Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Müddessir Suresi İniş Sebebi

Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبي الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
74- MÜDDESSİR SÛRESİ



Sûre Mekke'de ve Müzzemmil Sûresinden sonra nazil olmuştur. Mukatil "Cehennem bekçilerini yalnız meleklerden kıldık. Onların sayılarını da ancak küfretmiş olanlar için bir fitne yaptık..." (âyet: 31) âyetinin Medenî olduğunu söylemiştir.[1]

Buhârî'de ve Ebu Davud et-Tayâlisî'nin Müsned'inde tahric olunan bir haberde Yahya ibn Kesîr diyor ki: Ebu Seleme ibn Abdurrahmân'a sordum: "Kur'ân'ın hangisi ilk nazil oldu?", "Yâ eyyuhe'l-müddessir'dir" dedi. "Bana ulaştığına göre ikra' bismi Rabbike'llezî halaka, ilk nazil olan imiş." dedim. Seleme dedi ki: Cabir ibn Abdullah'a "Kur'ân'ın hangisi ilk nazil oldu?" diye sordum da "Yâ eyyuhe'l-müddessir'dir" dedi. Ben de (senin gibi): "Bana ulaştığına göre ilk nazil olan ikra' bismi Rabbikellezî halaka, imiş" dedim. Cabir dedi ki: "Ben ancak Allah'ın Rasûlü (sa)'nün bana söylediğini haber veriyorum. Bana şöyle buyurdu:

Hırâ'da bir süre (bir ay) kaldım. Oradaki ikametimi bitirince oradan ayrıldım. Vadiye inince bana seslenildi. Önüme, sağıma, soluma, arkama baktım, hiçbir şey göremedim. Bana tekrar seslenildi; yine önüme, ardıma, sağıma, soluma baktım kimseyi göremedim. Başımı kaldırıp yukarı baktığımda bir de ne göreyim o (bana seslenen) gökle yer arasında bir taht üzerinde, yere çökekaldım (Ebu Davud der ki: yani yere yıkıldım). Beni bir titreme tuttu, (eve) geldim ve: "Beni örtün, beni örtün ve üzerime soğuk su serpin." diyebildim bana: "Yâ eyyuhe'l-müddessir... ="Ey bürünen kalk inzâr et, Rabbını ulula, urbanı temizle." nazil oldu "[2] Yine Câbir'den gelen bir rivayette Hz. Peygamber (sa), Cibril'in kendisine: "Ey Muhammed, sen Allah'ın elçisisin." diye seslendiğini söylemiştir.[3]

Bu Ebu Seleme ibn Abdurrahman hadisi, ilk bakışta ilk nazil olanın Müddessir Sûresi olduğuna delâlet ediyor gibi görünürse de buna muhtelif yönlerden cevap verilerek Müddessir'in ilk nazil olan olmadığı söylenmiştir. Bunları beş yönden ele alıp özetleyen Suyûtî der ki:

a) Öncelikle Câbir ibn Abdullah'a sorulan "tam olarak hangi sûre ilk nazil oldu?" şeklindedir. Gerçekten de tam sûre olarak ilk nazil olanın Müddessir olmasına kimsenin itirazı yoktur. Çünkü Alak Sûresinin ilk beş âyeti ilk nazil olmakla birlikte kalan kısmı Müddessirden sonra nazil olmuş olabilir. Biraz sonra geleceği üzere yine Câbir'den rivayet edilen ve Buhârî'nin de yer verdiği başka bir hadiste "Fetretü'l-Vahiy"den sonra ilk nazil olan Sûrenin Müddessir olduğu tasrih olunmuştur. Bu rivayette Hz. Peygamber (sa)'in: "Bana Hırâ'da gelen melek" buyurması da Hırâ'da gelen vahyin ilk olduğunu dolayısıyla bu sefer verilen Müddessir'in ise ondan sonra geldiğini gösterir.

b) Câbir'in "İlk nazil olan" ifadesinden kastı "Fetretü'l-vahiy"den sonra ilk nazil olan olmalıdır.

c) "İlk nazil olmadan kastedilenin "Uyarma emrinde ilk olması muhtemeldir ki bazıları bunu açıkça belirtmiş ve "Nübüvvetle ilgili olarak ilk nazil olan "Rabbinin ismiyle oku"; risaletle ilgili olarak ilk nazil olan da "Ey O örtüye bürünendir." demişlerdir.

d) "İlk nazil olandan maksadın bir sebebe dayalı olarak ilk nazil olan olması mümkündür. Bu Müddessir Sûresi, Hz. Peygamber (sa)'in korkuyla evine gelip örtünmesi üzerine nazil olmuştur. Alak Sûresinin ilk âyetleri ise herhangi bir sebebe dayalı olmaksızın kendiliğinden nazil olmuşlardır.

e) "İlk nazil olma ifadesi Câbir'in kendi içtihadı olup Hz. Peygamber (sa)'den rivayet etmiş değildir. O halde Hz. Aişe'den gelen rivayet ona tercih olunur.[4]

Buhârî'nin Yahya ibn Bükeyr kanalıyla, Tirmizî'nin de Abdullah ibn Humeyd kanalıyla Câbir ibn Abdullah'tan; yine Buhârî'nin Yahya ibn Bükeyr kanalıyla Hz. Aişe'den rivayetle zikrettiği bir hadiste bu olayın "fetretü'l-vahiy"den sonra meydana geldiği ve Müddessir Sûresinin inmesinden sonra artık vahyin peşpeşe gelmeye devam ettiği kaydı vardır.[5] Buna göre Müddessir Sûresi ilk nazil olan sûre değildir. Hz. Peygamber (sa)'e ilk gelen vahyin Alak Sûresi (veya onun ilk beş âyeti) olduğu, Müddessir'in ise fetretü'l-vahiy den sonra nazil olduğuna dair uzun Buhârî hadisini ilgisi sebebiyle inşaAllah Alak Sûresinin nüzul sebebinde vereceğiz.

Taberânî'nin Muhammed ibn Ali ibn Şuayb kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayetle tahric ettiği bir haberde o şöyle anlatıyor: el-Velîd ibnu'l-Muğîra Kureyşliler için bir ziyafet hazırladı, yiyip içtikten sonra "Bu adam (Muhammed) hakkında ne diyorsunuz?" dedi. Bir kısmı: "O büyücüdür." derken bir kısmı: "Hayır, büyücü değildir." dedi. Bir kısmı "O kâhindir." derken bazıları: "O kâhin değildir." dediler. Bazıları: "O bir şairdir." dedi. Diğerleri: "Şair değildir." dediler. Bir kısmı: "Eskilerden nakledilen bir büyüdür." dediler, sonra da onun eskilerden (geçmişlerden) nakledilen bir büyü olduğunda görüş birliğine vardılar. Bu durum Hz. Peygamber (sa)'e bildirilince çok üzüldü başını göğe çevirip örtüsüne büründü. Bunun üzerine Allah Tealâ: "Ey örtüye bürünen, kalk ve uyar. Rabbini da tekbir et. Elbiselerini temiz tut. Kötü şeylerdende sakın. Çok görerek başa kakma. Rabbın için sabret." âyetlerini indirdi.[6] Suyûtî bu rivayetin senedinin zayıf olduğunu kaydeder.[7]

Râzî bu olayı biraz daha geniş ve farklı olarak zikrediyor: Rasûlullah (sa)'a eziyet eden Ebu Cehil, Ebu Leheb, Ebu Süfyan, el-Velîd ibnu'l-Muğîra, en-Nadr ibnu'l-Hâris, Ümeyye ibn Halef ve el-As ibn Vâil bir gün toplanmışlar ve: "Arap heyetleri hac günlerinde burada toplanacaklar ve Muhammed'in durumunu soracaklardır. Herkes farklı farklı cevaplar verir; kimi deli, kimi kâhin, kimi şair derse bundan verilen cevapların batıl olduğunu anlayacaklardır. Gelin, Muhammed'i bir tek isimle isimlendirmede birleşelim." demişler. Birisi: "O şairdir." demiş. el-Velîd: "Ben, Ubeyd ibnu'l-Abraş'in, Ümeyye ibn Ebi's-Salt'ın sözlerini işittim. Bunun sözleri o ikisinin de sözlerine benzemiyor." demiş. Bir diğeri: "O kâhindir." demiş. Velîd: "Kâhin nedir?" diye sormuş, "Bazan doğru, bazan da yalan söyleyendir." demişler. Velîd: "Muhammed asla (hiçbir zaman) yalan söylemedi." demiş. Bir diğeri: "O delidir." demiş. Velîd: "Kim deli olur?" diye sormuş, "O, insanları korkutandır." demişler. Velîd: "Muhammed İle hiçbir zaman hiç kimse korkutulmadı." demiş.,

Sonra Velîd kalkmış, evine gitmiş. İnsanlar: "el-Velîd ibnu'l-Muğîra sâbiî oldu (Muhammed'in dinine girdi)." diye bir söylenti çıkarmışlar. Bunun üzerine Ebu Cehil onun yanına gitmiş ve: "Ey Ebu Abdi Şems. sana ne oldu? Şu Kureyşliler sana vermek için mal topluyorlar, senin (Muhammed'in yanındaki mala) muhtaç olduğunu ve bu sebeple de sâbiî olduğunu sanıyorlar." demiş. Velîd: "Benim o mala ihtiyacım yok, fakat ben, Muhammed'in durumunu düşündüm ve kendi kendime onun bir büyücü olduğuna karar verdim. Çünkü büyücü babayla oğulun,iki kardeşin, karı kocanın arasını ayırandır." demiş ve böylece Hz. Peygamber (sa)'e büyücü lâkabını takmakta ittifak etmişler. Sonra çıkıp insanların toplu olduğu yerlerde bunu yüksek sesle ilân etmiş; "Muhakkak ki Muhammed bir büyücüdür." demişler.Mekke-i Mükerreme işte bu: "Muhammed büyücüdür." sözüyle çalkalanmış.

Hz. Peygamber (sa) bunu duyunca kendisine çok ağır gelmiş, üzgün bir şekilde evine dönmüş, elbisesine (veya bir kadifeye) bürünüp yatmış. İşte bunun üzerine Cibril gelmiş, onu uyandırmış ve Allah Tealâ bu "Ey bürünen kalk inzâr et." âyetlerini indirmiş.[8]



11. Bırak beni ve yarattıklarımı tek başına.

Ebu'l-Kasım el-Hızâmî kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayete göre el-Velîd ibnu'l-Muğîra el-Mahzûmî bir gün Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş; Efendimiz (sa) ona Kur'ân okumuş ve sanki biraz (kalbi İslâm'a) yumuşamış. Onun bu durumu Ebu Cehil'e ulaşınca yanına gelmiş ve: "Ey amca. kavmin sana vermek üzere mal topluyorlar. Muhammed'e gitmişsin ve onun tarafındaki mala talip olmuş, ondan bir şeyler istemişsin." demiş. el-Velîd: "Kureyş beni iyi bilir ki malı en çok olanlarındanım." demiş. Ebu Cehil: "O halde Muhammed hakkında öyle bir şey söyle ki senin onu inkâr ettiğini ve ondan hoşlanmadığını kavmin bilsinler." demiş. el-Velîd: "Ne söyleyeyim? Vallahi, içinizde şiiri benden iyi bilen kimse yoktur, recezi, kasideyi benden daha iyi bilen yoktur. Vallahi onun söyledikleri bunlardan hiçbirine benzemiyor. Vallahi, onun söylediğinde bir tatlılık var, onun apayrı bir lezzeti var, altındaki her sözü yıkıyor ve hepsinin üstüne çıkıyor, hiçbir söz onun üstüne çıkamıyor." demiş. Ebu Cehil ısrar etmiş: "Kavmin, sen onun aleyhinde bir şey söylemeden senden razı olmayacak." demiş. O da: "Bırak beni biraz düşüneyim." demiş sonra da: "Bu nakledilen bir büyüdür, başkalarından (Müseylime'den ve Bâbillilerden) naklediyor." demiş ve işte bunun üzerine "Bırak Beni ve yarattıklarımı tek başına." âyet-i kerimesi nazil olmuş.[9] Bu el-Velîd ibnu'l-Muğîra kendisinin de babasının da biricik "el-Vahîd" olduğunu, kendisinin de babasının da Araplar içinde bir benzerinin olmadığını söylermiş.[10] Bu rivayet bu sûrenin bir defada toptan nazil olmadığını gösterir.[11]



18. Doğrusu o, düşündü, ölçüp biçti.

19. Canı çıkasıca, nasıl da ölçüp biçti.

20. Sonra yine canı çıkasıca nasıl da ölçüp biçti.

21. Sonra baktı,

22. Sonra kaşlarını çattı, suratını astı.

23. Sonra da sırt çevirip büyüklük tasladı.

24. Ve dedi ki: "Bu, sadece öğretilegelen bir büyüdür. "

Bu âyet-i kerimeler de el-Velîd ibnu'l-Muğîra hakkında inen âyetler cümlesindendir.

Mücâhid der ki: el-Velîd ibnu'l-Muğîra bazal? Hz. Peygamber (sa)'e, bazan da Hz. Ebu Bekir'e gelir ve onların sözlerini dinlerdi. Onun böyle yaptığını gören Kureyşliler de onun müslüman olduğunu zannettiler de Ebu Cehil ona: "Kureyş senin Muhammed'e ve Ebu Kuhafenin oğluna onların yemeklerinden yemek için gittiğini zannediyor." demiş. el-Velîd de Kureyş'e: "Siz soylu ve akıllı insanlarsınız. Siz onun deli olduğunu iddia ediyorsunuz. Siz onun hiç kehanette bulunduğunu gördünüz mü?" diye sormuş, onların hayır cevabından sonra: "Siz onun yalancı olduğunu söylüyorsunuz, siz onun hiç yalanını gördünüz mü?" diye sormuş, onlar yine hayır deyip "Peki o nedir?" diye sormuşlar. el-Velîd: "O olsa olsa bir büyücüdür, sözleri de başkalarından öğrenip naklettiği bir büyüdür." demiş. İşte "Bu, sadece öğretilegelen bir büyüdür."e kadar olmak üzere "Doğrusu o düşündü ve ölçüp biçti." kavli budur.[12]

İbnu'l-Cevzî de Mücâhid'den naklen hadiseyi şöyle anlatır: el-Velîd, Kureyş'e: Sizinle konuşacaklarım var, Dâru'n-Nedvede toplanın." demiş. Orada toplanınca da onlara: "Siz soylu ve akıllı insanlarsınız. Araplar size gelecekler ve sizin yanınızdan ayrılırken de farklı farklı şeyler duymuş olarak ayrılacaklar. Bir sözde toplanın; bu adam (Muhammed) hakkında ne diyeceksiniz?" demiş. Onlar: "Şairdir, deriz." deyince yüzünü ekşitmiş ve: "Biz şiir işittik; onun sözleri şiire benzemiyor." demiş. "O kâhindir, deriz." demişler. "O zaman onun yanına gelirler ve onun, kâhinlerin konuştuklarını konuşmadığını görürler." demiş. "O delidir, deriz." demişler. "O zaman yanına gelirler ve onun deli olmadığını görürler." demiş. "O büyücüdür, deriz." demişler. "Peki büyücü nedir?" diye sormuş; "Birbirine buğzeden iki kişiyi birbirlerine sevdiren ve birbirini seven iki kişiyi de birbirine buğz ettiren kişidir." demişler. Bunun üzerine el-Velîd de: "O bir büyücüdür." demiş. Böylece oradan çıkıp dağılmışlar. Onlardan hangisi Hz. Peygamber (sa)'e rastlasa "Ey büyücü!" demiş de bu Hz. Peygamber (sa)'e ağır gelmiş ve bunun üzerine Allah Tealâ: "Bu, sadece öğretilegelen bir büyüdüre kadar olmak üzere ""Ey O örtüye bürünen.' indirmiş[13]

Bu hadiseyi Muhyis-Sünne (el-Beğavî) biraz daha farklı ve Ğâfir, 40/1-2 âyetlerinin nüzulü ile ilişkilendirerek şöyle anlatır:

Allah Tealâ "Hâmîm. Bu kitab, Azîz Alîm olan Allah'tan indirilmedir..." (Ğâfir, 40/1-3) âyetleri nazil olduğunda Hz. Peygamber (sa) Mescid-i Harâm'a gelerek orada kalkmış bu âyetleri okumuş. el-Velîd ibnu'l-Muğîra da orada ve Hz. Peygamber (sa)'in kıraatini duyacak yakınlıkta imiş. Hz. Peygamber (sa), Velîd'in kendi kıraatini dinlediğini anlayınca âyetleri tekrar okumuş. Velîd oradan ayrılıp kendi kabilesi olan Mahzûm oğullarının toplu olduğu bir yere gelmiş ve onlara: "Vallahi ben biraz önce Muhammed'den öyle bir söz işittim ki o ne insan sözüdür, ne de cin.Onun söylediğinde bir tatlılık var, üstü semereli, altı bol, her sözün üstüne çıkıyor, hiçbir söz onun üstüne çıkamıyor." demiş ve onlardan da ayrılıp evine gitmiş. Onun böyle konuştuğunu duyan Kureyşliler: "Vallahi Velîd Sâbiî oldu (Muhammed'in dinine girdi). Velîd onun dinine girdikten sonra bütün Kureyş onun dinine girecek demektir." demişler. Velîd'e "Kureyş'in reyhânesi" derlermiş. Ebu Cehil onlara: "Ben, sizin yerinize Velîd'e yeterim, onu bu fikrinden caydırırım." demiş, Velîd'e gelmiş, üzgün bir şekilde yanına oturmuş. Velîd ona: "Ey kardeşimin oğlu seni neden böyle üzgün görüyorum?" diye sormuş. Ebu Cehil: "Nasıl üzgün olmayayım; baksana Kureyş sen yaşlı olduğun için sana yardım etmek üzere aralarında mal topluyorlar. Senin, Muhammed'in sözünü güzel bulduğunu, yanlarındaki fazla maldan nasiplenmek için İbn Ebî Kebşe (Hz. Muhammed) ve İbn Ebî Kuhâfe (Hz. Ebubekir'in) yanına gittiğini iddia ediyorlar." demiş. Buna çok öfkelenen Velîd: "Kureyş benim, onların mal ve evlâdca en zenginleri olduğumu bilmiyor mu? Muhammed ve ashabı kendi karınlarını doyurmuşlar mı ki (onların artan yiyeceklerinden ben nasibleneyim)?" demiş, sonra kalkıp kabilesinin oturduğu yere gelmiş ve onlara: "Muhammed'in deli olduğunu iddia ediyorsunuz? Onu boğulurken hiç gördünüz mü? " demiş; "Allah hakkı için hayır, görmedik." demişler. "Onun kâhin olduğunu iddia ediyorsunuz? Hiç onu kehanette bulunurken gördünüz mü?" diye sormuş; "Allah hakkı için hayır." demişler. "Onun şair olduğunu ileri sürüyorsunuz. Onu hiç şiir okurken gördünüz mü?" diye sormuş; "Allah hakkı için hayır." demişler. "Onun yalancı olduğunu ileri sürüyorsunuz, hiç onun yalanını tecrübe ettiniz mi?" diye sormuş; "Allah hakkı için hayır. O halde o nedir?" demişler. Kendi kendine şöyle bir düşünmüş, kaşlarını çatmış, yüzünü ekşitmiş ve: "O, olsa olsa bir büyücüdür. Görmüyor musunuz kişi ile ailesinin, çocuklarının ve kölelerinin arasını açıyor. O bir büyücüdür, söylediği de başkalarından öğrenip naklettiği bir büyüdür." demiş işte bunun üzerine bu âyet-i kerimeler nazil olmuş.[14]



30. Onun üzerinde ondokuz vardır.

İbn Ebî Hâtim'in ve eş-Şuab'ında Beyhakî'nin Berâ'dan rivayetle tahric ettikleri bir habere göre bir grup yahudi Hz. Peygamber (sa)'in ashabından birisine cehennemin korucularını (sayılarını) sormuşlar. O da gelip Hz. Peygamber (sa)'e bunu haber verince hemen o anda "Onun üzerinde ondokuz vardır." âyet-i kerimesi nazil olmuş.[15] Bu rivayete göre bu âyet-i kerime de Medine-i Münevvere'de nazil olmuştur. Bu görüşte olan âlimler de yardır. Ancak Alûsî, bu rivayete rağmen yine de âyet-i kerimenin Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuş olabileceğini; yahudilerden herhangi birisinin bir sebeple Mekke-i Mükerreme'ye gelmiş ve Hz. Peygamber (sa)'in ashabından herhangi birine rastlayarak: "Sizin peygamberiniz cehennem bekçilerinin sayısını biliyor mu acaba?" diye sormuş ve sahâbînin de gelip Hz. Peygamber (sa)'e bunu haber vermiş olması ve âyet-i kerimenin bunun üzerine nazil olmuş olmasının mümkün olduğunu söylemiş ve bu görüşte olanların görüşüne meyletmiştir.[16]



31. Cehennem bekçilerini yalnız meleklerden kıldık. Onların sayılarını da ancak küfretmiş olanlar için bir fitne kıldık ki kendilerine kitap verilmiş olanlar kesin bilgi sahibi olsunlar, iman edenlerin de imanları artsın. Kendilerine kitap verilmiş olanlar ve müminler kuşkuya düşmesinler. Bir de kalplerinde hastalık bulunanlar ve kâfirler "Bununla Allah neyi kastetmiş? " desinler. İşte böylece Allah dilediğini dalâlette bırakır, dilediğini de hidayete erdirir. Rabbimin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, ancak insanlara bir öğüttür.

İbn İshak'tan rivayetle tahric olunduğuna göre bir gün Ebu Cehil: "Ey Kureyş topluluğu, Muhammed, Allah'ın size ateşte (cehennemde) azâb edecek ordularının ondokuz olduğunu söylüyor. Siz sayıca insanların en çoğusunuz. Sizden yüz kişi onlardan birinin hakkından gelmeyecek mi?" demiş ve işte bunun üzerine Allah Tealâ bu "Cehennem bekçilerini yalnız meleklerden kıldık..." âyet-i kerimesini indirmiş.[17]

b) Süddî'den rivayete göre "Onun üzerinde ondokuz vardır." âyet-i kerimesi nazil olunca Kureyş'ten Ebu'l-Eşedd adında biri: "Ey Kureyş topluluğu, ondokuz sizi korkutmasın. Ben onlardan onunu sağ omzumla, dokuzunu da sol omuzumla sizden savarım." demiş de bunun üzerine Allah Tealâ: "Cehennem bekçilerini yalnız meleklerden kıldık..." âyet-i kerimesini indirmiş.[18]

Bu, Mukatil'den de rivayet edilmiştir. Bu rivayette Ebu'l-Eşedd (veya Ebu'l-Eşdeyn) Esîd ibn Kelede (veya Kelede ibn Halef) el-Cumahî: "Ey Kureyşliler, ben sizin önünüzde yürür ve onlardan onunu sağ omuzuma, dokuzunu da sol omzuma alırım. Böylece cennete gireriz." demiş ve bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[19]

Herhalde Ebu Cehil ile Ebu'l-Eşedd'in bu konuşmaları aynı mecliste olmuş ve her ikisinin de cehennem bekçileri olan meleklerle alay etmesi üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş olmalıdır. Bu durumda rivayetler arasında bir ihtilâf da yoktur.[20]



52. Hayır. onlardan her biri önüne açılmış sahifeler verilmesini ister.

İbnu'l-Münzir'in Süddî'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: (Mekke müşrikleri): "Eğer Muhammed söylediklerinde doğru ise bizden her birimizin başının altında onun cehennemden emin olduğu ve oradan kurtulduğu yazılı birer sayfa olsa ya."[21] veya "Eğer bizim sana tabi olmamız seni sevindirecekse bunun için her birimizin başucuna "Allah'tan filân oğlu filâna" diye sana tabi olunmasını emreden bir mektup konulsun." demişler de bu âyet-i kerime bunun üzerine nazil olmuş. Ferrâ'dan rivayete göre ise Müşrikler, Hz. Peygamber (sa)'e: "İsrailoğullarından birisi bir günah işlediğinde bu günahının keffâretini sabaha çıktığında,başucunda bir mektupta yazılı olarak bulurmuş. Biz neden görmüyoruz?" demişler de âyet-i kerime bunun üzerine nazil olmuş.[22]



[1] İbnu'l-Cevzî, age. VIIU98.

[2] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, Müddessir, 74/1, 3; Müslim, İman, 257; Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, el-Mektebetu'l-İslâmiyye, (İkinci baskı) Beyrut 1400, 11,7; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 111,392.

[3] Râzî, age. xxx,i89.

[4] Suyûtî, el-ltkan fî Ulûmi'l-Kur'ân, Beydâr 1343, 1,93-94.

[5] Buhârî, Tefsîrul-Kur'ân, Müddessir, 74/4, 5; Bed'u'1-Vahy, 3; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Müddessir, 74/1, hadis no: 3325; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, ni,325.

[6] İbn Kesîr, age viii.288.

[7] Suyûtî, Lubabu'n-Nukûl, 11,186.

[8] Râzî. age. xxx,i89-i90; Kurtubî, xıx.4i.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/917-919.

[9] Vahidî, age. s. 319320.

[10] Râzî, age. xxx,i98; aiûsî, age. xxk,i23.

[11] Alûsî, age. xxdc,i2i.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/919-920.

[12] Vahidî, age. s. 320.

[13] İbnu'l-Cevzî, age. VHI.403-404.

[14] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/920-922.

[15] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, n,ı87-188.

[16] Alûsî, age. xxix,i27.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/922.

[17] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, n,i88.

[18] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl. 11,188.

[19] İbnul-Cevzî, age. vın.408.

[20] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/922-923.

[21] Suyûti Lübâbu'n-Nukûl, n.188-189.

[22] İbnu'l-Cevzî, age. VI1L413.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/923.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt