Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale NAMAZ KILDIRMA MEMURLARI

E Çevrimdışı

EBU SEHRAN

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Ey Latif ve Habîr olan Rabbimiz! Sen bizim niyetlerimizi ve içimizde olanı en iyi bilensin. Hiçbir şey senden gizli kalmaz. Sen gerçekleşmiş olan ve gerçekleşecek olan her şeyi bilen, işiten ve görensin. Allah’ım! Bizleri, mübarek dinin İslam’ın hâdimleri kıl! Allahumme Âmin…
Hak ile bâtılın birbirine karıştığı, hakkın bâtıl diye gösteril-diği, küfrün İslam diye tanıtıldığı, Allah’ın hükümlerinin bir ta-rafa bırakılıp beşeri hükümlerin tatbik edildiği ve buna demok-ratikleşme denildiği, Allah’ın farz kılmış olduğu hicabın, siyasi bir simge olup-olmadığının tartışıldığı, Hıristiyanlaşma ve Ya-hudileşmenin modernlik olarak gösterildiği, şirkin sadece putun karşısında “Ben sana ibadet ediyorum” diyerek gerçekleşeceği-nin zannedildiği “Ben müslümanım” diyen herkesin, her ne ya-parsa yapsın cennete gireceğinin garanti edildiği, mümin ve muvahhidlerin terörist olarak lanse edildiği, kâfir ile müminin eşit ve aynı haklara sahip olduğu, faizin gözü açıklılık ve hızlı pa-ra kazanma diye benimsendiği, içki içmenin delikanlılık, zina yapmanın ise erkeklik kabul edildiği, harama bakmanın olağan-laştırıldığı, genelevlerine dönüştürülmüş okullarda çocuk okut-manın, ilim tahsil etme ve çağdaş eğitim olarak algılandığı, er-kek ve kadının her alanda eşit olduğu günümüz Türkiye’sinde bu kitabı kaleme alış gayemiz neydi?
Elinizdeki kitabın hazırlanışında özellikle şu üç kitle hedef alınmıştır:
Birincisi: Halk arasında imam olarak isimlendirilen, namaz kıldırma memurları…
İkincisi: Namaz kıldırma memurlarının arkasında namaz kılan kimseler.
Üçüncüsü: Namaz kıldırma memurlarının arkasında namaz kılmayan mümin ve muvahhidler.
Birinci hedef kitle olan namaz kıldırma memurları İslam’ı, İslam’ın bazı emir ve yasaklarını toplumun diğer fertlerine naza-ran daha iyi bilmelerine rağmen devlet, devletin sistemi ve dev-lette olup bitenlerin İslam’a ters düştüğü konusunda oldukça cahil kimselerdir. Ayrıca kişinin İslam dininden çıkmasına se-bep olan söz ve ameller konusunda da sahih hiçbir bilgiye sahip değillerdir.
İnsanın inancı, işlemiş olduğu ameller ve söylediği sözler oldukça önemlidir. Çünkü insan “Ben kâfir oldum, dinimi değiş-tirdim ve İslam dininden çıktım” demeyle İslam’dan çıktığı gibi bu sözleri söylemeden de sadece bazı söz ve amellerden dolayı da İslam dininden çıkabilir. Kişiyi İslam dininden çıkaran amel-lerin başlıcaları şunlardır:
* Allah’ın indirdiği ile hükmetmemek
* Allahu Tealâ’nın şeriatını başka kanunlarla değiştirmek
* Allahu Tealâ’nın şeriatına muhalif kanun koymak
* Küfür kanunlarına muhakeme olmak ve müşriklerin ka-nunlarına itaat etmek
* Müşriklerle dostluk kurmak ve müminlere karşı onlara yardım etmek
* Dinle ya da dinin bir hükmüyle alay etmek
* Dinle alay edenlerle birlikte oturmak
* Dine açık bir şekilde sövmek
* Müslümanlara karşı savaşmak ve onlara sövmek
* Sihir
* Kehanet
* Namazı terk etmek
* Amelin cinsini terk etmek
* Yaratılmışlardan yardım istemek
* İbadet niteliğinde bir amelle yaratılmışa yönelmek gibi amellerdir.
İkinci hedef kitle ise İslam dinini genel olarak adet ve örfle-re göre ya da atalarından görmüş oldukları şekliyle yaşamaya ça-lışan kimselerdir. Bu kimseler çevrelerindeki hacı, hoca veya namaz kıldırma memurlarının yönlendirmeleri ve bilgilendir-meleriyle dinlerini, hayatın şartlarına uydurarak yaşayamaya ça-lışan kimselerdir. Bu insanlar da yaşamış oldukları devletin na-sıl bir devlet olduğu, kanunlarına başvurdukları sistemin nasıl bir küfür sistemi olduğu konusunda cahildirler.
Biz kitabımızda bu insanlara, içinde yaşadıkları devletin na-sıl bir devlet olduğunu ve İslam hukuku açısından hükmünü an-latmaya çalışacağız. Ayrıca devlet sistemini oluşturan kanunla-rın, buğz edilip reddedilmesi gereken kanunlar olduğunu, mah-kemelerin Allah (Subhanehu ve Tealâ)’ın kullarına uzaklaşmaları-nı emrettiği tağuti mahkemeler olduğunu, ayrıca devlet tarafın-dan namaz kıldırmak için tayin edilen memurların hatalarının neler olduğunu da anlatmaya çalışacağız.
Üçüncü hedef kitle ise devletin, küfür sistemiyle yönetildi-ğini, Allah’ın razı olmadığı bir devlet olduğunu, yöneticilerinin düşmüş oldukları hataları ve devleti koruyan, savunan ve meş-rulaştırmaya çalışanların durumlarını Kur’an ve Sünnet ışığında değerlendirerek onlara karşı, dostluk beslenilmesinin caiz olma-dığını bilen ve namaz kıldırma memurlarının arkasında namaz kılmayan kardeşlerimizdir.
Ancak bu kardeşlerimiz maalesef kendilerine neden camile-re gitmedikleri, Cuma namazı kılmadıkları ya da cemaatle na-maz kılmadıkları sorulduğunda doyurucu ve ikna edici cevaplar verememektedirler. Zira ilmi açıdan yeterli bir birikime sahip değillerdir. Bu çalışmamız, kardeşlerimizin haklılıklarını ortaya koymak, inançlarına rehber olabilmek ve meramlarının başka insanlara aktarılması yönünde onlara yardımcı olmak üzere ka-leme alınmıştır.
Herkes tarafından bilindiği üzere Türkiye Cumhuriyeti, ba-tıdan ihraç edilen kanunlarla idare edilen demokratik ve laik bir ülke¬dir. İslâmi esaslarla hiçbir ilgisi olmadığı gibi İslâm’dan ve İslâmi değerlerden oldukça rahatsız olan, bu sebeple kurulu-şundan bu yana İslâmi görülen tüm değerlere karşı savaş açan bir yapıya sahiptir.
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan beri kimi zaman gerçek İslâm âlimlerini darağaçlarında sallandırmış, kimi zaman da Kuran’ı Kerimleri toplatıp eşeklere yükleterek dağlarda yaktır-mıştır. Samanlıklarda ve kuytu köşelerde Kur’an öğreten âlimle-ri ise jandarma dipçikleri altında işkenceye tabi tutmuş, Kur’an ve İslâmi değerlerin yasaklandığına dair kanun ve tüzükler çı-karmıştır. İslâmi değerler, laik ve demokratik Türkiye Cumhuri-yeti tarafından yıllar boyunca, en büyük düşman olarak görül-müştür. Bu düşmanlık sonucunda laik sistem, Yüce Allah’ın ha-ram kıldığını serbest bırakmış, serbest bıraktığını da yasakla-mıştır.
İs¬lâm’da zina, en büyük günahlardan biri olduğundan dola-yı haram kılınmışken, laik sistem kendi eliyle kadınların birço-ğunu ruhsatlı fahişeler olarak piyasaya sürmüş, genelev ve pav-yonlarda pazarlayarak zi¬nayı serbest bırakmıştır. Hatta bu sek-törden vergi alarak onları teşvik etmiş, vergi rekortmenlerini dahi bu sektörden çıkartmıştır.
Faizle iştigal etmenin Allah’a ve Resulüne savaş ilan etmek olduğunu ve faiz alıp-verenlerin günahkâr kâfirler olarak ebediyyen cehennemde kalacaklarını bildiren Kur’anî gerçeğe rağmen Demokratik Türkiye Cumhuriyeti, laiklik adına Allah’ın haram ettiği bu çirkin ve sömürüye dayalı fiili serbest bırakmış, teşvik etmiş ve ekonomisini bu temel üzerine bina etmiştir. Yine şeytanın (aleyhillane) pisliği olarak bildirilen ku¬mar ve içki, laik sistem tarafından genç beyinlerin iğfali için üretilmiş, cazip hale getirilerek piyasaya sürülmüştür.
Tesettürün İslâm’da çok önemli bir yeri vardır. Kadına kişi-lik kazandıran, zinaya giden yolları kapatan, çıplaklık kültürüne ve kadını teşhire engel olan, en önemlisi de Yüce Allah’ın emri olan bir fiildir. Laik rejim, Allah’ın emrettiği bu fiile de savaş açmış, okullara, iş yerlerine tesettürlüleri almamıştır. Her fırsat-ta tesettürü kötüleyerek kadının mahrem yerlerini, daha doğru-su kadının bizzat ken¬disini televizyonda, basın yayın organla-rında ve sokakta teşhir etmiş, eski cahiliyye dönemlerinde oldu-ğu gibi pazarlamıştır.
Evet, laiklik adına İslâmi esaslara savaş açan Demokra-tik Türkiye Cumhuriyeti diğer taraftan da “Diya¬net İşleri Baş-kanlığı” oluşturmuştur. Bu kurum vasıtasıyla vaiz, müftü ve na-maz kıldırma me¬murları görevlendirmiştir. Acaba İslâm’ın can düşmanı olan laik sistem neden din adamı kisvesi altında kiralık görevliler ta¬yin ediyor? Neden bir zamanlar toplatıp eşeklere yükleterek dağlarda yaktırdığı Kuran’ı Kerimleri, şimdi Kur’an kurslarında daha evvel askere dipçiklettiği kişilerin çocuklarına, torunlarına öğretiyor? Acaba sistemin mantığında ya da kendi-sinde mi bir değişiklik meydana geldi? Yoksa Allah’ın indir¬diği hükümlerle hükmeden İslâmi hükümetler mi kuruldu? Aslında bütün bu soruların cevabını yine laik sistemin kurucuları ve dü-şünürleri, çok açık bir şekilde veriyorlar. Hem de yazılı olarak, hiç kimseden çe¬kinmeden, baskı altında kalmadan…
Allah’ın dinine verdiği zararla öğünen, İslâm dinine düşmanlığı ile meşhur olan Cemal Bayar “Ben de Yazdım” adlı kitabında İmam Hatip Okullarını, Kur’an Kurslarını niçin açtık-larını, ezanı neden Arapça okuttuklarını çok açık bir ifade ile or-taya koyuyor. Bayar, İsmet İnönü’nün düştüğü hataya düşmeye-rek, İslâmi değerlere sahip olduklarını zanneden halka, açıktan açığa düşmanlık yapmıyor, Kuran’ı Kerimleri toplatıp yaktırmı-yor, ezanı Türkçe okutmuyordu. Bilakis tam aksine İmam Hatip okulları açtırı¬yor, Kur’an Kurslarına izin veriyor, ezanı Arapça okutuyordu. Adı geçen eserinde bütün bu yaptıkları iş¬lerle dev-rim bahçesini suladığını ifade ediyor ve şöyle diyordu:
“Bir barajın önünde biriken sular alt kanallardan tahliye edilmezse nasıl ki bendini yıka¬rsa, İslâmi birikim de bu küçük işlerle deşarj edilmemesi halinde Atatürk devrimlerini yerle bir edecektir.”
Özet olarak yukarıda ifade edildiği gibi Bayar ve Demok-rat Parti, İslâm’ın ya da halkın yara¬rına değil, Atatürk devrimle-rinin yararına ezanı Arapça okutuyor, İmam Hatip okulları açtı-rıyordu. Bu yapılanlarla, inandığını söyleyen halkın laik sisteme itaat ve sadakatini artırmaya çalışıyorlardı. Yoksa İslâmi esaslar toplum tarafından daha iyi anlaşılsın diye değil!... Çünkü aynı mantık diğer taraftan da 163. maddeyi çıkartarak “Allah” demeyi bile suç sayıp faillerini cezalandırıyordu.
Laik sistemin tebaası olan halk, İslâmi esasları net olarak bilmediğinden, yapılanları kendi yararına zannediyor, yapılanla-rın niçin yapıldığını, kimlerin bundan yararlandığını bilmiyor-du. Bu yapılanların ve halkın inancı üze¬rinde oynanan oyunların farkında olanlardan biri de Süleyman Hilmi Tunahan isimli Kur’an öğreticisi şahıstır. O, öğrencilerine İmam Hatip okul¬larından çıkacak namaz memurlarının arkasında namaz kılma-malarını öğütlüyordu. Çünkü Tunahan, İslâmi değerlere düş-man laik sistemin temsilcileri olan namaz kıldırma memurları-nın, re¬jime hizmet ettiklerini çok iyi biliyordu.
Bugün İmam Hatip okullarından mezun olduktan sonra Di-yanetin emrine giren namaz memurlarının, müftü ve vaizlerin İslâmi bilgilerine ve kişiliklerine bakıldığında, bunların İs-lâm’dan ne derece uzakta oldukları görülecektir. Çünkü onlar İs-lâm’dan çok, laik sistem tarafından beslenmekte ve yaptıkları görev¬ dolayısıyla da rejimi memnun etmektedirler.
Laik sistem, kendi emniyeti için kurduğu ve emniyet sibobluğu vazifesi verdiği Diyanet İşleri Başkanlığına yalnızca eleman yetiştir¬mekle kalmamış, aynı zamanda yetiştir¬diği ele-manları, işleyecekleri dini cinayetler karşılığında maaşa bağla-mıştır. T.C Devleti, her yıl düzenli olarak bütçesinin önemli bir bölümünü Diyanet İşleri Başkanlığına rüşvet olarak vermekte-dir.
Diyanet Teşkilatı kendisine yükletilen “Dini, vicdanlara hapsetme” görevini hiç şüphesiz laik¬liğin esaslarına ve prensip-lerine uygun bir şekilde yerine getirmiş, halen de aksatmadan yerine getirmektedir. Bunun için İslâmi esaslardan birçoğunu örtbas etmiş, gizlemiş, birçoğunu da çarpıtarak asıl anlamların-dan saptır¬mıştır. Yani Diyanet İşleri Teşkilatı, Yüce Allah’ın di-nini kiraladığı müftü, vaiz ve namaz kıldırma memurları vasıta-sıyla açıkça katletmiştir. Bunun için toplumun Kur’anî düşünen kimseleri bu teşkilata “Cinayet İşleri” veya “Hıyanet İşleri” adını vermiş, teşkilatın atadığı namaz kıldırma memuru, müftü ve va-izlere itibar etmemiştir.
Laik sistem tarafından kurulan Diyanet İş¬leri Teşkilatı, felsefesine uygun kişileri ücret karşılığında müftü, vaiz ve namaz kıldırma me¬muru olarak kiralamış ve onlara görevlerini bildire-rek halkın önüne çıkartmıştır. Bu görevliler de kendilerine veri-len görev gereği, Kuran’ın bütü¬nünü Arapça okudukları halde bir kısmını gizle¬yerek diğer kısımlarının anlamlarını halka ulaş¬tırmaya çalışmışlardır. Yani bu görevliler Kur’anî gerçeklerin bir kısmını aldıkları ücret karşılığında bile bile gizlemişler, halka ulaştırmamışlardır.
Bu ücretli görevlilerin, dinin sadece bu kadarını bildikle-ri söylenemez. Çünkü bir üst ayeti okuyup onun altındaki ayetle-ri görmemek mümkün değildir. Kuran-ı Kerim’deki iyilik, güzel-lik, yardımseverlik ayetlerini okuyarak, içki, kumar, zina ve fai-zin kesin haram oldu¬ğunu, bunları serbest hale getirenlerin hiç şüphesiz kâfir olduklarını, hâkimiyetin Allah’a ait olduğu gerçe-ğini toplumdan gizleyen Diyanet görevlileri, ancak bu şekilde kendilerine verilen görevleri ifa etmektedirler. Bu görevlilerin böyle yapmasını isteyen, Diyanet Teşkilatını kuran laik sistemin ta kendisidir. Ancak şu unutulmamalıdır ki Allah (Subhanehu ve Tealâ), indirdiği açık delillerin tü¬münün açıklanmasını istemek-te ve bir kısmını giz¬leyenlere lanet edileceğini bildirmektedir.
“İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hida¬yetin kendisi olan ayet-leri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya mutlaka onlara Allah lanet eder. La¬net edebilecek olan herkes de lanet eder.” (2 Bakara/159)
Diyanet görevlisi olan müftü, vaiz ve namaz kıldırma me-murları, laik rejimden aldıkları birkaç kuruş maaş uğruna Yüce Allah’ın indirdiği apaçık delilleri ve hidayeti gizleyerek, ebedi ve küçük düşürücü cezayı hak etmişlerdir.
“Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yeyip de karınlarına dol-durdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Al-lah ne kendileriyle konuşur ne de onları temize çıkarır. Ora-da onlar için can yakıcı bir azap vardır. Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklı-dırlar!” (2 Ba¬kara/174-175)
Oysa kitaba varis olanlar, kitabı açıp oku¬yanlar onu açıkla-makla mükellef tutulmuşlar¬dır. Diyanetin maaşlı elemanları, al-dıkları bir¬kaç kuruş için Kuran’ı gizlemişler, hükümlerini sap¬tırmışlar ve böylece Kuran’ın hükümlerini arkala¬rına atmışlar-dır.
“Bir zaman Allah, kendilerine kitap verilenlerden "Onu mut-laka insanlara açık¬layacaksınız ve asla gizlemeyeceksiniz" diye söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler ve az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları bu alışveriş ne kadar da kö-tüdür!” (3 Ali İmran/187)
Böyle yapmakla Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın hükümleri-nin toplum tarafından anlaşılarak hayata hâkim kılınmasına en-gel oldular. Aldıkları az bir ücret için din ve devlet bütünlü¬ğünü bünyesinde barındıran İslâmi esasları, vic¬danlara hapsettiler. Vicdanlara hapsedilen bir din ise hiçbir zaman hayata hâkim olamaz. Zaten laik Kemalist sistemin de istediği bu değil miydi? Namaz kıldırma memurları, müftü ve vaizler, dinin toplum tara-fından anlaşılmasını engellemekle kötülükle¬rin toplum hayatına egemen olmasına en büyük desteği sağlamışlardır.
Diyanet görevlileri kötülüklerin toplum hayatına egemen olması için elbette ki kötülüğü övüp yüceltmediler. Zaten kendi-lerine biçilen rol de bu değildi ki! Kötülükleri başkaları yani reji¬min bizzat kendisi, toplumun önüne çıkaracaktı. Fakat top¬lumdaki dini inanç bu kötülüklerin yayılmasına engel oluyordu. Bu dini inanç, toplumdan kaldı¬rılmadıkça kötülükler topluma hâkim olamaya¬caktı. Öyleyse dini inançlar ya toplumun hayatın¬dan tamamen kaldırılmalıydı ya da vicdanlara hapsedilmeliydi ki, kötülükler yayılabil¬sin. Ancak dini vicdanlara hapsetme işi, toplumun içerisindeki güvenilen kişilere verilmeliydi ve bu iş din adına yapılmalıydı ki toplum bunun sonu¬cunda laik Kema-list sisteme karşı cephe almasın. İşte bu görev yani dini siyaset-ten, yönetimden, hayatın bizzat kendisinden ayrı tutarak vicdan-lara hapsetme işi Diyanet İşlerinin paralı uşaklarına ve¬rildi. Hatta yukarıda da belirttiğimiz gibi bunun için devlet kasasın-dan en büyük pay Diyanet İşleri Başkanlığına ay¬rıldı. Bakınız bu diyanetin paralı uşaklarının en eskilerinden olan Ahmet Hamdi Akseki isimli şahıs, laik sistemin dini siyasetten çekip vicdanlara hapsetme felsefesine canı gönülden katılmış, yazdığı yazılarda İslâm’dan ve İslâm’ın siyasi görüşünden ne kadar gafil olduğunu ortaya koy¬muştur.
“Din bir devlet işi değil, vicdan işidir. Nerede devlet, fertle-rin din işleriyle meşgul olmuş ve bunu nizamlamaya kalkmış ise orada bir hu¬zursuzluk başlamıştır. Çünkü öyle yerlerde za¬manla din, siyasete, netice itibariyle de şahsi menfaate alet edilmiş, ta-assup hâkim olmuş ve İs¬lâm dininin esas vasıflarından biri olan şefkat ve müsamaha ortadan kaldırılarak yerini zulüm ve zorba-lığa bırakmıştır.”
İşte bu şekilde Diyanet İşlerinin en te¬pesinde bulunan Diyanet İşleri Başkanından tu¬tun da en alt kademesindeki na-maz kıldırma me¬muruna kadar Diyanet görevlilerinin tümü, di-ni vicdanlara hapsederek gizlemişler, hakkın toplum tarafından anlaşılma¬sına engel olmuşlardır. Bu ise onların yapabileceği en kötü iştir. Aşağıdaki soruları cevaplamaya çalışırsak meseleyi daha net anlayacağımız kanaatindeyim:
Acaba bugüne kadar hangi Diyanet yetki¬lisi, hâkimiyet ve egemenlik hakkının sadece Allah (Subhanehu ve Tealâ)’ya ait ol-duğunu söylemiştir?
Acaba kaç Diyanet görevlisi, Allah’ın indirdiği hü¬kümler dı-şında kanun ve yasa vâzedenlerin kesinlikle kâfir olduklarını ve onlara asla itaat edilmemesi gerektiğini, itaat edenlerin onlar gi-bi kâfir olduğunu dile getirmiştir?
Acaba kaç Diyanet görevlisi, yaşadı¬ğımız coğrafya üzerinde hüküm süren tağutlara karşı sevgi beslememe¬miz, aksine onlara ve yandaşlarına buğz edip düşmanlık göstermemiz gerektiğini, demokrasinin bir put, demokratların ise putperest olduğunu söylemiştir? Siz hiç Diyanet görevlilerinin “Ben müslümanım” di¬yen kimselerin, demokratik sisteme taze kan pompalamak adına 3-5 yılda bir yapılan demokratik seçimlerden uzak durma-sı gerektiğini, aksi halde şirke ve küfre düşeceklerini söylediğini işittiniz mi? Biz kesinlikle böyle bir söz işitmedik!
Aslında İslamın tarih boyunca üzerinde durduğu ve uğruna mücadele verdiği temel mesele, hâkimiyet ve idarenin sadece ve sadece Allah (Subhanehu ve Tealâ)’ya tahsis edil¬mesi meselesidir. Tarih boyunca meydana gelen tevhid-şirk kavgasının yegâne se-bebi budur. Toplumun gözünde İslâm’ı temsil edenlerin insanla-ra ulaştırması gereken ilk mesele “Hâkimiyet, kayıtsız şartsız Al-lah’ındır” ilkesi olmalıdır. Ancak ne yazık ki günümüzdeki Diya-net görevlilerinin bizzat kendileri bu temel meseleden bihaber-dir. İçlerinden haberdar olanlar da rızk endişesi içine girmiş ve bu gerçeği gizlemişlerdir.
“Allah'ın ayetlerine karşılık az bir değeri satın aldılar da (insanları) O'nun yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür!” (9 Tevbe/9)
Diyanetin ücretli uşaklarının ister bilerek ister bilmeyerek hangi nedenle olursa olsun hakkı gizlemeleri ve halka yalnızca laik sistemin belirlediği meseleleri anlatmaları, onların Kuran’ı parça parça ettik¬lerinin ve hükümlerini gizlediklerinin apaçık de¬lilidir. Elbette bunun hesabı sorulacak ve hak ettikleri cezaya çarptırılacaklardır.
“Onlar, Kuran'ın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmaya-rak onu kısım kısım böldüler. Rabbin hakkı için biz, mutlaka on¬ların hepsini yaptıklarından dolayı hesaba çekeceğiz. Şimdi sen emrolunduğunu açıkça tebliğ et ve müşriklerden yüz çevir! Muhakkak ki alay edenlere karşı biz sana yeteriz.” (15 Hicr/91-95)
Kuran’ı parça parça ederek belirli bir bölümü ile hareket edenler için Kuran’ın öngördüğü ceza, dünya hayatında zillet, ahirette ise azabın en şiddetlisine itilmektir.
“Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu halde içinizden böyle yapanlar, netice ola-rak dünya hayatında perişanlıktan başka ne ka¬zanırlar? Kıyamet gününde de en şiddetli azaba uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.” (2 Bakara/85)
Diyanetin ücretli memurları, diyanetin emir ve yasaklarını Allah ve Resulü’nün emir ve yasaklarının üstüne çıkarmışlardır. Dolayısıyla Kur’anî emirler onlar için hiçbir şey ifade etmemek-tedir. Cenaze namazı ile ilgili tutumları bunun en açık gösterge-sidir. Allah (Subhanehu ve Tealâ), İslam dininden hoşlanmayan fasıkların ve münafıkların namazlarının kılınma¬masını, mezar-ları başında durulmamasını emreder¬ken bu namaz kıldırma memurları bırakın münafıkları Allah’ın dinine, Kuran’a, Rasule ve Müslümanlara apaçık düşmanlık yapan dinsizlerin bile na-mazlarını kıldırmakta, onlar için dua etmektedir¬ler. Namazdan sonra da bu dinsizlerin ölüsünü almaya gelenler “Kahrolsun şe-riat” diyerek İslâm’a saldırmaktadırlar.
“Ve onlardan biri ölürse asla namazını kılma ve kabrinin başına gidip durma! Çünkü onlar Allah'ı ve Rasulünü tanı-madılar ve fasık olarak can verdiler.” (9 Tevbe/84)
Bir tarafta Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın emri, di¬ğer tarafta ise Diyanet İşlerinin ve Laik sistemin emri… İşte bu durumda Namaz kıldırma memurları Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın emri-ni göz ardı edip Laik sistemin emrini yerine getirmektedir. Bu davranışlarıyla da kitabın hü¬kümlerini arkalarına atmış ol¬maktadırlar.

Diyanete daha doğ¬rusu laik sisteme hizmeti iba¬det kabul eden müftü, vaiz ve namaz kıldırma memurlarından oluşan bu gurup, içinde bulun¬dukları teşkilattan tevbe ederek Allah’a ve O’nun Yüce Kitabına teslim olmadıkları ve Kur’ani gerçekleri in-sanlara ol¬duğu gibi anlatmadıkları sürece ne Müslümanlarla be-raber olabilirler ne de Allah tarafından bağışlanabilirler.
“Ancak tevbe edip halini düzelterek gerçeği söyleyenler baş-ka… İşte onları ben bağışlarım. Ben çok merhamet ediciyim, tevbeleri çokça kabul edenim.” (2 Bakara/160)
Tüm bu Kur’ani gerçeklerden sonra namaz kıldırma memurlarını ve diyanete bağlı tüm bel’amları İslâmi gerçekleri saptırmaktan vazgeçmeye ve tevbeye davet ediyoruz. Eğer yap-tıklarından vazgeçmezler ve tevbe etmezlerse Rabbimizin şu ayeti kerimesiyle bildirdiği kimselerden olacaklarını da onlara hatırlatırız:
“Onlar ebedi olarak onun altında ka¬lırlar. Ne azapları ha-fifletilir ne de kendile¬rine göz açtırılır.” (2 Bakara/162)
Uyarı
Bizim bu kitabı kaleme almakta ana gayemiz namaz kıldır-ma memurlarının düştüğü ve düşebileceği hataları ifade etmek ve bundan sakındırmaktır. Bunun yanında Türkiye Cumhuriye-tinde yaşayan insanların, namaz kıldırma memurlarının duru-munu açıkça görmeleri ve bulundukları makamın ne manaya geldiğini, kişiye hangi sorumlulukları yüklediğini ve neleri ge-rektirdiğinin farkına vararak onların arkasında namaz kılmanın ne manaya geldiğini göstermektir.
Ayrıca çalışmamızda namaz kıldırma memurlarının duru-munun oldukça tehlikeli olduğunu ve Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın beş vakit farz kıldığı namaz farizasını bu kimselerin arkasında eda etmenin yanlışlığını göstermeye çalıştık. Fakat bunun yanında namaz kıldırma memurlarının hangi yönlerden küfre, şirke, günaha ve bidate saplanabileceklerini göstermeyi de ihmal etmedik. Bir kişi, islami açıdan bu namaz kıldırma me-murlarının durumunu öğrendikten sonra halen namazlarını bu kıldırgaçların arkasında kılmaya devam ederse kendisinin de namaz kıldırma memurlarının düştüğü hatalara düşmesinin ka-çınılmaz olacağını göstermeye çalıştık.
Hiç şüphesiz İslam dini, basite alınacak bir din değildir. Bu dinin kurallarını Allah ve Rasulu belirler. Dinimizde akla, hevaya, çoğunluğun yaşadığı dine, örfe, âdete ve ananeye yer yoktur. İnsanların kınamasından çekinildiği için yanlış olduğu-nu bildiği şeylerde ısrar etmeye de yer yoktur. Zira bu, akıllı bir insanın yapacağı bir iş değildir. Nitekim dünya hayatı geçicidir ve sonunda ya sonsuz bir cennet ya da sonsuz bir cehennem vardır. Dinin emir ve yasakları çok hassas ve önemlidir. İslam dini hayat sistemidir. Kişinin benimsediği sistem ve yaşantısı onun dinidir. Kim bundan başka bir şey iddia ederse onun iddi-ası batıldır.
Tarih boyunca yeryüzünde sürekli olarak iki din mevcudiye-tini sürdürmüştür. Birisi ilahi olan ve Allah (Subhanehu ve Tealâ) tarafından gönderilen tevhid dini, diğeri ise insanların kendi ka-falarından uydurmuş oldukları şirk dinidir. Her iki dinin de ta-raftarları ve destekçileri olmuştur. Zaten bir dinin taraftarları ve destekçileri yok ise o dinin hâkim ve egemen olması düşünüle-mez. Batıl dinin idarecileri, dinlerine taraftar toplamak ve dinle-rini hâkim kılmak için sürekli olarak insanların manevi duygula-rını istismar etmiş ve türlü oyunlarla onları kandırmışlardır. Bâ-tıl sistemlerini ayakta tutacak, koruyacak, meşrulaştıracak ve halka bu sistemin dininin hak din olduğunu gösterecek, halkın manevi değerlerini okşayacak, bazen kendi dinlerini bazen de hak dinin kendi saltanatlarına dokunmayan yönlerini anlatacak kimseler bulmak, bu oyunların en çok başvurulanıdır. Türkiye Cumhuriyeti de bunu, kendi bünyesinde kurmuş olduğu Diyanet İşleri Teşkilâtı vasıtasıyla gerçekleştirmektedir.
Ne mutlu hak dininin, hakikatini görüp de onun taraftarlı-ğını yapanlara… Yazıklar olsun şirk dininin taraftarlığını yapıp meşrulaştıranlara, yardım edenlere, destekçi olanlara ve bu di-nin ayakta kalmasına katkıda bulunanlara…
Çalışma ve gayret bizden, muvaffakiyet ise Âlemlerin rabbi olan yüce Allah’tandır.
“Doğrusu size Rabbinizden apaçık belgeler gelmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa za-rarı kendisinedir. Ben sizin üzerinize bekçi değilim.” (6 Enam/104)
"Bütün mülk elinde bulunanın şanı ne yücedir. O her şeye kadirdir. O, hanginizin daha güzel amelde bulunacağını de-nemek üzere ölümü ve hayatı yaratandır. Azizdir, çok mağ-firet edendir." (67 Mülk/1-2)
"Her nefs ölümü tadıcıdır. Bir deneme olarak sizi hayırla da şerle de imtihan ederiz. Sonunda ancak bize döndürülecek-siniz." (21 Enbiya/35)
Abdullah el-Ensar
Basel/İsviçre
1430 H.
şehadet yayınları namaz kıldırma memurları arkasında namaz adlı kitaptan alıntıdır
 
Üst Ana Sayfa Alt