Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Nisa 59 Ayeti, Hüküm Ararken Bakılacak Sıralama mıdır?

Pangea Çevrimdışı

Pangea

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
selamunaleykum ve rahmetullah hocam,

"Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin, sizden olan ülü’l-emre de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu, Allah’a ve peygambere götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır hem de en güzelidir."

bu ayetten; bir mesele hakkında önce Kurana başvurup, ancak ve ancak burada delil bulamazsak hadislere bakmayı ve yine burada da bulamazsak ululemirin dediğine bakmayı anlayabilir miyiz?

ibn Abbas'ın ululemri ulema veya yönetici olarak açıklamasını göz önünde bulundurursak buradaki ulemadan kasıt sahabe alimleri midir yoksa herhangi bir alim olabilir mi ehli sünnetten burada da bir sıralama var mıdır?

yani basit bir insan olarak Kurandan hüküm çıkarılır mı hadisten aynı şekilde? eğer yapamıyorsak bu Kurana aykırı olmuyor mu? ben yapamıyoruz diye biliyorum. yanlış mı biliyorum?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
selamunaleykum ve rahmetullah hocam,

"Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin, sizden olan ülü’l-emre de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu, Allah’a ve peygambere götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır hem de en güzelidir."

bu ayetten; bir mesele hakkında önce Kurana başvurup, ancak ve ancak burada delil bulamazsak hadislere bakmayı ve yine burada da bulamazsak ululemirin dediğine bakmayı anlayabilir miyiz?

ibn Abbas'ın ululemri ulema veya yönetici olarak açıklamasını göz önünde bulundurursak buradaki ulemadan kasıt sahabe alimleri midir yoksa herhangi bir alim olabilir mi ehli sünnetten burada da bir sıralama var mıdır?

yani basit bir insan olarak Kurandan hüküm çıkarılır mı hadisten aynı şekilde? eğer yapamıyorsak bu Kurana aykırı olmuyor mu? ben yapamıyoruz diye biliyorum. yanlış mı biliyorum?
Âleykum selam we rahmetullahi we berakatuh kardeşim;
Nisa suresi 59. ayeti hakkında

"bu ayetten; bir mesele hakkında önce Kurana başvurup, ancak ve ancak burada delil bulamazsak hadislere bakmayı ve yine burada da bulamazsak ululemirin dediğine bakmayı anlayabilir miyiz?" diye sormuşsunuz. Mevdudi (rahimehullah) bu konuyu şöyle açıklıyor:

Bu ayet, İslâm'ın bütün dini, kültürel ve siyasî sisteminin temelini teşkil ettiği gibi, sistemin kurulması için de, ilk ve en önemli düsturdur. Bu ayetten aşağıdaki prensipler çıkarılabilir:
1) İslâm sisteminde, tek gerçek otorite olan Allah'a itaat edilmelidir. Bir müslüman her şeyden önce Allah'ın kuludur, diğer bütün özellikleri, bu niteliğinden sonra gelir. Bu nedenle bir fert veya toplum olarak bütün müslümanlar, ilk olarak Allah'a bağlıdırlar, tüm diğer bağlar bu bağa boyun eğmek zorundadır. Çünkü tüm insanlar Allah'a verdikleri söze (ahid) sadık kalmak zorundadırlar. Başka birisine bağlılık ve itaat, ancak Allah'a itaati engellemeyecekse kabul edilir. Bu aslî bağlılık ve ahde aykırı olan tüm öteki bağlılık ve ahitler geçersizdir. Peygamber (s.a.v.) bunu bir hadisinde şöyle açıklamıştır: "Yaratıcıya isyan (itaatsizlik) olan yerde, yaratıklardan hiçbirine itaat edilmez."
2) İslâm dininin ikinci önemli prensibi Peygamber'e (s.a.v.) itaat ve bağlılıktır. Bu itaat peygamberlik kurumunun bir gereği değil, bilâkis Allah'a itaat etmenin tek çıkar yoludur. Allah'ın Rasulüne (s.a.v.) itaat edilmelidir. Çünkü O, Allah'tan gelen emir ve direktiflerin elde edilebileceği tek kaynaktır. O halde biz ancak O'nun Rasûlüne (s.a,v.) itaat ederek Allah'a itaat edebiliriz. Çünkü itaatin başka bir yolu yoktur. Bunun aksine Rasûl (s.a.v.) ile aradaki bağı koparmak, O'nu gönderen Hakim'e başkaldırmak demektir.
Bir hadis-i şerif'te bu konuyu şöyle açıklar: "Kim bana itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur, kim de bana isyan ederse Allah'a isyan etmiş olur."
3) Bu birinci ve ikinci bağlılıktan sonra bunlardan daha aşağı derecede yer alan bir bağlılık daha vardır. Bu, müslümanların kendi aralarında seçip yetki verdikleri yöneticilere bağlılıktır. "Ulil-emr" (kendilerine yetki verilenler) kelimesi çok geniş kapsamlıdır. Müslümanların herhangi bir işinin başında olan herkesi kapsar. Din alimleri, düşünürler, politik liderler, yöneticiler, mahkemelerdeki kadılar, kabile başkanları ve buna benzer kimseler. Kısacası, müslümanlar arasından seçilip kendilerine yetki verilen herkese itaat edilmelidir. Onlar a) Müslümanlardan oldukları b) Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ettikleri sürece, onlara karşı gelip, müslümanların toplum hayatındaki barışı bozmak doğru değildir. Bu iki şart onlara itaat edilmesinin ön şartını oluşturur. Bunlar hem ayette açıkça ortaya konmuş, hem de Hz. Peygamber (s.a) tarafından açıklanmıştır. Aşağıda şartların gerekliliğini belirten Hz. Peygamber'den (s.a) birkaç hadis zikrediyoruz:
a) "Emrettiği şey günah olmadığı sürece, bir müslümanın kendilerine yetki verilen yöneticilerin emirlerine, hoşlansın veya hoşlanmasın, itaat etmesi gerekir. Eğer emir ona günah olan bir şeyi yapmasını emrederse, o yöneticiyi dinlememeli ve emirlerine de itaat etmemelidir." (Buhari, Müslim).
b) "Günah olan bir konuda bir kimseye itaat etmek haramdır. İtaat ancak doğru olan şeylerde zorunludur." (Buhari; Muslim).
c) Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Sizin başınızda doğru olduğu kadar yanlışı da uygulayan yöneticiler bulunacaktır. (Böyle bir durumda) Kim yanlış olan şeylerden nefret ederse, sorumluluktan kurtulacaktır, kim de bu yapılan yanlışlardan hoşlanmazsa (cezadan) kurtulacaktır."
Ashabdan bazıları: "Böyle yöneticilere karşı savaşmayacak mıyız?" diye sorunca,
Peygamber (s.a.v.) "Namazı kıldıkları müddetçe, hayır" diye cevab vermiştir (Muslim).

Yani, eğer namazı terkederlerse bu onların Allah'a ve Rasûlü'ne isyan ettiklerinin açık bir göstergesi olacaktır.
d) Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Sizin en kötü yöneticileriniz, sizin nefret ettiğiniz ve sizden nefret eden ve sizin beddua ettiğiniz ve size beddua eden yöneticilerdir." Ashabdan bazıları: "Ey Allah'ın Rasûlü, böyle yöneticilere karşı başkaldırmayacak mıyız?" diye sorunca, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Aranızda namazı ikame ettiği müddetçe, hayır."
Bir öncekinde koşulan namaz şartı bu hadiste daha açık bir şekilde belirlenmektedir. "c" hadisinde, ferdi olarak namaz kılan bir yöneticiye karşı ayaklanılmaması gerektiği hükmü çıkıyor. Fakat "d" hadisinde yöneticilerin İslâm toplumunda namazı ikame edip onun temel direklerden biri yapmaları şart koşuluyor. Bu bir başka hadiste de şöyle ifade ediliyor: "Peygamber (s.a.v.) bizden bazı şeylerle ilgili olarak bağlılık yemini aldı. Bunlardan biri de, başımızdaki yöneticilerde apaçık küfür alâmetleri görmeden onlara karşı gelmememizdi. O (küfür alâmetlerini gördüğümüz) zaman Allah huzurunda (başkaldırmamız için) geçerli bir nedene sahib olabiliriz." (Buhari; Müslim).
4) Mutlak ve sürekli bir prensip olarak konulan dördüncü husus ise, Allah'ın emirlerinin ve peygamber'in (s.a.v.) sünnetinin, hükümlerin tespitinde ve İslâm dininde tek ve nihaî otorite olduğu noktasıdır. O halde müslümanlar arasında veya yönetici ile yönetilenler arasında herhangi bir mesele ortaya çıktığında, hepsi birden Kur'an ve Sünnet'e başvurmalı ve O'nun verdiği karara boyun eğmelidirler. Bu nedenle İslâm'ı, diğer İslâm-dışı sistemlerden ayıran ana sebebin, Allah'ın Kitab'ını ve Rasûlü'nün (s.a.v.) sünnetini nihaî otorite olarak kabul edip, bu ikisine başvurulması ve onların hükmüne boyun eğilmesi olduğunu söyleyebiliriz.
Bazı insanlar bu ilkenin derin anlamı konusunda şubheye düşerler. Hayatın bir çok yönü olduğu (örneğin, Demiryolları, PTT, Belediye vs.) için ve ne Allah'ın Kitabı'nda ne de Rasûlü'nün (s.a.v.) Sünneti'nde bunlarla ilgili hiçbir bilgi ve düzenleme olmadığı için, böyle bir ilkenin uygulanmasının çok zor olduğunu söylerler. O halde bu kadar çeşitli konularda karşılaştığımız sorunlara nasıl çözüm bulacağız? Bu şubhe, onların İslâm'ın temel ilkesini tam anlamıyla kavramamış olmalarından kaynaklanır. İslâm, Allah'ın Kitab'ının ve Rasûlü'nün (s.a.v.) sessiz kaldığı konularda istenilen şekilde davranmayı serbest bırakmıştır. Bir müslümanla, bir gayri muslimi ayıran fark, ikincisinin kendisini mutlak bir şekilde özgür hissetmesi, birincisinin ise kendisini Allah'ın kulu olarak kabul edip, ancak İslâm'ın serbest bıraktığı konularda kendisini özgür hissetmesidir. Müslüman olmayanlar her konuda kendileri hüküm verirler ve ilâhî bir rehbere ihtiyaçları olmadığına inanırlar. Bunun aksine müslümanlar, her şeyde Allah ve Rasûlü'nün (s.a.v.) rehberliğine müracaat ederler ve onların kararına uyarlar. Fakat eğer belli bir konuda ne Kur'an'da, ne de Sünnet'te bir hüküm bulamazlarsa, o zaman doğru olduğuna inandıkları herhangi bir şekilde davranmakta serbesttir. İslâm'ın belli bir konuda susması, o konuda davranış özgürlüğünün var olduğuna bir işarettir.


Bu ayetin ilk bölümünde Kur'an, İslâmî bir yapının dört asıl ilkesini ilân eder ve ikinci bölümde bu ilkelerin altında yatan hikmeti öğretir. Müslümanlara, gerçekten müminler iseler bu dört ilkeye uymaları emredilir, aksi takdirde onların şehadetleri şubheli olur. Daha sonra onlara hayat sistemlerini, refahlarının dayanağını teşkil eden bu dört temel ilkeye dayandırmaları öğretiliyor. Çünkü sadece bu ilke, onları bu dünyada doğru yola götürüp ahiret'te de mutlu bir hayata ulaştırabilir.
Bu tavsiyenin, Yahudilerin ahlâkî ve dinî durumlarını eleştiren pasajdan sonra geldiğine ve müslümanları belirsiz bir şekilde onların kötü durumlarına karşı uyardığına dikkat edilmelidir. Bu, şu anlama gelir: Ne zaman bir toplum Allah'ın Kitab'ı ve Rasûlü'nün Sünnet'ini fırlatıp atar, Allah ve Rasûlü'ne (s.a.v.) isyan eden lidere uyar, Kitab ve Sünnet'in hüküm vermesini istemeksizin yönetici ve dinî liderlere düşüncesizce itaat ederse, İsrailoğulları'nın kötü akıbetine uğramaktan kurtulamaz.

(Mevdudi, Tefhimul Kuran)
***

Aynı konuda Şehid Seyyid Kutub da şöyle açıklamıştır:
Bu kısa ayette yüce Allah bir yandan imanın şartını ve İslâm'ın tanımını açıklarken aynı zamanda müslüman toplumun temel düzenini, egemenliğin dayanağını ve siyasî otoritenin kaynağını belirliyor. Bu saydıklarımızın tümünün başlangıç ve bitiş noktası şudur: Hükümler sırf yüce Allah'tan alınacaktır. Kuşaktan kuşağa ve toplumdan topluma değişen sosyal hayatın dalgalanmaları sırasında ortaya çıkacak olan ve haklarında Kur'an'da ve sünnette kesin kanıt bulunmayan; kendileri ile ilgili değişik yargılar, değişik görüşler ve farklı yorumlar ileri sürülen ayrıntılı meselelerin çözümü yüce Allah'a havale edilecek; böylece farklı akılların, farklı görüşlerin ve farklı yorumların hakemliğine başvuracakları değişmez bir ölçü, oynamaz bir kriter elde edilecektir.
İnsan hayatına ilişkin büyük-küçük, önemli-önemsiz her konuda, her meselede "egemenlik", hüküm verme yetkisi sırf yüce Allah'a aittir. Yüce Allah bu amaçla bir şeriat belliyerek onu Kur'an-ı Kerim'in ayetlerine dökmüştür. Sonra bu Kur'an'ı insanlara anlatacak bir peygamber göndermiştir. Bu peygamber "havadan konuşmuyor". O halde O'nun sünneti (sözleri ve uygulamaları) yüce Allah'ın şeriatının bir parçasıdır.
Yüce Allah'a itaat etmek zorunludur. Şeriat ortaya koymak O'nun ilâhlığının en belirgin özelliklerinden biridir. O halde O'nun koyduğu şeriatın uygulanması, yürürlüğe konması zorunludur. Mûminler öncelikle yüce Allah'a itaat etmekle yükümlüdürler. Arkasından Peygambere itaat etme yükümlülüğü gelir. Çünkü Allah'ın elçiliği, Allah'tan aldığı mesajı kullara iletme sıfatını taşıyor. Bu sıfatı yüzünden O'na itaat etmek, O'nun aracılığı ile bu şeriatı göndermiş olan Allah'a itaat etmenin vazgeçilmez gereği, bir uzantısıdır. Ayrıca Peygamber, sünneti aracılığı ile bu şeriatı açıklıyor. Buna göre O'nun sünneti, O'nun hükümleri ve direktifleri uygulanması zorunlu olan şeriatın ayrılmaz bir parçasıdır. İmanın varlığı ve yokluğu bu itaatin ve bu uygulamanın varlığına ya da yokluğuna bağlıdır. Bunun böyle olduğunu yukarda okuduğumuz ayetin şu şart cümlesi söylüyor:
"Eğer gerçekten Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız..."
Üçüncü derecedeki zorunlu itaat merci olan devlet yetkililerine (Ululemr'e) gelince okuduğumuz ayet bunların kimliğini açıkça belirliyor. Okuyalım:

"... Ve sizden olan devlet yetkililerine itaat ediniz."
Yani bu devlet yetkilileri bu ayette açıklanan iman şartını ve İslâm tanımını kişiliklerinde gerçekleştirmiş müminlerden olacaklar. Bu ayette açıklanan iman şartı ve İslâm tanımı -bildiğimiz gibi- şu ilkeleri içerir: Yüce Allah'a itaat etmek, Peygambere itaat etmek, ilke olarak egemenliği ve insanlar için yasa koyma yetkisini sırf yüce Allah'a tanımak, çözümlerini kesin kanıtlara bağladığı meselelerde O'nu tek hüküm kaynağı bilmek; bunların yanı sıra haklarında kesin kanıt bulunmayan ve insanlar arasında farklı görüşlere ve yorumlara yol açan meseleleri de O'na havale etmek, bu meseleleri nassların genel ilkeleri ışığında çözmeyi benimsemek.

Okuduğumuz ayet, yüce Allah'a ve Allah'ın elçisi olması gerekçesi ile Peygamber'e itaat etmeyi temel ve asıl görev sayarken devlet yetkililerine itaat etmeyi Allah'a ve Peygamber'e itaat etmeye bağlı bir görev kabul ediyor. Nitekim cümlenin söz edilişinde yüce Allah'tan ve Peygamberden önce "İtaat ediniz" emrine yer verildiği halde devlet büyüklerinden önce bu emir anlamlı kelimeye yer verilmiyor, buradaki emredicilik anlamı "ve" bağlacı eki ile ifade ediliyor. Böylece devlet yetkililerinin "sizden" olmaları, iman şartının ve İslâm tanımının kapsamı içinde bulunmaları belirtildikten sonra bu sözdizimi yolu ile onlara yöneltilecek itaatin Allah'a ve Peygamber'e itaat etmeye dayalı olduğu bir daha vurgulanmaktadır.

Bütün bu kayıtlamalardan ve belirlemelerden sonra şu sonuç ortaya çıkıyor. "sizden" olan devlet yetkililerine yönelik itaat, yüce Allah'ın şeriatı ile, haram olduğu nassla kanıtlanmayan ve tartışma konusu olup da şeriatın ilkelerine vurulduğu takdirde haram olmadığı sonucuna varılan direktifler ile sınırlıdır. Öte yandan sünnet. bu itaati kesin ve net bir şekilde belirliyor. (Seyyid Kutub, Fi Zilal)

***

İbn Kayyim el Cevziyye (rahimehullah) şöyle açıklamıştır:

Cenab-ı Allah'ın "siz eğer herhangi bir konuda ihtilafa düşerseniz, konuyu Allah' a ve Resulüne götürünüz. Eğer Allah'a ve ahirete iman ediyorsanız . . . "
buyruğu; Allah'ın emirlerine kesin olarak itaati emrettiği gibi üzerinde ihtilaf edilen bütün meselelerin insanlar arasında dinle ilgili olan bütün tartışmaların ve görüş farklılıklarının mutlak surette Allah'a ve Rasulüne götürülmesi gerektiğini ifade eder. Eğer bunu reddedecek olan bir kimse olursa, Allah'ı ve Rasulünü reddetmesi anlamına gelir. Onun bu davranışı Allah ' ı ve Rasulünü reddetmesi anlamına gelir. Eğer insanların arasında çıkan görüş farklılıklarını gidermek üzere konuyu Allah'tan ve Resulünden başka kimselere götürecek olurlarsa bu doğrudan doğruya Allah'ın emirlerine aykırı bir davranış olup, ortaya çıkan anlaşmazlıklarda
Allah'ın ve Rasulünün hükmünün dışında bir hükmü veren kimsenin bu hükmü doğrudan doğruya cahiliye hükmü olup, cahiliye davasına ve hükmüne davet etmek demektir. Kişi üzerinde anlaşmazlığa düşürülen konuları imanının gereği olarak Allah'a ve Resulüne getirmesi gerekir. Ancak bunu götürmediği takdirde asla iman dairesine dahil olamayacaktır.
İşte bundan dolayı da Cenab-ı Allah: "Eğer sizler Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız" buyurmaktadır. Yukarıda zikrettiğimiz asıl şart ancak Allah'a ve Rasulüne iman etme şartı olup, Allah'a ve Rasulüne itaat eden kimselerin ise mutlak surette ihtilaf sırasında ihtilafları Allah'ın ve Rasulünün hükmüne götürmeleri gerektiğinin en büyük delilini göstermektedir. Bu ayet-i kerime Allah ve Rasulü dışında herhangi bir kimseyi hakem kabul eden kimsenin imanın gereğinin
dışına çıkacağı, Allah'a ve ahirete iman etmenin gereğini yerine getirmediği anlamını ifade etmektedir. İşte bu ayet-i kerime son derece açık ve gönüllere şifa veren, ana hükmü bildiren bir ayet olarak gerçekten kişiye yeter. Bu konuya muhalefet eden kimselerin sözünü kesme noktasında yeterlidir. Ayetin emrettiğine yapışan ve bundan ayrılmayan kimseler için de gerçekten büyük bir kurtarıcı ve önemli bir ilkedir.
Bunun için de Cenab-ı Allah şöyle buyurur: "Ta ki helak olan kişi apaçık bir
delil üzere helak olsun. Hayatta kalan kişi de apaçık bir delil üzere yaşasın. Şubhesiz Allah hakkıyla işitendir, her şeyi bilendir. " (Enfal, 8142)
Selef ve halef anlaşmazlığa düşülen konunun mutlak surette Allah'a götürülmesinin anlamının Allah'ın kitabına götürülmesi demek olduğunu, Resulüne götürülmesinin ise eğer Rasul hayatta ise ona götürülmesinin demek olduğu fakat vefatından sonraki dönemle ilgili ise mutlak surette onun sünnetine götürülmesi gerektiği konusunda ittifak etmişlerdir. ( İbn Kayyim el Cevziyye, Bedai'ut-tefsir, C1, Sf: 548 - 549)


****


Suyûti, (rahimehullah) ise şöyle açıklamıştır:
Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve ibn Ebî Hâtim’in bildirdiğine göre Atâ: "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamberce itaat edin ve sizden olan ulu'l-emre de..." buyruğunu açıklarken şöyle demiştir: “Peygambere itaat Kitab ile Sünnet'e itaattir. Ulu’l-emre itaat ise fakihlere ve alimlere itaattir."
(îbn Cerîr (7/175, 180, 181) ve bn Ebî Hâtm 3/987, 989 (5528, 5535)

İbn Asâkir bunu Suddî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten o da ibn Abbâs'tan bildirir. (İbn Asâkir (43/400, 401) ve Ahmed 28/12, 13 (16814)
İbn Ceriri'in bildirdiğine göre Meymûn b. Mihrân: "... Sizden olan ulu'lemre..."î buyruğunu açıklarken: "Bunlar, Peygamberim (s.a.v.) dönemindeki ordu komutanlarıdır” demiştir. (İbn Cerir (7/177)
Saîd b. Mansûr, ibn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, ibn Cerîr, ibnu'l-Munzir ve ibn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hurayra: "...Sizden olan ulu'lemre ..."(Nisa 59) buyruğunu açıklarken: "Bunlar idarecilerdir" demiştir. Başka bir lafızda: “Bunlar ordu komutanlarıdır" demiştir. (Saîd b. Mansûr,
Tefsir 652), ibn Ebî Şeybe (12/212, 215), ibn Cerir (7/176), İbnu’l- Munzir (1925) ve ibn Ebî Hatim 3/988 (5530, 5532)

İbn Cerir'in bildirdiğine göre Mekhûl: "...Sizden olan ulu'l-emre ..." (Nisa 59) buyruğunu açıklarken şöyle demiştir:
Bunlar: "Hiç şubhesiz Allah size emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz
zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şubhesiz Allah işitir ve görür" (Nisa 58) âyetine muhatab olan kişilerdir. (İbn Cerîr (7/170)

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Muslim, ibn Cerîr ve ibn Ebî Hâtim'in EbûHurayra’den bildirdiine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur
"Bana itaat eden Allah'a itaat etmiş olur. Emirime itaat eden de bana itaat etmiş olur. Bana karşı çıkan Allah'a karşı çıkmış olur. Emirime karşı çıkan da bana karşı çıkmış olur." (
İbn Ebî Şeybe (12/212), Buhârî (7137), Muslim (1835), ibn Cerîr (7/174) ve bn Ebî Hâtûn 3/1011 (5664)

İbn Cer'ir'in bildirdiğine göre ibn Zeyd: "...Sizden olan ulu'l-emre...* (Nisa 59)
buyruğunu açıklarken şöyle demiştir: Babam bana dedi ki: "Bunlar yöneticilerdir. Rasûlullah (s.a.v.) de: "İtaat konusunda dikkatli olun ve itaat edin! Zira itaat konusunda sınanırsınız" buyurmuştur. Yine: "Yüce Allah dileseydi bu işi peygamberlerine has kılardı" buyurmuştur. Yani
peygamberlerin yanında onlara da itaat emredilmiştir. Yahya b. Zekeriya’nın öldürülmesi konusunda nasıl hüküm verildiğini görmüyor musun?" (İbn Cerir, 7 / 177)
(Celâleddîn Ebu'l-Fadl Abdurrahman b. Muhammedb. Ebî Bekir es-Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr fi't-Tefsîr bi’l-Me’sûr C.4, Sf: 482 - 490)


******


Ebu'l Ferec İbni Cevzi (rahimehullah) de şöyle demiştir:
"Onu Allah’a ve Peygambere havale edin”: Nasl havale edileceği hususunda da iki görüş vardır:
Birincisi: Onu Allah’a havale etmek kitabına havale etmektir;
Peygamber'e havale etmek de sünnetine havale etmektir: Bu da Mucahid, Katade ve cumhurun görüşüdür.
Kadı Ebu Ya’la şöyle demiştir:
Bu havale de iki şekilde olur: Birincisi: ismiyle manasıyla mahsus olana havale etmektir. İkincisi: Delalet ve kıyas koluyla havale etmektir.
İkinci görüş: Onu Allah’a ve Peygamber’e havale etmek, bir şey bilmeyenin: Allah ve Rasul’u daha iyi bilirler, demesidir. Bunu bir grup demiştir ki Zeccac da içlerindedir.
Tevilden de ne murat edildiği hakkında dört görüş vardır:
Birincisi. O ceza ve sevabdır, bu Mucahid ile Katade’nin görüşüdür.
İkincisi: O sonuçtur, bu da Suddi, İbn Zeyd, tbn Kuteybe ve Zeccac’ın görüşüdür.
Üçüncüsü: O gerçeklemedir, mesela: "Bu rüyamın tevilidir "tabiridir, gerçeklemesidir” (Yusuf: 100) kavlinde olduğu gibi.
Bunu da bir rivayette İbn Zeyd, demiştir.
Dördüncüsü: Bunun manası: Onu Allah’a ve Rasul’une havale etmeniz, kendi yorumunuzdan
daha güzeldir, demektir. Bunu da Zeccac, demiştir.

(ebu’l-ferec Cemaluddin Abdurrahman Ali ibni Muhammed Cevzi, Zâdu'l Mesir, fi ilmi't Tefsir, C.1 Sf: 582)
 
Pangea Çevrimdışı

Pangea

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Selamunaleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu hocam
Öncelikle Allah razı olsun açıklamalarınız için ellerinize sağlık. Ancak benim merak ettiğim nokta biraz farklı. Sorumda tam anlatamamış olabilirim. Misal ululemir olarak dini lider olarak alimler haremlik selamlık uygulamasına göre kadınlar ve erkeklerin ayrı mekanlarda yemek yemesini öneriyor. Ben de peçe taktığım dönemde ablamın eşiyle yemek yemeyi reddediyordum ve ailede büyük sıkıntı ortaya çıkmıştı. Yine çok sıkıldığım bir gece Allaha dua etmiştim ve kuran mealini rastgele açmıştım öylesine okumak için (kesinlikle amacım falcılık vb değildi sadece “her akşam bir sayfa okuyayım” diye niyetlendiğim dönemlerden biriydi. Rastgele bu ayetle karşılaşmıştım kısacası.
  • Nur Suresi, 61. ayet: Kör olana güçlük yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana da güçlük yoktur; sizin için de, gerek kendi evlerinizden, gerekse babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, anahtarına malik olduğunuz (yerlerden) ya da dostlarınızın (evlerin)den yemenizde bir güçlük yoktur. Hep birarada veya ayrı ayrı yemenizde de bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz vakit, Allah tarafından kutlu, güzel bir yaşama dileği olarak birbirinize selam verin. İşte Allah, size ayetleri böyle açıklar, umulur ki aklınızı kullanırsınız

  • şimdi sorum aslında şu şekilde; bu ayetle karşılaştık, kurana itaat ettik. Sonrasında alimin fetvasıyla karşılaştık, bu fetvaya uymak eğer bir sıralama mevcutsa haram olmaz mı? Yani her halimizi önce kurana danışıp sonra (kuranda bulamazsak) hadise danışıp burada da bir şey bulamazsak fetva arayışına çıkmamız gerekmez mi? Bu sıralamaya uymazsak bu ayete aykırı davranmış olmaz mıyız? Yani misal sushi yemeden önce haram mı helal mi diye önce kurana sonra hadislere en son fetvalara bakmak mı gerekir eğer bu ayet bağlayıcı bir sıra oluşturuyorsa? Yani direkt fetva arayışına çıkmak hatam olmaz mı bu ayet bir sıralama oluşturuyorsa? Bilmem anlatabildim mi?


  • Sorunun ucu aslında bir yerde de cehaletin tekfir engellerinden biri olup olmadığına dayanacak, sizin bu konudaki görüşünüzü biliyorum ancak yukarıda bahsettiğim gibi bir sıralama mevcutsa bizim direkt kurandan bu konuda çıkarım yapmamız gerekmez mi? Tevbe süresi 6. Ayette Allah henüzkurandan bi haber ‘bilmeyen bir topluluğu’ müşrik olarak nitelendiriyor yani bilmese de -cahil olsa da-müşriktir diyor. Bunu kurandan direkt okuyup anlayınca bu konuda daha alim görüşü dinlemek caiz midir? Tabi belki ben bu Nisa 59 daki sıralamayı yanlış anlamış da olabilirim. Bu konudaki fikrinizi de alabilir miyim (bu mantığa göre bu yaptığım da yanlış oluyor.)
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Selamunaleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu hocam
Öncelikle Allah razı olsun açıklamalarınız için ellerinize sağlık. Ancak benim merak ettiğim nokta biraz farklı. Sorumda tam anlatamamış olabilirim. Misal ululemir olarak dini lider olarak alimler haremlik selamlık uygulamasına göre kadınlar ve erkeklerin ayrı mekanlarda yemek yemesini öneriyor. Ben de peçe taktığım dönemde ablamın eşiyle yemek yemeyi reddediyordum ve ailede büyük sıkıntı ortaya çıkmıştı. Yine çok sıkıldığım bir gece Allaha dua etmiştim ve kuran mealini rastgele açmıştım öylesine okumak için (kesinlikle amacım falcılık vb değildi sadece “her akşam bir sayfa okuyayım” diye niyetlendiğim dönemlerden biriydi. Rastgele bu ayetle karşılaşmıştım kısacası.
  • Nur Suresi, 61. ayet: Kör olana güçlük yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana da güçlük yoktur; sizin için de, gerek kendi evlerinizden, gerekse babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, anahtarına malik olduğunuz (yerlerden) ya da dostlarınızın (evlerin)den yemenizde bir güçlük yoktur. Hep birarada veya ayrı ayrı yemenizde de bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz vakit, Allah tarafından kutlu, güzel bir yaşama dileği olarak birbirinize selam verin. İşte Allah, size ayetleri böyle açıklar, umulur ki aklınızı kullanırsınız

  • şimdi sorum aslında şu şekilde; bu ayetle karşılaştık, kurana itaat ettik. Sonrasında alimin fetvasıyla karşılaştık, bu fetvaya uymak eğer bir sıralama mevcutsa haram olmaz mı? Yani her halimizi önce kurana danışıp sonra (kuranda bulamazsak) hadise danışıp burada da bir şey bulamazsak fetva arayışına çıkmamız gerekmez mi? Bu sıralamaya uymazsak bu ayete aykırı davranmış olmaz mıyız? Yani misal sushi yemeden önce haram mı helal mi diye önce kurana sonra hadislere en son fetvalara bakmak mı gerekir eğer bu ayet bağlayıcı bir sıra oluşturuyorsa? Yani direkt fetva arayışına çıkmak hatam olmaz mı bu ayet bir sıralama oluşturuyorsa? Bilmem anlatabildim mi?


  • Sorunun ucu aslında bir yerde de cehaletin tekfir engellerinden biri olup olmadığına dayanacak, sizin bu konudaki görüşünüzü biliyorum ancak yukarıda bahsettiğim gibi bir sıralama mevcutsa bizim direkt kurandan bu konuda çıkarım yapmamız gerekmez mi? Tevbe süresi 6. Ayette Allah henüzkurandan bi haber ‘bilmeyen bir topluluğu’ müşrik olarak nitelendiriyor yani bilmese de -cahil olsa da-müşriktir diyor. Bunu kurandan direkt okuyup anlayınca bu konuda daha alim görüşü dinlemek caiz midir? Tabi belki ben bu Nisa 59 daki sıralamayı yanlış anlamış da olabilirim. Bu konudaki fikrinizi de alabilir miyim (bu mantığa göre bu yaptığım da yanlış oluyor.)
Âleykum selam we rahmetullahi we berakatuh

Kur'an-ı Kerim ayetleri 4 türlüdür.

1- Muteşabih; Manasını Allah'tan başka kimsenin bilmediği ayetler.
(Sana kitabı indiren O’dur. Onun (Kur’an) bir kısım âyetleri muhkemdir, ki bunlar kitabın esasıdır, diğerleri ise muteşâbihtir. Kalblerinde sapma meyli bulunanlar, fitne çıkarmak ve onu (kişisel arzularına göre) te’vil etmek için ondaki muteşâbihlerin peşine düşerler. Hâlbuki onun te’vilini ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek pâyeye erişenler. Derler ki: Ona inandık, hepsi rabbimiz katındandır. (Bu inceliği) yalnız aklıselim sahibleri düşünüp anlar. (Âl-i İmran 7)

2- Manasını ancak ilim ehlinin bileceği ayetler.
("... Eğer bilmiyorsanız ilim sahiblerine sorun. " (Nahl 43)

3- Anlamını sadece Arab olanın bilebileceği kelimeler olabilir.
(İbn Abbas (r.anhuma) diyor ki: Arab kabilesinden iki kişi bir kuyu hakkında tartışana kadar "Fetara" kelimesinin manasını bilmiyordum. Tartışanlardan biri diyordu ki "ene Fetertuha" (bu kuyuyu ilk başta ben yaptım bana aittir)
"
Ben bunu işitince öğrendim ki ayetlerdeki "fetara" yoktan var etmektir. Bunu sadece Arablar bilir.)

4- Manasını Arab, acem, ilim ehl-i , câhil herkesin anlayabileceği ayetler.
(Şu haram, şu helal, şunlar farz gibi net sarih ifadelerle hüküm bildiren ayetler herkes için açıktır.)



**************



Bahsettiğiniz mevzuu ilim gerektiren dolayısıyla âlimlere başvurulması gereken mevzulardandır.
 
Üst Ana Sayfa Alt