 518, 5/184, 186, 204, 6/34, 80, 121, 146, 229, 252,255, 274, ve 275.)

Daha önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi;

Ömer RadıyAllahu Anhu döneminde kuraklık olduğunda, sahabeler Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in amcası Abbas'ı vesile edinerek yağmur duasına çıkmışlar, ve Ömer RadıyAllahu Anhu şöyle dua etmişti:

"Allah'ım! Biz kuraklık çektiğimizde, nebimizle birlikte yağmur duasına çıkar, onu vesile edinirdik de bize yağmur verirdin. (Şu anda) Biz sana nebimizin amcasını vesile ediyoruz. Bizi sula (bize yağmur ver)." (Buhari, İstiska: 3, Fadailü Eshabi'n-Nebi: 11.)

Görüldüğü gibi onlar Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in kabrine gitmemişler, bir ölüyü veya gaibi değil de, o anda hayatta olan Abbas RadıyAllahu Anhu'yu vesile edinmişlerdi. Onların Abbas'ı vesile edinmeleri, onun duasını vesile edinmeleri şeklindeydi. Tıpkı imam ve cemaat ilişkisinde olduğu gibi. Tabii ki bu olay, onun ölümünden sonra devam etmemiştir.

Ancak, ölmüş bir peygamber veya salihlerden biri hakkında:

"Allah'ım! Ben falanca aşkına, falancanın hürmetine istiyorum" tarzındaki yakarmalara gelince;

Böyle bir şey ne Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, ne ashab ve ne de tabiinden rivayet edilmemiştir.

Bir çok alimin, delilleriyle beraber bildirdiklerine göre, böyle bir şey caiz değildir. Nasıl olur da, birileri kalkıp ölmüş birisine:

"Ben senden yardım istiyorum, senden ecir bekliyorum, sensin beni kurtaracak, Allah'tan benim için iste" gibi sözler söyleyebilir?


Artık bütün bunların meşru sebepler olmadıkları ve kendilerinden yardım istenenlerin herhangi bir etkilerinin bulunmadığı ortaya çıkmış bulunuyor. Diyelim ki bunların bir etkisi olsun. Peki, ya doğru ve uygun bir etkileri yoksa ne olacak?

Bilindiği gibi bazı kimseler uzakta olan birilerinden, bir ölüden veya şeytanların kendisi için vesvese verdikleri birilerinden medet beklerler. Çoğu zaman şeytan, kendisini uzaktaki kişinin kılığında göstererek bu adamla konuşur ya da onun bazı isteklerini yerine getirir. Tıpkı putların şeytanlarının yaptıkları gibi...


Gerçekte hiçbir peygamber ve salih kişiye hayatlarında ibadet edilmemiştir. Böyle bir şey kesin olarak yasaklandığı için peygamber ya da salih kimseler hayatlarında böyle bir duruma meydan vermemişlerdir.

Fakat ölümlerinden sonra, böyle bir imkan olmadığı için, onların kabirleri ibadet edilen putlar haline getirilmiştir. İşte bu yüzden Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

"Kabrimi bayram yeri haline getirmeyin."

"Allah'ım! Kabrimi ibadet edilen bir put haline getirme."


Seleften bir çokları da:

"Sakın ilahlarınızı bırakmayın, Vedd, Suva', Yeğus, Yeuk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin" dediler." (Nuh: 71/23) ayetiyle ilgili olarak şöyle demişlerdir:

"Ayette sözü geçen kimseler, Nuh Aleyhisselam'ın kavminden salih kimselerdir.

Bunların ölümlerinden sonra, kabirlerinin başında toplanmaya başladılar. Daha sonra bunların timsallerini (heykelleri) yaptılar. Aradan zaman geçtikçe de, onlara ibadet etmeye başladılar.

İşte bu yüzden, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, peygamberlerin ve salihlerin kabirlerini mescit edinenlere lanet etmiştir."

Zübeyr, bazı kimselerin Makam-ı İbrahim'e yüz-göz sürdüklerini görmüş ve onlara şöyle demiştir:

"Siz bununla emrolunmadınız. Siz Makam-ı İbrahim'in yanında namaz kılmakla emrolundunuz." (İbn Ebi Şeybe)

Katade:

"Kabe'yi, insanlar için toplanma ve güven yeri kılmıştık. 'İbrahim'in makamını namaz yeri edinin. Evimi, ziyaret edenler, kendini ibadete verenler, rüku ve secde edenler için temiz tutun' diye İbrahim ve İsmail'e ahd verdik." (Bakara: 2/125) ayetiyle ilgili olarak şöyle demiştir:

"Orada namaz kılmakla emrolunmuşlardır, yüz-göz sürmekle değil." (Abd b. Humeyd, İbni Cerir ve İbni Münzir)


Bu ümmet de önceki ümmetler gibi bazı şeyleri kendilerine külfet haline getirdiler.

Eğer itirazcı, Şeyhülislamın sözünü delil getiriyorsa, işte bu, onun sözünün yalanlayan açık bir delildir.

Alimlerin Şeyh'in sözü gibi bir çok sözleri vardır, bunların tümünü anlatacak olursak cevap uzar.
 
S Çevrimdışı

soru işareti

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Peygamberin evi bugünkü haliyle bir put değil midir? Benim bildiğim peygamberimiz yerden yüksek mezarların düzlenmesini emretmiştir ancak peygamberin evi-mezarı bugünkü haliyle yapı olarak Kabe'yi geçmiş durumdadır. Bu puthaneye döndürülmüş yapıların putlaştırılmış kısımlarının yıkılması gerekmiyor mu?
 
Muhammed Yusuf Çevrimdışı

Muhammed Yusuf

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Peygamberin evi bugünkü haliyle bir put değil midir? Benim bildiğim peygamberimiz yerden yüksek mezarların düzlenmesini emretmiştir ancak peygamberin evi-mezarı bugünkü haliyle yapı olarak Kabe'yi geçmiş durumdadır. Bu puthaneye döndürülmüş yapıların putlaştırılmış kısımlarının yıkılması gerekmiyor mu?

kardeşim bazı şeyleri karıştırıyorsun peygamber efendimiz hz.Aişe'nin evinde vefat etmiştir ve peygamberler vefat ettikleri yerlere defnedilirler yani demek istediğin gibi bi türbe durumu yok aslında benim bildiğim böyle selametle...
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt