Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Kafir / Muşrik Olarak İşlenen Hayırlı Amellerin (Müslüman Olduktan Sonra) Ahiratteki Durumu

eL_Muhacir Çevrimiçi

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
Abdullah_Azzam.jpg


Cahiliye döneminde yapılan ameller fayda verir mi ?

Hz. Hatice'nin (r.anha) amcası olan Hakim bin Hizam yüz yirmi senelik ömrünün altmış senesini cahiliyede, altmış senesini de İslâm üzere yaşadı. Sahih-i Müslim'de Hakim bin Hazam'dan rivayet edilen bir hadiste Hakim, Rasulullah'a şunu sormuştur:
"Ey Allah'ın Rasulü! Benim cahiliyede yapmış olduğum sadaka, köle azad etme ve sıla-ı rahimler için bir sevap var mıdır?" Bunun üzerine Allah Rasulü (sav):

"- (Cahiliyede) yapmış olduğun hayırlar üzere müslüman oldun" buyurur.

Bu, "cahiliye dönemindeki güzel huy ve âdetlerinden dolayı İslâm'a girdikten sonra da güzel huy ve âdetler edindin" demektir. Çünkü Hâkim bin Hazam (ra) cahiliye döneminde 100 köle azad etmiş ve onları 100 devenin üzerine bindirerek serbest bırakmıştır.

İslâm'a girdikten sonra da aynı şeyi yapmıştır. Bunun böyle olduğu açıktır. Bununla birlikte müfessirlerden Kurtubi'nin naklettiği şu görüş Allah'ın lütfü karşısında o kadar uzak bir görüş değildir.
Kurtubi hadisin son bölümünü şöyle izah etmiştir: "Cahiliye döneminde yaptığın hayırlarla birlikte müslüman oldun, yani Allah senin cahiliye döneminde yaptığın hayırları da kabul etti" demektir.

Eğer bu kimse müslüman olmasaydı, tevbe etmeseydi ve kâfir olarak ölmüş olsaydı cahiliye döneminde yaptığı iyiliklerden sevap alamazdı. Fakat Hâkim bin Huzam tevbe etmiş, müslüman olmuş ve müslüman olarak ölmüştür. Bu sebeple cahiliye dönemindeki hayırlarından sevap ümid etmesi uzak bir şey değildir. Buna mukabil kâfir olarak ölen kimsenin iyi amelleri ona herhangi bir fayda verir mi, vermez mi? Bu mesele hususunda şunlar zikredilmiştir: Bir kısım âlimlere göre kâfirin dünyada iken yaptığı hayırlı ameller, ahirette onun azabının bir kısmını hafifletmiş olabilir.

Diğer bazılarına göre ise hafifletmez. Birinci görüşe göre; günah işleyen, zina eden, yalan söyleyen, hırsızlık yapan, zulmeden, insanların kanını döken bir kâfir ile; adaletli davranan, bakmakla yükümlü olduğu kimseler arasında eşit davranan, insanların kanını dökmeyen, hırsızlık etmeyen bir kâfir arasında azap yönünden fark olacaktır. Birinci kâfirin azabı, ikincisinden daha şiddetli olacaktır.

Aziz ve celil olan yüce Allah bu hususta şöyle buyurmaktadır:
"Küfredenlere ve Allah' in yolundan saptıranlara, fesat çıkarmış olmaları sebebiyle azap üstüne azap ederiz." (Nahl, 88)

"Onlar suçlulara sorarlar: Sizi sakar Cehennemine sürükleyen nedir? Suçlular şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksullara bir şey yedirmezdik. Batıla dalanlarla beraber biz de dalardık. Ceza gününü yalanladık. Ölüm gelip çatıncaya kadar bu halde devanı ettik." (Müddessir, 42-47)


Cehenneme düşmek için din gününü yalanlamak yeterlidir fakat bütün diğer şeyler niçin eklenmiştir?... Bu da gösteriyor ki kâfirlerin işledikleri kötülükler cezalarını daha da ağırlaştıracak ve onları Cehennemin özel bir sınıfı olan sakara sürükleyecektir.

Utbe bin Rebia'ya yapmış olduğumuz kâfir muamelesi ile Ebu Cehil'e yapmış olduğumuz kâfir muamelesi birbirinden farklıdır. "Her ümmetin bir firavunu vardır. Bu. ümmetin firavunu da Ebu Cehil'dir." Utbe bin Rabia hakkında ise: “Eğer içinizde hayır beklenilen biri varsa şu kırmızı devenin sahibi Utbe bin Rebia'dır" denilmiştir.

