E
Çevrimdışı
NEDEN SÜNNET?..
Allah Teâlâ insanları ve cinleri kendisine kulluk/ibadet etsinler diye yarattı. Sonra bu ibadetin nasıl yapılacağını bildirsin ler ve Allah'tan başkasına ibadete saptıkları zaman onları yalnız Allah'a ibadete çağırsınlar diye nebiler ve rasüller gönderdi. Ve o elçiler, bizlere Allah'ın bizlerden istediği kulluk vazifesin i/ibadeti nasıl yapacağımızı bildirdi, hayatlarıyla ortaya koydu. Allah'ın razı olduğu din onların hayatlarında pratize oldu. Çevresindeki mü'minler de bu canlı örneği aynel yakîn görerek onunla yaşadılar. Ve seçilmiş insan, seçilmiş bir toplum içerisinde (nebi ve ashabı) Allah'ın vahiyle bildirdiği ölçüyü o günün ve daha sonrasının insanlarına gecesi gündüzü gibi apaydınlık bir yol olarak çizdi. Bu yoldan ancak helak olanlar sapar ve öyle de oldu.
Allah, dinin telakkisi ni insanların akıllarına bıraksaydı kitap indirmezdi. Daha ötesi, indirilen kitabı açıklasın diye elçi göndermezdi. Aklın gaybı idraki mümkün olmadığı için, insanlar açısından gayb olan "Allah'ın rızasının nerede olduğu" ilahi vahy yoluyla bildirildi. Aklın, gaybı bilme uğraşıyla yanlış yerde kullanılması değil, bildirilen ilahi öğretinin fehminde/anlaşılmasında kullanılması esası ortaya konuldu. Allah, bu ümmete diğer ümmetlerde olmayan isnad ile nakil ayrıcalığını bahşetti. Böylece, ilahi tebliğin aslı ve açıklaması / teorisi ve pratiği Allah'ın hıfzı ile Kıyamet'e kadar korunmuş oldu. Gaybı vahiyden öğrenme esası geçerliliğini hiç yitirmedi .
Geçmişten bugüne, açıktan ve gizliden İslam'a düşman olanlar, İslami toplumun Rabbleri ile aralarındaki bu iletişimi koparmak için uğraştılar. Allah Subhânehu ve Teâlâ her şeyi gören ve işiten olduğu için, gizli ve aşikar her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olduğu için bu iletişimi iki yönden kesmeleri mümkün değildi. Rabbleri onları daima işitti ve gördü. Tüm yaptıklarından ve istedikle rinden haberi oldu. Ama onların Rabbleri ile iletişimi kopmuştu. Onlar, Rabblerin in ne istediğinden habersizd iler. Bunu gerçekleştirdi İslam düşmanları... Bir çok müslüman da buna -belki de bilmeyere k alet- oldu. Rabblerin i seviyor, rızasını kazanmak ve cennetine girmek istiyorla rdı. Fakat, iletişim koptuğu için rızasının nerede olduğunu bilmiyorl ardı.
İlk yaptıkları akıl yürütmek oldu. Ve hepsinin aklı başka bir şeyi uygun gördüğü için dinlerini parça parça ettiler. Bazıları bir şeylerde doğruya isabet etti, gerisinde yanlışa düştü. Diğerleri ise bir başka şeyde isabet etti ve bir çok şeyde yine yanlışa düştü. Tahminle dini, doğru ve hak dini bulmak olmuyordu çünkü...
Bir kısım insanlar çıkıp dediler ki "bakın işte Allah'ın Kitabı ortada, o bizim iletişimimiz." Bu bir açıdan doğru, bir açıdan yanlıştı. Evet, Allah'ın Kitabı bu iletişimin bir kısmını sağlıyordu ama özellikle "açıklama/pratik" yine bilinmiyo r, yine bu yönde kopukluk yaşanıyordu. Bunun yerini de hemen ilkinde olduğu gibi akılla doldurdul ar. Allah'ın ayetleri hakkında akıllarını yürüttüler. Oysa bizzat Kur'an bunu yasaklamış ve Allah'a karşı, O ve ayetleri hakkında bilgisiz/ilimsiz konuşmanın haram olduğunu bildirmişti.(A'raf 33 ve Ahzâb 36) Ama insanlar cahildi. Ellerinde, Allah'ın ayetlerin i anlayacak ları bilgi yoktu ve bu bilginin kendileri ne nakli için gerekli olan iletişim kopuktu. Ve onlar hâlâ Allah'ın rızasını istiyorla r, bunu ayetler üzerinde kafa yorarak anlamaya çalışıyorlardı. Bir şeylerde isabet ettiler, bir çok şeyde yine hataya düştüler. Bu onları, dinlerini parça parça etmekten kurtarama dı. Çünkü her birinin ayeti anlaması değişiyordu. Her ne kadar birinci grup (hem Kur'an'dan hem Sünnet'ten uzak olanlar) kadar olmasalar da ayetleri yanlış anlamaları bir çoğunu derin çıkmazlara ve bildiğini zannetme yanılgısına itti. "Cahil mürekkeb" oldular. Hem bilmedile r, hem de bilmedikl erini bilmedile r.
Oysa, ilahi buyruk vahiy yoluyla tebliğ edilmiş, pratize edilmiş, örnek bir toplumda her yönüyle yaşanmış ve bunların herbiri nesillerd en nesillere sikalar vasıtasıyla nakledilm iştir. Hatta kitaplard a toplanmış ve tasnifi, tertibi yapılmıştır. Geriye iletişim hattını koptuğu yerden bağlamak kalmaktadır.
Bir takım insanların bu nakil ve naklin keyfiyeti, sıhhati konusunda (hadis ve hadis ilimleri) cahil olmaları onları, akıllarını kullanara k iletişim kurma yönüne itmiş olabilir. Fakat bu, kendi yanlışını itiraf etmemek için karşıdaki doğruyu inkar olur. Aslında bugün yaşanılan da budur.
Sorun çevrenizdeki insanlara ...Hatta imamlara, müftülere sorun. Ne kadar iletişimleri var dinin sahih pratiği ile?..Sorun; sünnet olarak, hadis olarak ne biliyorla r? Sorun onlara, Kelime-i Tevhid getirirke n söyledikleri "Muhammed Allah'ın elçisidir" cümlesi ne ifade ediyor? Ne getirmiş bu elçi? Ve bu elçinin getirdikl eri ile bağları hangi noktada?..Şayet elçi ile bağları kopuksa bu, o elçiyi gönderenle de bağlarının kopuk olduğunu gösterir. Maalesef, vakıa da budur!
İşte bizler bu kopuklukl arı gidermek için "Sünnet" diyoruz. Rabbimizl e bağımızı sağlam tutmak için...O'nun Kitabı, Rasulü'nün sünneti ve sahabiler in anlayışı...Bu bize nesil nesil sahih bir şekilde nakledilm iş. Uydurma ve zayıf nakiller temizlenm iş. Maalesef bir çok insan kendi cahilliği nedeniyle bütün bunlardan habersiz ve bunların yapılmadığını zannediyo r. Hem öyle bir kişiden başka bir kişiye sırri bir şekilde de yapılmamış bu nakiller. ..Öyle ki, hadis imlası meclisler ine binlerce insan gelir ve hadis yazar. Yazdıklarını yine başkalarına yazdırırlar.
İşte bu, hevâsından konuşmayan nebiye gayri metlû vahiy olarak bildirile n, metlû vahyin açıklaması/pratiği ile olan bağ!. Bu bağ, gaybi bilgileri nakil yoluyla vahiyden almayı sağlar. Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem'in sahabiler ine çizdiği ana çizgiyi/kurtuluş yolunu sapmadan takip etmeye yarar. Yine, sahabiler ine göstererek o ana çizginin yanlarına çizdiği ve "şeytanın yolları" olarak nitelendi rdiği çizgilere/yollara sapmamızı engeller. Karanlıkta yürüyen; etrafı çukurlarla, engellerl e ve tehlikele rle dolu bir insanın durumu gibi. Hiç bir şey görünmez! İsteyen aklını kullansın. İsteyen de o çukurlar ve engeller arasından kendisine uzatılan ve çıkış yoluna/kurtuluşa/cennete/Allah rızâsına ulaştıran ipe tutunsun! Ve o ipi tuta tuta yürüsün. Çünkü o ipe tutunduğu sürece doğru ve tehlikesi z yoldadır. İpi bıraktığı anda ise aklıyla başbaşadır. Çok büyük ihtimalle bir kaç adım sonra bir çukurdadır. Şeytanın yollarından birine sapmış olur.
Bu ip, Allah'ın bizlere -müslümanlara- "sımsıkı sarılın!" dediği "hablullah"tır. Müslümanların birliktel iğini sağlayacak olan da, fert olarak kurtuluşunu sağlayacak olan da bu ipe olan bağlılığı, bu ip vasıtasıyla Allah ile olan iletişimidir.
Bugün insanların içerisine düştükleri bunalımın tek çıkış yolu nebevi metoda sarılmaktır. Bunun dışındaki her çözüm sun'i çözümdür, daha doğrusu avuntudur, çözüm değildir.
"Neden Sünnet?.." demiştik...İşte bunun için sünnet!..
Allah Teâlâ insanları ve cinleri kendisine kulluk/ibadet etsinler diye yarattı. Sonra bu ibadetin nasıl yapılacağını bildirsin ler ve Allah'tan başkasına ibadete saptıkları zaman onları yalnız Allah'a ibadete çağırsınlar diye nebiler ve rasüller gönderdi. Ve o elçiler, bizlere Allah'ın bizlerden istediği kulluk vazifesin i/ibadeti nasıl yapacağımızı bildirdi, hayatlarıyla ortaya koydu. Allah'ın razı olduğu din onların hayatlarında pratize oldu. Çevresindeki mü'minler de bu canlı örneği aynel yakîn görerek onunla yaşadılar. Ve seçilmiş insan, seçilmiş bir toplum içerisinde (nebi ve ashabı) Allah'ın vahiyle bildirdiği ölçüyü o günün ve daha sonrasının insanlarına gecesi gündüzü gibi apaydınlık bir yol olarak çizdi. Bu yoldan ancak helak olanlar sapar ve öyle de oldu.
Allah, dinin telakkisi ni insanların akıllarına bıraksaydı kitap indirmezdi. Daha ötesi, indirilen kitabı açıklasın diye elçi göndermezdi. Aklın gaybı idraki mümkün olmadığı için, insanlar açısından gayb olan "Allah'ın rızasının nerede olduğu" ilahi vahy yoluyla bildirildi. Aklın, gaybı bilme uğraşıyla yanlış yerde kullanılması değil, bildirilen ilahi öğretinin fehminde/anlaşılmasında kullanılması esası ortaya konuldu. Allah, bu ümmete diğer ümmetlerde olmayan isnad ile nakil ayrıcalığını bahşetti. Böylece, ilahi tebliğin aslı ve açıklaması / teorisi ve pratiği Allah'ın hıfzı ile Kıyamet'e kadar korunmuş oldu. Gaybı vahiyden öğrenme esası geçerliliğini hiç yitirmedi .
Geçmişten bugüne, açıktan ve gizliden İslam'a düşman olanlar, İslami toplumun Rabbleri ile aralarındaki bu iletişimi koparmak için uğraştılar. Allah Subhânehu ve Teâlâ her şeyi gören ve işiten olduğu için, gizli ve aşikar her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olduğu için bu iletişimi iki yönden kesmeleri mümkün değildi. Rabbleri onları daima işitti ve gördü. Tüm yaptıklarından ve istedikle rinden haberi oldu. Ama onların Rabbleri ile iletişimi kopmuştu. Onlar, Rabblerin in ne istediğinden habersizd iler. Bunu gerçekleştirdi İslam düşmanları... Bir çok müslüman da buna -belki de bilmeyere k alet- oldu. Rabblerin i seviyor, rızasını kazanmak ve cennetine girmek istiyorla rdı. Fakat, iletişim koptuğu için rızasının nerede olduğunu bilmiyorl ardı.
İlk yaptıkları akıl yürütmek oldu. Ve hepsinin aklı başka bir şeyi uygun gördüğü için dinlerini parça parça ettiler. Bazıları bir şeylerde doğruya isabet etti, gerisinde yanlışa düştü. Diğerleri ise bir başka şeyde isabet etti ve bir çok şeyde yine yanlışa düştü. Tahminle dini, doğru ve hak dini bulmak olmuyordu çünkü...
Bir kısım insanlar çıkıp dediler ki "bakın işte Allah'ın Kitabı ortada, o bizim iletişimimiz." Bu bir açıdan doğru, bir açıdan yanlıştı. Evet, Allah'ın Kitabı bu iletişimin bir kısmını sağlıyordu ama özellikle "açıklama/pratik" yine bilinmiyo r, yine bu yönde kopukluk yaşanıyordu. Bunun yerini de hemen ilkinde olduğu gibi akılla doldurdul ar. Allah'ın ayetleri hakkında akıllarını yürüttüler. Oysa bizzat Kur'an bunu yasaklamış ve Allah'a karşı, O ve ayetleri hakkında bilgisiz/ilimsiz konuşmanın haram olduğunu bildirmişti.(A'raf 33 ve Ahzâb 36) Ama insanlar cahildi. Ellerinde, Allah'ın ayetlerin i anlayacak ları bilgi yoktu ve bu bilginin kendileri ne nakli için gerekli olan iletişim kopuktu. Ve onlar hâlâ Allah'ın rızasını istiyorla r, bunu ayetler üzerinde kafa yorarak anlamaya çalışıyorlardı. Bir şeylerde isabet ettiler, bir çok şeyde yine hataya düştüler. Bu onları, dinlerini parça parça etmekten kurtarama dı. Çünkü her birinin ayeti anlaması değişiyordu. Her ne kadar birinci grup (hem Kur'an'dan hem Sünnet'ten uzak olanlar) kadar olmasalar da ayetleri yanlış anlamaları bir çoğunu derin çıkmazlara ve bildiğini zannetme yanılgısına itti. "Cahil mürekkeb" oldular. Hem bilmedile r, hem de bilmedikl erini bilmedile r.
Oysa, ilahi buyruk vahiy yoluyla tebliğ edilmiş, pratize edilmiş, örnek bir toplumda her yönüyle yaşanmış ve bunların herbiri nesillerd en nesillere sikalar vasıtasıyla nakledilm iştir. Hatta kitaplard a toplanmış ve tasnifi, tertibi yapılmıştır. Geriye iletişim hattını koptuğu yerden bağlamak kalmaktadır.
Bir takım insanların bu nakil ve naklin keyfiyeti, sıhhati konusunda (hadis ve hadis ilimleri) cahil olmaları onları, akıllarını kullanara k iletişim kurma yönüne itmiş olabilir. Fakat bu, kendi yanlışını itiraf etmemek için karşıdaki doğruyu inkar olur. Aslında bugün yaşanılan da budur.
Sorun çevrenizdeki insanlara ...Hatta imamlara, müftülere sorun. Ne kadar iletişimleri var dinin sahih pratiği ile?..Sorun; sünnet olarak, hadis olarak ne biliyorla r? Sorun onlara, Kelime-i Tevhid getirirke n söyledikleri "Muhammed Allah'ın elçisidir" cümlesi ne ifade ediyor? Ne getirmiş bu elçi? Ve bu elçinin getirdikl eri ile bağları hangi noktada?..Şayet elçi ile bağları kopuksa bu, o elçiyi gönderenle de bağlarının kopuk olduğunu gösterir. Maalesef, vakıa da budur!
İşte bizler bu kopuklukl arı gidermek için "Sünnet" diyoruz. Rabbimizl e bağımızı sağlam tutmak için...O'nun Kitabı, Rasulü'nün sünneti ve sahabiler in anlayışı...Bu bize nesil nesil sahih bir şekilde nakledilm iş. Uydurma ve zayıf nakiller temizlenm iş. Maalesef bir çok insan kendi cahilliği nedeniyle bütün bunlardan habersiz ve bunların yapılmadığını zannediyo r. Hem öyle bir kişiden başka bir kişiye sırri bir şekilde de yapılmamış bu nakiller. ..Öyle ki, hadis imlası meclisler ine binlerce insan gelir ve hadis yazar. Yazdıklarını yine başkalarına yazdırırlar.
İşte bu, hevâsından konuşmayan nebiye gayri metlû vahiy olarak bildirile n, metlû vahyin açıklaması/pratiği ile olan bağ!. Bu bağ, gaybi bilgileri nakil yoluyla vahiyden almayı sağlar. Rasululla h sallallah u aleyhi ve sellem'in sahabiler ine çizdiği ana çizgiyi/kurtuluş yolunu sapmadan takip etmeye yarar. Yine, sahabiler ine göstererek o ana çizginin yanlarına çizdiği ve "şeytanın yolları" olarak nitelendi rdiği çizgilere/yollara sapmamızı engeller. Karanlıkta yürüyen; etrafı çukurlarla, engellerl e ve tehlikele rle dolu bir insanın durumu gibi. Hiç bir şey görünmez! İsteyen aklını kullansın. İsteyen de o çukurlar ve engeller arasından kendisine uzatılan ve çıkış yoluna/kurtuluşa/cennete/Allah rızâsına ulaştıran ipe tutunsun! Ve o ipi tuta tuta yürüsün. Çünkü o ipe tutunduğu sürece doğru ve tehlikesi z yoldadır. İpi bıraktığı anda ise aklıyla başbaşadır. Çok büyük ihtimalle bir kaç adım sonra bir çukurdadır. Şeytanın yollarından birine sapmış olur.
Bu ip, Allah'ın bizlere -müslümanlara- "sımsıkı sarılın!" dediği "hablullah"tır. Müslümanların birliktel iğini sağlayacak olan da, fert olarak kurtuluşunu sağlayacak olan da bu ipe olan bağlılığı, bu ip vasıtasıyla Allah ile olan iletişimidir.
Bugün insanların içerisine düştükleri bunalımın tek çıkış yolu nebevi metoda sarılmaktır. Bunun dışındaki her çözüm sun'i çözümdür, daha doğrusu avuntudur, çözüm değildir.
"Neden Sünnet?.." demiştik...İşte bunun için sünnet!..