Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Kabirperestlere Reddiye.!

A Çevrimdışı

Al Makdisi

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Yazan; İmam eş-Şevkanî
Tercüme; Harun Yıldırım
Tahkik we Tahric; Al Makdisi

Şunu bil ki, Müslümanlar arasında şu bidattir veya bidat değildir, mekruhtur veya değildir, haramdır veya haram değildir veyahut başka konularda görüş ayrılığı meydana geldiğinde, sahâbe zamanından günümüze kadar (selef ve halef) –ki bu Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem'in peygamber olarak gönderilişinden beri 13 asırdır- müçtehid âlimler arasında dînî meselelerin herhangi birisinde, görüş ayrılığı meydana geldiğinde yapılması gereken; meseleyi Allah Subhânehû’nun Kitabına ve Rasûlü sallAllahu aleyhi ve sellem'in Sünnetine döndürmek olduğunda Müslümanlar ittifak etmiştir.

Allah Teâlâ Kitabında şöyle buyuruyor:

“Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah’a ve Rasûlüne döndürün.” [1]


Allah Subhânehû’ya döndürmenin manası; Kitabına döndürmek demektir. Rasûlü sallAllahu aleyhi ve sellem'e döndürmenin manası ise; vefatından sonra Sünnetine döndürmek demektir. Bunda Müslümanların tamamının arasında ayrılık yoktur. Şayet müctehidlerden birisi “bu helaldir”, diğeri de “bu haramdır” derse, o ikisinden biri diğerine nazaran, ondan daha çok ilim sahibi veya yaşça ondan daha büyük veya da ondan daha önceki asırlarda yaşamış olsa bile hakka daha uygun değildir. Çünkü o ikisinden her biri Allah’ın kullarından bir ferttir ve temiz Şeriatına, Allah’ın Kitabı ve Rasûlü sallAllahu aleyhi ve sellem'in Sünnetine göre kendini ibadete adayandır. Ondan istenen, Allah’ın diğer kullarından istediğidir. Onun ilminin çokluğu, ictihad derecesine ulaşması veya o dereceyi aşması, Allah Teâlâ'nın diğer kullarına mesul kıldığı Şeriatından muaf tutmadığı gibi kullarının mükellef olduklarının hepsinden dışarı da çıkarmaz. Bilakis âlim, ilminin her artışında sorumluluğu diğerlerine nazaran daha çok artar. Böyle olmasa bile, Allah’ın onun üzerine, insanlar açık-lamasını zorunlu kılması, anlatmayla (tebliğle) görevlendirmesi ve Allah’ın kullarına koyduğu kanunlarını izahıyla sorumlu kılması yeterlidir.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“(Bir zamanlar) Allah, kendilerine kitap verilenlerden “onu mutlaka açıklayacaksınız; onu asla gizlemeyeceksiniz” diye söz almıştık.” [2]


“İndirdiğimiz apaçık delilleri ve irşad yollarını Kitab’ta insanlara açıklamamızdan sonra gizleyenler… İşte onlara, hem Allah lânet eder, hem de lânet edebilecekler lânet ederler.” [3]


Allah’ın az bir ilimle rızıklandırdığı birisi olmasa bile, insanlara açıklamakla mükellef olması, sorumluluk dairesinden çıkmayan ve zikrettiğimiz âlimlerden olması için yeterlidir. Bilakis, bildikleriyle sorumluluğunu artırır. Günâh işlediklerinde ise, onların günâhları, bir cahilin günahından daha şiddetli ve caza olarak da daha çoktur.

Tıpkı Allah Subhânehû’nun cehâletle kötülük işleyen ile ilimle amel edeni anlatması gibi. Yine birçok âyette, Allah’ın Şeriatına muhalif davranmaya cüret eden Kitabı bilmeleri ve onu okutmalarıyla beraber Allah’ın Şeriatına muhalif davranmaya cüret eden Yahudileri anlatması gibi. Allah onları birçok yerde yermiş ve onları şiddetli bir azarlama ile azarlamıştır.

Sahih bir hadiste Allah Rasûlü sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Cehennemde ilk yakılacak olan, insanlara emreden ama kendisi yapmayan, onları yasaklayan ama kendisi terk etmeyen âlimdir.”


Bütün bunlar bilinen bir iştir. İlim, onun çokluğu ve ilim sahibinin meşhur olması, şer’î sorumlulukları ondan düşürmediği gibi, bilakis işini daha da zorlaştırır. Câhilin muhatap olmadığı işlerle muhatap olur, câhilin mükellef tutulmadığıyla mükellef tutulur ve günâhı daha şiddetli, cezası da daha büyük olur. Bu ise Şeriat ilminde en az ilme sahip olanın bile inkâr etmeyeceği bir olaydır. Bu konudaki âyet ve hadisleri toplasak pek çok kitap olurdu. Bu araştırmada ki gayemiz bu değil. Bilakis bundan hedefimiz ve kastımız, Kitab ve Sünnet’te âlim, şer’î sorumlulukta ve kullukta câhil gibidir. Bununla birlikte sana bu iki sınıf arasındaki farklılığı açıklamıştık: Alim sınıfı ve cahil sınıfı, bir çok sorumlulukta, cahilin üzerine gerekli olmayan âlimin ayrıcalıkları.

Âlim veya müctehid hata ederse hiç kimsenin hatasında ona uyması caiz değildir. Bilakis Kitab ve Sünnet’in delalet ettiği hakka dönmesi gerekir.

Bununla belirlemiş olduk ki; ihtilaf eden (ayrılığa düşen) alimlerden birinin veya onlara tabi olanlardan ve onları taklid edenlerden birinin: Hakk falanın değil, filanındır, falanın dediği filanın dediğinden hakka daha uygundur, diyemez. Bilakis onun üzerine gereken (vacib olan) -kendisinde anlayış, ilim ve temyiz olanın- ihtilaf ettikleri meseleyi Allah’ın Kitabına ve Rasûlü sallAllahu aleyhi ve sellem'in Sünnetine döndürmesi gerekir. Her kimin Kitab ve Sünnet’ten delili varsa, hak onunla beraberdir ve hakka daha uygun olanda odur. Her kiminde Kitab ve Sünnet’teki delili lehine değil de aleyhineyse, o hatalıdır. Bu hatasından dolayı, onun üzerine bir günâh yoktur. Şayet ictihadın hakkını tam olarak vermişse. Bilakis o, özrü bağışlanabilir ve bununla beraber ecir alır.

Sahih bir hadiste sabit olduğu gibi Allah Rasûlü sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Bir müctehid ictihad eder, bu ictihadında da isabet ederse ona iki ecir vardır. İctihad eder ve bu ictihadında da hata ederse ona bir ecir vardır.” [4]


Hata işleyene ecir olması ona yeter. Fakat bu, ancak müctehidin kendisi hata ederse mümkündür. Bununla birlikte ondan başkası için, onun hatasına tâbi olması câiz değildir, onun özrü gibi bağışlanmaz ve onun ecri gibi de ecir almaz. Bilakis, mükelleflerden ondan başkasının üzerine vacip olan hatada onu taklidi terk etmesi ve Kitab ve Sünnet’in işaret ettiği hakka dönmesidir. İlim ehli, ihtilaf ettiklerinde meseleyi Kitab ve Sünnet’e döndürürlerse kimin yanında Kitab ve Sünnet’ten delil varsa o, hakka isabet etmiş ve onunla uygun düşmüştür. Bu bir kişi bile olsa. Yanında Kitab ve Sünnet’ten delili olmayan ise hakka isabet etmemiş, aksine hata etmiştir. Bunlar birçok kişi de olsa. Ne âlimin, ne öğrenenin ve ne de anlamayanın -ihmalkâr olsa bile- “Hak; Kitab ve Sünnet’ten delil, başkasının elinde olsa bile, âlimlerden taklit edilenin elindedir” diyemez. Muhakkak ki bu büyük bir cehalet, şiddetli bir taassup (körü körüne taklit) ve topluca insaf (adalet) dâiresinden çıkmaktır. Çünkü hak, insanlarla bilinmez. Bunun aksine insanlar hakla bilinirler. Müctehid âlimlerden ve araştırmacı imamlardan hiçbiri mâsum (hatadan berî) değildir. Masum olmayan bir kişi, doğruyu bulabileceği gibi hata da edebilir. Bazen doğruda isabet eder, bazen de hata eder. Hatalarından doğruyu ortaya çıkarmak ise Kitab ve Sünnet’ten delile dönmekle mümkündür. Şayet onun görüşü Kitab ve Sünnet’e uygunsa o, doğruyu bulmuş (isabet etmiş), muhalefet etmişse o, hatalıdır.

Bu anlattıklarımızın tümünde büyüğü-küçüğü, önceki ve sonraki Müslümanlar arasında hiçbir ayrılık yoktur. Bunu ilimde en az ve irfanda en düşük nasibi olan bunu bilir. Her kim bunu anlamaz ise, bunu itiraf etsin, kendini suçlasın ve şunu bilsin ki, muhakkak ki o, anlayışının ulaşamadığı ve gücünün yetmediği şeylere girmesi ve yapması ona yakışmaz iken korkusuzca nefsine karşı suç işlemiştir. Onun üzerine düşen kalemini dilini tutup, ilim talebiyle meşgul olmaktır.

Yine Kitab ve Sünnet’in marifesine, manalarını anlamasına ve ikisi arasındaki delaletleri ayırmasına ulaştıran ictihad ilimlerinin talebine kendini adaması gerekir. Kendisinde, sahihiyle zayıfını ve kabul olunanla reddolunanı ayırt edinceye kadar, Sünnet ve ilimlerinin bahsiyle çalışmalı ve onların sözleriyle istediğine ve doğru yola ulaşana kadar, bu ümmetin Selefine ve sonraki büyük imamların sözlerine bakmak zorundadır. Şayet bunu yapmaz ve daha önceki anlattıklarımızla iştigal olmazsa (uğraşmazsa) bu ilimleri öğrenmeden önce elinden kaçırdıklarına büyük bir pişmanlıkla pişmanlık duyar. Kendisini ilgilendirmeyen ve bilmediği meselelerde susması temenni olunur.

Bizi şu sözüyle edeplendiren Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in sözü ne kadar da güzeldir:

“Allah, hayır söyleyen yahut da susan kuluna rahmet etsin.”


Bu kişi; âlimlere taassupla nefsini uğraştıran ve Allah’ın muhakkak olması gereken (ilimlerde kalbini açmadığı) bir kimsenin ilimde konuşması, bilmediği bir şeyde tashihe (düzeltmeye) gitmeyen ve birisine, “sen hata ettin demesine” engel olan, gerçek bir anlayışla anlamayan ve ne hayır söyleyen ne de susan, Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in irşâd ettiği edeple edeplenmeyendir.

O halde bütün bu zikrettiklerimizle Allah’ın Kitabına ve Rasûlü sallAllahu aleyhi ve sellem'in Sünnetine dönmenin vucûbiyeti, Allah’ın Kitabı ve bütün Müslümanların icmasıyla senin için sabit oldu. Yine insanlardan her kim, âlimlerin, meselelerden birinde, ihtilafları anında âlimlerden hata edenin, bu yoldan başkasıyla bilineceğini iddia ederse o, Allah’ın Kitabına ve bütün Müslümanların icmasına aykırı davranmıştır. Gel gör ki; -Allah sana doğru yolunu göstersin- bu batıl iddiasıyla nefsine hangi suç ile suç işledi ve bu büyük hata ile hangi musibette vuku buldu. Ve kendisine fayda getirmeyen konuşma, onu hangi büyük sıkıntıya sürükledi.

İşte ben burada, kimin elinde hak var, kimin elinde de gayrisi var, ta ki bunu gerçek bir hak ile bilene kadar ve doğruyu bulanı hatalıdan ayırmak için Allah’ın Kitabına ve Rasûlü sallAllahu aleyhi ve sellem'in Sünnetine döndürmenin keyfiyetini, ilim ehli arasındaki zikrettiğimiz ihtilaftan (ayrılıktan) birini bir misal ile açıklayacağım. Şayet bir şey için misaller verilir ve şekil tasavvur edilirse irfanda hazzı ve ilimde nasibi olmayanı bir tarafa bırak hatta sahih bir anlayışı ve selim bir aklı olan birisine gizli kalmaz ve güzel bir açıklıkla ortaya çıkar.

Bu mesele -misal olarak zikrettiğimiz ve izah olarak yazdırdığımız- ki özellikle bu günlerde asrımız ve belde ehlimizin dilinden düşürmediği, bazı sebeplerle gizli kalmamaktadır.

O mesele ise: “Tıpkı insanların mescidlerin üzerine bina yapmaları ve kabirlerin üzerine kubbeler yapmaları gibi kabirlerin yükseltilmesi ve üzerlerine binalar kurulmasıdır”

Biz deriz ki: Şunu bil ki, sahabeden -Allah onlardan razı olsun- bu yana öncekiler, sonrakiler ve günümüze kadar ki insanlar, kabirlerin yükseltilmesi, üzerine bina kurulması, Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in yasakladığı ve şiddetli tehdidin olduğu beyanında geleceği gibi bidatlerden bir bidat olduğuna ittifak etmişlerdir. Buna Müslümanlardan hiçbiri muhalefet etmemiştir. Fakat imam Yahya İbn Hamza’nın bir yazısında seçkin insanların kabirlerinin üzerine meşhet ve kubbe yapılmasının sakıncası olmadığını belirtmiştir. Bunu ondan başkası söylememiş ve ondan başkasından da rivâyet olunmamıştır. Zeydiyye’den, fıkıh kitaplarında müelliflerden bunu zikredenler de, onun sözüne uymuşlar ve onu taklit etmişlerdir. Onun asrında veya ondan sonra yaşayanların ne Ehl-i Beyt’ten ve ne de başkalarından hiç kimsenin bu sözü söylediğini biz bulamadık. “Bahr” kitabının sahibi ki o, Zeydiyye Mezhebinin büyük imamlarından olup, mezheplerinin kendi içlerindeki ayrılıklarında açıklama yeri, kendi aralarında ve başkalarındaki ayrılıklarda kaynak kitaplarındandır. Bununla beraber, müctehidlerin sözlerinin çoğunluğunu ve fıkhî meselelerdeki ihtilafları, bu asırlardaki ve bu diyarlardakilerden, her kim meselelerdeki ayrılıkları ve müctehidlerden olumlu veya olumsuz kişilerin sözlerini öğrenmek isterse, bu kitap bunları içermiş ve kaynak kitap halini almıştır. Bu değerli kitabın sahibi, bu sözü -üstün kişilerin kabirlerinin üzerine kubbeler ve meşhetler konmasının caizliliğini kastediyorum- İmam Yahya’dan başkasına nispet etmemiştir. Kitabında şöyle demektedir: “İmam Yahya’nın meselesi ise; Müslümanların bunu kullanmalarından ve kimsenin de bunu inkâr etmemesinden dolayı kralların ve üstün kişilerin kabirlerinin üzerine kubbeler ve meşhetler konulmasında bir beis yoktur.”

Bu sözden, bunu imam Yahya’dan başkasının söylemediğini öğrenmiş oldun. Yine dayandığı delilinde, inkâr olmaksızın Müslümanların bunu kullanmasını getirdiğini öğrendin. Daha sonra “Bahr” kitabının sahibi, İmam Yahya’nın dayanmış olduğu bu delilini “Ğays” kitabında zikretmiş, onunla yetinmiş ve ondan başkasını da delil olarak getirmemiştir. Bu hilafın İmam Yahya ile sahabe, tabiin, öncekiler, Ehli Beyt, sonrakiler, dört mezhep sahibi ve başkalarıyla, önceki ve sonraki müctehidlerin hepsinden olan âlimler arasında olduğu senin için ortaya çıkmış oldu. İmam Yahya’dan sonra gelen müelliflerden birinin eserlerinde onun sözünü aktarması buna engel teşkil etmez. Bir sözün mücerret bir şekilde hikâyesi, hikâye edenin onu seçtiğine ve o yol üzere gittiğine delalet etmez. İlim ehlinden olan birini, onun bu sözünü söyler ve onun görüşünü tercih ettiğini bulursan; şayet o şahıs İmam Yahya’nın getirdiği delile dayanıp, onun sözünü söyleyen bir müctehid ise, yine buna engel teşkil etmez. Şayet müctehid değilse, ona muvafakat etmesi itibara alınmaz. Çünkü taklit edenlerin değil, müctehid imamların sözüne itibar olunur.

Doğrunun, İmam Yahya’nın mı, yoksa ondan başka ilim ehlinden olanların yanında mı olduğunu öğrenmek istersen, yapman gereken; bu ihtilafı Allah’ın bize döndürülmesini emrettiği yere döndürmektir. O da Allah’ın Kitabı ve Rasûlu sallAllahu aleyhi ve sellem'in Sünnetidir.

Şayet bu döndürmedeki yapılacak şeyi bana açıkla, tâ ki fayda tamamlansın, hak, gayrisinden, bu meselede doğruyu bulan hata eden ortaya çıksın, dersen…

Ben de derim ki: Söyleyeceklerime iyice kulak ver, anlayışını ve zihnini açık tut. İşte ben sana istenilenin keyfiyetini açıklayacağım ve sana beyan edeceğim. Bundan sonra zihnini meşgul edecek bir şüphe ve zihninde bir karışıklık kalmayacak.

Ben derim ki: Allah Subhânehû şöyle buyurur:

“Peygamber size neyi verirse, onu alın; neden sizi nehyederse, ondan da sakının.” [5]


Bu âyette, kulların üzerine, Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in söylediklerini yerine getirmek, onu almak ve Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in nehyettiklerini (yasakladıklarını) bırakmak ve onu terk etmenin zorunluluğu vardır.

Allah Subhânehû ve Teâlâ şöyle buyurur:

“(Ey Muhammed!) De ki: Şayet Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olun ki, Allah’ta sizi sevsin.” [6]


Bu âyette de, kullarından her bir kulun üzerine vâcip olan Allah sevgisinin Allah Rasûlü sallAllahu aleyhi ve sellem'e ittibaya (uymaya) bağlı olduğu vardır. Şayet bu, muteber bir şekilde kulun Rabbine olan sevgisinin bir ölçüsüyse; muhakkak ki o, Allah’ın o kulu sevmesine hak etmesinin bir sebebidir.

Allah Subhânehû şöyle buyurur:

“Her kim Peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” [7]


Bu âyette, Rasûle itaatin Allah’a itaat olduğu vardır.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Her kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte böyleleri (kıyâmet gününde), Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddîkler, şehidler ve sâlihlerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar.” [8]


Allah, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edene mutluluğu uygun görmüştür. Bu mutluluk ise derece olarak kulların en yükseği, menzil olarak da en âlâsı olan bu kullarla beraber olmasıdır.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, O da onu, içinde dâimî kalacağı, (ağaçları) altından ırmaklar akan cennetlere sokar; bu da en büyük kurtuluştur. Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan ve O’nun kanunlarına tecavüz ederse, O’da onu, içinde dâimî kalacağı ateşe sokar. Onun için zelîl edici bir azâb vardır.” [9]


Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kim, Allah’a ve Peygamberine itaat eder ve O’ndan korkar, sakınırsa, işte kurtuluşa erenler de bunlardır.” [10]


Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah’a itaat edin, Rasûlü’ne de itaat edin.” [11]


Allah Teâlâ Rasûlü’ne şöyle demesini buyurmuştur:

“Allah’tan korkun ve bana itaat edin.” [12]


Bu manaya delalet eden âyetlerin hepsi otuzdan fazladır. Bu zikrettiklerimizin tamamından, Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in emrettiklerini ve nehyettiklerini almak ve O’na tâbi olmak, Allah Subhânehû’nun emriyle vâcip olduğu, Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'e olan itaatin Allah’a itaat olduğu, Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'den gelen emrin, Allah’tan gelen bir emir olduğu ortaya çıkar.

Sana, Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'den gelen, kabirlerin yükseltilmesi ve üzerine bina kurulması hakkındaki hadisini, düzlemenin ve yükseltilmiş olanın da yıkılmasının vacipliliğini açıklayacağız. Fakat biz burada alçaltmanın ve düzlemenin hükmüyle alakalı bazı şeylerin zikriyle başlayacağız. Sonra, bu araştırmaya göz geçiren birinin bilmesi amacıyla, İmam Yahya’nın ve ondan başkasının türbeler ve meşhetler meselesinde, istenilenin Allah’ın döndürülmesini emrettiği, Allah Subhânehû’nun Kitabı ve Rasûlü sallAllahu aleyhi ve sellem'in Sünneti olduğunun zikriyle bitireceğiz. Hepsinin zikredilmesini bir tarafa bırakın, hatta bazısının zikri bu meselede yeterli, razı edici ve fayda sağlayıcı olur. Bunun yanında, kabirlerin yükseltilmesinin bu ümmet için büyük bir fitne ve bunun şeytanın apaçık tuzaklarından bir tuzak olduğunu her anlayabilen için açıklayacağız. Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın yüce Kitabında haber verdiği gibi, daha önceki ümmetleri şeytan bununla kandırmıştır. Bunların ilki de Nuh aleyhisselâm'ın kavmidir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Nûh yine demişti ki: “Rabbim! Onlar bana karşı geldiler ve malı ve çocuğu, kendisinin ancak hüsranını artıran kimseye uydular. Büyük büyük tuzaklar kurdular ve dediler ki: Sakın ilâhlarınızı terk etmeyin. Vedd’i, Suva’ı, Yağûs’u, Ya’ûk’u ve Nesr’i bırakmayın.” [13]


Bunlar, Âdemoğullarından Sâlih kimseler idiler. Onlara uyanlar ve taklit edenler, gittikleri yoldan gidenler vardı. Bu kişiler öldüklerinde onları taklit edenler dediler ki: Şayet onların resimlerini çizersek, onları hatırladığımızda bu ibadete olan şevkimizi artırır. Ve onların resimlerini yaptılar. Onlar öldüğünde, başkaları geldi ve İblis onlara gizlice yanaşarak şöyle dedi: Onlara ibadet ediyorlardı (tapıyorlardı), onlarda onlara yağmur indiriyorlardı. Onlar da onlara ibadet ettiler, ardından da Araplar onlara ibadet ettiler. [14] Sahih-i Buhari de İbn Abbas’tan bu şekilde rivâyet olunmuştur. [15]

Seleften bir topluluk şöyle demiştir: “Bunlar, Nûh kavminden bir topluluk idiler. Bu insanlar öldüklerinde kabirleriyle meşgul oldular. Sonra onların resimlerini çizdiler. Sonra da bir zaman geçince onlara taptılar. [16]

Buhari, Muslim ve başka hadis kitaplarında Âişe’den -Allah O'ndan razı olsun- gelen rivâyette şöyle der: Ümmü Seleme -Allah O'ndan razı olsun- Habeşe’de gördüğü bir kiliseyi ve içinde gördüğü resimleri Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'e anlattı. Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Onlar öyle bir topluluktur ki, Salih bir kul Salih bir kişi öldüğünde, kabrinin üzerine mescid kurarlar ve resimlerle içini süslerler. Bunlar Allah katında yaratılmışların en şerlileridirler.” [17]

Allah Teâlâ’nın: ﴾Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ’yı?﴿[18] âyeti hakkında İbn Cerîr şöyle der: "Onun için buğday (ya da arpa) ezerler ve kabirle meşgul olurlardı."


Kabirlerin Üzerine Bina Kurmanın Yasaklanmasının Sünnet-i Mutahhara’dan Delilleri


Sahih-i Muslim’de Cundub İbn Abdullah el-Becelî’den gelen bir rivâyette o şöyle dedi: Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'i vefât etmeden önce şöyle derken işittim: “Beni dinleyin! Sizden öncekiler peygamberlerinin kabirlerini mescidler edinirlerdi. Bana kulak verin! Kabirleri mescidler edinmeyin. Muhakkak ki ben sizi bundan yasaklıyorum.” [19]

Buhari ve Muslim’de Âişe’nin -Allah O'ndan razı olsun- rivâyetinde o, şöyle dedi: Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in vefâtı yaklaşınca, elbisesini yüzünü örtmeye başlar, acıları artmaya başlatınca da yüzünü açardı. O bu hal üzere iken şöyle buyurdu: “Allah’ın lâneti Yahudi ve Hıristiyanların üzerine olsun. Çünkü onlar, peygamberlerinin kabirlerini mescidler edindiler.” [20]

Yahudi ve Hıristiyanların yaptıklarından ümmetini sakındırıyordu. Şayet böyle olmasaydı, onun da kabri yükseltilirdi. Ancak kendisi kabrinin mescid edinilmesinden korkmuştu.

Buhari ve Muslim’de İbn Abbas’tan -Allah O’ndan ve babasından razı olsun- aynısı zikrolunur. [21]

Yine Buhâri ve Muslım’de Ebu Hureyre -Allah O'ndan razı olsun- hadisinde, Allah Rasûlu sallAllahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur: “Allah Yahudi ve Hıristiyanların balâsını versin! Peygamberlerinin kabirlerini mescidler edindiler.” [22]

Buhari ve Muslım’de Âişe -Allah O'ndan razı olsun- hadisinde O şöyle dedi: Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem ölüm yatağında iken şöyle dedi: “Peygamberlerinin kabirlerini mescidler edinen Yahudi ve Hıristiyanlara Allah lânet etsin.” Mescid edinilmesinden korkarak kabrini gösterdi. [23]

İmam Ahmed Musned’inde iyi bir isnadla rivâyet ettiği İbnu Mesud hadisinde Allah Rasûlu sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: "İnsanların en şerlileri, kabirleri mescidler edinen ve hayatta oldukları halde kıyâmet saatini idrâk edenlerdir." [24]

Ahmed ve Sünen Ehlinin rivayet ettikleri Zeyd İbn Sabit hadisinde Allah Rasûlu sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Allah, kabirleri çokça ziyaret eden kadınlara, üzerine mescidler bina edenlere ve oraları ışıklandıranlara lânet etsin.” [25]

Sahihi Muslim ve başka hadis kitaplarında Ebu’l-Hayyac el-Esedî’den gelen rivayette o şöyle dedi: Ali İbn Ebi Talib -Allah O’na rahmet etsin- bana şöyle dedi: “Sözüme kulak ver! Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in beni gönderdiği şeyle seni gönderiyorum. O da, yok edilmemiş hiçbir heykel ve dümdüz edilmemiş yükseltilmiş bir kabri bırakmaman.” [26]

Yine Sahihi Muslim’de Şamâme İbn Şufeyyin’den aynı zikredilmiştir. [27]

Bunda, yükseltilmiş her kabrin, meşru olan miktarın seviyesine ulaşıncaya kadar düzlenmesi gerektiğine büyük bir işaret vardır. Kabirlerin yükseltilmesinden ise; tavanını yükseltmek veya üzerine kubbeler ve mescidler yapmaktır. Muhakkak ki bu şeksiz şüphesiz yasaklardandır. Bunun içindir ki Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem mü’minlerin emiri ‘Ali’yi -Allah O’ndan razı olsun- onların yıkımı için göndermiştir.

İmam Ahmed, Muslim, Ebu Davud ve Tirmizi’nin çıkardıkları, Nesâi ve İbn Hibban’ın sahihledikleri Cabir hadisinde o, şöyle dedi: “Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem- kabri kireçlemeyi, üzerine bina kurmayı ve üzerinde yürümeyi yasakladı.” [28]

Bu hadisi çıkaranlar Muslim hadisinde “ve üzerine yazı yazılmasını” ibaresini ziyade etmişlerdir. Hakim şöyle dedi: “Yazı yazmaktan yasaklayan hadis, Muslim’in şartı üzeredir ve o sahih garibtir.” [29]

Bunda ise, kabirlerin üzerine bina kurmanın ya-saklanmasının beyanı vardır. O, birçok insanların kabirleri bir zir’a (kolun dirsekten orta parmak ucuna kadar olan kısmı) veya daha fazlasını yükseltmeleri gibi, kabir çukurunun yanının üzerine bina yapmaya tam uymaktadır.

Çünkü o, kabrin kendisini mescid yapması mümkün değildir. Bu, kabrin başında ona bitişik olan, yine kabrin yanlarına yakın bina kuranla tam uymaktadır. Tıpkı kubbelerin, mescidlerin ve büyük meşhetlerde kabrin, ortasında veya yanında olması gibi. Muhakkak ki bu kabrin üzerine yapılan binadır. Bu, en aşağı anlayışa sahip birine gizli kalmaz. Şöyle denildiği gibi: Sultan, falanca şehrin veya köyün üzerine surlar bina etti. Yine, falanca, filanca mekanın üzerine mescid inşa etti denilmesi gibi. Bununla beraber, binanın tavanı ancak şehrin, köyün veya o mekânın hemen yanın değil de yan tarafına bina edilmiştir. Binanın kurulduğu yan taraflarla, küçük şehir, küçük köy ve dar mekân veya büyük şehir, büyük köy ve geniş mekânda olduğu gibi ortadan uzak olması arasında bir fark yoktur. Her kim, Arap dilinde bu söylediğimizden alı koyan bir şeyler olduğunu iddia ederse o, ne Arap dilini biliyor, ne kendi dilini anlıyor ve ne de ne dediğini idrak ediyordur.

Bu anlaşıldıktan sonra, kabirlerin yükseltilmesi, üzerine kubbeler, mescidler ve meşhetler konulmasını, Allah Rasûlu sallAllahu aleyhi ve sellem bunu yapanı daha önce geçtiği gibi bazen lânetliyor ve bazen de şöyle buyuruyor: “Peygamberlerinin kabirlerini mescidler edinen topluluğa karşı Allah’ın gadabı şiddetlenmiştir.” [30]

Bu ma’siyeti yapmalarından dolayı Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem Allah’ın gadabının şiddetlenmesi için onların aleyhine dua etmiştir. Bu da Sahih’de sabittir.[31] Bazen de ondan yasaklamıştır.[32] Bazen de onu yıkacak birini görevlendirmiştir.[33] Ve bazen de onun, yahudi ve hristiyanların bir fiili olduğunu bayan etmiştir.[34]

Bazen de şöyle buyurmuştur: “Kabrimi put edinmeyin!”[35]

Bazen de şöyle buyurmuştur: “Kabrimi bayram yeri edinmeyin!”[36]

Yani, orada toplanılan bir mevsim yeri edinmeyin. Tıpkı, kabre tapanların birçoklarının yaptığı gibi.

Ölülerden itikat ettiklerinin kabirlerine belli vakitler tayin edip, kabirlerinin yanında toplanıyor, bazı ibadetler yapıyor ve kendilerini ona adıyorlar. Aynen, onları yaratan, rızk veren, sonra öldüren ve dirilten Allah’a ibadeti terk edip, ne kendisine fayda sağlayabilen ve ne de kendisinden zararı def etmeye güç yetiremeyip, toprak katmanlarının altında olan Allah’ın kullarından bir kula ibadet eden, bu yardım terk edilenlerin fiilleri, insanlardan her biri tarafından bilindiği gibi.

Allah Rasûlu sallAllahu aleyhi ve sellem'in Allah’ın emretmesini söylediği bir sözünde şöyle buyurduğu gibi: “Ben kendime, ne bir fayda ve ne de bir zarar vermeye sâhibim.” [37]

Yarattıklarından, İnsanların Efendisi ve Allah’ın Dostu’nun nasıl kendine ne bir fayda ve ne de bir zarar vermeye sâhip olmadığını söylemesine bir bak! Yine şöyle buyurmuştur Allah’ın Rasûlu Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem: “Ey Muhammed’in kızı Fatıma! Allah’tan sana hiçbir fayda sağlayamam.” [38]

Allah Rasûlu sallAllahu aleyhi ve sellem'in kendi nefsinde, en yakın dostlarında ve kendine en sevgili ge-lenler içinde sözü buysa, masum olarak gönderilmiş peygamberlerden olmayan diğer ölüler için ne söyleni-lebilinir? Bununla beraber, onlardan birinin yanında varılacak yer, o, bu ümmeti Muhammed’in fertlerinden bir ferttir, bu İslam milletinin ehlinden birisidir ve o en âcizidir. Yine kendisine ne bir fayda ve ne de bir zarar vermede en âciz olanıdır.

Tıpkı Allah’ın haber verdiği gibi, O’nunda ümme-tine haber verdiği, kendisine ne bir fayda ve ne de bir zarar vermeye sâhip olmadığını, en yakın akrabalarına bile Allah’tan bir fayda sağlayamayacağını haber verdiği ve bunu insanlara demesini emrettiği Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in âciz kaldığı bir şeyden, nasıl olur da o şahıs âciz olmaz.
Kendi nefsi için bu sözü söyleyen Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem'in ümmetinin fertlerinden bir şahıs, ondan ilim bakımından daha aşağı konumda olan ve-ya irfanda daha az hazzı olan birinin ona fayda veya zarar vermesini istemesi ne kadar da gariptir! Durum ise; muhakkak ki o, onun şeriatına tâbi olan bir ferttir. Senin kulakların -Allah seni doğru yoluna iletsin- kabirlere tapanlarda vuku bulan bu sapıklıktan daha büyük bir sapıklık duydu mu? İnnâ Lillâhi ve İnnâ ileyhi Raciûn.

Bunu güzel bir şekilde “ed-Durrun-Nedid fî ihlasi Kelimetit-Tevhîd” adlı kitabımızda açıkladık. Bu kitap ise insanların elinde mevcuttur.

Cahillerin gâfil olmaları, kabirlerin yüceltilmesi, üzerine kubbeler ve meşhetler konmasının münâsip olduğu görüşüne vararak şirkte vuku bulmaları

Hiç şüphe yok ki, ölüler hakkındaki bu inancın başlamasının en büyük sebebi, şeytanın insanlara kabirlerin yükseltilmesini, üzerine örtüler konmasını, kireçlenmesini, en güzel zînet eşyalarıyla süslenmesini ve en güzel bir şekilde güzelleştirilmesini süslü göstermesidir. Cahil birisi üzerine kubbe inşa edilmiş kabirlerden birini gördüğünde oraya girer ve kabirlerin üzerindeki çok güzel örtüleri, parıldayan lamba ışıklarını ve güzel bir buhurluk-tan güzel bir kokunun yayıldığını görür. Hiç şüphe yok ki, kalbi o kabrin yüceltilmesiyle dolar. (O kabri yüceltme ihtiyacı hisseder. Zihnini orada yatan ölünün menzilesini düşünmekle daraltır. Ve ona hayranlık, saygı ve hürmet göstermeyi hissettirir. İslam’dan yavaş yavaş uzaklaştıran, şeytanın Müslümanlara en büyük tuzağı ve kulların sapıtmalarındaki en şiddetli vesilesi olan şeytânî inançlardan eker ve nihayetinde o, ancak Allah Subhânehû’nun yapabileceği şeyleri kabrin sahibinden talep eder ve bu davranışıyla müşriklerden sayılır yani müşriklerden olur. Bu şirke, daha önce saydığımız sıfatlara bürünen kabri, ilk defaki ziyaretinde ve ilk görüşünde ulaşır. Öyleyse, bu ölünün misali gibi, hayatta olanlardan gelen bu önemli ihtimamın, ancak olmasını istedikleri dünyevî veya uhrevî bir faydadan dolayı olduğunu muhakkak aklına getirmesi gerekir. Benzeri alimlerden gördüklerine nisbeten, o kabrin ziyaretinde, kendini ona adamalı, rukünlarına göre davranmalı ve kendini onun karşısında küçük görmelidir.

Cahillerin mallarını yemek için kabir bekçilerinin hilesi

Muhakkak ki şeytan, Âdemoğullarından olan kardeşlerinden bir guruba, o kabrin başında durup, ziyarete gelenleri aldatmalarını, onlara bu işi fecî göstermelerini, gafillerden olanın doğru bir şekilde anlamayacağı, kendilerinden bazı işler üretmelerini ve bu işleri de ölüye nisbet etmelerini memur kılmıştır.

O ölü için, bazı şeyleri içine alan yalanlar uydurup, bunun adını keramet koyarak insanlar arasında bunu yayar ve meclislerinde insanlarla bir araya geldiklerinde sürekli tekrar ederler. Ölüye karşı hüsnü zanda bulunan birisi bunu kabul edip, bu haberi yayar. Aklı da onlardan gelen yalanları kabul eder. Onu duyduğu gibi başkasına aktararak, toplantılarında onunla konuşur. Cahiller de şirkî itikatta büyük bir felakette vuku bulurlar. O ölüye en güzel mallarını adak olarak adarlar. Onlara yöneldikleri zaman büyük bir hayır ve ecir kazandıkları inancı ile kabir için emlaklarından, kalplerine en sevgili geleni ayırırlar. Bunun büyük bir yakınlaşma, fayda verici bir itaat ve kabul edilen bir iyilik olduğuna inanırlar. Bu maksatlarına da, şeytanın Âdemoğullarından olan, o kabrin başına koyduğu kardeşlerinin sayesinde ulaşır. Onların, o fiilleri yapmalarının, o korkutmalarla insanları ürkütmelerinin ve o yalanlarla yalan söylemelerinin sebebi, düzgün konuşamayan ve anlamayan avamın dünyalıklarından (mallarından) bir şeyler elde etmek içindir. Bu lânetlenmiş vasıta ve iblîsî vesîleyle kabirler üzerine kurulmuş vakıflar çoğaldı ve büyük bir adede ulaştı. Hatta meşhurlar üzerine vakfedilenler aşırılıklara vardı. Onlardan, vakfedilenler bir araya getirilse Müslüman köylerinden büyük bir köy ehline yeterdi. Şayet o batıl olan vakıflar satılsaydı Allah onunla fakirlerden büyük bir topluluğu zenginleştirirdi. Hepsi de Allah’a ma’siyette yapılan adaktır.

Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Allah’a ma’siyette adak yoktur.” [39]

O yine Allah’ın rızası istenmeyen adaktandır. Bununla beraber onun hepsi, onu yapanın Allah’ın gazabına müstehak olduğu adaklardandır. Çünkü bu adaklar, ölüler hakkındaki ulûhiyye itikadında dinde ayakların kayması sonucuna doğurur. Ve bu adak onun en sevdiği mallarından olmasına müsamaha edilmez. Kalbini ona bağlaması ancak şeytanın kalbine o kabre ve sahibine karşı muhabbet, yüceltme ve takdis etmesi ve İslam’a salimen dönemeyeceği itikadında aşırılığa gitmesidir.

Aşırılıktan Allah’a sığınırız.

Hiç şüphe yok ki, şayet onlardan ölünün kabrine yapmış oldukları adaklarını, itaatlerden bir itaate ve ya-kınlaşmalardan bir yakınlaşmaya yapılması istenseydi, bunu yapmazdı, yapamazdı. Şeytanın bunlarla oynamasının nereye ulaştığına bir bak! Ve onları dibi olma-yan bir kuyuya nasıl attığına!

Bu bozulmaların sebebi, kabirlerin yükseltilmesi, üzerine bina dikmek, süslemek ve onu kireçlemektir.

Kabrin yükseltilmesinden kaynaklanan bozulmalardan bir tanesi de, kabrin yanında kurban kesmektir. Bu, sahibinin İslam duvarının arkasına atılmasına ulaştıran bozulmalardan bir tanesidir.

Onlardan birileri ellerinde bulunan en iyi hayvanı ve sahip olduğu büyük baş hayvanlardan en güzelini getirerek o kabrin yanında, kabrin sahibine yakınlaşmak için kurban ederler. Onunla putlardan bir puta tapıyorlar. Çünkü zira put diye isimlendirilen dikili taşlara kurban kesmekle, kabir diye isimlendirilen ölünün yattığı yer arasında bir fark yoktur. Arasındaki farklılık sadece isimlendirmededir ve haktan hiçbir şey ifade etmez. Ne ha-ram kılmaya ve ne de helal kılmaya etkilemez. Her kim içkinin adına ve içmesine başka bir isim takarsa bu, Müslümanların tümü katında ihtilafsız, onun içilmesinin hükmünde hiçbir değişiklik yapmaz. Yani içki içkidir ve haramdır. Bunun adına ne derseniz deyin.

Hiç şüphe yok ki, kurban kesmek kulların Allah’a taptıkları, hediyeler ve kurbanlık hayvanlar gibi ibadet çeşitlerinden bir çeşittir. Onunla kabre yaklaşan ve kabrin yanında kurban kesen kişinin, onu yüceltme, kerameti, hayrı çekme ve şerri kendisinden def etme amacından başka bir şey değildir. Hiç şüphe yok ki bu bir ibadettir. Sana onu duyman şer olarak yeter. Allah’tan başkasında güç ve kudret yoktur. Biz Allah’a âidiz ve yine O’na döndürüleceğiz.

Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “İslam da hayvanı (meşru olmayan amaçlarla) boğazlamak yoktur.” [40]

Abdurrezzak şöyle dedi: “Kabir yanında hayvanı boğazlıyorlardı, yani inek veya koyunu.”

Bunların hepsinden sonra, en açık sonuçla sonuçlanan, en yüksek sesle seslenen, en açık delile işaret eden ve daha açık bir faydayla fayda veren delillerle “Bahr” kitabının, İmam Yahya’dan rivayet ettiği görüşlerin, alimlerin hatalarından bir hata ve müctehidlerin vuku bulabileceği cinsten bir hata olduğu öğrenilmiş oldu. İşte insanoğlu böyledir. Masum ise; Allah’ın masum kıldığıdır. Her âlimin sözü kabul da edilir, red de. Bununla beraber -Allah ona rahmet etsin- insaf olarak imamların en büyüklerinden, en çok hakkı ve doğru yolu arayanlardandır İmam Yahya. Fakat biz, kabirlerin üzerine kubbeler bina edilmesi sözünün başkalarına muhalefet ettiğini gördük. Biz bu ihtilafı Allah’ın bize döndürmemizi emrettiği Kitab ve Sünnet’e döndürdük. Orada daha önce anlattığımız şeylere delalet eden apaçık deliller bulduk. Bu delillerin, bunu yasakladığını, bunu yapana ve ona dua edene lâneti, Allah Teâlâ’nın onlara karşı gazabının şiddetlendiğini, bunun şirke götürdüğünü ve İslam’dan çıkma-ya vesile olduğunu daha önce açıklamıştık.

Şayet imamlardan bazıları veya hepsi İmam Yahya’nın dediği gibi derse bile, sözleri onlara geri iade edilir. Araştırmamızın başında anlattığımız gibi. Bunu söyleyen kişilerden bir tanesi olursa durum nasıl olur!?

Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Bir işte bizim bir emrimiz yoksa o, reddolunur.” [41]

Kabirlerin yükseltilmesi, üzerine kubbeler ve mescidler inşa edilmesi hakkında daha önce öğrendi-ğimiz gibi Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in bir emri yoktur. Öyleyse, bu ameller söyleyene geri iâde edilir. Allah Subhânehû İslam Şeraitini, Kitabına ve Resûlü sallAllahu aleyhi ve sellem'in lisanına indirdiğini insanlar için şeriat yapmıştır. İlimde en yüksek mertebeye ulaşsa bile hiçbir âlim, ko-numu ne olursa olsun Kitab ve Sünnet’e veya bu ikisin-den birine muhalefet edemez. Bununla beraber, ictihad ettikten sonra hatada vukû bulursa, onun için ecir vardır. Ondan başkasının bu hatasında ona tâbi olması câiz değildir. Bunları araştırmamızın başında anlatmıştık.

İmam Yahya’nın kendisine delil olarak getirdiği “Müslümanların bunu yapması ve kimsenin de onu inkâr etmemesi” sözü geçersizdir. Çünkü Müslümanların âlimleri, Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in, bunu yapana lânet olduğu hadisini, her asırda rivâyet etmektedirler. Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in bunun yasaklanmasında ki şeriatını, medreselerinde ve huffazlarının meclislerinde ikrar ediyorlar. Onu, sonraki öncekinden, küçük büyükten, muteallim âlimden ve sahabeden günümüze kadar rivâyet ediyorlar. Hadisçiler musennefatında, müsnedlerinde ve meşhur ana kitaplarında, tefsirciler tefsirlerinde, fıkıh ehli fıkıh kitaplarında, sîre ve haber ehli de sîre kitaplarında bunu zikrettiler. Nasıl olur da, böyle yapanları inkâr etmediler denebilir?!

Onlar her asırda sonra gelenler öncekilerden onu yapanın lânetlendiğini ve yasaklandığını rivayet ederler. Bununla beraber, İslam âlimleri bu fiili inkâra ve şiddetle yasaklanmasına devam etmektedirler.

İbnu Kayyım -Allah ona rahmet etsin- önceki ve sonraki mezhepleri kapsayan İmam Takıyyuddîn’den bütün gurupların, kabirlerin üzerine bina yapmanın yasaklılığını açıkladıklarını nakleder. Sonra şöyle der: “Ahmed, Malik ve Şafiî’nin ashabı bunun haramlılığını açıklamışlardır. Bir gurup bunu kerahiyet olarak isimlendirmişlerdir. Ondan yasakladığına ve yapana lânet ettiğine dâir Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'den tevatür gelen hadislerle, onların bunu câiz gördükleri zannedilmesin diye, hüsnü zanda bulunarak, bunun haram olan kerâhiyete taşınması gerekir.”

Bütün guruplardan açıklamanın nasıl geldiğine bir bak! Bu da, guruplarının ihtilafları üzerine ilim ehlinin icmasına delalet eder. Bundan sonra üç mezhep ehli haramlılığını, bir gurupta kerahiyetini, haram olan kerahiyetini söylemişledir. Bütün bunlardan sonra nasıl olur da: “Kubbeler ve meşhetlerin binasını kimse inkâr etmemiştir” denebilir!?

Sonra bak ki, nasıl olur da üstün (fazîletli) kişilerin kabrinin üzerine kubbeler yapılması diğerlerinden istisna edilir!?

Daha önce geçtiği gibi Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Onlar öyle bir kavimdir ki, onlardan Salih bir kul veya Salih biri öldüğü zaman kabrinin üzerine bina inşa ederler.” [42]

Sonra bu sebepten dolayı onlara lânet etmiştir. Nasıl olur da şiddetle haram kılınmış olan, fazîlet ehlinin kabirleri diğer Müslümanlardan üstün tutulur ve buna izin verilir!? Bununla beraber Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in lânet ettiği ve insanları yapmalarından sakındırdığı Kitab ehli, (Yahudi ve Hıristiyanlar) mescidleri ancak Salihlerinin kabirlerinin üzerine bina etmişlerdir. Sonra, bu Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem, insanlığın efendisi, halifelerin en hayırlısı, peygamberlerin sonuncusu, yarattıkları içerisinde Allah’ın en iyi dostu, kabrini mescid, put veya bayram yeri haline dönüştürülmesini yasaklıyor. O ki, ümmeti için en iyi örnektir. Fazîlet ehli içinde en güzel örnek O’dur. Onlar bunun için bu ümmetin en çok hak edeni ve daha evla olanlarıdır. Nasıl olur da, ümmetlerin bazısının üstünlüğü, inkâr edilmiş bu kabrin üstüne kubbe yapılmasını uygun görebilir? Üstünlüğün aslı ve mercii Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'dir. Hangi üstünlük Allah Resûlü sallAllahu aleyhi ve sellem'in yanında itibar görür? Şayet bu, Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in kabri hakkında haram kılınmış, ondan yasaklanmış, bunu yapan lânetlenmiş ise, ümmetinden başkasının kabri hakkındaki zannın nedir?! Nasıl olur da üstünlük, haramları ve münker fiilleri helal kılar!

Allahım bizleri bağışla!

Hamd, bizleri hakka hidâyet eden ve kendisine uymayı nâsib eden Allah’adır. Allah, Kulu ve Peygamberi Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem'e ve bütün âilesine salât eylesin.


[1] Nisa, 4/59

[2] Âl-i İmran, 3/187

[3] Bakara, 2/159

[4] Buhârî, (İ‘tisâm, 21); Muslim, (1716); Ebû Dâvud, (3574); Tirmizî, (1326); Nesâ’î, (8/224)

[5] Haşr, 59/7

[6] Âl-i İmran, 3/31

[7] Nisa, 4/80

[8] Nisa, 4/69

[9] Nisa, 4/13-14

[10] Nur, 24/52

[11] Nisa, 4/59

[12] Âl-i İmran, 3/50

[13] Nuh, 71/21-23

[14] Taberi, 29/98

[15] Buhari, Sahih, (4920)

[16] İbn Kayyım, İgasetu’l-Lehfan (sy. 188, 189)

[17] Buhari, Sahih (427); Muslim, Sahih (528)

[18] Necm, 53/19

[19] Müslim, Sahih, (532)

[20] Buhari, Sahih, (435-436); Muslim, Sahih, (531)

[21] Bir önceki dipnotta geçen kaynaklara bakınız.

[22] Buhari, Sahih (437); Muslim, Sahih (530)

[23] Buhari, Sahih (1130); Muslim, Sahih (529)

[24] Ahmed, Musned 1/405, 435; Bezzar, (3420); Taberani, (10413)

[25] Hadis Zeyd İbn Sabit’ten değil, İbn ‘Abbas radıyAllahu anh’den rivayet edilmiştir. Bkz: Ahmed (1/229, 287, 324, 337); Ebu Davud (3236); Tirmizi (320, 1056); Nesai (2016); İbn Mace (1574-76) İbn Hibban (789); Hakim (1/376); Beyhaki (4/78), Kadınların kabir ziyaretini yasaklayan diğer hadisler; İbn Mace, (1574, 1575)

[26] Muslim, Sahih, (969); Tirmizi, (1049); Nesai, (2030)

[27] Muslim, Sahih, (968)

[28] Muslim, Sahih, (970); Ebu Davud, (3226), Nesai, (2026); Tirmizi (1052)

[29] Bu ziyadeyi Muslim’de bulamadım.

[30] Malik, Muvatta’, 1/172, 182; Abdurrezzak, (15916); Ahmed, 2/246

[31] Buhari, Sahih, (435, 436, 437, 1130); Muslim, Sahih, (529, 530, 531)

[32] Muslim, Sahih, (532)

[33] Muslim, Sahih, (969); Tirmizi, (1049); Nesai, (2030)

[34] Buhari, Sahih (427); Muslim, Sahih (528)

[35] Bezzar, Musned, 440

[36] Ebu Davud, Sunen, 2042

[37] A’raf, 7/188

[38] Buhârî, Vesâyâ, 11

[39] Tirmizi, (1524); İbn Mace (2124, 2125, 2126); Nasai, (3746)

[40] Ebu Davud, (8222)

[41] Muslim, (1718)

[42] Buhari, Sahih (427); Muslim, Sahih (528)
 
Üst Ana Sayfa Alt