Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Rububiyet, Uluhiyet, İsim ve Sıfatlar Tevhidi

_katre_ Çevrimdışı

_katre_

الحمدلله
Site Emektarı
1. Rubûbiyet Tevhidi:


Her şeyin Rabbinin ve yegâne sahibinin Allah olduğuna, O'nun ortağının bulunmadığına, yegâne yaratıcının, kâinatı çekip çevirenin, işlerini idâre edenin, kâinatta dilediği gibi tasarrufta bulunanın, kulları yaratanın, onlara rızık verenin, onları yaşatan ve öldürenin O olduğuna kesin bir şekilde inanmak, Allah’ın kazâ ve kaderine, zâtında bir olduğuna inanmaktır.Kısacası, (kulların) bütün fiillerinde Allah Teâlâ'yı birlemeleridir.

Allah Teâlâ'nın Rubûbiyetine îmân etmenin farz oluşuna delâlet eden şer’î deliller pek çoktur.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda aşağıdaki âyetlerde şöyle buyurmaktadır:

"Hamd, Âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur." (Fatihâ Sûresi, 2)

"Dikkat edin, yaratma ve emretmenin hepsi sadece O’na âittir.Âlemlerin Rabbi olan Allah, her türlü noksanlıklardan münezzehtir." (A'râf Sûresi, 54)

"Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan, O’dur." (Bakara Sûresi, 29)

"Şüphesiz ki (yarattıklarına) rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan, yalnızca Allah'tır." (Zâriyât Sûresi, 58)

Kureyş kâfirleri ile diğer çeşitli dînlere mensup kimselerin büyük çoğunluğu, rubûbiyet tevhidine aykırı davranmamışlardır.Hepsi de kâinatın yegâne yaratıcısının Allah olduğuna îmân ederlerdi.

Nitekim Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmaktadır:

"(Ey Muhammed!) Onlara (müşriklere) : Gökleri ve yeri kim yarattı? Diye soracak olursan, (onlar) : mutlaka Allah yarattı, diyeceklerdir." (Lokman Sûresi, 25)


"(Ey Muhammed! Onlara) De ki: Yeryüzü ve içindekiler kimindir? Eğer biliyorsanız (söyleyin).
Onlar: yalnızca Allah’ındır, diyeceklerdir.

Sen de (onlara) ki: O halde siz, (O'nun yeniden diriltip hesaba çekmeye gücü yettiğini) iyice düşünüp ibret almaz mısınız?
De ki: Yedi göğün ve büyük arşın Rabbi kimdir? (Onlar: Kesinlikle) Allah’tır, diyeceklerdir.

De ki: O halde (O'ndan başkasına ibâdet ederseniz, O'nun azabından) korkmaz mısınız?
De ki: Her şeyin hâkimiyeti elinde bulunan, himâye eden fakat kendisine karşı kimsenin himâye altına alınmasına imkân tanımayan kimdir? Eğer biliyorsanız (cevab verin).

Onlar: (bütün bunlar) Allah’ındır, diyeceklerdir.De ki: O halde, nasıl olur da aldanıyorsunuz? Aksine biz,onlara (inkârcılara Muhammed ile) hakkı getirdik, onlar ise (şirk koşma ve yeniden dirilişi inkâr etmede) muhakkak ki yalancıdırlar." (Mü'minûn Sûresi: 84-90)


Bunun böyle olmasının sebebi, kulların kalpleri, Allah’ın yegâne Rab oluşunu kabul edecek şekilde yaratılmış olmasındandır. Bundan dolayı, Rubûbiyet Tevhidine inanan kimsenin tevhidin türlerinden ikincisi olan Ulûhiyet Tevhidini de kabul etmedikçe, muvahhid olamaz.


2. Ulûhiyet Tevhidi:

Kulların bütün fiilleriyle, Allah Teâlâ'yı birlemeleridir. Buna ibâdet tevhidi adı da verilir.Bunun anlamı; kesin olarak şu hususlara inanmayı içerir:
Kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan hak ilâh Allah Teâlâ'dır.Kendisinden başka ibâdet edilen her ilâh bâtıldır.Yalnızca O'na ibâdet edilmeli,O’na boyun eğilmeli, mutlak olarak sadece O’na itaat edilmeli, kim olursa olsun, O’na ortak koşulmaması, namaz, oruç, zekât, hac, duâ, istiâne (yardım dileme), adak, kurban, tevekkül, korku, ümit ve sevgi gibi gizli ve açık ibâdet türlerinden hiçbirinin O’ndan başkasına yapılmaması ve Allah Teâlâ'ya sevgi, korku ve ümitle birarada ibâdet olunmasıdır.Bunların bir kısmı ile O’na ibâdet edip, bir kısmını bırakmak, sapıklıktır.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Yalnızca sana ibâdet ederiz ve yalnızca senden yardım dileriz." (Fâtiha Sûresi, 5)

"Kim Allah ile birlikte başka bir ilâha ibâdet ederse, ki onun bu konuda (Allah'tan başkasına ibâdet etmekte) hiçbir gerekçesi yoktur-, onun (bu kötü amelinin âhiretteki) karşılığı ancak Rabbinin katındadır. Şüphesiz ki kâfirler kurtuluşa eremezler." (Mü'minûn Sûresi, 117)

Ulûhiyet Tevhidi, bütün peygamberlerin ona çağırdıkları bir husustur.Geçmiş ümmetleri helâka götüren yol, bu tevhidin inkârıydı.Dînin başı, sonu, içi ve dışı ulûhiyet tevhididir.Peygamberlerin ilk ve son çağrısı budur. Bunun için peygamberler gönderilmiş, kitaplar indirilmiş, cihad için kılıçlar çekilmiş, mü’minlerle kâfirler, cennet ile cehennem ehli birbirinden ayrılmıştır.

İşte; "Lâ ilâhe illallah"ın anlamı budur.

Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurmaktadır:

"(Ey Muhammed!) Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona: 'Benden başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O halde yalnızca bana ibâdet edin' diye vahyetmiş olmayalım." (Enbiyâ Sûresi, 25)

Rubûbiyet Tevhidi, Ulûhiyet Tevhidinin gereklerindendir.Çünkü yaratan, rızık veren, sahip olan, tasarrufta bulunan, yaşatan ve öldüren, bütün kemal sıfatlara sahip ve her türlü noksanlıktan uzak olan, her şey elinde olan Rabbin, aynı zamanda hiçbir ortağı bulunmayan ve yalnızca kendisine ibâdet edilen bir ilâh olması gerekir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım." (Zâriyât Sûresi, 56)

Zirâ müşrikler bir tek ilâha ibâdet etmiyorlardı. Onlar birden çok ilâha ibâdet ediyorlar ve bunların kendilerini Allah’a yakınlaştırdıklarını iddiâ ediyorlardı. Bununla birlikte onlar, bu uydurma ilâhların fayda ve zarar vermediklerini itiraf ediyorlardı.İşte bu sebeple Allah Teâlâ, Rubûbiyet Tevhidini kabul etmelerine rağmen onları mü’minler olarak değerlendirmemiş, aksine ibâdette kendisine başkasını ortak koştukları için onları kâfir olarak değerlendirmiştir.

İşte bu noktadan hareketle, selefin yani Ehl-i Sünnet vel-Cemaat'in Ulûhiyet Tevhidi konusundaki inancı başkalarından farklı olmaktadır. Onlar, bazılarının kastettiği gibi, tevhidin anlamı onlara göre, yalnızca Allah’tan başka yaratıcı ilâh olmamasından ibâret olduğunu kastetmezler. Aksine onlara göre Ulûhiyet Tevhidi, ancak şu iki esasın varlığı ile birlikte gerçekleşebilir:

1. Bütün ibâdet çeşitlerinin yalnızca Allah Teâlâ'ya yapılması ve yaratılmış bir varlığa, yaratıcının hak ve özelliklerinden hiçbirisinin verilmemesi.

Buna göre Allah’tan başkasına ibâdet edilemez, O'ndan başkası için namaz kılınamaz, O'ndan başkasına secde edilemez, O'ndan başkasına adakta bulunulamaz, O'ndan başkasına tevekkül edilemez. Şüphesiz ki Ulûhiyet Tevhidi, ibâdetin yalnızca Allah Teâlâ'ya yapılmasını gerektirir. İbâdet ise ya kalp ile dilin bir sözü ya da kalp ile organların bir amelidir.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"(Ey Muhammed! Onlara) De ki: Şüphesiz ki benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla (tevhidle) emrolundum ve ben (bunu böyle kabul eden) müslümanların ilkiyim." (En'am Sûresi, 162-163)

"Dikkat edin! (Şirkten uzak) hâlis olan dîn (tam itaat), yalnız Allah içindir." (Zümer Sûresi, 3)

2. İbâdet, Allah Teâlâ ve Rasûlü Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-'in emrettiklerine uygun olmalıdır.

Buna göre ibâdet, boyun eğme ve itaatte Allah Teâlâ'yı birlemek, "Allah’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur” diye ifadelendirilen şehâdetin gerçekleştirilmesidir.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e uymak, onun emir ve yasaklarına boyun eğmek de, "Muhammed, Allah’ın elçisidir" şehâdetinin gerçekleştirilmesidir.

O halde Ehl-i Sünnet vel-Cemaat'in metodu şudur:

Onlar, Allah Teâlâ'ya ibâdet eder ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmazlar.O'ndan başkasından istemez, O'ndan başkasından yardım dilemez, O'ndan başkasından imdatlarına koşmasını istemez,O'ndan başkasına tevekkül etmez, O'ndan başkasından korkmazlar.Allah Teâlâ'ya itaat ve ibâdet edip salih amelleriyle yakınlaşmaya çalışırlar.

"Yalnızca Allah’a ibâdet edin ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmayın." (Nisâ Sûresi, 36)

Selef-i Salih Akidesi

Abdullah b. Abdulhamid el-Eseri
 
_katre_ Çevrimdışı

_katre_

الحمدلله
Site Emektarı
Amin ecmain
 
_katre_ Çevrimdışı

_katre_

الحمدلله
Site Emektarı
3. İsim ve Sıfatlar Tevhidi:

Bunun anlamı; en güzel isimlerin ve en yüce sıfatların Allah Teâlâ'ya âit olduğuna kesin bir şekilde inanmak demektir.Allah Teâlâ, bütün kemal sıfatlara sahip olup her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir.O, bütün varlıklardan ayrı olarak bu özelliğe tek başına sahiptir.

Ehl-i Sünnet vel-Cemaat, Rablerini Kur’ân ve sünnette gelen sıfatlarla bilirler.Onlar, Rablerini O’nun kendini nitelediği ve elçisi-sallallahu aleyhi ve sellem-'in O’nu nitelendirdiği şekilde nitelerler.Lafızları kullanıldıkları gerçek anlamlarından saptırma yoluna gitmezler.O’nun isim ve âyetlerinde ilhâda* sapmazlar.Allah Teâlâ'nın kendisi hakkında kabul ettiği isim ve sıfatları, temsîl (örnek verme), tekyîf (keyfiyet verme), ta’til (boşa çıkarma) ve tahrife sapmaksızın olduğu gibi kabul ederler.Bütün bunlarda uydukları ölçü de Allah Teâlâ'nın şu sözleridir:

"O’nun benzeri hiçbir şey yoktur ve O herşeyi hakkıyla işiten ve görendir." (Şûrâ Sûresi, 11)

--------------------------------------------------
*İlhâd: Haktan meyletmek ve ondan sapmak demektir. Ta'tîl, tahrîf, tekyîf (keyfiyet verme), temsîl (örnek verme) ve teşbîh (benzetme) de bunun kapsamına girer.
Ta'tîl: Allah'ın sıfatlarını kabul etmemek veya bir kısmını kabul edip geri kalan kısmını kabul etmemek demektir.
Tahrîf: Nassı, lafzı veya anlam olarak değiştirerek onu zâhirî anlamından uzaklaştırıp ancak zayıf bir ihtimalle lafzın delâlet ettiği bir anlama göre açıklamaktır.Buna göre, her tahrîf, aynı zamanda ta'tîldir, fakat her ta'tîl, tahrîf değildir.
Tekyîf: Allah'ın sıfatları hakkında "nasıldır" diye soru sormaktır.
Temsîl: Bir şeyin benzerini, diğeri ile her yönden benzer olduğunu kabul etmek demektir.
Teşbîh:Bir şeyin benzerini, diğeri ile bazı yönlerden benzer olduğunu kabul etmek demektir.

--------------------------------------------------

”En güzel isimler, Allah'ındır. O halde O'na bu isimlerle yalvarın (duâ edin).O’nun isimlerinde ilhâda sapanları terkedin.Onlar yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.” (A'râf Sûresi, 180)

Ehl-i Sünnet vel-Cemaat, Allah Teâlâ'nın sıfatlarının nasıl olduğuna dâir bir sınırlandırmaya kalkışmazlar.Çünkü Allah Teâlâ, sıfatların nasıl olduğunu bize haber vermemiştir.Zirâ Allah Teâlâ hakkında hangi sıfatların mümkün olduğunu, hangilerinin mümkün olmadığını, O'ndan başka hiçbir kimse bilemez.

"(Ey Muhammed! Onlara) de ki: Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?" (Bakara Suresi, 140)

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"(Ey insanlar!) Artık Allah'a örnekler bulmaya kalkışmayın.Çünkü Allah bilir, siz ise bilemezsiniz." (Nahl Sûresi, 74)

Allah Teâlâ'dan sonra da, O'nu elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'den daha iyi hiç kimse bilemez.
Nitekim Allah Teâlâ, Rasûlü Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- hakkında şöyle buyurmaktadır:

"O (Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-) kendi hevâsından bir söz söylemez.O şey (Kur'an ve Sünnet), ona vahyedilen bir vahiyden başkası değildir." (Necm Sûresi, 3-4)

Ehl-i Sünnet vel-Cemaat,Allah Teâlâ'nın kendisinden önce hiçbir şeyin olmadığı ilk, kendisinden sonra hiçbir şeyin olmadığı son, kendisinden üstün hiçbir şeyin olmadığı zâhir,kendisinden öte hiçbir şeyin olmadığı bâtın olduğuna inanırlar.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

”O hem ilktir, hem âhirdir, hem zâhirdir, hem bâtındır. O her şeyi en iyi bilendir.” (Hadîd Sûresi, 3)


Ehl-i Sünnet vel-Cemaat, Allah Teâlâ'nın zâtının yaratılanların zatlarına, sıfatlarının da onların sıfatlarına benzemediğine inanırlar.Zirâ Allah Teâlâ'nın ne bir adaşı, ne O’na denk birisi, ne de O’nun eşi vardır. O yarattığı varlıklarla kıyas edilemez.Bu sebeple Ehl-i Sünnet velCemaat, Allah’ın kendi zâtı için kabul ettiğini, onlar da temsilsiz olarak (örneklendirmeden) kabul ederler, ta’til sözkonusu olmaksızın tenzîh ederler.

Ehl-i Sünnet vel-Cemaat, Allah Teâlâ'yı kendi zâtı için kabul ettiğini,kabul ettiklerinde O’nu örneklendirmezler (başkasına benzetmezler).Allah Teâlâ'yı tenzih ettiklerinde de Allah Teâlâ'nın kendi zâtını nitelendirdiği vasıfları ta’til etmezler (onları boşa çıkarmazlar). *

--------------------------------------------------
*Allah Teâlâ'nın zâtı veya sıfatlarının nasıl olduğunu hayal etmek, câiz değildir. Çünkü Allah Teâlâ, akla gelen veya zihinde canlanan her şeyden daha büyük ve yücedir.
--------------------------------------------------

Ehl-i Sünnet vel-Cemaat, Allah Teâlâ'nın her şeyi kuşatan, her şeyi yaratan ve hayatta olan her canlıya rızık veren olduğuna inanırlar.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Yaratan (kendisi yarattığı halde yarattıklarını ve onların işlerini) bilmez mi? O, (kullarına karşı) lütufkâr ve (onlardan ve yaptıklarından) haberdârdır." (Mülk Sûresi, 14)

"Şüphesiz ki (yarattıklarına) rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan, yalnızca Allah'tır." (Zâriyât Sûresi, 58)

Ehl-i Sünnet vel-Cemaat, Allah Teâlâ'nın yedi semânın üstünde ve yarattıklarından ayrı olarak arşa istivâ ettiğine*, ilmiyle her şeyi kuşattığına, azîz kitabında yedi ayrı âyette kendi zâtı ile ilgili olarak haber verdiği gibi, keyfiyet nisbet etmeksizin** inanırlar.

Nitekim Allah Teâlâ aşağıdaki âyetlerde şöyle buyurmaktadır:

"Rahmân arşa istivâ etti.” (Tâhâ Sûresi, 5)

Yine şöyle buyurmaktadır:
"Sonra arşa istivâ etti." (Hadîd Sûresi, 4)
--------------------------------------------------

*Arşın üzerine istivâ etmek ve uluvv (yücelmek), Allah Teâlâ'nın iki sıfatıdır.Bu iki sıfatı, Allah Teâlâ'nın celâline yaraşır bir şekilde kabul ederiz.Selef'e göre "İstivâ" kelimesinin açıklaması, "karar bulmak, üstte olmak, yükselmek ve çıkmak" demektir.Selef, bunu bu kelimelerle açıklar, ancak bundan ileriye gitmez ve buna bir şey ilâve etmezler.Selef'ten bu kelimenin açıklaması hakkında "istilâ etti, mâlik oldu veya gâlip geldi" anlamları yoktur.

# İstivânın,Sahîh-i Buhârî'de olduğu gibi,Arap dilinde yücelmek ve yükselmek anlamına geldiği bilinen bir husustur.
# İstivânın keyfiyeti bilinmez.Bunu Allah Teâlâ'dan başka hiç kimse bilemez.
# Bu konudaki delillerin sâbit oluşu sebebiyle istivâya îmân etmek, farzdır.
#İstivâ konusunda soru sormak, bid'attır. Çünkü istivânın keyfiyetini Allah Teâlâ'dan başka hiç kimse bilemez.

**Bu âyet-i kerîmeler sırasıyla şunlardır: A'râf Sûresi:54, Yunus Sûresi:3, Ra'd Sûresi:2, Tâhâ Sûresi:5, Furkân Sûresi:59, Secde Sûresi:4 ve Hadîd Sûresi:4

^^İmam İshak b. Râhaveyh-Allah ona rahmet etsin- bu âyet hakkında şöyle der: "İlim ehli, Allah Teâlâ'nın arşın üzerinde olduğunda ve yedi kat yerin dibindeki her şeyi bildiğinde oybirliğine varmıştır." İmam Zehebi bunu "el-Uluvvu lil-Aliyyil-Ğaffar" adlı eseinde rivâyet etmiştir.

--------------------------------------------------
"Gökte olan (Allah)'ın sizi yere geçirmesinden emîn mi oldunuz? O zaman onun durmadan çalkalanmakta olduğunu göreceksiniz.Ya da gökte olan (Allah)'ın üzerinize taş yağdıran bir rüzgar göndermesinden emîn mi oldunuz? (Azabı gördüğünüzde) benim sizi uyarmamın nasıl olduğunu bileceksiniz." (Mülk Sûresi, 16-17)

"Güzel söz O’na çıkar ve sâlih amel O’na yükselir." (Fâtır Sûresi, 10)

"(Melekler, zâtı, kahrı ve kemâl sıfatlarıyla) üstlerinde bulunan Rablerinden korkarlar ve kendilerine ne emrolunursa onu yaparlar (yerine getirirler)." (Nahl Sûresi, 50)

Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- de bu konuda şöyle buyurmaktadır:
"Ben, semâda olan (Allah)'ın emîni olduğum ve sabah-akşam semânın haberi bana geldiği halde, siz bana nasıl olur da güvenmezsiniz?" (Buharî ve Müslim)
Ehl-i Sünnet vel-Cemaat,kürsi ve arşın hak olduğuna inanırlar.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"O’nun kürsîsi* gökleri ve yeri kuşatmıştır. Onları koruması O’na ağır gelmez.O çok yücedir, çok büyüktür." (Bakara Sûresi, 255)

--------------------------------------------------
*Abdullah b. Abbas'tan-Allah ondan ve babsından râzı olsun- mevkûf olarak rivâyet olunduğuna göre o, kürsî hakkında şöyle der:

"Kürsî, Rab Teâlâ'nın iki ayağını koyduğu yerdir.Arşın büyüklü şın büyüklüğünü, Allah Teâlâ'dan başka hiç kimse ne kadar olduğunu takdir edemez." Elbânî hadisin sahih olduğunu belirtmiştir. (Musahhih)

--------------------------------------------------
 
_katre_ Çevrimdışı

_katre_

الحمدلله
Site Emektarı
Arşın büyüklüğünü Allah Teâlâ’dan başka hiç kimse bilemez.Kürsî’nin arşa göre durumu ise, büyük bir düzlükte bırakılmış, gökleri ve yeri kuşatmış bir halka gibidir.Allah Teâlâ'nın arşa ve kürsî’ye ihtiyacı yoktur.Ona ihtiyacı oldu-ğundan dolayı arşa istivâ etmemiştir.Aksine bu kendisinin takdir ettiği büyük bir hikmet gereğidir. O, arşa veya arşın dışındaki diğer varlıklara da muhtaç olmaktan münezzehtir. Allah Teâlâ'nın şânı, bundan çok daha büyüktür.Aksine arş ve kürsî, O’nun kudret ve hükümranlığıyla taşınan iki varlıktır.

Ehl-i Sünnet vel-Cemaat, Allah Teâlâ'nın Âdem -aleyhisselâm-'ı iki eliyle yarattığına -ki O’nun her iki eli de sağdır- ve kendisini nitelendirdiği gibi, iki elinin dilediği şekilde infak ederek açık olduğuna inanırlar.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Yahûdiler:Allah’ın eli bağlıdır, dediler. Söylediklerinden dolayı kendi elleri bağlandı ve onlara lânet edildi.Aksine Allah’ın iki eli de açıktır.O nasıl dilerse, öyle infak eder." (Mâide Sûresi, 64)

"(Allah, İblis'e) dedi ki: Ey İblis! İki elimle yarattığıma (Âdem'e) secde etmekten seni alıkoyan nedir? (Âdem'e karşı) böbürlendin mi? Yoksa sen (Rabbine karşı) kibirlenenlerden miydin?" (Sâd Sûresi, 75)

Ehl-i Sünnet vel-Cemaat, Allah Teâlâ'nın işitme, görme, ilim, kudret, kuvvet, izzet, kelâm, hayat, ayak, bacak, el, beraber oluş (maiyyet) ve buna benzer gerek azîz kitabında kendisini vasfettiği, gerekse Peygamberi -sallallahu aleyhi ve sellem- vasıtası ile belirttiği ve keyfiyetini yalnızca Allah Teâlâ'nın bildiği ve bizim bilemediğimiz bu sıfatları kabul ederler. Çünkü Allah Teâlâ, bize bu sıfatların keyfiyetini haber vermemiştir.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda aşağıdaki âyetlerde şöyle buyurmaktadır:

"(Allah, Musa ve Harun'a) buyurdu ki: (Firavun'dan) korkmayın. Şüphesiz ki ben, (ilmimle) sizinle birlikteyim. (Sizin söyledikleriniz) işitirim ve (yaptıklarınızı da) görürüm." (Tâhâ Sûresi, 46)

“O, (sizin yararınıza olan şeyleri) en iyi bilen (alîm)dir, (söz ve fiillerinde) hikmet sahibi (hakîm)dir." (Tahrim Sûresi, 2)

"Allah, Musa ile gerçekten (aracısız) konuştu." (Nisâ Sûresi, 164)

"Celâl ve ikram sahibi Rabbinin vechi (yüzü), kalıcıdır." (Rahman Sûresi, 27)

"Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan râzı (hoşnut) olmuşlardır." (Mâide Sûresi, 119)

"Allah, onlardan daha hayırlı bir topluluk getirir ki O, onları sever, onlar da O’nu severler." (Mâide Sûresi, 54)

"Onlar (isyan etmek ve Musa'yı yalanlamak sûretiyle) bizi öfkelendirince, kendilerinden intikam aldık, hepsini suda (denizde) boğduk." (Zuhruf Sûresi, 55)

"(Allah Teâlâ'nın kulları arasında hüküm vermek için gelip mübârek) bacağını açacağı günde iş şiddetlenip dehşeti zorlaşacak ve secde etmeye dâvet edilecekler de onlar buna güç yetiremeyecekler." (Kalem Sûresi, 42)

" (Celâline yaraşır şekilde) hayat sıfatı ile sıfatlanmış (hayy), her şeyi yürüten, idâre eden (kayyûm) Allah, O'ndan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilah yoktur." (Âl-I İmrân Sûresi, 1)

"Ey îmân edenler! Allah’ın kendilerine gazab ettiği bir topluluğu dost edinmeyin." (Mümtehine Sûresi, 13)

Bunlardan başka sıfat âyetleri vardır.
Ehl-i Sünnet vel-Cemaat, mü’minlerin âhirette Rablerini gözleriyle göreceklerine, onu ziyâret edip, Rabbinin onlarla, onların da Rableri ile konuşacaklarına îmân ederler.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“O günde nice yüzler var ki ışıl ışıl parlar, Rablerine bakarlar." (Kıyâmet Sûresi, 22-23)

Onlar Rablerini, hilâli dolunay halinde görüp, onu görmekte sıkıntı çekmedikleri gibi göreceklerdir.

Nitekim Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmaktadır:
" Şüphesiz ki sizler, görmekte sıkıntı çekmediğiniz (dolunay halindeki) bu hilâli gördüğünüz gibi Rabbinizi (kıyâmet günü) göreceksiniz..." (Buharî ve Müslim)

Ehl-i Sünnet vel-Cemaat, gecenin son üçte birlik bölümünde celâl ve âzametine yakışır bir şekilde Allah Teâlâ'nın gerçek anlamda dünya semâsına indiğine îmân ederler.
Nitekim Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ, gecenin son üçte birlik bölümü kaldığında her gece dünya semâsına iner ve şöyle der: Bana duâ eden yok mu? Duâsını kabul edeyim. Benden isteyen yok mu? Ona istediğini vereyim.Benden mağfiret dileyen yok mu? Ona mağfiret edeyim." (Buharî ve Müslim)

Ehl-i Sünnet vel-Cemaat, Allah Teâlâ'nın kıyâmet günü kulların arasında hüküm vermek için celaline yakışır bir şekilde gerçek anlamda (Arasat meydanına) geleceğine îmân ederler.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Hayır, hayır; yeryüzü parça parça yıkılıp darmadağın olduğu ve Rabbin gelip melekler saf saf dizildiği zaman." (Fecr Sûresi, 21-22)

"Onlar (inatçı kâfirler kıyâmet günü) bulutta gölgeler arasından Allah’ın ve meleklerin kendilerine gelmesini ve emrin gerçekleşmesini mi bekliyorlar? Oysa ki (kulların) bütün işleri, yalnızca Allah’a döndürülür." (Bakara Sûresi, 210)

Ehl-i Sünnet vel-Cemaat'in bütün bu konulardaki metodu, Allah Teâlâ ve elçisi Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-'in haber verdiği şeylere tam bir teslimiyetle inanmaktır.

Nitekim İmam Zührî-Allah ona rahmet etsin- bu konuda şöyle der:
"Allah’tan risâlet göndermek, Rasûlullah’a düşen bu görevi tebliğ etmek, bize düşen görev ise teslimiyet göstermektir." (İmam Beğavî "Şerhus-Sünne"de rivâyet etmiştir.)

İmam Süfyan b. Uyeyne-Allah ona rahmet etsin- de bu konuda şöyle der:
" Allah Teâlâ'nın Kur’ân’da kendisini vasfettiği şeylerin okunuşu; bunların keyfiyet vermeksizin ve benzetmeye gitmeksizin tefsir edilmesi gerekir." (el-Lâlekâî "Ehl-i Sünnet vel-Cemaatin İtikâd Esaslarının Şerhi"nde rivâyet etmiştir.)

İmam Şafîi-Allah Teâlâ ona rahmet etsin- şöyle der:

"Ben, Allah’a ve Allah’ın muradı üzere Allah’tan gelenlere, Rasûlullah’a ve Rasûlullah’ın muradı üzere Rasûlullah’tan gelenlere îmân ettim." (Bakınız:İbn-i Kudâme el-Makdisî'nin,"Lum'atul-İ'tikâd el-Hâdî İlâ Sebîli-Raşâd")

Velîd b. Müslim-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:
"Evzâî, Süfyan b.Uyeyne ve Malik b.Enes’e sıfatlar ve Allah'ın görülmesi (Ru’yetullah) ile ilgili hadisler hakkında sordum, hepsi de şöyle dediler: 'Bunları, onlara bir keyfiyet vermeksizin geldikleri gibi alınız." (İmam Beğavî "Şerhus-Sünne"de rivâyet etmiştir.)

Hicret yurdunun imamı Malik b. Enes-Allah ona rahmet etsin-şöyle der:
"Bid’atlerden sakınınız." Ona bid’atler nelerdir? diye sorulunca, o şu cevabı vermiştir:

"Bid’at ehli, Allah’ın isimleri, sıfatları, kelâmı, ameli ve kudreti hakkında konuşup duran, ashâbın ve onlara güzel bir şekilde uyanların sustuğu konularda susmayan kimselerdir." (İmam Beğavî "Şerhus-Sünne"de rivâyet etmiştir.)

Bir adam İmam Mâlik'e, Allah Teâlâ'nın:
"Rahmân arşa istivâ etti.” (Tâhâ Sûresi, 5)

Buyruğu hakkında: "Nasıl istiva etti" diye sorunca, ona şu cevabı vermiştir:
" İstivâ bilinmeyen bir şey değildir.Fakat nasıl olduğu (keyfiyeti) akılla bilinemez. Ona îmân etmek farz, onun hakkında soru sormak ise bid’attir.Ben, seni sapık birisi olarak görüyorum" dedikten sonra meclisinden çıkartılmasını emretmiştir. (İmam Beğavî "Şerhus-Sünne"de rivâyet etmiştir.)

İmam Ebu Hanife-Allah Teâlâ ona rahmet etsin- şöyle der:
"Allah Teâlâ’nın zatı hakkında hiç kimsenin bir şey söylememesi gerekir.Aksine Allah Teâlâ kendini ne ile nitelendirmiş ise, onu öylece nitelendirmesi gerekir.Bu hususta kendi görüşüne dayanarak hiçbir şey söylemesin. Âlemlerin Rabbi olan Allah, her türlü noksanlıklardan münezzehtir." (Tahâviye Akîdesis Şerhine bakınız.)

İmam Ebu Hanife'ye,Allah Teâlâ'nın dünya semâsına inişi hakkında sorulunca o şöyle cevap vermiştir:
"O, keyfiyetsiz olarak iner." (Tahâviye Akîdesi Şerhine bakınız.)


Hafız İmam Nuaym b. Hammâd el-Huzaî-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:
"Allah’ı yarattıklarına benzeten kâfir olur. Allah’ın kendisini nitelendirdiği şeyleri inkâr eden, kâfir olur. Ne Allah'ın kendisini nitelendirdiği, ne de Rasûlü’nün O’nu nitelendirdiği şeyler teşbihtir." (İmam Zehebî "el-Uluvv lil-Aliyyil-Ğafûr"da rivâyet etmiştir.)

Selef’ten bazı kimseler şöyle demişlerdir:
"İslâm ayağı, ancak teslimiyet köprüsü üzerinde sebat gösterebilir." (İmam Beğavî "Şerhus-Sünne"de rivâyet etmiştir.)

İşte zât-ı ilâhi ve O'nun sıfatları hakkında söz açıldığı zaman selefin yolunu izleyen kimse, ister selef çağında, isterse sonraki çağlarda yaşamış olsun, Allah’ın isim ve sıfatları hususunda Kur’ân-ı Kerîm’in izlediği yola bağlanmış olur.

Metod konusunda selefin yoluna aykırı hareket eden herkes, selefin yaşadığı çağda ve sahâbe ile tabiîn arasında bulunmuş olsa bile, Kur’ân-ı Kerim'in izlediği yola bağlanmamış olur.
 
Üst Ana Sayfa Alt