Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ölümü Hatırlamaya Ve Onun Için Hazırlanmanın Gereğine Dair

E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Ölümü Hatırlamaya ve Onun İçin Hazırlanmanın Gereğine Dair[59]:


Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Lezzetleri yıkan ölümü çokça hatırlayınız.”[60] Bu hadis; Mesabihu’s-Sunne adlı kitabın hasen hadislerindendir. Bunu Ebu Hureyre rivayet etmiştir. Hadis, ölüm her lezzeti kırar geçirir bu sebepten, ona gerektiği gibi hazırlanabilmeniz için ölümü çokça hatırlayınız demektir. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in: “Lezzetleri yıkan ölümü çokça hatırlayınız:” buyruğu oldukça kısa ve özlü bir ifadedir. Bu kısa sözlerde bütün öğütleri bir arada toplamıştır. Gerçek manada ölümü hatırlayan bir kimsenin hali hazırda aldığı lezzetler azalır, bu lezzetleri gelecekte temenni edemez, bunlardan ümit ettiği lezzetlere karşı rağbetlerini azaltır; fakat donuk nefisler ile gafil kalpler çokça şeyler dinlemeye uzunca öğütlere muhtaçtır, aksi takdirde Peygamber sallallahu aleyhi vesellem‘in: “Lezzetleri yıkan ölümü çokça hatırlayınız” sözü ile birlikte Yüce Allah’ın: “Her nefs ölümü tadacaktır” (Al-i İmran, 3/185) buyrukları buyrukları dinleyene ve bunlar üzerinde düşünenlere yeterlidir. Çünkü ölümü hatırlamak, bu fani dünyadan yana tedirginlik duygusunu hissettirir ve her an kalıcı ahiret yurduna yönelmeye sebep teşkil eder. Çünkü ilim adamları şöyle demişlerdir: Ortada katıksız ve gerçek manasıyla bir yokluk ve hakiki manasıyla bir yok oluş söz konusu değildir. Ortada olan; ruhun beden ile ilgisinin kesintiye uğraması ve ondan bir süre ayrı kalmasından ibarettir. Bir halden bir diğer hale dönüş, bir yurttan bir diğerine geçiş vardır. Ölüm en büyük musibetlerdendir. Yüce Allah ona musibet adını vermiştir:
“Ve size ölüm musibeti gelip çattığında” (el-Maide, 5/106) diye buyurmaktadır. O halde ölüm en büyük musibettir; ondan da büyük musibet ise ölümden gafil olmaktır; onu hatırlamamak; onun üzerinde pek az düşünmektir.
Şüphesiz sadece ve sadece ölümde; ibret alan kimseler için yeteri kadar ibret vardır. Kurtubi “et-Tezkire” adlı eserinde şunları söylemektedir: “Ümmet ölümün bilinen belli bir yaşının ve belli bir hastalığının bulunmadığını icma ile kabul etmiştir. Böyle olmasına sebep ise, kişinin her zaman ölümden çekinmesi ve ona gerektiği gibi hazırlanmasıdır. Fakat dünya sevgisi ve dünya lezzetlerine dalış kendisine baskın gelmiş kimse, kaçınılmaz olarak ölümü hatırlamaktan yana gafildir. Ölümü hatırlamaz hatta yanında ölüm söz konusu edilecek olursa, ondan hoşlanmaz tabiatı ondan nefret eder. Çünkü kalbinde dünya sevgisinin üstünlük sağlamış olması, bunun bağlarının kalbine iyice kök salmış olması, bunlardan ayrılmaya sebep olan ölüm üzerinde tefekkür etmeye engeldir. Böyle bir kişi ölümü hatırlamayı sevmez, şayet ölümü hatırlayacak olursa, dünyaya esef edip ah vah etmek için anar. Ölümü yermekle vaktini geçirir. Ölümün daha çok hatırlanması onu geçtikçe Allah’tan uzaklaştırır. Çünkü hadisi şerifte varid olduğuna göre “Allah’a kavuşmaktan hoşlanmayan bir kimse ile, Allah da kavuşmaktan hoşlanmaz.”[61] diye buyurulmaktadır. Bununla birlikte böyle bir kimsenin, ölümü hatırlaması kendisi için bir hayırdır. Çünkü ölümü hatırlamak, kişinin üzerindeki nimetleri kursağında bırakır; lezzetinin saflığını bulandırır. İnsanın lezzetini bulandıran, arzusunu eksilten her bir şey, aslında onun mutlu olmasının sebeplerinden kaynaklanır. Bundan dolayı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Lezzetleri yıkanı çokça hatırlayınız.”[62] diye buyurmaktadır. Çünkü insan her zaman için şu iki halden birisi ile iç içedir: Ya darlık ve mihnet içerisindedir; ya bolluk ve nimet içerisindedir. Eğer darlık ve mihnet içerisinde ise ölümü hatırlamak onu içinde bulunduğu halini kendisine kolaylaştırır. Çünkü bu halin son bulacağını ve devam etmeyeceğini ona hatırlatır ve ölüm bu halden daha zordur. Eğer mutluluk ve nimet içerisinde bulunuyor ise ölümü hatırlaması gurura kapılmasını ve bu hal ile mutmain olmasını engeller. Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğu zikredilmiştir: “Öğüt veren olarak ölüm yeter”[63]
El-Leffaf dedi ki “Ölümü çokça hatırlayan bir kimseye üç husus ikram olarak verilir: Çabucak tevbe eder, kanaatkar bir kalbi olur ve ibadeti severek yapar. Ölümü unutan kimseye de üç şey ceza olarak verilir. Tevbeyi geciktirir, sonraya bırakır, dünyaya karşı tamahı artar, ibadette tembellik gösterir.”
Müminlerin annesi Âişe:
“Ey Allah’ın Resulu dedi. Şehitlerle beraber kimse haşrolacak mı?” O:
“Evet”, dedi. “Gece ve gündüz ölümü yirmi defa hatırlayan kimse”, diye buyurdu.[64]
Bu fazileti elde etmenin sebebi ise ölümü hatırlamanın, dünyadan uzak kalıp, ahirete hazırlanmayı gerektirmesidir. Ölümden gafil olmak ise, dünya arzu ve lezzetlerine gömülmeye ahireti unutmaya davet eder. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de İbn Ömer’e şöyle demiştir: “Dünyada bir garipmişsin, yahut bir yolcu imişsin gibi ol.”[65]
Sanki Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona şöyle demiş gibidir: Sen bir yolcusun, ahirete gitmek üzere yola çıkacaksın, o bakımdan sakın dünyaya dört elle sarılıp, dünyanın zevklerine gelip geçici süslerine meyletme. Sağlığını ganimet bil ve onu yüce Allah’a itaatte kullan, hayatta iken amellerin karşılığının verileceği günde, gözünü aydınlatacak şeyleri, önden göndermeye bak. Bu ise ancak ölümü hatırlamakla gerçekleşir bundan dolayı, ölümün hatırlanması en faziletli ve en yararlı bir iştir. İnsanların ölümü hatırlamaktan yana gafil olmaları, onun üzerinde az düşünmeleri ve onu hatırlamamaları dolayısıyladır ki, ölümü hatırlayanları bile bu hususta kalbini ona hazırlayarak hatırlamaz. Aksine dünya meşguliyetleriyle uğraşan bir kalp ile onu hatırlar. Dolayısıyla onu kalbinden hatırlamasının ona faydası olmuyor oysa kula düşen, ölümü hatırlama dışında kalbinde hiç bir şey barındırmamasıdır. Çünkü ölüm onun önündedir o başka hiç bir şeyi hatırlamayan bir kalp ile ölümü hatırlayacak olursa, belki bundan etkilenir. İşte o vakit dünya sebebiyle sevilmesi azalır, kalbi bunlara kanmaz, nefsin esiri olup günahlar üzerinde ısrar eden bir kimsenin, kalbini tedavi etmek suretiyle, nefsini ıslah etme gayretini göstermelidir. Kalplerin tedavi edilmesi vaciptir. Özellikle kalpler katı ise, onlar dört şeyle tedavi edilebilir. Çünkü ilim adamları şöyle demişlerdir: Kalpler katılaştığı takdirde, bu kalp sahiplerinin dört şeye bağlanması gerekir: Birincisi, insanların dünyadan, ahirete; masiyetten, itaate; çokça davet olunduğu, ilim meclislerinde hazır bulunmalıdır. Çünkü bu yolla kalpler yumuşar ve bunun kalplere faydası vardır.
İkincisi, lezzetleri yıkan, toplulukları dağıtan, oğulları ve kızları yetim bırakan, ölümü hatırlamak.
Üç. Ölüm döşeğinde olanları görmek. Ölüm döşeğinde olanı görüp onun ölüm sarhoşluğuna, ruhunu verme haline tanık olup, ölümünden sonraki yüzünü dikkatle incelemek, nefislerden zevkleri, kalplerden sevinçleri, söküp atar. Gözleri uykusuz bırakır, bedenleri rahatsız eder. Kişiyi itaatlere yöneltir.
İşte bunlar kalbi katı, nefsinin esiri olmuş, günahlar üzerinde ısrar eden kimsenin, hastalığına ilaç olmak üzere yardımlarını almaları gereken bir hususlardır. Eğer bu ilaçlarla faydalanırsa, mesele yok şayet kalbinin katılığı, bundan da büyük olup günahları işlemeye iten sebepler, güçlü ise kabirleri ziyaret etmek, birinci ve ikinci hususun yapmadığı kadar bir tesir bırakır. Bundan dolayı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

“Kabirleri ziyaret ediniz çünkü kabirleri ziyaret ölümü ve ahireti hatırlatır, dünyaya rağbeti azaltır.”[66]
Birinci husus, (alimlerin meclisinde bulunma) kulakla işitmektir. İkincisi ise, (ölümü hatırlamak) kalbe varılacak sonu haber vermektir. Ölüm döşeğinde bulunanı görmek ve kabir ziyaretinde bulunmak ise gözle görmektir. Bundan dolayı, bu ikisi birinci ve ikincisinden daha etkilidirler. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de: “Haber vermek gözle görmek gibi değildir.” diye buyurmuştur.[67]
Fakat ölüm halinde bulunan kimsenin, bu halinden ibret ve öğüt almak her zaman için mümkün değildir. Herhangi bir vakit, kalbini tedavi etmek isteyen kimseye her zaman denk düşmez. Kabir ziyareti ise daha çok bulunan ve yapılabilen bir iştir, onunla yararlanma imkanı daha geniştir; şu kadar var ki, kabirleri ziyaret etmek isteyen bir kimsenin, bu dönemde insanların çoğunun yaptıkları bid’at ziyaret şeklinden, kendisini koruması gerekir. Bu bid’at ziyaret şekli ise, oralarda namaz kılmak, etraflarında dönmek, kabirleri öpüp onları istilâm etmek, yanakları kabirlere sürmek, topraklarını alıp kabir sahiplerini çağırıp onlardan yardım istemek, kabirdekilerden zafer, rızık, çocuk, afiyet, borçların ödenmesi, sıkıntıların giderilmesi, düşkünlerin imdadına, yetişilmesi ve buna benzer putperestlerin vaktiyle putlarından istedikleri gibi diğer ihtiyaçlarını onlardan istemek suretiyle yapılan kabir ziyaretidir.
Müslüman alimlerin ittifakı ile, bunların hiçbirisi meşru değildir. Çünkü böyle bir işi alemlerin rabbinin rasûlu yapmadığı gibi, ashabdan, tabiinden ve diğer önder imamlardan, hiç birisi de yapmış değildir. Bunun yerine kabir ziyareti ile ilgili adaba riayet eder, kabir ziyaretine giderken kalbini uyanık tutar. Kabir ziyaretinden elde edeceği pay sadece oraları dolaşmaktan ibaret olmamalıdır. Çünkü bu kadarlık bir ziyaret hayvanların da yapabileceği bir şeydir, bunun yerine o kabir ziyaretiyle yüce Allah’ın rızasını, nefsini ıslah etmeyi, kalbini tedavi etmeyi, niyet eder. Kabirler üzerinde yürümekten, onlar üzerinde oturmaktan kaçınır -hadisi şerifte geçtiği gibi- kabirde bulunanlara selam verir, onlara, huzurda bulunanlar gibi hitap eder ve “Esselamu aleykum dara kavmin müminin: Ey müminler topluluğunun diyarı(nda bulunanlar) selam sizlere” der. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi vesellem böyle derdi. Ölünün yanına ulaştı mı onun yüz tarafından ona doğru ilerlemeli ve yine ona selam vermelidir fakat dua etmek istediği takdirde ayakta ve kıbleye yönelmiş olarak dua eder. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in kabrini ziyaret halinde de bunu yapar. Daha sonra toprağın altında bulunup ta bir zamanlar arkadaşlarıyla, aşiretlerle yarışan, mallar azıklar toplayan, ummadığı bir zamanda ve beklemediği bir halde ölümün gelip kendisine yetiştiği, sevdiklerinden ailesinden ayrılıp, toprağın altında bulunan kimselerin halinden ibret alır. Bunlar kabre girip kabir sualiyle sınandıklarında, acaba doğru cevap verebildiler mi? Kabirleri cennet bahçelerinden bir bahçe oldu mu? Yoksa yanlış cevap verdiler de kabirleri cehennem çukurlarından bir çukura mı döndü? Daha sonra, kendisini ölmüş, kabre girmiş, ailesi, çocukları, tanıyanları, kendisini bırakıp gitmiş tek başına kalmış gibi düşünür ve şu anda kendisine soru sorulmakta olduğunu tasavvur eder acaba ne cevap verecek? Kendisinden önce geçip gitmiş bulunan, bir çok emeller beslemiş, mal toplayıp durmuş kardeşleri, yaşıtlarının hali acaba nedir? Nasıl onların emelleri kesiliverdi? Onların malının kendilerine asla hiç bir faydası yok toprak yüzlerinin güzelliğini bozmuş, toprağın altında, kabirlerde parçaları dağılmış, hanımları arkalarında dul kalmış, çocukları öksüz olmuş, başkaları mallarını aralarında paylaşmış… Ve bilsin ki onun dünyaya olan meyli önden gidenlerin meyli gibidir, onun da gafleti onların gafletine benzer, şüphesiz o da onların vardıkları sonuca ulaşacaktır. Kesinlikle bilsin ki onun da hali onların ki gibi olacaktır. Ve muhakkak, ölüm her şeyi kesip bitirecek, yok olup gitmek çabucak gerçekleşiverecek...

[59] Dördüncü Oturum (Kitabın Aslında Elli Sekizinci Oturumudur)

[60] İbn Hibban, IV, 281, 282, h.n.: 2981, 2982, 2983, 2984 Ebu Seleme’nin Ebu Hureyre’den Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendinmize merfu olarak kaydettiği bir rivayettir. Son rivayette ise “Ölüm” lafzı fazladan zikredilmiştir el-Albâni Sahihu’l-Cami, s.2648 h.n.: 1211 de sahih olduğunu belirtmiş İbn Vehb İbn Hibban ve el-Bezzar tarafından nakledildiğini belirtmiştir

[61] Buhari, XI, 364, h.n.: 6507; Müslim, IV, 2065, h.n.: 2683 Katade Enes’ten o Übade’den Pegamber Efendimize merfu bir rivayet olarak

[62] Bu hadisin kaynakları az önce bu oturumun başlarında gösterilmiş bulunmaktadır.

[63] Bu sözü İbn Asakir Ebu’d-Derda radıyallahu anh’ın sözü olarak rivayet etmiştir. Peygamber’e ulaşan bir hadis olarak tesbit edemedim.

[64] Hadisin kaynağını tesbit edemedim.

[65] Tirmizi, IV, 567, h.n.: 2333; İbn Mâce, II, 1378, h.n.: 411; Ahmed, II, 24 Mücahid’in İbn Ömer’den Peygamber Efendimiz’e merfu bir hadisi olarak zikretmektedir. el-Elbâni Sahihu’l-cami, II, 840, h.n.: 4579 da sahih olduğunu belirtmektedir

[66] Müslim; II, 671, h.n.: 976 Ebu Hazim’den O Ebu Hureyre’den Peygamber Efendimiz’e merfu bir hadis olarak rivayet etmiştir.

[67] Ahmed, I, 271; Hakim, II, 321 de kaydetmiş olup Buhari ve Müslim’in şartına göre sahih olmakla birlikte rivayet etmemişlerdir, demiş Zehebi de bu hususta ona muvafakat etmiştir. Said b. Cubeyr’in İbn Abbas’tan Peygamber Efendimiz’e merfu bir rivayeti olarak kaydetmiştir. el-Elbâni Sahihu’l-cami, II, 948 de h.n.: 5374 ve 5373 de Ebu Hureyre’den gelen bir rivayet olarak kaydetmiş ve sahih olduğunu belirtmiştir.
 
Üst Ana Sayfa Alt