Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Kur'ân'dan Hadis Mudafâsı

Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Kur'ân'dan Hadis Mudafâsı

kuranmudafa.jpg
اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
إِنَّ الْحَمْدَ لِلَّهِ ، نَحْمَدُهُ ، وَنَسْتَعِينُهُ ، وَنَسْتَغْفِرُهُ ، وَنَعُوذُ بِاللَّهِ مِنْ شُرُورِ أَنْفُسِنَا ، وَمِنْ سَيِّئَاتِ أَعْمَالِنَا ، مَنْ يَهْدِهِ اللَّهُ فَلاَ مُضِلَّ لَهُ ، وَمَنْ يُضْلِلْ فَلاَ هَادِيَ لَهُ ، وَأَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ ، وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلا تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَث۪يراً وَنِسَٓاءًۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ي تَسَٓاءَلُونَ بِه۪ وَالْاَرْحَامَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَق۪يباً
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلا سَدِيدًا . يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَنْ يُطِعْ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا
أَمَّا بَعْد ُ:
فَإِنَّ أَصْدَقَ الْحَدِيثِ كِتَابُ اللهِ وَخَيْرَ الْهَدْيِ هَدْيُ مُحَمَّدٍ
(صلي الله عليه وسلم)
, وَشَرَّ الأُمُورِ مُحْدَثَاتُهَا وَكُلَّ مُحْدَثَةٍ بِدْعَةٍ , وَكُلَّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٍ , وَكُلَّ ضَلاَلَةٍ فِي النَّارٍ
Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım , Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla;
Allah-u Teâlâ'ya hamd olsun! O'na şükreder, O'ndan yardım diler, O'nun bağışlamasını isteriz.
Nefislerimizin şerrinden, kötü amellerimizden O'na sığınırız. Allah-u Teâlâ kime hidayet ederse onu saptıracak, kimi de saptırırsa ona hidayet edecek yoktur. Şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ibadete layık ilah yoktur. O tektir, O'nun ortağı yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) O'nun kulu ve rasuludur.
"Ey iman edenler! Allah’tan korkulması gerektiği gibi korkun ve sizler ancak müslümanlar olarak ölün!" (Al-i İmran: 102)
"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabb'inizden sakının! Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten sakının! Şubhesiz Allah sizin üzerinize gözetleyicidir." (Nisa: 1)
"Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve sözün en doğrusunu söyleyin ki Allah, amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve rasulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur." (Ahzab: 70-71)
Muhakkak ki, sözlerin en doğrusu Allah'ın Kelâmı, yolların en hayırlısı Muhammed'in (s.a.v.) yoludur. İşlerin en kötüsü ise sonradan uydurulanlardır. Sonradan uydurulup dine sokulan her amel bid'at, her bid'at sapıklık ve her sapıklık da ateştedir."
(Muslim Cuma: 13, Nesai Cumua: 24)

Yüzlerce yıldır çeşitli söylemler adı altında İnsanları Rasulullah'ın sünnet-i şerifinden koparmak isteyenlerin faaliyetleri mâlumdur. Zaman zaman etkinlikleri azalsa da, İslam devletinin olmadığı son asrımızda iyice palazlanarak demagojik söylem ve çarpıtmalarla Dininden uzaklaştırılmış insanların aklını karıştırabilmekte, ehl-i sunnet yolundan ayakların kaymasına sebeb olabilmektedirler.
İşte bu çalışmamızda çağdaş mûtezililerin (hadis inkarcısı), kalblerindeki hastalıkdan dolayı hadisleri terk etmelerinde en çok saptıkları konulardan belli başlıcalarını işeyeceğiz. Rabb'im (c.c.), kendisinin radı olacağı şekilde amellerde bulunmayı ve Hakk'a isabet etmeyi bizlere nâsib eylesin.

**
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i –haşa- sadece bir postacı, kargo görevlisi olarak görmek isteyen mealci (mutezil, hadis inkarcısı) zındıklar; Peygamberlerin özelliğinin sadece Allah-u Teâlâ’nın kitabı Kur’an’ını insanlara aktarmak olduğuna ve Kur’an’da olmayan her hangi bir hükmü vaaz edemeyeceğine inanmaktadırlar. Bunu da kalblerindeki marazdan dolayı anlayamadıkları kitabullah için “Kur’an yetersiz mi?” yaldızlı ajitasyon söylemleriyle sürdürmektedirler.

"Rasulullah (s.a.v.)'ın helal haram koyma yetkisi yoktur" veya "peygamberin sadece ayet (vahy) inerken Rasul, diğer zamanlarda ise Nebi'dir dolayısıyla hata yapabilir." diyerek Rasulullah'ın sözlerine ve ummetin fıkıh kaynağı olan hadislerine dolayısıyla güvenilmez intibaı meydana getirmek isteyen bu mücrimlere baktığımızda muhatabımızı ya hadis inkarcısı ya da hadisler konusunda samimi olmayan kafasına göre eleme yaparak ayıklayarak kullanan muasır mutezili-şia tıyniyetliler ve oryantalist sapkınlar olduğunu görürüz.

1- Rasulullah’ın
Tebyin (açıklama özelliğinin) Oluşu

Muhammed (a.s.), Rasul ve nebi olduğu gibi Kur’an-ı Kerimi tebliğ ve tebyin vasfı da mevcuddur. Ayrıca Rasulullah (s.a.v.)’e Kur’an'ın haricinde vahy (gayr-i metluv) indiği gibi, hüküm verme (helal haram koyma) vasfı da verildiği naslarla sabit olup; İslam inancına göre tüm peygamberlerde olan tebliğ sıfatı gibi aynı zamanda tebyin vazifesi de verilmiştir.


تَبْلِيغ = Tebliğ : Peygamberlerin beş sıfatından biri olan Tebliğ; Allah’ın (c.c.) tarafından kendilerine indirmiş olduğu vahiyleri insanlara eksiksiz olarak, olduğu gibi insanlara aktarması, bildirmesidir.
يَااَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ اِنَّ اللهَ لاَ يَهْدِى الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ
Ey Rasûl! Sana indirileni teblîğ et! Eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun! Allâh Sen’i insanlardan koruyacaktır. Şubhesiz ki Allâh, kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmez. (Mâide, 67)

التَّبيِين = Tebyin : Açıklamak, açığa kavuşturmak, anlaşılır kılmak; duyu ve zihin yolu ile idrak edilip, kalben benimsenecek bir hale vardırmak.”
Tebyîn görevinin Rasulullah (s.a.v.)’ın konumuna uygun manası ise : “Allah’tan aldığı vahyi, insanlara iletirken insanların en ince ayrıntısına kadar anlayabilmeleri her türlü açıklamayı detaylıca yaparak (sözlü – fiili, pratik olarak da göstererek) bu mesajları en doğru bir şekilde idrak etmelerini sağlamasına tebyîn denir.” Buradan yola çıkarak Peygamber’in tüm hayatı baştan başa tebyin olduğu ortaya çıkmaktadır.

İbn Teymiyye (rahimehullah 728/1328) de konuyla ilgili şu yorumu yapmaktadır: “Rasulullah ashabına Kur’an’ın manalarını, onun lafızlarını nasıl açıkladıysa öyle açıklamıştır. “Biz sana Zikr’i indirdik ki, insanlara açıklayasın” (Nahl 44) ayeti, hem lafzın, hem de mananın açıklanmasını içine alır.” (İbn Teymiyye, Mukaddime, sf: 21)
Konumuz olan tebyin = detaylarını, inceliklerini açıklama hakkında delillere göz atalım:


وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ فَيُضِلُّ اللّهُ مَن يَشَاءُ وَيَهْدِي مَن يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
"Biz her peygamberi ancak kavminin dili ile gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) açıklasın. Böylece Allah dilediği kimseyi saptırır ve dilediği kimseyi de hidayete erdirir. O, mutlak gâlib, hikmet sâhibidir." (İbrahim 4)

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
"Biz o peygamberleri mucizelerle ve kitablarla gönderdik. Ey Peygamberim! Sana da Kur'ân'ı indirdik ki, insanlara vahy edileni açıklayasın. Belki onlar da düşünürler." (Nahl 44)

وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلاَّ لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُواْ فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
"(Ey Rasulûm!) Biz, sana bu kitabı (Kur'ânı) sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklaman için ve iman edecek topluma bir hidayet, bir rahmet olsun diye indirdik." (Nahl 64)

Allah, bu ve benzeri âyetlerle kendisine Kur'ân'ı açıklama görev ve yetkisini verdiği peygamberini bu hususta yardımsız bırakmamış ve bu konuda Kur'ân dışı vahiylerle de O'nu (s.a.v.)' desteklemiştir:
"(Ey Muhammed), onu tekrarlamak için (henüz Cebrâil, sana vahyi bitirmeden) dilini depretme, onu (senin kalbine) toplamak ve (sana) okutmak bize düşer. Sana Kur'ân'ı okuduğumuz zaman onun okunuşunu tâkib et. Sonra onu açıklamak da bize düşer." (Kıyâmet, 16-19)

Kur'ân, kendisine indirilen ve ilâhî vahyin kaynağı olan Yüce Allah ile irtibat hâlinde olan Peygamber (a.s.)'in, Kur'ân'ı anlama ve açıklama hususunda en yetkili kişi olduğunda ve dolayısıyla mûminlerin O'nun sözlü ve fiili açıklamalarına sarılmaları gerektiği hususunda bir şubhe yoktur.

Peygamberin Kur'ân'ı açıklaması, mucmel olan bazı âyetleri tafsil, bazı umûmî hükümleri tahsis, anlaşılması güç bazı âyetleri açma, mubhem olanı belirtme, bazı gârib kelimeleri beyan etme, edebî inceliğe sâhib âyetlerin maksadını bildirme, varsa neshi işaret etme gibi şekillerde olmuştur.

Mûbin olan Kur’an, Tebyine Muhtaç mıdır?

Kur'an-ı Kerim'in apaçık ve tafsilatlı olduğundan dolayı peygamberin ayrıca Kur'an-ı açıklama, ayrıntılarını gösterme, anlatma gibi bir sorumluluğunun olmadığını zan eden hadis munkirleri bazı ayetleri kısır anlayışlarıyla hatalı algılamaktadırlar. Bunlardan misal verecek olursak ;

اَفَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْتَغ۪ي حَكَمًا وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلًاۜ وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ اَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ
Allah, size Kitab'ı açıklanmış olarak indirdiği halde, ondan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine kitab verdiklerimiz, O Kur'ân'ın, gerçekten Rabb’in katından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. O halde sakın şubhe edenlerden olma.” (En’am 114)

"Kitabullah açıklanmış ise bir daha Rasul neden açıklasın? Tek açıklama görevi Allah'a aittir." demektedirler.
Oysa mubhem olan bazı ayetleri anlamayanlara açıklamasını Allah (c.c.) buyurmaktadır. Oysa Kur'an-ı Kerime bir bütün olarak bakmak yerine istediği sonuca ulaşabilme gayesiyle gözüne büyüteç eline cımbız alanların akıbeti böyle akim olur.

Evvela ilk olarak kendilerine delil aldıkları ayetteki ifadeyi ulema nasıl izah etmiş bir görelim:
Abdurrezzâk, İbnu'l-Munzir ve İbn Ebî Hâtim’in Katâde’den bildirdiğine göre âyette geçen
مُفَصَّلًاۜ (mufessalâ = tafsilat, apaçık) kelimesi, apaçık, mânâsındadır. (Abdurrezzâk (1/217) ve ibn Ebî Hâtim 4/1374 (7804)
İbn Ebî Hâtim, Mâlik b. Enes vasıtasyla Rabîa'dan bildirir: "Yüce Allah, Kitabı indirmiş ve bazı şeyleri sünnete bırakmıştır. Peygamber (s.a.v.) de sünnetini açıklama ve bazı şeyleri insanların görüşüne bırakmıştr." (îbn Ebî Hâtim 4/1374 (7803) (Suyuti, ed-Durru’l-Mensûr fi't-tefsîr bi’l-me'sûr, C. 6, Sf: 193)

Kur’ân-ı Kerim, mûbin sıfatından dolayı apaçık bir kitabdır.

وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
"Gaybın anahtarları Allanın katındadır. Onları ancak o bilir. O, karada ve denizde olanları bilir. Düşen hiçbir yaprak dâhi yoktur ki, Allah onu bilmesin. Yerin karanlıklarında olan her tane, kuru ve yaş, her şey, mutlaka mûbin (apaçık) bir kitabda kayıtlıdır." (En'am 59)

Madem Kur’ân apaçık bir kitab, öyle ise, Kur’ân’ın ilk muhatabı olan Muhammed (a.s.)’a neden bir daha açıklama yetkisi verilsin ve O (s.a.v.) da izahat yapma mecburiyetinde kalsın?

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ إِلاَّ رِجَالاً نُّوحِي إِلَيْهِمْ فَاسْأَلُواْ أَهْلَ الذِّكْرِ إِن كُنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
"(Ey Peygamber!) Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bunu bilmiyorsanız Tevrat ve İncil âlimlerine sorun. - Biz o peygamberleri mucizelerle ve kitablarla gönderdik. Ey Peygamberim! Sana da Kur'ân'ı indirdik ki, insanlara vahy edileni açıklayasın. Belki onlar da düşünürler." (Nahl 43 - 44)

وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلاَّ لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُواْ فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
"(Ey Rasulûm!) Biz, sana bu kitabı (Kur'ânı) sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklaman için ve iman edecek topluma bir hidayet, bir rahmet olsun diye indirdik." (Nahl 64)
Ayette de açıkça gördüğümüz gibi, Kur’ân’ın tebyin / açıklanma görevi, Peygamber (s.a.v.)’e Allah (cc) tarafından verilmiştir. Öyleyse Allah (c.c.), zâten mûbin olan kitabını neden açıklatmaktadır?

Bunu Rasulullahın ashabından biri olan İmrân bin Husayn (r.anh) kıssası ile izah etmeye çalışalım:
İmrân b. Husayn’ın da içlerinde bulunduğu bir cemaatte adamın biri: “Bize Kur’ân dışında başka bir şey anlatmayın. Ne de olsa o mûbin bir kitabdır ve ne arasak onda vardır. Bundan dolayı biz Kur’ân’dan başka bir şey tanımayız!” dedi.
Bu sözleri duyan İmrân b. Husayn (ranh), O adama şöyle dedi: “Sen ne ahmak adamsın böyle! Söyle bakalım Kur’ân’ın hangi ayetinde yazıyor öğle namazının 4 rekât olduğunu, hangi ayetinde yazıyor kıraatin sabah, akşam, yatsı da cehri (açıktan), öğle ve ikindi de sırrî (gizli) olduğunu…” ve sayıyor sayıyor, onlarca şey söylüyor. Sonra diyor ki: “Bunlar Kur’ân’ın mubhem yani kapalı meseleleridir, onları ancak Rasûlullah (s.a.v.) tebyin etmiş, açıklamıştır ve hayatı ile tatbik edip, bizlere göstermiştir.” (Hatîb el-Bağdâdî, el-Fakîh ve’l-Mutefakkih, I, 237; Şâtıbî, el-Muvafakât, IV, 344)

Birkaç misal daha verelim;

الَّذِينَ آمَنُواْ وَلَمْ يَلْبِسُواْ إِيمَانَهُم بِظُلْمٍ أُوْلَـئِكَ لَهُمُ الأَمْنُ وَهُم مُّهْتَدُونَ
İmana ermiş olan ve zulûm işleyerek imanlarını karartmayanlar, işte onlardır güven içinde olacak olanlar, çünkü doğru yolu bulanlar onlardır! dedi.” (En’am 82)
Bu ayet indiğinde sahabe “hangimiz nefsine zulmetmez ki?” şeklinde üzülerek Peygamber’e sormuş, O (s.a.v.) da, buradaki “zulm” kelimesinin “şirk” anlamına geldiğini açıklamış ve

لَظُلْمٌ عَظِيمٌ لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ
"Allah'a ortak koşmak (şirk), elbette büyük bir zulûmdür." Lukman 13 ayetini delil göstermiştir. (Taberi, Camiu’l-beyan, C.V, sf: 41)
Bir misal daha ;

اُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ اِلٰى نِسَٓائِكُمْۜ هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَاَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّۜ عَلِمَ اللّٰهُ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَخْتَانُونَ اَنْفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْۚ فَالْـٰٔنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُوا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْۖ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِۖ ثُمَّ اَتِمُّوا الصِّيَامَ اِلَى الَّيْلِۚ وَلَا تُبَاشِرُوهُنَّ وَاَنْتُمْ عَاكِفُونَۙ فِي الْمَسَاجِدِۜ تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَقْرَبُوهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız, size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü durumundasınız. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için muracaatınızı kabul buyurdu ve sizi bağışladı. Şimdi onlara yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığını isteyin. Ta fecrin beyaz ipliği siyah iplikten size seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Bununla beraber siz mescidlerde îtikaf halinde iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın. Allah, âyetlerini insanlara böyle açıklıyor ki sakınıp korunsunlar.(Bakara 187)

Adiy ibn Hatim (r.anh) şöyle dediği nakledilmiştir:
"..... günün ağarması gecenin karanlığından fark edilinceye kadar....." ayeti inince biri siyah diğeri beyaz olan iki ip aldım ve yastığımın altına koydum. Gece boyunca da bu iplere baktım, fakat bu ipleri birbirinden iyice ayırdedemedim. Ertesi gün Peygamberin (s.a.v.) yanına gidip yaptıklarını anlattım.
Rasulullah (s.a.v.) bana şöyle dedi : "Bu ayette kasdedilen gecenin karanlığı ile gündüzün aydınlığıdır."
(Fethul Bari: C 4, Savm (oruç) Hadis no: 1916, Sf: 423)

Mûbin olan Kur’an âyetlerinin izâhını bir de Kitabullah'tan görelim:


إِنَّمَا جَزَاء الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَاداً أَن يُقَتَّلُواْ أَوْ يُصَلَّبُواْ أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم مِّنْ خِلافٍ أَوْ يُنفَوْاْ مِنَ الأَرْضِ ذَلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ
"Allah ve Rasûlune karşı savaşan ve yeryüzünde fesad çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahud ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi, ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu, dünyada onlar için bir zillettir. Ahiratte ise onlar için büyük bir azab vardır." (Maide 33)

Gördüğümüz gibi âyette istenilen şeylerin ne olduğu çok açıktır. Apaçık bir kitabın, apaçık bir hükmü var ortada. Âyete dikkatlice baktığımızda iki suça karşı –ki bu iki suç Allah ve Rasûlu’ne karşı savaş açmak ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaktı- dört ayrı ceza sayılır. Bu cezalar ; öldürülmeleri, asılmaları, el ve ayaklarının çaprazvari bir şekilde kesilmesi, sürgün edilmeleridir.

Âyet gayet açık olmasına rağmen acaba bu hükümler nasıl anlaşılmalıdır? Kendisinden bu ayetin tafsilatını isteyen Rasulullah (s.a.v.)’a , Cebrail (a.s.) ‘Kur’an apaçık mûbin’dir neden soruyorsun’ dememiş aksine Rabb’imizin beyan ettiği bu hükümlerin uygulamasını şöyle cevab vermiştir: “Ya Rasûlullah! Eğer bir adam sadece hırsızlık yapmışsa elini kesmelisin. -zaten Maide 38’de açık bir hüküm var- Eğer sadece yol kesmişse ayağını kesmelisin. Hem yol kesip, hem hırsızlık yapmışsa; hem ayağını hem elini kesmelisin. Adam öldürmüşse kısas uygulayıp, sen de onu öldürmelisin. Hem adam öldürmüş, hem yol kesmiş, hem de onun bunun ırzına tecavüz etmişse sen de onu asmalısın. Yok, bundan daha az bir suç işlemişse sen de onu sürgün etmelisin.” demiştir. (Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vili’l-Kur’ân, C. X, Sf: 267)
Anlaşıldığı gibi mûbin olan kitabın, mûbin ayetlerinin genel anlamda isteği anlaşılıyor, fakat işin tatbiki ise asla rehbersiz, detaylı açıklama olmaksızın anlaşılamıyor, uygulanamıyor.
Yine mûbin olan başka bir ayete bakacak olursak|

خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ
Sen yine de afva sarıl, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” (Âraf 199)

Yine âyet gayet açık seçik olmasına rağmen, bu ayet ilk nâzil olduğunda Rasulullah (s.a.v.), Cebrail (a.s.)’e “Ey Cebrail! Bu ayette benden istenen afv ve musamaha yolu nasıl tutulacaktır?” diye sormuş,
Cebrail (a.s.) de “Burada senden istenilen; sana haksızlık eden ve zulmedeni bağışlaman, seni mahrum bırakana vermen, seni terk edeni ziyaret etmendir.” diye buyurmuştur. (İbn Hâcer, Fethu’l-Bâri, IX,375)

Âyetlerden de anlaşıldığı üzere; mûbin olan Kur’ân’ın indiği Muhammed (a.s.), Allah’ın (cc) ne dediğini ve ne demek istediğini çok iyi anlıyordu, fakat istenilen şeylerin nasıl hayatta tatbik edilmesine gelince ve bu konuda ihtiyaç hâsıl olduğunda da Cebrail’den (a.s.) yardım alıyor ve söz konusu vahyin gereğini hayatta tatbik ediyordu. Kur’ân’ı Mûbin’in indiği Rasulullah (a.s.)’ın ashabı da tıpkı Peygamberleri gibi davranıyorlardı. Onlar da Kur’ân’ın ne dediğini ve ne demek istediğini büyük ölçüde anlıyor, işin nasıllığı, keyfiyetini ise Muhammed (a.s.) hayatında bizzat görüyorlardı. Anlamadıkları, eksik anladıkları, ya da maksadı kavramadıkları bir şey olduğu zamanda görevi tebyîn olan Rasulullah (a.s.) başvuruyorlardı.

Ez cumle; Allah Rasûlu’nün (s.a.v.) beyan yetkisi / tebyîn görevi aşırı önemlidir. Nebevî rehberlik olmazsa hiçbir yol yürünmez. Hele hele o yol Kur’ân’ı doğru bir şekilde anlamak, yaşamak yani tatbik etmek ise bu daha da büyük bir önem arz etmektedir. Bu kulluğu da ancak Rasulullah (s.a.v.)’in açıklamaları ve tatbikiyle (sünnet / hadis) ortaya koyduğu beyanlarıyla doğru anlaşılacak ve yaşanacaktır. Aksi taktirde insan bedbaht ve dalâlet çukurundan kurtulamayacaktır!

2- Rasulullah’ın
Hüküm (Helal - Haram) Koyuculuğu

Allah (c.c.) kitabında (Necm suresinde) şer'i meselelerde Rasulullah (s.a.v.)'in konuştuklarının vahye dayandığını bildirmiştir.
"Arkadaşınız (Muhammed) sapmadı, azmadı. O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz. O (nun konuşması kendisine) vahyedilenden başkası değildir." (Necm 2-3-4)


اَلَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْاُمِّيَّ الَّذ۪ي يَجِدُونَهُ مَكْتُوباً عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِۘ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهٰيهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَٓائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ اِصْرَهُمْ وَالْاَغْلَالَ الَّت۪ي كَانَتْ عَلَيْهِمْۜ فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِه۪ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ مَعَهُٓۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ۟
"Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, O ummî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri (ağır yükleri) indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır." (Âraf 157)

Ayette Rasulullah (s.a.v.)'in helal ve haram koyabileceği açıkça bildirilmiştir. Ayrıca Âyet-i kerimede, "O Peygamber, onların üzerlerindeki ağır yükleri kaldırır" buyurulmaktadır. Burada zikredilen 'Ağır yük'ten neyin kastedildiği hususunda iki görüş zikredilmiştir.
Abdullah b. Abbas, Hasan-ı Basri, Mucahid ve Suddi'ye göre burada zikredilen "Ağır yük" Allah Teâlâ'nın İsrailoğullarından, Tevratla amel edeceklerine dair aldığı ahd ve yeminlerdir. Muhammed (s.a.v.) gelince İsrailoğullarının ona iman ederek bu ahidlerinden kurtulmuş olmaları söz konusudur. Bu nedenle sırtlanndaki ağır yükleri kalkmış olur.

Katâde, Said b. Cubeyr, Mucahid ve İbn-i Zeyd'e göre ise âyette zikredilen 'Ağır Yük'ten maksat Allah Teâlâ'nın, İsrailoğullarına koyduğu, ganimetlerin haram olması, idrarın isabet ettiği elbisenin ancak kesilerek temizlenmesi gibi ağır hükümlerdir. İslam dini geldikten sonra Allah Teâlâ bu ağır hükümleri kaldırmıştır. Bu itibarla Rasulullah'a iman eden Yahudilerden bu gibi yükler kaldırılmış olur.
Bir başka ayette yine;

قَاتِلُواْ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَلاَ يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَلاَ يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ حَتَّى يُعْطُواْ الْجِزْيَةَ عَن يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ
Kendilerine kitab verilenlerden Allah’a ve âhirat gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Rasulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini din edinmeyenlerle, ezilip büzülüp kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” (Tevbe, 29)

Ey iman edenler, kitab ehli olan Yahudi ve Hristiyanlardan, Allaha ve âhirat günündeki cennet ve cehenneme iman etmeyen, Allah'ın ve Peygamberi Muhammed'in haram kıldığı şeyleri haram saymayan,aksine, haham ve papazlarıın meşru saydıklarını meşru sayan ve hak din olan İslamı din kabul edip ona boyun eğmeyenlerle, ister istemez boyun eğip bizzat kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.

Bu hususta Ebu Rafi (Ebu Rafı, Rasulullah'ın azadlı kölesi olup, İsmi Eslem'dir) Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"Sakın sizden birinizi koltuğuna yaslanmış otururken, kendisine emrettiğimiz veya yasakladığımız hususlardan bir husus geldiğinde "biz bunu bilmiyoruz. Biz Allah'ın Kitabında ne bulduksa ona tabi oluruz" diyen biri olarak görmeyeyim."
(Ebû Dâvûd, Kit. Sunnet, bab: 6 hadis no: 4605; Tirmizî, Kit. İlim, bab: 10 hadis no: 2663; İbn Mâce, Kit. Mukaddime, bab: 13)

Mikdam b. Mâdi Kerib ise Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Dikkat edin! Bana kitab, bir de onun kadarı (vahy-i gayri metluv) verilmiştir.” Yakında karnı tok olan ve koltuğuna yaslanan bir kişi: "Siz sadece bu Kur'an'a sarılın. Siz onda neyin helal olduğunu görürseniz onu helal sayın ve neyin de haram olduğunu görürseniz onu haram sayın" diyecektir. Dikkat edin! Ehlî eşeklerin etleri size helal değildir. Köpek dişi bulunan yırtıcı hayvanların etleri de helal değildir."
(Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet bab: 6, hadis no: 4604; Tirmizî, Kit. İlim, bab: 10, hadis no:2664; İbn Mace, Kit. Mukaddime, bab: 12; Musned, İmam Ahmed, c. IV, sh. 131.00)

Diğer bir rivayette şöyledir:
"Dikkat edin olabilir ki, koltuğuna yaslanan bir kimseye benim hadisim ulaşır. O da der ki: "Bizimle sizin aranızda Allah'ın kitabı bulunmaktadır. Onda neyin helal olduğunu görürsek onu helal sayarız. Neyin de haram olduğunu görürsek onu haram sayarız." Dikkat edin. Allah'ın rasulunün haram kıldığı, Allah'ın haram kıldığı gibidir."
(Tirmizî, Kit. ilim: bab: 10, hadis no: 2664)

Şimdi buraya daha fazla dikkat edelim:
"Zanlarınca dediler ki: "Bunlar dokunulmaz hayvanlar ve ekinlerdir. Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunlar da sırtına binilmesi yasaklanmış hayvanlar." Bir kısım hayvanları da üzerlerine Allah'ın adını anmadan boğazlarlar. Bütün bunları Allah'a iftira ederek yaparlar. Allah onları iftiralarıyla cezalandıracaktır.

"Dediler ki: "Bu hayvanların karınlarındakiler sadece erkeklerimize ait olup kadınlarımıza haramdır". Eğer ölü doğarsa o zaman hepsi onda ortaktır. Bu nitelemelerinden dolayı Allah onların cezasını verecektir. Çünkü O hikmet sahibidir, her şeyi bilendir.
" Bilgisizlik yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı, Allah'a iftira ederek haram kılanlar muhakkak ki, ziyana uğradılar. Bunlar, doğru yoldan sapmışlardır; hidayete erecek de değillerdir.
"Asmalı ve asmasız
(üzüm) bahçeleri, hurmaları, ürünleri çeşit çeşit ekinleri, zeytinleri ve narları, birbirine benzer ve benzemez biçimde yaratan O'dur. Her biri meyve verince meyvesinden yiyin, hasat günü de hakkını (zekat ve sadakasını) verin; ama israf etmeyin, çünkü O, israf edenleri sevmez.
"Hayvanlardan da
(çeşit çeşit yarattı). Kimi yük taşır, kiminin yününden döşek yapılır. Allah'ın size verdiği rızıktan yiyin ve şeytanın adımlarına uymayın (peşinden gitmeyin); çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.
"Sekiz çift: Koyundan iki, keçiden iki. De ki: "
(Allah), iki erkeği mi haram kıldı yoksa iki dişiyi mi, ya da iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı? Eğer doğru iseniz bana ilimle haber verin."
"Ve deveden iki, sığırdan iki. De ki:
(Allah), "İki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi, ya da iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı? Yoksa, Allah'ın size böyle vasiyet ettiğine şahitler mi oldunuz? (O'nun yanında mıydınız?). Böyle hiçbir bilgiye dayanmadan, insanları saptırmak için, Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim kim olabilir? Şubhesiz Allah, o zalimler topluluğunu doğru yola iletmez"
"De ki: "Bana vahyolunanda, (bu haram dediklerinizi) yiyen kimse için haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Ancak leş, veya akıtılmış kan, yahud domuz eti - ki bu gerçekten pistir yahud Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvan olursa, bunlar haramdır. Ama kim çaresiz kalırsa, (başkasının hakkına) tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak üzere (bunlardan yiyebilir)" Çünkü Rabb'in çok bağışlayandır, merhamet edendir.

"Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında, yahut bağırsaklarında bulunan, ya da kemiğe karışan yağlar dışında, sığır ve koyunun da, yağlarını onlara haram ettik. Saldırganlıkları yüzünden onları böyle cezalandırdık. Biz elbette doğru söyleyenleriz." (En'am 138 - 146)

Ayetlerin muteber tefsirlerde mevzusunu ve nuzulunu incelediğinizde göreceksiniz ki, muşriklerin, Allah'ın kendine helal kılmış olduğu tırnaklı evcil hayvanların (ki ilgili ayet "en'am" suresinde geçer ve koyun, keçi gibi küçük baş anlamındadır) çeşitli sapkın adetler ile kendilerine haram kılmaları üzerine Rabbimiz, habibibine "onlara de ki" buyurarak bu tür hayvanlar(ın)dan hangilerinin nasıl haram olduklarını 145. ayetinde buyurmuştur. Bunlar da aslen helal olan hayvanların leş (üzerine Allahın adı anılmadan kesilmiş ya da farklı yollarla ölmüş) olanlar, Yine bu hayvanların damarlarındaki ve kesilmesi sonucu akan akıtılmış kanları, ve tırnaklı olmasına rağmen domuzun kendisinin tamamının haram olduğunu bildirmiştir.

Bu hayvanlardan üzerine Allah'ın adı anılmadan ölen (leş) hayvanlar olmakla beraber, bu hayvanlardan olmayan deniz ürünü balıkların ölüsü ve çekirge; kandan ise dalak ve (kara) ciğer bu ayete rağmen helaldir. (Ahmed b. Hanbel, Musned, c. 2, s. 97; İbn-i Mâce K. el-Et'ime, bab: 31, Hadis No: 3314) Çünkü müslümanlar 6000 kusur ayeti cımbızlamamaktadır!

Yine En'am suresi 145. ayette bahsedilen haramların haricinde Allah (c.c.) Kur'an-ı kerimde faizi, yakın akraba nikahı, ihramlı iken kara avı, şirk, çocukları öldürmek, vs .. haramlar kılınmıştır. Bu sebeble sadece bir ayete at gözlüğüyle yaklaşıp bundan başkaları helaldir demek nasıl bâtıl ise, Kur'an-ı Allah katından Cebrailden alan Rasulullah (s.a.v.)'ın söyleyerek aktarması sonucu eline ulaşıp okumasına rağmen, Kur'an-ı kabul eden zavallıların, aynı nebinin zikrederek yazılması sonucu sahih olarak eline gelen hadisleri okumasına rağmen körü körüne reddetmek hangi mantıklı beynin amelidir?
Üstelik iman ettiğini zikrettiği kitabın Rabbi, peygamberin yasak koyma yetkisinin bulunduğunu bildirmesine rağmen, Kur'anın emirlerinin uygulamasının sadece (abdest, namaz hac vs) sunnette olduğunu bile bile hadis düşmanlığı akıl, izan ve iman dışıdır!

3- Rasulullah’a Kur'an Haricinde
Vahyin (Gayr-i Metluv) İnmesi

Vahy-i Gayri Metluv
(Kutsi, İlahi, Rabbani) hadis : Kudsi, İlahi , Rabbani de denilen bu hadis 'Yüce Allah'ın, Peygamber Aleyhisselâm'a ilham ile veya uykuda manasını bildirdiği hadistir. Rasulullah Aleyhisselâm'da bu manayı, kendi sözü ile ifade etmiştir.


Kur'anın Haricinde Peygambere (s.a.v.) Vahyedildiğine Dair Kur'andan Deliller:

1
- Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Medine’de bir muddet (17 ay kadar) Beyti Makdis’e doğru namaz kıldı.
Halbuki Kur’an’da böyle bir emir olmadığına göre bu emir vahyi gayri metluv (Hadis-i Kudsi) olan sünnet ile olmuştur. Zira namazda Rasulullah’ın ictihadı ile Kudüs’e yöneldiğini söylemek sahih olmaz. Kıblenin değiştirilmesinden bahseden;

(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şubhe yok ki, ehl-i kitab, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.” (Bakara 144.) ayeti, daha önce Beytul Makdis’in kıble olmasının emredildiğini ifade eder.
Bu ayetten bir önceki ayette;
"Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe'yi) biz ancak Peygamber'e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble yaptık.
Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir." (Bakara 143) buyrularak, önceki kıble tayini de Allah'a atfedilmektedir.

Ayet açıkça, beyti makdis'in ilk kıble yapılmasının Allah Azze ve Celle'nin emriyle olduğunu göstermektedir. Bu emir Kur'an'ın hiçbir yerinde yer almadığına göre vahy-i gayri metluv olan sünnet ile verilmiştir.
Demek ki, Peygamber (s.a.v.)'in emirlerinin Kur'an'da yer alıp almadığına bakılmaksızın Müslümanların Rasulullah (s.a.v.)'i takib edib etmeyeceklerini sınamak için bazen bu tür emirler verilmiştir.

2- Bir defasında Peygamber (s.a.v.), eşlerinden Hafsa (r.anh)'ya bir sır söyledi. O ise sırrı bir diğer şahsa ifşa etti. Rasulullah (s.a.v.) bu sırrın eşi tarafından ifşa edildiğini öğrenince ondan bir açıklama istedi.
Eşi, peygamber (s.a.v.)'e bunu kimin söylediğini sordu. Rasulullah (s.a.v.) bunun kendisine Allah tarafından haber verildiğini söyledi.
Bu hadise Kuran'da şöyle anlatılıyor;
Hani peygamber zevcelerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Bunun üzerine o zevce bunu haber verip Allah da ona bunu açıklayınca, (peygamber) bunun ancak bir kısmını bildirmiş, bir kısmından vazgeçmişti. Artık bunu kendi eşine söyleyince o zevce; “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. Peygamber de; “her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan (Allah)haber verdi” dedi.” (Tahrim 3)
Kur’an’da, bu ayette geçen o hanımının ifşa ettiği haber açıklanmadığı gibi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in söylediği söz de zikredilmemiştir. Şu halde o vahyi gayri metluv olan sünnet ile haberdar edilmiştir.

3- İslam'ın ilk yıllarında müslümanlar Ramadan ayında iftardan sonra kısa süreliğine de uyurlardı. Bu esnada kişinin eşiyle cinsi münasebette bulunmasına müsaade edilmezdi. Bu sebeble bir kimse iftardan sonra kısa bir süre uyur, tekrar uyanırsa gece istirahati boyunca oruçlu olmamasına rağmen eşiyle cinsi munâsebet fırsatını kaybederdi. Bu kural peygamber (s.a.v.) tarafından konulmuş olup Kuran-ı Kerim'de yer almıyordu.

Ancak bazı Müslümanların bu kuralı çiğnemeleri üzerine Allah Azze ve Celle bu kişileri önce azarlayan ayetleri indirdi, daha sonra da bu hüküm neshedilerek Müslümanlara iftardan sonra da eşleriyle cinsel munâsebette bulunabileceklerine dair ruhsat verildi.
Bu hadise şu ayette anlatılır;
"Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edib sizi bağışladı. Artık (Ramadan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın..."(Bakara 187)

Bu ayet, Ramadan Ay'ında geceleri kişinin eşiyle cinsi munâsebette bulunmasının önceleri caiz olmadığını göstermekte, bu ayet nazil olmadan önce Ramadan Ay'ı gecelerinde cinsi münasebette bulunan kişilerin yaptıkları fiil "kendilerine kötülük" olarak tavsif edilerek ihtarda bulunulmakta, "O size acıdı ve tevbenizi kabul etti" ifadesi, onların bu fiillerinin günah olduğunu belirtmektedir…

Bütün bu hususlar şunu göstermektedir ki; Ramadan gecelerinde cinsi munasebete ilişkin daha önceki yasak "yetkili biri" tarafından yürürlüğe konmuş olup, Müslümanların buna riayet etmesi mecburi idi. Halbuki Kuran-ı Kerim'de ilgili yasağa dair hiçbir ayet bulunmamaktadır. Bu yasak sadece Peygamber (s.a.v.) tarafından ortaya konmuştur.

4- Uhud savaşı münasebetiyle Bedir savaşında meydana gelen olayları hatırlatmak üzere bazı ayetler nazil oldu. Bu ayetlerde, Allah'ın mûminlere nasıl yardım ettiği, onlara yardım için melekler göndermeyi vaad ettiği ve bunu fiilen ne şekilde yaptığı anlatılmaktaydı.
Bu ayetler ve meali şöyledir;
"Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir'de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah'tan sakının ki O'na şükretmiş olasınız. O zaman sen, mûminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabb'inizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir? Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabb'iniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder. Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalbleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır." (Al-i İmran 123-126)
Bu ayetlerdeki " Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalbleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı" ifadesi meleklerin yardımıyla müjdelemeyi Allah'a atfetmektedir.
Demek ki, söz konusu yardım müjdesi bizatihi Allah tarafından verilmiştir. Ancak bedir savaşı esnasında verilen bu müjde Kur'an'da geçmemektedir…

Aynı şekilde Peygamber (s.a.v.)'in sözü başka bir örnekte "Allah'ın sözü" olarak kabul edilmiştir. Peygamber (s.a.v.)'in diğer sözlerinden bu sözleri ayıran şey, onun Kuran'da yer almayan hususi bir vahiyle kendisine bildirilmiş olmasıdır. İşte buna vahy-i gayri metluv denilir.

5- Uhud savaşıyla ilgili başka bir duruma işaret edilerek Kuran-ı Kerim'de şöyle buyrulur;
"Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kurayş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve (Kurayş ordusunu yok ederek) kâfirlerin ardını kesmek istiyordu." (Enfal 7)

Bu ayette işaret edilen "iki taifeden biri" Ebu Sufyan'ın Suriye'den gelmekte olan ticaret kervanıydı. Diğer taife ise Mekke'li muşriklerden oluşan Ebu Cehil Komutasındaki orduydu. Üstteki ayetin ifadesine göre Allah, mûminlere bu iki taifeden birine karşı zafer kazanacaklarını vaad etmişti.
Müslümanlar kervanı ele geçiremediler, fakat Ebu Cehil komutasındaki orduya karşı olan savaşı kazandılar. "Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu" ifadesindeki vaad Kur'anda geçmemektedir. Bu vaad, Müslümanlara peygamber (s.a.v.) tarafından herhangi bir ayete referansta bulunulmadan ifade edilmişti.

6- Nadir oğulları ile olan hadise esnasında –ki onlar Medine'de meşhur bir Yahudi kabilesi idi- bazı müslümanlar, onların kalelerinin çevresindeki hurma ağaçlarını, düşmanı teslim olmaya zorlamak amacıyla kesmişlerdi. Savaş sona erince bir kısım Yahudiler ağaçların kesilmesine itiraz ettiler. Kuran-ı Kerim onların itirazlarına şu ayetle cevab verdi;
"Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya olduğu gibi bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir." (Haşr 5)
Bu ayette müslmanların, ağaçları "Allah'tan alınan bir izinle" kestikleri doğrudan ifade edilmiştir.
Fakat hiç kimse savaş esnasında ağaçların kesilmesine musaade sonucunda bu olayın olduğuna dair Kuran-ı Kerim'de geçen hiçbir ayet gösteremez.

7- Peygamber (s.a.v.)'in Zeyd Bin Harise'yi evlatlık olarak edindiği malumdur. Zeyd, Zeyneb binti Cahş'la evlendi. Bir süre sonra onların ilişkileri zorla yürümeye başladı. Nihayetinde Zeyd, Zeyneb'i boşadı.
Cahiliye döneminde evlatlık edinilen oğul, her bakımdan öz oğul gibi muamele görürdü. Kur'an-ı Kerim ise evlatlık kimsenin gerçek evlat gibi muamele göremeyeceğini ilan etti.
Allah, evlatlık hakkındaki cahiliye anlayışını yıkmak için Peygamber (s.a.v.)'e evlatlık edindiği Zeyd Bin Harise'nin Zeyneb'den boşanmasından sonra Zeyneb'le evlenmesini emretti. Rasulullah (s.a.v.) başlangıçta cari adetler sebebiyle biraz gönülsüzdü. Çünkü evlatlık edindiği birinin boşadığı eşiyle evlenmek utanılacak bir işti. Fakat Rasulullah (s.a.v.) Allah'tan hususi bir emir alınca Zeyneb'le evlendi.
Bu olay Kuran-ı Kerim'de şu şekilde ifade edilmiştir;
"(Rasûlum!) Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) mûminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir." (Ahzab 37)

Bu ayetteki "Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde gizliyorsun" ifadeleri, Zeyd'in boşanmasından onun Zeyneb'le evleneceğini Peygamber (s.a.v.)'e Allah'ın haber verdiğini göstermektedir…
Ancak bu bilgi Kur'an'da geçmemektedir ve bu, Rasulullah (s.a.v.)'e gayri metluv vahiy kanalıyla iletilmiştir. "Biz onu sana nikahladık" ifadesi de bu evliliğin Allah'ın emriyle gerçekleştiğini göstermekte, bu emir de Kur'an'da yer almamaktadır. Bu da bir başka delildir.

8- Kur'an-ı Kerim'de Müslümanlara namaz kılmayı ve namazda sabit olmayı tekrar tekrar emretmiştir. Aşağıdaki ayette aynı emir tekrar edildikten sonra, Kuran-ı Kerim Müslümanlara özel bir imtiyaz verir. Buna göre savaş durumunda müslümanlar, düşmanlarının saldırısından korktuklarında namazı nasıl mümkün olursa öyle, ister at veya deve üzerinde, ister yürürken kılabileceklerdir. Ancak düşman tehlikesi sona ermesi halinde, müslümanlar namazı normal şekilde kılmakla emrolundular. Bu prensip aşağıdaki ayette şöyle ortaya konmuştur;
"Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah'a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın. Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız (namazlarınızı) yürüyerek yahud binmiş olarak (kılın). Güvene kavuştuğunuz zaman, siz bilmezken Allah'ın size öğrettiği şekilde O'nu anın (namaz kılın)."(Bakara 238-239)
Ayet, müslümanlar üzerine farz olan birden fazla namazdan bahsetmekte, ancak namazların tam sayısı Kuran'ın ne bu ayetinde ne de diğer surelerinde geçmemektedir. Farz namazların sayısı, yalnızca Peygamber (s.a.v.) tarafından beyan edilmiştir.

Kuran-ı Kerim; Namazlara devam edin" buyurarak, peygamber (s.a.v.)'in Müslümanlara bunu uygulamalı olarak gösterdiğini teyit etmiştir.
Yine bu ayet, "orta namaz"a özel bir önem atfetmekte, ancak (tam olarak) onun hangi namaz olduğunu belirtmemektedir. Orta namazın hangi namaz olduğunu açıklama işi Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem'e bırakılmıştır.
En önemli delil de; "Güvene kavuştuğunuz zaman, siz bilmezken Allah'ın size öğrettiği şekilde O'nu anın (namaz kılın)." cümlesidir.
Ayetin siyak ve sibakı itibariyle burada "Allah'ı anma" ayette ifade edilmese de "namaz kılma" anlamındadır. Zira ayetin bağlamı başka bir manaya izin vermemektedir.

Şu halde Kuran-ı Kerim, Müslümanlara Allah'ın kendilerine öğrettiği şekilde namazı barış ortamında bilinen haliyle kılmalarını emreder. Ayetin açık delaleti, namazın normal kılınış şeklinin Müslümanlara bizzat Allah tarafından öğretildiğidir. Ancak namazın kılınış şekli Kuran'ın hiçbir yerinde ifade edilmemektedir… namazın nasıl kılınacağını Müslümanlara öğreten peygamber (s.a.v.)'dir. Kuran-ı Kerim peygamber (s.a.v.)'in öğretmesini Allah'ın öğretmesi gibi kabul etmektedir."

9- Bazı munafıklar Hudeybiye seferine katılmayarak Peygamber (s.a.v.)'in yanında yer almamışlardı. Bunu muteâkib müslümanlar Hayber savaşına çıkmaya karar verdiklerinde peygamber (s.a.v.), Hayber savaşına sadece Hudeybiye seferinde kendisiyle beraber bulunanların katılacaklarını ilan etti. Hudeybiye savaşına katılmamış olan münafıklar, şimdi Hayber savaşında menfaatleri gereği bulunmak istiyorlardı. Zira onların beklentilerine göre müslümanlar bu seferden büyük ganimet elde edeceklerdi. Münafıklar bu ganimetten pay almak istiyorlardı. Peygamber (s.a.v.) münafıkların taleplerine rağmen onların bu savaşa katılmalarına musaade etmedi.
Kuran'da bu olaya şu şekilde işaret edilir;
"Siz ganimetleri almak için gittiğinizde seferden geri kalanlar: Bırakın, biz de arkanıza düşelim, diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: "Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksiniz! Allah daha önce sizin için böyle buyurmuştur." Onlar size: Hayır, bizi kıskanıyorsunuz, diyeceklerdir. Bilâkis onlar, pek az anlayan kimselerdir." (Fetih 15)

Bu ayette Hayber savaşını Hudeybiye'ye iştirak edenlere hasredip, Hayber savaşına munafıkların katılmalarını istisna tutan Allah'ın evvelki bir sözünün olduğuna işaret edilmektedir. Fakat Kur'an'ın hiçbir yerinde böyle bir ifade geçmemektedir. Bu sadece peygambere ait bir emirdir.

Bununla beraber Allah bunu kendi sözü olarak nitelemektedir. Bunun sebebi, söz konusu emrin gayr-i metluv vahiy ile iletilmiş olmasıdır.

10- Peygamberliğin ilk günlerinde Rasulullah (s.a.v.), kendisine nazil olan Kuran ayetlerini unutmamak için onlar iner inmez okuma itiyadında idi. Bu kendisi için zor bir talimdi. Çünkü Peygamber (s.a.v.)'in vahyi işitmesi, doğru olarak anlayabilmesi, vahyi ezberleyebilmesi ve bunların aynı zamanda olması kendisine çok zor gelmekteydi. Allah şu ayeti indirerek onu bu meşakkatten kurtardı;
"(Rasûlum!) onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Şubhesiz onu, toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takib et. Sonra şubhen olmasınki, onu açıklamak da bize aittir." (Kıyame 16-19)

Fetih suresinin 19. ayetinde Allah, Rasulullah (s.a.v.)'e Kur'an ayetlerini açıklamayı vaad etti. Bu açıklamanın bizatihi Kuran-ı Kerim ayetlerinden ayrı olacağı açıktır. O, Kur'an'a dahil olmayıp ya onun bir izahı, ya da tefsiridir. Bu bakımdan bu beyan, Kuran-ı Kerim'in sözlerinden farklı, biraz değişik bir şekilde olmalıdır. Bu ise tam olarak gayrı metluv vahiyle ifade edilen şeydir. Ama bu vahyin iki türü de, her ne kadar farklı biçimde olsalar bile, Peygambere Allah tarafından indirilmiş olup, müslümanlar her ikisine de inanıp itaat etmelidirler.

11- Kur'an, vahyin bu iki farklı çeşidini şu ayette
"Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahud bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakîmdir." (Şura 51)
Şu halde bu iki şeklin dışında Kuran-ı Kerim'in inzali, üçüncü bir vasıtayla, yani ayette elçi olarak tayin edilen melek (Cebrail a.s.) aracılığıyla gerçekleşmiştir. Bu durum başka bir ayette açıkça belirtilir;
"De ki: Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitabları doğrulayıcı ve mûminler için de müjdeci olarak o indirmiştir." (Bakara 97)

"Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabb'inin indirmesidir. (Rasûlum!) Onu Rûhu'l-emîn (Cebrail) uyarıcılardan olman için apaçık Arabca bir dille Senin kalbine indirdi." (Şuara 192-195)
Bu ayetlerde Kuran'ın bir melek vasıtasıyla indirildiği gayet açıktır. Sözü edilen bu melek, Bakara 97. ayetinde geçtiği üzere Cibril'dir. Aynı melek, Şuara 193. ayetinde "Ruhu'l emin" diye anılır. Ancak yukarıda iktibas edilen Şuura 51. ayeti, vahyin indirilişinin iki yolunun daha olduğunu belirtir.
Bu iki şekil de peygamber'le ilgili olarak kullanılmıştır. Şuura 51. ayeti, peygamber (s.a.v.)'e gönderilen vahyin Kuran-ı Kerim'le sınırlı olmayıp, Kuran'da yer almayan başka vahiylerin de bulunduğunu ifade eder. Bu vahiyler, "gayri metluv vahiy" olarak adlandırılır.

Peygamber efendimiz (s.a.v.)’in bütün sözleri, fiilleri ve tasarrufları Yüce Allah’ın kontrolü altındadır. Kendi ictihadıyla ortaya koyduğu dini söz ve fiillerinde yanılsa bile, bunlar da Allah Azze ve Celle tarafından düzeltilmiştir. Allah Teala Onun ictihadını kesinleştirdiği sırada onun ictihadı, hükmen vahiy olur. (Bikai Nazm(19/43) Ebu Zehv el-Hadis(s.13) Muhammed Süleyman Aşkar Ef’alir-Rasul (sf: 30)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki;
Bana verilen şey, sadece Allah’ın bana verdiği vahiydir.” (Buhari (fadailul Kur’an 1); Muslim (iman 239); Ahmed (2/341,451)

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, hadislerini yazmak konusunda soran Abdullah Bin Amr (r.a.)’ya; “yaz, Allah’a yemin ederim ki benden hak sözden başkası çıkmaz” buyurmuştur. (Ebu Davud (ilim 3); Darimi (mukaddime 43); Ahmed (2/162,192)

Başka bir hadiste; “Cibril kalbime attı ki; hiçbir nefis, rızkını tamamlamadan ölmeyecektir. Öyleyse onu helal yollardan arayın” buyrulmuştur. (Muslim (munafıkun 64); Ahmed(3/50)
Yine “Haberiniz olsun! Bana Kitab (Kur’an) ve onunla birlikte , onun gibisi (sünnet) verilmiştir.” (Ebu Davud, sunnet 5, imare 33); Tirmizi (ilim 10) Ahmed (2/367, 4/132)
Sahih hadisi ve bir çok benzer rivayetler de, sünnetin Allah tarafından verilmiş bir vahiy olduğunu ifade eder.


 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt