Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Kandil Geceleri Islam'da Yoktur !!!!

!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
KANDİL GECELERİ BİD’AT’Çİ NİCELERİ

kandil.jpg

Türkiye’de her sene “dinin kesin bir emri, fıkhi bir vecibeymiş” gibi kutlanılan özel gecelerin aslında hem İslam’ın iki ana kaynağı (Kur’an ve sünnet) tarafından “kutsal” ilan edilmedikleri bir hakikattir.
Kandil geceleri diye bilinen geceler ; Mevlid , Regaib, Mirac, Beraat ve Kadir Gecesidir.
Bu gecelere Kandil denmesinin sebebi Osmanlı padişahı 2. Selim (1566-1574) zamanında başlayarak, minarelerde kandiller yakılarak duyurulup kutlandığı için "Kandil" olarak anılmaya başlamıştır.
[Nebi Bozkurt, “Kandil”; Halit Ünal , Berat Gecesi maddesi. Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, 2001, c. 24, s. 300]

Devletin resmi din kurumu Diyanet’in hazırladığı ansiklopedide “kandil” maddesinde bunlar yazıyor.
Fakat kandil gecelerini bizzat organize eden, camilerde mevlid ve dua merasimleri düzenleyen, bu geceler münasebetiyle kutlama mesajları yayınlayan ve halkın kendilini kutlayan da yine Diyanet’in kendisi…
Peki bu nasıl oluyor?
Çünkü bu gecelerin kutlanması bir halk geleneği değil; devlet politikası da ondan.
Nedir devlet politikası?
İslam’ı doğuş tabiatına uygun olarak bir “pratiği olan hayat dini” olmaktan çıkarıp, “mübarek gün ve geceler dini” haline getirmek…
Gündüzün ortasında, hayatın kalbinde atan bir din olmaktan çıkarıp, el ayak çekilince, hayatın tümüyle uykuya çekildiği gece vakitlerinde hatırlanan bir “tapınak ve ayin” dini haline sokmak…
Çünkü Fransız laiklerin Hristıyanlığa layık gördüğü muamele buydu. Türk laiklerin de İslamiyete layık göreceği muamele de bundan başkası olamazdı…

İlk olarak hicretten 300 yıl sonra ilk kez Mısır'da, Şii Fatimiler döneminde Mevlid; 400 yıl sonra da Kudüs'te Mirac, Regaib ve Berat geceleri kutlanmaya, bu geceler camilerde toplu biçimde yapılan ibadetlerle geçirilmeye başlandı. Daha sonra bu kutlamalar İslam dünyasının bazı bölgelerine yayılarak gelenekleşti
Kadir gecesi haricinde ne Kur’an-ı Kerim’de ne hadis-i şeriflerde sahih bir bilgi vardır.
Din adına yapılan her şeyi, kendi tabii sınırları içinde ele almak, ne artırarak ne eksilterek, Kur’an ve onun tebliğcisi Peygamber (s.a.v.) tarafından nasıl tebliğ edilip öğretilmişse, o kadarıyla almak gereklidir. Sahabe bu dini nasıl anlamış , neler yapmış bizler nasıl anlıyor neler yapıyoruz mukayese etmeliyiz. Aksi halde kendi ellerimizle dine müdahalede bulunmuş, işimize geldiği veya hoşumuza gittiği gibi dinde bazı ilave veya eksiltmelerde bulunmuş oluruz. Bizden önceki din mensupları da (ya kasıtlı veya iyi niyetle, ama) tam da bu şekilde dinlerini değiştirmişlerdi.

Bazı alimlerin ! muhtemelen iyi niyetle zamanlarına ait bir maslahat gözeterek, ancak yeterince tahkik etmeden adına “kandil geceleri” denen gün ve gecelerle ilgili söyledikleri muhakkik âlimler tarafından eleştirilmiştir. Mesela İmam Gazali’nin “İhyau Ulûmu’d-Dîn” adlı eserine aldığı rivayet ve nakiller bu türdendir. Gazali’nin “Bu gece her rekatta Fatiha’dan sonra 11 İhlas okunmak suretiyle kılınacak yüz rekat veya her rekatinde Fatiha’dan sonra 100 İhlas okunan 10 rekat namazın çok sevap olduğuna dair naklettiği rivayet
(İhya, I, 555 vd.)

Zeynuddin el Iraki ve İmam Nevevi gibi âlimler tarafından uydurma olarak nitelendirilmiştir.
Mevzu hadisler konusunda çalışması olan Aliyyu’l-Kari de, bu rivayetin uydurma olduğunu belirttikten sonra, Berat Gecesi namazının miladi 1010 (H. 400) yılından sonra Kudüs’te ortaya çıktığını söylemektedir.
Araştırmalar, kandil gecelerinin sonraki dönemlerde ihdas edildiğini ortaya koyuyor. Miladi 9. (Hicri 3). yüzyılda yaşayan Fakihi, Mekke’de halkın Berat Gecesi’ni Mescid-i Haram’da namaz kılmak, Kâbe’yi tavaf etmek ve Kur’an okumak suretiyle ihya ettiğini söyler. XI. yüzyıldan itibaren Şam’da Emeviler Camii’nde Berat Gecesi’nde kandiller yakılmış, bid’at nitelendirilmesine rağmen bu âdet devam ettirilmiştir.
İbn Kesir, “Halka Berat Gecesi’nde ilk tatlı dağıtan kişi Selçuklu veziri Fahrulmülk’tür.” der.

Bid'at; Peygamber ve Ashâb-ı Kirâm dönemlerinde görülmeyip onunla amel edilmeyen, hattâ bir benzeri olmayan ve İslâm'dan olmadığı halde sonradan ortaya çıkan , din ile alâkalı olup bir ilâve veya eksiltme mahiyetinde olarak ibâdet kabûl edilen , göze ve akla hoş gelen dua ,kuran okuma , namaz kılma , zikretme , düşünce görüş ve ameller , sünnete aykırı davranışların adet haline getirilmesidir.

Dinde sonradan ortaya çıkan ve hakkında herhangi bir delil bulunmayan bu gibi durumlar hakkında ALLAH Rasulu (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenler / ortaya çıkarılanlardır.”
[ Muslim, Cuma, 43.]

Sonradan ihdas edilen her şey bid’attir
[Nesâi, Îdeyn, 22; İbn Mâce, Mukaddime, 7]

Her bid'at dalalettir, her dalalet de ateştedir.”
[Muslim, Cuma, 43; Ebu Davud, Sünnet, 6]

Bidat hakkındaki bu hadislerden sonra Bidatın tarifi ve kapsamı hakkındaki açıklamaları kavramamız gerekmektedir.

İmam-ı Ahmed'in ve başka alimlerin mekruh gördükleri bu “adet haline getirilmiş” toplantıları, sahabilerden İbn-i Mesud'un da aynı şekilde değerlendirdiğini şu olaydan öğreniyoruz. Bildirildiğine göre bir ara, İbn-i Mesud'un dostları kararlaştırdıkları bir yerde toplanıp zikretmeyi adet edinmişlerdi. Bunu öğrenen İbn-i Mesud bir defasında toplantı halinde üzerlerine vararak kendilerini:
Ey dostlarım, siz Muhammed'inkinden daha doğru bir yolda mısınız, yoksa sapık bir yola mı düştünüz ?” diye paylamıştır.
(Darımi Sunen, görüşe bağlanmanın keraheti, c. 1, s. 681. Haberin sözleri şöyle: “Canımı elinde tutana yemin olsun ki, kuşkusuz siz Muhammed'in milletini ilettiği doğru yolda mısınız, yoksa kapı mı aralıyorsunuz?.)

Periyodik vakitlere bağlı olarak tekrarlanıp, sünnet ve dönüşüm (mevsim) niteliği kazanmış meşru ibadetlerin, kullar için yeterli olacak kadarını bizzat ALLAH belirleyip ortaya koymuştur (meşru kılmıştır). Buna göre bunların dışında bir takım cemaatli toplantılar ortaya konup adet haline getirilince bu durum ALLAH'ın belirleyip ortaya koyduğu cemaatli ibadetlere özenmek olur. Bu tutumun yıkım ve bozulmalara yol açacağını bilmemek safdillik olur.
Yalnız kişilerin tek başlarına yapacakları aynı nitelikteki nafile ibadetleri ile, bazı gurupların bu amaçlarla arasıra düzenleyecekleri toplantılar bu hükmün dışındadır.
Yine aynı endişeden hareket eden Ömer, altında “Rıdvan” biatinin gerçekleştiği sanılan ve bu yüzden müslümanlar arasında adeta tabulaştırılarak sanki Mescid-i Haram (Kabe) ve Mescid-i Nebevi (Peygamberimizin Medine'deki Mescidi) imiş gibi yanıbaşında namaz kılınmaya başlanan bir ağacı kökten çıkarttırmış ve yine vaktiyle Peygamberimizin namaz kıldığı bir yeri müslümanların genel bir itikâf yeri edindiklerini görünce, böyle yapanları “Peygamberimizin hatıralarını barındıran yerleri mescid mi edinmek istiyorsunuz?” diyerek azarlamıştır.
Tıpkı bunun gibi gerek tek başına ve gerekse cuma namazlarına, bayram namazlarına ve beş vakit namazlara benzeyecek şekilde, periyodik olarak tekrarlanmamak şartı ile rastgele bir araya gelmiş cemaatler halinde nafile namazlar kılmak, şeriata uygundur. Tek tek ve topluluk halinde nafile olarak Kur'an okumak, zikretmek ve dua etmek de böyledir.
Nafile olarak bazı ziyaret yerlerini gezip görmek de hep bu ana kuralın kapsamına girer. Bütün bu ibadet ve hareketlerde, gerek az sayıda ve gösterişsiz olan ile sık sık ve gösterişli olan arasında ve gerekse adet haline getirilen ile adet haline getirilmeyen arasında fark gözetilir.
Bu arada türü bakımından şeriata uygun olan, fakat sanki bir farzmış gibi devamlı bir adet haline getirilmesi bid'at olan ve mustahab veya mekruh sayılması adaklık hükümleri ile uygulama şartnamesine bağlı olan vasiyet ve vakıf gibi ibadetler aynı kategoriye girer.

İmam Nevevitezkire”sinde bid’at ehlinin bir özelliğini şöyle açıklıyor:
Dünyada nerede bir bid’atçı varsa o mutlaka hadis ehline kin besler. Kişi bidat ‘e saplanınca hadisin tadı onun kalbinden çıkar.”

Gerçekten kaç tane bidatçi ile görüşüb konuşmuşsam bazıları üstatlarının, şeyhlerinin sözünü sünnetini, peygamberin (s.a.v.) hadisi ve sünneti önüne çıkarırken bazıları da (mesela mealci denen grup gibi) şahtın ve pahtın (musteşrikler) sözlerine dini yorum ve açıklamalarına bayılırcasına bağlandıklarını görürüz. Peygamber efendimizin sünneti ve hadisleri hatırlatıldığında nefret çizgilerinin yüzlerinde belirdiği görülür.

Ashabın yapmadığı bir ibadet ibadet değildir.

Sufyan-ı Sevri’nin bidat değerlendirmesi:
Bidat şeytanın nezdinde her günahtan daha sevimlidir. Çünkü günahtan dolayı tövbe edilmesi akla gelir de bidatten (ibadet telaki edildiği için) tövbe edilmesi akla gelmez.”
(Bağavi-Şerhu's sunne)

İmam Malik’in bidata bakışı:
Sünnet Nuh (a.s) un gemisi gibidir. Ona binen kurtulur. Ondan geri kalan boğulur.
(Miftah'ul cenneh- Suyuti)

Abdullah b. Abbas (r.anhuma) Ebubekir ve Ömer’in sözlerini illeri sürüp sünnete ters düşen birine şöyle dedi:
Nerde ise gökten üzerimize taşlar yağacak. Ben size Rasulullah buyurdu diyorum, siz ise, Ebubekir ve Ömer dedi diyorsunuz.
(Abdurrazzâk el-musannef sahih bir senetle)




İnsanları Bid'at konusunda yanılgıya düşüren 2 sebeb :

1. yanılgı din adına yaparken “Kur'an okuyor, namaz kılıyor , dua ediyorum , kötü bir şey yapmıyorum” yanılgısıdır. "Yaparsam ne olur , ne kaybederim" savunmasıyla cahil cesur olur tavrıyla hareket edilmesidir. Halbuki bid'at zaten kötü niyetle dinden uzaklaşmak , göze çirkin gelen amellerle yapılmaz.

2. Yanılgı ise Bidat-ı Hasene (güzel bidat) yanılgısıdır. Delil aldıkları ise ; Rasûlullah (s.a.v.) döneminde sekiz rekât olarak münferiden kılınan teravih namazın yirmi rekat olarak bir imamın arkasından kılınmasıdır :

Abdurrahman bin Abdi'l-Kâri (r.a.)'dan:
Bir gece Ömer'le (bir Ramadan gecesinde) mescide birlikte çıktık. İnsanlar dağınık bir şekilde namaz kılıyorlardı kimisi kendi başına , kimisi de durmuş, bir grup da toplanmış onun arkasında namaz kılıyordu.
Bunun üzerine Ömer dedi ki:
"Bunları bir okuyucunun arkasında toplasam da onun arkasında toplu halde namaz kılsalar."
Bu işin üzerine durdu ve nihayet onları Ubeyy bin Kâ'b'ın arkasında onun imamlığında topladı. Sonra başka bir gece yine namaza çıktık, onları toplu halde adı geçen sahabinin arkasında namaz kılarken görünce :
"Ne güzel bid'attır bu ! Ne var ki bunu kılıp da sonra gecenin son kısmında kalkıp bunu kılanların davranışları bundan daha iyidir. (Zira) cemaat (bu namazı) gecenin başında kılıyorlardı"
[Malik ve Buhari]
(Bu hadisi Malik [salât fî Ramadân no. 3, s. 114] ve Buhari [teravih I/3, II/252], Mâlik ani'z-Zuhrî an Urve b. ez-Zubeyr an Abdurrahman asl-ı senedi ile tahric ettiler)
(Muhammed Revvâs Kal'acî, Mevsuatu Fıkhı Umar b. e!Hattâb, Kuveyt 1984, s. 125).


Alimlerin çoğunluğuna göre , tasavvufçuların "bid'at-i hasene" kapsamına soktukları şeyler haddi zatında bid'at değildir. Onlara bid'at ismini vermek yanlıştır. Çünkü bu gibi şeylerin Kur'ân ve Sünnet'te dayanakları vardır. Bunlara sonradan çıkmış şeyler nazariyle bakılamaz.

