Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Namazı, Zekatı Terk Edenlerin Hükmü

U Çevrimdışı

uksimu

Aktif Üye
Frm. Yöneticisi
Namazı, Zekatı Terk Edenlerin Hükmü

"Eğer tevbe ederler, namazı dosdoğru kılarlar ve zekatı da verirlerse, artık yollarını serbest bırakın." Bu şartlar müşriklerin müslümanların arasında kalmalarına müsaade edilmesi için gerçekleşmesi gereken şartlardır. Tevbe etmeleri, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmeleridir. Hakiki tevbenin alameti namazı kılmak ve zekatı vermektir. Şayet kelime-i şehadet getirseler, namazı kılmayı ya da zekatı vermeyi reddetseler bundan dolayı kendileriyle savaşılır. Namazı terk eden öldürülür. Ancak zekat vermeyi terk eden öldürülmez. İslâm devlet başkanı onun malının yarısını alır. Onun malının yarısının alınması Rabbimizin ikramlarından bir ikramdır. Hz. Muhammed (sav) için ve onun soyundan gelenler için zekat malından bir şey almak caiz değildir.

Namazı terk eden kimsenin hükmü hakkında İslâm âlimleri ihtilaf etmişlerdir. Birincisi: Namaz kılmamayı helal görerek terk eden kimsenin kâfir olduğu ve öldürülmesi gerektiği hakkında âlimler ittifak etmişlerdir. Yani, İslâm devleti kadısı, namazı terk eden kimseye: "Neden namaz kılmıyorsun?" diye sorar. O kimse de "bana namaz farz değildir" derse kâfir olmuştur ve küfründen dolayı öldürülür. Öldürüldükten sonra namazı terk eden bu kimse yıkanmaz, kefenlenmez, cenaze namazı kılınmaz, müslümanların mezarlığına defnolunmaz. Ayrıca çocukları da onun malına mirasçı olamazlar. Çünkü, dinleri farklı olan iki ayrı din sahibi birbirlerine mirasçı olamazlar. Bu, namazın farz olduğunu inkar eden kimsenin hükmüdür. Ancak, kadı kendisine; "niçin namaz kılmıyorsun?" diye sorduğunda; "Vallahi, tembellikten dolayı kılmıyorum. Yüce Allah'tan bana nefsime karşı yardım etmesini niyaz ederim" vb. gibi cevaplar verirse, bu kimse namazın kılınmamasını helal görmüyor ve farz olduğunu da inkar etmiyor durumundadır. Böyle kimselerin hükmü hakkında müçtehid imamlar ihtilaf etmişlerdir. Tembelliğinden dolayı namaz kılmayan kimse, kadı tarafından hapsedilir ve üç gün orada tutulur. Üç gün sonra kadı hapse bir adam gönderir ve namaz kılıp kılmadığını sorar. Eğer hâla kılmıyor ise Ebu Hanife'ye göre; vefat edinceye veya namaz kılmaya başlayıncaya kadar hapiste bırakılır. Ayrıca kadı ona tazir cezası vererek onu dövebilir. Maliki ve Şafii mezhebine göre ise; o kimse namaza başlamadığı taktirde, had uygulanarak öldürülür. Had uygulanarak denilmesinin nedeni; öldürüldükten sonra yıkanıp kefenleneceği ve cenaze namazı kılınıp müslümanlar mezarlığına defin olunacağını ifade etmesi içindir. Hanbeli mezhebine göre ise; namazı inkâr etmeyipte yalnızca tembelliğinden dolayı kılmayan kimse küfründen dolayı öldürülür. Öldürüldükten sonra ise, cenazesi yıkanmaz, kefenlenmez, namazı kılınmaz ve müslüman mezarlığına defin olunmaz. Hanbelilerden bazıları onun cesedi köpeklere atılır, bazıları da yahudi ve hristiyanların mezarlığına defin olunur demişlerdir.

Zekat vermeyen kimsenin hükmü ise; zekatı vermeyen kimse kâfir olmaz. Ancak bunlar silahlı bir topluluk olarak İslâm'ın emirlerinden bir emri, -sünnet olsa dahi- engellemeye kalkışırlarsa onlarla savaşılır. İslâm devletinin, o kimselerin üzerine ordu göndermesi ve o emri -bu herhangi bir sünnet dahi olsa- uygulatması gerekir. Örneğin, bir köy veya mahalle halkı: "Biz cemaatle namaz kılmayız" diyerek cemaatle namazı topluca terk etseler ve buna gerekçe olarak biz mehdiyi ya da imamul muntazarı bekliyoruz deseler ve bunlar ister ehli sünnetten, isterse şiadan olsunlar halifenin bunların üzerine bir ordu gönderip İslâm'ın o şiarının uygulanmasını sağlaması gerekir. Namazda cemaatın değil de ezan gibi hükmen daha hafif olan herhangi bir sünnet dahi topluca terkedilmiş olsa, yine imamın veya halifenin ya da hakimin üzerine o kimselerle savaşmak ve onlara ezanı okutmak düşer.

Netice itibariyle, zekatı vermeyen kimse bir, iki veya on kişi gibi küçük gruplar olursa bunlara karşı savaşılmaz. Fakat halifeye veya hakime: "Gel bizimle savaş, biz de seninle savaşacağız" derlerse bunlarla savaşılır. Zekat vermekten imtina ettikleri takdirde hapsedilir ve mallarının yarısı alınır.

Namaz da, zekat ta farzdır. İkisi arasında ayırım yapmak caiz değildir. Bu nedenle zekat vermeyi terk edenlere Ebu Bekir (ra) harb ilan etmiş ve: "Allah'a yemin ederim ki namazla zekatın arasını ayıranla savaşacağım. Ben sağ iken din eksiltilsin mi? Allah Rasulü (sav) için eda ettikleri şeyleri terk ederek beni yeni doğmuş bir oğlak gibi o şeylerden men ederlerse, Allah'a yemin ederim ki men etmek istedikleri o şeyler için onlarla ölünceye kadar savaşırım" demiştir. İslâm ordusu Hz. Ebu Bekir'in bu emriyle müşriklerin üzerine harekete geçer. Arap Yarımadası'nın hemen hemen hepsi irtidad etmişti. Koca Arap Yarımadası'nda, içerisinde Allah'a ibadet edilen üç mescit kalmıştı. Bunlar, Mescidu'l Haram, Mescidu'n Nebevi ve Beni Abdulkays'ın Bahreyn'deki mescidi idi. Bahreyn bugünkü Bahreyn olarak bilinen yer değildir.
Arap Yarımadası'nın doğu mıntıkasının tamamına Bahreyn denilir. Bu nedenle, Rasulullah (sav)'in zamanında "Bahreyn'den mal geldi," "Ebu Ubeyde Bahreyn'den mal getirdi" denildiğinde günümüzdeki Körfez ülkesi Bahreyn kastedilmemektedir. Bahreyn, körfez toprakları üzerindeki doğu mıntıkasının tamamına verilen isimdir.

"Allah Rasulü (sav) için eda ettikleri şeyleri terk ederek beni, -yeni doğmuş bir oğlak gibi- men ederlerse, Allah'a yemin ederim ki, menetmek istedikleri o şeyler için onlarla ölünceye kadar savaşırım." Ancak, bu kimseler tevbe ederlerse veya yenilirlerse onlardan yaralıları öldürülmez , kadınları esir alınmaz, malları ganimet olmaz. Fakat, bu kimseleri silah ve maddi açıdan destekleyen arkalarında ikinci bir büyük topluluk var ise, yaralıları öldürülür, kaçanları takip edilir. Çarpışma anında geri dönüp gitmek isteyen kimseler, arkalarında onları destekleyen ikinci bir güç bulunmadığı sürece öldürülmezler.

"... Eğer tevbe ederler, namazı dosdoğru kılarlar ve zekatı da verirlerse, artık yollarını serbest bırakın. Allah, şüphesiz çok bağışlayıcıdır. Çok merhametlidir." (Tevbe, 5) Çünkü bu kimseler tevbe etmeleri, namaz kılıp zekat vermeleri suretiyle, artık İslâm'a girmişlerdir. Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmaktadır. "İnsanlarla, "la ilahe illalah Muhammedur Rasulullah" deyinceye, namazı kılıncaya ve zekatı verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunu yaptıkları zaman benden kanlarını ve mallarını, İslâm'ın hakki hariç, korumuş olurlar."

Hz. Ebu Bekir'in zekatı vermeyenlere karşı savaşmayı istediği zaman sahabelerin, özellikle Hz. Ömer'in bu isteğe karşı çıkmasını anlayamıyorum! Çünkü Ömer (ra) onlar; La ilahe illallah Muhammedur Rasulullah dedikleri halde sen onlara karşı nasıl savaşırsın demişdir. Rasulullah'ın şu hadisini hatırlatmıştır: "Ben, insanların Allah'tan başka ilah olmadıklarına şehadet etmelerine kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Eğer bunu yaparlarsa, onlar benden kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Ancak kelime-i şehadetin hakkını verme onun dışındadır."

Peki kelime-i şehadetin hakkı nedir? Alimler onun hakkının Rasulullah'ın söylediği şu üç şey olduğunu söylemişlerdir: "Bir müslümanın kanı ancak şu üç şeyden birini işlemekle helal olur: Evli iken zina etmek, haksız yere birini öldürmek, dinini terk edip cemaatten ayrılmaktır. Diğer bir rivayette: "Bir müslümanın kanı ancak üç şeyden biri ile helal olur; iman ettikten sonra kafir olmak (küfre düşmek), evli iken sonra zina etmek ve haksız yere bir cana kıymaktır." Yine üç şeyi birbirinden ayıranın Allah, rahmeti ile onun arasını ayıracağı rivayet edilmiştir. Bunun bir hadis olduğu zikredilmiştir. Ancak ben bunun sahih hadisler arasında kaynağını bulamadım. Bu hadisin tamamı şöyle rivayet edilmektedir: Kim üç şeyin arasını ayırırsa Allah da kıyamet gününde onunla rahmetinin arasını ayırır:

- Kim; "ben Allah'a itaat ederim, Peygambere itaat etmem" derse, halbuki Allah teala "Allah'a itaat edin ve peygambere itaat edin" buyurmuştur. (Nisa, 59)
- Yine; "kim namazı kılarım, zekatı vermem" derse, halbuki Allah; "namazı kılın, zekatı verin" (Bakara, 43) buyurmuştur.
- Bir de kim Allah'a şükür ile anne ve babaya itaat etmenin arasını ayırırsa; halbuki Allah teala; "Bana ve ana babana şükret" (Lokman, 148) buyurmaktadır.

İbn Mesud (ra) şöyle demektedir: "Namaz ve zekatla emir olundunuz. Kim (namaz kılar fakat) zekat vermezse onun namazı yoktur." İbn Zeyd'de şöyle diyor: "Yüce Allah namazı ve zekatı farz kıldı ve bu ikisinin arasının ayrılmasından yüz çevirdi. Zekatı vermeyenin namazını kabul etmekten yüz çevirdi." "Eğer tevbe ederler, namazı dosdoğru kılarlar ve zekatı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah şüphesiz çok bağışlayandır, çok merhametlidir." (Tevbe, 5)

Kardeşlerim dikkatli olalım inşallah.!!!
 
Üst Ana Sayfa Alt