Necaşi kâfirdi. Ebu Cehil de kâfirdi. Ancak Rasulullah (sav): "Bu adama (Necaşi'ye) gidiniz. Çünkü onun yanında kimseye haksızlık yapılmaz" buyurmuştur. Rasulullah bu sözü ile Necaşi'yi kastetmişti, o sırada Necaşi hristiyandı.

Yine el-Mut'im bin Adiy Allah Rasulü (sav) Taif'ten döndüğünde onu korumuştu. Bu sebeple Bedir gününde Kureyş'ten 70 tane esir alındığında şöyle demişti: "Eğer Mut'im bin Adiy sağ olsaydı ve benden şu mikropları serbest bırakmamı istemiş olsaydı onları ona bırakırdım." Kokuları açıktan hissedilen bu esirler hakkında Allah Rasulü işte böyle buyuruyordu. Bu bakımdan müslümanın kâfirle veya gayr-ı müslimle olan muamelesi; İslâm davetine vermiş olduğu eziyet ve işkencelerin derecesine göre olması gerekir. Allah Rasulü (sav)'in Mekke'nin fethinde on bir kişi hakkında:

"-Onları Kâbe’nin örtüsüne sarılmış olarak bulsanız dahi öldürünüz" buyurması, İslâm davetine zulmeden, işkencelerde bulunan kâfirleri imamın affedemeyeceğine delildir. Mekke'nin fetih gününde Abdullah bin Hatal, Kâbe’nin örtüsüne sarılı olduğu halde öldürüldü. Ancak Allah Rasulü (sav) bu kâfirlerin dışındakiler için böyle emretmemişti. Çünkü öldürülmesi emredilen bu kişilerin İslâm davasına yapmış oldukları işkence ve eziyetler çok daha şiddetliydi.


Sahih-i Müslim'de. Hz. Abbas (ra)'ın Allah Rasulü'ne şöyle dediği rivayet edilmektedir:

"-Ey Allah'ın Rasulü! Ebu Talib seni himayesi altında bulunduruyor ve sana yardım ediyordu. Bunun ona faydası olacak mı?"

Allah Rasulü (sav): "Evet, onu alevlerin dalgaları arasında buldum ve onu ateşin en hafif olduğu dereceye çıkardım" buyurdu. Yine Sahih-i Müslim'de rivayet edilen başka bir hadis-i şerifte ise Rasulullah'ın yanında amcası Ebu Talib zikredilince Rasulullah şu cevabı vermiştir: "Belki kıyamet gününde benim şefaatim ona şöyle bir fayda verebilir, Cehennem ateşinin topuklarına kadar ulaşacağı hafif bir derecesine konur, fakat bunun dehşetinden beyni kaynar. Şayet ben olmasaydım, o cehennem ateşinin en alt tabakasında olurdu.(Bkz. Buhari, Menakıb cl-Ensar. Bab: 40, Edeb Bab: 15. Rikak Bab: 51; Müslim. İman Bab: 357, 360)

Hülasa münafıkların harcamış oldukları mallar kabul edilmeyecektir, yani bunun ahirette faydasını göremeyeceklerdir. Çünkü yaptıklarının karşılıklarını dünyada iken görmüşlerdir. İşte bu sebeple Rasulullah (sav) Adiyy'nin bacısı ve Hatim'ın kızı Sefane'ye: "Ben, misafirlere ikram eden ve akrabalarına iyilikte bulunan bir kişinin kızıyım" demesi üzerine şunları söylemiştir: "Şayet baban müslüman olsaydı ona rahmet okurduk ve ondan dolayı merhametli davranırdık." Sonra Rasulullah sözlerine devamla şunları buyurmuştur: "Bir kavmin içinden aziz iken zelil düşen, zenginken fakirleşen ve cahiller arasında kaybolan âlimlere merhametli davranın."

Afganistan'da her bölgenin liderine melik denilmektedir. Bu insanlar kavimlerinin önde gelenleridir. Şu anda ise bir zamanlar melik diye isimlendirilen kavimlerinin en zengini ve en önde gelen liderleri olan bu insanlar, yaşamlarını sürdürebilmek için bir lokma ekmek dahi bulamamaktadırlar. İnsanlığın gereği bizlerin bu insanlara merhamet etmemiz gerekmektedir. Bu hem İslâmi, hem de insanî bir görevdir. Logar kentinde onlardan birinin evine girdim. Burası, çok basit bir evdi, ancak manzarası saray gibiydi. Bahçesi vardı ve içinden ırmak geçiyordu. Yatak odasının karşısında ağaçlar ve akarsular vardı. Evin bahçesinde üzüm, kayısı, elma vb. birçok meyve ağaçları vardı. Öyle ki evin hanımı yatak odasından pencerenin perdesini açıp elini uzatsa bu tür meyveleri toplayabilecek bir durumda idi. Şu anda bu evin sahibi kadın nerededir biliyor musunuz? Suud veya Kuveyt kızılayından bir çadır alabilmek için aylarca gidip gelmektedir. Birkaç aile sadece bir çadırın içerisinde yaşamaktadır. İnsan, birçok ailenin yaşamış olduğu bu çadırları görse, orada bir canlının barınabileceğine ihtimal vermez. Çünkü çadırlarda topraktan başka hiçbir şey yok ve yüzlerce çocuk bu çadırlarda barınmaktadır.

Davet Üniversitesinin doğudaki kapısında durup onların manzarasına bakıyordum. Bu insanlar üniversite talebelerinin yemeklerini yiyip çıkmalarını bekliyorlar ki aşçılar yemeğin arta kalanlarını çöpe atarken koşuşup ellerindeki tabaklarla onları alsınlar. Ne yazık ki bu manzaraya rağmen birileri de çıkıp şöyle diyor: "Allah için size nasihat ediyorum. Siz bu yemeklerin kalıntılarını bu bid'atçi insanlara vermeyin." Hasbunallah ve ni'mel vekil. Hatırladığım kadarı ile bir gün Rasulullah (sav) Akra bin Hâ'bis'in yanında otururken torunlarından birini öpüyor. Akra: "Allah'a yemin olsun ki benim on tane çocuğum var, hiçbirini öpmedim" diyor. Rasulullah da ona şu cevabı veriyor: "Eğer Allah senin kalbinden merhamet duygusunu çekip almışsa ben sana ne yapabilirim?" Şairin de dediği gibi:

Bu işler öyle işler ki çocuklar bunları düşünse

Şakaklarına ak düşer.

Bütün sınırlarda müslüman kadınlar gasb ediliyor,

Buna rağmen müslüman nasıl rahat yaşayabiliyor?

Nasıl istikrar olabilir?

Bir müslüman nasıl huzur içinde yaşayabilir?

Halbuki müslüman kadınlar saldırgan düşmanın elinde.

Ve o kadınlar kendilerine yapılacak bir hayâsızlıktan

Korktuklarında en son sözü söylemekte;

Keşke annelerimiz bizi doğurmasaydı, demekteler...

Sizler bilmiyor musunuz ki bütün fıkıh âlimleri doğuda müslüman kadın esir alınacak olursa batıda bulunan İslâm ümmetinin onu kurtarmak için harekete geçmesi hususunda icma etmişlerdir.

Âyet-i kerimede kafirlerin intaklarının kabul edilmeyeceği ve bunun sebepleri zikredilerek şöyle buyrulmuştur: "Verdiklerinin kabul edilmesini engelleyen sadece şudur: Onlar Allah'a ve Rasulune kâfir olmuşlardır. Namaza da mutlaka tembel tembel gelirler ve mallarını da ancak istemeye istemeye harcarlar." (Tevbe, 54) Görüldüğü gibi ayette infakların kabul edilmeyeceğinin birinci sebebi olarak bu insanların kâfir oldukları zikredilmektedir. Çünkü kâfirlerin yaptıkları iyi ameller kabul edilmez. Zira amelin kabulü için niyet şart ve iman da gereklidir.

İkinci sebep olarak; onların namaza tembel tembel gelmeleri zikredilmiştir. Zira kâfirlerin namaz kılmaları rol yapmak ve yapmacık davranmaktan öte bir şey değildir. Onların namaz kılmaktan herhangi bir beklentileri olmadığı gibi namaza gelmelerini gerçekleştiren faktör de sadece kılıçtan korkmalarıdır.

İnfaklarının kabul edilmediğine dair üçüncü sebep ise; infaklarını yaparken yani zekâtlarım verirken içten gelerek değil, istemeyerek vermeleridir. Çünkü bunlar bu verdikleri zekâtı şu âyet-i kerimede de belirtildiği gibi bir angarya ve bir haraç saymaktadırlar."Bedevilerden bir kısmı da Allah yolunda harcadığını bir ziyan sayar. Başınıza bir felaketin gelmesini bekler. Şiddetli felaket onların başına gelsin. Allah her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir." (Tevbe, 98)

 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Kafir / Muşrik İken İşlenen Hayırlı Amellerin, Musluman Olduktan Sonraki Durumu

ـ4ـ وعنه أيضاً رضى اللّه عنه قال: قال رسولُ اللّه : إذا أسْلَمَ العَبْدُ فحَسُنَ إسْمُهُ كَتَبَ اللّهُ لَهُ كلُّ حَسنَةٍ كَانَ أزْلَفَهَا، وَمُحِيَتْ عَنْهُ كلُّ سَيئَةٍ كَانَ أزْلَفَهَا، وَكَانَ بَعْدَ ذلِكَ القصاصُ: كلُّ حسَنَةٍ بعشْرِ أمثالها إلى سبعِمائةِ ضِعْفٍ، وَالسَّيئةُ بمثلِهَا إّ أن يتجاوَزَ اللّهُ عنْها [ أخرجه البخارى تعليقاً، والنسائى مسنداً.ومعنى » أزلفها« قرّبها.
4. (4)- Yine Ebu Sa'îd (radıyallau anh) hazretleri der ki: "Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:
"
Bir kul İslâm'a girer ve bunda samimi olursa, daha önce yaptığı bütün hayırları Allah, lehine yazar, işlemiş olduğu bütün şerleri de afveder. Müslüman olduktan sonra yaptıkları da şu şekilde muâmele görür: Yaptığı her hayır için en az on misli olmak üzere yediyüz misline kadar sevab yazılır. İşlediği her bir şer için de, -Allah affetmediği takdirde- bir günah yazılır."

(Buharî hadisi tâlik olarak kaydeder (İman: 31), Nesâî, İman: 10, (8, 105)

AÇIKLAMA:

Tercümede geçen "bunda samimi olursa" ifadesinin Arabca aslı "İslâm'ı güzel olursa"dır. Yani: "Kul Müslüman olur, İslâm'ı da güzel olursa..." şeklindedir.
Âlimler, samimi olmayı (veya İslâm'ın güzel olmasını) "itikad ve ihlâsıyla tam olması, zâhiren ve bâtınen İslâm'ın ferde girmesi, ibadet sırasında Rabbinin kendisine yakınlığını hatırlaması, idrak etmesi..." diye açıklamışlardır.
Buhârî'nın rivayetinde, geçmiş günahlarının affedileceği belirtildiği halde hayırlarının da yazılacağı kaydı mevcud değildir. Ancak hadisin Kutub-i Sitte dışında gelen vecihlerinde de yukarıda kaydedilen şekilde eski günahlarının afvedileceği, hayırların hesaba geçeceği tasrih edilir.
Buhârî'nin bu ziyadeyi kasden iskat ettiği çünkü, kâfirken işlenen hayırların Allah'a yakınlık vesilesi olacağı meselesini Buhârî'nin, başka kaideler açısından, muşkilatlı bulduğunu söylemişlerdir. Ancak Nevevî ve Kadı İyâd bu yoruma katılmazlar.

Nevevî şunu söyler: "Gerçek olan, muhakkik ulemanın icma ettiği husustur: Kâfir, sadaka, sıla-i rahm gibi hayır ameller işlemiş ise Müslüman olduktan sonra bu onun hayırlar defterine yazılır, yeter ki Müslüman olarak da ölmüş olsun."

Kaidelere aykırılığı iddiasını da reddeden Nevevî : "Bu iddia musellem (benimsenmiş) değildir. Çünkü, kâfirin dünyadaki amellerinin bir kısmı muteber addedilmiştir. Mesela kefâretu'zzihâr bunlardan biridir. (Zıhar, kocanın karısını neseb, emzirme (raza') veya musâharet suretiyle muebbeten mahremi olan (nikahı haram olan) bir kadının, kendisine bakılması caiz olmayan bir uzvuna benzetmesidir". Bu, bir nevi kısmî boşamadır. "Sen bana anamın sırtı gibisin" demesi gibi. Bu benzetmede bulunan kimse, kefârette bulunmadan zevcesine cinsi temasta bulunamaz. Kefareti, varsa köle azad eder. Yoksa üst üste iki ay oruç tutar veya altmış fakiri doyurur.) Kâfir, Müslüman olmazdan önce, bu kefâreti yerine getirmiş ise, Müslüman olunca iade etmez" der.

İbnu Hacer, Nevevi'yi haklı bulur ancak o, neticeye bir başka yorumla ulaşır: "Kişinin Müslüman olunca, önceki amellerinin sevab olarak yazılması bir lutfu ilâhidir, bu, onlardan önceden sâdır olan amellerin kâfirken makbul olmasından dolayı değildir. Hadis, işlenen amelin sevabının yazılacağını belirtiyor, o amelin makbul olduğuna temas etmiyor. Kâfirken yapılan iyi amelin makbul olma keyfiyeti İslâm olma şartına bağlanmış olması da muhtemeldir: Müslüman olursa makbûldur, olmazsa değildir. Bu görüş daha kavî'dir."

İbnu'l-Munîr, "iyi amelden dolayı küfür hâlinde sevab yazılır" iddiasının kaidelere aykırı olduğunu belirtmiştir. Çünkü, Kur'ân ve hadiste gelen naslar, "Kâfir, eski inancı üzerine ölürse, sâlih amellerinden hiçbirisinin kendisine faydası olmaz, hepsi hebâen mensur (faidesiz olarak) gider" diye kesin bir hükme varmıştır.

Aişe (r.anha), İbnu Cud'ân hakkında: “Önceden yaptığı hayırlı amellerin ona faydası olmayacak mı?” diye sorunca Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm): "O, hiç bir zaman: "Rabb'im, günahlarımı kıyamet günü mağfiret buyur!" dememiştir." diye cevab vermiştir.

Bu hadisten de, mûmin olduğu takdirde önceki hayırlı amellerinden istifâde edeceği istidlal edilir. İman olmadıkça, kâfirin hayırlı amellerinden istifâde edemeyeceği istidlal edilir. İman olmadıkça, kâfirin hayırlı ameli makbul değildir.

Ancak şu söylenebilir: Nasıl ki cennetin mertebeleri var, cehennemin de var. İman derecelere şâmilse küfür de derecelere sahibtir. Kâfir'in zalim ve sefihleri ile mazlum ve hayır sâhibleri aynı derecede yer almayacaktır. Yerleri mekân ve mahal olarak cehennemdir, fakat oradaki dereceleri, mevkileri, azabdan duyacakları hisseleri, bir değildir, farklıdır. (Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/202-203)



31. Kişinin İyi Müslüman Olması

41- Ebu Saîd el-Hudrî Allah Rasulu'nün şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Kişi Müslüman olur da Müslümanlığını iyi yaparsa Allah onun önceki bütün günahlarını bağışlar. Bundan sonra (yaptıklarının) karşılığı söz konusudur: Bir iyiliğe on katından yedi yüz katma kadar sevab vardır. Kötülüğe ise kendi misli kadar günah vardır, ancak Allah dilerse bundan da vazgeçer (bağışlar)".


Açıklama

Kişi Müslüman olur da...": Bu hükümde erkekler ve kadınlar ortaktır.
Müslümanlığını yaparsa Yani; inancı, ihlası, İslâm'a içi ve dışı ile girmesi, -Cibril hadisinde belirtildiği gibi- bir şey yaparken Rabb'inin kendisine yakın ve yaptıklarından haberdar olduğunu sürekli aklında tutması ile iyi bir Müslüman olursa, demektir.


Kâfirler Yaptıkları İyiliklerin Karşılığını Alırlar mı?

El-Mâzinî şöyle der: "Kâfirin Allah'a yaklaşması söz konusu olamaz. O, şirk halinde iken işlediği amellerden dolayı sevab da almaz. Çünkü Allah'a yaklaşan kişinin, kime yaklaştığını bilmesi şarttır. Oysa kâfir böyle değildir." Kadı Iyad da el-Mâzinî ile aynı yorumu yapmaktadır.

Nevevî ise bunu zayıf görerek şöyle der: "Araştırmacı ilim adamlarınca kabul edilen -hatta üzerinde icma edilen- görüş şudur:
Kâfir bir kimse sadaka, akraba ile ilişkiyi sürdürme vb. güzel ameller işledikten sonra Müslüman olur ve Müslüman olarak da ölürse daha önce yapmış olduğu iyiliklerin sevabı kendisine yazılır. Bunun temel kurallara aykırı olduğunu iddia etmek kabul edilemez. Çünkü kâfirin zıhar keffaretî gibi bazı fiilleri dünyevî hüküm açısından muteberdir. Zıhar keffaretini yerine getirdikten sonra Müslüman olsa yeniden keffareti yerine getirmesi gerekmez, daha önceki yeterli olur.
Doğru olan şudur: Allah'tan bir lütuf ve iyilik olarak kişiye Müslümanlığı sırasında sevab yazılmasından hareketle sonradan Müslüman olan kişinin inkâr döneminde yaptığı amelin de kabul edilmesi gerekmez. Hadis yalnızca sevab yazılmasından bahsetmiş. İnkâr halinde iken yapılan amelin kabul edilmesi konusuna temas etmemiştir. Kâfir iken yapılan amelin kabul edilmesinin İslâm'a girmeye bağlı olması da mümkündür; buna göre kişi Müslüman oîursa önceden yaptığı iyilikler kabul edilir ve bundan dolayı sevab alır, Müslüman olmazsa bu iyiliklerden sevab alması söz konusu olmaz. Bu, güçlü bir görüştür. Nevevî, İbrahim el-Harbî, İbn Battal ve bunlar dışındaki ilk dönem alimleri ile sonrakilerden Kurtubî ve İbnu'l-Muneyyir bu görüşü kabul etmiştir.

İbnu'l-Muneyyir şöyle demiştir: "Dinin temel kurallarına aykırı olan şey, bir insanın kâfirken yaptığı iyiliklerden sevab almasıdır. Ancak kâfirken yapılan iyiliklerin sevabının, kişinin Müslüman olmasından sonra onun sevablarına eklenmesini engelleyen bir durum söz konusu değildir. Nitekim Yüce Allah kişiye hiç ameli yok iken doğrudan lutufta da bulunabilir. Yine amel etmekten aciz olan kişiye, kudretinin yettiği dönemdeki amellerin sevabını yazar. Kişiye hiç yapmadığı amellerin sevabını yazması mümkün olduğuna göre, şartlarına uymaksızın yapmış olduğu amellerin sevabını yazması da mümkündür."

İbn Battal şöyle demiştir: 'Allah kullarına dilediği şekilde lütufta bulunabilir, kimse O'na itirazda bulunamaz."

Diğer bir âlim de şunu delil getirmiştir: Kur'an ve sahih hadisin de gösterdiği gibi ehl-i kitabdan iman eden kişiye iki kat mukâfat verilir. Oysa ilk inancı ile ölse, yapmış olduğu iyiliklerin karşılığını alamaz. Bu iyilikler heba olur gider. Bu da gösteriyor ki ilk amelinin sevabı ikincisine eklenerek yazılmaktadır.
Yine şunu da delil getirmiştir:
Âişe, İbn Cud'an hakkında onun yaptığı iyiliklerin kendisine fayda verip vermeyeceğini Peygamber'e sormuş o da Şöyle demiştir: "O hiçbir gün; Rabbim kıyamet günü hatamı bağışla" dememiştir. Bu durum Abdullah İbn Cud'an'ın Müslüman olduktan sonra bu sözü söylemiş olması halinde kâfir iken yaptıklarının yararını göreceğini göstermektedir.

Bundan sonra (yaptıklarının) karşılığı söz konusudur" : Yani dünyadaki karşılıkların yazılması söz konusudur.
Ancak Allah dilerse bundan da vazgeçer": Sibeveyh el-Fevâid adlı eserinde "Ancak Allah bağışlarsa başka, o bağışlayıcıdır" demiştir.

Bu hadis insanları işlediği günahlar sebebiyle tekfir eden ve onların sonsuza kadar cehennemde kalacağını savunan Haricîler vb. fırkalar aleyhine bir delildir. Hadisin baş kısmı imanın artıp eksildiği inkâr edenleri reddetmektedir. Çünkü İyiliğin dereceleri farklıdır. Hadisin son kısmı da Haricîleri ve Mutezile'yi reddetmektedir.
(Fethu'l bari ; C. 1 , İman Bab, 31, Sf: 130 - 132)


Kafir / Muşrik İken İşlenen Hayırlı Amellerin, (Kafir Olarak) Öldükten Sonra Ahirattaki Durumu

"Kâfirlerin faydalı işleri fırtınalı bir günde rüzgârın savurduğu küller gibidir. Ahiratte o işlerin hiç faydası olmaz" (İbrahim 18)

"De ki: Size en çok ziyana uğrayanları haber verelim mi? Onlar dünya hayatında iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, çabaları boşa giden kimselerdir. İşte onlar, Rabb'lerinin âyetlerini ve Ona kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir. Onlar için, kıyamet günü, hiç bir terazi tutmayız. (İyilikleriyle kötülüklerini ölçmeyiz çünkü amelleri boşa gitmiştir, tartıya girecek makbul şeyleri kalmamıştır.)" (Kehf 103-104-105)

"Kâfirlerin iyi işleri engin çöllerde görünen seraba benzer. Susayan kimse onu uzaktan su sanır; ama yanına varınca, umduğunu bulamaz." (Nur 39)

Kadı İyad şöyle demektedir: “Kafirlerin, amellerinden fayda görmeyecekleri, ne nimet ne de azabın hafifletilmesiyle mukafatlandırılmayacaklarına dair icma hasıl olmuştur”.

İmam Hafız Fakih Ebu Bekr el-Beyhaki de “el-Ba’s ve’n-Nuşur” adlı eserinde, buna benzer görüşleri bazı alim ve kelamcılardan nakletmekte ve şöyle demektedir:
Kafirlerin, küfür üzere ölmeleri halinde, yaptıkları hayırlı amellerin boşa gideceği ile ilgili âyet ve hadisleri, sadece ateşten kurtulup cennete giremeyeceği şeklinde anlamak mümkündür. Bunun ötesinde küfrünün dışında işlemiş olduğu günahların bir cezası olarak çekeceği azab, hayattayken yaptığı hayırlı ameller sebebiyle hafifletilebilir.”




İslam'dan Çıkan Murtedin, Tekrar İslam'a Girmesi Durumunda;
Müslümanken İşlediği Amellerin Sevabını Geri Alır mı?


"Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, işte onların dünya ve âhirette amelleri boşa gitmiştir. İşte cehennemlikler onlardır. Onlar orada ebedî olarak kalacaklardır."
(Bakara, 2/217)

Hanefi ve Mâliki ulemaya göre murted, İslâm'ı terk ettiği anda bütün amelleri boşa gider. Murtedin Müslüman iken tuttuğu oruç, kıldığı namaz, yapmış olduğu hac, vermiş olduğu zekât gibi ibadetleri tekrar İslama döndükten sonra yeniden yapması gerekir. (Ebubekr Bin Mesud El Kasani, Bedaiu’s-Sanai fî tertîbi’ş-şerâʾi, C. 1, Sf: 292; Ebu'l-Berekât en-Nesefî, El-Bahru’r-Raik 5/137;
Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdillâh b. Alî el-Haraşî el-Mâlikî, 8/68)
Çünkü, Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Kim imandan sonra küfrederse ameli boşa gider." (Maide, 5)
"Eğer sen şirk koşsaydın mutlaka amelin boşa giderdi." (Zümer, 65)
"Eğer şirk koşarlarsa amelleri boşa gider." (Enam, 88)



Şafii ve Hanbeli ulemasına göre bir kimsenin, murted olarak ölmeyince, Müslüman iken işlediği ameller boşa gitmez. (Nevevi, el-Mecmu’ Şerh-ul Muhezzeb 3/5-6; Ebu’l-Berakât Kemâluddîn Abdurrahmân b. Muhammed b. Ubeydillâh el-Enbârî, el-İnsaf fî mesâʾili’l-ḫilâf, C. 1, Sf: 392)

"Sizden kim dinini terk eder ve kâfir olarak ölürse, işte onların dünyada ve ahirette amelleri mahvolur. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedi kalırlar."
(Bakara, 2/217)
 
eL_Muhacir Çevrimiçi

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
ALLAH razı olsun akhim

fazla ilim göz çıkarmaz :)
 
Üst Ana Sayfa Alt