Rasûlullah (s.a.v.), şu hadislerinde bid'atin tarifini yapmışlardır:
"Sonradan ortaya çıkan herşey bid'attir; her bid'at sapıklıktır ve her sapıklık insanı ateşe sürükler."
(Muslim, Cumua, 43; Ebû Davud, Sunnet 5; Nesâî, lydeyn, 22; İbn Mâce, Mukaddime, 7).

Üstelik Rasulullah şöyle buyurmuştur :
Sünnetime ve benden sonra raşid halifelerin sünnetine sımsıkı sarılın”.
(Tirmizî, İlim, 16; Ebu Dâvud, Sunne, 5; İbn Mâce, Mukaddime, 6)

Ömer (r.anh) bu sözü insnaları teravih namazı için topladığı zaman söylemiştir. Teravih namazı ise bid'at değil sünnetin ta kendisidir. Rasulullah’ın teravih namazı kıldığı sahih hadislerle sabittir. Yani sonradan ortaya çıkmamıştır ! Bunun delili Aişe (r.anha)'nin rivayet ettiği olaydır:

"Rasulullah (s.a.v.) Ramadanda mescitte gece bir namaz kıldı. Sahabenin çoğu da onunla birlikte o namazı kıldı. İkinci gece yine aynı namazı kıldı. Bu kez O'na tabi olarak aynı namazı kılan cemaat daha fazla oldu. Üçüncü gece . Muhammed (s.a.v.) mescid'e gitmedi. Orayı dolduran cemaat onu bekledi.
Rasulullah (s.a.v.) ancak sabah olunca mescide çıktı ve cemaata şöyle buyurdu:
"Sizin cemaatla teravih namazını kılmaya ne kadar arzulu olduğunuzu görüyorum. Benim çıkıp, size namazı kıldırmama engel olan bir husus da yoktu. Ancak ben size, teravih namazının farz olmasından korktuğum için çıkmadım"
(Buharî, Teheccud, 57).

Ebû Hurayra (r.anh)'nın naklettiği bir başka hadiste de Rasûlullah (s.a.v)'in Ramadan ayında, ashabtan bir grubu, Ubey b. Kab (r.anh)'ın arkasında cemaatle namaz kılarken gördü ve "Doğru yapıyorlar, yaptıkları şey ne güzeldir" diyerek tasvib ettikleri haber verilmiştir.
(Ebû Dâvud, İkâmetu's-Salâ, 190)

Peygamber (s.a.v.) , teravih namazını cemaatle kılmayı terketmesinin nedenini belirtmiştir. Ömer (r.anh) ise ,bu gerekçenin ortadan kalktığını görünce (artık peygamber yoktu ve faraz kılınma durumu ortadan kalkmıştı) , teravih namaznın tekrar cemaatle kılınmasını başlatmıştır. O halde Ömer (r.anh)ın bu uygulaması , bizzat nebi (s)'in uygulamasına dayanmaktadır.

Ömer (r.anh)in bu uygulamasının bid'at olmadığı ortaya çıktığına göre , sözünde geçen "bid'at" kelimesi ne demektir ?

Ömer (r.anh)'in bu ifadesindeki bid'at kelimesiyle şer'i anlamı değil sözlük anlamı kastedilmiştir.

Sözlükte bid'at, geçmişte bir örneği olmaksızın yapılan şeydir. Teravihin cemaatle kılınması bir uygulama olarak Ebu bekir (r.anh)in hilafeti döneminde ve Ömer (r.anh)'in hilafetini ilk dönemlerinde mevcut değildir. Bu sebeble sözlük anlamıyla bu yenilik (bidat) sayılabilir ; zira bunun geçmiş örneği yoktur.
Aynı meseleye şer'i açıdan bakıldığında durum farklıdır, zira bu uygulama peygamber (s.a.v.) in tatbikatında mevcuttur.

Şatıbi şöyle der;
"Bu itibarla bunu bidat olarak adlandıran kişinin (ki isimlendirme konusunda bir tartışma söz konusu değildir ) bundan dolayı şer'i bid'at anlamında Ömer (r.anh)in sözünün ifade ettiği mana ile istidlal etmesi câiz değildir. Zira bu kelimeyi asıl amacından saptırmakla olur."
(Şatıbı, el i'tisam)

Bu konuda büyük imamların sözleri şöyledir :
İbni Teymiyye (rahimehullah) şöyle der; Ömer (r.anh)in bu güzel uygulamayı bid'at olarak adlandırması ,tamamen sözlük olarak bir adlandırmadır, şer'i değildir.
Bunun sebebi bid'at kelimesinin ,sözlük olarak geçmiş bir örneği olmaksızın yapılan her şeyi içermesidir. Şer'i olan bid'at ise hakkında şer'i bir delil olmaksızın yapılan uygulamadır.

İbn Kesir ,bid'atlerin iki türlü olduğunu söylemiştir:

1. Bid'at kavramı bazen şer'i anlamda kullanılır. Peygamber (s.a.v.)'in; "sonradan ortaya çıkarılan her yenilik bid'attir ve her bid'at sapıklıktır" ifadesi bunun örneğidir.

2. Bid'at bazende sözlük anlamında kullanılır. Ömer (r.anh)ın insanları teravih için topladığı ve onların da buna devam etmesi üzerine söylediği "bu ne güzel bid'attir" sözü de bunun örneğidir.
(ibn'i Kesir tefsiri)

İmam Ebû Hanife'ye Ömer (r.anh)'ın bu hususta yaptığı uygulama sorulunca, şöyle demiştir:
Teravih namazı hiç şubhesiz muekked bir sünnettir. Ömer, bu namazın cemaatle ve yirmi rekat kılınmasını şahsi bir ictihadı ile yapmadığı gibi, bir bid'at olarak da emretmemiştir. O, kendisinin bildiği şer'î bir esasa ve Muhammed (s.a.v.)'in bir vasiyetine dayanarak böyle yapmıştır
(et-Tahtavî, Haşiye, 334)

İmam-ı Rabbani, Mektubat isimli eserinde:
Bid’atın hasenesi olmaz. Hepsi mezmundur.” Dedikten sonra güzel bir misal verir.
Ulemadan bazıları namazda niyet için kalben dileyerek dille söylemeyi bid'atı hasene diye anlatmışlardır. Halbuki Rasulullah (s.a.v.) efendimizden, ashabı kiramdan, tabiini izamdan niyetin dille yapıldığına dair hiçbir şey anlatılmadığı gibi bu manada sahih ve zayıf bir rivayet dahi yoktur. O kadar ki, onlar ayağa kalkar kalkmaz (yani kametten sonra) ilk tekbiri almışlardır. Bu durumda niyeti dille söylemek bidat olur. Bunun içinde bidatı hasene demişlerdir. Ama bu manada bu fakir (İmam Rabbani) der ki: Bu bid'at sünnet bir yana farzı dahi kaldırmaktadır. Şundan ki; insanların pek çoğu bu durumda niyet işinde yalnız dille olanı ile yetinecekler ve kalplerini hazır edemeyeceklerdir. İşte o zaman namazın farzlarından biri olan kalble niyet, tamamen bırakılacak, namaz dahi fesada girecektir
(İmam Rabbani- 186. mektup)

Şunu da tekrar vurgulayalım ki, Peygamberimiz “Her bid'at dalalettir. (sapıklıktır)” şeklindeki bu genel-geçer cümlesini, onu genellik niteliğinden soyutlayarak “Her bid'at dalalet (sapıklık) değildir” şeklinde tersine döndürmek, normal bir yorumlama çabasından çok, Peygamber Efendimize karşı çıkmaktır ki, buna hiç kimsenin ne yetkisi ve nede hakkı olmamalıdır.

Huzeyfe b. el-Yamân'ın rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte:
"ALLAH bid'at sahibinin orucunu, namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, sarfını (maddi yardımını), şehadetini kabul etmez. O, kılın yağdan çıktığı gibi İslâm'dan çıkar. "
(İbn Mace, Mukaddime, 7/49).

Bu ikaz karşısında müslümanların dikkatli davranacakları ve bid'atın ne olduğunu araştıracakları muhakkaktır.
Abdullah b. Abbâs (r.anhuma)'dan rivâyet edilen bir hadiste şöyle buyrulur:
"ALLAH, bid'at sahibinin amelini, bid'atından vazgeçinceye kadar kabul etmez."
(İbn Mâce, Mukaddime, /50).

Amellerinin kabul edilmeyeceğini bilen bir müslüman korkar ve neyin bid'at olup, neyin olmadığını araştırır.

Meselâ, Rasûlullah'a selam ve salât ALLAH'ın emridir. Ama Rasûlullah'ı anmak için dini törenler yapmak ve mevlid okutmak kimin emridir? Ölüleri hayırla anmak ve onlara dua etmek sünnette vardır. Ama ölüler için mevlit okutup 7., 40., 52. geceleri tertib etmek İslâm'ın hangi hükmüne dayanır?



Türkiye’de tasavvufçuların (özellikle Süleymancıların) bu gecelerde okuyub basarak dağıttıkları (Mubârak gün ve gecelerde yapılan ibadetler kitabı - Fazilet , Tavaslı , pamuk vs. yayınları) duaların , namazların , ibadetlerin ise aslı yoktur. Zaten hadis diye verdiklerinin kaynakları da verememişlerdir.
Peygamber (s.a.v.) 'den rivayet edilen dualardan faziletli olmaları mümkün değildir. Çünkü O'ndan rivayet edilen duaların iki ecri vardır. Birincisi; sünnete uymaktan dolayı onu yerine getirenlerin alacakları ecir, ikincisi; duaları okurken alınacak ecir. Bizlerin daima nebevi sünnetleri ezberlemesi ve onlarla dua etmesi gerekir.
Bir insanın kalkıp da istediği an yeni yeni ibadetler icat etmesi elbette olacak şey değildir. İnsanlara ibadet koymaya ve ibadetlerinin şeklini çizmeye tek layık olan ALLAH Teala'dır.
"Yoksa, ALLAH'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır?" (Şura: 21)

Cenab-ı ALLAH'ın (c.c.) şu buyruğunu okuyalım:

Onlar; hahamlarını, rahiblerini ALLAH’tan başka rabler edindiler. Meryem oğlu İsa’yı da (Rab edindiler)... Oysa tek ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka ibadete layık ilah yoktur. O, onların ortak koştuklarından yücedir.” (Tevbe:31)

Bu ayetle ilgili olarak sahabilerden Adiy b. Hatem Peygamberimize:
Ya Rasûlullah, onlar (yahudi ve hristiyanlar) hahamlarına ve rahiplerine tapmış değildiler ki” deyince Rasûlullah'dan aynen şu cevabı aldı:
Evet, onlara tapmamışlardı, ama hahamlarla rahipler haramları helâl saydılar, onlar da onlara itaat ettiler. Yine onlar helâlleri haram saydılar, onlar da kendilerine itaat ettiler.”
Buna göre kim dinde ALLAH'ın izni ile bağdaşmayan yeni bir helâl, haram, mustehab veya farz ileri sürer de biri ona itaat ederse, bu itaat eden kimse bu ayetteki “kınama”dan payını alır.

Nafi (r.anh) anlatıyor; İbni Ömer (r.anhuma)'nın yanında birisi aksırdı ve “elhamdulillah vesselamu ala Rasulillah (Allah’a hamd Rasûlune selam olsun) dedi.
Bunun üzerine İbn Ömer şöyle dedi:
Ben elhamdulillah ve's selamu ala Rasulillah mı diyorum? Rasûlullah (s.a.v.) bize böyle öğretmedi. Bize “elhamdulillahi ala kulli hal(Her zamanda ve her zeminde Allah’a hamdolsun) dememizi öğretti.”
(Tirmizi (2738); Hakim (4/265) isnadı hasendir)

Görüldüğü gibi bahsedilen şahıs aslında görünüşte kötü bir şey söylememiştir. Fakat sünnette öğretilen dua yerine kendi uygun bulduğu şekilde dua ettiği için, İbni Ömer (r.anh) tarafından tepkiyle karşılanmıştır.

Abdullah Bin Mugaffel (radıyallahu anh) oğlunun; “Allahım Senden cennetin sağında beyaz bir köşk istiyorum” dediğini duyunca;
Peygamber Aleyhisselam’ın şöyle buyurduğunu işittim; “Bu ummette duada haddi aşanlar olacaktır.”
(sahihtir. Ebu Davud (96,1480); Deylemi (3440); Ahmed (1/172); İbni Hibban (15/166); Hakim(1/267); Beyhaki (1/196); Abd Bin Humeyd Musned (1/180); Huseyni El Beyan Vet Tarif( 2/181); Tuhfetul Ahvezi (1/157); Neylul Evtar (1/215); Tayalisi (1/28); Feyzul Kadir (4775); İbni Mace (3864); Kenz (3295) benzerini; Cem’ul Fevaid’de (9252) Rudani nakleder.)

Berâ b. Âzib (r.anh)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
Yatacağında namaz abdesti gibi abdest al, sonra sağ tarafına uzanıbşöyle de;
Allah’ım irademi sana teslim ettim yönümü sana çevirdim senden korkup seni isteyerek işlerimi sana bıraktım sırtımı sana dayadım senden kaçıp kurtulmak ancak sana dönmekle mümkündür. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere iman ettim.” bunları söylediğin gece ölürsen fıtrat üzere tertemiz ölürsün, sabaha çıkarsan hayır kazanmış olarak sabahlamış olursun";
Berâ diyor ki:
Ben "gönderdiğin Rasûle" dedim…
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) göğsüme vurdu ve;
Gönderdiğin peygambere” de buyurdu.

(Buhâri, Daavât 7, 9; Tevhid 34; Muslim(2710); Tirmizi (3391); Ebu Dâvud (5046, 5047, 5048)

Burada da görüldüğü üzere, aynı anlama gelen iki kelime arasında dahi bir değişiklilk yapılması caiz görülmemişken, Rasulullah (s.a.v.)’den geldiği sabit olmayan bir dua ile nasıl dua edilebilir?
Rasulullah (s.a.v.)’in sünnetinde bulunmayan dualarla dua edenlerin, Esma ul Husna’dan belirli isimleri belirli sayılarda okuyanların bulunduğu ortamdaki cinleri rahatsız ettiği, cinlerin de bu kimselere musallat olduğu söylenmektedir. Özellikle günlük virdleri çok sayıda olan sufilerde ve Cevşeni çok okuyanlarda aklî rahatsızlıklar sık görülmektedir.
Hayvani gıdalardan riyazet ederek “çile” dedikleri halvete giren ve orada zikir yaptıkları esnada şeytanların telkinine kapılarak mehdilik iddiasında bulunanlara sık rastlanılmakta, bunlardan bazılarında görülen olağanüstü işlerin keramet olduğu zannedilmektedir. Aslında bu islami bir usul değil, hatta sünnette yasaklanmış hususlardandır. Bunun en büyük göstergesi de aynı şekilde riyazete çekilen rahiplerin de bir takım harikuladelere (istidrac) sahib olmasıdır. İslamda gaye keramet elde etmek değil, istikameti muhafaza etmektir!

İbni Abbas (r.anhuma)’den : Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki :
“...Benim ummetimden birtakım kimseler getirilip sol tarafa ayrılacaktır. Ben “Ey Rabbim! Bunlar benim ashabımdırlar, derim.
Cenabı ALLAH cc bana: “Bunların senden sonra neler yaptıklarını bilmezsin der.
Ben de ALLAH’ın salih kulu İsa as’ın dediği gibi Aralarında bulunduğum müddetçe onları gözetliyordum. Sen, benim canımı alınca onları gözetleyen sen oldun. Her şeyin gözetleyicisi sensin. Onlar senin kullarındır. İstersen âzab edersin, istersen bağışlarsın. Zira izzet ve hikmet sahibi sensin (Maide:117) derim.
Cenabı Hak “Sen onlardan ayrıldığın gün, onlar gerisin geri döndüler” buyurur.
Bir rivayette peygamber (s.a.v.)’in “Benden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar, derim” ziyadesi vardır.
(Buhari-Muslim) (Hayatus Sahabe-4)




Orijini ve devamı :

https://www.islam-tr.org/konu/kandil-geceleri-bidatci-niceleri-kitap.8101/
 
E Çevrimdışı

enes bin malik

Guest
yararlı bir konu...
ALLAH razı olsun :islam-tr
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Allah razı olsun hacı abi... bilgilendirdiğin için
 
hayalet Çevrimdışı

hayalet

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
dunde yazmaya calistim lakin olmadi insALlah bugun olur sunu sormadan kendime edemedim peki bunca hoca, islam alimleri vs bu insanlar bunlarin hesabini nasil verecekler kucuklugumuzden beri anlatilan bu safsatalar karsisinda Allah (cc)nasil hesab verecekler , gizledikleri , gizli tutulanlar muslumanlar uyanmasin diye mi ? Allah affetsin biz cahil kullarida ve arastirmak istemeyenleri ?

Hocam Allah razi olsun
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Arkadaşlar bu aralar nete kısa süreli giriyorum içinizde bazı kardeşler şaşırmış olabilir inşaAllah kısa süre içinde türkiyede kutlalanan ve bidat olan tüm kandiller ile alakalı açıklama gelicektir.
 
Enfal.571 Çevrimdışı

Enfal.571

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ALLAH c.c. razi olsun !slam4ever abi. cok yararli bir yazi.
Rabbim bizlere dosdogru yolda yürümeyi nasip etsin. amin.

esselamu aleykum ve rahmetullah
 
I Çevrimdışı

ibni_fevz

Üye
İslam-TR Üyesi
bazı ahmak insanlara kuranın ayetleri ağır geldiğinden mevlütü secer

bazı ahmaklar etrafındaki insanların çoğunun sözüne kanmasıyla mevlüdü secer.

bazı ahmaklar sevab katacagını düşündüğü için secer.

bazı ahmaklar kuranın ve sünnetin (peygamberimiz zamanındaki düğünler) cahilliğinden secer.


bizim insanlarımız MEVLÜDÜN NE DEDİĞİNE BİLE DİKKAT ETMEZ... hoca yırtınır yırtınır gider...
 
moon_light Çevrimdışı

moon_light

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Allah razı olsun aydınlattığın için bizleri çok şaşırdım doğrusu kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi heralde ayakta uyutuluyoruz resmen!
 
B Çevrimdışı

BIR GARIP

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
İbn Teymiye mevlit kandilini kutlamanın -daha sonra ortaya çıkmış- bir bidat olduğunu söylemekle beraber, Hz. Peygamber(a.s.m)’e sevgi, tazim ve saygılarından ötürü bunu kutlayanların sevap kazanacaklarını da ifade etmiştir (bk. İktıdau’s-sırati’l-Mustakım, s. 294-297-eş-Şamile).

bir garip
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
İbn Teymiye mevlit kandilini kutlamanın -daha sonra ortaya çıkmış- bir bidat olduğunu söylemekle beraber, Hz. Peygamber(a.s.m)’e sevgi, tazim ve saygılarından ötürü bunu kutlayanların sevap kazanacaklarını da ifade etmiştir (bk. İktıdau’s-sırati’l-Mustakım, s. 294-297-eş-Şamile).


bir garip

2 satır cümle yazmışsın kitabdan 4 sayfa süren numara bölümü (bk. İktıdau’s-sırati’l-Mustakım, s. 294-297-eş-Şamile) vermişsin .

İbn Teymiyye öyle demişse bile bu , peygamberin hayatını methiyesini kendi kendine okuyup Rasulullahı anan içindir. Yoksa düzeni olarak (periodik) hep aynı günde veya zamanda ibadet kastı ile topluca düzenlenen merasim değildir. Zira İbn Teymiyyenin ve diğer alimlerin bidatlere karşı tavırları bellidir.


Bahsi geçen bölümü buraya yorumsuz aktarda bir inceleyelim.


------------------------------------


Aynı kitaptan Bidatler hakkındaki yazıyı aktarıyorum :



Bid'atlara Bakış Açımız



Bu kategoriye giren kötülükler arasında İslâm'da yeri olmayan, sonradan ortaya çıkarılmış diğer bütün bayram ve kutlama törenleri de yer alır. Bunların hepsi mekruh olan kötülüklerdir (münkerattır).

- Kimi harama yakın anlamda mekruhken,

- kimindeki kerahet oranı bu derece fazla değildir.

Sebebine gelince, bilindiği gibi ehl-i Kitab ile acemlerin bayramları şu iki gerekçe ile yasaklanmıştır:

1 - Bu bayramlara katılmak, kâfirlere benzemek, onlara Özenmek anlamına gelir.

2 - Bu bayramlar İslâmda yeri olmayan birer bid'attır.

Buna göre İslâmda yeri olmamasına rağmen sonradan ortaya atılan bütün bayram ve kutlama törenleri, kâfirlere özenme niteliği taşımasalar bile, bu iki bakımdan kötüdürler.

Birinci sebep; bu bayram ve anma törenleri bidat ve sonradan uydurulmuş gelenekler kapsamına girerler. Öyle olunca da, Müslim'in Cabir'den (Allah ondan razı olsun) naklettiği şu hadisin uyarı ve yasaklama alanı içinde yer alırlar. Cabir diyor ki:

“Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) bir minberden bize hitap ederken gözleri kızardı, sesinin tonu yükseldi ve öfkesi kabardı. Sanki akşam-sabah saldıracak bir düşman ordusunun üzerimize gelmekte olduğunu haber veriyor gibi işaret parmağı ile orta parmağını birleştirerek:

“Benim Peygamber olarak gönderilmemin tarihi ile Kıyametin kopması bu ikisi kadar biribirine yakındır” dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti:

“İmdi, sözlerin en hayırlısı (doğrusu)Allah'ın Kitabı (Kur'an) ve hidayetlerin en hayırlısı Muhammedin rehberliğidir. (en hayırlı yolu gösteren Rasulünün sünnetidir). En kötü (şerli)şeyler de sonradan uydurulup ortaya çıkarılan (bidat olan) şeylerdir. Her bidat (İslâmda yeri olmayan uydurma) birer dalalettir. (sapıklıktır). ”

(Muslim, c. 3, s. 592, H. No: 867, K. Cuma, Bab: Namaz ve Hutbeyi Kısa Tutma; Hadisin kalan kısmı şöyledir: “Ben her inanana kendinden daha öndeyim.” )

Nesaî'nin rivayetine göre hadisin sonu:

“ve her sapıklık (dalalet)ateştedir (cehennemdedir).” şeklindedir.

(Hadisi Nesaî'nin Sunen El-Suğra'sınınbasılı nüshasında bulamadım. Ancak Sunen El-Kübra'da yer alması muhtemeldir. )

Bu konuda Buhari'ye göre Hz. Ayşe'nin (Allah ondan razı olsun) rivayet ettiği hadiste de Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) şöyle buyuruyor:

“Kim bizim tutumuza uymayan bir iş yaparsa, yaptığı iş tarafımızdan reddedilmiştir.”

(Muslim, c. 3, s. 1343,1344, H. No: 1718, (18), K. Kazalar, Bab: Asılsız (batıl) Hükümlerin Bozulması ve Bid'atların Reddi. )

Aynı hadisin Buharı ile Müslim'in ortaklaşa yer verdikleri farklı bir rivayetine göre sözleri şöyledir:

“Kim bizim bu dinimizde yeri olmayan yeni bir şey ortaya atarsa, ortaya attığı şey tarafımızdan reddedilmiştir.”

(Buhari, c. 5, s. 301, Feth El-Bâri den, H. No: 2697, K. Sulh Bab: Zorla Bir Sulh (barış) Üzerine Anlaşıldığında Barış, Reddedilmiştir; Müslim, H. No: 1818 (15)

Aynı konuda hadis kaynaklarının İrbaz b. Sariye'ye(5) (Allah ondan razı olsun) rivayet ettikleri bir hadise göre de Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) şöyle buyuruyor:

“Benden sonra yaşayacak olanlarınız birçok ihtilâflar göreceklerdir. Buna göre sakın benim ve benden sonraki raşid halifelerimin sünnetinden (yolundan) ayrılmayınız. Buna sımsıkı sarılınız ve azı dişlerinizle yapışınız. Sonradan ortaya atılacak olan şeylerden kesinlikle uzak durunuz. Çünkü her bidat bir sapıklıktır.”

(Sunen Ebî Davud, c. 5, s. 13, H. No: 4607, K. Sünnet Bab, Sünnetin Gerekliliği; Tirmizi, Sunen, H. No: 2676, K. İlim, Bab: Sünneti Alma ile ilgili Hadisler. Tirmizi hadisi hasen sahih olarak tanımlamaktadır; İbn Mace, c. 1, s. 15,16, H. 42. Mukaddime, Bab: Raşid Halifelerin Yoluna Uyma; Ahmed, c. 4, s. 126, 127. Hakim Hadisi Müstedrek'inde birden çok kanalla naklediyor. Birisinde şöyle diyor örneğin: “Bu hadis illetsiz, sahihtir.” )

(İrbaz b. Sariye; Sahabî'nin ulularından olan bu zatın asıl adı El-İrbad b. Sariye El-Sülemi; Künyesi: Ebu Nüceyh'tir. İlk müslüman olan sahabilerden olup fıkıhçıdır. “Kendilerini (binek sağlayıp) bindirmen için sana geldikleri zaman...” (Tevbe: 92) ayeti hakkında inenler arasında bu zat da vardı. Hicrî 75 yılında öldü. Bkz. El-İsabe, c. 2, s. 473; biy. No: 5501. )

Bu hem sünnet (Peygamberimizin söz ve uygulamaları) hem icma-ı ümmet (İslâm bilginlerinin ortak görüşü) ve üstelik hem Allah'ın Kitabı Kur'an tarafından belirlenip vurgulanan temel bir kuraldır.

Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Yoksa onların Allah'ın izin vermemiş olduğu şeyleri din adına ortaya atan ortakları mı var?” (Şura: 21)

Buna göre kim Allah tarafından ortaya konmamış olan bir şeyi Allah'a yaklaştırıcı bir davranış diye tavsiye eder veya sözü ve hareketi ile böyle bir davranışı başkalarına empoze etmeye kalkışırsa “Allah'ın izin vermemiş olduğu şeyleri din adına ortaya atmış” olur ve böyle bir kimsenin peşinden giden kimse de sözünü ettiğimiz uydurmacıyı Allah'a ortak saymış, başka bir deyimle bu uydurmacıya “Allah'ın izin vermemiş olduğu şeyleri din adına ortaya koyma” yetkisi tanımış olur.

Yalnız bu konuda şu da doğrudur. Böyle bir kimse din alanında farklı bir şey ortaya atarken yorum yetkisine dayanabilir ve bu sayede günahkâr olmaktan kurtulabilir. Bunun için söz konusu kimsenin yanılgıyı affettirdiği gibi gerçeği araştırma gayretine sevap yazdıran anlamda gerçek bir ilmî araştırmacı (müctehid) olması gerekir.

Fakat böyle bir araştırıcının eğer gerçeğe aykırı bir görüş ortaya attığına inanılıyorsa ileri sürdüğü yeni görüşe uymak caiz değildir. Her ne kadar böyle bir görüşü ileri süren veya işleyen kimse mükâfatlı ve mazur görülse bile.

Şimdi Cenab-ı Allah'ın (c.c.) şu buyruğunu okuyalım:

“Onlar; hahamlarını, rahiblerini Allah’tan başka rabler edindiler. Meryem oğlu İsa’yı da (rab edindiler)... Oysa tek ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka ibadete layık ilah yoktur. O, onların ortak koştuklarından yücedir.” (Tevbe:31)

Bu ayetle ilgili olarak sahabilerden Adiy b. Hatem Peygamberimize:

“Ya Rasûlullah, onlar (yahudi ve hristiyanlar) hahamlarına ve rahiplerine tapmış değildiler ki” deyince Rasûlullah'dan aynen şu cevabı aldı:

“Evet, onlara tapmamışlardı, ama hahamlarla rahipler haramları helâl saydılar, onlar da onlara itaat ettiler. Yine onlar helâlleri haram saydılar, onlar da kendilerine itaat ettiler.”

Buna göre kim dinde Allah'ın izni ile bağdaşmayan yeni bir helâl, haram, müstehab veya farz ileri sürer de biri ona itaat ederse, bu itaat eden kimse bu ayetteki “kınama”dan payını alır. Tıpkı söz konusu asılsız emir ve yasakları ortaya koyan kimsenin aynı “kınamadan” pay alacağı gibi.

Bunun yanında emir ile yasağı ortaya koyan kimsenin iyi niyetli ve yeterli bir gerçek araştırıcı olması durumunda, hem bu tarafların her ikisi bağışlanabilir ve hem de gerçeği araştıran taraf bu gayreti yüzünden sevap kazanabilir. O zaman da temel gerekçe varlığını sürdürmekle birlikte gerekli şartlar eksik olduğu veya engellendiği için ayetteki “kınama”dan uzak kalır. Bu arada gerçeği bildiği halde ona uymayan veya yeterli derecede araştırmadığı için ona ulaşamayan yahut şahsi arzu ve vurdumduymazlık gibi sebepler yüzünden onu araştırmaktan kaçınan kimselerin de ayetteki “kınama” da payları vardır.

Ayrıca bir de meseleye şu açıdan bakalım. Cenab-ı Allah (c.c.) müşriklerde şu iki tutumu ayıplamış, kınamıştır:

1 - Müşrikler, “Allah'ın haklarında hiç bir delil indirmemiş olduğu şeyleri” O'na ortak saymışlar.

2 - Yine müşrikler “Allah'ın haram kılmamış olduğu (yasaklamadığı) şeyleri” yasak saymışlar.

Müslim'in, Iyaz b. Hımar'a dayanarak bildirdiğine göre Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) Kutsi bir hadiste bu gerçeği şöyle belirtiyor:

“Ulu Allah buyuruyor ki: Ben kullarıma dengeli (hanif) bir yol sundum. Fakat şeytan kendilerini ayartarak benim helâl kıldıklarımı onlara haram saydırmış ve haklarında hiç bir delil indirmemiş olduğum şeyleri de bana ortak saydırmıştır.”

(Muslim, c. 4, 2197, H. 2865, Kitap: Cennet, Bab: Kendileriyle cennetin tanındığı nitelikler.)

Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) Kur'anda da şöyle buyuruyor:

“Şirk koşanlar diyecekler ki: “Şayet Allah dileseydi, biz ve babalarımız şirk koşmazdık ve hiçbirşeyi de haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de bizim şiddetli azabımızı tadıncaya kadar, işte böyle yalanlamışlardı. De ki: “Yanınızda bize çıkarabileceğiniz bir ilim var mı? Siz ancak zanna tabi oluyorsunuz ve siz sadece tahminde bulunuyorsunuz.” (Enam: 148)

Demek oluyor ki, müşrikler hem Allah'a ortak koşmuşlar ve hem de O'nun haram kılmadığı şeyleri haram saymışlardır.

“Şirk (ortak koşma)” kavramı; Allah'ın izin vermemiş olduğu her türlü tapınma (kulluk yapma / ibadet etme) eylemini (fiilini) kapsar.

Bilindiği gibi müşrikler yapmış oldukları tapınma (kulluk yapma / ibadet etme) eylemlerinin ya vacip veya müstehab olduğunu ve bunları yapmanın yapmamaktan daha hayırlı olduğunu sanırlar.

Ayrıca kimi müşrikler, kendilerini Allah'a yaklaştırma aracı olsunlar diye Allah'dan başka bazı şeylere (putlara) taparlarken, bazıları da şahsî kanaatlerine göre Allah'a ibadet etme fonksiyonunu yerine getiren uydurma bir din icad etmişlerdir. Tıpkı hristiyanların uydurdukları çeşitli tapınma (kulluk yapma / ibadet etme) eylemleri / fiilleri gibi.

Sözün kısası; yeryüzü halkının sapıklığı şu iki sakat tutumun birinden kaynaklanır.

1 - Ya Allah tarafından ortaya konmamış sözde (uydurma) bir din benimsemek;

2 - veya Allah'ın haram kılmadığı şeyleri haram saymak.

Bu yüzdendir ki, aralarında Ahmed İbn Hanbelî'nin de bulunduğu bütün mezhep imamları, mezheblerini şu temel ilkeye dayandırmışlardır:

İnsanların tüm davranışları;

- din olarak benimsenen veya ahirette ve hem ahiret hem de dünyada yararlı olan “ibadet” nitelikli hareketlerle;

- dünya hayatı alanında yarar sağlayan “adet” nitelikli hareketlerden meydana gelir.

İbadetler konusunda göz önünde tutulması gereken temel ilke; Allah tarafından ortaya konmamış olan hiç bir unsuru bu kategoriye katmamak;

Adetlerle ilgili temel ilke de; Allah tarafından yasaklanmamış hiç bir adeti yasak saymaya kalkışmamaktır.

İşte sözünü ettiğimiz İslâmın özünden kaynaklanmayan anma günleri ve törenler, inşaallah ilerde ayrıntılı biçimde açıklayacağımız üzere, sırf sonradan uydurulmuş sözde (uydurma) bir dinin unsuru olma niteliği taşıdıkları için yasaklanmışlardır.


Bilmek gerekir ki, vurguladığımız temel kural; yani;

“her hangi bir şeyin bidat(sonradan uydurulup ortaya atılmış) oluşunu o şeyin mekruh oluşunun yeterli delili saymamız kuralı” genel karakterli ve çok anlamlı bir kuraldır.

Bu kuralı tam olarak anlatabilmek için onunla çelişen anlayışı açıkça ortaya koyup cevaplandırmak gerekir. Bunun için söze şöyle girmek gerekir.

Bazı kimseler; “Bidatler güzel (hasene) ve çirkin (kabiha) olmak üzere ikiye ayrılır” derler. Böyle derken de bazan Hz. Ömer'in (Allah ondan razı olsun) teravih namazının cemaatle kılınışı ile ilgili olarak:

“Bu ne güzel bidattir” şeklindeki sözünü delil gösterirler. Kimi zaman da Peygamber Efendimizden (salât ve selâm üzerine olsun) sonra ortaya çıkan ve İcma-i ümmet yada Kıyaslama metodu ile mekruh sayılmamış, hatta güzel kabul edilmiş olan bazı davranış ve sözleri gerekçe olarak ileri sürerler.

Kimi zaman da bu iki gerekçeye halk arasında yaygın adet ve gelenekleri ilmin denetiminden kaçırma yada sağlıklı biçimde ilmin ölçülerine vurmama tutumu eklenir ve bu tutum, bazı bidatlerin güzelliğinin delili olarak kullanılır.

Bu iş, ya insanın öteden beri uyguladığı yada alıştığı bir davranışı, o konuda diğer müslümanların ne düşündüklerini arama zahmetine katlanmaksızın icma-ı ümmet gereği sayarak veya alışılmışı terk etmeyi tuhaf yada ters görmek suretiyle meydana çıkar.

Tıpkı Cenab-ı Allah'ın (c.c.) şu ayette bize anlattığı gibi:

“Onlara -Allah'ın indirdiği prensiplere ve Rasulün söylediklerine geliniz- dendiği zaman -bize atalarımızdan kalan adet ve gelenekler yeter- derler. Ya ataları birşey bilmeyen ve hidayet bulmamış kimseler iseler?” (Maide:104)

Gerçekten bazı ilim dallarında uzmanlaşmış veya bazı ibadet biçimleri ile sivrilmiş kimi kimselerin, dinin temel ilkeleri ile bağdaşmayan sözde gerekçelere sımsıkı sarılarak bunları şahsî tutumlarının yanılmaz delilleri diye gösterdikleri, çok görülmüş bir şeydir.

İktidau's Sıratı_Mustakim – Şeyhu'l İslam ibn Teymiyye : 6. bölüm




Bid’atların Sakıncaları



Daha önce belirttiğimiz inanç ve davranış bozuklukları yanında, kalbler bu anma törenlerinden haz duymakta ve bunlar yüzünden çoğu sünnetlerden soğumaktadırlar.

Öyle ki, bu törenleri hiç kaçırmayan halk yığınlarının teravih namazına ve beş vakit namaza karşı aynı derecede iştahlı olmadıkları görülür.

2 - Gerek sıradan halkın ve gerekse seçkinlerin bu tip bidatler yüzünden, farzlara ve sünnetlere karşı ilgilerinin azaldığı ve arzularının zayıfladığı görülür. Bunun sonucu olarak çoğu kimselerin bu bidatler için büyük gayret, titizlik ve bağlılık gösterdiklerini ve ne farzlar ve ne de sünnetler için aynı şeyleri yapmadıklarını görüyoruz.

Böylece adamlar adeta bid'atı, ibadet, buna karşılık farz ve sünnetleri de adet olmuş birer angarya haline getirmektedirler. Bu da dinin tam tersidir.

Böyle olunca adamlar, farzların ve sünnetlerin içerdikleri mağfiret, rahmet, kalb yumuşaması ve arınması, kalb huzuru, duaların kabul edilmesi ve münacat hazzı gibi yararları kaçırmakta veya tümü ile kaçırmasalar bile mutlaka bu yararların yetkin (kâmil, eksiksiz) derecelerinden yoksun kalmaktadırlar.

3 - Bu tip bid'atleri gelenekleştirmenin diğer bir sakıncası iyiliklerin (marufun) kötülüklere (münker'e) ve kötülüklerin iyiliklere dönüşmesi ve bunun sonucu olarak; halk çoğunluğunun Peygamberlerin getirmiş oldukları dini bilemez hale gelmeleri ve cahiliye tohumlarının tekrar filizlenmeye yüz tutmasıdır.

4 - Özellikle bu Regaib kandili bid'atının içerdiği çeşitli şer'i mekruhlarla karşılaşıyoruz.

Meselâ, o akşam geç iftar etmek, bunun sonucu olarak yatsı namazını kalb huzuru olmaksızın kılmak, bu namazı aceleye getirmek, namazdan yanlışlık yapılmadığı halde selâm verdikten sonra sehiv (yanlışlık) secdesi yapmak, aslı olmayan türde ve sayıda çeşitli zikirler yapmak ve sadece basiret ve saf gönül sahiplerinin farkedebilecekleri daha bir çok bozukluklar gibi.

5 - Bu bid'atlere alışmanın başka bir zararı, insanı bağlılık disiplininden git gide uzaklaştırmaları ve doğru yoldan (sıratı müstakim'den) kaymaya yol açmalarıdır. Çünkü insan nefsi, kendini beğenmek ve büyük görmek eğiliminde olduğu için, imkân bulduğu oranda kulluk ve bağımlılık çerçevesinden çıkmak ister.

Nitekim Ebu Osman Nişaburî;

“insan, terkettiği her sünneti nefsinin kibirliliği yüzünden terkeder” diyor.

Ayrıca işlenen her bid'at bir başka bid'atı işleme ihtimalini birlikte taşıdığı için, yavaş yavaş kalb Pepgamberimize (salât ve selâm üzerine olsun) uyma realitesinden,gerçeğinden sıyrılarak dini sakatlayacak derecede bir kibir ve iman zayıflığının yatağı olur veya olay azar. Bütün bunlar olurken de kişi iyi bir şey yapmanın vehmi ve gafleti ile oyalanır.

(Ebu Osman Nişaburî; İsmail b. Abdurrahman El-Nişaburi, Ebu Osman-El-Sabunî, El-Şafii hadis hafızı, tefsirci ve sünnet alimlerindendir. H. 449 yılında 77 yaşında öldü. Bkz. Şüzürat El-Zeheb, c. 3, s. 283; El-Bidaye ve El-Nihaye, c.12, s. 76. )

6 - Ayrıca bu bid'at nitelikli anma gününde, ehl-i Kitab'ın bayram törenlerini anlatırken belirttiğimiz ve kâfirlere benzeme amacı güden ve gütmeyen uydurma nitelikli bayram törenlerinin ortak sakıncaları aynen vardır.

Bid'atlerin kötülüklerini bu kitabın başka bölümlerinde geniş bir şekilde açıkladığımız için şimdi bu konuda daha fazla açıklama yapmayacak, sadece bu anma törenlerinin belli başlılarını belirtmekle yetineceğiz.
 
Y Çevrimdışı

yalnizkentli

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Bırakın insanlar peygamberini unutmasın... Bidat olan bu kadar şey varken peygamberimizin anılmasımı bidat olmuş dinde teşfik vardır kardeşler. O kutlu doğumlarda ain yapilmiyor kuran okunuyor peygamber anlatılıyor.. Allah yapana yapılana değil kalbinden geçene bakar hepimiz bunu biliyoruz..insanların bir çoğu bir kandilde aynı yerde bi araya geliyor o güne kadar belki Allahı hep hatırlıyor ama Peygamberini de o günlerde tanıyor hatırlıyor dikkat edin sözlerinize..

Her hadis sahhi değildir.. Buhari değildir.. Müslim değildir.. Hadisle amel olmaz..


Allah her kalbi tertemiz yarattı... İnsan o kalbi düşünceleriyle kapkara yaptı...
 
DAVA Çevrimdışı

DAVA

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Her hadis sahhi değildir.. Buhari değildir.. Müslim değildir.. Hadisle amel olmaz..

biraz daha net konussaniz ? acaba karsimizda muhadis mi var... Sünnetullah nasil inkar edilir bea Ahmak, Bes vakit namaz ve sekilleri nerden geliyor ? abdest nerden geliyor ve daha birsürü fikh konulari nerden geliyor ?
Öncelikle Haddimizi bilelim, Alimler Hakkinda Küstahlasmayalim, Hele bu Alimler Imam Buhari ve Müslim gibi Hayatlarini Sünnetullahi bizlere ulasmasi icin harcayanlar ise.. !
 
Y Çevrimdışı

yalnizkentli

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
biraz daha net konussaniz ? acaba karsimizda muhadis mi var... Sünnetullah nasil inkar edilir bea Ahmak, Bes vakit namaz ve sekilleri nerden geliyor ? abdest nerden geliyor ve daha birsürü fikh konulari nerden geliyor ?
Öncelikle Haddimizi bilelim, Alimler Hakkinda Küstahlasmayalim, Hele bu Alimler Imam Buhari ve Müslim gibi Hayatlarini Sünnetullahi bizlere ulasmasi icin harcayanlar ise.. !

Bir ayete onlar sözün her türlüsünü dinler güzel olanına uyarlar. Hükmü veriliyor.. Senin söylediğinin ve söylenenin

Ne güzel tarafı var nede uyulacak...

Bugun ben bir kitap yaziyim hadis olsun adı.. İmzası Müslüm, Buhari, Tirmizi,. 30 yıl sonra sen gibiler sahhi olarak okurlar artık ve amel ederler.. Asıl ahmak kim acaba..her hadisle amel edilmez. Peygamber efendimiz anmanın neresi bidad ain yapılmıyor Kuran okunuyor Peygamber anlatılıyor.


Kuranı anladığın dilde okuduysan bilirsin

Birçok ayetin arkasından Allah cc şu hükmü verir hiç akıl etmezmisiniz.hiç aklınızı kullanmazmısınız.

Allah herkesin ayrılağa düşdüğü konu hakkında hükmünü elbet verecektir.. Unutmayın melekler bize insan olduğumuz için yada nefsi taşıdığımız için secde etmedi... Akıl nimetini Allah yarattı melekler akıl kudretine secde etti..

Allah her kulun aklının abdestli olmasını nasip etsin.. Kuranla vahyeylesin inşa eylesin..


Sözün özü

Allah her kalbi tertemiz yarattı..insan düşünceleriyle o kalbi kap kara yaptı.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt