Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Kara Devrimler -1-

I Çevrimdışı

inan01

Üye
İslam-TR Üyesi
LAİKLİK
Fransız İhtilali’ne kadar Fransız toplumu ve aynı zamanda devleti üzerinde din ve dolayısıyla Kilise’nin büyük bir tesiri vardı. Kilise adeta toplumun çatısı durumundaydı. Okullar ve hastaneleri yönetiyor, sosyal yaşantıdaki kural ve kaidelerin çoğunu o belirliyor, işçi gelirlerinin yüzde onunu alıyor, ülkenin onda bir topraklarını elinde tutuyordu.
1789 Fransız İhtilali’nden sonra ise kilisenin bütün bu yetkileri elinden alındı. Bununla kalınmadı, kilisenin din adına o zamana kadar ortaya koyduğu bütün kural, kaide, prensip ve hatta semboller yasaklandı. Yaşanan olaylarda yüzlerce papaz öldürüldü. Umuma açık yerlerde haçlar bile yasaklandı. Neticede, o zamana kadar toplumu ve devleti kontrolünde tutan kilise, tamamıyla dört duvar arasına sıkıştırıldı ve tamamen devlet kontrolüne alındı.
Fransız İhtilali’nin ardından oluşan yeni yönetim, kilise yönetimine (din yönetimine) karşı alternatif olarak oluşan laik bir sosyal düzendi ve çıkarılan yasalar da kilise karşıtlığı üzerine bina ediliyordu.
Fransız İhtilali’inden, Osmanlı devlet kademesinde bulunan pek çok kişi de etkilenmişti. Osmanlı yönetimi her ne kadar İslam şeriatını esas alıyor ve toplum İslami kurallara göre yönetiliyor olsa da, baştakilerin gayri İslami ve keyfi uygulamalarının da etkisiyle, Fransız İhtilali’nin tesiri altına giren ve Batı’ya hayranlık duyanlar, din ile devlet işlerinin birbirlerinden ayrılması gerektiğini ve batı tarzı bir yönetimin Anadolu toplumuna daha uygun düştüğünü savunuyorlardı.
Mustafa Kemal de bunlardan biriydi ve tam bir Batı hayranıydı. Özellikle Fransız kültürüne aşırı düşkünlüğü vardı. İlim ve Fen alanında ilerlemeyi, yükselmeyi ve medeni bir toplum haline gelmeyi Batının takip ettiği yolda görüyordu. İslam dininin hayata müdahalesine ise temelden karşıydı ve bütün bunların karşısında bir engel olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden İslam dininin kişinin vicdanına kalması ve kişinin bireysel ibadetleri ile sınırlandırılması gerektiğini savunuyordu.
Osmanlı devleti birinci dünya savaşı sonrasında işgale uğradığında, vatanın müdafaası namına padişah tarafından yetkilendirilmek istemiş, elde ettiği yetkiyi kullanarak kendi fikir ve düşüncelerini adım adım gerçekleştirmişti. Ancak Mustafa Kemal, söylemleriyle ve ortaya koyduğu icraatlarıyla öyle anlaşılıyor ki, fikir ve düşüncelerini hayata geçirme konusunda içinde bulunduğu ortamın şartlarını dikkate alan, tepkisel hareket etmekten ziyade toplumun ve özellikle etrafındakilerin hassasiyetlerini dikkate alarak ihtiyatlı hareket edip fırsat kollayan hırslı, sinsi, ama kararlı biriydi.
Bu yüzdendir ki Mustafa Kemal, padişah tarafından aldığı yetkiyi kendisi açısından iyi bir fırsata dönüştürebilmiştir. Karşı olduğu halde işin başında padişah (son Osmanlı halifesi) ve özellikle İslam şeriatı aleyhinde hiç konuşmamış, sahip olduğu fikirleri hiçbir surette dile getirmemiştir. Aksine, padişahtan aldığı yetkiyle hareket ettiğini her vesileyle dile getirerek ve minberlere çıkıp İslami sohbetler yaparak Müslüman ahaliyi toplamaya ve kontrolüne alarak yönlendirmeye çalışmıştır.
Kontrolü eline almaya başladığında ise, hilafet müessesesini devre dışı bırakmaya ve yeni bir yönetim oluşturmaya başlamıştır. Yeni bir meclis (TBMM) kurduktan sonra da, adım adım bir takım inkılaplar gerçekleştirmiş, böylece arzu ettiği rejim üzere bir devlet oluşturmuş ve anti İslami fikirlerini toplum hayatına hakim kılmaya çalışmıştır.
1920’de yeni bir Meclisin ilan edilmesiyle başlayan ve 1937 yılında Laikliğin kabul edilmesine kadar süren süreçte; Cumhuriyetin ilanı, Halifeliğin kaldırılması, Şeriyye ve Evkaf Vekaletinin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat ile karma eğitime geçilmesi, Şapka ve kıyafet kanununun çıkarılması, Tekke ve Zaviyelerin kaldırılması, Medeni Kanun adı altında Batı hukukunun getirilmesi, Latin Harflerinin kabulü, Tarih değişikliğinin yapılması, Takvim ve Saat değişikliğinin yapılması, Dil devriminin yapılması, Laikliğin getirilmesi ve bunlara paralel çıkarılan pek çok yasalar ile İslam’ın toplumdaki siyasi, sosyal ve hukuki dinamikleri ortadan kaldırılmış ve tabiri caiz ise İslam toplumdan kapı dışarı edilmiştir.
İslam ve Müslümanlar açısından her biri bir kara devrim olan Mustafa Kemal’in inkılaplarının özü; Şeriatsız, hilafetsiz, beşeri hukuka dayalı, batı standartlı, laik bir devleti ve laik bir toplumu meydana getirmektir. Dolayısıyla İslam’ın hem devlet ve hem de toplum üzerindeki hakimiyetine ve yönetim gücüne son vermek, yöneten değil, yönetilen duruma getirip kontrole almak için bütün müessese ve eserlerinin ortadan kaldırılması hedef edilmiştir. Kemalist rejimin kurulmasının ardından çıkarılan yasalarda da bu düşünce temel unsur olarak yer etmiştir.
Biz bu yazımızda Laiklik üzerinde durmaya çalışacağız. Hayatımızı
laik.jpg
karartan kara günlerden biri olan 5 Şubat 1937 günü, bir kara devrim olan Laiklik ilkesi kabul edilerek Anayasanın ikinci maddesine konulmuş ve Cumhuriyetin Laik bir Devlet olduğu vurgulanmıştır. MADDE 2: T.C.,… Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal hukuk Devletidir.
Türkiye’de laiklik söz konusu olduğunda, konuya yaklaşım ve getirilen tanım konusunda birbiriyle çatışan görüş ve fikirler ortaya konmaktadır. Aslında bunda, Müslümanların tepkisini hesaba katarak yapılan sun’i ve zorlama yaklaşımların da tesiri büyüktür. Bir kesim, laikliğin “dini inançların özgürce yaşanabilmesi için bir güvence” anlamına gelmesi gerektiğini ifade ederken, diğer bir kesim ise “dinin hayata müdahalesinin önüne geçme ve dolayısıyla sınırlandırma” anlamına gelmesi gerektiğini ifade ederler. Laikliğe giydirilmeye çalışılan din ve vicdan hürriyeti yönündeki tanımlar, laiklikten ziyade bireysel hak ve özgürlükler ile ilgilidir. Halbuki laikliğin hem siyasi, hem sosyal ve hem de hukuki boyutu vardır ve dinin toplum idaresiyle doğrudan alakalıdır. Ancak laikliğe getirilen tanımların birleştiği nokta, dini devlet işlerine ve sosyal hayata karıştırmama hususudur. Laikliği savunanlara göre din, kul ile Rab arasında bir vicdan işidir. Türkiye’deki laiklik yaklaşımının özü de budur. Nitekim Mustafa Kemal bu konuda şunları söylemiştir : "Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının sesine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz" (Mehmet Özel, Atatürk, TC Kültür Bakanlığı, Ankara, 1990, s. 261)
Dini bir vicdan meselesi gibi gösteren ve dinin devlet ile yönetim işlerinden uzak kalması ve toplum hayatına müdahale etmemesi gerektiğini söyleyip savunanlar, dini yanlış bir temele oturtuyorlar ve yanlış bir bakış açısıyla sunuyorlar. Din konusunda yeterli bilgisi olmayan toplum kesimlerini de süslü söylemlerle kandırıyorlar.
Halbuki İslam dini Allah (cc) tarafından yaşanmak için gönderilmiştir. İslam dini; insanın ferdi, ailevi, sosyal hayatının tümüne şekil vermekte, sosyal hayatı ve dolayısıyla devlet düzenini ve yönetim biçimini belirlemektedir. Dolayısıyla İslam dini bir yaşam biçimidir, bir yönetim biçimidir ve bir sosyal düzendir. Gerek ferdi, gerek ailevi ve gerekse içtimai yaşamdaki temel ilke ve kuralları (kanunları) Allah (cc) belirlemiş ve bu konuda insanlara kanun koyma yetkisi vermemiştir. Ancak zamana, ilim, teknik ve sosyal alandaki değişim ve gelişimlere bağlı olarak oluşan ihtiyaçlara cevap vermede ve çıkacak sorunlara çözüm bulmada, koymuş olduğu temel kanunlar çerçevesinde içtihatlar yapma yetkisi vermiştir.
Bu konuda Allah (cc) şöyle buyurmaktadır : “Allah nezdinde hak din İslam'dır.” (Al-i İmran 19)
“Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Al-i İmran 85)
“İşte O, Allah'tır. O'ndan başka ilah yoktur. Önünde de, sonunda da hamd O'nundur, hüküm yetkisi de O'nundur. Ve ancak O'na döndürüleceksiniz.” (Kasas 70)
“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzap 36)
“Doğrusu, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitabı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma.” (Nisa 105)
Netice itibariyle; Allah’ın koymuş olduğu kanunları görmezden gelmek, yok saymak, kanun koyma yetkisini kendinde görmek, İslam dinini hayattan uzaklaştırmak ve tamamen vicdani bir mesele haline getirmek, İslam’ın şiddetle karşı çıktığı ve inkara dayalı bir haldir. Laikliğin temelinde yatan düşünce ve espri ise budur. Onun için Laikliği savunanlar her ne kadar onu yaldızlı laflarla şirin göstermeye çalışsalar ve dine karşı olmadığını söyleseler de, doğru değildir. Laikliğin varlık sebebi bir kere dinin kendisidir.
Allaha emanet olun

 
I Çevrimdışı

inan01

Üye
İslam-TR Üyesi
MEDENİ KANUNUN KABULÜ
İnsanları bir hayat sınavından geçirmek üzere dünyada yaratan Allah (cc), aynı zamanda onları kendi başlarına ve başıboş bırakmamış, kitaplar ve peygamberler göndermek suretiyle uyacakları inanç, ibadet ve yaşam biçimlerini de bildirmiştir. İlahi dinlerin son ve tamamlanmış şekli olan İslam’ı, son peygamber olan Hz. Muhammed (sav) ile göndermiş ve insanı buna uymakla ve uygulamakla sorumlu tutmuştur.
İslam; inanç ve ibadet yollarını beyan etmekle birlikte ilahi bir sistem ve hayatın tamamını kapsayan bir yaşam biçimidir. Dolayısıyla insanın ferdi, ailevi ve sosyal hayatını düzenlediği gibi, devlet idaresinin sosyal, siyasi, askeri, ekonomik ve hukuki düzenini de belirler. Yani ilahi bir sistem olan İslam, bir yaşam biçimi olduğu gibi aynı zamanda bir yönetim biçimidir.
Allah (cc), insan hayatını düzenleyen kanunları ve yaşam biçimini kendisi belirleyip bu konuda insana kanun koyma yetkisi vermediği için, göndermiş olduğu ilahi sisteme uymalarını bütün insanlardan istemiş ve insanları bundan dolayı sorumlu tutmuştur. Onun için Allah’a (cc) ve ahiret gününe inanan Mü’minler, Allah’ın emrettiğinin dışında başka bir sistem ve yaşam biçimini tercih etmezler. Çünkü bu, imanın bir gereğidir.
“….Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur…” (Yusuf 40)
“Ey iman edenler! Allah’a, Peygambere ve sizden olan
kuran.jpg
ululemre (idarecilere) itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz-Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız-onu Allah’a ve Rasule götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı ve hem de netice bakımından daha güzeldir” (Nisa 59)
“Yoksa onlar cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için Allah'tan daha iyi hüküm veren kim vardır?” (Maide 50)
“Allah, hükmedenlerin en iyi hükmedeni değil midir?” (Tin 8)
Ancak insanlar her zaman Allah’ın (cc) emrettiği gibi yaşamaya ve emrettiği ilahi sisteme uyup uygulamaya yanaşmamışlardır. Her dönemde inkar edenler olduğu gibi, İslam’ı bir yaşam biçimi olarak görmeyenler, yönetim şekli olarak kabul etmeyenler, yetersiz, eksik veya uygun düşmediğini söyleyenler olmuştur. Dolayısıyla ilahi sistemleri bir tarafa bırakıp insan kaynaklı beşeri sistemleri ortaya çıkarmışlardır.
Mustafa Kemal de, İslam’ı bir yönetim biçimi olarak kabul etmemiş, Anadolu toplumuna uygun düşmediğini savunmuş, çağın gereklerine ve ihtiyaçlarına cevap vermediğini ifade etmiş ve batı kaynaklı beşeri sistemleri daha uygun bularak yeni kurdukları devlet yönetiminde bu sistemleri esas almıştır.
Mustafa Kemal, 1923 yılında Bursa’da yaptığı bir konuşmada konuyla ilgili düşüncelerini şu şekilde dile getirmiştir : "Yeni Türkiye, ne zamana ne de ihtiyaca uymayan mecellenin hükümlerine bağlı kalamaz. En uygar uluslar derecesinde hukuk kurallarımızı da iyileştireceğiz. Yüz sene, beşyüz sene, bin sene evvel yaşayan bir toplum için yapılan yasalarla bugünkü toplumu yönetmeye kalkışmak gaflettir, cehalettir."
1 Mart 1924 yılındaki meclis toplantısında ise şunları söylemiştir : “Millet, her medeni memlekette olan adli ilerlemeyi memleketin ihtiyacına uyan esasatını istiyor. Milletin arzu ve ihtiyacına tabi olarak adliyemizde her güna tesirattan silkinmek ve seri ilerlemeye atılmakla asla tereddüt olunmamak lazımdır. Hukuk-i medeniyede, hukuk-i ailede takip edeceğimiz yol ancak medeniyet yolu olacaktır. Hukukta idare-i maslahat ve hurafelere bağlılık milletleri uyanmaktan meneden en ağır bir kâbustur. Türk Milleti üzerinde kâbus bulunduramaz.”
Yine 5 Kasım 1925’de Ankara Hukuk Mektebi’nin açılışında yapmış olduğu konuşmada şunları söylemiştir : “………….Büsbütün yeni kanunlar getirerek eski esasat-ı hukukiye’yi temelinden hal etmek teşebbüsündeyiz”
Mustafa Kemal, padişahtan aldığı yetkiyle hareket edip başta askeriye olmak üzere vatan müdafaası için harekete geçen gönüllüleri organize ettikten ve konumunu güçlendirdikten sonra, kafasındaki batı tarzı yönetimi oluşturmaya koyulmuş ve fikirlerini adım adım hayata geçirmiştir.
1920’de İstanbul hükümetinden bağımsız olarak Ankara’da yeni bir meclis kurmuş, ardından 1923’de oluşturacağı yeni devletin yönetim şeklini Cumhuriyet olarak ilan etmiş, 1924 yılında halifelik müessesesine son vermiş ve bu arada yeni hukuk düzenini tesis etmek için Avrupa ülkelerinde uygulanmakta olan Medeni kanunları incelemek üzere komisyon kurdurmuştur. Bu yönde yapılan çalışmalar neticesinde İsviçre Medeni Kanunu tercüme edilip düzenlenmiş ve Türk Medeni Kanunu adıyla kabul edilmiştir.
Böylelikle yüzyıllardır İslam’ın gölgesi altında yaşayan Müslüman halkları art arda gerçekleştirdiği kara devrimlerle İslam’dan uzaklaştırmaya ve laik bir toplum oluşturmaya çalışan Mustafa Kemal, İslam’ın temel müesseselerinden birini daha toplumdan çıkarıp kaldırmış, İslam hukuk sistemini (İslam Ahkamını) devre dışı bırakmış oluyordu.
İslam ve Müslümanlar açısından hayatı karartan kara günlerden biri olan 17 Şubat 1926 günü, kara devrimlere bir yenisi eklenmiş ve İslam Hukuk Sistemine yer vermeyecek şekilde batıdan alma hukuk sistemi kabul edilmiş ve 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe sokulmuştur.
Allah’a (cc) ve Rasulüne (sav) rağmen! Kur’an ve Sünnete rağmen! Müslüman halkın onca isyanlarına rağmen!
Halbuki İslam’ın emri olan İslami devlet; Müslümanların İslami esaslara göre teşkilatlanıp İslam ahkamını tatbik etmek üzere oluşturdukları otoritedir. Varlığının sebebi; “İ’layı Kelimetullah” ve İslam ahkamının tatbikidir.
İslami devlet, ilahi kaynaklıdır. Burada yasa belirleyici insan değildir. Allah (cc) ve Rasulünün (sav) bildirdiği hükümler esastır. Allah (cc) ve Rasulü (sav) bir konuda hüküm vermişse, buna rağmen insanın başka bir hüküm vermesi söz konusu değildir. “Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzap 36)
Ancak zamana ve günün şartlarına bağlı olarak oluşan yenilikler, sorunlar, ihtiyaçlar ve gelişmeler karşısında, Kur’an ve Sünnete bağlı kalarak içtihad yapma yetkisi insana bırakılmıştır. Bu, yasa koymak değil, ilahi yasayı esas alıp içtihat yapmaktır ki, bu da yine İslam’ın gereğidir. Çünkü sürekli gelişen ve değişen toplum hayatında yeni kullanım araçları, yeni sorunlar ve bunlara ait hüküm ve çözümler söz konusudur.
İnsanı yaratan Allah (cc), onu her yönüyle en iyi bilendir ve onun için en uygun, en mükemmel yaşam biçimini de hukuk sistemini de bilendir. Yaratan bilmez mi? “O her şeyi hakkıyla bilendir” (Bakara 29)
Allah’a emanet olun
 
I Çevrimdışı

inan01

Üye
İslam-TR Üyesi
TÜRK CEZA KANUNUNUN KABULÜ
Mustafa Kemal’in gerçekleştirdiği kara devrimlerden biri, 01 Mart 1926 günü Türk Ceza Kanununun (İtalya’dan alınarak) kabul edilmesidir.
Padişahtan aldığı yetkiyi kullanarak ve ilk başta Müslüman halkın
ataturk.jpg
dini duygularını dikkate alarak hareket eden Mustafa Kemal; ortam oluşturduktan ve kontrolü eline almaya başladıktan sonra, hilafet müessesesini devre dışı bırakmaya ve yeni bir yönetim oluşturmaya başlamıştır. Yeni bir meclis (TBMM) kurduktan sonra da, adım adım bir takım inkılaplar gerçekleştirmiş, böylece arzu ettiği rejim üzere bir devlet oluşturmuş ve anti İslami fikirlerini toplum hayatına hakim kılmaya çalışmıştır.
Kurulan ilk mecliste, gidişattan endişe duyup aykırı sesler çıkanlara çok ustaca müdahale etmiş, bu meclisin geçici olduğunu, durum düzelinceye kadar işlerin idaresini üstleneceğini, devletin başında mutlaka bir halifenin bulunacağını söyleyerek ortamı yumuşatmıştır. Ancak bir yandan, yeni kurulan meclisin öncelikli işinin kurtuluş savaşını yürütmek olduğunu söylediği halde, öte yandan kafasındaki Laik Cumhuriyetin temelini oluşturan esaslı yasaları çıkartmıştır.
TBMM’nin çıkardığı ilk anayasa olan “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu” 20 Ocak 1921 tarihinde kabul edilmiş; bu anayasada “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur” ilkesine yer verilmiş, yasama, yürütme ve yargı yetkileri meclise verilmiştir. Böylelikle ileride Cumhuriyete geçmenin de yolu bariz bir şekilde açılmıştır.
