Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Rasulullah'a Peygamberlik Gelmeden Önceki İnancı Neydi?

S Çevrimdışı

SERDUMEN

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Degerli formcular,

Baska bir sitede yapmis oldugum bir tartismadan dolayi ,bilgisi olan arkadaslardan yardim rica ediyorum.

Hz Muhammed'in Islam'dan once herhangi bir inanisi varmiydi?

Eger varsa bu neydi?

Yoksa (ki tartismanin ana mezusu bu),o devirde Allah tarafindan gonderilen,Tevrat,incil mevcutken,peygamber efendimiz bunlara neden ilgi gostermemistir?

saygilar/tesekkurler
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
"Ey Muhammed, böylece biz sana, emrimizle bir ruh (insanlar için bir hayat olan Kur'anı) variyettik. Sen önceleri, kitab nedir, iman nedir bilmezdir." (Şûra 52)

Çoğunluğun kabul ettiği kanaate göre yüce Allah ne kadar peygamber gönderdi ise mutlaka ona peygamberlik verilmeden önce mûmin idi. Şu kadar var ki bu kanaat bu husus kesin bir haber ile sabit olmadıkça, bir parça tehakkum (dayanaksız bir iddia) ihtiva eder.

Kadı Ebu'l-Fadl Iyad dedi ki: Peygamberlerin peygamberlikten önce Allah'ı, sıfatlarını tanımamak ve bu hususlardan herhangi birisi hakkında şubheye düşmekten masum olduklarıdır. Nitekim Musa, İsa, Yahya, Suleyman ve diğer peygamberlerin hallerinden bilinen budur. Yüce Allah:
"Biz ona hikmeti daha çocuk iken verdik" (Meryem, 12) diye buyurmaktadır.
Mufessirler şöyle demişlerdir:
Yahya (a.s)'a Allah'ın kitabına dair bilgi çocukluk halinde iken verilmişti.
Mâmer dedi ki: Yahya 2 ya da 3 yaşında iken çocuklar kendisine: Ne diye oynamıyorsun? diye sormuşlar.
O da: Ben oyun için mi yaratıldım diye cevab vermiştir.

Yüce Allah'ın:
"Allah'tan bir kelimeyi doğrulayıcı" (Al-i İmran, 39) buyruğu hakkında denildiğine göre; Yahya üç yaşında iken İsa (a.s)'ı tasdik etmişti. Onun Allah'ın kelimesi ve ruhu olduğuna şahidlikte bulunmuştu. Yüce Allah İsa (a.s)'ın henüz beşikte iken konuşmuş olduğunu ve: "Muhakkak ben Allah'ın kuluyum. Bana kitabı verdi ve beni peygamber kıldı" (Meryem, 30) dediğini bildirmektedir. Suleyman (a.s)'ın henüz oyun çağında bir çocuk iken taşa tutulan kadın ve küçük çocuk ile ilgili olayda hüküm verdiği ve onun bu hükmüne babası Davud (a.s)'ın uyduğu nakledilmiş bulunmaktadır. Taberî'nin naklettiğine göre Suleyman (a.s)'a mulk (krallık) verildiğinde oniki yaşında idi.

Musa (a.s)'ın Firavun ile başından geçen olay ve küçük çocukken onun sakalını yakalaması da bu türdendir. Mufessirler yüce Allah'ın:
"Andolsun ki Biz İbrahim'e daha önceden doğru yolu bulma imkanı verdik" (Enbiya 51) buyruğu hakkında: Küçükken ona hidayet verdik, demişlerdir. Bu açıklamayı Mucahid ve başkaları yapmışlardır.

Bir diğer açıklamaya göre; İbrahim (a.s)'ın ateşe atılması ve imtihan edilmesi 16 yaşında iken olmuştu. İsmâil'in kurban edilmekle sınanması ise 7 yaşında iken olmuştu. İbrahim (a.s)'ın yıldızı, ayı ve güneşi Allah'ın varlığına delil görmesi ise 15 yaşında iken olmuştu. Yine denildiğine göre Yusuf (a.s)'a kardeşleri tarafından kendisi kuyuya atılmak istendiği sırada henüz küçük bir çocuk iken vahyedilmiş idi. Çünkü yüce Allah:
"Andolsun ki bu yaptıklarını kendilerine haber vereceksin diye vahyettik" (Yusuf, 15) diye buyurmaktadır.

Daha sonra peygamberlerin işi sapasağlam yerine oturur ve yüce Allah'ın onlar üzerindeki inayeti ardı arkasına gelir. Mârifet nurları kalblerinde parlamaya başlar, nihayet en ileri dereceye ulaşır, yüce Allah'ın peygamber olarak onları seçmek sureti ile şerefli hasletleri elde etmek bakımından -bu hususla herhangi bir eğitim ya da uygulama sözkonusu olmaksızın- en ileri noktaya ulaşırlar. Yüce Allah:
"Tam erginlik çağına varınca kendisine hüküm ve ilim verdik" (Yusuf, 22) diye buyurmaktadır.

Kadı Iyad dedi ki: (Peygamberlere dair) haber nakillerini bilenlerden hiçbir kimse daha önceden kâfir ya da muşrik olduğu bilinenler arasından herhangi bir kimsenin seçilerek ve peygamberlik verildiğini nakletmiş değillerdir. Zaten bu bahsin dayanağını nakil teşkil eder. Bazıları da kalblerin bu yolu izleyen kimselerden nefret ettiğini delil diye göstermişlerdir.
Kadı Iyad (devamla) dedi ki: Ben de diyorum ki: Kurayşliler Peygamberimiz (s.a.v.)'ı her türlü iftiraya maruz bıraktılar. Ummetlerin kâfirleri de kendi peygamberlerini ellerindeki bütün imkan ve uydurmalarla ayıpladılar. Yüce Allah bunları nasslarıyla bize bildirmiş ya da râviler bizlere bunları naklede gelmişlerdir. Fakat bütün bunlar arasında onlardan herhangi bir peygamberin kendi ilahlarını reddedip daha önce onlarla birlikte yapmış olduğu bir işi terkettiğinden ötürü yerilmek sureti ile azarlandığına dair herhangi bir rivayet bulunmamaktadır. Böyle bir şey olmuş olsaydı, hiç gecikmeden bu tenkidlerini yaparlar, çeşitli mabudlara ibadet etmiş olmasını delil diye ileri sürerlerdi. Bu daha önceden tapınmış olduğu varlıklardan onları uzak tutuyor diye, o peygamberleri azarlamalarından, kendi ilahlarını ve daha önce atalarının tapındıklarını terk etmekten vazgeçmelerini söyleyerek onlara karşı çıkmalarından daha ağır ve delil olarak daha katı bir delil olurdu. Peygamberlere muhaliflerin tamamının böyle bir delil getirmemiş olmaları onların böyle bir delil getirme imkanı bulamamış olduklarını göstermektedir. Çünkü böyle bir şey olmuş olsaydı, onların böyle bir delil getirdikleri nakledilir ve yüce Allah'ın naklettiği:
"Onları daha önce yöneldikleri kıblelerinden döndüren nedir?" (Bakara, 142) sözlerini söyleyerek kıblenin değiştirilmesi hakkında susmadıkları gibi, bu konuda da susmazlardı.


Peygamberimiz Kendisine Vahiy Gelmeden Önce Herhangi Bir Dine Göre İbadet Ediyor muydu?

İlim adamları Peygamberimiz (s.a.v.)'ın vahiyden önce herhangi bir dine göre ibadet edip etmediği hususu hakkında açıklamalarda bulunmuşlardır.

Kimisi mutlak olarak böyle bir şeyin olmadığını ve aklen de bunun imkansız olduğunu belirtmiştir. Bunlar derler ki:
Çünkü başkasına tabi olduğu bilinen bir kimsenin sonradan metbu (kendisine uyulan bir kimse) olması uzak bir ihtimaldir. Onlar bunu talisin ve takbih (eşya ve olayların güzel ve çirkin görülmesi) ilkesine bina ederek söylemişlerdir.

Bir başka kesim de şöyle demektedir: Peygamber (s.a.v.)'ın durumu hakkında bir şey söylenemez ve bu hususta onun hakkında katı bir hüküm vermeyi terk etmek gerekir. Zira akıl bu ikisinden herhangi birisini imkansız kabul etmediği gibi, nakil yolu ile bunlardan herhangi birisi de açıklık kazanmış değildir. Ebu'l-Mealî'nin kabul ettiği görüş budur.

Üçüncü bir kesim de şöyle demektedir:
O kendisinden öncekilerin şeriatine göre ibadet ediyor ve ona göre amelde bulunuyordu. Ancak bu kanaati benimseyenler muayyen olarak hangi şeriat olduğunu tayin etmekte farklı görüşlere sahihdirler. Bir kesimin kanaatine göre o İsa'nın dini üzere idi. Çünkü İsa'nın dini kendisinden önceki bütün din ve şeriatleri nesh etmiştir. Dolayısıyla bir peygamberin nesh edilmiş bir din üzere olması mümkün değildir.
Bir diğer kesim ise, O'nun İbrahim (a.s)'ın dini üzere olduğunu kabul etmiştir. Çünkü o İbrahim'in soyundandı ve o peygamberlerin babasıdır. Rasulullaha nubuvet gelmeden önce, İbrahim (a.s.)’in Hanif dinine göre bir hayat sürüyordu. Ancak bu ibadetin nasıl ve ne şekilde olduğuna dair fazla bir bilgiye sahib değiliz.
(Ahmed Zeynî Dahlan, es-Siratu’n-nebeviyye, I/81)
Bir diğer kesim ise onun Musa'nın dini üzere olduğu kanaatindedir. Çünkü onun dini dinlerin en eskisidir.

Mûtezile'nin kanaatine göre ise;
belli bir din üzere olması kaçınılmaz bir şeydir. Ancak muayyen olarak hangi din üzere olduğu bizim tarafımızdan bilinen bir husus değildir.

Şu kadar var ki, bizim imamlarımız (mezhebimizin önde gelen ilim adamları) bu görüşlerin hepsini çürütmüşlerdir. Zira -her ne kadar akıl bunların hepsinin mümkün olduğunu kabul ediyor ise de- bunlar çelişkili görüşlerdir ve bunlarda katı bir delalet bulunmamaktadır.

Katî olarak söylenebilecek şu ki Peygamber (s.a.v.); ummetinden bir fert ve bütün şeriatine muhatab birisi olmasını gerektirecek şekilde herhangi bir peygambere muntesib değildi. Aksine onun şeriati kendi başına bağımsız bir şeriat olup hüküm koyucu yüce Allah tarafından ayrıca ona verilmiş bir şeriattir. Peygamberimiz (salat ve selam ona) yüce Allah'a iman eden bir mûmin idi, hiçbir puta secde etmedi, Allah'a ortak koşmadı, zina etmedi, içki içmedi. Gece eğlencelerine katılmadı, el-Matar diye bilinen hilfte de el-Muttayyib'in Hilfinde de bulunmadı.

Aksine yüce Allah onu bu hususlardan uzak tutmuş ve korumuştur.
Denilse ki: Osman b. Ebi Şeybe senedini kaydederek Cabir'den rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.v.) muşrikler ile birlikte onların birtakım merasimlerinde bulunuyordu.
Biri diğerine şöyle diyen iki meleğin seslerini arkasında duydu: Git, bunun arkasında dur.
Öteki ise: Henüz putları daha yeni selamlamış iken nasıl gider onun arkasında dururum? demişti.
Bundan sonra bir daha putların selamlama töreninde bulunmadı.

Buna cevab şudur:
Bu hadisi İmam Ahmed b. Hanbel oldukça munker kabul etmiş ve: Bu uydurma yahud da uydurmaya benzer bir hadistir, demiştir.

Darâkutnî de şöyle demiştir:
Osman bu hadisin isnadında yanılmıştır. Hadis genel olarak munkerdir, senedi üzerinde ittifak yoktur, ona iltifat edilmez. Peygamber (s.a.v.)'ın bilinen hali ilim ehlince bunun aksinedir. Çünkü o:
"Putlara nefret içime yerleştirildi" diye buyurmuştur. Ayrıca Bahira kıssasında Peygamber (s.a.v.)'a amcası Ebu Talib ile birlikte henüz küçük bir çocukken Şam'a yaptığı yolculuk sırasında onunla karşılaştığında, Lat ve Uzza adına yemin verdirip onda peygamberlik alametlerini görüp bu konuda onu sınamak isteyince, Peygamber (s.a.v.) kendisine şöyle demişti:
"Onlar adıyla bana hiçbir şey sorma. Allah'a yemin ederim onlara buğzettiğim gibi hiçbir şeye buğzetmiyorum."
Bunun üzerine Bahira ona şöyle demişti: O halde Allah adına sana soracağım sorulara cevab vermeni istiyorum.
Peygamber:
"İstediğini sor" demişti.
Aynı şekilde onun sîretinden ve yüce Allah'ın kendisine verdiği ilahi tevfikten de bilinen şu ki: O nubuvvetinden önce hac esnasında Muzdelife'de vakfe yapmak hususunda muşriklere muhalefet ediyor, kendisi Arafe'de vakfe yapıyordu. Çünkü Arafe İbrahim (a.s)'ın vakfe yaptığı yer idi.

Ali’den (r.anh) naklen şöyle bir rivayete yer verir:
Peygamber (s.a.v.)’e
‘Hiç hayatında bir puta ibadet ettin mi?' denilince Hayır’ dedi.
Sonra
‘Hayatında hiç şarap içtin mi?’ diye soruldu, ona da‘Hayır’ dedi ve şöyle buyurdu:
“Ben iman ve kitabın (tafsilatının) ne olduğunu bilmiyor olduğum zamanda bile daima ‘Onların üzerinde olduğu yolun küfür olduğunu’ bildim.”
(Celâleddin es Suyutî, ed-Durru’l-Mensur, Daru’l-Fikr, Beyrut 1993, VII, 364)

Konuyla ilgili olarak Nureddin es-Sabunî, Peygamber’in (s.a.v.) herhangi bir zaman diliminde bir lahza dahi olsun Haktan, hidayetten sapmış olması câiz olmaz, zîrâ böyle olsaydı, risaleti yüklenmeye layık olmazdı.
(Sabunî, el-Munteka Min Ismeti’l-Enbiyâ, s. 274)

Denilse ki: Şanı yüce Allah: "De ki: Hayır, (Biz) hanif olarak İbrahim'in dinine (uyarız)" (Bakara, 135);
"Hanif olarak İbrahim'in dinine uy... diye vahyettik" (Nahl, 123);
"O... diye dinden... size şeriat yaptı." (Şura, 13) diye buyurmaktadır.
Bütün bunlar ise onun belli bir şeriate göre ibadet etmesini gerektirmektedir.

Buna cevab şudur:
Burada sözü edilen hususlar şeriatler arasında ayrılığın söz konusu olmadığı, tevhid ve dinin dimdik ayakta tutulması hususları ile ilgilidir. Nitekim daha önce bu birkaç yerde açıklandığı gibi bu sûrenin:
"...dinden... size de şeriat yaptı." (Şûra, 13) buyruğu açıklanırken de ifade edilmişti.

Kitab'tan Kasıt Nedir?
Risaletten önce Peygamber (s.a.v.) , ne kitabın kendisine nâzil olacağını beklemiştir, ne de böyle bir şeyi tasavvur etmiştir. Elbette semavi kitablar ve muhtevaları hakkında da bir bilgiye sahib değildi. Kendisi Allah'a iman etmiş olmasına rağmen, insanların Allah hakkında, melekler, peygamberler, kitablar ve ahirat hakkında nasıl bir akideye sahib olmaları gerektiğini şuurla ve ayrıntılarıyla bilmiyordu. Mekke'li kâfirler de Peygamber'in (s.a.v.) semavi kitablar ile ilgili bir şey konuşmadığını biliyorlardı. Çünkü Muhammed'in peygamberlik davası gütmek gibi önceden karar verdiği bir düşüncesi, niyeti olsaydı 40 sene susmaz, ortamı hazırlamak için bu konularda sürekli konuşurdu. Fakat o, 40 senenin sonunda bu konular hakkında birdenbire ayrıntılarıyla konuşmaya ve tebliğ etmeye başlamıştır.
(Mevdudi)
 
Üst Ana Sayfa Alt