Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Kâfirlerin Ve Müşriklerin Bayramlarından Uzak Kalmamızı Gerektiren Bazı Aklî Deliller

I Çevrimdışı

islami bilgiler

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
بســـم الله الرحمن الرحيم


Kâfirlerin ve Müşriklerin Bayramlarından Uzak Kalmamızı Gerektire n Bazı Aklî Deliller

Kâfirlerin ve müşriklerin bayramlarından uzak kalmamızı gerektire n bazı aklî deliller de vardır ki, başlıcaları şunlardır:

1 - Birincisi, bayramlar şeriatlerin ayrılmaz birer parçası, onlara sembol olan davranış ve tapınmalardır. Cenab-ı Allah (c.c.) bunlar hakkında:

“Her biriniz için ayrı birer şeriat belirledi k” ve

“Biz her ümmet için ayrı birer şeriat belirledi k, herkes kendi şeriatine uyar.” buyuruyor .

Başka bir deyimle bayramlar, şeriatlerin kıble, oruç ve namaz gibi ana ilkeleri arasında yer alırlar. Buna göre kâfir ve müşriklerin bayramlarına uymakla onların diğer dini ilkelerin e özenmek arasında hiç bir fark yoktur.

Buna bağlı olarak bu bayramları tümü ile benimseme k, bütünüyle kâfirliği onaylamak, buna karşılık bu bayramların bazı detaylarına özenmek de kâfirliğin bazı unsurlarını onaylamak demektir.

Hatta bayramlar her şeriatın sırf kendine özgü, en ayırdedici semboller i oldukları için bunlara özenmek, kâfir sistemler in en kendine özgü gelenekle rine ve en bariz özelliklerine uymak olur. Buna göre bu alandaki özentinin insanı kâfirliğe ve kâfirliği hazırlayacak şartlara sürükleyeceği kesindir.

Bu özentinin ilk başlangıcının hükmü en azından isyan yani emirlere karşı gelmektir . Nitekim Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) :

“Her kavmin nasıl bir bayramı varsa bu gün de bizim bayramımızdır” derken bayramların bu özel ve ayırdetici niteliğini vurgulamıştır. Bu özenti, kafirleri n bele zunnar bağlama gibi özel adetlerin e özenmekten çok daha çirkin bir davranıştır. Çünkü zunnar kuşanmak, dini bir nitelik taşımayan ve sadece müslümanlarla kâfirleri birbirler inden ayırdetme amacı güden basit bir özelliktir.

Oysa kâfirlerin bayramları ile bu bayramlar a bağlı gelenekle ri hem kendisi ve hem de bağlıları lanetlenm iş olan batıl bir dinin unsurlarıdır ve böyle olduğu için bu konuda onlara özenmek, onların Allah'ın gazabına ve cezasına çarpılmalarına yol açan özelliklerini benimseme k demektir.

Düşünelim ki; kâfirlerin bu bayramlarına özgü tapınma ve adetlerin her biri, bu günün özel bir gün olarak seçilmiş olması sebebi ile gelenekleşmiştir. Yoksa eğer o gün, yılın diğer günleri gibi normal bir gün olsaydı, hiç bir özel tapınma ve adetle kutlanmaz dı. Oysa bu günün özel sayılarak seçilmesi, en ufak bir şekilde İslâm dininden kaynaklan dığı bir yana, tersine ona karşı çıkmak, onu inkar etmek esasına dayanmakt adır.

2 - Bu konudaki ikinci aklî delil şudur:

Kâfir ve müşriklerin bayramlarında yaptıkları hareketle rin tümü Allah'ın emirlerin e aykırı davranışlardır (masiyetti r). Çünkü bunlar ya sonradan ortaya atılmış uydurma (bidat) şeyler veya yürürlükten kaldırılmış davranışlardır. Böyle bir davranış en iyimser anlamı ile bir müslümanın Beytülmukaddes'e (Kudüs'e) doğru namaz kılması gibi olur. Bu hüküm yapılan tapınmaların din kaynaklı oldukları durumlar için söz konusudur . O zaman bu tapınmanın uzantısı olan yemek, içmek, giyim, oyun ve tatil gibi adetler dinî bayrama bağlı detaylar olurlar. Tıpkı İslâm dininin bayramlarında görülen benzer adetlerde olduğu gibi.

O takdirde böyle bir özenti, özü bakımından, bazı müslümanların uydurma bir bayram günü çıkararak bu günde kırlara çıkmaları ve Ramazan bayramı ile Kurban bayramlarında meşru olan adet ve ibadetler i yapmaları gibi veya rastgele bir bina kurup çevresini tavaf etmeleri ve bu binayı yapanın anısına yemekli şenlikler düzenlemeleri mesabesin dedir. Eğer müslüman böyle bir şey yapmayı çirkin görüyorsa aynı mantıkla kendinin olmayan bir bayram gününü kutlamayı adet edinmesin i de çirkin görmelidir. Tıpkı bazı bidatçilerin kimi gündelik adetlerin i değiştirerek yemekli ziyafetle r düzenlemeleri veya süslü kılıklara bürünmeleri, fakat bu değişik adetlerin de tapınma amacına yer vermemele ri gibi. Böyle bir şey en çirkin kötülükler arasında yer alırsa söz konusu “gazaba uğramışlar” ile “sapıkların” bayramlarına özenmek bundan da daha çirkin bir kötülüktür.

Gerçi bu “gazaba uğramışlar” ile “sapıklar” uydurma ve yürürlükten kaldırılmış dinlerind e serbest bırakılmışlardır. Bu doğrudur, ama bu serbestli k, bu kimseleri n açık gösteriye dönüştürmemeleri şartına bağlıdır. Yoksa müslüman uydurulmuş veya yürürlükten kaldırılmış bir dini ne açıktan ve ne de gizli biçimde asla onaylayam az.

Kâfirlere özenmek ise tıpkı bidatçilere özenmek gibi, hatta ondan da daha kötü bir şeydir.

3 - Bu özentiden kaçınılması gerektiğini belirten üçüncü aklî delil de şudur:

Bu alanda basit gibi görülen özentilere göz yumulduğu takdirde bu durum kesinlikl e git gide daha büyük çaplı taklitler e yol açar. Zamanla bu özenilen yabancı gelenek, halk arasında yaygınlaşınca aslı unutulara k halkın kendi bayramı gibi benimsenm eye başlar. Hatta Allah'ın emrettiği bayramlar a benzetili r, bazen daha da üstün tutularak nerdeyse İslâmın gölgelenmesine ve kâfirliğin yeniden hortlamasına yol açacak bir nitelik kazanır.

Nitekim müslüman olduklarını söyleyen çok sayıda kimsenin hristiyan ların oruç bozumu günündeki gelenekle rine özenerek aralarında hediye alıp-vermeleri, tatil yapmaları, sadaka dağıtmaları ve çocuklarına yeni elbiseler satın almaları bu nitelikte dir.

Şeytanın kışkırtmaları ile benimsene n bu özentiler, bu taklitçilerin gözünde müslüman bayramı gibi olmuş, hatta güvendiğim bazı dostlarda n öğrendiğime göre hristiyan lara yakın yerlerde yaşayan dini bilgisi kıt ve imanı zayıf müslümanlar, bu özenti adetleri müslüman bayramlarından daha üstün tutmakta, bu günleri Allah'ın ve Rasûlüllah'ın bize tanıttığı şenlik günlerinden daha coşkulu şekilde kutlamakt adırlar. Benim kendi gözlerimle gerek Şam'da ve gerekse çevresinde gördüğüm yabancı özentileri bu iddialar doğrulamaktadır. Oysa bu yöre ilim merkezler ine oldukça yakın ve halkının imam oldukça güçlü bir İslam diyarıdır.

Sözünü ettiğimiz hristiyan ların oruç bozumu günü Perşembe gününe rastlar. Bu perşembenin yıl içinde belirli bir tarihi yoktur, tersine yedi hafta süren bu hristiyan orucuna bağlı olarak ileri geri kayar. Bu yedi haftalık oruç, arapların yaz dedikleri, fakat genel olarak ilkbahar diye adlandırılan mevsimde tutulur. Orucun başlangıç tarihi güneş yılı takvimine göre belirli değildir, Şubat ayının ikisi ile Azar (Nisan) ayının ikisi arasında oynar. Hristiyan lar bu günler için güneş takvimi ile ay hesabına dayalı takvimin birbirine en yakın oldukları bir pazartesi günü oruca başlarlar ve böylece hem güneş ve hem de ay hesabına dayalı takvimler i birlikte gözetmeye çalışırlar.

Hemen belirteli m ki, bunların hepsi onların kendileri tarafından uydurulup ortaya atılmış ve peygamber leri tarafından getirilmiş kendi şeriatlerine de aykırı olan şeylerdir. Çünkü her şeyden önce bütün peygamber ler -selâm üzerlerine olsun- bidat vakitleri ni ay hesabına göre belirlemişlerdir. Peygamber lerin getirdikl eri şeriatleri bozup değiştirenler yahudiler ile hristiyan lardır. Neyse şimdilik sözümüzün konusu bu değil.

Bu hristiyan orucunun son günü perşembeye rastlar. Ertesi günü olan cuma gününü asılsız inançlarına göre Hz. İsa'nın -selâm üzerine olsun- çarmıha gerildiği gün kabul ederek buna “Çarmıh Günü” adını verirler. Bu cuma ile cumartesi ni birbirine bağlayan geceyi de Hz. İsa'nın mezarda geçirdiği kabul ederek “Işık Gecesi” diye anarlar. Bu gece büyük bir ateş yakarak etrafında bir araya gelirler ve gökten üzerlerine nur indiğini ve bu nurun Kudüs'teki Kamame kilisesin e düştüğünü hayal ederler. En son dağılırlarken bu ateşten tutuşturdukları birer meşaleyi yanlarına alarak memleketl erine götürürler ve bunu uğur sayarlar. Aklı başında olan herkes bu inanç ve davranışların asılsız ve uydurma olduklarını kolayca anlayıverir.

Ertesi günü olan cumartesi günü yahudi kovalarla r. Pazar gününü ise Hz. İsa'nın -Allah selâmı üzerine olsun- yeniden dirilip kalktığı en büyük bayram günleri sayarlar. Bir sonraki pazar gününü de “Yeni Pazar” diye adlandırırlar, o gün her kes yeni elbiseler giyerler ve hep birlikte çeşitli hareketle r yaparlar.

Bütün bu saydıklarımız onların bayram günleridir. Tıpkı biz müslümanların Arefe, Kurban Bayramı ve Mina günleri gibi. Onlar oruç tutarken yağlı ve hayvan kaynaklı yiyecek yemezler. Oruçları bitince de bayram ederlerke n hayvan kaynaklı yiyecekle rle, yani süt, yumurta veya etle oruç açarlar. Çoğunlukla da yumurtayı tercih ederler. Gerek bu bayramlarında ve gerekse diğer bayramlarında tapınma amaçlı çeşitli söz ve davranışlar görülür. Bunlar belli ve kesinleşmiş bir nitelik taşımadıkları için alimler tarafından farklı biçimlerde nakledili rler ki, bu nakilleri n çoğunluğu doğrudur.

Çünkü bu adamlar dini liderleri olan papaz ve keşişler tarafından ortaya konan her şeyin kendileri için bağlayıcı olduğuna, tıpkı gökteki Hz. İsa tarafından ortaya konmuş bir ilke gibi uyulması gerektiğine inanırlar. Söz konusu dini liderler de sık sık bazı esasları yürürlükten kaldırarak yerlerine başka yasaklar ve yükümlülükler getirirle r, daha önceki inanç ilkelerin e aykırı şekilde farklı inançları uzlaştırıp ortaya başka bir şey çıkarırlar ve bütün bunları yaparken yaptıkları bu işin Allah tarafından bir şeriatın başka bir şeriatle değiştirilmesi gibi bir misyon olduğunu kabul ederler.

Hristiyan lar ile yahudiler bu bakımdan -ve başka bazı bakımlardan- birbirler inin zıddıdırlar. Çünkü yahudiler Allah'ın kendi koyduğu bir şeriatı yürürlükten kaldırabileceğini veya yeni bir peygamber göndererek daha önceki şeriatten farklı bir şeriat yürürlüğe koyabilec eğini kabul etmezler.

Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) onların bu nitelikle rini vurgulama k üzere şöyle buyuruyor:

“İnsanlar arasındaki bazı aptallar -Onları yönele geldikler i kıbleden başka tarafa çeviren sebep nedir?- diyecekle rdir.” (Bakara: 142

Oysa hristiyan lar, dediğimiz gibi, şeriat koyma ve yürürlükten kaldırma konusunda papazları ile keşişlerini yetkili saymışlardır. Bu yüzden hristiyan larda istikrarlı, düzenli ve uzun ömürlü şeriat görülmez.

Maksadımız onların batıl sistemler ini bütün detayları ile bilmek değildir. Bizim için bu konuda mubah olan maruf olanı, müstahap olanla vacip olanı birbirind en ayırdedebilecek derecede münker (eğri) olanı bilmek ve böylece ondan kaçınma imkânına kavuşmak yeterlidi r. Tıpkı diğer haramları bilmemizi n gerekliliği gibi.

Çünkü görevimiz münkerden (eğriliklerden) uzak durmaktır. Oysa münkeri ne genel olarak ve nede ayrıntılı biçimde tanımayan kimse ondan uzak kalmayı başaramaz. Fakat bu konuda genel bilgi yeterlidi r.

Ama farzla ilgili durum böyle değildir. Farzları yapmamız gerektiği için ve bir şeyi yapmak ancak detayına inmekle mümkün olduğu için onları ayrıntılı biçimde bilmemiz gerekir.

Onların din amaçlı kimi yanlış ve eğri adetlerin i saymamın sebebi bazı müslüman gurupların bunların bir kısmına kapıldıklarını ve bir çok müslümanm da bunların Allah tarafından lanetlenm iş yahudiliğin ve yahudiler in gelenekle rinden olduklarının farkında olmadıklarını görmüş olmamdır.

İşittiğime göre sözünü ettiğim hristiyan lar bu oruç bozumu bayramlarından önceki perşembe veya cumartesi günü toplu biçimde mezarlıklara giderek kabirleri n başında buhurdan yakarlar, aynı günlerde evlerinde de buhurdan yakarlar. İnançlarına göre buhurdan yakmak bereket sağlar ve belâları önler. Yoksa bu buhurdanl arı etrafa hoş kokular yayılsın diye yakmıyorlar. Hatta bu buhurdan yakmayı kurban kesmek gibi bir tapınma davranışı sayarlar ve küçük boyda el çanları çalarak bunu takdis ederler, bu çan seslerine yüksek sesle okunan bazı sözler de eşlik eder. Bu arada evlerin kapılarına ve başka yerlere haçlar asarlar. Daha bir çok saçma şeyler de yaparlar ki, hepsini bilmiyoru m.

Onların bazı saçmalıklarını anlatmamın sebebi, çok sayıda müslümanın aynı şeyleri yaptığını görmüş olmamdır. Oysa bu saçma hurafeler hristiyan lardan gelme adetlerdi r. Nitekim söz konusu perşembe günü boyunca sokaklar küçük çan sesleri ile ve büyücülerin takdis avazları ile dolup taşar. Oysa bu sırada okunan sözlerin çoğunluğu saçma ve bir kısmı da haram ve küfür karakterl idir.

Bu konuda sıradan halk yığınlarına yapılan telkinler e göre güya takdis edilmiş buhurdan yakmak insanları nazara büyüye, hastalıklara ve yırtıcı hayvanlar a karşı korur. Bu saçma düşüncenin ifadesi olarak o günlerde kağıtlara çizilen yılan ve akrep resimleri evlerin kapılarına asılır. Yapanları lanetlenm iş ve bulundukl arı yere melekleri n girmediği bu resimlerd en beklenen şey, ev halkını yırtıcı hayvanların zararlarından korumaktır. Bu adet sabiileri n (yıldızlara tapan bir akımın) büyücülüklerini andırır. Yine işittiğime göre çoğu kimseler o günlerde evlerinin kapılarına haç asarlar.

Yine çok sayıda kimse bundan sonra gelen perşembe günü topluca mezarlıklara gidip ölülerin başında buhardanl ar tüttürerek bu günü kutlarlar . Oysa gerek bu gün ve gerekse bu günü ululaştırıp kutlayanl ar Allah katında hor ve değersizdir.

Böyle dememizin sebebi şudur;

Asılsız yere yüceltilip ululaştırılan bütün zamanları, yerleri, taşları, ağaçları ve yapıları aşağılamak, küçümsemek vaciptir. Tıpkı insanların taptıkları putları aşağılamak gerektiği gibi. Oysa eğer bu putlar insanların tapınmalarına hedef olmasalar dı, diğer taşlar gibi sayılırlardı.

Yine bu günlerde işlenen hurafeler arasında halktan toplanan çeşitli bağışları da hatırlatmalıyız. Bu bağışlar koyun, tavuk, süt ve yumurta gibi şeylerdir ve aslında çoğu zorla toplanır. Bu davranışta iki haram bir araya geliyor.

1 - Biri bir müslümanın veya adak sahibinin malını haksız yere yemek,

2 - Öbürü de bir hristiyan geleneğini hortlatıp yaşatmak.

Bu günlerde köylere görevliler salınarak besin maddeleri toplanır, bunlar değirmenlerde öğütülür, toplanan yumurtala r boyanır, büyük harcamala r yapılır, çocuklara bayramlıklar giydirili r ve daha bir çok şeyler yapılır ki, bunların tümü henüz ölmemiş, başka bir deyimle doğruya doğru ve eğriye eğri diyebilen müminlerin tüylerini ürpertir.

Bazı kimseler de bu günlerde Hz. Meryem'den üzerlerine bereket insin diye elbiseler ini açık havada bir yere bırakıyorlar. Kalbinde en ufak bir iman pırıltısı barındıran hangi insan, yahudi ve hristiyan lara karşı çıkılması hususunda bunca uyanlar yapmış olan bir dinin bu kadar çirkin hurafeler den tiksinmey eceğini bekleyebi lir?

Bazıları aynı amaçla bundan da daha kötüsünü yaparak evlerinin duvarlarını ve hayvanlarını çamur ve reçine ile boyarlar.

Rabbimiz bizleri bidatçilerin şerrinden ve bu tip bozguncul arın yıkımından korusun. Hiç şüphesiz tevfik O'ndandır.

Bu açıklamaların tümü ortaya koyuyor ki; kâfirlerin bayramlarının özel anlamları vardır ve bu bayramlar a özenmek belirli konularda onlara benzemek demektir.

Bu şenliklerin onların dini bayramlarına mahsus gösteriler olduğu şundan bellidir ki, onlar oruçlarının son haftasında bulunan perşembe gününü “Büyük Perşembe” ve arkasından gelen cuma gününü de “Büyük cuma” diye adlandırarak bu günleri olağanüstü derecede yüceltirler ve müslümanların ramazanın son on gününde yaptıkları gibi bu günlerde diğer günlerden daha çok ibadet yapmaya başlarlar. Ayrıca hafta başı Pazar gününü de “Şaanın” adı altında bayram yaparlar.

Onlardan birinin bana anlattığına göre “Şaanın” bayramı oruçlarının ilk pazar gününe rastlar. O gün zeytin yaprakları takınarak dışarıya çıkarlar. Böylece Hz. İsa'ya benzedikl erini sanırlar. Çünkü onlara göre Hz. İsa arkasında sıpası bulunan bir eşeğin sırtında Kudüs'e girerek mesajını tebliğ etmeye başlamış, arkasından kalabalık bir gurubun saldırısına uğramıştı. Bu sırada yahudiler tarafından tutulmuş elleri sopalı bir gurup Hz. İsa'ya sopaları ile vurmaya girişince sopaları yaprak açmış ve bunu gören halk kalabalığı Hz. İsa'ya secde etmişti, işte “Şaanın” bayramı onlara göre o günün anısını tazeliyor .

Bu “Şaanın” bayramı gerek Hz. Ömer'in şartları arasında ve gerekse fıkıh kitaplarında “hristiyan ların İslâm diyarında açıkça yapamayac akları” gösterilerden biri olarak anılır. Onlar gerek bu bayrama ve gerekse meydan gösterileri ile kutladıkları diğer dini şenliklerine genel olarak “Baus” adını verirler. Onların dilinde “Baus” dini gösterilerin genel adıdır. Tıpkı müslümanların Ramazan ve Kurban bayramları gibi.

Şunu hemen belirteli m ki, onların Hz. İsa ile ilgili olarak naklettik leri ve olabilir cinsten olan mucizeler i ne reddeder ve nede onaylarız.

- Reddetmey iz çünkü olmaları mümkündür;

- Onaylamayız, çünkü bu konuda haber kaynağı olan onlar cahil ve fasık kimselerd ir.

Fakat bayramlarını kutlama ve onlar tarafından uydurulmuş veya Allah'ın yürürlükten kaldırdığı dinlerini hortlatıp yaşatma konusunda onlarla asla işbirliği yapmayız.

Yine öğrendiğime göre Kur'an-ı Kerim'in şu ayetinde Hz. İsa'ya indiği belirtile n ziyaret sofrası (Maide) onlara göre bu “Büyük Perşembe” diye adlandırdıkları gün gelmiştir.

Cenab-ı Allah (c.c.) bu konuda şöyle buyuruyor:

“Meryemoğlu İse “Ya Allah, ey Rabbimiz, bize öncekilerin ve sonrakile rimizle birlikte tümümüz için bayram ve senden gelen bir mucize olacak olan bir sofra indirerek bizi rızıklandır, hiç şüphesiz en iyi rızık veren sensin” dedi. Allah da “Ben size bu sofrayı indiririm ama ondan sonra aranızda nankörlük edip kâfir olanları hiç bir dünyalıya vermediğim derecede ağır bir azaba çarptırırım” buyurdu. (Mâide: 114)

İşte bu “Büyük Perşembe” onlara göre “ziyafet sofrası (Maide)” bayramıdır. Bunun yanında arkadan gelen ilk pazar gününü de “Kurtuluş (Fush)” “Aydınlık” ve “Büyük” gibi sıfatlarla andıkları önemli bir bayram sayarlar. O gün için boyalı yumurtala r ve başka yemekler hazırlarlar. Hazırladıkları bu yemekler et, süt ve yumurta gibi hayvani besinlerd en olur. Çünkü oruçları süresince bu maddeleri yemezler, sadece ekmek ve üzüm gibi taneli bitkilerd en yapılmış yemeklerl e oruç tutarlar.

Anlattığımız bu hristiyan adetlerin in çoğu, hatta burada anlatılmayan daha başka adetlerle birlikte şeytan tarafından kendileri ni müslüman sayan çok sayıda kimseye hoş gösterilmiş, bunlar onların kalblerin e girmiş ve sempatile rini kazanmıştır.

Bakıyoruz ki, adetleri ya bir kısım şeyler ekleyerek ya bazı eksiltmel er yaparak yahud sıralarını değiştirerek uyguluyor lar. Bu değişiklikleri yapmalarının sebebi bazen özendikleri hristiyan guruplard an öyle görmeleri bazen da Allah'ın hak dininde yapmış oldukları keyfi değişikler gibi bu alanda da keyfi değişikliklere girişmeleridir.

Fakat o gün hristiyan lara mahsus olduğu ve Allah'ın dininde hiç bir özellik taşımadığı için hiç bir cahil müslüman aşure günü orucunun özü bize göre meşrudur, fakat onlarda o gün oruç tuttukları için biz oruç tutma biçiminde değişiklik yaparak (Onuncu günle birlikte dokuzuncu günü de oruç tutarak) onlara benzememe yi sağlıyoruz. Fakat dinimizde asla yeri olmayan, tersine onların uydurma ve yürürlükten kalkmış dinlerind en olan adetlerin ne özlerinde ve nede biçimlerinde onlara özenemeyiz. Bu kuralı daha önce belirtmiştik.

Buna göre bizimle hiç bir ilgisi olmayan, buna karşılık özü ile onlara mahsus olan bu günlerde değişik bir gelenek ortaya çıkarıp benimseme k meselenin özü olan belirli bir günü ayırıp yüceltme bakımından onlara benzemekt ir. Acemlerin Nevruz ve Mihrican bayramlarında oruç tutmayı mekruh sayan alimlere göre bu gerçek gayet açıktır. Özellikle değişik adetlere sahne olan o günler eğer onlar tarafından yüce sayılmış günler ise bu işin açık bir özenti oluşu daha da kesinlik kazanır.

Bu söylediklerimizi daha açık hale getiren gelişme şudur:

Bu gün o hale gelinmiş ki, çok sayıda müslüman hristiyan ca oruç bozumu bayramı olarak kutlanan ve onlar tarafından “Büyük Perşembe” diye anılmakla birlikte aslında “Basit Perşembe” olan bu perşembe günü gelince büyük şenlikler düzenleyerek boyalı yumurtala r hazırlamak, sütler kaynatmak ta, hayvanlarını kırmızı aşılarla boyamakta, Allah'ın ve Rasûlüllahın bize bildirdiği bayramlar dan daha mükellef yemek sofraları düzenlemekte ve hac mevsimler indekine benzer şekilde hediyeler alıp vermekted irler. Üstelik bunları yapanların büyük bir çoğunluğu ve şenliğin aslını ve dayanağını artık hatırlamıyor. Ortada sadece her yıl tekrarlan an düzenli bir adet kaldı, tıpkı müslümanların Ramazan ve Kurban bayramları gibi.

Bu konudaki şeytanın kışkırtmalarına mevsimin bahar olması, güneş hesabına dayalı yılın başı olması ve bu günlerde et, süt, yumurta gibi hayvani besin maddeleri nin bol olması gibi bahaneler de yardımcı oluyor. Oysa daha önce belirttiğimiz gibi, bu gün bir hristiyan bayramı olarak güneş yılının belirli bir gününe bağlı değildir, otuz üç günlük bir aralık içinde ileri-geri kayabilme ktedir.

Bütün bunlar Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) “İlerde sizden öncekilerin gelenekle rine uyacaksınız” şeklindeki hadisinin pratikte doğrulanmasıdırlar. Peygamber imizin sözünü ettiği “gelenekle r” kâfirlerin bazı bayram adetlerin e özenmek ve bundan alıkoymaktır.

Sınırlı bir özenme ve benzeme saydığımız bu kötülüklere vesile ve bahane oluşturduğu gerekçesi ile haram olduğuna göre kâfirliğe sürükleyen özenmelerin hükmü nice olur?

Meselâ haç'a (salib'e) saygı göstermek, vaftiz olmak ve “Yollar farklı olsa bile mabud (tapılan) tektir” gibi saçma sözler söylemek ve böylece ya bozulmuş ve yürürlükten kaldırılmış yahudi ve hristiyan şeriatlerini Allah'a ulaştırıcı saymak veya bunlardan bazı Allah'ın dinine aykırı hükümleri hoş görüp onları onaylamak gibi ki, böyle bir tutum, müslüman ümmetinin görüş birliği ile Allah'ı, Rasûlüllah'ı, Kur'an'ı ve İslâm'ı inkâr etmek demektir. Bunun temeli de benzemek, özenmek ve katılmaktır.

Umuyorum ki, bu açıklamalar sayesinde; İslâm şeriatının tutumunun ne kadar yerinde olduğu (nu iyice anlamalı) ve Allah'ın Peygamber imize indirdiği kâfirlere benzememe k, onlara ters düşmekle ilgili hükümlerin bazı hikmetler i kavranmış oldu.

Bilmek gerekir ki, eğer onlara özenmenin bu çirkin gelişmelere yol açtığını gözlerimizle görmemiş olsak bile insanın tabii yapısı hakkındaki bilgimiz ile şeriatten kaynaklan an temel deliller yine bu tehlikeli yolu yasaklama mızı gerektiri rdi. Oysa şimdi bu özenmeden doğan ve bazen İslâmdan tamamen çıkmaya yol açan kötülükleri gözlerimizle görüyoruz.

Bu konuda mantıklı bir akıl yürütme (rasyonali zasyon) yaparken şöyle bir kıyas düzenleyebiliriz:

Birinci Mukaddime: Kâfirlere özenmek insanı çoğunlukla ya küfre veya günaha bazen da her ikisine birden sürükler, ayrıca insana sağladığı hiç bir yarar da yoktur.

İkinci Mukaddime: İnsanı böyle bir akıbete sürükleyen şey haramdır.

Sonuç: Kafirlere özenmek, benzemeye çalışmak haramdır.

Bu kıyası oluşturan ikinci mukaddime nin (öncülün) doğruluğu kesindir, şüphe götürmez. Çünkü şeriatın kaynaklarını derinleme sine bir incelemed en geçirdiğimiz takdirde görürüz ki insanı çoğunlukla küfre sürükleyen şey haramdır.

Bunun yanında gizli ve fark edilmez biçimde küfre götüren şeyde haramdır. Bunlara bağlı olarak insanı genellikl e küfre sürükleyen ve buna karşılık yapılmasında gerektiri ci bir sebep bulunmaya n şey de haramdır.

Kıyasımızın birinci mukaddime sine gelince pratiktek i gelişmeler bunu hem gözü görenlere ve hem de körlere açıkça göstermiştir. Zaten “sürükleme” fenomeni tabii bir gelişme olarak şeriat koyucu tarafından göz önünde bulunduru lmuş ve buna yol verecek bahane ve açık kapıların önüne kesinlikl e tıkanmıştır.

4 - Bu özentiden kaçınılması gerektiğini belirten dördüncü akli delil de şudur:

Bayram törenleri ve şenlikler insanlara din ve dünya ile ilgili yararlar sağlayan fırsatlardır. Mesela bu bayram ve şenlikleri kutlayanl arın bu fırsatlardan yararlana rak namaz kılmaları, zekat vermeleri, oruç tutmaları ve hacca gitmeleri gibi. Bu nitelikle ri yüzünden her şeriat bunlara yer vermiştir.

Nitekim Cenab-ı Allah bu konuda:

“Her ümmet için usulüne göre ibadet edecekler i bir ibadet yolu (şeriat) belirledi k” ve “Biz her ümmet için, Allah'ın kendileri ne rızık olarak verdiği hayvanlar boğazlanırken, üzerlerine O'nun adını ansınlar diye bir mabed belirledi k...” buyuruyor . (Hacc: 34-67)

Ayrıca Cenab-ı Allah (c.c.) Son Peygamber inin dili ile en eksiksiz biçimde insanların yararını garantile yen amelleri belirleyi p açıklamıştır. Nitekim “Bu gün sizin dininizi kemale erdirdim” ayeti bu anlamdaki “eksiksizl iğe” işaret ediyor. Bu yüzdendir ki, bu ayet hak dinin en büyük bayramı olan Kurban bayramı hakkında inmiştir.

Şeriatler kalblerin azığı ve besleyici azığıdırlar. Nitekim sahabiler den İbn-i Mesud -Allah ondan razı olsun-

“Her dâvetçi konuklarına ziyafet sunmak ister, Allah'ın ziyafeti de Kur'andır.” diyor. (Beyhâkî imanın bölümleri, babında, Semre'den tahriç ediyor. Bkz. Kenz El-Ummal, c. 1, s. 514, H. No: 2286. Yine Beyhâkî, İmanın bölümleri babında İbn Mesud'dan kaydediyo r. Bkz. geçen kaynak, c. 1, s. 526, H. No: 2365; Hakim İbn Mesud'dan şu sözcüklerle kaydediyo r: “Kuşkusuz şu Kur'an Allah'ın sunduğu bir ziyafetti r. Gücünüz yettiğince ondan yararlanın.” Hakim İsnad sahihtir, ancak Buhari Müslim bu hadisi Salih b. Ömer'den tahriç etmemiş” diyor. Zehebi ise hadisin taşıyıcılarından olan İbrahim b. Müslim'in zayıf olduğunu söylüyor. Bkz. El-Müstedrek, c. 1, s. 5551, Kitap Kur'an'ın faziletle ri.)

Canlı organizma nın bir özelliği eğer açken belirli bir yemeği yiyip ihtiyacını gidermiş ise artık başka bir yemeğe karşı istekli olmaması, hatta o başka yemeği yememesi ve eğer yiyecek olursa zorla ve isteksizc e yemesidir . Bu durumda sonradan yediği yemek vücud için ya zararlı veya yararsızdır ve her iki durumda da kendini ayakta tutan besin kaynağı olmaz.

Tıpkı bunun gibi kulda şeriat dışı davranışlarla psikoloji k ihtiyaçlarının bir kısmını giderince bu yabancı tatminler oranında meşru amellere karşı arzusu ve bu amellerde n yararlanm a payı azalır. Ama bütün iştah ve gayretini meşru amellere yönelten kimse böyle değildir. Böyle kimsenin meşru amellere karşı sevgisi artar, onlardan sağlayacağı yararın oranı yüksek olur, bu amellerle dini hayatını eksiksizl iğe ve İslâmiyetini kemale erdirir.

Bu yüzdendir ki, gönlünü huzura erdirmek için sık sık şarkı dinleyen kimsenin Kur'an-ı Kerim dinleme isteğinin azaldığını, hatta bundan hoşlanmaz olduğunu görüyoruz.

Yine bol bol seyahat edip dünyanın çekici manzarala rını ve tarihi kalıntılarını ziyaret eden bir kimsenin kalbinde böyle olmayan bir kimsenink i kadar Kâbeyi ziyaret etme şevkinin bulunmadığını görürüz.

Tıpkı bunun gibi gönlünün düşünce ve edebiyat besinini eski Yunan ve Acem kaynaklarından sağlamayı huy edinen kimse İslâm düşünce ve edebiyatına karşı kalbinde güçlü bir arzu bulamaz olur.

Bunlara paralel olarak kralların hayatlarını ve maceralarını okumaya düşkün olan bir kimsenin peygamber lerin -selâm üzerlerine olsun- hayatlarını ve mücadelelerini anlatan kitaplara karşı fazla ilgi duymadıklarını görürüz. Verdiğimiz bu örneklerin hayattaki benzerler i çoktur.

Nitekim Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) Ahmed-i Hanbelî'nin bildirdiğine göre insan psikoloji sinin bu özelliğini dile getirdiği bir hadisinde şöyle buyuruyor:

“Her hangi bir toplum bir bidat (İslâma yabancı bir kültür unsuru) ortaya çıkarırsa Allah o bidat kadar sünnet payını hayatlarından çekip çıkarır.”

Kendi tutum ve eğilimlerini objektif bir şekilde inceleyeb ilen herkes, ister bilgin olsun, ister sofu olsun, ister devlet adamı ve isterse sıradan halktan biri olsun- bu gerçeğin doğruluğunu kendi üzerinde görebilir.

İşte bu yüzdendir ki, şeriat dinde bidat çıkaranlara şiddetle karşı çıkmış ve herkesi önemle bundan kaçınmaya çağırmıştır. Çünkü bidatlere bulaşan kimseleri n bu ortamdan elele baş başa, yani ne kârlı ve nede zararlı olmaksızın sıyrılabildiklerini farzetsek bile yine sahibi üzerinde gizli etkileri vardır, hatta şeriatın yararlılığı ile ilgili duyguları köreltecekleri için, bu köreltme oranında sahipleri nin kalbinde ve dinî duygularında tahribata (yıkıma) yol açarlar.

Çünkü hiç bir kalb biri atılan ve öbürü de atılan yerine konan iki şeyin sevgisini birlikte taşıyacak kadar geniş değildir.

Bu böyle olduğu içindir ki, Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) cahiliye döneminin iki bayramı hakkında “Allah bu iki bayram günü yerine size onlardan daha hayırlı olan başka iki bayram günü verdi” buyurmuştur.

Buna göre insanın kalbini bidat nitelikli davranışlarla beslemesi, şeriat kaynaklı amellerde n besin sağlamasını, en azından yeterince besin sağlamasını engeller. Bu durum da tıpkı bozuk besinler yiye yiye farkına varmadan hastalana n canlı bir organizma da olduğu gibi, farkında olmaksızın insanın ruh sağlığını bozar, yıkıma uğratır. Umuyoruz ki, bu kısa açıklama bidatleri n bazı zararlarını açıkça ortaya koymuştur.

Eğer bu gerçek iyice anlaşıldı ise Cenab-ı Allah (c.c.) bayramlar a karşı kalblere koyduğu özlemi, arzuyu ve bu bayramda alınıp verilen sadakalar a, yapılan şenliklere, tatillere, birlikte duyulan sevinç ve hazlara karşı uyandırılan ilgiyi anlamakta da güçlük çekmeyiz. Bütün bu saydıklarımız çeşitli psikoloji k istekleri mizi tatmin eden şeyler oldukları için bayramlar a karşı saygı duymamızı sağlarlar. Yine bu gerekçeye dayanan şeriat bayramlar da Allah'ı yüksek seslerle zikretmey i gelenekleştirmiş, bayram süresince namazlard a ve hutbelerd e diğer namazlard a yer almamış olan yüksek sesli tekbirler getirmemi z istenmiş ve özellikle “Büyük Bayram” diye adlandırılan Kurban bayramında Allah'a saygı sunucu O'nun rahmetini, dileyici ifadelere bol bol yer verilmiştir.

Nitekim şu ayet buna işaret ediyor:

“İnsanlara haccı ilân et de gerek yaya olarak ve gerekse uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler . Gelsinler ki kendileri için bir takım faydalara şahid olsunlar ve Allah'ın kendileri ne rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allah'ın adını ansınlar. Bu hayvanların etlerinde n hem kendiniz yiyiniz ve hem de sıkıntı içinde bulunan fakirlere yediriniz .” (Hac: 27-28)

Görülüyor ki, bayramlar da yer alan insan psikoloji si için çekici nitelikte ki doğal adetler bu bayramlar a özgü şeriat kaynaklı ibadetler i sevmemize yardımcı oluyor. Fakat eğer insan ruhu başka günlerde bu yönden ya kısmen veya tamamen tatmin edilecek olursa o zaman Allah'ın bayramlarına karşı duyacağı ilgi azalacağı için sevgi ve saygısı körelir, dolayısıyle o günlerde işlenecek salih amellerin üzerindeki etkisi zayıflayacağı için büyük bir manevi hüsrana (zarar ve yıkıma) uğrar.

Yabancı bayramlar a ilgi duymanın yol açacağı asgari zararı anlayabil mek için şöyle bir iki kişi düşünelim. Düşündüğümüz bu kişilerden biri bütün arzusunu şeriatımızın bayramlarına yöneltirken öbürü hem şeriatımızın bayramlarına ve hem de yabancı bayramlar a karşı ilgi duymuş olsun. Besbelli ki, bütün ilgisini sırf şeriatımızın bayramları üzerine yoğunlaştıran kimse ilgisini bizim bayramlarımız ile yabancı bayramlar arasında bölüştüren kimseye göre şeriat bayramlarını daha güçlü şekilde arzu edecektir . Bu gerçeğin farkında olmamak ya gafletten veya umursamaz lıktan ileri gelebilir . Şeriatlerin bazı incelikle rini bilen herkes bu gerçeği iyi bilir.

İlgi bölüşüldüğü takdirde arzunun zayıflayacağını herkes tecrübeleri ile görebilir.

Mesela yabancıların bayramlarında çocuklarına yeni elbiseler giydiren veya onlara diğer istedikle ri şeyleri olan bir baba düşünelim. Bu çocukların İslâm bayramlarına karşı besledikl eri saygı kesinlikl e zayıflayacaktır. Eğer biri çıkar da “Gönüller bu bayramların her iki türlüsüne de yer açar” derse kendisine “Eğer sadece birini barındırsa duyacağı sevgi daha eksiksiz olur” deriz.

5 - Bu tip özentilerden kaçınmamızı gerektire n başka bir akli gerekçe de şudur:

Kâfirlerin bazı bayramlarına özenip şenliklerine katılmak insanları batıl inanç ve gelenekle ri konusunda yüreklendirir.

Özellikle cizye ve haraç baskısı altında ezik yaşıyorlarsa bu yüzden cesaret bulma ihtimalle ri daha da artar. Çünkü bu durumda müslümanların dinlerine özgü bir gelenekte kendileri ne uydu olduklarını görürler. Bu da tabii olarak kalblerin i kuvvetlen dirir ve moralleri ni yükseltir. Hatta bu psikoloji k avantajı fırsat bilerek zavallı müslümanları aşağılamaları, hor görmeleri bile mümkündür. Hiç bir aklı başında kimse bu ihtimali uzak görmez. Çünkü onları boşuboşuna onurlu konuma yükselten özenticilik ile yine onları cizye baskısı altına alma tutumu nasıl birbiri ile bağdaşabilir?

6 - Bu özentilerden uzak durmamızı geciktire n diğer bir akli delil de şudur:

Kâfirlerin bayramlarında yapılan hareketle rin:

- bir kısmı küfür,

- bir kısmı haram ve

- bir kısmı da eğer bir an için özenme sakıncasından soyutlana cak olursa mubahtır.

Fakat bu kategoril er arasındaki fark belirgin olmakla birlikte bu fark çoğunlukla ayırdedilmez. Buna göre alimler tarafından haram sayılmayan konularda ki özenmeler sıradan halkı haram olduğu kesin konularda da özenmeye sürükler ki, pratikte rastlanan da budur.

Bu gerekçe ile daha önce sözünü ettiğimiz daha sakıncalı özenmelere açık kapı bırakmama gerekçesi arasındaki fark şudur.

Açık kapı bırakmama gerekçesini konuşurken sakınca olarak küçük şeylerle ilgili sınırlı özentilerin büyük çapta özenmelere yol açacağını belirtmiştik. Şimdi burada ise özenme alışkanlığının sıradan halkın dini anlayışını bulandıracağını ve böylece onları iyi ile kötüyü birbirind en ayırdedemez duruma düşüreceğini vurguluyo ruz.

Yani ötekinde insan tabiatının iradeli bir eğilimi berikinde ise insanın inançlarının gereğini bilememes i söz konusudur .

7 - Bu özentilerden kaçınmamızı gerektire n bir başka akli gerekçe de daha önce açıkladığımız gibi özentinin özü ile ilgili bir incelikti r. Bu incelik şudur:

Cenab-ı Allah (c.c.) insanları, hatta diğer bütün canlı varlıkları benzerler arasında karşılıklı etkileşme ilişkisi olacak nitelikte yarattı. Aradaki benzerlik ne kadar çok olursa ahlâk ve nitelikle r arasındaki karşılıklı etkileşme ilişkisi de o kadar güçlü olur. Böylece iş o raddeye varır ki, benzerler in birini diğerinden ancak yakından bakınca ayırdedebiliriz.

İnsanlar arasındaki ortak özelliklerin sayısı çok olduğu için birbirler ini etkileme oranlan da çok yüksektir. Bunun yanında insanla diğer hayvanlar arasındaki ortak özellikler orta derecede yani ne çok fazla ve ne de çok az- olduğu için birbirler ini etkileme oranları da orta düzeydedir. Buna karşılık insanla bitkiler arasındaki ortak özellikler canlılar arasındaki en düşük düzeyde olduğu için birbirler ini etkileme oranlan da çok-düşüktür.

Bu temel ilkenin pratik bir sonucu olarak işbirliği ve ortak yaşama halindeki insanların birbirler ini etkiledik leri ve birbirler ine huylar aktardıkları görülür. Bu durum bir dereceye kadar belirli bir kişi ile o kişinin ortak yaşadığı bir hayvan türü arasında da görülür yani bu kişi uzun süre yan yana yaşadığı hayvanın bazı huylarının etkisi altına girer.

Bu yüzden deveciler in kendini beğenmiş ve palavracı, uzun süre koyunlarl a birlikte yaşayanların yumuşak başlı oluverdik leri gibi deve ve katır güdenlere de bazı deve ve katır huylarının bulaştığı gözlenmiştir. Köpeklerle fazla haşır-neşir olanlarda da durum böyledir.

Bu kuralın kaçınılmaz bir sonucu olarak insanlar ortak yaşama, uzlaşma ve karşılıklı nefret azlığı ortamlarında yaşıyorlarsa birbirler inin ahlaklarını yüksek oranda etkileyeb ilmektedi rler. Bunun yanında görünür yönler arasındaki ortaklık veya benzerlik görünmeyen iç (batini) nitelikle r arasında da yavaş yavaş oluşan, kolay farkedilm ez bir ortaklık ve benzerliğe yol açmaktadır.

Nitekim müslümanlarla yan yana yaşayan yahudi ve hristiyan ların diğer dindaşlarına göre daha az kâfir olduklarını gördüğümüz gibi yahudi ve hristiyan larla çok sıkı-fıkı yaşayan müslümanların da hep kendi dindaşları ile yan yana hayat süren müslümanlardan imanca daha zayıf olduklarını tespit ediyoruz. Öte yandan dış görünüş ve gelenekle r arasındaki ortaklık-arada var olabilece k olan yer ve zaman uzaklığına rağmen-insanlar arasında benzerlik ve uyuşma meydana getirir.

Buna göre birazcık da olsa kâfirlerin bayramlarına özenmek, onların lanetlenm iş ahlâklarının etkisi altına girmeye, yavaş yavaş ilerleyen gizli bir bozulma ile haram sınırlarını zorlamaya yol açar.

Sözün kısası olarak diyoruz ki; kâfirlerin dış görünüş ve adetlerin e benzemek ahlâkları ve kınanmış hareketle ri konusunda da hatta inanç sistemler i hususunda onlara benzemeni n sebebi ve açık kapısıdır.

Gerek inanç sistemind e meydana gelecek olan bozulma ve gerekse benzemede n doğacak olan ahlâk ve davranış yozlaşması açıkça görülüp net bir şekilde belirlene mez. Üstelik bir defa meydana geldikten sonra farkına varılsa bile giderilme si ya çok zordur veya imkânsızdır.

Açıklamaya çalıştığımız temel ilkelerin gösterdiği gibi bu kadar önemli bir bozulmaya yol açan her sebep de şeriat koyucu tarafından mutlaka yasaklanm akta, haram sayılmaktadır.

8 - Bu özentilerden uzak durmayı kaçınılmaz kılan bir başka akli sebeb de şudur:

Görünüşteki benzerlik insanlar arasında sevgi, sempati ve dostluk doğurur. Ayrıca kalbler arasındaki sevgide dış görünüşlerde benzeşmeyi sağlar. Görgü ve tecrübelerimiz bunu kesinlikl e kanıtlar.

Öyle ki, yabancı bir yerde buluşan iki hemşehrinin birbirler ine karşı güçlü bir dostluk, sempati ve yakınlık duydukları görülür. Oysa bu hemşehriler kendi şehirlerinde birbirler ini tanımayan veya birbirler i ile kavgalı kimseler olabilirl er.

Bunun sebebi bu iki kimsenin aynı şehirden oluşunun şimdi bulundukl arı gurbet diyarında onları birbirler ine yaklaştıran ortak bir nitelik oluşturmasıdır. Hatta iki yolcu veya gurbetçinin başlarına doladıkları sarıklar, üzerlerindeki elbiseler, saç renkleri veya binek hayvanları arasında benzerlik olduğu görülse, bu kadarlık bir ortak özellik bile, onlar arasında, hiç bir ortak yönleri bulunmaya n başka kimselerd e bulunmaya n bir yakınlık meydana getirir.

Nitekim aynı dünyalık mesleğe mensup kimseler arasında, böyle bir ortak yönleri bulunmaya nlara göre daha yakın bir dayanışma olduğunu görürüz. Üstelik bu dayanışma bazen çatışmaya bile yol açan menfaat ve düşünce bağdaşmazlıklarına rağmen var olabilmek tedir.

Yine aynı sebepten dolayı birbirler inden uzak ülkelerin bile kralları ve devlet başkanları arasında yakınlık, yaşama tarzı ortaklığı ve sonuç olarak bir çeşit dayanışma olduğunu müşahede ediyoruz.

Bunların hepsi insan tabiatının doğal sonuçlarıdır. Bu sonuçların doğmasını ancak kuvvetli bir din duygusu veya özel bir engel önleyebilir.

Dünyalık nitelikle r arasındaki benzerlik insanlar arasında sevgi ve sempati doğurduğuna göre bu benzerlik din alanında meydana gelirse sonuç nice olur acaba?

Hiç şüphesiz bu alandaki benzerlik benzeşen kimseler arasında sempati meydana getirme bakımından daha güçlü ve daha etkili bir faktördür. Oysa yahudi ve hristiyan ları sevmek, onlara karşı sempati duymak imanla bağdaşmaz.




 
Üst Ana Sayfa Alt