Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Risale-i Nur’daki Hurafeler

T Çevrimdışı

tevhidulhak

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
RİSALE-İ NURDAKİ HURAFELER


Said-i Nursi; 3 aylık kısa bir ilim tahsiliyle nasıl “Allame-i cihan” olup ulaşılmaz bir makama çıkmıştır?

Şuâlar, 542, Onbeşinci Şua’da geçen; “Evet o zât (Said Nursî) daha hal-i sabavette iken ve hiç tahsil yapmadan zevahiri kurtarmak üzere üç aylık bir tahsil müddeti içinde ulûm-u evvelîn ve âhîrine ve ledünniyat ve hakaik-ı eşyaya ve esrar-ı kâinata ve hikmet-i İlâhiyeye vâris kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle mazhariyet-i ulyâya kimse nail olmamıştır. ”

Kur’an-ı Kerim’e göre peygamberler bile böyle bir bilgiye ve makama ulaşmamışken, bu iddia için Allah (c.c)’tan korkmak gerekmez mi?

Said Nursi; ne olursa olsun her zaman her şeyi bilen birisi midir?

Tarihçe-i Hayat, c. II, s. 2123-2124 de geçen

“.. daha çocukken asrın bilgini olarak tanınmış ve kimseye soru sormamış, ama sorulan bütün sorulara mutlaka cevap vermiştir”

İctimâi Reçeteler I, 11, Tarihçe-i Hayat/Rü’ya’da geçen

“ Herhangi ilme sorulan suale bila-tereddüd derhal cevap verirdi.”

İctimâi Reçeteler I, 14, Tarihçe-i Hayat’ta geçen

“Sorulacak suallere cevap vermeye hazır bulunduğu gibi kimseye sual sormayacağını da beyan ederek bu kararda yirmi sene sebat etti.”

Her zaman her şeyi bilen sadece Allah değil midir? Böyle bir inanç şirk, küfür değil midir?

Risale-i Nur denen kitaplar kutsal mıdır, değil midir? Ya da Kur’an-ı Kerim’in taklidi midir?

Şualar, Birinci Şua, c. I, s. 833.de geçen;

“Resailin Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semavî olan Kur’an’ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir.”


Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 92,; “Risale-i Nur müminlere şifa ve rahmettir.”

Zülfikar Mecmuası, 436 da geçen;

“EY RİSALE-İ NUR! (…) Sen, “Ben, Rabbânî ve Kur’anîyim. Öyle kuru kavak değilim. Şevkli ve şa’şaalı ve nûrâniyim. Bir Hayy-ı Lâyemût’un eserinden fışkıran, lâyemût san’atlı ve kerâmetli bir nurum. Cansızlara can ve canlılara taze can üflüyorum. Bin, dertlere derman ve âlemlere rahmet-i Rahmânım. İnat ve ısrarı bırak. Beni oku ve beni dinle. Karanlığa ve hiçe giden, hesapsız ve hedefsiz yolundan seni kurtarıp, kokocaman bir saadet ve sermediyet âlemi kazandırayım.” diye nidâ ediyorsun”.

Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 89-90’da geçen;

“o semavî bürhan-ı kudsînin yerde bir bürhanı Resâil-in-Nur’dur

Sözler, 645-646’da geçen; “Nur Risaleleri de 23 senede tamamlandı.”

Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 199’da geçen;

“ve lâ ratbin ve lâ yâbisin illâ fî kitâbin mubînin” sırrıyla, Kur’anda elbette bu istikametli tefsirinin istikametine işaret var. Evet var. Kur’an o tefsirine hususî bakıyor.”

( Söz konusu ayet madem Nur Risaleleri’ne işaret etmektedir, başka risalelere, başka kitaplara… da işaret etmektedir.İslâm fukahası, söz gelimi beş vakit namazın kaçar rekât olduğunu bile Kur’an’da bulamamışlarken; Said Nursî kendi adını, doğum tarihini, risalelerinin isim ve yazılış tarihlerini onda bulabilmiştir!… Demek fakihler aramayı bilememişler!…)

Zülfikar Mecmuası, 433’de geçen;

“İslâmiyet güneşinin doğuşundan tam öndört asır sonra, senin gibi ulvî ve İlâhî ve arşî bir nurun tekrar ve yeniden, bahusus bu son asırda, hem Türk elinde ve hem de Türk dilinde doğması, acaba kimin hatır ve hayalinden geçerdi? Bu ne büyük bir ni’met bizlere ve bu asır halkı için ne bahtiyarlık Yârabbi!.

Türkçemiz seninle iftihar edip dolmakta, kabarıp şişmekte ve her lisan üstüne bağdaş kurup oturmaktadır.”

Şuâlar, 241’de geçen;

“(…) Risale-i Nur’a hücum edilmez. O doğrudan doğruya Kur’an’a bağlanmış ve Kur’an dahi arş-ı a’zamla bağlıdır. Kimin haddi var, elini oraya uzatsın ve o kuvvetli ipleri çözsün.”

Müdâfaalar, 104’te geçen;

“Risale-i Nur’un arkasında otuzüç âyât-ı Kur’aniye işârâtı ve Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahu Anh’in üç kerâmât-ı gaybiye ile ihbârâtı ve Gavs-ı A’zâm’ın sarahate yakın şehâdeti var. Ona hücûm, bunlara hücûmdur.”

Alıntı yaptığımız bu cümlelerde anlatılmak istenenler düpedüz Kuran-ı kullanarak Risaleleri kutsallaştırmak değil midir? Bu iddia yeni bir din, yeni bir ilahi kitap ve yeni bir peygamber demek değil midir? Bu İslam’a göre küfür değil midir?

Kur’an’da Hz.Muhammed’e açıklanmadığı halde Said Nursi’ye açıklanmış gizli gerçekler var mıdır? Risalei Nur; Kur’an’nın gizli gerçeklerinin arştan inen kesin delili midir?

Şualar, Birinci Şua, Yirmi dördüncü Ayette geçen; “Kur’an’ın gizli hakikatleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!!…”

Kastamonu Lâhikası, 231, Yirmiyedinci Mektubda geçen; “Risale-i Nur, yüze yakın din tılsımlarını ve hakâik-ı Kur’aniyenin muammalarını keşfetmiştir ki; her bir tılsımın bilinmemesinden çok insanlar şübehata ve şükûke düşüp, tereddüdlerden kurtulmayıp, bazan îmanını kaybederdi. Şimdi, bütün denizler toplansalar, o tılsımların keşfinden sonra galebe edemezler.”

Şualar, Birinci Şua, Yirmi ikinci Ayet ve Ayetler, c. I, s. 841’de geçen;

“Resailin Nur denilen otuz üç aded Söz ve otuz üç aded Mektub ve otuz bir aded Lem’alar, bu zamanda, Kitabı Mübin’deki âyetlerin âyetleridir”.

Bu iddiaları ileri sürenlere göre; Said Nursi yeni bir peygamber, Risaleler ise yeni bir ilahi kitap, Kur’an sırlarla dolu açıklanmamış gizli bir kitap, Risale-i Nur’lar imanı kurtaran kitap, Hz.Muhammed ise Kur’an’ın sırlarından habersiz veya haberi varsa bunları ümmetten saklamış bir peygamber olur ki böyle bir iddia küfürdür.

Risalei Nur denen kitaplar kusursuz, eksiksiz, izaha ihtiyacı olmayan ve mükemmel bir kitap mıdır?

Barla Lahikası, Yirmi Yedinci Mektub ve Zeyilleri, c. II, 1415. de geçen;

“Mübarek Sözler şübhesiz Kitabı Mübin’in nurlu lemeatıdır. İçinde izaha muhtaç yerler eksik olmamakla beraber küll halinde kusursuz ve noksansızdır”.

Barla Lâhikası, 56’da geçen;

“Kimin haddidir ki, bu Nurlarda yanlışlık bulsun. (…) Onun için bir harfe dokunmayı azîm bir günah işliyorum telâkki ediyorum.”

Barla Lâhikası, 194’de geçen;

“Kimin haddi var ki, risâlelerin birisine el uzatsın veyahut bir sahifesine dil uzatsın, veyahut bir cümlesini tenkid etsin, veyahut bir kelimesine, hatta bir harfine ve belki bir noktasına itirazda bulunsun.” (Malumdur ki, Kur’an’ın bazı harflerinde, hatta kelimelerinde ve vakıf (duraklama) yerlerinde, dolayısıyla noktalamasında çeşitli ihtilâflar vardır. Buna karşın Nur Risaleleri’nin noktasına bile itiraz edilemez, bir harfine bile dokunmak büyük bir günahtır)

Rehberler, 194, Hanımlar Rehberi’inde geçen;

“ Risale-i Nur, yer yüzünde emsaline rastlanmıyan ve bundan sonra dahi rastlanmasına imkân olmıyan bir derya-yı îmân ve bir tevhid hazinesidir.”

Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 199’da geçen;

“Ey Risale-i Nur! (…) Bütün eller ve dillerde kemâl-i iştiha ve iştiyakla dinlenip okunacak ve yazılıp yayılacak en tatlı ve en halâvetli, en câzibedar ve en revnekdar yegâne eser-i metin ve nûr-u mübîn ancak sensin!

Bu iddialar hangi cesaretle söylenmektedir. Kur’an-ı Kerim’e iman etmiş bir Müslüman için; Kur’an dışında kusursuz, tam ve mükemmel bir kitap olabilir mi? Bu iddia insan eliyle yazılmış bir kitap için fuhşiyat/ aşırı gitmek değil midir? Bu görüşler kişiyi şirke, küfre götürmez mi?

Bu devirde; “Urvet-ül vüska”, yani çok sağlam, kopmaz bir zincir ve bir “hablullah” (Allah’ın ipi) olan kitap Kuran mıdır yoksa Risalei Nur mudur?

Şualar, On Birinci Şua, c. I, s. 985.de geçen;

“Risale-i Nur bu asırda, bu tarihte bir “urvet-ül vüska”dır. Yani çok sağlam, kopmaz bir zincir ve bir “hablullah” yani Allah’ın ipidir.”

Âsâ-yı Mûsa, 82’de geçen;

“Buna rağmen bizzat Kur’an-ı Kerim, Risaletu’n-Nur’un çok muhkem, kopmaz bir zincir ve bir “Hablullah” olduğunu “Ona (Nur Risaleleri’ne) elini atıp yapışanın necat bulacağını” mana-yı remziyle haber verir.” cümlelerine ne demeli? Yorumu siz yapın!!

Müslümanların şeriat, dua, ve ibadet kitabı Kuran mıdır, yoksa Risaleler midir?

Emirdağ Lahikası I, c. II, s. 1719. de geçen “Risale-i Nur’un menşur-u hakikatında tam tecelli ettiğinden, hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emr-ü davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem bir kitab-ı hakikat, hem bir kitab-ı tasavvuf, hem bir kitab-ı mantık, hem bir kitab-ı İlmi Kelâm, hem bir kitab-ı İlmi İlahiyat, hem bir kitabı teşviki san’at, hem bir kitabı belâgat, hem bir kitabı isbat-ı vahdaniyet; muarızlarına bir kitab-ı ilzam ve iskâttır”. Cümlesi Said Nursi’nin Risalelerini Kur’anlaştırma çabaları değil midir?

Bu devirde Müslümanlar Kurana mı yoksa Risalelere mi muhtaçtır? Müslümanların tekrar tekrar okuması gereken kitap Kuran mı yoksa Risaleler mi?

Kastamonu Lâhikası, 73’te geçen;

“Risale-i Nur, hakaik-ı İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat’î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, îmanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur’dadır. Evet onbeş sene yerine, onbeş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir, îman-ı hakikîye îsal eder. Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum, meşgul olmuyorum. Siz dahi Risale-i Nur’a kanaat etmeniz lâzımdır, belki bu zamanda elzemdir.”

İctimâi Reçeteler II, 193’te geçen;

“Hem şu hakikat zahir ve bahirdir ki: Bir kimse allâme dahi olsa, Risale-i Nur’un ve Müellifinin talebesidir; Risale-i Nur’u okumak zaruret ve ihtiyacındadır. Eğer gaflet ederse kendini aldatan enaniyetine boyun eğip, Risale-i Nur Külliyatını okumazsa büyük bir mahrumiyete düçar olur.”

Bediüzzaman Said Nursî, 666’da geçen;

“Bütün bunlar, Risale-i Nur’un dünya çapında muazzam bir boşluğu doldurmakta olduğunun delil ve emareleri değil midir? Bütün beşeriyet, Kur’âna ve dolayısiyle asrımızda onun mânevî i’cazını ispat ve beyan eden Risale-i Nur’a muhtaçtır.” Cümlelerinde geçen telkinler Müslümanların, Kur’an’ı suiistimal eden Risalelere muhtaç olduğunu ortaya koymaktadır.

Zamanımızda İmanı kurtarmanın veya kurtuluşun tek yolu Nur cemaatına girip Risaleye mi tabii olmaktır?

Emirdağ Lâhikası (1), Mektup No: 81, c. II, s.1733. de geçen;

“Bu acip ve dehşetli ve hiç misli görülmemiş devirde, hususan ehl-i imanın çok sarsıntılar geçirdiği ve çok dehşetli düşmanlar karşısında bulunduğu ve küfr-ü mutlak ateşinin mahallemizi sardığı bir zamanda, ancak ve ancak, güvenimizin en müstahkem, kavî, yıkılmaz, sarsılmaz tahkimatı olan Risale-i Nur’un nurânî siperlerine iltica etmekle ve onun daire-i kudsiyesine dehalet etmekle kurtulacak ve imanınızı kurtararak, idam-ı ebedî zannettiğiniz ölümü bir hayat-ı bâkiyeye tebdil edeceksiniz”.

Rehberler, 134, Gençlik Rehberi’nde geçen;

“Evet bu asırdaki insanları saadete kavuşturacak eser ancak Risale-i Nur’dur. Bu hüküm Nur Risalelerini okuyanların kat’i bir hükmüdür. (…) Nasıl Kur’an-ı Kerim’e sarılanların dünya ve âhiretleri mamur olursa; O’nun parlak ve yüksek bir tefsiri olan Risale-i Nur’u okuyup amel edenler de hakiki saadete erişeceklerdir.”

Bediüzzaman Said Nursî, 277, Kastamonu Hayatı’nda geçen;

“(…) işaret ve beşaret-i Kur’aniyede ifade eder ki: “Risale-i Nur dâiresi içine girenler, tehlikede olan îmanlarını kurtarıyorlar ve îmanla kabre giriyorlar ve Cennete gidecekler.” diye müjde verirler.” s. 312’de geçen;

Evet, Risale-i Nur’un bu dehşetli zamanda kazandırdığı iki netice-i muhakkakası, her şeyin fevkindedir; Başka şeylere ve makamlara ihtiyaç bırakmıyor.

Birinci Neticesi: Sadakat ve kanaatla Risale-i Nur dairesine giren, îmanla kabre gireceğine gayet kuvvetli senetler var.”

Kastamonu Lâhikası, 47’de geçen;

“fefi’l-cenneti hâlidîne” âyetinin sırrıyle, “Risale-i Nur talebeleri, îman ile kabre gireceklerdir” tebşîratının (…)” Cümlelerde Said Nursi; kurtuluşun, cennetin, gerçek saadetin yolu olarak Risalelere sığınmayı, kutsal cemaatine girmeyi, Kur’an’la yetinilmeyip Risalelere tabi olunması gerektiğini söylemektedir.

Risalelerin yolunda çalışmak, hizmet etmek günahlara kefaret midir?

Sikke-i Tasdik-i Gaybî, c. II, s. 2061. de geçen;

“Kur’an lemeatlarına ve dellâlı bulunan Risale-i Nura değil ilişmek, tamamiyle terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki, geçen dehşetli günahlara keffaret ve gelecek müdhiş belâlara ve anarşistliğe bir sed olabilsin.” Cümlesiyle Said Nursi af olmanın yolu olarak Risale propagandasını ve yazımını göstermektedir.

Risale-i Nur; bela ve musibetleri def edip kendisine itiraz edenlerin başlarına bela veya musibetler getirir mi?

Şuâlar, 308-311, Onüçüncü Şua’da geçen;

“İşte Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri uzun senelerdenberi “zındıklar Risale-i Nura dokunmasınlar ve şakirdlerine ilişmesinler. Eğer dokunurlar ve ilişirlerse, yakından bekliyen felâketler, onları yüz defa pişman edecek,” diye Risale-i Nur ile haber verdiği yüzler hadisat içinde işte zelzele eliyle doğruluğunu imza ederek gelen dört hakikatlı felâket daha…Bütün arkadaşlar lâ ilâhe illallah zikrine devam ediyorduk. Zelzele bütün şiddetiyle devam etmekteydi. O sırada hatırımıza geldi, Risale-i Nur’u aşkla ve bir saikle üç-beş defa şefaatçi ederek Cenab-ı Hak’tan halâs ettik.(Bu apaçık şirk değil midir?) Elhamdulillah derhal sakin oldu…Zındıka tarafdarları mübarek Üstadımızın ihbarları olan ve Risale-i Nur’un büyük kerametlerinden olup… zelzele eliyle gelen beliyyelere ehemmiyet vermek istemiyorlardı.”

Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 270’de geçen;

“Şimdi tam tahakkuk etti ki; zelzele, Risale-in-Nur ile alâkadardır. …bu şiddetli zelzelenin gelmesi gösteriyor ki; Risale-i Nur, bir vesile-i def’-i belâdır… tatile uğradıkça belâ fırsat bulup gelir.”

Kastamonu Lâhikası, 14’de geçen;

“Kardeşlerim, bu zelzele benim itikadımca Şakk-ı Kamer gibi bir mu’cize-i Kur’an’dır. En mütemerridi dahi tasdike mecbur eden bir vaziyete girdi.”

Bediüzzaman Said Nursî, 557, Afyon Hayatı’nda geçen;

“ Pek çok tecrübelerle ve hâdiselerle kat’î kanaat verecek bir tarzda Risale-i Nur’un ağlamasiyle, ya zemin titrer veyahut ağlar. Gözümüzle çok gördüğümüz ve kısmen mahkemelerde dahi isbat ettiğimiz gibi, tahminimce, bu kış, emsalsiz bir tarzda bidayette yaz gibi gülmesi, Risale-i Nur’un perde altında teksir makinesiyle gülmesine ve intişarına tevafuku ve her tarafta taharri ve müsadere endişesiyle tevakkufla ağlamasına, birdenbire kış, dehşetli hiddeti ve ağlamasiyle tetabuku, kuvvetli bir emaredir ki, hakikat-ı Kur’aniyenin bu asırda parlak bir mu’cize-i kübrasıdır. Zemin ve kâinat onun ile alâkadar.” (Risale için asfalt-yer ağlamış bee!)

Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 35’te geçen;

“Risalet-ün-Nur’un intişarına karşı gelen düşman ve casuslara mukabil bir tek fare çıktı, planlarını zîr ü zeber etti.”(Hayret abartının bu kadarına..Risale farelerin eline kalmış!)

Şuâlar, 361-362, Ondördüncü Şua’da geçen;

“Her ihtimal var ki; mübarek soba, benim teessüratımı ve tazarruatımı dinliyen tek ve menfaatli arkadaşım bana haber veriyor ki: “Bu zindan ve hapishaneden gideceksin, bana ihtiyaç kalmadı…” (Said; sobayla konuşup sobadan alıyor haberi!!)

Şuâlar, 413, Ondördüncü Şua’da geçen;

“ Aynı saatte, ağır penceremiz adeta sebepsiz kablarım ve şişelerim ve yemeklerim üzerine düştü. Biz tahmin ettik ki, hem camlar, hem bütün şişe ve bardaklarım kırıldılar ve içlerindeki taamlar zâyi’ oldular. Halbuki, hârika olarak hiçbir kırık ve zâyiat olmadı. Yalnız bana hediye gelen pişirdiğim et döküldü. Fakat Nur’un namzed yeni talebelerine kısmet oldu, benim de hediye kabul etmemek olan kaidemi muhafaza etti ve birinci hâdiseye hârikalığıyle tasdik edip imza bastı.” (Kapların, şişelerin ve yemeklerin dökülmesi Saidin doğruluğuna delil!!)

Lem’alar, 246, Yirmialtıncı Lem’a’da geçen;

“Risalet-ün-Nur şâkirdlerinin, hüsn-ü hizmetine acele bir mükâfat gördükleri gibi, hizmette kusur edenler dahi tokat yediklerini, Isparta’da olduğu gibi burada dahi gözümüzle gördük. Hacı Osmanla gelince, kapı güya lisan-ı hâl ile ona demiş ki: “üstadım seni kabul etmeyecek fakat ben sana açılacağım” diyerek arkasından sürgülenmiş kapı kendi kendine Mustafaya açılmış. Demek üstadımın onun hakkında, “Mustafa istikbale lâyıktır” diye söylediği sözü istikbal gösterdiği gibi, kapı da buna şahid olmuştur. Evet Husrevin yazdığı doğrudur, tasdik ediyorum. Kapı bu mübarek Mustafayı benim bedelime hem istikbal etti, hem de kabul etti. Said Nursî” (Kapıları konuşturan bir mucize!! Ve Said bunu tasdik ediyor??)

Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 39-40’da geçen;

“Üstadımız diyor ki: “Benim de kanaat-ı kat’iyyem çok tecrübelerle gelmiş ki, ben Risalet-ün-Nur’un tashihatiyle meşgul olduğum zaman, pek zâhir bir tarzda hem rızkımda bereket, hem suhulet görüyordum. Ne vakit çalışmazsam, o hali göremiyordum.” (Haşa Rezzak Risale olmuş!!)

Şuâlar, 322-323, Onüçüncü Şua’da geçen;

“ Ona “Meyve”deki gençlik ve namaz mes’elelerini okudum ve dedim: Kumar oynama, namaz kıl. Kabûl etti. Fakat haylazlık galebe etti, namaz kılmadı, kumar oynadı. Birden, hiddet tokadını yedi. Üç-dört def’ada daima mağlûb oldu, fakir hâliyle beraber kırk lira ve sako ve pantolonu kumara verdi, daha aklı başına gelmedi. Bu gibi tokatlar daha var; fakat kâğıt bitti, mâna da bitti. Said Nursî”

Cümlelerde değindiğimiz ve değinemediğimiz onlarca saçma sapan iddialara dinî bir cevap veremiyoruz, söyleyecek söz bulamıyoruz. Sadece şunu soralım Nurculara; Üstadınızın tutuklandığı veya Nurculuğunuz yüzünden size menfi bir şey yapıldığı veyahut üstadınız öldüğü gün güneş veya ay tutulsaydı; siz de üsve-i hasene şanlı Resul (s.a.v.) gibi mertçe “güneşin veya ayın tutulmasının bu olaylarla bir alâkası yoktur” diyebilir miydiniz?

“Risalei Nur” darda kalanlara ve günahkârlara yardım eder mi?

Sikke-i Tasdik-i Gaybî s.2102 de geçen bir şiirde:

“Cürmümüzle külhan gibi pürnârız, Dert elinden hem her gün zâr u zârız. Affet bizi madem sana hep yârız, Ey nur-u rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur! Çevrildi ateşle bu koca dünya, Bir cehennem gibi kaynadı derya. Yetiş imdada ey şâh-ı evliya! Ey bu zamanda rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!”

Bu şiir Kuran’a göre şirktir. Çünkü af istenecek, sığınılacak, yardım istenecek Risale değil Allah’tır; alemlerin rahmet nuru Risaleler değil Kur’an-ı Kerim’dir.

Risale-i Nur’un manevî kişiliği (her kimse artık!!), ve talebelerinin manevi kişiliği Gavs-ı Âzam mıdır?

İslama göre “Gavs” (kendisine sığınanlara yardım eden) sadece Allah ‘tır. Aksi inanç ise şirktir. Fakat Kastamonu Lâhikası 121.Mektup ta geçen cümlede Said-i Nursi yardım için şöyle diyor:

“Ben, eskide, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki, Gavs-ı Âzam’da, kutbiyet ve gavsiyetle beraber, “Ferdiyet” dahi bulunduğundan, âhirzamanda, şakirtlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o Ferdiyet makamının mazharıdır” (Bu inanç düpedüz şirktir.)

Risaleler itfayeciler gibi yangına engel olabilirler mi?

Emirdağ Lahikası, Yirmi Yedinci Mektup, c. II, s. 1723. de geçen:

“ bîçare Ceylan yanıma geldi, dedi: “Biz yanıyoruz, mahvolduk.” Ben de iki gün evvel mağazalarında bulunan Âyet-ül Kübra’nın bir kısım matbu’ nüshalarını yanıma getirmek için söyledim, fakat getirmedi. Demek o ateşi söndürmek için orada kalmıştı. Ben de Risale-i Nur’u ve Âyet-ül Kübra’yı şefaatçı yapıp: “Ya Rabbi kurtar” dedim. Üç saat o dehşetli yangın hücumunda

bütün o büyük daireyi mahvetti. Altında ve bitişiğindeki dükkânları bütün yaktı, yıktırdı. Risale-i Nur’un ve Âyet-ül Kübra’nın hıfzında (korumasında) olan mağazaya kat’iyyen ilişmedi ve altındaki şakirdin dükkânı da müstesna olarak sağlam kaldı.” Sözleriyle Said Nursi Risalelerin yangına engel olduğunu, mağazayı koruduğunu iddia ederek şirk işlemiyor mu?

Risale-i Nur’daki uydurma Hadisler ve Said-i Nursi’nin Hadis Uydurmacılığı

Yirmisekizinci Lem’a’da geçen; “Ben ilmin şehriyim Ali’de onun kapısıdır.”

Nur Risaleleri’nde “Keramet-i Aleviye” diye sunulan zırvaların temel dayanağı, işte bu hadistir.

Sözler, 269, Yirmiikinci Söz’de geçen;

“Büyük bir nur lâmbası, Güneştir ki; arzın şarktan geri dönmesiyle yeniden güneşin görünmesi, kucağında Peygamberin (A.S.M.) yatmasiyle ikindi namazını kılmayan İmam-ı Ali (R.A.) o mu’cizeye binaen ikindi namazını edâen kılmış.” (Dünya tersine dönmüşşşşşşş!)

Mu’cizat-ı Ahmediyye/Onüçüncü İşaret’te geçen;

Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm namaz kılarken, hırçın bir çocuk, namazını kat’edip geçtiğinden, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ﻩﺮﺜﺍ ﻊﻁﻗﺍ ﻢﻬﻟﻟﺍ demiş. Ondan sonra çocuk daha yürümemiş öyle kalmış, hırçınlığının cezasını bulmuş.” (Peygamberimize atılan iftira)

Kastamonu Lâhikası, 35, Yirmiyedinci Mektubda geçen;

“Ben namaz tesbîhatının âhirinde otuzüç def’a kelime-i tevhîd zikrederken birden kalbime geldi ki: Hadîs-i Şerîf’te “Bâzen bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer.” Risalet-ün-Nur’da o saat var, çalış o saati bul, ihtar edildi.” (işi gücü bırak Risale-i Nur’la uğraşşşşş!)

Mektubat, 410, Yirmidokuzuncu Mektup’ta geçen;

“Bir rivayette, lisanı ehli cennetten sayılan Farisi lisanı….” (Eyvah Farsça bilmeyenler yandı!)

Mektubat, 381-382, Yirmidokuzuncu Mektub’ta geçen;

“ Hadîsin rivayetlerinde var ki: Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?” Nefis demiş: “Ben benim, sen sensin” Azab vermiş, cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: “ENE ENE; ENTE ENTE”. Hangi nevi azabı vermiş, enâniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlık ile azab vermiş. Yâni aç bırakmış. Yine sormuş: “MEN ENE VEMA ENTE” Nefis demiş: “Sen benim Rabb-ı Rahîmimsin, ben senin âciz bir abdinim…”( Said-in Allah’a ve peygambere attığı iftira!!)

Şuâlar, 48, Üçüncü Şua’da geçen;

“Kur’an’dan ve münâcât-ı nebeviye olan Cevşen-ül-Kebîr’den aldığım bu dersimi,..

( Said; peygambere ait dediği bu cevşen hakkında maalesef hiçbir kaynak gösterememiştir.)

Şuâlar, 484, Onbeşinci Şua’da geçen;

“Binbir Esma-i İlâhiyyeye sarîhan ve işareten bakan ve bir cihetle Kur’an’dan çıkan bir hârika münâcât olan ve mârifetullahda terakki eden bütün âriflerin münâcâtlarının fevkınde bulunan ve bir gazvede “Zırhını çıkar onun yerine bu Cevşeni oku” diye Cebrail vahy getiren “Cevşen-ül-Kebîr” münâcâtı içindeki hakikatlar ve tam tamına Rabbine karşı tavsifler,”(Ey Said! nerde bu vahiy dediğin iftiranın kaynağı)

Kastamonu Lâhikası, 130, Yirmiyedinci Mektubda’da geçen şu sözdür:

Birden bu gelen Hadîs-i Şerif ihtar edildi: “Ahir zamanda, ihtiyâre kadınların samimî dinlerine ve kuvvetli itikadlarına tâbi olunuz.” (Kur’ana değilde ihtiyar kadınların dinlerine!!!)

Mektubat, 165, Ondokuzuncu Mektub’da geçen;

“Mi’rac gecesinin sabahında (…) Hem Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Kureyş’e demiş ki: “Yolda giderken, sizin bir kafilenizi gördüm; kafileniz yarın filân vakite gelecek. Sonra o vakit kafileye muntazır kaldılar. Kafile bir saat teehhür etmiş. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın ihbarı doğru çıkmak için, ehl-i tahkikın tasdikıyla, Güneş bir saat tevakkuf etmiş. Yâni Arz, O’nun sözünü doğru çıkarmak için; vazifesini, seyahatını bir saat tâtil etmiştir ve o tâtili, Güneş’in sükûnetiyle göstermiştir.” (Said attığı iftirayla güneşi durdurduuuu!)

Lem’alar, 272, Yirmisekizinci Lem’a’da geçen;

Said Nursî, Hacc suresinin 73. ayetinin tefsirinde, ayetin metninden sonra şöyle diyor:

“….Nemrud’u mağlub eden ve Hazret-i Musâ (A.S.) onların ta’cizlerine karşı müştekiyâne: “Ya Rab, bu muacciz mahlukları ne için bu kadar çoğaltmışsın?” deyince ilhamen cevap gelmiş ki: Sen bir def’a sineklere itiraz ettin, bu sinekler çok defa sual ediyorlar ki: “Ya Rab, bu koca kafalı beşer seni yalnız bir lisan ile zikr ediyor. Bazı da gaflet ediyor. Eğer yalnız kafasından bizleri halk etse idin, binler lisan ile sana zikredecek bizim gibi mahluklar olurlardı,” diye …” (Bu da Hz. Musa’ya attığı iftira)

Şuâlar, 228, Onbirinci Şua’da geçen şu;

“Hem meselâ küre-i arzın nevileri adedince başlar ve o nevilerin fertleri sayısınca diller ve o ferdlerin âzâ ve yaprak ve meyveleri mikdarınca tesbihatlar yaptığı için elbette o haşmetli ve şuursuz ubûdiyet-i fıtriyeyi bilerek, şuurdarâne temsil edip dergâh-ı ilâhiyeye takdim etmek için kırkbin başlı ve her başı kırkbin dil ile herbir dil ile kırkbin tesbihat yapan bir melek-i müekkeli bulunacak ki, ayn-i hakikat olarak muhbir-i sâdık haber vermiş.” (Said’in Melekler hakkında ki iftirası)

Hz. Peygambere isnat edilen bütün bu rivayetlerin kaynağı nedir? Bu haberler, hangi hadis kitabında geçmektedir? İşkembeyi kübradan atmak kolay!!

Sözler, 233, Yirminci Söz’de geçen;

(…) Nil-i mübârek, Dicle ve Fırat gibi ırmaklar, (…) hadiste rivayet ediliyor ki: “O üç nehrin herbirine Cennetten birer katre her vakit damlıyor ve ondan bereketlidirler.” Hem bir rivayette denilmiş ki: “Şu üç nehrin menbaları, cennettendir.”(Sait Dicle’yi hadise eklemiş)

Mektubat, 104, Ondokuzuncu Mektub’da geçen;

“Sonra ehl-i keşfin tasdikıyla; yetmiş def’a Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm temessül edip, yakaza hâlinde O’nun sohbetiyle müşerref olan Celâleddin-i Suyutî gibi allâmeler ve muhakkikler ehâdis-i sahîhanın elmaslarını, sair sözlerden ve mevzuattan tefrik ettiler.”

(Keşif yolunu kabul edince , bu durumda; bazı mülhitlerin, fikirsizlerin, hıfzsızların, bilgisizlerin karıştırdıkları uydurma hadisleri o büyük muhaddislerin ayırmalarının ne kıymeti kalır?! Onlar ayırsınlar, siz Resule sorup (!) onların ayırdıklarını tekrar sokuşturun… Bundan daha kötü ne olabilir ki! )

Şuâlar, 433; Müdâfaalar’da Peygamberimize şöyle iftira atmaktadır:

“Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, bazı hâdislerle Ümmet-i Muhammediyenin ömrünün binbeşyüz seneyi pek geçmiyeceğini söylüyor.”

Ve Şuâlar, 449; Siracü’n-Nûr’da geçen;
 
İZZETLİ Çevrimdışı

İZZETLİ

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ahi paylaşım için saolasın ama sitede bunlar defalarca faylaşıldı bilgin olsun
 
Kozsoy Çevrimdışı

Kozsoy

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hurafe bu zaata tamda uyuyor aslında ebced tutkusundan ötürü,

Hurufi: Hurûfilik (Arapça: حُرُوفِيَّة‎, hurûfiyye), Adını Arapça: حُرُوفْ‎, hurûf, Türkçe:“harfler” kelimesinden alan, İran, Azerbaycan ve Türkiye'de 14. ve 15. yüzyıllarda etkin olan bir tarikât. Hurûfilik akımını benimseyenlere ise “Hurûfî” adı verilir.

Kabala'da harflerin herbirinin sayısal değerinin oluşu ve Kutsal Metin'de sayısal değerlerin aranışı, Hurûfilerde de sözkonusudur.
 
E Çevrimdışı

Ebu Muhammed El Eymen

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
ben gidiyordum bıraktım. bıraktıktan sonra , cuma günlerinde bakara 256 ve nisa 60'ı sms attım ama ses çıkmadı onlardan.
 
gavsazam Çevrimdışı

gavsazam

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Risaleller ile islam dini öğrenilmez.Çok fazla hata veren bir kitap.Kutsiyyetciliğin,hataları görmeyi engellediği bir kitapdır risaleler..
Bir forumda"said nursi cuma namazına gitmiyormuş" diye başlık attım,siteden afaroz edildim..
Cuma namazına gitmeme gerekceside bir sürü palavra doluydu..
kalabalıktan hoşlanmıyormuş
şafiye göre cuma için 70 kişi lazımmış..gibi..

Allahın ayeti orada ,cuma namazı için "koşun" derken bunlar girekce olablilirmi?

 
E Çevrimdışı

Ebu Muhammed El Eymen

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Risaleller ile islam dini öğrenilmez.Çok fazla hata veren bir kitap.Kutsiyyetciliğin,hataları görmeyi engellediği bir kitapdır risaleler..
Bir forumda"said nursi cuma namazına gitmiyormuş" diye başlık attım,siteden afaroz edildim..
Cuma namazına gitmeme gerekceside bir sürü palavra doluydu..
kalabalıktan hoşlanmıyormuş
şafiye göre cuma için 70 kişi lazımmış..gibi..

Allahın ayeti orada ,cuma namazı için "koşun" derken bunlar girekce olablilirmi?


senin nick de sakat. gavs dediğin menzildeki mi?
 
Üst Ana Sayfa Alt