Nitekim 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edilmiş ve 1921 anayasasına “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” hükmü eklenerek rejimin adı konulmuştur. 1924 anayasasında meclisin tekliği ve kalıcılığı, Cumhuriyetin değişmezliği gibi esaslı hükümlere yer verilirken, Müslüman halkın İslami hassasiyetini dikkate alıp dengeyi korumaya yönelik bir kurnazlıkla “Devletin dini İslam’dır” hükmüne de yer verilmiştir. Bu hüküm, Mustafa Kemal’in Laik Cumhuriyet fikrine tamamen zıt olsa da ortamı yumuşatmaya yönelik siyasi bir manevra olup, saltanatın kaldırılması, halifeliğin kaldırılması, cumhuriyete geçilmesi gibi hususlar, bu hükmün anayasada yer almasında etkili olmuştur. Nihayet ortam yatışınca 1928 yılında yapılan değişikliklerle bu hüküm anayasadan çıkarılmış, 1937 yılında ise anayasaya “Türkiye, laik bir hukuk devletidir” hükmü konularak laik devlet düzenine geçilmiştir.
Mustafa Kemal; yeni kurulan rejimin yeni hukuk düzenini oluşturmak için Avrupa ülkelerindeki kanunları incelemek üzere komisyonlar kurdurmuştur. Çünkü Mustafa Kemal, İslam hukuk sisteminin yetersiz, eksik, çağdışı ve Anadolu insanının yaşam biçimine uygun olmadığına inanmaktaydı. Konuyla ilgili bir sözü şöyledir : “Bizim devlet idaresinde takip ettiğimiz prensipler, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz”
Başka bir sözü ise şu şekildedir : “Sarık ve cüppeyle artık dünyada muvaffak olmanın imkanı yoktur. Yaptığımız muazzam inkılaplarla medeni bir millet olduğumuzu cihana ispat ettik.”
1923 yılında Bursa’da yaptığı bir konuşmada da konuyla ilgili düşüncelerini şu şekilde dile getirmiştir : "Yeni Türkiye, ne zamana ne de ihtiyaca uymayan mecellenin hükümlerine bağlı kalamaz. En uygar uluslar derecesinde hukuk kurallarımızı da iyileştireceğiz. Yüz sene, beşyüz sene, bin sene evvel yaşayan bir toplum için yapılan yasalarla bugünkü toplumu yönetmeye kalkışmak gaflettir, cehalettir."
Dolayısıyla 17 Şubat 1926 yılında İsviçre’den alınma Medeni kanun kabul edilmiştir.
Mustafa Kemal; ceza hukuku alanında da İslam ahkamını çağdışı görüyor ve yeni kurulan rejim için en uygun ceza kanunlarının Avrupa ülkelerinde uygulanan kanunlar olduğuna inanıyordu. Dolayısıyla medeni kanunun kabul ettirilmesinden sonra, İtalya’dan alınma Türk Ceza Kanunu oluşturulmuş ve 01 Mart 1926 yılında meclisten geçirilmiştir.
Mustafa Kemal; 5 Kasım 1925 yılında Ankara Hukuk Okulunun açılışında konuyla ilgili düşüncelerini şöyle ifade ediyor: "Önemli olan nokta , adalet anlayışımızı, kanunlarımızı, adalet teşkilatımızı, şimdiye kadar bizi şuurlu, şuursuz tesir altında bulunduran, asrın gereklerine uygun olmayan bağlardan bir an evvel kurtarmaktır. Millet, her medeni memlekette olan adalet işlerindeki ilerlemenin, memleketin ihtiyaçlarına uyan esaslarını istiyor. Millet hızlı ve kesin adaleti temin eden medeni usulleri istiyor. Milletin arzu ve ihtiyacına tabi olarak adalet işlerimizde her türlü tesirlerden cesaretle silkinmek ve hızlı ilerlemelere atılmakla asla tereddüt olunmamak lazımdır. Medeni hukukta, aile hukukunda takip edeceğimiz yol ancak medeniyet yolu olacaktır. Hukukta idare-i maslahat ve hurafelere bağlılık, milletleri uyanmaktan men eden en ağır bir kabustur. Türk Milleti, üzerinde böyle bir ağırlık bulunduramaz."
Yine 1925 yılında konuyla ilgili yaptığı bir konuşmada şöyle diyor Mustafa Kemal : “Büsbütün yeni kanunlar meydana getirerek eski hukuk esaslarını temelinden sökmek teşebbüsündeyiz. Bugünün ihtiyaçlarına uygun kanun yapmak ve onu iyi tatbik etmek refah ve ilerleme vasıtalarının en mühimlerindendir.”
Böylece Mustafa Kemal; 01 Mart 1926 günü batıdan alınma Türk Ceza Kanununun kabulüyle, gerçekleştirdiği kara devrimlere birini daha ekleyerek ilahi kanunlardan müteşekkil İslam hukuk sistemini devre dışı bırakmış ve beşeri kanunları esas alarak sosyal hayatı laikleştirmeye çalışmıştır.
Peki bütün bunlar neden yapılmıştır?
İslam dini eksik veya yetersiz mi?
Allah’ın indirdiği kitap ve hükümler çağın ihtiyaçlarına cevap veremiyor mu?
İslam dinini, Kur’an’ı, Allah’ın indirdiği hükümleri eksik veya çağın ihtiyaçlarına cevap veremeyecek kadar yetersiz görmek ne anlama geliyor?
Şunu kesinlikle belirtelim ki; İslam, Allah’ın kulları için seçtiği bir dindir. Bu din, insanlara sunulan bir yaşam biçimi ve aynı zamanda sosyal, siyasal ve bir hukuk düzenidir. İmtihan için yeryüzünde hayat süren insanlar, bu dini yaşamak ve toplum hayatına uygulamaktan sorumlu tutulmuşlardır. İslam’dan başka bir din, İslam’dan başka bir yaşam biçimi ve sistem kabul edilmemiş ve reddedilmiştir.
“Allah nezdinde hak din İslam'dır.” (Al-i İmran 19)
“Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Al-i İmran 85)
“Doğrusu, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitabı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma.” (Nisa 105)
İnsanı yaratan Allah (cc), onu en iyi bilendir. Kainatı yaratan Allah (cc), ona tayin ettiği düzeni en iyi bilendir. Zamanı yaratan Allah (cc), geçmişi, anı ve geleceği en iyi bilendir. Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmış ve O, her şeye kadirdir. Dolayısıyla İslam, hiçbir surette eksik veya yetersiz görülemez. “…..Bu gün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçtim…..” İslam’ın eksik, yetersiz veya çağın ihtiyaçlarına cevap vermediğini savunmak, Allah’ın (cc) zatında ve sıfatlarında kusur olduğunu iddia etmek demek olur ki bu, imanı ortadan kaldırır. Allah’ın (cc) zatında da sıfatlarında da ef’alinde de hiçbir kusur yoktur. Allah (cc), (haşa) unutkan da değildir, insanın gerek bu gün ve gerekse gelecekteki ihtiyaçlarından ve hayatın her türlü sürecinden habersiz de değildir.
O halde ilahi kanunlara rağmen beşeri kanunlara ihtiyaç hissetmek, ilahi kanunların yetersizliğinden, eksikliğinden veya çağın ihtiyaçlarına cevap verememesinden değil, Allah’a ve gönderdiği İslam dinine inanmamaktan kaynaklanmaktadır. Mustafa Kemal’in devlet düzeni ve toplumun sosyal hayatı için yaptığı inkılaplar da bu düşüncenin eseridir. 1920’de yeni bir Meclisin ilan edilmesiyle başlayan ve 1937 yılında Laikliğin kabul edilmesine kadar süren süreçte İslam’ın bütün müesseseleri ve eserleri birer birer ortadan kaldırılmış ve İslam her yönüyle yasaklı hale getirilmiştir. Öyle ki; bir zamanlar Kur’an bile yasaklanmış ve camiler at tavlaları haline getirilmiştir. Bütün bunlar, İslam’a inanmamanın ve İslam’a düşman olmanın neticesidir. Yoksa Allah’a (cc) hakkıyla iman eden kimse, O’nun hükmünü kabul etmez mi, en doğru, en iyi ve en geçerli hüküm görmez ve boyun eğmez mi? Allah’ın (cc) hükümlerine rağmen kendisinde hüküm koyma yetkisi görür mü? Allah’ın (cc) hükümlerini eksik veya yetersiz görür mü?
“İşte O, Allah'tır. O'ndan başka ilah yoktur. Önünde de, sonunda da hamd O'nundur, hüküm yetkisi de O'nundur. Ve ancak O'na döndürüleceksiniz.” (Kasas 70)
“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzap 36)
İnsanı yaratan Allah (cc), onu her yönüyle en iyi bilendir ve onun için en uygun, en mükemmel yaşam biçimini de hukuk sistemini de bilendir. Yaratan bilmez mi? “O her şeyi hakkıyla bilendir” (Bakara 29)

Allah’a emanet olun

 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt