Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Kadının Talak / Boşama Hakkı Var mı?

K Çevrimdışı

Kumtanesi

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Selamun aleykum....

Kardeşlerim benim acizane küçük bir sorum olacaktı yardımcı olabilirseniz sevinirim. Aslında soru bana ait değil dışarda yaşayan bir tanıdığım sormamı,öğrenmemi rica etti.benim aklıma da siz geldiniz...

Şimdi kardeşlerim bu kadın çocukluğundan beri avrupada yaşıyormuş,babası ve ailesi alevi könli olmalarına rağmen aslında babası ateist birisiymiş,...bu hanımı istemediği halde yine alevi olan şimdiki eşi ile zorla evlendirmişler...bu güne kadar yürütmüşler birlikteliklerini..iki de çocukları olmuş...Ama bir gün kadının ruhunda birtakım kıpırtılar başlamış ve islamı,aleviliği sünniliği, araştırmaya başlamış...her iki mezhebinde birbirlerini yanlış kendilerini hak gördüklerini görünce iyice kafası karışmış ama pes etmemiş araştırmaya devam etmiş.ömründe ilk defa kur,anı eline alıp okumaya başlamış ve onu okudukça kafasıındaki bazı karanlık noktalar aydınlanmaya başlamış...en sonunda yıllardır taşıdığı ama hakkında hiçbirşey öğretilmeyen,bilmediği kimliğinin ( alevilik) yanlış olduğuna karar vermiş ve sünni olmayı seçmiş...artık namazını kılıp,gizlenmeden kuranı okuyabilmeyi istiyormuş...eşi uzun zamndan beri çalışmayan karısının maaşı ile geçinen ve işsizlik parası alan , namaz bilmez,içkici ve arada kadına karşı şiddet uygulayan biri imiş...bu hanım eşinden boşanmaya hakkı olup olmadığını öğrenmek istiyor ve mümkünse bu durumla ilgili ayet yada hadis var ise onlarıda öğrenmek istiyor...


bu konuda yardımcı olabilirmisiniz acaba kardeşlerim

selamun aleykum
 
Hafsa binti Ömer Çevrimdışı

Hafsa binti Ömer

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Talâk Yetkisi:
a- Boşama hakkı prensip olarak erkeğindir. Evlilik hayatında yüklendiği sorumluluk ve külfet açısından erkek buna daha lâyık görülmüştür. Ne var ki, talâkın geçerli olabilmesi için erkeğin bazı şartlara sahip olması gerekir. Bunlar, akıl ve bulûğdur. Mükrehin (zorlanan, ölümle tehdit edilen), sarhoşun, medhuşun (öfke halindeki kimse) talâk ehliyetine sahip olup olmadığı, yani bunların talaklarının geçerli olup olmadığı âlimler arasında ihtilâflıdır. Hanefilere göre bunların talakları geçerlidir.

b- Nikâh akdinde şart koşulursa, talâk hakkı kadına veya üçüncü bir şahsa devredilebilir. Talâk hakkının devredilmesine tefvîz; boşama hakkı kendisine devredilen kadına mufavvaza denir. Bu durumda kadın istediği zaman talâk hakkını kullanabilir. Erkek dilerse, boşama hakkını nikâhtan sonra da kadına devredebilir.

Talâkın Çeşitleri: Biçimi ve sonuçları bakımından talâk, çeşitlere ayrılır. Biçiminin Kur'an ve sünnetin belirlediği kurallara uygunluğu açısından talâk sünnî ve bid'î olmak üzere ikiye ayrılır. Sonucunda evlilik hayatına dönüş imkânı tanıyıp tanımaması bakımından da talâkın ric'î ve bâin olmak üzere iki çeşidi vardır.

a- Sünnî Talâk: Sünnî talâk (talâk-ı sünn), Kur'an ve sünnetin talimatına uygun olan boşama biçimidir. Bu talâk biçiminin üç temel şartı vardır. Bunlar eşin hayız halinde bulunmaması, hayızdan temizlendikten sonra cinsî temasın olmaması ve boşanmanın yalnız bir talakla yapılmasıdır. İmam Mâlik, Evzaî, Sevrî ve bir görüşünde İmam Şafiî'ye göre bir temizlik içinde üç defa ve birbirini izleyen üç temizlik içinde üç kere boşamak sünnete aykırı ve bid'attır. Buna göre temizlik durumunda ve cinsi temas olmadan yapılan boşamadan sonra iddet sayılmalı, iddetin bitiminde ikinci boşama yapılmalı, ikinci iddet süresinden sonra da üçüncü boşama ile evlilik sona erdirilmelidir.

Hanefî hukukçular ise bir temizlik süresinde üç defa boşamayı bid'at kabul etmekle birlikte, üç temizlik içinde üç kere boşamayı bid'at değil sünnî boşama sayarlar.

b- Bid'î Talâk: Kadını hayız günlerinde veya temizlik halinde cinsi temastan sonra yahut temizlik halinde birden fazla boşamak sünnete aykırı olduğundan bid'î talâk (talâk-ı bid') adını alır. Bu çeşit boşama dinen haram kılındığı için, bu yola başvuran koca günahkâr olur; buna rağmen boşama geçerlidir, hukukî sonuçlarını doğurur.

Hanefi, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre bid'î talâkla boşama mûteberdir. Ancak, bu yola başvuran kimse İslâm'ın koyduğu kurallara uymadığı için günaha girer. Bu konu, aşağıdaki meselelere benzetilmiş ve kıyas yapılmıştır:

1- Cuma namazı kılmakla yükümlü olan kimseler, cuma saatinde alış veriş yaparlarsa, "Cuma günü namaz için nida olunduğu zaman Allah'ın zikrine (cuma namazına) koşunuz. Alış verişi bırakınız" (62/Cum'a, 9) âyetine muhalefet ettikleri için günahkâr olurlar. Ancak, yaptıkları alış veriş hukuki açıdan geçerlidir; satıcı bedeli, alıcı da satılan malı almaya hak kazanır.

2- Gasbedilen bir tarla üzerinde veya gasbedilen bir elbiseyle namaz kılma halinde, gasbdan dolayı günahkâr olunur. Buna rağmen kılınan namaz geçerlidir.

Diğer yandan, Hz. Ömer'in oğlu hayız halindeki karısını boşamıştı. Hz. Ömer durumu Allah Resulune arzetti. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Ona emret, karısına dönsün. Sonra, onu temizlenip hayız görünceye ve sonra temizleninceye kadar nikâh altında tutsun. Bundan sonra da isterse tutsun, isterse birleşmeden boşasın. İşte Allahu Teâlâ'nın kadınların içinde boşanmasını emrettiği iddet budur" (Buharî, Talâk, Bab 1). Bu hadis-i şerife göre Resulullah (s.a.s) İbn Ömer'e bid'î talâkla boşadığı karısına dönmesini emretmiştir. Boşanan eşe dönmek ise ancak boşamanın gerçekleşmesinden sonra mümkün olabilir. Hatta Buharî'nin bir başka rivayetinde İbn Ömer'in şöyle dediği belirtilir: "Karımı hayız halinde iken boşamam, benim hakkımda bir talâk hesab edildi" (el-Askalanı, Büluğu'l-Meram, Terc. A. Davudoğlu, c. 3, s. 363).

Bazı Şîî ve Mûtezile hukukçularına göre bid'î talâk geçerli değildir. İbn Hazm, İbn Teymiye ve İbn Kayyim de bu görüşe uymuşlardır. Bunlar şu hadise dayanmaktadırlar: "Kim bizim emrimize uymayan bir amel işlerse, bu amel merduddur, makbul değildir" (İbnü'l-Hümam, Fethu'l-Kadir, c. 3, s. 24-25).

c- Ric'î Talâk: Yeni bir nikâh akdi yapılmadan erkeğin eşiyle normal aile hayatına dönmesine imkân veren boşama şekline ric'î talâk denir. Ric'î talâkın başlıca üç şartı vardır. Bunlar;

1- Boşadığı karısıyla daha önceden fiilen evlenmiş, karı-koca hayatı yaşamış bulunmak;

2- Hanefilere göre sarih boşama sözleriyle boşamış olmak ve şiddet, mübalağa ifade eden bir kelime söylememiş olmak;

3- Üçüncü boşama hakkını kullanmamış olmaktır.

Ric'î boşamadan sonra erkek eşine, "Evliliğimizi devam ettirmek istiyorum", "Sana dönüyorum" gibi sözle; eşini öpmesi, şehvetle yaklaşması ya da cinsî temasta bulunması gibi fiillerle geri dönebilir.

d- Bâin Talâk: Yeni bir nikâh akdedilmeden erkeğin normal evlilik hayatına dönüşüne imkân vermeyen boşama şekline bâin talâk denir.

1- İddet süresi içinde evliliğe dönülmeyen ric'î boşama,
2- Nikâhtan sonra, fakat birleşmeden ve halvet-i sahîhadan önce yapılan boşama,
3- Hanefilere göre kinai sözlerle veya mübalağa ve şiddet ifade eden sözle boşama,
4- Kadının isteğiyle bir bedel üzerine anlaşarak boşama (muhâlaa),
5- Hakim kararıyla gerçekleşen boşanma,
6- Üçüncü talâkın kullanıldığı boşama bain talâk sonucunu doğurur. Üçüncü talâkın kullanılması dışındaki boşamalarda kadınla erkeğin ayrılığına beynunet-i sugra (küçük ayrılık) denir. Bu durumda eşler yeni bir nikâh akdiyle evlilik hayatına dönebilirler. Üçüncü talâkın kullanılması durumunda ise eşler birbirinden kesin biçimde ayrılır. Buna, beynunet-i kübra (büyük ayrılık) denir. Beynunet-i kübrada kadın başka bir erkekle gerçek bir evlilik tecrübesi yaşamadan ilk kocasıyla yeniden evlenemez.

Bâin talâkın doğuracağı çeşitli sonuçlar vardır. Buna göre,

1- Evlilik bağı sona erer. Karşılıklı haklar düşer. Sadece iddet süresince kadının koca evinde kalması ve nafakasının koca tarafından sağlanması hakkı devam eder.

2- İddet sırasında kocanın ric'at hakkı yoktur. Ancak üç talâk hakkı kullanılmamışsa, iki tarafın rızâsıyla ve yeni bir mehirle yeniden evlenmeleri mümkündür.

3- Talâk hakkının bir bölümü kullanılmış ve eksilmiş olur. Eğer üçüncü talâk hakkı kullanılmışsa, bu durumda beynûnet-i kübrâ meydana gelir.

4- Müeccel mehrin ödenmesi gerekir .

5- Tevârüse (birbirinden miras almalarına) engel olur.

Talâkta Şâhit Bulundurma: Boşama ile ilgili konulara yer verilen Talâk Suresi'nde, boşamada şâhit bulundurma konusunda, "Kadınlar iddetlerini doldurunca onları ya güzelce evinizde tutun veya onlardan güzelce ayrılın. İçinizden iki adil kimseyi de şahit tutun..." (65Talâk, 2) buyurmaktadır. İmam Buhârî de sünnî talâkı, "Sünnet olan boşama kadını temiz iken, birleşmeden boşamak ve iki de şâhit bulundurmaktır." (Buharî, Talâk, I) şeklinde târif etmiştir.

Bu delillere dayanan İsnâ aşeriye ve İsmâiliye mezhepleri, iki âdil şahit önünde yapılmayan boşanmanın geçerli olmadığı görüşünü benimsemişlerdir. Buna karşılık cumhur, Hz. Peygamber ve sahâbe devrindeki uygulamalara bakarak, "Nasların hükmü âmir (emredici) değildir, şâhitsiz boşama da geçerlidir" demişlerdir. Çağdaş hukukçulardan Muhammed Ebû Zehra, boşamayı güçleştireceği, anormal boşamaları önleyeceği, gerektiğinde isbâtı kolaylaştıracağı gerekçeleriyle, "Eğer bize imkân verilse, boşamanın mûteberliği için şâhitlerin şart olduğu görüşünü tercih ederdik" diyerek anılan görüşün günümüzdeki önemini ifade etmiştir (Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, c. 1, s. 310).

Boşama Mehri: Mehir, evlenirken erkeğin karısına vermesi gereken maddî bir meblağdır. Bu, para, altın, gümüş, ziynet eşyası, ev, tarla, dükkan, mal, mülk vb. olabilir. Aslolan mehrin nikâh esnasında peşin verilmesi iken, kadın kabul ederse mehrinin tamamını veya bir kısmını te'cil edebilir. Yani, kocasının ödeme işlemini sonraya bırakabilir. İsterse, aldığı veya alacağı mehrin tamamını veya bir kısmını kocasına hibe de edebilir. Erkek, karısını boşadığı zaman, daha önce ödememişse mehrini ödemek mecburiyetindedir. Bu mecburiyet, bir nevi geçici boşama olan ric'î talakta değil, boşamanın tamamen kesinleşmiş hali olan bâin talâkta ortaya çıkar, Erkek nikâhlandığı karısını, birleşme (yatma) veya sahih halvetten önce boşarsa, mehrinin yarısını verir. Birleşme veya sahih halvetten sonra boşarsa, mehrin tamamını vermesi gerekir. Birleşme veya sahih halvetten önce, kadının sebep olmasıyla ayrılık vaki olursa, kadının mehir alma hakkı olmaz, yani mehir düşer. Sahih halvet, kimsenin göremeyeceği ve ansızın gelemeyeceği bir yerde nikâhlı çiftlerin baş başa kalmalarıdır. Bu şartlar bulunmaksızın çiftlerin bir arada bulunmasına da fâsid halvet denir. Meselâ, nikâhlı çiftlerin sokakta, insanların içinde, kapı ve penceresi açık evde yan yana gelmeleri gibi.

Nikâh kıyılırken mehir tayin edilmemişse, böyle bir kadını boşayan kocanın mehr-i misil (benzer mehir) ödemesi gerekir. Mehr-i misil, kadının emsaline bakılarak takdir edilen mehirdir. Bu hususta göz önüne alınacak ölçüler, yaş, güzellik, servet, yasadığı çevre, akıl, dindarlık, bekârlık veya dulluk, bilgi, güzel ahlâk, sosyal ve kültürel seviye gibi hallerdir.

Yemin Kasdıyla Talâk: Dil alışkanlığı ile her sözün arasında "vallahi" diyen kimse, yemine niyet etmedikçe sorumlu olamayacağı gibi, aynı şekilde yemine ve boşamaya niyet etmeksizin "şart olsun", "boş olsun" sözlerini kullanan kimse, bu sözleri ile karısını boşamış olmaz (lağv yemini gibi). Fakat bir kimse boşama niyetiyle değil de yemin niyetiyle bu sözleri söyler ve meselâ "şu işi yaparsam veya yapmazsam karım boş olsun" derse, bunun hüküm ve neticesi ne olur mevzuu tartışılmıştır. "Böyle bir yeminin mevzuu gerçekleşmediği takdirde karı boş olur" şeklindeki fetva, sahâbe devrinden sonra ortaya çıktığı için, bid'î talâk sayılabilir.

Yemin niyetiyle kullanılan talâk kelimesinin hükmü mevzuunda üç görüş vardır:

1- Cumhûra göre, bu boşamanın bir şarta bağlanması (ta'lik) kabilindendir şartı gerçekleşince boşama da tahakkuk etmiş olur. Buna delâlet eden naslar ve sahâbe fetvaları vardır.

2- İbn Teymiyye'ye göre yemin niyetiyle söylenen talâk boşanma neticesi doğurmaz; fakat yemin kefareti gerekir.

3- İbnu'l Kayyim'e göre, ne boş olmayı, ne de kefareti gerektirir. Çünkü Hz. Peygamber ve sahâbeden nakledilen rivâyetler yemin kastıyla yapılan ta'lik'e değil, belli bir işin neticesine göre boşama niyetiyle yapılan ta'lik'e aittir. Yemin kastiyle olan ta'lik'in böyle bir netice doğuracağına ait hiçbir nas yoktur. Ayrıca Hz. Ali, Şurayh ve Tavûs "talâk üzerine yemin edip yeminini yerine getiremeyen kimseye bir şey lâzım gelmez" diye fetvâ vermişler; buna muhâlif bir sahâbi de çıkmamıştır.

Muhâlaa: Herhangi bir nedenle evlilik hayatını sürdürmek istemeyen kadının kocasına ödediği bir bedel karşılığında evlilik bağından kurtulmasına muhâlaa denir. Bu boşanma biçiminde kadın istemediği evlilikten kurtulurken, erkek de uğrayabileceği maddi zararı telafi ederek yeniden evlenme imkânını elde etmiş olur.

Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'de, "...Kadınlara vermiş olduğunuz bir şeyi geri almak helâl değildir. Meğer ki karı-koca Allah'ın çizdiği sınırlara riâyet edememekten korkalar. Şayet onların, İlâhî sınırlara riâyet edemeyeceklerinden korkarsanız zevcenin kurtulmak için bir şey vermesinde ikisi için de günah yoktur...” (2/Bakara, 229) buyurarak muhâlaa yoluyla boşanmayı meşrû kılmıştır. Boşamaya ehil olan erkekle boşanmaya ehil olan kadın, aynı zamanda muhâlaaya da ehildir. Cumhûra göre, muhâlaa, kadının isteği üzerine, kocasıyla karşılıklı anlaşmaya bağlıdır ve anlaşma gerçekleşince neticesi de meydana gelir. Buna karşılık Hasan Basrî ile İbn Şîrîn boşanmanın meydana gelmesi için hakimin hükmünü şart koşmuşlardır.

Tefviz-i Talâk: İslâm hukukunda, boşama hakkı prensip olarak kocaya tanınmıştır. Bazı durumlarda kadının talebi üzerine hâkimin de evliliğe son vermesi mümkündür. Mahkemede boşanma sebebi olabilen haller mezhepler arasında ihtilaflı olmakla birlikte, hastalık ve kusur, kocanın nafakayı kesmesi, kayıplık ve hakem yoluna başvurulmuş olması bunlar arasında sayılabilir. Koca, hanımını mahkemeye başvurmadan bizzat boşayabileceği gibi, vekil aracılığı ile de boşayabilir. Yetkili kılınan vekil, hanım da olabilir. Koca boşama yetkisini bizzat eşine vermişse, bu yetki vermeye "tefviz" karısına da "mufavvaza" denir. Böylece tefviz, kocanın boşama yetkisini karısına vermesi, diye belirlenebilir. Bu vekâletten farklı bir tasarruf olup, bundan kocanın rücû etmesi mümkün değildir.

Tefviz-i talâk'ın dayandığı deliller; Kitap ve sünnettir. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur: "Ey Peygamber, zevcelerine de ki: Eğer siz dünya hayatını ve onun ziynet ve ihtişamını arzu ediyorsanız, gelin size boşanma bedellerini vereyim de hepinizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu diliyorsanız şüphe yok ki, Allah, içinizde güzel hareket edenler için büyük bir mükâfat hazırlamıştır." (33/Ahzâb, 28-29). Bu âyetler, Hz. Peygamber'in zevcelerinin onda olmayan bazı zinet ve eşyayı istemeleri üzerine nâzil olmuştur. İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre, karıların dünyayı tercihinden maksat boşanmayı istemeleridir. Bu Ayet inince Allah'ın elçisi, hanımlarını muhayyer bıraktı, dileyen kalır, isteyen de boşanabilirdi. Ancak ayetin hükmü karşısında Hz. Peygamberin pâk zevceleri çok üzülmüş ve hepsi onu tercih etmişlerdir.

Hz. Âîşe (r.a.)'den rivâyete göre, o şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.s) bizi muhayyer bıraktı ve biz Allah'ı ve Resulunü tercih ettik. Bu muhayyerlik bizim aleyhimize bir hüküm meydana getirmedi." Diğer bir rivâyette ise "Rasûlullah bunu bir boşama olarak saymadı" demiştir (Buhârı, IX, 302). Bu hadis, kadın boşama yetkisine sahip olduktan sonra, kocasını değil de kendi nefsini tercih ederse, bunun bir boşama sayılacağına delâlet eder. Koca, karısına boşanma yetkisini, başlangıçta nikâh akdi sırasında verebilir. Kadın, erkeğe, "Bir boşama hakkı elimde olmak üzere seninle evlendim" dese, erkek de "O şekilde seni karılığa kabul ettim" diye kabulde bulununca tefviz gerçekleşir. Evliliğin devamı sırasında da kadına boşanma yetkisi verebilir.

Ancak şunu da belirtelim ki, erkekle kadını, boşanmada eşit duruma getiren tefviz-i talâk hakkı, uygulamada pek az görülmüştür. Müslüman kadın, bilinçlenip diğer haklarına sahip çıkarken tefviz-i talâk hakkını da gözden uzak tutmamalıdır. Bu hakkı evliliğin eşiğindeki gençlerin düşünmesi ve ilerisini görerek sahip çıkması bazı güçlükler doğurabilir. Daha işin başında, bunun evlenecek erkekle pazarlık konusu yapılması, müstakbel eşlerin birbirine güvensizliği anlamına gelebilir. Bu nedenle, konunun genel bir hak olarak ele alınması ve nikâh akdi ile birlikte doğan bir prosedüre bağlanması daha uygudur.

Hâkim Kararıyla Boşanma (Tefrik): İslâm hukukunda boşama, prensip olarak kocanın tek yanlı iradesiyle ve mahkeme kararına gerek olmaksızın meydana gelir. Koca, bizzat boşayabileceği gibi, vekil aracılığı ile de boşanabilir, ya da karısına boşama yetkisi (tefviz) verebilir. Ancak bazı boşanma sebepleri ortaya çıkınca, kadının da mahkemeye başvurarak evliliğe son verdirmesi mümkündür. Evliliğin bu şekilde sona erdirilmesine "tefrik" denir. Bu boşanma sebeplerini dört maddede toplayabiliriz. 1- Hastalık ve kusur, 2- Nafakayı kesmek, 3- Kayıplık, 4- Şiddetli geçimsizlik ve pek fena muâmeleler.

1- Hastalık ve kusur: Evlilik akdi sırasında mevcut olan veya daha sonra meydana gelen bazı hastalık ve kusurlar nedeniyle karının boşama davası açma hakkı vardır. Kocanın mahkemeye başvurmadan evliliğe son verme imkânı her zaman bulunduğu için, bu durumda onun dava açma hakkı söz konusu olmaz. Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf'a göre, kadına boşanma için hâkime başvurma imkânı veren kusurlar beş tanedir. Kocanın iktidarsız (innin) olması, husyelerinin çıkarılmış bulunması, cinsiyet uzvunun kesik olması, onun büyü, sihir vb. etkilere bağlı olması, erkeğin cinsiyetinin erkek mi, kadın mu olduğunun belirli olmaması.

Ancak, bu kusur ve hastalıklar bilinerek evlenilmişse, artık bunlara dayanarak boşama talebinde bulunamayacağı konusunda görüş birliği vardır.

2- Nafakayı kesmek: Bir erkek, hanımının maişetini sağlamakla yükümlüdür. Koca, bunu kendiliğinden sağlarsa mesele kalmaz. Aksi halde kadının başvurusu üzerine hâkim nafakaya hükmeder. Ancak koca fakir olur ve hâkimin hükmettiği nafakayı ödeyecek malı bulunmazsa durum ne olur? Acaba kadın buna dayanarak boşanma davası açabilir mi? Bu konuda iki görüş vardır.

a- Ebû Hanîfe'ye göre, bu sebebe dayanarak hâkimin boşamaya karar vermesi caiz değildir. Kadının sabretmesi, gerekirse kocasının izni ile çalışması ve kocasının nafakayı borçlanması gerekir. Kadın borçlanma yoluyla da nafakayı temin edemezse, kocası ölseydi ona kim nafaka verecek idiyse, ondan alır. Bunlar sonradan kocaya rücu ederler. Delil şu âyettir. "Eğer borçlu darlık içinde ise, o halde ona genişlik vaktine kadar mühlet vermek vardır." (2/Bakara, 280).

b- İmam Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'e göre, kadın bu sebeple boşanma davası açabilir. Delili şu ayettir: "Siz kadınları cayılabilir (ric'ı) talâkla boşadığınız zaman, iddetlerini bitirmeye yakın, onları ya iyilikle tutun veya iyilikle boşayın. Yoksa haklarına tecâvüz için zararlarına olarak tutmayın” (2/Bakara, 231). Bu âyet, nafakası temin edilmeyen kadının zorla nikâh altında tutulamayacağını ifade etmektedir (eş-Şirazî, el-Mühezzeb, I, 174, 175). 1917 tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnâmesi bu konuyu Ebû Hanife'nin görüşüne uygun olarak düzenlemiştir.

 
Hafsa binti Ömer Çevrimdışı

Hafsa binti Ömer

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
3- Kayıplık: Bulunduğu yer ve hayatta olup olmadığı bilinmeyen kimseye "mefkûd" denir. Hayatta olduğu halde evine gelmeyen kimseye de "gâib" denir. Ebû Hanîfe ve Şâfi'ye göre mefkûdun ölümüne hükmetmek için, karısı ve malı için akranlarının hayatı kadar bir süre beklemek gerekir. Böyle bir karar evliliğini de sona erdirir. Gâiblik hâlinde ise, boşanma dâvâsı açma hakkı bulunmaz.

İmam Mâlik ve Ahmed bin Hanbel'e göre hâkim, kocanın yeri bilinmez ve üzerinden bir yıl da geçmiş bulunursa, kadının isteği üzerine evliliğe son verir. Yeri bilinen gâib kocaya ise ihtar eder ve eve dönmesi için makul bir süre tanır. Bu süre geçtiği halde dönmezse evliliğe son verir.

4- Şiddetli geçimsizlik ve kötü muâmele: Koca, eşine karşı iyi davranmaz ve zulme varan muâmelelerde bulunursa, karı hâkime başvurarak boşanma dâvası açabilir mi? Prensip olarak karı, kocanın zulmünü önlemek için her zaman mahkemeye başvurabilir. Hâkim zulmünü önler ve ona karısına iyi muâmele etmesi için nasiatte bulunur. Geçimsizlik her iki eşten olabilir. Mağdur olan eş, hakem yoluna başvurabilir.

Hakem yoluyla boşanma: Anlaşmazlığa düşen kimselerin arasını bulmak üzere görevlendirilen kimseye "hakem" denir. Hakem kararlarının uygulanması genellikle tarafların rızasına bağlıdır. Hâkim kararı ise zorla uygulanır. Hakem muamelatın pek çok konularında söz konusu olabilir. İslâm aile hukukunda daha çok eşlerin birbiriyle anlaşamaması halinde başvurulan bir yoldur.

İslâmda karı-koca birbirine iyi davranmak ve iyi niyet kurallarına uymak zorundadır (4/Nisâ, 19). Geçimsizlik halinde erkeğin karısına öğütte bulunması, onu yatağında bir süre yalnız bırakması veya te'dîpte bulunması hakkı vardır (4/Nisâ, 34). Kocanın eşine iyi davranmaması hâlinde, onun zulmünü önlemek için kadının her zaman mahkemeye başvurma hakkı vardır. Hâkim haksızlığı önler, karısına karşı iyi muâmele etmesini kocaya emreder ve öğütte bulunur. Tekerrür hâlinde hâkim onu cezalandırır. Geçimsizlik kimi zaman her iki eşten kaynaklanabilir. Mağdur olan eş hâkime başvurarak hakem yolu ile ara bulma veya boşanma isteğinde bulunabilir.

Hakem tâyini ile ilgili âyette şöyle buyurulur: "Eğer karı ile kocanın aralarının açılmasından korkarsınız, o vakit kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar, barıştırmak isterlerse, Allah aralarındaki dargınlık yerine geçime, onları uyuşmaya muvaffak buyurur" (4/Nisâ, 35). Bu âyette hitap hâkimleredir. Koca, geçimi sağlamaya muvaffak olamamışsa, eşlerden birinin hâkime başvurarak hakem tayinini talep etmek hakkı doğar.

Hakemlerin eşlerin hısımlarından olması daha uygundur. Çünkü eşleri iyi tanır, geçimsizlik sebeplerini bilir ve ara bulmaları daha kolay olur. Fakat hâkimin, hakemleri yabancı kişilerden seçmesi de mümkündür (Âlûsî, Rûhu'l-Beyân, V, 26). Ebû Hanîfe ve Ahmed bin Hanbel'e göre, eşler özel yetki vermedikçe hakemler boşamaya karar veremez. Çünkü onlar vekil durumunda olup verilen yetki dışına çıkamazlar. Ayette hakemlerin yetkisi ise "ıslâh"tan ibarettir. Ancak eşler hakemlere özel yetki vermişse, bu takdirde boşamaları mümkündür. Evlilik düzeninin bozulmasında kusurlu olan eşin özel yetki vermek istemeyeceği açıktır. İmam Şâfiî'nin bu konuda iki görüşü vardır. İlk görüşü Hanefiler gibidir. İkinci görüşüne göre ise, ayetteki hakem, hâkim demektir. Hâkim kendine gelen davayı tarafların rızası olmasa da hükme bağlama yetkisine sahiptir (es-Sâbûn, Tefsru Âyâti'l-Ahkâm, I, 472).

Hakem yolu ile boşanma da tefvîz-i talâkta (kadına boşama hakkı vermek) olduğu gibi, erkekle kadını boşanmada eşit duruma getiren haklardandır. Ancak bu usûl, Osmanlı İmparatorluğu uygulamasında geniş yer bulamamıştır. Çünkü hâkimler, başvuru hâlinde arabuluculuk (ıslâh) görevini kendileri yapıyorlardı. Hâkem usûlü, boşama değil arabulma müessesesi olarak yaygınlaşmıştı (eş-Şirâz, el-Mühezzeb, II, 74; er-Remlî, Nihâye, VI, 44).

1917 tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnâmesi hakem usûlünü geçimsizlikte kusur prensibinden hareketle Mâlikî mezhebine göre düzenlemiştir. Konuya ilişkin 130. madde şöyledir: "Karı koca arasında anlaşmazlık ve geçimsizlik meydana gelip de taraflardan biri hâkime başvurursa, hâkim iki tarafın ailelerinden birer hakem tayin eder. Bir veya iki taraf ailesinden hakem tayin olunacak kimse bulunamaz veya bulunup da hakem olacak vasıflara hâiz olmazsa hariçten münasiplerini tayin eder. Bu sûretle teşekkül eden aile meclisi tarafların iddia ve savunmalarını inceleyerek aralarını ıslâha çalışır. Bu mümkün olmadığı taktirde kusur kocada ise aralarını tefrik eder. Kusur karıda ise mehrin tamamı veya bir kısmı üzerine muhâlaa eyler. Hakemler ittifak edemezlerse hâkim gerekli vasıfları haiz diğer bir hakem heyeti veya taraflara akrabalığı olmayan üçüncü bir hakem tayin eder. Hakemlerin vereceği hüküm kesin olup itiraz edilemez." Aynı kararnâmenin 131. maddesinde; yukarıdaki usûle göre olan boşanmanın bir bâin talâk sayılacağı ve usûlüne göre tescil edileceği belirtilir.

Eşlerin hakem kararına itiraz edememesi, bu hükmün şahitliğe değil, geçimsizlik sebepleri incelendikten sonra hakemlerin takdirine dayanması ile açıklanır (Hukuk-ı Âile Kararnâmesi 130. madde esbâb-ı mucibe layihası, Cerîde-i ilmiye, yıl: 4, sayı: 34, s. 1021 vd.; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam Hukuku, İstanbul 1983, s. 398-400). (16)


Kur'ân-ı Kerim'de Talâk Kavramı

Kur’ân-ı Kerim’de "talâk" kelimesi ve türevleri, 23 yerde geçer. Bunlardan 14’ü terim anlamındaki “talâk”la ilgilidir.

Evlilik Kur’an-ı Kerrim’de “sağlam mîsak/teminat” şeklinde vasıflandırılmıştır (4/Nisâ, 21). Kur’an, cinsler arasında sükûnet ve tatmin için sevgi ve merhamet var etmesini Allah’ın âyetlerinden biri olarak görür (30/Rûm, 21). Böyle önemi büyük bir aile yuvasını herhangi bir dağılmadan muhâfaza için kocalara karılarıyla güzellikle geçinmelerini emretmektedir: “Onlarla güzellikle geçinin. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, sabredin, hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir.” (4/Nisâ, 19). Âyetteki bu ifadede Allah, kocaları sorumsuzca ve düşünmeden boşamaya sevkeden hoşnutsuzluk veya nefret halinde bile sabretmelerini ve O’nun, kocaların o anda farkına varmadıkları iyi şeyler yaratmış olabileceğini hatırlatmaktadır. Buna rağmen, evlilik münâsebetleri bazen öyle bir hale gelir ki, boşanma bu ıstıraplı duruma son vermenin tek çaresi olarak görülebilir. Ancak, Kur’ân-ı Kerim boşanmayı problemin halli için yegâne çare olarak göstermemekte, bütün çarelerin tükendiğinde en son çözüm olarak sunmaktadır. Böyle bir durumda kocanın nelere başvurması gerektiği belirtilmektedir: “Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin; yataklarında onları yalnız bırakın; nihayet dövün. Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın. Doğrusu Allah Yücedir, Büyüktür.’’ (4/Nisâ, 34). Âyette, kocanın karısını boşamaya karar vermeden önce bu üç safhalı tedbirler zincirini dikkate almasının gerekli olduğu bildirilmektedir. “Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın” şeklindeki ifadeye göre koca, boşanmayı gerekli kılacak gerçek mânâda sebepler olmaksızın talak’a tevessül etmemelidir. Ve yine hoşnutsuzluk veya nefret halinde, eşler arasındaki meselelerin halledilmesinin daha hayırlı olduğunu belirtmektedir: “Eğer bir kadın, kocasının geçimsizliğinden, yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında, onlara günah yoktur. Sulh/anlaşma (daima) hayırlıdır. Zaten nefislerde kıskançlık hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah’tan korkarsanız şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (4/Nisâ, 128)

Meseleleri hal yolunda yukarıda zikredilen teşebbüslere rağmen, eşler arasındaki münasebetler kötüye gittiği takdirde Kur’ân-ı Kerim, evliliği muhâfaza etmeye yardımcı olacak başka bir alternatif teklif etmektedir: "Eğer karı ile kocanın aralarının açılmasından korkarsınız, o vakit kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar, barıştırmak isterlerse, Allah aralarındaki dargınlık yerine geçime, onları uyuşmaya muvaffak buyurur" (4/Nisâ, 35). Hakemlerin başta gelen görevi, eşler arasında anlaşmaya giden yolları araştırmaktır. Nitekim ayrılmadan ziyade sulh’ün, geçimin önemi üzerinde ısrarla durulmaktadır.

Bütün tedbirlere rağmen evlilik yürümüyorsa, ev cehenneme dönmüşse, yoksulluk ve çâresizliğe düşme korkusu ile bu cehenneme katlanmak gerekmez; Allah nice kapılar açar. “Eğer (eşler) birbirinden ayrılırsa Allah, bol nimetinden her birini zenginleştirir (diğerine muhtaç olmaktan kurtarır); Allah’ın lütfu geniş, hikmeti büyüktür.” (4/Nisâ, 130). Boşanmadan her iki taraf zarar görecektir. Ama, geçim temini ve benzeri konularda daha zayıf olan ve haksızlığa uğrama ihtimali olan taraf kadın olduğundan dolayı, erkeklere boşadıkları kadınların haklarına riâyeti Kur’an ısrarla emreder: “Boşanmış kadınların, iyilikle faydalandırılmak haklarıdır. Bu, müttakîler için bir vazifedir.” (2/Bakara, 241)


“Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler dört ay beklerler. Eğer (bu müddet içinde) kadınlarına dönerlerse, şüphesiz Allah çokça bağışlayan ve merhamet edendir (yeminden vazgeçip karısına tekrar yaklaşabilir).”
(2/Bakara, 226)
“Eğer (müddeti içinde dönmeyip kadınlarını) talâka/boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Biliniz ki, Allah işitir ve bilir (içinizdeki niyetinize göre karşılık verir).”
(2/Bakara, 227)
“Boşanmış kadınlar, kendi başlarına (evlenmeden) üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer onlar Allah'a ve âhiret gününe gerçekten iman etmişlerse, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Eğer kocaları barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler. Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir dereceye sahiptirler (aile reisi erkektir). Allah azîzdir, hakîmdir.”
(2/Bakara, 228)
“Talâk/boşama iki defadır. Bundan sonra ya iyilikle tutmak (geri almak), ya da güzellikle ve adâletli bir biçimde salıvermek vardır. Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnâsında) bir şey almanız size helâl olmaz. Ancak erkek ve kadın Allah'ın sınırlarında kalıp evlilik haklarını tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum müstesnâ. (Ey mü'minler!) Siz de karı ile kocanın, Allah'ın sınırlarını hakkıyla muhâfaza etmelerinden kuşkuya düşerseniz, (kadının serbest boşanması için) erkeğe fidye vermesinde her iki taraf için de günah/sakınca yoktur. Bu söylenenler Allah'ın koyduğu hudûtlar/sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zâlimlerdir.”
(2/Bakara, 229)
“Eğer erkek kadını (üçüncü defa) boşarsa, ondan sonra kadın bir başka erkekle nikâhlanıp evlenmedikçe onu alması kendisine helâl olmaz. Eğer bu kişi de onu boşarsa, (her iki taraf da) Allah'ın sınırlarını muhâfaza edeceklerine inandıkları takdirde, yeniden evlenmelerinde beis yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Allah, bunları bilmek, öğrenmek isteyenler için açıklar.”
(2/Bakara, 230)
“Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, ya onları iyilikle tutun (yani, tekrar evlenin) yahut iyilikle bırakın. Fakat haksızlık ederek ve zarar vermek için onları nikâh altında tutmayın. Kim bunu yaparsa muhakkak kendine kötülük etmiş olur (çünkü Allah, yaptığına karşılık verir). Allah'ın âyetlerini eğlenceye almayın. Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, (size verdiği hidâyeti ve âhir zaman peygamberini), kendisiyle size öğüt vermek üzere indirdiği Kitab'ı ve hikmeti hatırlayın. Allah'tan korkun. Bilin ki Allah, her şeyi bilir.”
(2/Bakara, 231)
“Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”
(2/Bakara, 232)
“Emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların örfe uygun olarak beslenmesi ve giyimi baba tarafına aittir. Bir insan ancak gücü yettiğinden sorumlu tutulur. Hiçbir anne, çocuğu sebebiyle, hiçbir baba da çocuğu yüzünden zarara uğratılmamalıdır. Onun benzeri (nafaka temini) vâris üzerine de gerekir. Eğer ana ve baba birbiriyle görüşerek ve karşılıklı anlaşarak çocuğu memeden kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur. Çocuklarınızı (süt anne tutup) emzirtmek istediğiniz takdirde, süt anneye vermekte olduğunuzu iyilikle teslim etmeniz şartıyla, üzerinize günah yoktur. Allah'tan korkun. Bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görür.” (2/Bakara, 233)
“Sizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendiliklerinden dört ay on gün beklerler. Bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, kendileri hakkında iyilikle yaptıkları işlerde size bir günah yoktur. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir.”
(2/Bakara, 234)
“Kadınlarla evlenme hususundaki düşüncelerinizi üstü kapalı biçimde anlatmanızda veya onu içinizde gizli tutmanızda size günah yoktur. (Bir kadını birden fazla kimse almak isteyebilir, fakat sonunda bir kişi alır. O halde, herhangi bir kadınla evlenmek istidiğini çıtlatmakta veya onu istediğini gizli tutmakta beis yoktur). Allah bilir ki siz onları anacaksınız. Lâkin, meşrû sözler söylemeniz müstesnâ, sakın onlara gizlice buluşma sözü vermeyin. Farz olan bekleme müddeti dolmadan, nikâh kıymaya kalkışmayın. Bilin ki Allah, gönlünüzdekileri bilir. Bu sebeple Allah'tan sakının. Şunu iyi bilin ki Allah ğafûrdur, halîmdir.”
(2/Bakara, 235)
“Nikâhtan sonra henüz dokunmadan veya onlar için belli bir mehir tâyin etmeden kadınları boşarsanız bunda size mehir zorunluğu yoktur. Bu durumda onlara müt'a (hediye cinsinden bir şeyler) verin, onları faydalandırın. Zengin olan durumuna göre, fakir de durumuna göre vermelidir. Münâsip bir müt'a vermek/iyilikle faydalandırmak, iyiler için bir borçtur/vazifedir.” (2/Bakara, 236)
“Kendilerine mehir tâyin ederek evlendiğiniz kadınları, temas etmeden boşarsanız, tâyin ettiğiniz mehrin yarısı onların hakkıdır. Ancak kadınların vazgeçmesi veya nikâh bağı elinde bulunanın (velînin) vazgeçmesi hali müstesnâ, (o zaman mehiri bir taraf alır). Affetmeniz (mehirden vazgeçmeniz, tamamını kadına vermeniz) takvâya daha uygundur. Aranızda iyilik ve ihsânı unutmayın. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı hakkıyla görür."
(2/Bakara, 237)

“İçinizden ölüp de dul eşler bırakan kimselere gelince, onlar eşlerinin evlerinden çıkarılmadan bir yıla kadar bıraktıkları terikeden faydalanmaları hususunda vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar, kendiliklerinden çıkıp giderlerse, iyilikle kendileri hakkında yaptıklarından size bir günah yoktur. Allah azîzdir, hakîmdir.” (2/Bakara, 240)

“Boşanmış kadınların, iyilikle faydalandırılmak haklarıdır. Bu, müttakîler için bir vazifedir.” (2/Bakara, 241)

“Eğer bir kadın, kocasının geçimsizliğinden, yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında, onlara günah yoktur. Sulh (daima) hayırlıdır. Zaten nefislerde kıskançlık hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah’tan korkarsanız şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (4/Nisâ, 128)

“Eğer (eşler) birbirinden ayrılırsa Allah, bol nimetinden her birini zenginleştirir (diğerine muhtaç olmaktan kurtarır); Allah’ın lütfu geniş, hikmeti büyüktür.” (4/Nisâ, 130)

“Ey iman edenler! Mü’min kadınları nikâhlayıp da, henüz dokunmadan onları boşarsanız, onları iddet müddetince bekletmeniz gerekmez. O halde onları faydalandırın (hem gitmelerine mâni olmayın, hem de hediye kabilinden yardım edin). Ve onları güzel bir şekilde serbest bırakın.”
(33/Ahzâb, 49)

"Eğer karı ile kocanın aralarının açılmasından korkarsınız, o vakit kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar, barıştırmak isterlerse, Allah aralarındaki dargınlık yerine geçime, onları uyuşmaya muvaffak buyurur"
(4/Nisâ, 35)

"Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda iddetleri içinde boşayın ve iddeti de sayın. Rabbiniz Allah’tan korkun. Apaçık bir hayâsızlık yapmaları hâli dışında, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendisine zulmetmiş olur. Bilmezsin, olur ki Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarıverir." (65/Talâk, 1)

"İddet müddetlerini doldurunca, onları ya güzelce evinizde tutun veya onlardan güzelce ayrılın. İçinizden adâlet sahibi iki kişiyi de şâhit tutun. Şâhitliği Allah için yapın. İşte bu, Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere verilen öğüttür. Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsân eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a tevekkül eder, güvenirse O, kendisine yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur." (65Talâk, 2-3)

“Kadınlarınız içinden âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdetini görmemiş bulunanlardan eğer şüphe ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Gebe olanların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları, doğum yapmalarıdır. Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.” (65/Talâk, 4)

“Onları (boşadığınız kadınları) gücünüz ölçüsünde oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun, onları sıkıştırıp gitmelerini sağlamak için zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hâmile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin. Sizin için çocuğu emzirirlerse onlara ücretlerini verin, aranızda uygun bir şekilde anlaşın. Eğer güçlüğe uğrarsanız çocuğu, başka bir kadın emzirecektir.”
(65/Talâk, 6)

“İmkânı geniş olan, nafakayı imkânlarına göre versin. Rızkı daralmış bulunan da nafakayı, Allah’ın kendisine verdiğinden ayırsın. Allah hiç kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemez. Allah, daima bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratır.”
(65/Talâk, 7)


Hadis-i Şeriflerde Talâk

"Allah nezdinde helâlin en sevimsiz olanı talâktır/boşamadır." (Ebû Davûd, Talâk, 3)

Hz. Ömer'in oğlu, hayız halindeki karısını boşamıştı. Hz. Ömer durumu Allah Resulune arzetti. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Ona emret, karısına dönsün. Sonra, onu temizlenip hayız görünceye ve sonra temizleninceye kadar nikâh altında tutsun. Bundan sonra da isterse tutsun, isterse birleşmeden boşasın. İşte Allahu Teâlâ'nın kadınların içinde boşanmasını emrettiği iddet budur" (Buharî, Talâk, Bab 1)

Ebu Sahba, İbn Abbas’a sodu: “Allah’ın Resulü (s.a.s.) ve Ebûbekir devrinde (bir mecliste söylenen) üç talak, bir talak değil miydi?” İbn Abbas şöyle cevap verdi: “Evet öyle idi, fakat Ömer devrinde insanlar, talakın çabuk bitmesini çok istedikleri için Ömer, onların aleyhine bunu câiz gördü.” (Müslim; Ebû Dâvud)

“Bir adamın karısını bir defada üç talak ile boşadığı, Allahın Resulüne haber verildi. Allah’ın Rasûlü, kızarak ayağa kalktı, şöyle dedi: “Ben henüz aranızda iken Allah’ın kitabiyle mi oynanıyor?” Bunun üzerine bir adam ayağa kalktı: “Ya Rasûlallah, şu adamı öldüreyim mi ?” dedi. (Nesâî)

Rukâne (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: “Ya Rasûlallah!’ dedim, ‘karımı bette talâkı ile (kesin şekilde) boşadım’ “Neye niyet ettin?” dedi. ‘Bir talâka niyet ettim’ dedim. “Vallahi mi?” dedi. ‘Vallahi’ dedim. “Niyetin ne ise talak odur” dedi.” (Tirmizî)

&#

Erkeğin Yöneticiliği ve Dövme Yetkisi

İslâm hukukunda "aile reisliği" denebilecek "kavvâm olma" yetki ve sorumluluğu kocaya verilmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de; "Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve erkekler mallarından harcama yaptıkları için erkekler kavvâmdır/kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır, Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de nâmuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından (nüşûz) endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür." (4/Nisâ, 34) denilmektedir. Burada "kavvâm" kelimesi, koruma ve yönetme hak ve yetkilerine müştereken sahip olmayı ifâde etmektedir. Aile reisliğinin kocaya verilmesi, toplumun bu en küçük biriminde ortaya çıkabilecek karmaşayı önleme ve huzuru sağlama hedefine yöneliktir. Dolayısıyla burada ontolojik bir üstünlükten ziyâde, fonksiyonel bir yetki farklılığının sözkonusu olduğunu söylemek gerekir. Bu genel kural, yetenek ve harcama yükümlülüğünün yer değiştirdiği münferit örneklerde farklı bir durumun ortaya çıkmasına engel teşkil etmez. Nitekim bazı çağdaş İslâm âlimleri, harcama yükümlülüğünün yer değiştirebildiği zamanımızda bu kuralın değişmez olmadığı hususu üzerinde durmaktadır (Meselâ, Bkz. Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur'an, s. 93-94).

Kur'ân-ı Kerim, bilindiği gibi meseleler hakkında genel prensipler vazeder, çoğunlukla ayrıntıya girmez. Ancak, âile ile ilgili düzenlemelere baktığımızda şaşırtıcı bir şekilde ayrıntıya girdiğini ve kesin hükümler koyduğunu görürüz. İnsanlık tarihi boyunca hiçbir toplumda varlığı inkâr olunamamış âile kurumunu İslâm'ın da bu derece önemsemesi ve en ince ayrıntısına kadar hükümler vazetmiş olması, sağlıklı bir toplum oluşturulmasında âilenin öneminin ne derece büyük olduğunu göstermektedir. Toplumun düzenli bir işleyişe sahip olması, onu oluşturan alt birimlerin de düzenli ve sağlıklı bir yapıda olmasına bağlıdır.

Bu noktada toplumun en küçük birimi olan âileye düzenli bir işleyiş kazandırılmalı ve devamı sağlanmalıdır. Her topluluğun işleyişinde farklı sorumluluklar, görevler ve bu görevlerin îfâ edilmesi için verilmiş yetkiler olduğu gibi, âilede de bu durum sözkonusudur. Erkeğin yöneticiliği meselesi de bu bağlamda ele alınmalı, eşler arası ve âile içi hukukta doğru ve geçerli ilkeler yakalanmaya çalışılmalıdır.

Konuyla ilgili tartışmalar, Nisâ Sûresi 34. âyette geçen "kavvâmûne" kelimesi üzerinde yoğunlaşmaktadır. "Yönetici" olarak meallendirilen kavvâmûne kelimesinden yola çıkarak pek çok müfessir, erkeğin dünya işlerinde mutlak bir üstünlük ve mutlak bir yöneticilik vasfına hâiz olduğunu ifâde etmişlerdir. Hatta bazı müfessirler, bu üstünlüğü âhirete de taşımışlardır. Kavvâmûne kelimesini doğru şekliyle anlayabilmek için Kur'an'da geçtiği diğer âyetleri de incelememiz yerinde olacaktır:

"Ey iman edenler, adâleti ayakta tutanlar olun. (Kûnû kavvâmîne bi'l kıst)" (4/Nisâ, 135). "Ey iman edenler, âdil şâhidler olarak Allah için hakkı ayakta tutanlar olun. (Kûnû kavvâmîne lillâhi şühedâe bi'l kıst)" (5/Mâide, 8). Âyetlerde görüldüğü gibi kavvâmûne kelimesi, sadece yöneticilik anlamı ifâde etmemektedir. Öncelikle içerdiği anlam; koruyup gözetmek (Râgıp el-İsfahânî), işleri güzel idare etmek (Mu'cemu'l-Vecîz), bir şeyi hakkıyla yerine getirip ayakta tutmaktır. Dolayısıyla kelimenin sadece yöneticilik mânâsına hamledilmesi eksik ve yanlış olacaktır.

Erkeklerin kadınlar üzerinde kavvâm olması, yaygın olarak anlaşıldğı gibi ontolojik, fazîlet vb. alanlarda mutlak üstünlüklerden kaynaklanan bir yöneticilik değildir. Âilenin korunup gözetilmesinde, temsil edilmesinde ve işleyişinde sahip oldukları sorumluluğun daha fazla olmasından kaynaklanan bir görev ve yetkidir. Âyette "erkeklerin kendi mallarından harcaması dolayısıyla..." şeklinde bir ifâde bulunması, verilen hükmün illetini anlamak açısından önemlidir. Âyetin evlilik hayatı ve âile düzeni ile ilgili olduğu açıktır. Allah Teâlâ, tüm düzenlemelerde fıtrî kabiliyetler ölçüsünde sorumluluk yüklediği ve yetkilendirdiği gibi, burada da erkeği daha fazla sorumlu tutmuştur. Bu sorumlulukta ve âileyi idâre etme ve yönetmede erkek bir önceliğe sahiptir. Yukarıda da ifâde edildiği gibi küçük dahi olsa bir topluluğun düzenli işlemesinde böyle bir hiyerarşiye ihtiyaç vardır ve bu çok doğaldır.

Ancak, burada yönetme olayının algılanışı da çok önemlidir. Yönetme deyince akla baskı, emir ve cezâ değil; istişâre ile oluşan, insanın düzenli hayat sürmesini sağlayan bir olgu gelmelidir. Hz. Peygamber'in uygulamasında da bunu görebiliyoruz. Peygamber olması, onu çevresindekilerle istişâreden alıkoymamış, bizzat Kur'an'ın teşvîkiyle bunu her zaman gerçekleştirmiştir. Ancak bu dönemden günümüzedek süren sultacı yönetimler "yönetme" kavramının baskıcı, totaliter bir anlam kazanmasına sebep olmuştur. Bu etkinin erkek yöneticiliği konusunda zihinlere ve dolayısıyla âileye de yansıdığı söylenebilir. Halbuki devlet yönetimi konusunda Hz. Peygamber'in uyguladığı bu istişârî metod, her konuda olduğu gibi âilenin işleyişinde de erkeğin yönetici olması konusunda bize ışık tutacak önemli bir veridir. Kısacası, erkek, sahip olduğu özellikler doğrultusunda yüklendiği sorumlulukları, âilenin korunup gözetilmesini, idâresini, istişâre ile gerçekleştirecek, bu konuda kendisine verilen önceliği bir zulüm vesilesi olarak kullanmayacaktır. Çünkü zulümle İslâm'ın bağdaşması mümkün değildir. (17)

Erkeklerin maddî ve mânevî durumları ile ve özellikle ekonomik rolleri, onların âile reisi -sorumlu yönetici- olmalarını tabiî kılmıştır. Aile küçük bir toplumdur; toplum düzenle yaşar. Düzen ise, bir reisi, bir idâreciyi zarûri kılar. İslâm'da devlet başkanından âile reisine kadar her idâreci, İlâhî tâlimata göre hareket etmek, İslâmî kurallara göre ve istişâreye uyarak yönetmek mecbûriyetindedir. Şu halde onlara itaat, bu tâlimata itaat demektir. İdâre eden veya edilen kimse bu tâlimatın dışına çıkar, meşrû kurallara itaatsizlik ederse yaptırım uygulanır. Burada bahis konusu olan, zevcenin itaatsizliğidir. Çare olarak önce öğüt vermek, sonra yatak boykotu ve daha sonra da dövme tavsiye edilmiştir. Kur'an'ı bize tebliğ eden Hz. Peygamber (s.a.s.) hiçbir zaman kadın dövmediği gibi "kadını eşek döver gibi dövüp de günün sonunda onu koynunuza alıp yatmanız olacak şey midir?" buyurarak ümmetini uyarmıştır. Ayrıca bu yaptırım kullanıldığı takdirde, kadının canını yakmayacak ve vücudunda iz bırakmayacak şekilde misvak, kurşun kalem gibi bir cisimle vurmak -ki, acı vermekten çok, psikolojik ceza unsuru olarak- uygulamak gerektiğini de ifade buyurmuştur. Şu halde bu dövme yaptırımı, ahlâksız bazı kadınlar için en son çare olarak başvurulacak zarûrî bir yol olup, kayıtlara ve şartlara bağlıdır. Ayrıca kadının da kocasından şikâyetçi olması halinde hakem ve hâkime başvurma, hakkını arama imkânı vardır.

Ailede karı koca arasında bir anlaşmazlık çıkması durumunda bunun nasıl halledileceği meselesi önemli bir problem teşkil etmektedir. Burada kadının aile içindeki konumunu yakından ilgilendiren nokta, böyle durumlarda kocanın karısı üzerinde ne gibi bir yetkisinin bulunduğu hususudur. Koca, âile reisi olduğuna göre, bu yetkinin aşırı kullanımının bir taraftan âile birliğini, diğer taraftan kadının kişiliğini etkileyeceği açıktır. Kur'ân-ı Kerim de, kocasına karşı itaatsizlik ve ahlâksızlık/sadâkatsizlik (nâşize) durumuna düşen kadının önce nasihatle yola getirileceği, ardından yatakların ayrılacağı, bunun da etkili olmaması halinde dövülebileceğinin (darb) belirtilmesi (4/Nisâ, 34) üzerinde en fazla tartışılan konuların başında gelmektedir. Âyette geçen "darb" kelimesinin yaygın anlamı olan "dövme"den başka bir anlam taşıyıp taşımadığı günümüzde çok tartışılmaktadır. Burada, İlâhî mesaja doğru mânâ verilmesi açısından âyette sadece darb kelimesinin değil; "nâşize"nin de ne anlamda ve hangi kapsamda kullanıldığının belirlenmesi gerekmektedir.

Genel olarak "itaatsizlik" mânâsına gelen "nüşûz" kelimesi, âilenin huzurunu bozan basit bir davranıştan iffetsiz yaşamaya kadar geniş bir alanı içine almaktadır. Huzuru bozan her davranışın ağırlığına denk bir yaptırımla karşılanması, hem âilenin birliğini koruma noktasından hem de fiil ve yaptırım arasında, gözetilmesi gereken denge açısından önemlidir. Kur'an'ı yorumlamada birinci kaynak olan Hz. Peygamber'in uygulamaları bu konuya da ışık tutacak niteliktedir. Hadis kitapları ve Rasûl-i Ekrem'in hayatından bahseden eserler, Onun eşlerini dövdüğüne dâir herhangi bir olaydan asla söz etmemektedir. Hz. Âişe, Rasûlullah'ın eşlerini ve hizmetçilerini asla ve hiçbir zaman dövmediğini söylemektedir (İbn Mâce, Nikâh 51). Ayrıca Hz. Peygamber, kendisine karşı olumsuz davranışından ötürü Hz. Âişe'nin babası tarafından cezâlandırılmasına da rızâ göstermemiştir. Şu halde basit uyuşmazlık durumunda şiddete başvurulması önerilen bir yöntem değildir. Rasûl-i Ekrem Vedâ hutbesinde kadınlara iyi davranılmasını öğütlemekte, bunun yanında "yataklarını herhangi bir kimseye çiğnetmemeleri"nin (zinâ etmemelerinin) kocaların eşleri üzerindeki hakkı olduğunu söylemekte, aksi takdirde hafifçe dövülebileceklerinden bahsetmektedir (Müslim, Hac 47; Ebû Dâvud, Menâsik 56; Tirmizî,Tefsîr 9). Âyette geçen "nüşûz"un hangi davranışları içermesi halinde dövme cezâsının uygulanabileceğini göstermesi bakımından Vedâ hutbesindeki bu ifâde dikkat çekicidir.

Kadını dövme meselesi, bugüne kadar ve günümüzde de İslâm düşmanlarının, özellikle feministlerin kullandığı önemli noktalardan biri olduğu gibi, bazı müslümanların da şartları gözetmeden mutlak biçimde meşrûlaştırdığı bir konu olmuştur. Konuyla ilgili Nisâ sûresi 34. âyette, öncelikle sâliha kadınların "görünmeyeni koruyanlar" olarak tanımlanması ve devamında da dövme olayından bahsedilmesi, bir nâmussuzluk olayını çağrıştırmaktadır. Ancak metinde "nüşûz" kelimesinin geçmesi, olayın sadece nâmussuzluk ile sınırlandırılamayacağını göstermektedir. Kelime olarak isyan, başkaldırı, geçimsizlik hali anlamlarına gelen “nüşûz” ile âile içinde sürekli problem çıkarma, dikkafalılık, huysuzluk, geçimsizlik gösteren, yani olgun bir kişiliğe ulaşamamış kadınlar anlaşılmaktadır. Bu âyet, sürekli bu fiilleri yapma eğilimini taşıyan kadınların terbiye metodunu göstermektedir. Nüşûz hali gösteren kadınların âile huzurunun yeniden elde edilmesi konusunda âyet bir metod göstermektedir. Bu metodda erkek, kadının işlediği fiile göre tavır takınmalıdır. Anca yine de kadının davranışlarında bir düzelme değil de; aksine bir bozulma görülürse, bu bozulmaya karşılık erkeğin tedrîcen daha sert tedbirler olarak en son dövme olayına başvurması, âilenin kurtarılması açısından son bir çâre olabilir. Âile huzurunu tek taraflı bozan kadın, dövülme gibi onur kırıcı bir olayla karşılaştığında âile saâdetini kurtarma konusunda daha sıhhatli düşünebilir. Bayılıp kendinden geçmiş bir hastayı uyarmak için doktorun hastanın yüzüne tokat atması gibidir bu.

Ancak, şu unutulmamalıdır ki, "dövme" sınırları belli özel bir durum için sözkonusudur. Başka bir deyişle âyet, âile içinde tüm kadın-erkek ilişkileri için genelleştirilemez. Çünkü âile ortamında esas olan eşler arasında sürekli istişâreyle saygı ve sevgi unsurunun temellendirilmesidir. Sözkonusu âyet, dövme olayını, bu saygı ve sevgi unsurunu tek yönlü olarak bozan ve istismar eden, şirret kadınlar için sınırlandırmıştır. O halde, özel şartlar için geçerli olan dövme olayını "erkek, eşini dövebilir" şeklinde genelleştirmek kişinin kendi zâlimliğini Kur'an'a âlet etmek olacaktır.

Burada şu soru akla gelebilir: Âile huzurunu bozan kişinin kadın değil de; erkek olduğu zamanlarda problem nasıl çözülecektir? Kadın, erkeğin âile içindeki geçimsizliklerine, sorumsuzluklarına katlanmak zorunda mıdır? Elbete ki kadın da eşini düzeltme yönünde bazı girişimlerde bulunup öğüt verebilir. Ancak kadının erkeği dövmesi, kadının yapısı gereği üstlenemeyeceği bir davranış olduğu gibi, çoğunlukla vâkıaya da tekabül etmediğinden erkek yüzünden bozulan ve boşanma noktasına yaklaşılan bir durumda ise, kadının yapacağı âileler arası (kadın ve kocanın yakınlarından veya temsilcilerinden oluşan) hakem heyetine veya meşrû mahkemeye başvurarak problemin çözülmesi yönündeki talebi olacaktır.

Kişiliğini oluşturamamış, şirret, laftan anlamayan, huzursuzluk çıkarıp âilenin işleyişini tek taraflı bozan kadınlar için boşanma öncesi önerilen bu metodu, âilenin saâdeti için çalışan, sorunlara yaklaşımda ölçülü, vakarlı kadınlar için de, onların belki haklı olarak karşı gelmelerine teşmil etmek Kur'an'a aykırıdır. Rasûlullah'tan gelen haberlerde birçok problemlerine rağmen hanımlarının hiçbirini dövmemiş olduğunu görüyoruz. Bu da bizim için önemli bir veridir.

Dövme, hangi suçun veya suçların karşılığı olacaktır? Âyette bu suçla ilgili "nüşûz" kelimesi kullanılıyor. Bazıları bu kelimeye "huysuzluk, geçimsizlik, dikbaşlılık" anlamı vermiştir. Aslında nüşûz, bu anlamlardan daha büyük bir suçtur. Râgıb el-İsfahanî şöyle der: "Nüşûz; kadının kocasına kin tutması ve ona saygıdan uzaklaşıp başkasına göz koymasıdır." Âsım Efendi, el-Kamusu'l-Muhît tercümesinde şu açıklamayı verir: "Nüşûz; hâtun, zevcine buğz ve adâvet idüp isyan ile muâmele eylemek mânâsınadır." Yani "nüşûz; hanımın, kocasına düşmanlık ve kinle isyan etmesidir." Bu lügatçıların açıklamalarına göre nüşûz; düşmanlık, başkasına göz koyma, kin tutma, sadâkatsizlik sonucu kocaya karşı bir isyanın başlatılmasıdır. Kısacası, bir iffetsizlik ve sadâkatsizlik sözkonusudur.

Ayrıca, Kur'an'da geçen "fa'dribûhunne" emrindeki "darb" kelimesinin âyetlerde sadece dövme anlamında değil, çok farklı anlamlarda kullanıldığından yola çıkılarak, Zuhruf sûresi 5. âyette olduğu gibi, bu âyette de uzaklaştırmak, uzakta tutmak anlamında olabileceğini iddia edenler de vardır. O takdirde bu âyetteki "fa'dribûhunne" emri "dövün" anlamında değil; "onları bulundukları yerden uzaklaştırın!" mânâsındadır. Yalnız, bu yorum, şâz bir yorumdur, müfessirler ve âlimlerin cumhûru bu yoruma katılmazlar.

Aslında, klasik dönemin bazı âlimleri de dövme yetkisine çok ihtiyatla yaklaşmışlardır. Hz. Peygamber'in, müslümanların en hayırlılarının eşlerine en iyi davrananlar olduğunu ve kendisinin bu konuda örnek teşkil ettiğini söylemesini, eşlerini ancak kötü kimselerin döveceğini ifâde ederek onlara böyle davranılmamasını emretmesini gözönüne alan bazı âlimler, kadının dövülemeyeceğini veya fazîletli davranışın onlara böyle bir cezâyı uygulamamak olduğunu belirtmişlerdir (Bkz. Abdülkerim Zeydân, el-Mufassal fî Ahkâmi'l-Mer'e ve'l-Beyti'l-Müslim, Beyrut, 1993, c. 7, s. 316-317). Fakat tatbikatta her zaman Rasûlullah'ın bildirdiği bu esaslara göre davranıldığını söylemek mümkün değildir. Bunların büyük çoğunluğu, kadınlarını dövme yetkisini Kur'an'dan değil; nefis ve hevâlarından, câhilî örf ve âdetten almakta, Rasûlullah'ın ifâdesiyle leîm/kötü koca sıfatını hak etmektedir.


"Rızık korkusu sebebiyle evlenmeyen Bizden değildir." (Hadis-i Şerif)
"Din ve emniyetine inandığınız kimseler, size geldiği vakit, onları evlendirin; eğer böyle yapmazsanız yeryüzünde büyük bir fitne ve fesat olur." (Hadis-i Şerif)
"Nikâhta beş fayda vardır: Evlât yetiştirmek, şehveti teskin etmek, ev idâre etmek, yakınları çoğaltmak ve nefis mücâhedesi yapmak." (İmam Gazzâli)
"İnsan ömrünün en önemli olayı, iyi bir eş seçimidir."
"Akıllıca bir evlilik yapmak istiyorsan, kendi denginle evlen."
"Nâmuslu adam, erken evlenir."
"Zorla alınan kadın, tuzlu helvaya benzer."
"Evlilikte başarı, yalnız aradığı kişiyi bulmakta değil; aynı zamanda aranan kişi olmaktadır."
"Ne pahasına olursa olsun evlelenin. Karınız iyi çıkarsa mutlu olursunuz; yok fena çıkarsa o zaman da filozof olursunuz."
"İyi bir kadınla evlenmek fırtınada sakin bir liman; kötü bir kadınla evlenmek ise sakin bir limanda fırtınadır."
"Evlilik, mutluluk uğruna yalnızlıktan kurtulmak demektir."
"Mutlu evlilik, kısa gibi gelen uzun bir konuşmaya benzer."
"Evlilik, zamanın gittikçe kuvvetlendireceği tek bağdır."
"Bekâr insan, ancak evlendikten sonra gerçek değerini kazanır. Bekârken yarım bir canlıdır, tek kollu bir makasa benzer."
"Kızın iyi bir evlilik yaparsa bir oğul kazanırsın, yoksa kızını kaybedersin."
"Kadın evlenince irâdesini, erkek de bencilliğini bırakmalıdır."
"Evlilik, fırtınalı bir denize; bekârlık da bulanık bir bataklığa benzer."
"Ahlâklı insan için aşk, evliliğin bir meyvesidir."
"Sâliha bir kadın, dine ne güzel bir yardımcıdır." (Hadis-i şerif rivâyeti)
“Her başarılı erkeğin arkasında ona destek ve yardımcı olan mutlaka bir kadın vardır.”
“Dünyayı erkekler yönetir; ama erkekleri de hanımları yönetir.”
"Kadın, kocasının, delikanlılıkta sevgilisi, olgun çağda arkadaşı, yaşlılıkta da hastabakıcısıdır."
"Bir erkeği eğitin, bir insanı yetiştirmiş olursunuz. Bir kadını eğitip terbiye edin; bir âileyi, hatta toplumun büyük bölümünü yetiştirmiş olursunuz."
"Adamı deli eden her kadına karşılık, deliyi adam eden bir kadın vardır."
"Her iyi kadın, erkek için mukaddes bir kalkandır."


1- Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s. 499-501
2- Hamdi Döndüren, Şâmil İslâm Ansiklopedisi. c. 5, s. 92-104
3- H. Döndüren, Saffet Köse, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 107-111
4- H. Döndüren, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 294-296
5- Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c. 15, s. 438-452
6- Dursun Ali Türkmen, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 128-129
7- Saffet Köse, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c.3, s. 327-329
8- Ahmet Özgen, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 206-207
9- Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 111
10- Habil Nazlıgül, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c.1, s. 422-423
11- Ali Rıza Temel, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 339
12- Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, İnkılâb Y. s. 268-270
13- H. Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 66-67
14- Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 411-414
15- Halid Ünal, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 426-427
16- Akif Köten, H. Döndüren, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 103-107,
17- H. Koç, F. Candan, a.g.m. sayı 32, Kasım 93, s. 30




Nikâh ve Talâk Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler

A- "Nikâh" Kelimesinin Geçtiği Âyetler (23 Yerde): 2/Bakara, 221, 221, 230, 232, 235, 237; 4/Nisâ, 3, 6, 22, 22, 25, 25, 127; 24/Nûr, 3, 3, 32, 33, 60; 28/Kasas, 27; 33/Ahzâb, 49, 50, 53; 60/Mümtehıne, 10.

B- "Talâk" Kelimesinin Geçtiği Âyetler (23 -14- Yerde): 2/Bakara, 227, 228, 229, 230, 230, 231, 232, 236, 237, 241; (18/Kehf, 71, 74, 77); (26/Şuarâ, 13); 33/Ahzâb, 49; (38/Sâd, 6); (48/Fetih, 15); 65/Talâk, 1, 1; 66/Tahrîm, 5; (68/Kalem, 23); (77/Mürselât, 29, 30).
 
eL_Muhacir Çevrimdışı

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
sudenur kardeşim bu deliller müslüman erkek ile müslüman kadın için

soruda ise erkeğin ateist olduğunu söylüyor ablam böyle bir durumda derhal kadının onu boşaması lazım çünkü müşrik erkek müşrik kadınlara .müşrik kadında müşrik erkekle evlenebilir.

müslüman bir kadının müşrik birinin velayeti altında duramaz ve buna devam etse bile doğan çocuklar veledi zina olarak dünyaya gelir.

Birde şöyle bir durum var ilk olarak tebliğ edilir müşrik olan erkeğe eğer kabul etmezse boşanılır eğer kabul ederse baştan islami bir nikah kıyılır.
 
eL_Muhacir Çevrimdışı

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
Müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikahlamayın; iman eden bir cariye, -hoşunuza gitse de- müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikahlamayın; iman eden bir köle, -hoşunuza gitse de- müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar, ateşe çağırırlar, Allah ise kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt alıp düşünürler. (bakara 221)


Kadının Talak / Boşama Hakkı Var mı?

https://www.islam-tr.org/konu/kadin-gecinemedigi-kocasini-bosayabilir-mi.22935/
 
eL_Muhacir Çevrimdışı

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
Ayetin nüzul sebebi hakkında İbni Abbas (r.a)'dan şöyle rivayet edilmiştir:

“Abdullah b. Revaha'nın zenci bir cariyesi vardı. Ona kızarak bir tokat attı. Sonra üzüldü. Rasulullah'a giderek durumu anlattı. Rasulullah (s.a.s):

“Bu cariye nasıl bir cariyedir?” diye sordu. Abdullah b. Revaha:

“Oruç tutan, abdest alan, namaz kılan, Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına ve senin Allah'ın rasulü olduğuna inanan bir kadındır” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s):

“Ey Abdullah! Bu mü'min bir cariyedir.” dedi. Abdullah b. Revaha:

“Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, bu cariyeyi azad edip onunla evleneceğim.” dedi ve azad edip o cariye ile evlendi. Bazı müslümanlar, cariyesiyle evlenmesini hoş görmeyerek onu ayıpladılar ve: “Cariyesiyle evlenmiş” dediler. O zaman müslümanlar müşrik kadınlarla güzellik, soy ve zenginlik gibi vasıflarından dolayı evlenebiliyorlardı. Allah (c.c) bunun üzerine yukarıdaki ayeti indirdi. (İbni Mace-Hasen Senetle)

Ayetteki “Nikah” Kelimesinin Manası:

Alimlerin çoğuna göre; ayette geçen “nikah” kelimesinden kasıt “evlenme akdi yapmak”tır.

Buna göre müşriklerle ister hür ister köle olsun evlenme akdi yapılamaz. Cariye olan müşrik kadınlarla da nikah akdi yapılamaz fakat, cima yapılabilir.

Bazı alimlere göre; ayetteki nikah'tan kasıt; “cima yapmak”tır. Bu sebeple ister hür ister cariye olsun müşrik kadınlarla cima yapılamaz.”

“Nikah” kelimesi evlenmiş olan kadınlar için kullanıldığında “cima yapmayı”, erkekler için kullanıldığında da “evlenme akdi yapmayı” ifade eder.

Bu ayet, müşrik kadınlarla evlenmeyi yasaklamıştır. Fakat, müşrik kadınlarla evli bulunan müslümanların, kadınlarını terketmelerine dair hüküm bu ayetle bildirilmemişti. Bu konudaki hüküm, ancak hicri altıncı senede:

“Müşrik kadınları nikahınız altında tutmayın!” (Mümtahine: 10)

ayetiyle bildirilmiştir.

Müşrik Kimdir?

Cumhura göre; bu ayetteki müşrikler; müslümanlar dışında kalan ve Allah'a eş koşan herkestir. Bu genel hükümden, Maide: 5 ayetiyle hristiyan ve yahudiler istisna edilmişlerdir.

“Bugün, size temiz olanlar helal kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir. İnanan hür ve iffetli kadınlar ve sizden önce kitap verilenlerin hür ve iffetli kadınları zina etmedikleri, gizli dost tutmadıkları ve mehirlerini verdiğiniz taktirde size helaldir. Kim imanı inkar ederse şüphesiz amelleri boşa gider. Ve o, ahirette de kaybedenlerdendir.” (Maide 5)

Bazı alimlere göre; müşriklerden kasıt; ehli kitab dışında Allah'a eş koşan herkestir. Çünkü Allah (c.c) bir çok ayette müşrikler ile ehli kitabı (hristiyan ve yahudileri) birbirinden ayrı tutmuştur.

Allah(cc) şöyle buyuruyor:

“Kitap ehlinden ve müşriklerden (olan) kafirler; Rabbiniz'den size bir hayır indirilmesini arzulamazlar.” (Bakara: 105)

“Kitap ehlinden ve müşriklerden olan kafirler...” (Beyyine: 1)

Bu görüşe göre; Maide: 5 ayeti Bakara: 221 ayetini tahsis etmemiştir. Çünkü her iki ayetin konuları birbirinden farklıdır.

Mü'min Cariye Müşrik Kadından Daha Hayırlıdır:

“Elbette mü'min bir cariye, hoşunuza gitse de müşrik bir kadından daha hayırlıdır.”

Allah (c.c) bu ayette müslümanların ölçüsünü bildiriyor: Müşrik bir kadın ne kadar güzel olursa olsun, müslüman olan çirkin bir cariye ondan daha hayırlıdır. İşte İslamın ölçüsü budur! Gerçek güzellik, iç güzelliğidir. Gerçek değer, akide değeridir. Üstünlük ise, ancak takva iledir. Bu ayetin nüzulü ile ilgili olarak zikredilen Abdullah b. Revaha hadisi buna güzel bir örnektir.

İbni Ömer (r.a)'dan Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Siz kadınları güzelliği için almayınız! Güzellik onları gurura ve şımarıklığa sevkedebilir. Malları için de evlenmeyiniz! Çünkü servetleri onları size karşı isyan ettirebilir. Siz dindar kadınlarla evleniniz! Dindar zenci bir cariye, güzellik ve servet sahibi bir kadından daha hayırlıdır.” (İbni Mace)

Mü'min Kadınların Müşrik Erkeklerle Evlenmesi Yasaktır:

“Müşrik erkekleri iman edinceye kadar (mü'min kadınlarla) evlendirmeyin.” ,

Bu hüküm geneldir. Bu nedenle müslüman bir kadın, müşrik veya ehli kitaptan bir erkekle asla evlenemez. Çünkü kadın, kocasının hükmüne tabi olur. Dolayısıyla müşrik veya ehli kitap olan kafir bir koca, nikahında bulunan müslüman kadına zulmedebilir ve hatta İslam'dan çıkmasına bile sebep olabilir.

Allah (c.c) müslümanları kafirlerden daha üstün kılmıştır.

“Allah, kafirlere müslümanlar üzerine bir yetki verecek değildir.” (Nisa:141)

Bu sebeple müslüman kadın, müşrik veya ehli kitaptan olan erkeklerle evlenemez.

Müslüman erkek ehli kitaptan bir kadınla evlendiğinde eğer bu ihtimal söz konusu ise, ehli kitap kadınlarıyla evlenmesi caiz olmaz. Yani; müslüman bir erkeğin ehli kitaptan bir kadınla evlendiğinde sapması veya doğacak çocuklarının iman ve ahlaklarının bozulması ya da kadınını kontrol altında tutamaması söz konusu ise, onunla evlenmesi caiz olmaz.

Mü'min Köle Müşrik Erkekten Daha Hayırlıdır:

“Elbette mü'min bir köle, hoşunuza gitse bile müşrik erkekden daha hayırlıdır.”

Daha önce de zikrettiğimiz gibi, Allah (c.c) müslümanlar için bir değer ölçüsü veriyor: Asıl güzellik dış güzelliği değil içteki güzelliktir ve asıl değer, akide değeridir. Çünkü üstünlük ancak takva ile ölçülür.

İslamda zengin, güzel ve soylu olmasa bile müslüman bir köle, güzel, zengin ve soylu olan müşrik bir erkekten daha üstün ve daha hayırlıdır. İşte gerçek ölçü budur!

Müşriklerle Evliliğin Yasaklanmasındaki İllet:

“Onlar (müşrik erkek ve kadınlar) cehenneme çağırır.”

Müşriklerle evliliğin yasaklanmasının asıl illeti işte budur! Onlar müslümanlara, cehenneme gitmelerine sebep olabilecek ameller işletebilirler. Çünkü insana en yakın olan hanımı veya kocasıdır. Eşler devamlı ilişki içinde oldukları için, birbirlerinden daha çok etkilenirler. Bu sebeple, müşriklerle evlenmiş olan bir müslüman her an günaha girebilir veya şirke düşebilir.

Müşrik kadın ve müşrik erkeklerle evlenmemedeki bu illet her zaman için geçerlidir. Hatta ehli kitap erkekleri ile evlenmemede de geçerlidir. Fakat ehli kitap kadınları ile evlenmede her zaman bu illet geçerli olmayabilir. Çünkü müslüman erkeğin nikahında olan kadın, onun hükmü altındadır. Eğer ehli kitaptan olan bir kadınla evlenildiğinde haram veya şirk işleme ihtimali varsa, bu evlenme caiz olmaz. Alimler işte bu sebeple harbi olan ehli kitap kadınlarıyla evlenmeyi caiz görmemişlerdir.

“Allah ise (sizi) cennete (götürecek) ve mağfiret(ine sebeb olacak şeyler)e çağırır. (Böylece Allah) ayetlerini belki öğüt alırlar diye insanlara açıklar.”

Allah (c.c) mü'min kullarının cennete girmelerine, Allah'ın af ve mağfiretine nail olmalarına sebeb olacak şeyleri emreder. Onların cehenneme girmelerine sebep olacak amel, davranış ve sözleri ayetleriyle apaçık bir şekilde bildirir. Belki öğüt alırlar da kendilerinin cennete girmelerine sebeb olacak amelleri işlerler ve cehenneme girmelerine sebep olacak amellerden de uzak dururlar.
 
K Çevrimdışı

Kumtanesi

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
kardeşim zor birim durum deliller yukarıda inşeAllah yardımcı olabilmişimdir ....


Allah razı olsun kardeşim..gerek senin verdiğin deliller gerekse sancak 12345 kardeşimin açıklamaları bu hanımın eşinden ayrılma hakkının olduğunun bir göstergesidir...sorunun bu kısmı Allahın yardımı ile hallolmuş oldu.Şimdi sorun olarak ortada kalacak olan çocuklar meselesi var.bu hanım eşinden ayrıldığı taktirde çocukların durumu nasıl olur acaba?...şeri hükümler dahilinde bu çocuklar kiminle kalabilirler.? anlerinin onları almaya hakkı varmıdır ? yoksa müşrük babalarının yanında kalmaya mecburlarmıdır.?

şimdilik bu sorular pek acil değil ama ilerde mutlaka bu hanım bunlarıda öğrenmek isteyecektir...bende o zaman yine sizlerin yardımına başvuracağım inşaallah.

her ikinizden de Allah razı olsun. Allaha emanet olun.

Selamun aleykum.
 
E Çevrimdışı

Ehlitakwa

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Kardesim zaten eger bu kadinin kocasi hic namaz kilmamissa ve kilmiyorsa onlarin nikahlari gecersizdir zaten..
birde musrik bir adamla musluman bir kadinin yada tam tersi olabilir evlenmeleri haramdir, evli kalmalarida ..
bosanmasi hakk dir yani..
 
Üst Ana Sayfa Alt